1 |
grow |
büyümek |
v. |
|
- We can really ensure that children grow up in a calm environment.
- Çocukların sakin bir ortamda büyümelerini gerçekten sağlayabiliriz.
- Whilst the base station network has grown phenomenally, the figures for cancer in Finland have fallen radically.
- Baz istasyonu ağı olağanüstü bir şekilde büyürken Finlandiya'da kanser rakamları radikal bir şekilde düşmüştür.
- This body has grown so much that it now has 364 members of staff.
- Bu kurum o kadar büyümüştür ki şu anda 364 personeli bulunmaktadır.
- What is possible in an enlarged Union? The Union will grow.
- Genişlemiş bir Birlik'te neler mümkündür? Birlik büyüyecektir.
- Unfortunately, poppies grow extremely well in drought.
- Ne yazık ki haşhaşlar kuraklıkta son derece iyi büyür.
- As Europe grows its responsibilities grow.
- Avrupa büyüdükçe sorumlulukları da artmaktadır.
- GNP there has grown faster and unemployment is less than 6%, while it is more like in excess of 10% in the Union.
- Orada GSMH daha hızlı büyümüştür ve işsizlik %6'nın altındadır, Birlik'te ise %10'un üzerindedir.
- Obviously, we all want to grow.
- Açıkçası hepimiz büyümek istiyoruz.
- The strength of this Parliament's voice has grown as the Union has grown.
- Birlik büyüdükçe Parlamento'nun sesi de güçlenmiştir.
- We do not just need to look at start-ups - businesses grow, they develop or they are bought out.
- Sadece yeni kurulan şirketlere bakmamız gerekmiyor; şirketler büyüyor, gelişiyor ya da satın alınıyor.
- The private sector and free enterprise account for over 80% of GDP which, last year, grew by 7%.
- Özel sektör ve hür teşebbüs, geçen yıl %7 oranında büyüyen GSYH'nin %80'inden fazlasını oluşturmaktadır.
- Poverty is spreading, and the gulf between rich and poor is growing every single day.
- Yoksulluk yayılıyor ve zengin ile yoksul arasındaki uçurum her geçen gün büyüyor.
- In future, aquaculture is bound to grow.
- Gelecekte su ürünleri yetiştiriciliği büyüyecek.
- For we all know how long it takes a tree to grow.
- Çünkü bir ağacın büyümesinin ne kadar uzun sürdüğünü hepimiz biliyoruz.
- The longer these reasons apply, the more mass grass-roots resistance and opposition will grow.
- Bu nedenler ne kadar uzun süre geçerli olursa, tabandan gelen kitlesel direniş ve muhalefet de o kadar büyüyecektir.
- Resistance is growing both on the streets and in the negotiating chambers.
- Direniş hem sokaklarda hem de müzakere odalarında büyüyor.
- The European Union's budget will undoubtedly continue to grow.
- Avrupa Birliği'nin bütçesi şüphesiz büyümeye devam edecektir.
- Furthermore, there is no dispute that the problem will continue to grow.
- Ayrıca, sorunun büyümeye devam edeceği konusunda herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır.
- Unless this fund grows substantially, I fear for Europe's hospitality.
- Bu fon önemli ölçüde büyümediği sürece Avrupa'nın misafirperverliğinden endişe ediyorum.
- They are growing, but only in terms of GDP.
- Büyüyorlar ama sadece GSYİH açısından.
- The economies are growing, we are enlarging to 25-30 Member States.
- Ekonomiler büyüyor, 25-30 Üye Devlete genişliyoruz.
- For we all know how long it takes a tree to grow.
- Çünkü hepimiz bir ağacın ne kadar sürede büyüdüğünü biliyoruz.
- We need more people to start enterprises and we need more SMEs that want to grow.
- İşletme kurmak için daha fazla insana ve büyümek isteyen daha fazla KOBİ'ye ihtiyacımız var.
- The principle of subsidiarity must serve more clearly as a guide to cooperation as the EU grows.
- Yetki ikamesi ilkesi, AB büyüdükçe daha açık bir şekilde işbirliğine rehberlik etmelidir.
