1 |
occupy |
işgal etmek |
v. |
|
- Pirates occupied the coastal areas.
- Korsanlar kıyı bölgelerini işgal etti.
- The old hospital is now occupied by nomads.
- Eski hastane şimdi göçebeler tarafından işgal edilmiş durumda.
- There are times, unfortunately, when you have to occupy a country if you want to overturn a dictatorship.
- Ne yazık ki, bir diktatörlüğü devirmek istiyorsanız bir ülkeyi işgal etmeniz gereken zamanlar vardır.
- Its militia continue to occupy 37% of Cyprus.
- Milisleri Kıbrıs'ın %37'sini işgal etmeye devam ediyor.
- To them I would reply that the Allies had the right to occupy Germany.
- Onlara Müttefiklerin Almanya'yı işgal etmeye hakları olduğunu söyleyebilirim.
- Despite this, it may not occupy centre stage, but it is very needy.
- Buna rağmen, merkez sahneyi işgal etmeyebilir, ancak çok muhtaçtır.
- Firstly, in France, for example, women only occupy 10% of all jobs.
- İlk olarak, örneğin Fransa'da kadınlar tüm işlerin yalnızca %10'unu işgal etmektedir.
- The United Kingdom, a member of the Council, is illegally occupying Iraq.
- Konseyin bir üyesi olan Birleşik Krallık, Irak'ı yasadışı bir şekilde işgal etmektedir.
- A concrete example of this so-called multicultural society is the fact that Muslims occupy high government offices.
- Bu sözde çok kültürlü toplumun somut bir örneği, Müslümanların yüksek devlet makamlarını işgal etmesidir.
- There are those who say we have no right to occupy a country.
- Bir ülkeyi işgal etmeye hakkımız olmadığını söyleyenler de var.
- No constitutionally elected president can negotiate with armed rebels that occupy 40% of his country.
- Anayasal olarak seçilmiş hiçbir başkan, ülkesinin %40'ını işgal eden silahlı isyancılarla müzakere edemez.
- The United Kingdom, a member of the Council, is illegally occupying Iraq.
- Konsey üyesi olan Birleşik Krallık, Irak'ı yasadışı olarak işgal etmektedir.
- It doesn't occupy too much space inside your home.
- Evinizin içinde fazla yer işgal etmez.
- The city was soon occupied by the soldiers.
- Çok geçmeden kent askerler tarafından işgal edildi.
- William the Conqueror occupied England in 1066.
- Fatih William, 1066 yılında İngiltere'yi işgal etmiştir.
- Our army occupied this region without a fight.
- Ordumuz bu bölgeyi savaş olmadan işgal etti.
- The separatists began to occupy the airport.
- Ayrılıkçılar havaalanını işgal etmeye başladı.
- The soldiers occupied the building.
- Askerler binayı işgal etti.
- The tower occupied a prominent spot on the ridge.
- Kule, tepede belirgin bir yer işgal ediyordu.
- William the Conqueror occupied England in 1066.
- Fatih William 1066'da İngiltere'yi işgal etti.
- This United Nations resolution calls for the withdrawal of Israel armed forces from territories occupied in the recent conflict.
- Bu Birleşmiş Milletler kararı, İsrail silahlı kuvvetlerinin son çatışmalarda işgal ettiği topraklardan çekilmesi çağrısında bulunuyor.
- The enemy occupied the fort.
- Düşman kaleyi işgal etti.
- The separatists began to occupy the airport.
- Ayrılıkçılar havaalanını işgal etmeye başladılar.
- The armed forces occupied the entire territory.
- Silahlı kuvvetler, tüm bölgeyi işgal etti.
- The city was soon occupied by the soldiers.
- Şehir, kısa süre sonra askerler tarafından işgal edildi.
- Our forces occupied the city.
- Kuvvetlerimiz şehri işgal etti.
- Our army occupied this region without a fight.
- Ordumuz bu bölgeyi savaşmadan işgal etti.
- The armed forces succeeded in occupying the entire territory.
- Silahlı kuvvetler, tüm bölgeyi işgal etmeyi başardı.
- This giant table occupies the entire room.
- Bu kocaman masa tüm odayı işgal ediyor.
Show More (26)
|
2 |
occupy |
meşgul etmek |
v. |
|
- This is the question that is occupying all our minds.
