1 |
broken |
kırık |
adj. |
|
- People's limbs, they reported, looked like broken broomsticks.
- İnsanların uzuvlarının kırık süpürge sopalarına benzediğini bildirdiler.
- And others, like a broken heart, are a little more complicated.
- Diğerleri, kırık bir kalp gibi, biraz daha karmaşıktır.
- That broken vase is irreparable.
- Bu kırık vazo onarılamaz.
- Tom's ankle is broken.
- Tom'un ayak bileği kırık.
- Tom visited Mary, who was in the hospital with a broken bone.
- Tom, kırık bir kemikle hastanede yatan Mary'yi ziyaret etti.
- Tom's idea on how to fix the broken chair didn't work.
- Tom'un kırık sandalyeyi tamir etme fikri işe yaramadı.
- This desk is broken.
- Bu masa kırık.
- You'll go home with a broken nose!
- Eve kırık bir burunla dönersin!
- At first, I didn't know that my leg was broken.
- Başta bacağımın kırık olduğunu bilmiyordum.
- This window has been broken for a month.
- Bu pencere bir aydır kırık.
- The window is still broken.
- Pencere hala kırık.
- As far as I can tell, there are no broken bones.
- Bildiğim kadarıyla, hiç kırık kemik yok.
- Would you please replace the broken one promptly?
- Lütfen kırık olanı acilen değiştirir misin?
- This broken vase is irreparable.
- Bu kırık vazo tamir edilemez.
- Tom spoke in broken French.
- Tom kırık bir Fransızca ile konuştu.
- Tell them I have a broken leg.
- Onlara bacağımın kırık olduğunu söyle.
- I have a broken zipper.
- Kırık bir fermuarım var.
- My father fixed a broken chair.
- Babam kırık bir sandalyeyi tamir etti.
- Which windows are broken?
- Hangi camlar kırık?
- My father fixes broken chairs.
- Babam kırık sandalyeleri onarıyor.
- They gathered the pieces of the broken dish.
- Onlar kırık tabak parçalarını topladılar.
- The streetlight over there is broken.
- Şuradaki sokak lambası kırık.
- The glass is broken.
- Bardak kırık.
- My left leg is broken.
- Benim sol bacağım kırık.
- How can you mend a broken heart?
- Kırık bir kalbi nasıl onarabilirsin?
- Tom has a broken arm.
- Tom'un kolu kırık.
- Layla had a broken rib.
- Layla'nın kırık bir kaburgası vardı.
- Tell her I have a broken leg.
- Ona kırık bir bacağım olduğunu söyle.
- My knife is broken.
- Benim bıçağım kırıktır.
- Tom died of a broken heart.
- Tom kırık bir kalpten öldü.
- They charged me for the broken window.
- Kırık cam için beni suçladılar.
- These cups are all broken.
- Bu bardakların hepsi kırık.
- This chair is broken.
- Bu sandalye kırık.
- My ladder is not broken.
- Merdivenim kırık değil.
- Tell him I have a broken leg.
- Ona bacağımın kırık olduğunu söyle.
- I don't have a broken arm.
- Kırık bir kolum yok.
- I think my right arm is broken.
- Sanırım sağ kolum kırık.
- Are your fingers broken?
- Parmaklarınız mı kırık?
- There are some broken wine bottles in the sink.
- Lavaboda kırık şarap şişeleri var.
- I think Tom's leg is broken.
- Sanırım Tom'un bacağı kırık.
- He repaired the broken window of my house.
- Evimin kırık camını tamir etti.
- Tell Tom I have a broken leg.
- Tom'a bir bacağımın kırık olduğunu söyle.
- That broken vase is my grandfather's.
- Şu kırık vazo büyük babamın.
- I'm suffering from a broken heart.
- Kırık bir kalpten acı çekiyorum.
- Your arm's broken.
- Kolun kırık.
- It's not broken.
- Kırık değil.
- I'm suffering from a broken heart.
- Ben kırık bir kalpten acı çekiyorum.
- Tom has a broken arm.
- Tom'un bir kolu kırık.
- It appears to be broken.
- Bu kırık gibi görünüyor.
- The thief entered through a broken window.