- It must grow, reform itself and engage in deeper cooperation.
- Büyümeli, kendini yenilemeli ve daha derin bir işbirliği içine girmelidir.
- It must grow, reform itself and engage in deeper cooperation.
- Meclis büyümeli, kendini yenilemeli ve daha derin bir işbirliği içine girmelidir.
- We would recommend carrying out the operation in such a way that nothing grows again.
- Operasyonun bir daha hiçbir şeyin büyümeyeceği şekilde yürütülmesini tavsiye ediyoruz.
- For the time, the report grew too large when it was being debated.
- Rapor, tartışıldığı zaman için çok fazla büyümüştür.
- The economies are growing, we are enlarging to 25-30 Member States.
- Ekonomiler büyüyor, 25-30 Üye Devlete kadar genişliyoruz.
- The Community budget will continue to grow, administration of European money will become even more complex.
- Topluluk bütçesi büyümeye devam edecek, Avrupa parasının idaresi daha da karmaşık hale gelecektir.
- Services have grown strongly and accounted for 58,3% of GNP in 1996.
- Hizmetler güçlü bir şekilde büyümüş ve 1996'da GSMH'nin % 58,3'ünü oluşturmuştur.
- Some of them have matured and grown and become quite effective.
- Bazıları olgunlaştı, büyüdü ve oldukça etkili hale geldi.
- The strength of this Parliament's voice has grown as the Union has grown.
- Birlik büyüdükçe Parlamentonun sesi de güçlenmiştir.
- The aim is for the Northern Dimension to grow to rank with the MEDA Programme among other good EU programmes.
- Amaç Kuzey Boyutunun büyüyerek MEDA Programı ile birlikte diğer iyi AB programları arasında yer almasıdır.
- We parliamentarians are certainly not letting the grass grow under our feet.
- Biz parlamenterler kesinlikle ayaklarımızın altındaki çimenlerin büyümesine izin vermiyoruz.
- The disease grows and spreads to what is still healthy tissue.
- Hastalık büyür ve hala sağlıklı olan dokulara yayılır.
- The European Union's aim is to grow annually in economic terms.
- Avrupa Birliği'nin hedefi her yıl ekonomik anlamda büyümektir.
- The principle of subsidiarity must serve more clearly as a guide to cooperation as the EU grows.
- Yetki ikamesi ilkesi, AB büyüdükçe daha açık bir şekilde işbirliği için bir rehber olarak hizmet etmelidir.
- The gap between the world's rich and poor has grown.
- Dünyanın zenginleri ve yoksulları arasındaki uçurum büyüdü.
- The European Union's aim is to grow annually in economic terms.
- Avrupa Birliği'nin hedefi ekonomik açıdan her yıl büyümektir.
- The second problem is that those who want to become entrepreneurs want to stay manager-owners but do not want to grow.
- İkinci sorun ise girişimci olmak isteyenlerin yönetici-sahip olarak kalmak istemeleri ancak büyümek istememeleridir.
- Furthermore, there is no dispute that the problem will continue to grow.
- Dahası, sorunun büyümeye devam edeceğine dair hiçbir tartışma yoktur.
- Whilst the base station network has grown phenomenally, the figures for cancer in Finland have fallen radically.
- Baz istasyonu ağı olağanüstü bir şekilde büyürken, Finlandiya'da kanser rakamları radikal bir şekilde düşmüştür.
- Research and industry in the field continues to grow and prosper.
- Alandaki araştırma ve endüstri büyümeye ve gelişmeye devam ediyor.
- Research and industry in the field continues to grow and prosper.
- Bu alandaki araştırmalar ve sektör büyümeye ve gelişmeye devam ediyor.
- They grow and flower for a single season, then die.
- Tek bir mevsim büyüyüp çiçek açıyorlar, sonra ölüyorlar.
- Online casino is a big industry and growing day by day.
- Çevrimiçi kumarhane büyük bir endüstri ve her geçen gün büyüyor.
- Google started as a search engine but has since grown a great deal.
- Google başta arama motoru olarak kurulmuş ve sonrasında çok büyümüştür.
