scarcely - English Turkish Sentences
English Turkish
scarcely neredeyse adv.
  • The Treaty of Nice is scarcely comprehensible, let alone explainable.
  • Nice Antlaşması, bırakın açıklanabilir olmayı, neredeyse hiç anlaşılabilir değildir.
  • Furthermore, our degree of self-sufficiency would scarcely change.
  • Dahası, kendi kendimize yeterlilik derecemiz neredeyse hiç değişmeyecektir.
  • Independent human rights organisations can scarcely operate in the country.
  • Bağımsız insan hakları örgütleri ülkede neredeyse hiç faaliyet gösterememektedir.
Show More (22)
scarcely pek adv.
  • The early summer is scarcely the time for the harvest.
  • Yaz başları hasat için pek uygun bir zaman değildir.
  • This choice was, at the time, scarcely contentious even among advocates of capitalism.
  • Bu tercih, o dönemde kapitalizmin savunucuları arasında bile pek tartışılmıyordu.
  • The meeting in Bali was scarcely a source of great delight.
  • Bali'deki toplantı pek de büyük bir sevinç kaynağı olmadı.
Show More (11)
scarcely henüz adv.
  • I had scarcely entered the class before the students started asking questions.
  • Öğrenciler sorular sormaya başladığında sınıfa henüz girmiştim.
  • Scarcely had the market opened when the fire broke out.
  • Yangın çıktığında, pazar henüz açılmıştı.
  • She had scarcely started reading the book, when someone knocked at the door.
  • Biri kapıyı çaldığında o, kitabı okumaya henüz başlamıştı.
Show More (2)
scarcely zar zor adv.
  • We have a large number of businesses that can scarcely support one family.
  • Bir aileyi zar zor geçindirebilen çok sayıda işletmemiz var.
  • Tom scarcely recognized Mary.
  • Tom, Mary'yi zar zor tanıdı.
  • He can scarcely write his name.
  • Adını zar zor yazabiliyor.
Show More (1)
scarcely güçlükle adv.
  • I scarcely believed my eyes.
  • Ben gözlerime güçlükle inandım.
  • He can scarcely write his name.
  • O adını güçlükle yazabiliyor.
  • Tom could scarcely believe it.
  • Tom buna güçlükle inanabildi.
Show More (0)
scarcely ucu ucuna adv.
  • She scarcely missed the night train.
  • Gece trenini ucu ucuna kaçırdı.
Show More (-2)
scarcely hemen hemen hiç adv.
  • His face scarcely changed after ten years.
  • On yıl sonra yüzü hemen hemen hiç değişmemişti.
Show More (-2)
scarcely nadiren adv.
  • I scarcely ever do that.
  • Bunu nadiren yaparım.
Show More (-2)
scarcely güç bela adv.
  • Scarcely had I reached home before the telephone rang.
  • Telefon çalmadan önce güç bela eve varmıştım.
Show More (-2)