- Hırsız, kırık bir pencereden girdi.
- I don't have a broken arm.
- Benim kırık bir kolum yok.
- Don't mess with me again, or you'll pick up your teeth with broken fingers.
- Bir daha bana bulaşma, yoksa dişlerini yerden kırık parmaklarınla toplarsın.
- Tell Tom I've a broken leg.
- Tom'a kırık bir bacağım olduğunu söyle.
- Tom helped Mary fix the broken lamp.
- Tom, Mary'nin kırık lambayı tamir etmesine yardım etti.
- Can you fix my broken tire now?
- Kırık lastiğimi tamir edebilir misin?
- Only time cures the wounds of a broken heart.
- Kırık bir kalbin yaralarını sadece zaman iyileştirir.
- I made a temporary repair to the broken door.
- Kırık kapıya geçici bir onarım yaptım.
- The burglar got in through a broken window.
- Hırsız kırık bir pencereden girmiş.
- The x-ray showed two broken fingers.
- Röntgende iki parmağın kırık olduğu görüldü.
- I didn't know my leg was broken.
- Bacağımın kırık olduğunu bilmiyordum.
- Tom's neck's broken.
- Tom'un boynu kırık.
- A window was broken.
- Bir pencere kırıktı.
- Tom stuck the broken pieces together.
- Tom kırık parçaları birbirine yapıştırdı.
- The handle of the cup is broken.
- Fincanın sapı kırık.
- This broken vase cannot be repaired.
- Bu kırık vazo onarılamaz.
- Tom has a broken leg.
- Tom'un bacağı kırık.
- Tell Tom that I've a broken leg.
- Tom'a bacağımın kırık olduğunu söyle.
- I have a broken leg.
- Kırık bir bacağım var.
- When did Tom tell Mary to fix the broken chair?
- Tom Mary'ye kırık sandalyeyi tamir etmesini ne zaman söyledi?
- Tom has a broken arm.
- Tom'un kırık bir kolu var.
- Tom's right leg is broken.
- Tom'un sağ bacağı kırık..
- Nothing's broken.
- Hiçbir şey kırık değil.
- Tell them I have a broken leg.
- Onlara kırık bir bacağım olduğunu söyle.
- My father fixes broken chairs.
- Babam kırık sandalyeleri tamir eder.
- Throw away the chairs whose legs are broken.
- Ayakları kırık sandalyeleri at.
- This is broken.
- Bu kırık.
- X rays are used to locate breaks in bones.
- X ışınları kemiklerdeki kırıkları bulmak için kullanılır.
- Tell Tom I've a broken leg.
- Tom'a bacağımın kırık olduğunu söyle.
- This broken vase can't be repaired.
- Bu kırık vazo tamir edilemez.
- X rays are used to locate breaks in bones.
- X ışınları kemiklerdeki kırıkları tespit etmek için kullanılır.
- Tom helped Mary fix the broken chair.
- Tom, Mary'nin kırık sandalyeyi tamir etmesine yardımcı oldu.
- There was a broken cup on the table.
- Masanın üzerinde kırık bir fincan vardı.
- The burglar got in through a broken window.
- Hırsız kırık bir pencereden içeriye girdi.
- Are your fingers broken?
- Parmakların kırık mı?
- They're broken.
- Onlar kırık.
- The doctor said he was more concerned about Tom's ankle than his broken finger.
- Doktor, Tom'un kırık parmağından çok ayak bileği için endişelendiğini söyledi.
- That broken vase is my grandfather's.
- O kırık vazo büyükbabamın.
- The pen is broken.
- Kalem kırık.
- The lock is broken.
- Kilit kırık.
- I'm here to fix the broken window.
- Kırık camı onarmak için buradayım.
- Tom stuck the broken pieces together.
- Tom kırık parçaları birleştirdi.
- He stuck the broken pieces together.
- Kırık parçaları bir araya getirdi.
- There are no broken bones.
- Hiç kırık kemik yok.
- Tell him I have a broken leg.
- Ona kırık bir bacağım olduğunu söyle.
- I stepped on a piece of broken glass.
- Kırık bir cam parçasına bastım.
- Do you want me to fix your broken shovel or don't you?