- Maybe there's an opportunity for you to grow here.
- Belki burada büyümen için bir fırsat vardır.
- The sad paradox is that as e-mail marketing grows, its effectiveness diminishes.
- Üzücü paradoks, e-posta pazarlaması büyüdükçe etkinliğinin azalmasıdır.
- The sad paradox is that as e-mail marketing grows, its effectiveness diminishes.
- Üzücü olan paradoks, e-posta pazarlaması büyüdükçe etkinliğinin azalmasıdır.
- Machine learning is growing fast and teaching us a lot.
- Makine öğrenimi hızla büyüyor ve bize çok şey öğretiyor.
- In the initial weeks, babies eat often and also grow quickly.
- Bebekler ilk haftalarda sık yemek yerler ve hızla büyürler.
- Enterprising land owners have had success growing as well as packaging and marketing the sunflower seed.
- Girişimci arazi sahipleri, ayçiçeği tohumunun paketlenmesi ve pazarlanmasının yanı sıra büyümede de başarı elde etti.
- Online casino is a big industry and growing day by day.
- Online kumarhane büyük bir endüstri ve her geçen gün büyüyor.
- Google started as a search engine but has since grown a great deal.
- Google bir arama motoru olarak başladı ancak o zamandan beri çok büyüdü.
- Influencer marketing continues to grow rapidly and integrate into the digital world.
- Etkileyici pazarlama hızla büyüyerek dijital dünyaya entegre olmaya devam ediyor.
- Besides, we see that the influencer marketing budgets will also grow.
- Ayrıca etkileyici pazarlama bütçelerinin de büyüyeceğini görüyoruz.
- The sad paradox is that as e-mail marketing grows, its effectiveness diminishes.
- Üzücü olan çelişki ise e-posta pazarlamacılığı büyüdükçe etkinliğinin azalmasıdır.
- Maybe there's an opportunity for you to grow here.
- Belki burada büyümeniz için bir fırsat vardır.
- Google started as a search engine but has since grown a great deal.
- Google bir arama motoru olarak başladı ama o zamandan beri çok büyüdü.
- They grow and flower for a single season, then die.
- Bir sezon boyunca büyüyüp çiçek açarlar, sonra ölürler.
- Besides, we see that the influencer marketing budgets will also grow.
- Bunun yanı sıra etkileyici pazarlama bütçelerinin de büyüyeceğini görmekteyiz.
- Influencer marketing continues to grow rapidly and integrate into the digital world.
- Etkileyici pazarlama hızla büyümeye ve dijital dünyaya entegre olmaya devam ediyor.
- Research and industry in the field continues to grow and prosper.
- Bu alandaki araştırma ve endüstri büyümeye ve gelişmeye devam ediyor.
- In the initial weeks, babies eat often and also grow quickly.
- İlk haftalarda bebekler sık sık yemek yerler ve aynı zamanda hızlı büyürler.
- I'm amazed by the rate at which industries grow.
- Endüstrilerin büyüme hızı beni hayrete düşürüyor.
- The company continued to grow.
- Şirket büyümeye devam etti.
- Make mistakes, learn from them and grow!
- Hatalar yapın, onlardan ders alın ve büyüyün!
- The puppy grew larger and larger every day.
- Yavru köpek her gün daha da büyüdü.
- That child grew a lot in a short amount of time.
- O çocuk kısa sürede çok büyüdü.
- The Russian corpus is growing quickly.
- Rus külliyatı hızla büyüyor.
- The Japanese economy grew by 4% last year.
- Japon ekonomisi geçen yıl %4 oranında büyüdü.
- Help me to make her grow!
- Büyümesi için bana yardım et!
- The Japanese economy continued to grow by more than 5% annually.
- Japon ekonomisi yılda %5'ten fazla büyümeye devam etti.
- Grass grew.
- Çimenler büyüdü.
- Tom's practice has grown rapidly.
- Tom'un muayenehanesi hızla büyüdü.
- Industry was growing quickly.
- Sanayi hızla büyüyordu.
- Tom and I have grown apart.