- Hepimizin zihnini meşgul eden soru bu.
- I shall not refer to other matters which will obviously occupy the Council on a running basis.
- Konsey'i sürekli olarak meşgul edeceği aşikar olan diğer konulara değinmeyeceğim.
- That is an issue which constantly occupies our minds in the European Union as well.
- Bu, Avrupa Birliği'nde de sürekli zihnimizi meşgul eden bir konudur.
- I think the job's very occupying.
- Bence bu iş çok meşgul edici.
- I think the job's very occupying.
- Sanırım iş çok meşgul edici.
- Mathematics occupied her mind.
- Matematik zihnini meşgul ediyordu.
- It kept me occupied.
- Beni meşgul etti.
- Books occupy most of his room.
- Kitaplar onun odasının çoğunu meşgul ediyor.
Show More (5)
|
3 |
occupy |
yer tutmak |
v. |
|
- Ethical questions occupy an important place in the science/society action plan.
- Etik meseleler bilim/toplum eylem planında önemli bir yer tutmaktadır.
- The Northern Dimension continues to occupy an extremely important place on the Commission's external relations agenda.
- Kuzey Boyutu, Komisyon'un dış ilişkiler gündeminde son derece önemli bir yer tutmaya devam etmektedir.
Show More (-1)
|
4 |
occupy |
almak (zamanını) |
v. |
|
- In a fully-fledged EU development policy, the child should occupy centre stage.
- Tam teşekküllü bir AB kalkınma politikasında çocuk merkezde yer almalıdır.
- He occupies a prominent position in the firm.
- Şirkette önemli bir pozisyonda yer alıyor.
Show More (-1)
|
5 |
occupy |
işgal altında tutmak |
v. |
|
- As we all know, Israel has occupied Palestinian territories since 1947.
- Hepimizin bildiği gibi İsrail 1947'den bu yana Filistin topraklarını işgal altında tutmaktadır.
- Turkey has occupied northern Cyprus since 1974, maintaining an army nearly 35 000 strong there.
- Türkiye, 1974'ten beri Kuzey Kıbrıs'ı işgal altında tutmakta ve yaklaşık olarak 35000 kişilik bir ordu bulundurmaktadır.
Show More (-1)
|
6 |
occupy |
(ofis, makam) sahip olmak |
v. |
|
- However, we are also keen to ensure that our continent occupies an appropriate position in the world as a whole.
- Bununla birlikte, kıtamızın bir bütün olarak dünyada uygun bir konuma sahip olmasını sağlamak konusunda da istekliyiz.
- This is particularly worrying because Malaysia occupies an important geopolitical position.
- Malezya önemli bir jeopolitik konuma sahip olduğu için bu durum özellikle endişe vericidir.
Show More (-1)
|
7 |
occupy |
oturmak |
v. |
|
- Smokers are asked to occupy the rear seats.
- Sigara içenlerin arka koltuklarda oturması isteniyor.
- Smokers are asked to occupy the rear seats.
- Sigara içenlerin arka koltuklarda oturmaları rica edilir.
Show More (-1)
|
8 |
occupy |
oyalamak |
v. |
|
- Keep him occupied.
- Onu oyalayın.
- It kept me occupied.
- Bu beni oyaladı.
Show More (-1)
|
9 |
occupy |
(zaman) almak |
v. |
|
- My latest novel occupies most of my time.
- Son romanım zamanımın çoğunu alıyor.
Show More (-2)
|
10 |
occupy |
dolu olmak |
v. |
|
- Sorry, is this seat occupied?
- Affedersiniz, bu koltuk dolu mu?
Show More (-2)
|
11 |
occupy |
kaplamak |
v. |
|
- The hallway walls were occupied with rare paintings.
- Koridorun duvarları nadide tablolarla kaplı.
Show More (-2)
|
12 |
occupy |
bulunmak (belirli bir yerde) |
v. |
|
- The president occupied his position for ten consecutive years.
- Başkan, on yıl üst üste mevkiinde bulunmuştur.
Show More (-2)
|
13 |
occupy |
yerleşmek |
v. |
|
- The children occupied the large and spacious classroom.
- Çocuklar geniş ve ferah bir sınıfa yerleştiler.
Show More (-2)
|