- Kırık küreğini onarmamı istiyor musun yoksa istemiyor musun?
- I replaced the broken cups with new ones.
- Kırık fincanları yenileri ile değiştirdim.
- Don't mess with me again, or you'll pick up your teeth with broken fingers.
- Bir daha bana bulaşma, yoksa kırık parmaklarla dişlerini toplarsın.
- Tom tried to put the broken pieces back together.
- Tom kırık parçaları bir araya getirmeye çalıştı.
- He found an old, broken chair and sat down at the piano.
- O, kırık eski bir sandalye buldu ve piyanoda oturdu.
- Tom escaped with a broken arm.
- Tom kırık bir kolla kaçtı.
- The flower pot is broken.
- Çiçek saksısı kırık.
- Tell Tom that I've a broken leg.
- Tom'a, kırık bir bacağım olduğunu söyle.
- Do you want me to fix your broken shovel or don't you?
- Kırık küreğini tamir etmemi istiyor musun, istemiyor musun?
- Don't walk on the shards of the broken bottle.
- Kırık şişe parçaları üzerinde yürümeyin.
- The broken doll is mine.
- Kırık bebek benim.
- Tom cut his finger on the broken glass.
- Tom kırık bardakla parmağını kesti.
- That broken vase is irreparable.
- O kırık vazo onarılamaz.
- Tom stepped on some broken glass.
- Tom kırık bir cama bastı.
- A window was broken.
- Bir cam kırıktı.
- This one's broken.
- Bu kırık.
- I knew that my leg was broken.
- Bacağımın kırık olduğunu biliyordum.
- The table is broken, it must be repaired.
- Masa kırık, tamir edilmelidir.
- My right leg is broken.
- Benim sağ bacağım kırık.
- Tom's snowmobile is broken.
- Tom'un kar arabası kırık.
- The bird's wing was broken.
- Kuşun kanadı kırıktı.
- You cannot heal a broken heart.
- Kırık bir kalbi iyileştiremezsin.
- There was a broken cup on the table.
- Masanın üstünde kırık bir fincan vardı.
- I want to make sure nothing's broken.
- Hiçbir şeyin kırık olmadığından emin olmak istiyorum.
- There are no broken bones.
- Kırık kemik yok.
- I cut myself on some broken glass.
- Kırık bir bardakla kendimi kestim.
- Tom thinks his leg is broken.
- Tom bacağının kırık olduğunu düşünüyor.
- His carelessness cost him a broken leg.
- Dikkatsizliği ona kırık bir bacağa mal oldu.
- My toy is broken.
- Oyuncağım kırık.
- Don't walk on the shards of the broken bottle.
- Kırık şişenin parçalarının üzerinde yürüme.
- He found a broken camera.
- Kırık bir kamera buldu.
- Pieces of broken stained glass were one of the evidences for the crime.
- Kırık vitray parçaları suçun kanıtlarından biriydi.
- This broken vase is irreparable.
- Bu kırık vazo onarılamaz.
- With the window broken, we could not keep the room warm.
- Pencere kırık olduğu için odayı sıcak tutamadık.
- Broken test tubes, cracked beakers - the work of careless students in the laboratory.
- Kırık test tüpleri, çatlak beherler; laboratuvardaki dikkatsiz öğrencilerin işi işte.
- There are some broken wine bottles in the sink.
- Lavaboda bazı kırık şarap şişeleri var.
- I didn't know my nose was broken.
- Burnumun kırık olduğunu bilmiyordum.
- A broken mirror brings bad luck.
- Kırık bir ayna kötü şans getirir.
- The x-ray showed two broken fingers.
- Röntgen filminde iki kırık parmak görünüyordu.
- My father is repairing my broken bicycle.
- Babam kırık bisikletimi tamir ediyor.
- Tell her I have a broken leg.
- Ona bacağımın kırık olduğunu söyle.
- Tom helped Mary fix the broken chair.
- Tom, Mary'nin kırık sandalyeyi tamir etmesine yardım etti.
- Tom helped Mary fix the broken lamp.
- Tom, Mary'nin kırık lambayı onarmasına yardımcı oldu.
- I cut myself on some broken glass.