- Tom ve ben ayrı büyüdük.
- Children will grow even if you leave them alone.
- Çocukları yalnız bıraksanız bile büyüyeceklerdir.
- The population is growing.
- Nüfus büyüyor.
- Boston has grown rapidly in the last ten years.
- Boston son on yılda hızla büyüdü.
- Leaves grow on branches.
- Yapraklar dallarda büyür.
- Love began to grow between the two.
- İkili arasında sevgi büyümeye başladı.
- Love began to grow between the two.
- Aşk iki kişi arasındaki büyümeye başladı.
- The company is growing fast.
- Şirket hızla büyüyor.
- Ken will grow into his brother's clothes by the end of the year.
- Ken, yıl sonuna kadar erkek kardeşinin elbiselerini giyebilecek kadar büyüyecek.
- The economy of Japan has grown enormously.
- Japon ekonomisi geniş ölçüde büyüdü.
- Bodies grow slowly and die quickly.
- Bedenler yavaş büyür ve çabuk ölür.
- Plants grow towards the sun.
- Bitkiler güneşe doğru büyür.
- My baby is also eight months old, is healthy and is growing by leaps and bounds.
- Benim bebeğim de sekiz aylık, sağlıklı ve hızla büyüyor.
- The older she grew, the more beautiful she become.
- Büyüdükçe daha da güzelleşti.
- Our population is growing exponentially.
- Nüfusumuz katlanarak büyüyor.
- Apples grow on trees.
- Elmalar ağaçlarda büyür.
- Children will grow even if you leave them alone.
- Onları yalnız bıraksan bile, çocuklar büyür.
- I would have liked to have been able to see him grow.
- Onun büyüdüğünü görmek isterdim.
- A boy's appetite grows very fast.
- Bir erkek çocuğunun iştahı çok hızlı büyür.
- As Sami grew older, he became interested in Islam.
- Sami'nin İslam'a ilgisi büyüdükçe arttı.
- His daughter grew to be a beautiful woman.
- Kızı büyüdü ve güzel bir kadın oldu.
- They don't want to grow old.
- Büyümek istemiyorlar.
- The economy of Japan has grown enormously.
- Japonya ekonomisi muazzam bir şekilde büyüdü.
- Children grow very quickly.
- Çocuklar çok çabuk büyür.
- This nation's economy is growing by leaps and bounds in recent years.
- Bu ülkenin ekonomisi son yıllarda büyük bir hızla büyüyor.
- Tom's company grew rapidly.
- Tom'un şirketi hızla büyüdü.
- As she grew older, she became more beautiful.
- Büyüdükçe güzelleşti.
- Love grew between Taro and Hanako.
- Taro ve Hanako arasındaki aşk büyüdü.
- The older he grew, the more attractive he became.
- Büyüdükçe daha da çekici oldu.
- The flowers are beginning to grow and everything is becoming green.
- Çiçekler büyümeye başlıyor ve her şey yeşeriyor.
- Will artificial intelligence grow to kill humankind?
- Yapay zeka insanlığı öldürecek kadar büyüyecek mi?
- That child grew a lot in a short amount of time.
- O çocuk kısa süre içinde çok büyüdü.
- My, how you've grown!
- Ne kadar da büyümüşsün!
- Your baby is growing inside of me.
- Bebeğin içimde büyüyor.
- How you've grown!
- Ne kadar büyümüşsün!
- Grass doesn't grow faster if you pull it.
- Çekersen çimenler daha hızlı büyümez.
- The crowd is growing larger and larger.
- Kalabalık gittikçe büyüyor.
- Tom has grown.
- Tom büyüdü.
- He became wiser as he grew older.
- O büyüdükçe akıllandı.
- If you plant an apple seed, it might grow into a tree.
- Eğer bir elma tohumu ekerseniz, büyüyüp bir ağaç olabilir.
- Many weeds were growing among the flowers.
- Çiçeklerin arasında birçok yabani ot büyüyordu.
- We have to kill them before they grow.
- Büyümeden önce onları öldürmek zorundayız.
- Silence grows like cancer.
