occupy - English Turkish Sentences
English Turkish
occupy işgal etmek v.
  • Pirates occupied the coastal areas.
  • Korsanlar kıyı bölgelerini işgal etti.
  • The old hospital is now occupied by nomads.
  • Eski hastane şimdi göçebeler tarafından işgal edilmiş durumda.
  • There are times, unfortunately, when you have to occupy a country if you want to overturn a dictatorship.
  • Ne yazık ki, bir diktatörlüğü devirmek istiyorsanız bir ülkeyi işgal etmeniz gereken zamanlar vardır.
Show More (26)
occupy meşgul etmek v.
  • This is the question that is occupying all our minds.
  • Hepimizin zihnini meşgul eden soru bu.
  • I shall not refer to other matters which will obviously occupy the Council on a running basis.
  • Konsey'i sürekli olarak meşgul edeceği aşikar olan diğer konulara değinmeyeceğim.
  • That is an issue which constantly occupies our minds in the European Union as well.
  • Bu, Avrupa Birliği'nde de sürekli zihnimizi meşgul eden bir konudur.
Show More (5)
occupy yer tutmak v.
  • Ethical questions occupy an important place in the science/society action plan.
  • Etik meseleler bilim/toplum eylem planında önemli bir yer tutmaktadır.
  • The Northern Dimension continues to occupy an extremely important place on the Commission's external relations agenda.
  • Kuzey Boyutu, Komisyon'un dış ilişkiler gündeminde son derece önemli bir yer tutmaya devam etmektedir.
Show More (-1)
occupy almak (zamanını) v.
  • In a fully-fledged EU development policy, the child should occupy centre stage.
  • Tam teşekküllü bir AB kalkınma politikasında çocuk merkezde yer almalıdır.
  • He occupies a prominent position in the firm.
  • Şirkette önemli bir pozisyonda yer alıyor.
Show More (-1)
occupy işgal altında tutmak v.
  • As we all know, Israel has occupied Palestinian territories since 1947.
  • Hepimizin bildiği gibi İsrail 1947'den bu yana Filistin topraklarını işgal altında tutmaktadır.
  • Turkey has occupied northern Cyprus since 1974, maintaining an army nearly 35 000 strong there.
  • Türkiye, 1974'ten beri Kuzey Kıbrıs'ı işgal altında tutmakta ve yaklaşık olarak 35000 kişilik bir ordu bulundurmaktadır.
Show More (-1)
occupy (ofis, makam) sahip olmak v.
  • However, we are also keen to ensure that our continent occupies an appropriate position in the world as a whole.
  • Bununla birlikte, kıtamızın bir bütün olarak dünyada uygun bir konuma sahip olmasını sağlamak konusunda da istekliyiz.
  • This is particularly worrying because Malaysia occupies an important geopolitical position.
  • Malezya önemli bir jeopolitik konuma sahip olduğu için bu durum özellikle endişe vericidir.
Show More (-1)
occupy oturmak v.
  • Smokers are asked to occupy the rear seats.
  • Sigara içenlerin arka koltuklarda oturması isteniyor.
  • Smokers are asked to occupy the rear seats.
  • Sigara içenlerin arka koltuklarda oturmaları rica edilir.
Show More (-1)
occupy oyalamak v.
  • Keep him occupied.
  • Onu oyalayın.
  • It kept me occupied.
  • Bu beni oyaladı.
Show More (-1)
occupy (zaman) almak v.
  • My latest novel occupies most of my time.
  • Son romanım zamanımın çoğunu alıyor.
Show More (-2)
occupy dolu olmak v.
  • Sorry, is this seat occupied?
  • Affedersiniz, bu koltuk dolu mu?
Show More (-2)
occupy kaplamak v.
  • The hallway walls were occupied with rare paintings.
  • Koridorun duvarları nadide tablolarla kaplı.
Show More (-2)
occupy bulunmak (belirli bir yerde) v.
  • The president occupied his position for ten consecutive years.
  • Başkan, on yıl üst üste mevkiinde bulunmuştur.
Show More (-2)
occupy yerleşmek v.
  • The children occupied the large and spacious classroom.
  • Çocuklar geniş ve ferah bir sınıfa yerleştiler.
Show More (-2)