- Kırık bir camla kendimi kestim.
- Tom has a broken rib.
- Tom'un kırık bir kaburgası var.
- As far as I can tell, there are no broken bones.
- Söyleyebileceğim kadarıyla kırık kemik yok.
- My father fixed the broken chair.
- Babam kırık sandalyeyi tamir etti.
- The hour hand is broken.
- Akrep kırık.
- Tom tried to put the broken pieces back together.
- Tom kırık parçaları tekrar birleştirmeye çalıştı.
- Because my old ladder is broken.
- Çünkü benim eski merdivenim kırık.
- The handle is broken.
- Kol kırık.
- I knew my leg was broken.
- Bacağımın kırık olduğunu biliyordum.
- The axle is broken.
- Dingil kırık.
- He got a broken jaw and lost some teeth.
- Kırık bir çenesi var ve birkaç dişini kaybetti.
- My leg is broken.
- Bacağım kırık.
- My ladder is not broken.
- Benim merdivenim kırık değil.
- Tom spoke in broken French.
- Tom kırık Fransızca konuştu.
- Which windows are broken?
- Hangi pencereler kırık?
- I have a broken ankle.
- Kırık bir bileğim var.
- The pool is closed because they are changing the broken tiles.
- Havuz kapalı çünkü kırık fayansları değiştiriyorlar.
- I spent two hours yesterday trying to fix that broken radio.
- Dün o kırık radyoyu tamir etmeye çalışarak iki saat harcadım.
- You'll go home with a broken nose!
- Kırık bir burunla eve gideceksin!
- Tom cut himself on some broken glass.
- Tom kırık bir camla kendini kesti.
- Tom pointed to the broken headlight.
- Tom kırık farı işaret etti.
- My suitcase is broken.
- Valizim kırık.
- Tom picked the broken glass off the floor.
- Tom kırık bardağı yerden aldı.
- I made a temporary repair to the broken door.
- Kırık kapıyı geçici olarak tamir ettim.
- This broken vase cannot be repaired.
- Bu kırık vazo tamir edilemez.
- Water poured from the broken pipe.
- Kırık borudan su aktı.
- I have a broken rib.
- Kırık bir kaburgam var.
- He found an old, broken chair and sat down at the piano.
- Eski, kırık bir sandalye buldu ve piyanonun başına oturdu.
- Tell Tom I have a broken leg.
- Tom'a bacağımın kırık olduğunu söyle.
Show More (166)
|
2 |
broken |
bozuk |
adj. |
|
- My watch is broken.
- Benim saatim bozuk.
- The radio is broken.
- Radyo bozuktur.
- It's obviously broken.
- Belli ki bozuk.
- Our broken water heater couldn't be repaired.
- Bozuk su ısıtıcımız tamir edilemedi.
- I repair broken phones.
- Bozuk telefonları onarırım.
- Tom's computer is broken.
- Tom'un bilgisayarı bozuk.
- I have a broken zipper.
- Bozuk bir fermuarım var.
- He speaks broken French.
- Bozuk Fransızca konuşuyor.
- Tom speaks broken French.
- Tom bozuk Fransızca konuşur.
- Our TV is broken.
- Televizyonumuz bozuk.
- Even a broken clock is right twice a day.
- Bozuk bir saat bile günde iki kez doğruyu gösterir.
- The dishwasher's broken.
- Bulaşık makinesi bozuk.
- My clock seems to be broken.
- Benim masa saati bozuk gibi görünüyor.
- Please tell Tom that it's broken.
- Lütfen Tom'a bozuk olduğunu söyle.
- This shower is broken.
- Bu duş bozuk.
- America’s immigration system is broken.
- Amerika'nın göçmenlik sistemi bozuk.
- My TV is broken.
- Televizyonum bozuk.
- I fix broken radios.
- Ben bozuk radyoları onarırım.
- I can't turn it on, because the switch is broken.
- Düğmesi bozuk olduğu için açamıyorum.
- This clock seems to be broken.
- Bu saat bozuk gibi görünüyor.
- The car's left-turn signal was broken.
- Arabanın sola dönüş sinyali bozuktu.
- If it ain't broke, don't fix it.
- Bozuk değilse tamir etme.