- Sessizlik kanser gibi büyür.
- Children grow very quickly.
- Çocuklar çok çabuk büyürler.
- That country's economy is growing.
- O ülkenin ekonomisi büyüyor.
- Their son grew bigger.
- Oğulları büyüdü.
- We have to kill them before they grow.
- Onları büyümeden öldürmeliyiz.
- This plant grew little by little.
- Bu bitki yavaş yavaş büyüdü.
- Plants grow.
- Bitkiler büyür.
- He grew larger and larger.
- Gittikçe büyüyor.
- And the boy grew older.
- Ve çocuk daha da büyüdü.
- The puppy grew larger and larger every day.
- Köpek yavrusu her gün gittikçe büyüdü.
- Many weeds were growing among the flowers.
- Çiçekler arasında bir sürü ot büyüyordu.
- The lecture was as boring as watching grass grow.
- Konferans çimlerin büyümesini izlemek kadar sıkıcıydı.
- The plant sends out a spike on which the flowers grow.
- Bitki, üzerinde çiçeklerin büyüdüğü bir başak gönderir.
- Tom's popularity is growing.
- Tom'un popülaritesi büyüyor.
- As Sami grew older, he became interested in Islam.
- Sami büyüdükçe İslam'a ilgi duymaya başladı.
- The baby grows.
- Bebek büyüyor.
- How you've grown!
- Nasıl da büyüdün!
- Every day grandfather and grandmother gave the kitten plenty of milk, and soon the kitten grew nice and plump.
- Büyükbaba ve büyükanne her gün yavru kediye bol bol süt verdiler, kısa sürede yavru kedi güzelce büyüdü ve tombullaştı.
- They'll grow.
- Onlar büyüyecek.
- The little boy grew very fast.
- Küçük oğlan çok hızlı büyüdü.
- Lots of low trees grow on the hill.
- Tepede bir sürü bodur ağaçlar büyümektedir.
- The puppy grew larger and larger every day.
- Yavru her gün gittikçe dahada büyüdü.
- The lecture was as boring as watching grass grow.
- Ders, çimenlerin büyümesini izlemek kadar sıkıcıydı.
- Here's a tomato, that grew while listening to Mozart.
- İşte Mozart dinlerken büyüyen bir domates.
- Grass doesn't grow faster if you pull it.
- Eğer çekerseniz çim hızlı büyümez.
- The plant sends out a spike on which the flowers grow.
- Bitki üstünde çiçeklerin büyüdüğü bir başak gönderir.
- Tom became more and more handsome as he grew older.
- Tom büyüdükçe daha da yakışıklı oldu.
- Fruit trees require a large amount of space in which to grow.
- Meyve ağaçları büyümek için geniş bir alana ihtiyaç duyar.
- He grew a lot in no time at all.
- Kısa sürede çok büyüdü.
- Your baby is growing inside of me.
- Bebeğin benim içimde büyüyor.
- They'll grow.
- Büyüyecekler.
- The crowd grew larger minute by minute.
- Kalabalık, dakikalar geçtikçe daha da büyüdü.
- Plants don't grow in this soil.
- Bitkiler bu toprakta büyümez.
- Tatoeba grows at a rate of hundreds, or even thousands, of sentences per day.
- Tatoeba her gün yüzlerce, hatta binlerce cümle ile büyüyor.
- No plant can grow in this climate.
- Bu iklimde hiçbir bitki büyüyemez.
- At the foot of the palm tree there grows a palm seedling.
- Palmiye ağacının dibinde bir palmiye fidesi büyüyor.
- The Chinese economy is growing rapidly.
- Çin ekonomisi hızla büyüyor.
- My son grew 5 inches last year.
- Oğlum geçen yıl beş inç büyüdü.
- Tom, you've grown so fast.
- Tom, çok hızlı büyümüşsün.
- Plants grow.
- Bitkiler büyüyor.
- Leaves grow on branches.
- Yapraklar dallar üzerinde büyür.
- The boy has grown out of all his old clothes.
- Çocuk büyüdü ve bütün eski kıyafetlerini çıkardı.
