|
- I do not understand what all the fuss is about.
- Bütün bu yaygaranın neden koparıldığını anlamıyorum.
- It is the European Union's duty to help all the Somali nations.
- Bütün Somali uluslarına yardım etmek Avrupa Birliği'nin görevidir.
- I know all the Presidents try desperately to stop it.
- Bütün Başkanların bunu durdurmak için umutsuzca çabaladığını biliyorum.
- All the professionals have stressed these health problems to me.
- Bütün profesyoneller bana bu sağlık sorunlarını vurguladılar.
- At that time too, all the organisations, rules and interests formed a complex whole.
- O dönemde de tüm örgütler, kurallar ve çıkarlar karmaşık bir bütün oluşturuyordu.
- All the people of Israel were standing there.
- Bütün İsrailliler orada duruyorlardı.
- All the gifts will pass away.
- Bütün armağanlar geçip gidecek.
- First, order all the soldiers to return to the palace at once.
- Önce bütün askerlerin bir an önce saraya dönmesini emredin.
- It was as if all the clouds had come down from the sky and covered the village.
- Sanki bütün bulutlar gökten inmiş ve köyün üzerini örtmüştü.
- Tom locked all the doors.
- Tom bütün kapıları kilitledi.
- All the food was gone.
- Bütün yiyecekler bitmişti.
- All the eggs in the box were broken.
- Kutudaki bütün yumurtalar kırıldı.
- All the doors of the house were closed.
- Evin bütün kapıları kapalıydı.
- Why all the commotion?
- Bütün bu kargaşa niye?
- All the members but me have faith in what he says.
- Benden başka bütün üyelerin onun söylediğine inancı vardı.
- All the children fell asleep before it got dark.
- Hava kararmadan bütün çocuklar uykuya daldı.
- Have you already sharpened all the knives?
- Bütün bıçakları biledin mi?
- How did you spend all the money I gave you?
- Sana verdiğim bütün parayı nasıl harcadın?
- I did all the work myself.
- Ben bütün işi kendim yaptım.
- He did all the legwork.
- Bütün ayak işlerini o yaptı.
- I'll handle all the arrangements.
- Bütün ayarlamaları ben yaparım.
- Not all the students were present.
- Bütün öğrenciler mevcut değildi.
- Tom closed all the windows.
- Tom bütün pencereleri kapattı.
- Why should men get all the good jobs?
- Neden bütün iyi işleri erkekler alıyor?
- You don't have all the information.
- Bütün bilgilere sahip değilsin.
- Layla knew all the hookers of the neighborhood.
- Leyla mahallenin bütün fahişelerini biliyordu.
- All the buses are full.
- Bütün otobüsler dolu.
- Unfortunately, I missed all the fun.
- Ne yazık ki, bütün eğlenceyi kaçırdım.
- Somebody ate all the cookies.
- Birisi bütün kurabiyeleri yemiş.
- It makes all the children happy.
- Bu bütün çocukları mutlu yapıyor.
- She closed all the windows in the room.
- Odadaki bütün pencereleri kapattı.
- All the apple trees were cut down.
- Bütün elma ağaçları kesildi.
- After I closed all the doors, I went to sleep.
- Bütün kapıları kapattıktan sonra uyumaya gittim.
- We toured all the major cities.
- Biz bütün büyük şehirleri gezdik.
- I translated all the documents yesterday.
- Dün bütün belgeleri çevirdim.
- Are all the passengers on board?
- Bütün yolcular gemide mi?
- All the windows were closed.
- Bütün pencereler kapalıydı.
- He looked the toughest of all the challengers.
- Bütün rakiplerin en zorlusu görünüyordu.
- All the men were wearing dark suits and white shirts.
- Bütün erkekler koyu renk takım elbise ve beyaz gömlek giyiyordu.
- All the other boys laughed at him.
- Diğer bütün çocuklar ona güldü.
- Did you lock all the doors?
- Bütün kapıları kilitledin mi?
- The line was huge and stretched all the way around the block.
- Sıra büyüktü ve blok etrafındaki bütün yolda uzanıyordu.
- I admired the beauty of all the colorful flowers.
- Bütün rengarenk çiçeklerin güzelliklerine hayran kaldım.
- He lives and works there all the year round.
- Bütün yıl boyunca orada yaşıyor ve çalışıyor.
- Let them do all the talking.
- Bütün konuşmayı yapmalarına izin ver.
- Tom asked me to close all the windows.
- Tom bütün pencereleri kapatmamı istedi.
- All the students look up to him.
- Bütün öğrenciler ona saygı duyuyor.
- He was able to answer all the questions.
- Bütün sorulara cevap verebildi.
- We got all the materials together.
- Bütün malzemeleri bir araya toparladık.
- All the seats on this train are designated for nonsmokers.
- Bu trendeki bütün koltuklar sigara içmeyenler için tasarlanmıştır.
- Why do I always have to do all the work around here?
- Neden buradaki bütün işleri hep ben yapmak zorundayım?
- Did you iron all the shirts?
- Bütün gömlekleri ütüledin mi?
- Tom does all the cooking.
- Tom bütün yemeği pişirir.
- All the students protested against the war.
- Bütün öğrenciler savaşı protesto ettiler.
- The embassies of all the foreign countries are in Paris.
- Bütün yabancı ülke büyükelçilikleri Paris'tedir.
- Let's hope Tom gets all the help he needs.
- Tom'un ihtiyacı olan bütün yardımı alacağını umalım.
- I told Tom to label all the boxes.
- Tom'a bütün kutuları etiketlemesini söyledim.
- I bet all the boys want your phone number.
- Eminim bütün erkekler telefon numaranı istiyordur.
- I own all the books.
- Bütün kitaplara sahibim.
- They came all the way from Brazil.
- Bütün yolu Brezilyadan geldiler.
- All the lights went out.
- Bütün ışıklar söndü.
- Who ate all the pies?
- Bütün pastayı kim yedi?
- I went and gambled with all the money.
- Gidip bütün parayla kumar oynadım.
- I disposed of all the books.
- Bütün kitapları attım.
- Tom promised Mary that he'd pay back all the money that he'd borrowed from her.
- Tom Mary'ye ondan ödünç aldığı bütün parayı geri ödeyeceğine söz verdi.
- I could answer all the questions.
- Bütün soruları cevaplayabilirim.
- Tom has eaten all the ice cream.
- Tom bütün dondurmayı yedi.
- As there was no bus service, we had to walk all the way to the station.
- Otobüs servisi olmadığı için, biz, istasyona giden bütün yolu yürümek zorunda kaldık.
- My son knows all the letters well.
- Oğlum bütün harfleri iyi bilir.
- All the students here must study French.
- Buradaki bütün öğrenciler Fransızca çalışmalı.
- The vandals smashed all the windows and knocked all the dustbins over.
- Çapulcular bütün camları kırıp çöp konteynerlerini devirdi.
- All the students go home early on Saturday.
- Bütün öğrenciler cumartesi erkenden eve gidiyor.
- All the villagers went into the mountains to look for a missing cat.
- Bütün köylüler kayıp bir kediyi aramak için dağlara gittiler.
- All the soldiers were brave.
- Bütün askerler cesurdu.
- In the past, all the neighbors used to visit one another.
- Eskiden bütün komşular birbirini ziyaret ederdi.
- If you'd run all the way, you'd have arrived there in time.
- Eğer bütün yolu koşsaydın oraya zamanında varırdın.
- All the boys are the same age.
- Bütün erkek çocukları aynı yaştalar.
- I like him best of all the teachers.
- Bütün öğretmenlerin içinde ençok onu severim.
- I don't know what all the fuss is about.
- Bütün bu yaygara ne için anlamıyorum.
- All the dogs are alive.
- Bütün köpekler canlı.
- I think we have mined all the gold in this area.
- Sanırım bu bölgedeki bütün altınları kazıp çıkardık.
- She came all the way from New York to see me.
- New York'tan bütün yolu beni görmek için geldi.
- Why all the secrecy?
- Neden bütün bu gizlilik?
- The guests ate all the nuts.
- Misafirler bütün fındıkları yedi.
- We gathered all the books together and put them in the spare room.
- Bütün kitapları bir araya topladık ve boş odaya koyduk.
- All the players did their best.
- Bütün oyuncular ellerinden geleni yaptılar.
- Attach labels to all the bags.
- Bütün çantalara etiketleri takın.
- Tom picked up all the coins on the floor.
- Tom yerdeki bütün bozuk paraları topladı.
- I tore up all the letters that you wrote to me.
- Bana yazdığın bütün mektupları yırtıp attım.
- You have translated all the sentences.
- Sen bütün cümleleri çevirdin.
- I don't know all the words to that song.
- O şarkının bütün sözlerini bilmiyorum.
- Tom did all the talking.
- Bütün konuşmayı Tom yaptı.
- We got all the materials together.
- Bütün malzemeleri bir araya getirdik.
- In the past, all the neighbors used to visit one another.
- Eskiden bütün komşular birbirini ziyaret ediyordu.
- I can't take all the credit.
- Bütün övgüyü ben alamam.
- We have to learn all the songs before the end of the week.
- Hafta bitmeden bütün şarkıları öğrenmeliyiz.
- Her job was to type all the letters.
- Onun işi bütün harfleri daktilo etmekti.
- We found all the boxes empty.
- Bütün kutuları boş bulduk.
- All the children like you.
- Bütün çocuklar seni seviyor.
- Would all the mothers please wait here?
- Bütün anneler burada bekleyebilir mi lütfen?
- Where are all the flying cars?
- Bütün uçan arabalar nerede?
- Tom told me to close all the windows.
- Tom bana bütün pencereleri kapatmamı söyledi.
- All the students protested against the war.
- Bütün öğrenciler savaşı protesto etti.
- Why do I always have to do all the work around here?
- Neden her zaman buralardaki bütün işi ben yapmak zorundayım?
- Why should Tom have all the fun?
