allowance - English Turkish Sentences
English Turkish
allowance harçlık n.
  • I'll give you half my allowance.
  • Sana harçlığımın yarısını vereceğim.
  • I've already spent my allowance.
  • Harçlığımı çoktan harcadım.
  • My dad gives me an allowance of $10 a week.
  • Babam bana haftalık on dolar harçlık verir.
Show More (14)
allowance ödenek n.
  • It was only after petitioning this Parliament that they got that allowance.
  • Ancak bu Parlamento'ya dilekçe verdikten sonra bu ödeneği alabildiler.
  • How often do widows and elderly people receive the correct allowance?
  • Dullar ve yaşlılar ne sıklıkla doğru ödeneği alıyor?
  • It was only after petitioning this Parliament that they got that allowance.
  • Ancak bu Parlamentoya dilekçe verdikten sonra bu ödeneği alabildiler.
Show More (6)
allowance tahsisat n.
  • That must be taken into account when allowances are allocated, otherwise it will not be fair.
  • Tahsisat yapılırken bu husus dikkate alınmalıdır aksi takdirde adil olmayacaktır.
  • These emission allowances must lapse.
  • Bu emisyon tahsisatları sona ermelidir.
  • The companies that have reduced their emissions before the allowances become effective will be punished.
  • Tahsisatlar yürürlüğe girmeden önce emisyonlarını azaltan şirketler cezalandırılacaktır.
Show More (3)
allowance aylık n.
  • Don't fritter away your allowance.
  • Aylığını boşa harcama.
  • Don't fritter away your allowance.
  • Aylığını israf etme.
  • Don't fritter away your allowance.
  • Aylığını çarçur etme.
Show More (0)
allowance tolerans n.
  • There can be no allowances or half-measures such as have hitherto been conceded in these matters.
  • Bu konularda şimdiye kadar kabul edildiği gibi hiçbir tolerans ya da yarım tedbir söz konusu olamaz.
Show More (-2)
allowance izin n.
  • The emission allowances are to be sold on the stock market.
  • Emisyon izinleri borsada satılacaktır.
Show More (-2)
allowance indirim n.
  • All employees received a cost-of-living allowance this year.
  • Bu yıl tüm çalışanlara asgari geçim indirimi ödemesi yapıldı.
Show More (-2)
allowance göz önünde tutma n.
  • The lawyer asked the judge to make allowance for the age of the accused.
  • Avukat yargıca suçlananların yaşlarını göz önünde tutmasını rica etti.
Show More (-2)
allowance cep harçlığı n.
  • Don't waste your allowance on useless things.
  • Cep harçlığını, yararsız şeylere harcama.
Show More (-2)