- The national debt is growing.
- Ulusal borç büyüyor.
- Before the grass grows, the horse dies.
- Otlar büyümeden önce at ölür.
- The older he grew, the more modest he became.
- Büyüdükçe daha mütevazı oldu.
- The plants are growing.
- Bitkiler büyüyor.
- Beautiful poppies were growing beside the road.
- Güzel gelincikler yol kenarında büyüyordu.
- Mario grows bigger when he eats a mushroom.
- Mario mantar yediğinde büyür.
- The economy continues to grow.
- Ekonomi büyümeye devam ediyor.
- The flowers are beginning to grow and everything is becoming green.
- Çiçekler büyümeye başlıyor ve her şey yeşilleniyor.
- The little boy grew very fast.
- Küçük çocuk çok hızlı büyüdü.
- In spring, flowers grow and trees bloom.
- İlkbaharda çiçekler büyür ve ağaçlar çiçek açar.
- Plants can't grow without air.
- Bitkiler havasız büyüyemez.
- Tatoeba grows at a rate of hundreds, or even thousands, of sentences per day.
- Tatoeba günde yüzlerce, hatta binlerce cümle oranında büyür.
- It continues to grow.
- Büyümeyi sürdürüyor.
- Her hair grew back.
- Saçı geri büyüdü.
- Cacao can only grow within about 20° north and south of the equator.
- Kakao sadece ekvatorun yaklaşık 20 ° kuzey ve güneyi içinde büyüyebilir.
- He became more obstinate as he grew older.
- Büyüdükçe daha inatçı oldu.
- Tom's embarrassment grew.
- Tom'un utancı büyüdü.
- My, how you've grown!
- Vay, nasıl da büyümüşsün!
- The Japanese economy grew by 4% last year.
- Japon ekonomisi geçen yıl %4 büyüdü.
- Tom's business grew rapidly.
- Tom'un işi hızla büyüdü.
- His business is growing rapidly.
- İşleri hızla büyüyor.
- I've grown two inches this summer.
- Bu yaz iki inç büyüdüm.
- I would have liked to have been able to see him grow.
- Onun büyüdüğünü görebilmeyi isterdim.
- The puppy grew larger and larger every day.
- Yavru köpek her geçen gün daha da büyüdü.
- Opposition to the embargo was growing.
- Ambargoya karşı muhalefet büyüyordu.
- Their son grew bigger.
- Onların oğlu büyüdü.
- Lemons grow on lemon trees and oranges on orange trees.
- Limonlar limon ağaçlarında ve portakallar portakal ağaçlarında büyürler.
- Our international sales continue to grow, bringing the name of Toyo Computer into businesses world-wide.
- Uluslararası satışlarımız Toyo Computer adını dünya çapında kuruluşlara taşıyarak büyümeye devam ediyor.
- Plants grow towards sunlight.
- Bitkiler güneş ışığına doğru büyür.
- The economy is growing fast.
- Ekonomi hızla büyüyor.
- The nation was growing.
- Ulus büyüyordu.
- The grass was growing so quickly, it had to be cut every week.
- Çimler o kadar hızlı büyüyordu ki, her hafta kesilmesi gerekiyordu.
- At this second lie, his nose grew a few more inches.
- Bu ikinci yalanla burnu birkaç santim daha büyüdü.
- Industry was growing quickly.
- Endüstri hızla büyüyordu.
- The company is growing fast.
- Şirket hızlı büyüyor.
- My hair is growing back.
- Saçım geri büyüyor.
- It grew larger and larger.
- O, gittikçe büyüdü.
- Talking to your plants doesn't help them grow faster.
- Bitkilerinizle konuşmak onların daha hızlı büyümesine yardımcı olmaz.
- It grew larger and larger.
- Büyüdükçe büyüdü.
- He grew larger and larger.
- O gittikçe büyüdü.
- The crowd grew larger minute by minute.
- Kalabalık her geçen dakika daha da büyüyordu.
- It's doubtful that anything will grow here.
- Burada bir şeyin büyüyeceği şüpheli.
- Plants need sunlight to grow.