- Neden bütün eğlence Tom'un olsun ki?
- All the public schools were closed.
- Bütün devlet okulları kapandı.
- Do we have all the answers?
- Bütün cevaplar bizde mi?
- I know all the signs.
- Bütün işaretleri biliyorum.
- You'd better let me do all the talking.
- Bütün konuşmayı benim yapmama izin versen iyi olur.
- I'll send you all the money I can.
- Gönderebildiğim bütün parayı sana göndereceğim.
- Did Tom eat all the stew?
- Tom bütün yahniyi yedi mi?
- All the boys ran away.
- Bütün erkek çocukları kaçtılar.
- When he asked who had broken the window, all the boys put on an air of innocence.
- O, camı kimin kırdığını sorduğunda, bütün çocuklar masum havasına girdiler.
- Let her do all the talking.
- Bırak bütün konuşmayı o yapsın.
- All the students burst into laughter.
- Bütün öğrenciler kahkahalar attı.
- I know all the theories.
- Bütün teorileri biliyorum.
- Who could've eaten all the bananas?
- Bütün muzları kim yemiş olabilir?
- He knows all the answers.
- Bütün cevapları bilir.
- Thank you very much for coming all the way to see me off.
- Bütün yolu beni uğurlamak için geldiğiniz için çok teşekkür ederim.
- That old maid can milk all the cows up at the pasture.
- O yaşlı hizmetçi otlaktaki bütün inekleri sağabilir.
- He turned off all the lights at eleven.
- Saat on birde bütün ışıkları kapattı.
- You always seem to know all the answers.
- Sen her zaman bütün cevapları biliyor gibisin.
- I did all the work myself.
- Bütün işi kendim yaptım.
- Who ate all the ice cream?
- Bütün dondurmayı kim yedi?
- Where do you think all the money goes?
- Bütün paranın nereye gittiğini sanıyorsun?
- The aim of this game is to explode all the bombs on the screen.
- Bu oyunun amacı ekrandaki bütün bombaları patlatmaktır.
- Who's eaten all the cookies?
- Bütün kurabiyeleri kim yedi?
- Tom admitted he was the one who ate all the cookies.
- Tom bütün kurabiyeleri kendisinin yediğini itiraf etti.
- Someone ate all the cookies from the cookie jar.
- Birisi kurabiye kavanozundaki bütün kurabiyeleri yemiş.
- Have you ever switched on all the lamps of your house?
- Sen hiç evinin bütün lambalarını açtın mı?
- Thank you very much for coming all the way to see me.
- Bütün yolu beni görmek için geldiğin için sana çok teşekkür ederim.
- Why are all the lights out?
- Neden bütün ışıklar sönük?
- Did you eat all the bread?
- Bütün ekmeği yedin mi?
- What's causing all the problems?
- Bütün sıkıntıların kaynağı ne?
- All the supplies ran out.
- Bütün erzak bitmişti.
- Layla wanted all the money.
- Layla bütün parayı istiyordu.
- Don't forget to turn off all the lights before going to bed.
- Yatmadan önce bütün ışıkları kapatmayı unutma.
- Tom told me all the details.
- Tom bana bütün ayrıntıları söyledi.
- I ate all the cookies that were on the plate.
- Tabaktaki bütün kurabiyeleri yedim.
- I wish I could tell you all the details, but my boss told me not to.
- Keşke sana bütün ayrıntıları söyleyebilsem ama patronum bana söylemememi söyledi.
- The vandals smashed all the windows and knocked all the trash cans over.
- Vandallar bütün camları kırdı ve bütün çöp kutularını devirdi.
- You don't know all the facts.
- Bütün gerçekleri bilmiyorsun.
- Tom ate all the bread, so there is none left.
- Tom bütün ekmeği yedi, bu yüzden hiç kalmadı.
- I did all the work.
- Ben bütün işi yaptım.
- Tell me all the details.
- Bana bütün detayları söyle.
- All the furniture in our house was made by Tom.
- Evimizdeki bütün mobilyalar Tom tarafından yapıldı.
- Why do all the guys like him?
- Neden bütün erkekler ondan hoşlanıyor?
- Layla knew all the hookers of the neighborhood.
- Layla mahalledeki bütün fahişeleri tanıyordu.
- What's all the commotion?
- Bütün bu kargaşa nedir?
- Did Tom eat all the stew?
- Tom bütün güveci yedi mi?
- All the parking spots are taken.
- Park yapılabilecek bütün yerler dolmuş.
- Why do all the guys like Tom?
- Neden bütün çocuklar Tom'u seviyor?
- Tom gave Mary all the money he had on him.
- Tom Mary'ye yanındaki bütün parayı verdi.
- What's all the fuss about?
- Bütün bu yaygara ne hakkında?
- All the apples are there.
- Bütün elmalar orada.
- The store raised all the prices.
- Mağaza bütün fiyatları yükseltti.
- All the students sang the song together.
- Bütün öğrenciler şarkıyı birlikte seslendirdiler.
- I'm going to need all the help I can get.
- Alabileceğim bütün yardıma ihtiyacım olacak.
- Do we have all the ingredients we need?
- İhtiyacımız olan bütün malzemeye sahip miyiz?
- He turned off all the lights at eleven.
- O, saat on birde bütün ışıkları kapattı.
- All the windows are open.
- Bütün camlar açık.
- He kept all the windows open.
- O, bütün pencereleri açık tuttu.
- All the children laughed at Tom.
- Bütün çocuklar Tom'a güldü.
- All the king's men.
- Kralın bütün adamları.
- I just cleaned all the tables.
- Bütün masaları yeni temizledim.
- You seem to know all the answers.
- Bütün cevapları biliyor görünüyorsun.
- The policeman visited all the houses.
- Polis, bütün evleri ziyaret etti.
- It took me several hours to fold all the clothes.
- Bütün kıyafetleri katlamak birkaç saatimi aldı.
- We take all the company visitors to the meeting room.
- Bütün şirket ziyaretçilerini toplantı odasına alıyoruz.
- Tom will do all the talking.
- Bütün konuşmayı Tom yapacak.
- All the boys enjoyed skiing.
- Bütün erkekler kayaktan hoşlandı.
- I've watered all the flowers.
- Bütün çiçekleri suladım.
- All the students returned home.
- Bütün öğrenciler evlerine döndü.
- Jessica took all the blame on herself.
- Jessica bütün suçu üstüne aldı.
- I'll get all the credit.
- Bütün krediyi alacağım.
- All the apples are here.
- Bütün elmalar burada.
- All the students were in the lunch room.
- Bütün öğrenciler yemek odasındaydı.
- They ate up all the cake.
- Onlar bütün pastayı yediler.
- Who ate all the pies?
- Bütün turtaları kim yedi?
- All the students were wearing black T-shirts.
- Bütün öğrenciler siyah tişört giyiyordu.
- Why did you spend all the money?
- Neden bütün parayı harcadın?
- Tom looked around at all the empty desks in the classroom.
- Tom sınıftaki bütün boş sıralara bakındı.
- Who drank all the wine?
- Bütün şarabı kim içti?
- What's all the excitement?
- Bütün bu heyecan ne?
- All the other windows are open.
- Diğer bütün pencereler açık.
- I don't think that Tom ate all the bananas.
- Tom'un bütün muzları yediğini sanmıyorum.
- All the students are present.
- Bütün öğrenciler mevcut.
- I've eaten all the crackers.
- Bütün krakerleri yedim.
- Who ate all the fruit?
- Bütün meyveleri kim yedi?
- All the phones were ringing.
- Bütün telefonlar çalıyordu.
- Why did you use up all the money?
- Niçin bütün parayı harcadın?
- Father makes sure that all the lights are off before he goes to bed.
- Babam yatmaya gitmeden önce bütün ışıkların kapalı olduğundan emin olur.
- Tom wasn't the one who drank all the milk.
- Bütün sütü içen Tom değildi.
- What's all the commotion about?
- Bütün kargaşa ne hakkında?
- Why do I have to come up with all the ideas?
- Neden bütün fikirleri ben bulmak zorundayım?
- I can't send you all the files at the same time.
- Bütün dosyaları aynı anda sana yollayamam.
- Tom couldn't help but notice all the beautiful women on the beach.
- Tom sahildeki bütün güzel kadınları fark etmekten kendini alamadı.
- All the blinds were closed.
- Bütün perdeler kapalıydı.
- Where did all the money go?
- Bütün para nereye gitti?
- Tom ate up all the cookies.
- Tom bütün kurabiyeleri yedi.
- Tom didn't tell me all the details.
- Tom bana bütün ayrıntıları söylemedi.
- All the students clapped their hands.
- Bütün öğrenciler el çırptı.
- I drove all the way to Boston just to give Tom a birthday gift.
- Sadece Tom'a bir doğum günü hediyesi vermek için Boston'a bütün yolu arabayla gittim.
- All the meat was bad.
- Bütün et kokmuştu.
- All the sails were taken down.
- Bütün yelkenler indirildi.
- All the stories are interesting.
- Bütün hikayeler ilginç.
- All the apartments are occupied.
- Bütün daireler dolu.
- All the students are studying English.
- Bütün öğrenciler İngilizce öğreniyor.
- Sami took all the guns.
- Sami bütün silahları aldı.
- My children will probably have eaten all the candy by the time I get home.
- Ben eve gelene kadar çocuklarım muhtemelen bütün şekerleri yemiş olacaklar.
- Kill all the zombies.
- Bütün zombileri öldür.
- All the children had happy faces.
- Bütün çocukların mutlu yüzleri vardı.
- Tom ran all the way to school.
- Tom okula kadar bütün yolu koştu.
- Jack was laughed at by all the boys.
- Jack'e bütün çocuklar güldü.
- Tom ate all the leftovers.
- Tom bütün artıkları yedi.
- All the children like you.
- Bütün çocuklar senden hoşlanıyor.
- Tom looked around at all the empty desks in the classroom.