- My television is broken.
- Televizyonum bozuk.
- The printer in my office is broken.
- Ofisimdeki yazıcı bozuktur.
- He speaks broken French.
- O bozuk Fransızca konuşur.
- Can you fix the broken radio?
- Bozuk radyoyu tamir edebilir misin?
- My phone is broken.
- Telefonum bozuk.
- Can you fix this broken radio?
- Bu bozuk radyoyu tamir edebilir misin?
- Tom speaks broken French.
- Tom bozuk Fransızca konuşuyor.
- My father is repairing my broken bicycle.
- Babam bozuk bisikletimi tamir ediyor.
- I don't think anything's broken.
- Herhangi bir şeyin bozuk olduğunu sanmıyorum.
- The printer in Peter's office is broken and doesn't print anymore.
- Peter'in ofisindeki yazıcı bozuk ve artık yazdırmıyor.
- Please tell Tom that it's broken.
- Lütfen Tom'a bunun bozuk olduğunu söyle.
- There's no reason to fix something that isn't broken.
- Bozuk olmayan bir şeyi tamir etmeye gerek yok.
- The path is broken.
- Yol bozuk.
- The printer in my office is broken.
- Ofisimdeki yazıcı bozuk.
- Since my watch was broken, I didn't know the correct time.
- Saatim bozuk olduğu için, saati tam bilmiyordum.
- I don't think it's really broken.
- Gerçekten bozuk olduğunu düşünmüyorum.
- He spoke in a broken English that was hard to understand.
- Anlaşılması zor, bozuk bir İngilizce ile konuşuyordu.
- Did you know that your air conditioner is broken?
- Klimanızın bozuk olduğunu biliyor muydunuz?
- This watch is broken.
- Bu saat bozuk.
- He found a broken camera.
- O, bozuk bir kamera buldu.
- It's not broken.
- Bozuk değil.
- This machine is broken.
- Bu makine bozuk.
- I fix broken radios.
- Bozuk radyoları tamir ederim.
- My phone charger is broken.
- Telefon şarj aletim bozuk.
- The toy the boy was playing with is broken.
- Çocuğun oynadığı oyuncak bozuk.
- Which one is broken?
- Hangisi bozuk?
- Nothing's broken.
- Hiçbir şey bozuk değil.
- The computer is broken.
- Bilgisayar bozuk.
- This one's broken.
- Bu bozuk.
- This shower is broken.
- Bu duş bozuktur.
- The pluviometer is broken.
- Yağmurölçer bozuk.
- My bike is broken.
- Benim bisikletim bozuk.
- Is anything broken?
- Bir şey bozuk mu?
- My car is broken.
- Arabam bozuk.
- I'm pretty sure it's broken.
- Bozuk olduğuna eminim.
- Since my watch was broken, I didn't know the correct time.
- Saatim bozuk olduğu için doğru zamanı bilmiyordum.
- I'm pretty sure it's broken.
- Bunun bozuk olduğundan oldukça eminim.
- My laptop is broken.
- Dizüstü bilgisayarım bozuk.
- If it's not broken, don't fix it.
- Eğer bozuk değilse onu tamir etme.
- The American boy spoke broken Japanese.
- Amerikalı çocuk, bozuk Japonca konuşuyordu.
- My phone's screen has a broken pixel.
- Telefonumun ekranında bozuk bir piksel var.
- The clock is broken.
- Saat bozuk.
- He promised to see about my broken watch.
- Bozuk saatime bakacağına söz verdi.
- I'm taking our phone for repairs, as it is broken.
- Bozuk olduğu için telefonumuzu onarım için götürüyorum.
- They replaced the broken television with a new one.
- Onlar bozuk televizyonu yenisiyle değiştirdiler.
- He promised to see about my broken watch.
- Bozuk saatimle ilgileneceğine söz verdi.
- Is the bus broken?
- Otobüs bozuk mu?
- The shower is broken.
- Duş bozuk.
- The air conditioner is broken.
- Klima bozuk.
- The television is broken.
- Televizyon bozuk.
- The heater is broken.
- Isıtıcı bozuk.
- It's obviously broken.
- O belli ki bozuk.
