1 |
distinct |
farklı |
adj. |
|
- Today, our people, our distinct rich cultural heritage and our national identity are facing the threat of extinction.
- Bugün halkımız, farklı ve zengin kültürel mirasımız ve ulusal kimliğimiz yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
- Every situation is distinct and calls for different measures.
- Her durum farklıdır ve farklı tedbirler gerektirir.
- Although politically, expenses and remuneration are two sides of the same coin, their legal bases are distinct.
- Siyasi açıdan harcamalar ve ücretler aynı madalyonun iki yüzü gibi görünse de yasal dayanakları farklıdır.
- In fact, MEPs are now something distinct from national MPs who might happen to go abroad.
- Aslında, AP milletvekilleri artık yurtdışına çıkabilecek ulusal milletvekillerinden farklı bir şeydir.
- Even the notion of citizenship is distinct from being a citizen.
- Vatandaşlık kavramı bile vatandaş olmaktan farklıdır.
- The Chinese authorities view Tibet's distinct culture and religion as the source of threat of separation.
- Çinli yetkililer Tibet'in farklı kültürünü ve dinini bölünme tehdidinin kaynağı olarak görmektedir.
- Schengen cooperation is distinct from police cooperation, with the development of Europol being a separate matter.
- Schengen işbirliği polis işbirliğinden farklıdır ve Europol'ün gelişimi ayrı bir konudur.
- In fact, MEPs are now something distinct from national MPs who might happen to go abroad.
- Aslında, AP milletvekilleri artık yurtdışına çıkma ihtimali olan ulusal milletvekillerinden farklı bir şeydir.
- The first concerns distinct policies and whether we can achieve them.
- Birincisi, farklı politikalar ve bunları gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğimiz ile ilgilidir.
- Mr Heaton-Harris has put six distinct questions.
- Bay Heaton-Harris altı farklı soru yöneltmiştir.
- The truth is that men and women are equal, but distinct.
- Gerçek şu ki, kadın ve erkek eşittir ama farklıdır.
- The truth is that men and women are equal, but distinct.
- Gerçek şu ki, kadın ve erkek eşittir ama farklılardır.
- The truth is that men and women are equal, but distinct.
- Doğrusu şu ki kadın ve erkek eşittir, fakat farklıdırlar.
- Tom has a distinct French accent.
- Tom'un farklı bir Fransızca aksanı var.
- Those two ideas are quite distinct.
- O iki fikir oldukça farklı.
- Those two ideas are quite distinct.
- O iki fikir oldukça farklıdır.
- Tom has a very distinct idiolect.
- Tom'un çok farklı bir aklı var.
- She has a distinct English accent.
- Onun farklı bir İngilizce aksanı var.
- Cancer is not one but more than one hundred distinct diseases.
- Kanser bir değil, yüzden fazla farklı hastalıktır.
Show More (16)
|
2 |
distinct |
belirgin |
adj. |
|
- The Commission makes a distinct reference to the industry in its communication.
- Komisyon, bildirisinde sektöre belirgin bir atıfta bulunmaktadır.
- This is beside the fact that home production offers a number of other distinct advantages.
- Bunun yanı sıra, evde üretim bir dizi başka belirgin avantaj da sunmaktadır.
- This compromise has three distinct advantages over the rapporteur's initial draft.
- Bu uzlaşmanın raportörün ilk taslağına göre üç belirgin avantajı bulunmaktadır.
- Tom speaks English with a distinct French accent.
- Tom İngilizceyi belirgin bir Fransız aksanıyla konuşuyor.
- She has a distinct English accent.
- Belirgin bir İngiliz aksanı var.
- Tom has a distinct French accent.
- Tom'un belirgin bir Fransız aksanı var.
- Height is a distinct advantage in basketball.
- Boy basketbolda belirgin bir avantajdır.
- Tom has a very distinct idiolect.
- Tom'un çok belirgin bir idiyolekt'i vardır.
- A comet has a distinct center called a nucleus.
- Bir kuyruklu yıldızın çekirdek adı verilen belirgin bir merkezi vardır.
- He has no distinct idea of how to proceed.
- Nasıl ilerleyeceği konusunda belirgin bir fikri yoktur.
- Mary had noted a distinct change in Tom's behavior and work habits.
- Mary, Tom'un davranışlarında ve çalışma alışkanlıklarında belirgin bir değişiklik fark etmişti.
- There's a distinct difference between them.
- Aralarında belirgin bir fark var.
Show More (9)
|
3 |
distinct |
ayrı |
adj. |
|
- There will be three distinct sections encompassing issues related to the environment, transport and energy.
- Çevre, ulaşım ve enerji ile ilgili konuları kapsayan üç ayrı bölüm olacaktır.
- This House is divided into three distinct camps on this issue.
- Bu Meclis bu konuda üç ayrı kampa bölünmüştür.
- A comet has a distinct center called a nucleus.
- Bir kuyruklu yıldızın çekirdek denilen ayrı bir merkezi vardır.
Show More (0)
|
4 |
distinct |
kendine özgü |
adj. |
|
- He has a distinct way of walking.
- Kendine özgü bir yürüyüş şekli var.
Show More (-2)
|
5 |
distinct |
çok yüksek |
adj. |
|
- There is a distinct possibility that I will win a Nobel Prize this year.
- Bu yıl Nobel Ödülü kazanma ihtimalim çok yüksek.
Show More (-2)
|
6 |
distinct |
net |
adj. |
|
- On these we have distinct policies which are well known and differ from those of the majority of this Parliament.
- Bu konularda iyi bilinen ve bu Parlamentonun çoğunluğunun sahip olduğundan farklı olan net politikalarımız mevcuttur.
Show More (-2)
|