- Tom sınıftaki bütün boş sıralara baktı.
- All the children hugged their parents.
- Bütün çocuklar ailelerine sarıldı.
- Why all the fuss?
- Neden bütün bu yaygara?
- I'll make all the arrangements.
- Bütün ayarlamaları yapacağım.
- What's all the commotion about?
- Bütün bu kargaşa da neyin nesi?
- Please answer all the questions.
- Lütfen bütün soruları cevapla.
- Tom was doing all the talking.
- Bütün konuşmayı Tom yapıyordu.
- Tom ate all the ice cream that was in the freezer.
- Tom dondurucudaki bütün dondurmayı yedi.
- Where did all the bread go?
- Bütün ekmek nereye gitti?
- All the meat was bad.
- Bütün etler bozuktu.
- Are all the windows shut?
- Bütün pencereler kapalı mı?
- I know all the details.
- Bütün ayrıntıları biliyorum.
- If there was no sun, all the animals would be dead.
- Güneş olmasaydı, bütün hayvanlar ölmüş olurdu.
- We didn't go all the way.
- Biz bütün yolu gitmedik.
- I went all the way to see her only to find her away from home.
- Bütün yolu onu görmek için gidip, onu evde bulamadım.
- All of a sudden, all the lights went out.
- Aniden bütün ışıklar söndü.
- All the positions are full.
- Bütün yerler dolu.
- Tom ate all the bacon.
- Tom bütün pastırmayı yedi.
- Tom made all the right moves.
- Tom bütün doğru hamleleri yaptı.
- Were all the members present at the meeting?
- Bütün üyeler toplantıda hazır mıydı?
- If you'd run all the way, you would've gotten there in time.
- Bütün yolu koşsaydın, oraya zamanında varırdın.
- I ate all the crackers.
- Bütün krakerleri yedim.
- All the church bells started ringing together.
- Bütün kilise çanları beraber çalmaya başladı.
- Where are all the good men?
- Bütün iyi adamlar nerede?
- Since the train was crowded, I stood all the way to Kyoto.
- Tren kalabalık olduğu için, Kyoto'ya giden bütün yol boyunca ayakta durdum.
- I can understand all the Scandinavian languages.
- Bütün İskandinav dillerini anlayabiliyorum.
- He lives and works there all the year round.
- Bütün yıl orada yaşar ve çalışır.
- I was asked to put away all the papers we used at the meeting.
- Toplantıda kullandığımız bütün kağıtları ortadan kaldırmam istendi.
- Sami knows all the sales tactics.
- Sami bütün satış taktiklerini bilir.
- They climbed all the day to find the source of the river.
- Nehrin kaynağını bulmak için bütün gün tırmandılar.
- All the hostages were released unharmed.
- Bütün rehineler zarar görmeden serbest bırakıldı.
- Tom asked Mary why she'd eaten all the cookies.
- Tom Mary'ye neden bütün kurabiyeleri yediğini sordu.
- It's impossible to see all the sights in Rome in one day.
- Roma'da bütün görülecek yerleri bir günde görmek imkansızdır.
- All the children had happy faces.
- Bütün çocukların yüzleri mutluydu.
- All the prisoners escaped.
- Bütün mahkumlar kaçtı.
- She carried off all the prizes.
- Bütün ödülleri o aldı.
- You don't have all the facts.
- Bütün gerçekleri bilmiyorsun.
- Her job was to type all the letters.
- Onun görevi bütün mektupları yazmaktı.
- That's all the thanks I need.
- İhtiyacım olan bütün teşekkür bu.
- You don't have to know all the details.
- Bütün detayları bilmek zorunda değilsin.
- All the members of the committee hate one another.
- Komitenin bütün üyeleri birbirlerinden nefret ediyorlar.
- Who ate all the cookies?
- Bütün kurabiyeleri kim yedi?
- I need all the help I can get.
- Alabileceğim bütün yardıma ihtiyacım var.
- I folded all the towels.
- Bütün havluları katladım.
- Let her do all the talking.
- Bütün konuşmayı yapmasına izin ver.
- I thought you had all the answers.
- Bütün cevapları bildiğini sanıyordum.
- All the stores are closed.
- Bütün mağazalar kapalı.
- He checked that all the doors were safely shut.
- Bütün kapıların güvenli bir şekilde kapatılıp kapatılmadığını kontrol etti.
- It is warm there all the year round.
- Orada hava bütün yıl boyu sıcak.
- The cowboy counted all the cattle.
- Kovboy bütün sığırları saydı.
- Let us do all the talking.
- Bırakın bütün konuşmayı biz yapalım.
- The frost killed all the flowers.
- Don bütün çiçekleri öldürdü.
- What did she do with all the money?
- O, bütün parayla ne yaptı?
- Let's translate this sentence in all the languages of the world.
- Bu cümleyi dünyanın bütün dillerinde çevirelim.
- It'll take some time to shovel all the snow off the roof.
- Bütün çatının karını kürekle temizlemek biraz zaman alacak.
- All the doors are locked.
- Bütün kapılar kilitli.
- All the public schools were closed.
- Bütün devlet okulları kapalıydı.
- All the answers are correct.
- Bütün cevaplar doğru.
- The squirrel ate all the nuts.
- Sincap bütün fındıkları yedi.
- All the rooms are taken.
- Bütün odalar dolu.
- Tom ate all the bread that I bought yesterday.
- Tom dün aldığım bütün ekmeği yedi.
- She got him to drive all the way to Boston.
- Boston'a kadar bütün yolu ona sürdürdü.
- I'm the one who caused all the problems.
- Bütün sorunlara ben sebep oldum.
- All the passengers died, but the pilot and copilot survived.
- Bütün yolcular öldü, ama pilot ve yardımcı pilot kurtuldu.
- I can't believe Tom walked all the way here from his house.
- Tom'un evden buraya kadar bütün yolu yürüdüğüne inanamıyorum.
- Tom cut down all the trees in his front yard.
- Tom ön bahçesindeki bütün ağaçları kesti.
- All the crew were tired.
- Bütün ekip yoruldu.
- I thought about all the stories my father had told me.
- Babamın bana anlattığı bütün hikayeler hakkında düşündüm.
- I was compelled to do all the work alone.
- Bütün işi tek başıma yapmak zorunda kaldım.
- What was all the fuss about?
- Bütün bu yaygara neydi böyle?
- You don't need to know all the details.
- Bütün detayları bilmen gerekmez.
- This is all the money I have.
- Bütün param bu kadar.
- You seem to know all the answers.
- Bütün cevapları biliyor gibisin.
- When the full moon falls down on the roof at night, all the farmers are woken up.
- Gece dolunay çatıya düştüğünde, bütün çiftçiler uyanır.
- After working hard all the weekend, finally we have a livable apartment!
- Bütün hafta sonu çok çalıştıktan sonra, sonunda yaşanabilir bir dairemiz oldu!
- Tom has answered all the questions.
- Tom bütün soruları cevapladı.
- Tom was the one who did all the talking.
- Tom bütün konuşmayı yapan kişiydi.
- The vandals smashed all the windows and knocked all the garbage cans over.
- Vandallar bütün camları kırdı ve çöp kutularını devirdi.
- I was in London for almost all the summer.
- Neredeyse bütün yaz Londra'daydım.
- Mont Blanc is covered with snow all the year round.
- Mont Blanc bütün yıl boyunca karla kaplıdır.
- He had all the attributes of a leader.
- Bir liderin bütün niteliklerine sahipti.
- Tom walked all the way home.
- Tom bütün yolu eve kadar yürüdü.
- Tom was the one who did all the talking.
- Bütün konuşmayı yapan Tom'du.
- I write all the lyrics.
- Bütün şarkı sözlerini ben yazıyorum.
- Tom threw away all the letters that Mary had sent him.
- Tom, Mary'nin ona gönderdiği bütün mektupları attı.
- All the problems haven't been solved yet.
- Bütün sorunlar henüz çözülmedi.
- Close all the windows.
- Bütün pencereleri kapa.
- I've finished all the work for today.
- Bugünlük bütün işi bitirdim.
- Tom drank all the juice in one gulp.
- Tom bütün meyve suyunu bir dikişte içti.
- Why do all the guys like Tom?
- Neden bütün erkekler Tom'dan hoşlanıyor?
- Tom says it was Mary who ate all the cookies.
- Tom bütün kurabiyeleri Mary'nin yediğini söyledi.
- All the guests have gone.
- Bütün misafirler gitti.
- Tom tried to hog all the credit.
- Tom bütün övgüleri toplamaya çalıştı.
- All the parking spots were taken.
- Bütün park yerleri alınmış.
- First, I need to know all the options.
- Önce bütün seçenekleri bilmeliyim.
- All the passengers were evacuated from the plane.
- Bütün yolcular uçaktan tahliye edildi.
- I play tennis all the year around.
- Bütün yıl boyunca tenis oynarım.
- I have studied all the national Slavic languages.
- Bütün ulusal Slav dillerini inceledim.
- He tumbles down all the poor people's chimneys, and fills up the stockings to overflowing.
- Bütün fakir insanların bacalarından aşağı yuvarlanıyor ve çorapları taşırana kadar dolduruyor.
- Bill came all the way from Florida.
- Bill, Florida'dan bütün yolu geldi.
- Where have you put all the spoons?
- Bütün kaşıkları nereye koydun?
- All the children started crying.
- Bütün çocuklar ağlamaya başladı.
- Kill all the prisoners.
- Bütün tutsakları öldür.
- He painted all the walls green.
- Bütün duvarları yeşile boyadı.
- He kept walking all the day.
- Bütün gün yürümeye devam etti.
- The vandals smashed all the windows and knocked all the garbage cans over.
- Çapulcular bütün camları kırıp çöp konteynerlerini devirdi.
- All the boys enjoyed skiing.
- Bütün çocuklar kayak yapmaktan hoşlanıyordu.
- Who's causing all the problems?
- Bütün bu sorunlara kim neden oluyor?