- My camera is broken.
- Benim kameram bozuk.
- The American boy spoke broken Japanese.
- Amerikalı çocuk, bozuk Japoncayla konuştu.
- This clock is broken.
- Bu saat bozuk.
- If it's not broken, don't fix it.
- Eğer bozuk değilse, tamir etme.
- The box is broken.
- Kutu bozuktur.
- It looks like my Xbox360 is broken.
- Benim Xbox360'ım bozuk gibi görünüyor.
- Tom fixed the broken radio.
- Tom bozuk radyoyu tamir etti.
- Tom can only speak in broken French.
- Tom sadece bozuk Fransızca konuşabiliyor.
- This clock seems to be broken.
- Bu saat bozuk görünüyor.
- Tom tried to fix the broken radio.
- Tom bozuk radyoyu tamir etmeye çalıştı.
- I think my engine is broken.
- Bence motorum bozuk.
- My radio is broken.
- Radyom bozuk.
- The streetlight over there is broken.
- Oradaki sokak lambası bozuk.
- Everything is broken.
- Her şey bozuk.
- There's no reason to fix something that isn't broken.
- Bozuk olmayan bir şeyi düzeltmek için bir neden yoktur.
- I don't think anything is broken.
- Hiçbir şeyin bozuk olduğunu sanmıyorum.
- I spent two hours yesterday trying to fix that broken radio.
- Dün bozuk radyoyu tamir etmek için iki saat harcadım.
- I don't think it's really broken.
- Bunun gerçekten bozuk olduğunu sanmıyorum.
- It occurred to me that my watch might be broken.
- Saatimin bozuk olabileceği aklıma geldi.
- I hope nothing's been broken.
- Hiçbir şeyin bozuk olmadığını umuyorum.
- I'm taking our phone for repairs, as it is broken.
- Bozuk olduğu için telefonumuzu tamire götüreceğim.
- The window is still broken.
- Pencere hala bozuk.
- They replaced the broken television with a new one.
- Bozuk televizyonu yenisiyle değiştirdiler.
- I repair broken phones.
- Bozuk telefonları tamir ediyorum.
- Our water heater is broken.
- Şofbenimiz bozuk.
- The pluviograph is broken.
- Plüvyograf bozuk.
- My clock seems to be broken.
- Saatim bozuk gibi görünüyor.
Show More (100)
|
3 |
broken |
bozulmuş |
adj. |
|
- After years, the silence has at long last been broken in an important debate such as that on pensions.
- Yıllar sonra, emekli maaşları gibi önemli bir tartışmada sessizlik nihayet bozuldu.
- Our water heater is broken.
- Su ısıtıcımız bozuldu.
- This old car is always broken.
- Bu eski araba hep bozulur.
- I regard the contract as having been broken.
- Ben sözleşmeyi bozulmuş olarak görüyorum.
- My car is broken.
- Arabam bozuldu.
- The shower is broken.
- Duş bozulmuş.
- The pluviometer is broken.
- Plüviyometre bozulmuş.
- The bus is broken!
- Otobüs bozuldu!
- The washing machine is broken.
- Çamaşır makinesi bozuldu.
- The radio is broken.
- Radyo bozuldu.
- My watch seems to be broken.
- Saatim bozulmuş gibi görünüyor.
- This old car is always broken.
- Bu eski araba hep bozuluyor.
- The heater is broken.
- Isıtıcı bozulmuş.
- The siren is broken.
- Siren bozuldu.
- Suddenly, the silence was broken by a loud explosion.
- Aniden, sessizlik gürültülü bir patlamayla bozuldu.
- The spell was broken and the pig turned into a man.
- Büyü bozuldu ve domuz insana dönüştü.
- The spell has been broken.
- Büyü bozuldu.
- I regard the contract as having been broken.
- Sözleşmeyi bozulmuş olarak görüyorum.
- Suddenly, the silence was broken by a loud explosion.
- Aniden, sessizlik büyük bir patlamayla bozuldu.
- Tom's computer is broken.
- Tom'un bilgisayarı bozuldu.
- My phone is broken.
- Telefonum bozuldu.
- The computer is broken.
- Bilgisayar bozuldu.