- What's all the commotion about anyway?
- Bütün bu kargaşa ne hakkında?
- I managed to catch the 8 o'clock train by running all the way to the station.
- İstasyona giden bütün yolu koşarak 8 trenini yakalayabildim.
- Tom asked Mary why she'd eaten all the cookies.
- Tom, Mary'e neden bütün kurabiyeleri yediğini sordu.
- You've run through all the butter?
- Bütün tereyağını bitirdin mi?
- All the crew were saved.
- Bütün mürettebat kurtarıldı.
- She managed to carry all the bags herself.
- Bütün çantaları kendisi taşıyabildi.
- I'll do all the talking.
- Bütün konuşmayı ben yapacağım.
- Stop all the fuss!
- Bütün yaygarayı kes!
- All the other languages are easier than Uighur.
- Diğer bütün diller Uygurcadan daha kolay.
- He looked at all the beautiful things in my house.
- Evimdeki bütün güzel şeylere baktı.
- All the students study English.
- Bütün öğrenciler İngilizce öğreniyor.
- All the seats are occupied.
- Bütün koltuklar dolu.
- Where are all the good men?
- Bütün iyi adamlar neredeler?
- Tom solved all the problems.
- Tom bütün sorunları çözdü.
- He answered all the questions in ten minutes.
- O, bütün soruları on dakika içinde cevapladı.
- We came all the way from Boston just for your birthday party.
- Boston'dan bütün yolu sadece senin doğum günü partin için geldik.
- We toured all the major cities.
- Bütün büyük şehirleri gezdik.
- In Ankara, all the seasons are like winter.
- Ankara'da bütün mevsimler kış gibidir.
- Tom didn't thank Mary enough for all the work she did.
- Tom yaptığı bütün iş için Mary'ye yeterince teşekkür etmedi.
- I bought all the apples.
- Bütün elmaları aldım.
- I gave her all the money I had.
- Sahip olduğum bütün parayı ona verdim.
- All the boys thought Carol was a boring person.
- Bütün çocuklar Carol'ın sıkıcı biri olduğunu düşünüyordu.
- I can't answer all the questions.
- Bütün sorulara cevap veremem.
- All the money is gone.
- Bütün para bitti.
- Cookie is the cutest of all the dogs.
- Cookie bütün köpeklerin en şirini.
- Tom says we can have all the apples on this tree.
- Tom, bu ağaçtaki bütün elmalara sahip olabileceğimizi söylüyor.
- All the days of the earth, seedtime and harvest, cold and heat, summer and winter, night and day, shall not cease.
- Yeryüzünün bütün günleri, tohum zamanı ve hasat, soğuk ve sıcak, yaz ve kış, gece ve gündüz sona ermeyecek.
- Suddenly, all the lights went out.
- Aniden bütün ışıklar söndü.
- I don't need to hear all the details.
- Bütün ayrıntıları duymama gerek yok.
- The girls cried all the way home from school.
- Kızlar okuldan eve kadar bütün yolda ağladılar.
- All the flowers in the garden are yellow.
- Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
- All the children in this class are very polite.
- Bu sınıftaki bütün çocuklar çok kibar.
- Tom admitted that he ate all the ice cream.
- Tom bütün dondurmayı yediğini itiraf etti.
- And all the days of Lamech came to seven hundred and seventy-seven years, and he died.
- Lemek'in bütün günleri yedi yüz yetmiş yedi yıl sürdü ve öldü.
- Tom did all the legwork.
- Bütün ayak işlerini Tom yaptı.
- Who's the one who pays all the bills?
- Bütün faturaları kim ödüyor?
- All the boys were dancing.
- Bütün çocuklar dans ediyordu.
- And all the days of Jared were nine hundred and sixty-two years, and he died.
- Jared'in bütün ömrü dokuz yüz altmış iki yıl sürdü ve öldü.
- All the hotels are sold out.
- Bütün otellerde yer kalmadı.
- He can play all the songs of the Beatles on the piano.
- Beatles'ın bütün şarkılarını piyanoda çalabiliyor.
- Tom denied all the charges.
- Tom bütün suçlamaları reddetti.
- She did not answer all the questions.
- Bütün sorulara cevap vermedi.
- I wish I was fluent in all the languages.
- Keşke bütün dilleri akıcı konuşabilseydim.
- All the songs we sang tonight were written by Tom.
- Bu gece seslendirdiğimiz bütün şarkılar Tom tarafından yazılmıştır.
- All the students are present.
- Bütün öğrenciler burada.
- I've read all the books on this shelf.
- Bu raftaki bütün kitapları okudum.
- We opened all the doors.
- Bütün kapıları açtık.
- Sami took all the money from the register.
- Sami kasadan bütün parayı almıştı.
- All the fruit went bad.
- Bütün meyveler bozuldu.
- All the children fell asleep before it got dark.
- Bütün çocuklar hava kararmadan önce uyudu.
- All the details will be discussed today.
- Bütün ayrıntılar bugün görüşülecek.
- All the students have gone home.
- Bütün öğrenciler evlerine gitti.
- She does all the cooking.
- Bütün yemekleri o yapıyor.
- Let him do all the talking.
- Bırak bütün konuşmayı o yapsın.
- All the children sat around the fire.
- Bütün çocuklar ateşin etrafında oturdu.
- He painted all the walls green.
- O, bütün duvarları yeşil boyadı.
- All the students have gone home.
- Bütün öğrenciler eve gittiler.
- They climbed all the day to find the source of the river.
- Irmağın kaynağını bulmak için bütün gün tırmandılar.
- Tom ate all the cookies by himself.
- Tom bütün kurabiyeleri tek başına yemiş.
- He works hard all the year round.
- Bütün yıl çok sıkı çalışır.
- All the doctors say that I shouldn't drink coffee, but, despite that, I do have a bit now and then when I'm in good company.
- Bütün doktorlar kahve içmemem gerektiğini söylüyorlar ama buna rağmen, sevdiğim arkadaşlarımla beraberken ara sıra birazcık içiyorum.
- Who has eaten all the cookies?
- Bütün kurabiyeleri kim yedi?
- I can't send you all the files at the same time.
- Sana bütün dosyaları aynı anda gönderemem.
- After I locked all the doors, I went to bed.
- Bütün kapıları kilitledikten sonra yattım.
- And all the days of Seth were nine hundred and twelve years, and he died.
- Şit'in bütün günleri dokuz yüz on iki yıl sürdü ve öldü.
- All the money was spent on clothes.
- Bütün para kıyafetlere harcandı.
- I myself drank all the beer.
- Bütün birayı ben kendim içtim.
- All the windows were open.
- Bütün pencereler açıktı.
- Tom blew out all the candles on the cake.
- Tom pastanın üzerindeki bütün mumları üfledi.
- You asked all the right questions.
- Bütün doğru soruları sordun.
- You have all the information you need.
- İhtiyacın olan bütün bilgiye sahipsin.
- Tom got rid of all the books.
- Tom bütün kitaplardan kurtuldu.
- I wasn't able to blow out all the candles on the cake.
- Pastadaki bütün mumları üfleyemedim.
- Tom checked all the trash cans.
- Tom bütün çöp kutularını kontrol etti.
- In spite of the heavy snow, she came all the way to the station.
- Yoğun kara rağmen o, istasyona kadar bütün yolu geldi.
- Sami lost all the money.
- Sami bütün parayı kaybetti.
- All the flowers in the garden withered.
- Bahçedeki bütün çiçekler solmuş.
- Tom answered all the questions easily.
- Tom bütün soruları kolayca cevapladı.
- I won't be able to blow out all the candles on the cake.
- Pastadaki bütün mumları üfleyemeyeceğim.
- Within a couple of minutes, she had eaten up all the bread and cheese.
- Birkaç dakika içinde bütün ekmek ve peyniri yemişti.
- I found all the shops closed by that time.
- O zamana kadar bütün dükkanları kapalı buldum.
- Open all the windows.
- Bütün pencereleri aç.
- All the boys were yelling.
- Bütün çocuklar bağırıyordu.
- It is very cold here all the year round.
- Bütün yıl boyunca burada hava çok soğuk.
- Let Tom do all the talking.
- Bütün konuşmayı Tom yapsın.
- How do all the children catch frogs?
- Bütün çocuklar kurbağaları nasıl yakalar?
- I had to take a taxi because the heavy rain caused all the trains to stop.
- Yoğun yağış bütün trenlerin durmasına sebep olduğu için bir taksiye binmek zorunda kaldım.
- Lincoln ordered that all the slaves in the country should be set free.
- Lincoln, ülkedeki bütün kölelerin serbest bırakılması emrini verdi.
- I've read all the books in Tom's library.
- Tom'un kütüphanesindeki bütün kitapları okudum.
- He is bigger than all the other boys.
- O bütün diğer oğlanlardan daha büyüktür.
- All the parking spots are taken.
- Bütün park yerleri alınmış.
- I didn't tell Tom all the details.
- Bütün ayrıntıları Tom'a anlatmadım.
- All the villagers were invited to the feast.
- Bütün köylüler ziyafete davetliydi.
- I've solved all the problems.
- Bütün sorunları çözdüm.
- Tom never expected Mary to eat all the donuts.
- Tom, Mary'nin bütün çörekleri yiyeceğini hiç beklemiyordu.
- I've been awake nearly all the night.
- Neredeyse bütün gece uyanıktım.
- All the boys thought Carol was a dog.
- Bütün çocuklar Carol'ı köpek sandılar.
- All the villagers know of the accident.
- Bütün köylüler kazadan haberdar.
- How do all the children catch frogs?
- Bütün çocuklar kurbağaları nasıl yakalıyor?
- We have consumed all the natural resources.
- Bütün doğal kaynakları tükettik.
- She gave him all the money that she had then.
- O zaman sahip olduğu bütün parayı ona verdi.
- Tom says it was Mary who ate all the cookies.
- Tom, bütün kurabiyeleri yiyenin Mary olduğunu söylüyor.
- One year is not enough to visit all the places in Kyoto.
- Bir yıl Kyoto'daki bütün yerleri ziyaret etmek için yeterli değil.
- It's warm here all the year round.
- Burada bütün yıl boyunca hava sıcak.
- Of all the places I've been, Alaska is the most beautiful.
- Gittiğim bütün yerler arasında Alaska en güzeli.
- All the teachers were here.
- Bütün öğretmenler buradaydı.
- All the children were sitting in a circle.
- Bütün çocuklar daire şeklinde oturuyordu.
- I am master of all the birds in the world, and have only to blow my whistle and every one will come to me.
- Ben dünyadaki bütün kuşların efendisiyim ve sadece düdüğümü çalmam yeter, hepsi bana gelir.
- I ran all the way, otherwise I could not have caught the train.
- Bütün yolu koştum, yoksa treni yakalayamazdım.
- All the boys didn't laugh at him.
- Bütün çocuklar ona gülmedi.
- I'll give you the ice cream after you eat all the carrots.
- Bütün havuçları yedikten sonra sana dondurma vereceğim.
- You'd better not have drunk all the milk.
- Bütün sütü içmesen iyi olur.
- It was very stuffy in that room with all the windows closed.
- Bütün pencerelerin kapalı olması nedeniyle o oda çok havasızdı.
- The vandals smashed all the windows and knocked all the dustbins over.
- Vandallar bütün camları kırıp çöp kutularını devirmişler.
- I think that Tom ate all the bananas.
- Sanırım Tom bütün muzları yedi.
- Who picked all the peaches?
- Bütün şeftalileri kim topladı?
- All the good are friends of one another.
- Bütün iyiler birbirinin dostudur.
- I write all the lyrics.
- Bütün şarkı sözlerini yazıyorum.
- Sami thought of all the possibilities.
- Sami bütün olasılıklar hakkında düşündü.
- What's all the fuss about?
- Bütün bu yaygara da neyin nesi?
- Tom did it in spite of all the difficulties.
- Tom bütün güçlüklere rağmen onu yaptı.
- He walked all the way home.
- Eve giderken bütün yolu yürüdü.
- All the sugar fell on the ground.
- Bütün şeker yere düştü.
- All the songs we're singing tonight were written by Tom.
- Bu gece söylediğimiz bütün şarkılar Tom tarafından yazıldı.
- Did you fit all the clothes in the bag?
- Bütün kıyafetleri çantaya sığdırdın mı?
- What's all the commotion?
- Bütün bu kargaşa da neyin nesi?
- Tom hopes that Mary won't eat all the donuts.
- Tom, Mary'nin bütün çörekleri yemeyeceğini umuyor.
- I do all the work.
- Bütün işi ben yapıyorum.
- Tom doesn't know all the rules yet.
- Tom henüz bütün kuralları bilmiyor.
- I know you did all the work.
- Bütün işi yaptığını biliyorum.
- And all the days of Malaleel were eight hundred and ninety-five years, and he died.
- Malaleel'in bütün günleri sekiz yüz doksan beş yıl sürdü ve öldü.
- And all the days of Enos were nine hundred and five years, and he died.
- Enoş'un bütün günleri dokuz yüz beş yıl sürdü ve öldü.
- Who's the one who pays all the bills?
- Bütün faturaları ödeyen adam kim?
- What happens to all the wood?
- Bütün o odunlara ne olacak?
- Suddenly, all the lights went out.
- Birdenbire, bütün ışıklar söndü.
- I don't know all the rules.
- Bütün kuralları bilmiyorum.
- How has your job changed over all the years?
- İşiniz bütün bu yıllar boyunca nasıl değişti?
- All the pipes froze last winter.
- Geçen kış bütün borular dondu.
- They commit all the crimes in this country.
- Onlar bu ülkedeki bütün suçları işlerler.
- All the children were sitting in a circle on the floor.
- Bütün çocuklar yerde çember şeklinde oturuyordu.
- Someone broke all the bus shelter windows.
- Birisi bütün otobüs duraklarının camlarını kırmış.
- If only I was fluent in all the languages.
- Keşke bütün dillerde akıcı olsaydım.
- Give me all the money.
- Bütün parayı bana ver.
- I'm the one that pays all the bills.
- Bütün faturaları ödeyen kişi benim.
- All the students were against the war.
- Bütün öğrenciler savaşa karşıydı.
- All the students attended the party.
- Bütün öğrenciler partiye katıldı.
- Tom raked up all the leaves.
- Tom bütün yaprakları topladı.
- All the money is gone.
- Bütün para gitti.
- Not all the students went there.
- Bütün öğrenciler oraya gitmedi.
- All the soldiers were gallant.
- Bütün askerler cesurdu.
- You seem to want to take all the credit.
- Bütün övgüyü almak istiyor gibisin.
- I hope Tom hasn't already drunk all the milk.
- Tom'un bütün sütü içmediğini umuyorum.
- What is all the fuss about?
- Bütün bu yaygara da neyin nesi?
- All the women were screaming.
- Bütün kadınlar çığlık atıyorlardı.
- I went and gambled with all the money.
- Bütün parayı gittim kumara yatırdım.
- Why do all the guys like him?
- Neden bütün adamlar onu seviyor?
- What's with all the questions?
- Bütün bu sorular da ne?
- Close all the windows.
- Bütün pencereleri kapat.
- Of all the women, my mother cooks the best.
- Bütün kadınlar arasında en iyi yemeği annem yapar.
- Tell us all the gossip.
- Bütün dedikoduyu bize anlat.
- All the students were in the lunch room.
- Bütün öğrenciler yemekhanedeydi.
- I'm tired of all the fighting.
- Bütün mücadeleden yoruldum.
- The rose speaks all the languages of the world.
- Gül dünyanın bütün dillerini konuşuyor.
- All the passengers died, but he survived.
- Bütün yolcular öldü, ama o kurtuldu.
- Look at all the damage you've done.
- Yaptığın bütün hasara bak.
- Tom admitted he was the one who ate all the cookies.
- Tom, bütün kurabiyeleri yiyen kişi olduğunu itiraf etti.
- Tom ate all the cookies.
- Tom bütün kurabiyeleri yedi.
- All the students were there.
- Bütün öğrenciler oradaydı.
- All the students passed the test.
- Bütün öğrenciler sınavı geçti.
- Did you open all the boxes?
- Bütün kutuları açtın mı?
- Mayuko ate up all the cookies.
- Mayuko bütün kurabiyeleri yedi.
- I had to walk all the way here.
- Buraya kadar bütün yolu yürümek zorunda kaldım.
- I can use all the help you can offer.
- Önerebileceğin bütün yardımı kullanabilirim.
- All the doors in the house are locked.
- Evdeki bütün kapılar kilitli.
- I wish I was fluent in all the languages.
- Keşke bütün dillerde akıcı olsaydım.
- Tom can tell me all the details later.
- Tom daha sonra bana bütün ayrıntıları söyleyebilir.
- What's all the hurry?
- Bütün bu acele ne?
- All the laurels belong to him.
- Bütün ödüller ona aittir.
- Tom ate all the ice cream.
- Tom bütün dondurmayı yedi.
- Did Tom drink all the wine?
- Tom bütün şarabı içti mi?
- Now, Tom, you can't expect me to give you all the answers.
- Şimdi, Tom, sana bütün cevapları vermemi bekleyemezsin.
- All the songs I sang for you today were written by me.
- Bu gün senin için söylediğim bütün şarkılar benim tarafımdan yazıldı.
- Given only thirty minutes, we couldn't answer all the questions.
- Sadece otuz dakika verdiler, bütün sorulara cevap veremedik.
- The eldest son succeeded to all the property.
- En büyük oğlan bütün mülkiyetin varisi oldu.
- Kill all the captives.
- Bütün esirleri öldür.
- Tom burned all the letters he got from Mary.
- Tom, Mary'den aldığı bütün mektupları yaktı.
- What is all the fuss about?
- Bütün bu yaygara ne için?
- I'll do all the talking.
- Bütün konuşmayı yapacağım.
- The three primary colors are the basis of all the other colors.
- Üç ana renk, diğer bütün renklerin temelidir.
- All the furniture was covered with dust.
- Bütün mobilyalar tozla kaplıydı.
- All the good seats were already taken.
- Bütün iyi koltuklar kapılmıştı.
- He knows all the answers.
- Bütün cevapları biliyor.
- So the heavens and the earth were finished, and all the furniture of them.
- Böylece gökler, yeryüzü ve onların bütün eşyaları tamamlandı.
- Tom says he'll give us all the time we need.
- Tom bize ihtiyacımız olan bütün zamanı vereceğini söylüyor.
- Do you know all the letters?
- Bütün harfleri biliyor musun?
- Why are all the statues naked?
- Neden bütün heykeller çıplak?
- You attend all the meetings.
- Bütün toplantılara katılıyorsun.
- All the children went to bed.
- Bütün çocuklar yatmaya gitti.
- Who drank all the milk?
- Bütün sütü kim içti?
- Did you eat all the cookies?
- Bütün kurabiyeleri sen mi yedin?
- Tom knows all the tricks of the trade.
- Tom ticaretin bütün hilelerini bilir.
- Tom knew all the children in his neighborhood.
- Tom bölgedeki bütün çocukları tanıyordu.
- Do we have all the answers?
- Bütün yanıtlara sahip miyiz?
- All the boys went away.
- Bütün çocuklar gitti.
- All the children went to bed.
- Bütün çocuklar yattı.
- And all the days of Cainan were nine hundred and ten years, and he died.
- Kaynan'ın bütün günleri dokuz yüz on yıl sürdü ve öldü.
- All the windows are open.
- Bütün pencereler açık.
- If only I was fluent in all the languages.
- Keşke bütün dilleri akıcı konuşabilseydim.
- He came to see me all the way from Pakistan.