- My radio is broken.
- Radyom bozuldu.
- Sorry to trouble you, but my car is broken, can you help me?
- Rahatsız ettiğim için üzgünüm ama arabam bozuldu, bana yardım edebilir misiniz?
- The TV is broken.
- Televizyon bozuldu.
- My phone was broken.
- Telefonum bozuldu.
- The air conditioner is broken.
- Klima bozuldu.
- Everything is broken.
- Her şey bozuldu.
- Our TV is broken.
- Televizyonumuz bozuldu.
- Is anything broken?
- Bozulan bir şey var mı?
- The bus is broken!
- Otobüs bozulmuş!
- The pluviograph is broken.
- Pluviograf bozulmuş.
- The washing machine is broken.
- Çamaşır makinesi bozulmuş.
- My laptop is broken.
- Dizüstü bilgisayarım bozuldu.
- Tom's snowmobile is broken.
- Tom'un kar arabası bozuldu.
- My watch is broken, so I want a new one.
- Saatim bozuldu, bu yüzden yeni bir tane istiyorum.
- My typwriter got broken; as a consequence, I borrowed my friend's.
- Benim daktilom bozuldu; sonuç olarak arkadaşımınkini ödünç aldım.
- The fuel gauge is broken.
- Yakıt göstergesi bozulmuş.
- Tom's radio is broken.
- Tom'un radyosu bozuldu.
- The spell was broken and the pig turned into a man.
- Büyü bozuldu ve domuz, bir adama dönüştü.
- The ice machine is broken.
- Buz makinesi bozulmuş.
- Something on that machine must be broken.
- O makinede bir şey bozulmuş olmalı.
- The dishwasher's broken.
- Bulaşık makinesi bozuldu.
- I think my engine is broken.
- Sanırım motorum bozuldu.
- They're broken.
- Bozulmuşlar.
- Is the bus broken?
- Otobüs bozuldu mu?
- Sorry to trouble you, but my car is broken, can you help me?
- Rahatsız ettiğim için özür dilerim, ama arabam bozuldu, yardım edebilir misin?
- The clock that got broken must be repaired right away.
- Bozulan saat hemen tamir edilmeli.
- The printer in Peter's office is broken and doesn't print anymore.
- Peter'ın ofisindeki yazıcı bozuldu ve artık yazdırmıyor.
- The television is broken.
- Televizyon bozuldu.
- My camera is broken.
- Fotoğraf makinem bozuldu.
- It occurred to me that my watch might be broken.
- Bana, saatim bozulmuş gibi geldi.
- My TV is broken.
- Televizyonum bozuldu.
- New Year's resolutions made in January are often broken by February.
- Ocak ayında alınan yeni yıl kararları genellikle Şubat ayında bozulur.
- My mobile phone is broken.
- Benim cep telefonum bozuldu.
- My watch is broken.
- Saatim bozuldu.
- The fuel gauge is broken.
- Yakıt göstergesi bozuldu.
- It looks like my Xbox360 is broken.
- Görünüşe göre Xbox360'ım bozulmuş.
- My mobile phone is broken.
- Cep telefonum bozuldu.
- America’s immigration system is broken.
- Amerika'nın göçmenlik sistemi bozuldu.
- My bike is broken.
- Bisikletim bozuldu.
- My phone charger is broken.
- Telefonumun şarj aleti bozuldu.
- The silence was broken by a loud cough.
- Sessizlik yüksek sesli bir öksürükle bozuldu.
- My typwriter got broken; as a consequence, I borrowed my friend's.
- Daktilom bozuldu; bunun sonucu olarak, arkadaşımınkini ödünç aldım.
- Which one is broken?
- Hangisi bozuldu?
- Our fridge is broken.
- Buzdolabımız bozuldu.
Show More (63)
|
4 |
broken |
kırılmış |
adj. |
|
- It appears to be broken.
- Kırılmış gibi görünüyor.
- Our neighbor has broken a rib.
- Komşumuzun kaburgası kırılmış.
- How can you mend a broken heart?
- Kırılmış bir kalbi nasıl tamir edebilirsin?
- The tree branch broke when a bullet hit it.
- Kurşun isabet edince ağaç dalı kırılmış.