- Pakistan'dan buraya bütün bir yolu beni görmek için gelmiş.
- The teacher treated all the students fairly.
- Öğretmen bütün öğrencilere adil davrandı.
- All the students applaud.
- Bütün öğrenciler alkışlıyor.
- All the boxes are empty.
- Bütün kutular boş.
- All the money ran out.
- Bütün para bitti.
- Are all the windows locked?
- Bütün pencereler kilitli mi?
- Tom obtained the list of all the hotels in the area.
- Tom alandaki bütün otellerin listesini elde etti.
- I'm the one who has to pay all the bills.
- Bütün faturaları ödemek zorunda olan benim.
- Tom ate all the bread, so there is none left.
- Tom bütün ekmeği yedi, bu yüzden hiç ekmek kalmadı.
- Tom read all the documents.
- Tom bütün belgeleri okudu.
- Mary once again tried on all the clothes she had bought the day before.
- Mary bir gün önce aldığı bütün giysileri bir kez daha denedi.
- Tom does all the cooking on weekends.
- Tom hafta sonları bütün yemekleri yapıyor.
- If you'd run all the way, you'd have arrived there in time.
- Bütün yolu koşsaydın, oraya zamanında varırdın.
- They burned all the documents.
- Bütün belgeleri yaktılar.
- Not all the students were present.
- Bütün öğrenciler orada değildi.
- All the boys thought Carol was a dog.
- Bütün çocuklar Carol'un bir köpek olduğunu düşündü.
- Let's open all the windows.
- Bütün pencereleri açalım.
- Someone ate all the cookies from the cookie jar.
- Birisi kurabiye kavanozundaki bütün kurabiyeleri yedi.
- He has all the luck.
- Bütün şans onda.
- Tom knew all the children in his neighborhood.
- Tom mahallesindeki bütün çocukları tanıyordu.
- Tom was the one who asked all the questions.
- Bütün soruları soran Tom'du.
- His speech inspired all the boys.
- Konuşması bütün çocuklara ilham verdi.
- What's causing all the problems?
- Bütün bu sorunlara ne sebep oluyor?
- They commit all the crimes in this country.
- Bu ülkedeki bütün suçları onlar işliyor.
- I can't answer all the questions.
- Bütün soruları yanıtlayamam.
- I couldn't answer all the questions.
- Bütün sorulara cevap veremedim.
- I was compelled to do all the work alone.
- Bütün işi yalnız yapmak zorunda bırakıldım.
- I have studied all the national Germanic languages.
- Bütün ulusal Alman dillerini inceledim.
- He came all the way from Nikko to see me off.
- O, beni yolcu etmek için Nikko'dan bütün yolu geldi.
- Tom went outside to discover what all the commotion was about.
- Tom bütün kargaşanın ne olduğunu anlamak için dışarı çıktı.
- All the passengers were saved from drowning.
- Bütün yolcular boğulmaktan kurtuldu.
- How are you dealing with all the stress?
- Bütün stresle nasıl baş ediyorsun?
- All the crew left except for Tom.
- Tom hariç bütün tayfa terk etti.
- I knew that Tom wouldn't be able to swim all the way to the island.
- Tom'un adaya kadar bütün yolu yüzemeyeceğini biliyordum.
- All the boys were whistling and cheering.
- Bütün çocuklar ıslık çalıp tezahürat yapıyordu.
- All the boys are the same age.
- Bütün oğlanlar aynı yaşta.
- I had to do all the housework, but I wish I had gone to the movies or shopping.
- Bütün ev işlerini ben yapmak zorundaydım ama keşke sinemaya ya da alışverişe gitseydim.
- Tom pushed all the pillows off the bed.
- Tom bütün yastıkları yatağın dışına itti.
- Now that Mary's disappeared with all the money, I'm screwed.
- Madem Mary bütün parayla birlikte kayboldu, ben mahvoldum.
- We've sold all the tickets.
- Bütün biletleri sattık.
- Are all the passengers on board?
- Bütün yolcular uçakta mı?
- The robbers made away with all the money in the safe.
- Soyguncular kasadaki bütün parayı çalıp kaçtı.
- Tell us all the gossip.
- Bütün dedikoduları anlat.
- Put all the boxes in their place.
- Bütün kutuları yerlerine koy.
- Tom drank all the milk.
- Tom bütün sütü içti.
- Keep all the doors locked.
- Bütün kapıları kilitli tut.
- Why are all the sentences here about Tom and Mary?
- Neden buradaki bütün cümleler Tom ve Mary hakkında?
- We cut away all the grass and weeds around the church.
- Biz kilisenin etrafındaki bütün çimenleri ve yabani otları kestik.
- Have you paid all the bills?
- Bütün faturaları ödedin mi?
- All the soldiers stood side by side.
- Bütün askerler yan yana durdu.
- Not all the students attended the meeting.
- Bütün öğrenciler toplantıya katılmadı.
- All the signs are that she is getting better.
- Bütün işaretler, onun daha iyiye gittiği yönünde.
- The greedy little child ate all the food.
- Açgözlü küçük çocuk bütün yemeği yedi.
- I gave the beggar all the money I had on me.
- Üzerimdeki bütün parayı dilenciye verdim.
- Tom solved all the problems without his teacher's help.
- Tom bütün problemleri öğretmeninin yardımı olmadan çözdü.
- I'll get all the credit.
- Bütün övgüyü ben alacağım.
- I'm the one that pays all the bills.
- Bütün faturaları ödeyen benim.
- I followed all the rules.
- Bütün kurallara uydum.
- Sami handed over all the tapes.
- Sami bütün kasetleri teslim etti.
- I walked all the way to Boston.
- Boston'a kadar bütün yolu yürüdüm.
- We hung on in spite of all the troubles.
- Bütün sıkıntılara rağmen dayandık.
- I'm the one who pays all the bills.
- Bütün faturaları ödeyen benim.
- All the dogs are alive.
- Bütün köpekler yaşıyor.
- Why do all the cool things happen to you?
- Neden bütün güzel şeyler senin başına geliyor?
- Unfortunately, I believed all the lies that Tom was telling.
- Maalesef Tom'un söylediği bütün yalanlara inandım.
- All the cool kids are doing it.
- Bütün harika çocuklar bunu yapıyor.
- She was able to answer all the questions.
- Bütün sorulara cevap verebildi.
- All the students burst into laughter.
- Bütün öğrenciler kahkahalara boğuldu.
- I don't deserve all the credit.
- Bütün krediyi hak etmiyorum.
- All the boys were looking at Tom.
- Bütün çocuklar Tom'a bakıyordu.
- What's all the fuss?
- Bütün bu yaygara da ne?
- All the children loved and adored Tom.
- Bütün çocuklar Tom'u sever ve ona tapardı.
- Tom says we can have all the apples on this tree.
- Tom bu ağaçtaki bütün elmaları alabileceğimizi söylüyor.
- I'll give you all the money you want.
- Sana istediğin bütün parayı vereceğim.
- I've written down all the numbers up to thirty-one.
- Otuz bire kadar olan bütün sayıları yazdım.
- Layla wanted all the money.
- Leyla bütün parayı istiyordu.
- All the passengers are in mortal danger.
- Bütün yolcular ölümcül tehlikedeler.
- All the tickets have been sold.
- Bütün biletler satıldı.
- I'll do all the chores.
- Bütün işleri ben yaparım.
- Kill all the zombies.
- Bütün zombileri öldürün.
- All the films are boring.
- Bütün filmler sıkıcı.
- All the class waited for the new teacher.
- Bütün sınıf yeni öğretmeni bekledi.
- His speech inspired all the boys.
- Onun konuşması bütün erkeklere ilham kaynağı oldu.
- All the players were in position.
- Bütün oyuncular yerlerini almıştı.
- All the students are already in the classroom.
- Bütün öğrenciler zaten sınıftalar.
- Tom found it difficult to finish all the work in just one day.
- Tom sadece bir gün içinde bütün işi bitirmeyi zor buldu.
- All the hard work was wasted.
- Bütün uğraşlar boşa gitmişti.
- I do all the work.
- Ben bütün işi yaparım.
- All the members were present.
- Bütün üyeler hazır bulundu.
- Did you eat all the bread?
- Bütün ekmeği mi yedin?
- Kill all the survivors.
- Bütün hayatta kalanları öldür.
- I couldn't prevent Tom from eating all the cookies.
- Tom'un bütün kurabiyeleri yemesine engel olamadım.
- Has all the coke been drunk?
- Bütün kokain içildi mi?
- That is why all the students in the class agreed with him.
- Sınıftaki bütün öğrencilerin onunla aynı fikirde olmasının sebebi budur.
- She carried off all the prizes.
- O, bütün ödülleri kazandı.
- I would like to learn all the European languages.
- Bütün Avrupa dillerini öğrenmek istiyorum.
- He gave me all the money he had on him.
- Yanındaki bütün parayı bana verdi.
- All the seats are reserved.
- Bütün koltuklar rezerve edildi.
- I missed the last train, so I had to walk all the way home.
- Son treni kaçırdım, bu yüzden eve kadar bütün yolu yürümek zorunda kaldım.
- All the eggs in the box were broken.
- Kutudaki bütün yumurtalar kırılmış.
- Tom let Mary do all the talking.
- Tom Mary'nin bütün konuşmayı yapmasına izin verdi.
- It makes all the children happy.
- Bütün çocukları mutlu ediyor.
- All the bedrooms have a bathroom and a television set.
- Bütün yatak odalarında banyo ve televizyon var.
- He gave me all the money he was carrying with him.
- O, yanında taşıdığı bütün parayı bana verdi.
- All the snow on the mountain has disappeared.
- Dağdaki bütün karlar yok oldu.
- I own all the books.
- Bütün kitaplar benim.
- All the boys looked down.
- Bütün erkekler aşağıya baktı.
- I did all the work.
- Bütün işi ben yaptım.
- All the boys in class worked hard.