- A large cask of wine had been dropped and broken, in the street.
- Büyük bir şarap fıçısı sokağa düşmüş ve kırılmıştı.
- Broken people find each other.
- Kırılmış insanlar birbirlerini bulurlar.
- Tom was cleaning up some broken glass.
- Tom kırılmış bir bardağı temizliyordu.
- With the window broken, we could not keep the room warm.
- Kırılmış pencere nedeniyle odayı sıcak tutamadık.
- Your car has a broken taillight.
- Arabanın stop lambası kırılmış.
- Unfortunately, he got his leg broken in the accident.
- Ne yazık ki kazada bacağı kırılmış.
- It's badly broken.
- Çok fena kırılmış.
- These cups are all broken.
- Bu kupaların hepsi kırılmış.
Show More (9)
|
5 |
broken |
çökmüş |
adj. |
|
- These women are completely broken both physically and emotionally and they need reliable support.
- Bu kadınlar hem fiziksel hem de duygusal olarak tamamen çökmüş durumdalar ve güvenilir bir desteğe ihtiyaçları var.
- They were weak and broken in spirit.
- Zayıf ve ruhen çökmüşlerdi.
- After seven years of wartime captivity, Tom was a broken man.
- Yedi yıllık savaş esaretinden sonra Tom çökmüş bir adamdı.
- They were weak and broken in spirit.
- Onlar zayıftı ve ruhen çökmüştü.
- Having spent seven years as a prisoner of war, Tom was a broken man.
- Yedi yılını savaş esiri olarak geçirmiş olan Tom, çökmüş bir adamdı.
Show More (2)
|
6 |
broken |
arızalı |
adj. |
|
- Can you fix this broken radio?
- Bu arızalı radyoyu onarabilir misin?
- The siren is broken.
- Siren arızalı.
- The clock that got broken must be repaired right away.
- Arızalı saat hemen onarılmalı.
- The ice machine is broken.
- Buz makinesi arızalı.
Show More (1)
|
7 |
broken |
yıkılmış |
adj. |
|
- The gulf is still wide, although certain historical taboos have been broken.
- Bazı tarihi tabular yıkılmış olsa da aradaki uçurum hala geniş.
- The bridge was broken after just one day.
- Köprü sadece bir gün sonra yıkıldı.
- Certain taboos, which had remained untouchable for so many years, have come to be broken.
- Yıllardır dokunulmaz olan bazı tabular yıkılmaya başladı.
Show More (0)
|
8 |
broken |
ihlal edilmiş |
adj. |
|
- We should not be using shock logic to invent legal rules that were allegedly broken.
- İhlal edildiği iddia edilen yasal kuralları icat etmek için şok mantığını kullanmamalıyız.
- Furthermore, standards alone are never enough because standards can be broken.
- Ayrıca, standartlar asla tek başına yeterli değildir çünkü standartlar ihlal edilebilir.
Show More (-1)
|
9 |
broken |
parçalanmış |
adj. |
|
- I come from a broken home.
- Parçalanmış bir aileden geliyorum.
- My heart has broken into a thousand pieces.
- Kalbim bin parçaya parçalandı.
Show More (-1)
|
10 |
broken |
dağılmış |
adj. |
|
- Otherwise, Milosevic and company would have broken it up long ago.
- Aksi takdirde Miloseviç ve ekibi çoktan dağılmış olurdu.
Show More (-2)
|
11 |
broken |
kesilen |
adj. |
|
- Seven years ago, the last peace negotiations were unexpectedly broken off by attacks by the Tigers.
- Yedi yıl önce, son barış görüşmeleri Kaplanların saldırıları nedeniyle beklenmedik bir şekilde kesildi.
Show More (-2)
|
12 |
broken |
kopuk |
n. |
|
- One link broken, the whole chain is broken.
- Halkanın biri kopuksa, tüm zincir kopuktur.
Show More (-2)
|
13 |
broken |
kırık dökük |
adj. |
|
- With all its sham, drudgery and broken dreams; it is still a beautiful world.
- Tüm sahteliği, angaryası ve kırık dökük hayalleriyle; dünya hala güzel bir yer.
Show More (-2)
|