- Sınıftaki bütün erkek çocukları çok çalıştı.
- I've already spent all the money Tom gave me.
- Tom'un bana verdiği bütün parayı çoktan harcadım.
- I tried to cover all the bases.
- Bütün üsleri kapsamaya çalıştım.
- Thus, he lost all the money.
- Böylece bütün parayı kaybetti.
- All the houses in this neighborhood look so much alike that I can't tell them apart.
- Bu mahalledeki bütün evler birbirine o kadar benziyor ki, ayırt edemiyorum.
- Give me all the flowers you have there.
- Senin oradaki bütün çiçekleri bana ver.
- All the toys are made of wood.
- Bütün oyuncaklar tahtadan yapılmış.
- I know you did all the work.
- Bütün işi senin yaptığını biliyorum.
- He dozed all the while.
- Bütün bu süre boyunca uyukladı.
- They have all the answers.
- Bütün cevaplar onlarda.
- Hey, what's all the noise?
- Hey, bütün bu gürültü ne?
- Thank you for coming all the way to see me off.
- Beni uğurlamak için bütün yolu geldiğin için teşekkür ederim.
- All the police officers were equipped with shields to defend themselves against the rioters.
- Bütün polis memurları kendilerini ayaklanmacılara karşı korumak için kalkanlarla donatıldı.
- All the blinds were closed.
- Bütün jaluziler kapalıydı.
- Where's all the money now?
- Bütün para nerede şimdi?
- Thank you everyone for all the wonderful birthday wishes.
- Bütün bu harika doğum günü dilekleri için teşekkürler.
- Tom did all the legwork.
- Tom bütün ayak işini yaptı.
- Why am I the one who has to come up with all the ideas?
- Bütün fikirleri bulmak zorunda olan kişi neden benim?
- Tom didn't answer all the questions.
- Tom bütün sorulara cevap vermedi.
- All the students in my class are friendly.
- Sınıfımdaki bütün öğrenciler arkadaş canlısı.
- All the colours of the rainbow are black.
- Gökkuşağının bütün renkleri siyahtır.
- Let's list all the reasons not to do that.
- Onu yapmamak için bütün nedenleri listeye yazalım.
- He solved all the problems.
- O bütün problemleri çözdü.
- Fadil was holding all the cards.
- Fadıl bütün kartları tutuyordu.
- Can you name all the islands?
- Bütün adaları sayabilir misin?
- She came here all the way from Hokkaido.
- O, Hokkaido'dan buraya kadar bütün yolu geldi.
- All the children sat around the fire.
- Bütün çocuklar ateşin çevresinde oturdular.
- She blew out all the candles on the birthday cake.
- O doğum günü pastasındaki bütün mumları üfledi.
- At the Fukushima No.1 nuclear power plant, all the reactors stopped just after the quake.
- Fukushima No.1 nükleer santralinde, depremden hemen sonra bütün reaktörler durdu.
- All the guests have gone.
- Bütün konuklar gitti.
- She will cope with all the work.
- O bütün işle başa çıkacak.
- She named all the flowers in the garden.
- O, bahçedeki bütün çiçeklere isim koydu.
- He came to see me all the way from his hometown.
- Memleketinden bütün yolu beni görmek için geldi.
- She blew out all the candles on the birthday cake.
- Doğum günü pastasındaki bütün mumları üfledi.
- Did you eat all the cookies?
- Bütün kurabiyeleri yedin mi?
- I have not read all the books.
- Bütün kitapları okumadım.
- All the boys looked down.
- Bütün çocuklar aşağı baktı.
- You're missing all the lovely snow.
- Bütün o güzel karı kaçırıyorsun.
- All the men that I know love cars!
- Tanıdığım bütün erkekler arabaları seviyor!
- I myself drank all the beer.
- Bütün birayı ben içtim.
- All the fruit went bad.
- Bütün meyveler kötü gitti.
- The girls cried all the way home from school.
- Kızlar okuldan eve kadar bütün yol boyunca ağladılar.
- I'm surprised Tom gave Mary all the money she asked for.
- Tom'un Mary'ye istediği bütün parayı vermesine şaşırdım.
- All the cool kids are doing it.
- Bütün havalı çocuklar bunu yapıyor.
- Where is all the liquor?
- Bütün içkiler nerede?
- We used to know all the neighbors by name.
- Biz bütün komşuları adıyla bilirdik.
- Tom ate all the food I had stashed.
- Tom sakladığım bütün yemeği yedi.
- I destroyed all the evidence.
- Bütün delilleri yok ettim.
- Let him do all the talking.
- Bütün konuşmayı o yapsın.
- And all the days of Henoch were three hundred and sixty-five years.
- Henokun bütün ömrü üç yüz altmış beş yıl sürdü.
- Tom let Mary do all the talking.
- Tom bütün konuşmayı Mary'nin yapmasına izin verdi.
- Tom has closed all the windows.
- Tom bütün pencereleri kapattı.
- All the boys fell in love with Julia.
- Bütün oğlanlar Julia'ya aşık oldular.
- Why all the fuss?
- Bütün bu yaygara niye?
- I think you will have done all the work soon.
- Sanırım yakında bütün işi bitirmiş olacaksın.
- Let us do all the talking.
- Bütün konuşmayı yapmamıza izin ver.
- Tom drank all the wine.
- Tom bütün şarabı içti.
- All the hotels in town are full.
- Şehirdeki bütün oteller dolu.
- Tom cut up all the pictures he had of Mary.
- Tom, Mary'nin bütün resimlerini kesti.
- She named all the flowers in the garden.
- Bahçedeki bütün çiçeklere isim verdi.
- Tom washed all the towels.
- Tom bütün havluları yıkadı.
- All the prisoners have been set free.
- Bütün mahkumlar serbest bırakıldı.
- They have taken away all the garbage.
- Bütün çöpü götürdüler.
- This is all the money I have now.
- Şu an sahip olduğum bütün para bu.
- Are all the doors locked?
- Bütün kapılar kilitli mi?
- All the students recognized her as their representative.
- Bütün öğrenciler onu temsilcileri olarak tanıdılar.
- Fadil has returned to the construction site to finish all the job there.
- Fadıl oradaki bütün işi tamamlamak için şantiyeye geri döndü.
- All the villagers know him.
- Bütün köylüler onu tanır.
- All the boys in Mary's class think she's cute.
- Mary'nin sınıfındaki bütün erkekler onun tatlı olduğunu düşünüyor.
- I've spent all the money.
- Ben bütün parayı harcadım.
- Why am I the one who has to come up with all the ideas?
- Neden bütün fikirleri ben bulmak zorundayım?
- All the cookies have been eaten.
- Bütün kurabiyeler yenmiş.
- Tom ate all the green jellybeans.
- Tom bütün yeşil jelibonları yedi.
- You should open all the windows.
- Bütün pencereleri açmalısın.
- Tom threw away all the letters that Mary had sent him.
- Tom Mary'nin ona gönderdiği bütün mektupları attı.
- Do you keep all the promises you make?
- Verdiğin bütün sözleri tutar mısın?
- Who's causing all the problems?
- Bütün sorunlara kim sebep oluyor?
- Who ate all the grapes?
- Bütün üzümleri kim yedi?
- I have studied all the national Romance languages.
- Bütün ulusal Latin dillerini öğrendim.
- All the men that I know love cars!
- Tanıdığım bütün erkekler arabaları severler!
- After closing all the doors, I went to bed.
- Bütün kapıları kapattıktan sonra yattım.
- Are all the bars shut?
- Bütün barlar kapalı mı?
- All the fish in this lake died from cyanide poisoning.
- Bu göldeki bütün balıklar siyanür zehirlenmesinden öldü.
- Tom didn't know all the facts.
- Tom bütün gerçekleri bilmiyordu.
- All the students began talking at once.
- Bütün öğrenciler aynı anda konuşmaya başladı.
- I couldn't let you take all the blame.
- Bütün suçu senin üstlenmene izin veremezdim.
- All the Parisians have gone outdoors.
- Bütün Parisliler dışarı çıktı.
- All the women thought Tom was really handsome.
- Bütün kadınlar Tom'un gerçekten yakışıklı olduğunu düşünüyordu.
- He is bigger than all the other boys.
- Diğer bütün çocuklardan daha büyük.
- All the boys went away.
- Bütün çocuklar uzaklaştı.
- All the men were wearing dark suits and white shirts.
- Bütün erkekler koyu renk takım elbise ve beyaz gömlek giyiyorlardı.
- All the women were screaming.
- Bütün kadınlar çığlık atıyordu.
- Look at all the damage Tom has done.
- Tom'un yarattığı bütün hasara bak.
- Tom added up all the numbers.
- Tom bütün sayıları topladı.
- All the property will go to his daughter.
- Bütün mülk kızına kalacak.
- Open all the windows.
- Bütün pencereleri açın.
- You're the one causing all the trouble.
- Bütün sorunlara neden olan sensin.
- They have taken away all the garbage.
- Bütün çöpleri götürdüler.
- Tom ate all the cookies by himself.
- Tom bütün kurabiyeleri tek başına yedi.
- All the students are already in the classroom.
- Bütün öğrenciler sınıfta.
- All the stores were closed.
- Bütün mağazalar kapalıydı.
- That old maid can milk all the cows up at the pasture.
- O yaşlı hizmetçi bütün inekleri çayırda sağar.
- To my sister Maya, my sister Alma, all my other brothers and sisters, thank you so much for all the support that you've given me.
- Kız kardeşim Maya'ya, kız kardeşim Alma'ya, bütün diğer erkek kardeşlerime ve kız kardeşlerime, bana verdiğiniz tüm destek için çok teşekkür ederim.
- All the curtains were closed.
- Bütün perdeler kapalıydı.
- We must consider all the options.
- Bütün seçenekleri göz önüne almalıyız.
- My older brother did all the preparation for us.
- Bizim için bütün hazırlıkları ağabeyim yaptı.
- Don't use up all the hot water.
- Bütün sıcak suyu kullanmayın.
- Sami took all the money from the register.
- Sami kasadaki bütün parayı aldı.
- They walked all the way to Boston.
- Boston'a kadar bütün yolu yürüdüler.
- I don't have all the details yet.
- Henüz bütün ayrıntılara sahip değilim.
- Tom asked Mary if she had drunk all the milk.
- Tom Mary'ye bütün sütü içip içmediğini sordu.
- I know all the skeletons in your closet.
- Dolabındaki bütün iskeletleri biliyorum.
- All the evidence points to his guilt.
- Bütün kanıtlar onun suçlu olduğunu gösteriyor.
- Who picked all the grapes?
- Bütün üzümleri kim topladı?
- They ate up all the cake.
- Bütün pastayı yediler.
- Did Tom eat all the cookies?
- Tom bütün kurabiyeleri yedi mi?
- He came to see me all the way from Pakistan.
- Pakistan'dan bütün yolu beni görmek için geldi.
- Somebody ate all the cookies.
- Birisi bütün kurabiyeleri yedi.
- Are all the windows closed?
- Bütün pencereler kapalı mı?
- The thieves pulled open all the drawers of the desk in search of money.
- Hırsızlar para aramak için masanın bütün çekmecelerini açtı.
- All the Parisians have gone outdoors.
- Bütün Parisliler dışardaydı.
- Tom and I weren't the ones who ate all the ice cream.
- Bütün dondurmayı Tom ve ben yemedik.
- Sami took all the soap with him.
- Sami bütün sabunları yanına aldı.
- Tom drove all the way from Boston just for my birthday party.
- Tom, Boston'dan bütün bu yolu yalnızca doğum günü partim için geldi.
- Tom lent Mary all the money he had on him.
- Tom yanındaki bütün parayı Mary'ye ödünç verdi.
- All the apples disappeared.
- Bütün elmalar kayboldu.
- I destroyed all the evidence.
- Bütün kanıtları yok ettim.
- You always seem to know all the answers.
- Sen her zaman bütün cevapları biliyor gibi görünüyorsun.
- Tom wanted to do all the talking.
- Tom bütün konuşmayı yapmak istiyordu.
- The empire absorbed all the small states.
- İmparatorluk bütün küçük devletleri yuttu.
- I didn't want to take all the money.
- Bütün parayı almak istemedim.
- He came all the way to my office to discuss the plan with me.
- O, planı benimle görüşmek için ofisime kadar bütün yolu geldi.
- He kept all the windows open.
- Bütün pencereleri açık tuttu.
- Did you walk all the way here?
- Buraya kadar bütün yolu yürüdün mü?
- She gave him all the details.
- Ona bütün ayrıntıları verdi.
- Tom can remember the chords to the song, but can't remember all the lyrics.
- Tom şarkı akortlarını hatırlayabiliyor, fakat bütün sözleri hatırlayamıyor.
- I hope Tom and Mary don't eat all the ice cream.
- Umarım Tom ve Mary bütün dondurmayı yemez.
- I gave Tom all the money that I had.
- Ben sahip olduğum bütün parayı Tom'a verdim.
- All the soldiers stood side by side.
- Bütün askerler yan yana duruyordu.
- My plan is to finish writing all the letters today.
- Planım bugün bütün mektupları yazıp bitirmek.
- I ate all the cookies that were on the plate.
- Tabağın üzerindeki bütün kurabiyeleri yedim.
- My children had eaten all the cookies by the time I got home.
- Ben eve gelene kadar çocuklarım bütün kurabiyeleri yemişti.
- Why do I have to come up with all the ideas?
- Neden bütün fikirleri bulmak zorundayım?
- I'm tired of all the fighting.
- Bütün bu kavgalardan bıktım.
- All the boys thought Carol was a boring person.
- Bütün erkek çocukları Carol'un sıkıcı bir kişi olduğunu düşünüyordu.
- I like all the colors equally.
- Bütün renkleri eşit derecede severim.
- I got rid of all the books.
- Bütün kitaplardan kurtuldum.
- He solved all the problems.
- Bütün problemleri çözdü.
- It was the first time I mimed the teacher and I made all the students laugh.
- İlk defa öğretmenin taklidini yaptım ve bütün öğrencileri güldürdüm.
- Tom never expected Mary to eat all the donuts.
- Tom asla Mary'nin bütün börekleri yemesini beklememişti.
- If there was no sun, all the animals would be dead.
- Eğer güneş olmasaydı, bütün hayvanlar ölürdü.
- My older brother did all the preparation for us.
- Ağabeyim bizim için bütün hazırlığı yaptı.
- All the good are friends of one another.
- Bütün iyiler birbirlerinin dostudur.
- Let's list all the reasons we shouldn't do that.
- Onu yapmamamız gereken bütün sebepleri listeleyelim.
- I visited all the international airports.
- Bütün uluslararası havaalanlarını ziyaret ettim.
- All the passengers died, but he survived.
- Bütün yolcular öldü ama o hayatta kaldı.
- You have translated all the sentences.
- Bütün cümleleri çevirmişsiniz.
- She turned off all the lights at ten.
- Saat onda bütün ışıkları kapadı.
- Tom performed all the stunts himself.
- Tom bütün gösterileri kendisi yaptı.
- All the players were in position.
- Bütün oyuncular yerlerindeydi.
- Are all the bars shut?
- Bütün parmaklıklar kapalı mı?
- After I locked all the doors, I went to bed.
- Bütün kapıları kilitledikten sonra yatmaya gittim.
- Tom wasn't the one who drank all the milk.
- Tom bütün sütü içen kişi değildi.
- I've made up my mind to give back all the money I stole.
- Çaldığım bütün paraları geri vermeye karar verdim.
- We used to know all the neighbors by name.
- Eskiden bütün komşuları isimleriyle tanırdık.
- The monkeys stole all the food.
- Maymunlar bütün yiyecekleri çaldı.
- Attach labels to all the bags.
- Bütün çantalara etiket yapıştırın.
- She did not answer all the questions.
- O, bütün soruları cevaplamadı.
- All the passengers were saved from drowning.
- Bütün yolcular boğulmaktan kurtarıldılar.
- All the answers to this question were wrong.
- Bu soruya verilen bütün cevaplar yanlıştı.
- The vandals smashed all the windows and knocked all the trash cans over.
- Çapulcular bütün camları kırıp çöp konteynerlerini devirdi.
- All the patients eventually died.
- Bütün hastalar sonunda öldü.
- Let me do all the talking.
- Bütün konuşmayı yapmama izin ver.
- Tom is missing all the fun.
- Tom bütün eğlenceyi kaçırıyor.
- All the details will be discussed today.
- Bütün ayrıntılar bugün tartışılacak.
- All the parking lots were full.
- Bütün otoparklar doluydu.
- Mary ate all the chocolate truffles.
- Mary bütün çikolatalı trüfleri yedi.
- We're prepared to give you all the food you need.
- İhtiyacın olan bütün yiyeceği sana vermeye hazırız.
- All the participants gathered in the main hall.
- Bütün katılımcılar ana salonda toplandı.
- All the money ran out.
- Bütün para suyunu çekti.
- I'm tired of always having to do all the work.
- Her zaman bütün işi yapmak zorunda olmaktan bıktım.
- All the arrangements were made by Tom.
- Bütün düzenlemeler Tom tarafından yapıldı.
- What's all the commotion about anyway?
- Bütün bu kargaşa da neyin nesi?
- Shut all the doors and windows.
- Bütün kapıları ve pencereleri kapatın.
- She took all the good ones.
- Bütün iyi olanları aldı.
- Tom doesn't know all the rules.
- Tom bütün kuralları bilmiyor.
- She managed to carry all the bags herself.
- Bütün çantaları kendisi taşımayı başardı.
- Sun makes all the difference.
- Bütün farkı yaratan Güneş'tir.
- Don't use up all the hot water.
- Bütün sıcak suyu kullanma.
- I ran all the way here and I'm out of breath.
- Buraya kadar bütün yolu koştum ve nefes nefese kaldım.
- All the boys are honest.
- Bütün çocuklar dürüst.
- Tom has already drunk all the milk.
- Tom çoktan bütün sütü içti.
- Tom was doing all the talking.
- Tom bütün konuşmayı yapıyor.
- All the family got out of the car.
- Bütün aile arabadan indi.
- So the heavens and the earth were finished, and all the furniture of them.
- Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı.
- We don't want all the prisoners to escape, do we?
- Bütün mahkumların kaçmasını istemeyiz, değil mi?
- I've read all the books that you recommended me.
- Bana önerdiğin bütün kitapları okudum.
- All the lights were on.
- Bütün ışıklar açıktı.
- All the money in the world isn't enough to buy me.
- Dünyadaki bütün para beni satın almak için yeterli değil.
- All the children appreciated the fruits.
- Bütün çocuklar meyveleri beğendi.
- Layla wanted all the money.
- Leyla bütün parayı istedi.
- Tom does all the cooking.
- Bütün yemekleri Tom yapıyor.
- He checked that all the doors were safely shut.
- Bütün kapıların güvenli bir şekilde kapalı olup olmadığını kontrol etti.
- All the boys were dancing.
- Bütün oğlanlar dans ediyorlardı.
- Few people take the trouble to read all the terms and conditions of a contract before signing it.
- Çok az insan, imzalamadan önce bir sözleşmenin bütün şartlarını ve koşullarını okuma zahmetine katlanır.
- All the bank robbers were wearing masks.
- Bütün banka soyguncuları maske takıyorlardı.
- All the papers were taped up and kept in the safe.
- Bütün evraklar bantlanmış ve kasada saklanmış.
- Where did all the bread go?
- Bütün ekmekler nereye gitti?
- All the students come from the US.
- Bütün öğrenciler ABD'den geliyor.
- All the bank robbers were wearing masks.
- Bütün banka soyguncuları maske takıyordu.
Show More (847)
|