- Bitkiler büyümek için güneş ışığına ihtiyaç duyar.
- His business is growing rapidly.
- İşi hızlıca büyüyor.
- Opposition to the embargo was growing.
- Ambargoya muhalefet büyüyordu.
- You're still growing.
- Hâlâ büyüyorsun.
- Our international sales continue to grow, bringing the name of Toyo Computer into businesses world-wide.
- Uluslararası satışlarımız Toyo Computer'ın adını işletmelere dünya çapında taşıyarak büyümeye devam ediyor.
- A boy's appetite grows very fast.
- Bir çocuğun iştahı çok hızlı büyür.
- The tree is able to grow.
- Ağaç büyüyebilir.
- A small village grew into a large city.
- Küçük bir köy büyüyerek büyük bir şehre dönüştü.
- Plants can't grow without air.
- Bitkiler hava olmadan büyüyemez.
- Plants grow quickly after rain.
- Bitkiler yağmurdan sonra çabuk büyür.
- Plants can't grow without water.
- Bitkiler su olmadan büyüyemez.
Show More (213)
|
2 |
grow |
yetiştirmek |
v. |
|
- Moreover, the retention of a 50% coupled premium will provide sufficient economic incentive to grow starch potatoes.
- Ayrıca, %50'lik bir prim oranının korunması, nişasta patatesi yetiştirmek için yeterli ekonomik teşviki sağlayacaktır.
- Farmers in the European Union also want to grow many varied types of crops.
- Avrupa Birliği'ndeki çiftçiler de çok çeşitli türlerde ürün yetiştirmek istiyor.
- Of course, in a drought, the farmers cannot grow alternative crops.
- Tabii ki kuraklık durumunda çiftçiler alternatif ürünler yetiştiremezler.
- Of course in a drought the farmers cannot grow alternative crops.
- Tabii ki kuraklık durumunda çiftçiler alternatif ürünler yetiştiremezler.
- A number of developing countries grow sugar cane for sugar production.
- Gelişmekte olan bazı ülkeler şeker üretimi için şeker kamışı yetiştirmektedir.
- We have a duty towards the people who earn a living from growing tobacco and we must offer them reasonable alternatives.
- Tütün yetiştirerek geçimini sağlayan insanlara karşı bir görevimiz var ve onlara makul alternatifler sunmalıyız.
- Not sufficient research is being done on the growing of tropical hardwoods.
- Tropikal sert ağaçların yetiştirilmesi konusunda yeterli araştırma yapılmamaktadır.
- Genetically modified crops are currently being grown on over 50 million hectares of land around the world.
- Genetiği değiştirilmiş ürünler şu anda dünya çapında 50 milyon hektardan fazla arazide yetiştiriliyor.
- Last year, about 60 million hectares outside Europe were growing genetically improved crops.
- Geçen yıl Avrupa dışında yaklaşık 60 milyon hektar alanda genetik olarak geliştirilmiş ürünler yetiştiriliyordu.
- Tobacco is grown on small family plots in regions classed amongst the poorest in Europe.
- Tütün, Avrupa'nın en yoksulları arasında sınıflandırılan bölgelerde küçük aile arazilerinde yetiştirilmektedir.
- Today, they grow enough food for their huge populations and have surplus for exports.
- Bugün, devasa nüfuslarına yetecek kadar gıda yetiştiriyorlar ve ihracat için fazlalıkları var.
- Of course in a drought the farmers cannot grow alternative crops.
- Tabii ki kuraklıkta çiftçiler alternatif ürün yetiştiremezler.
- One hundred and fifty Ugandan shillings are what a grower gets for a kilo of the coffee he grows.
- Bir üreticinin yetiştirdiği kahvenin bir kilosu için aldığı para yüz elli Uganda şilinidir.
- The only thing they know they can do is to grow more food.
- Yapabileceklerini bildikleri tek şey daha fazla gıda yetiştirmek.
- We need to teach them to grow their own food, create their own employment and sustain their own economies.
- Onlara kendi yiyeceklerini yetiştirmeyi, kendi istihdamlarını yaratmayı ve kendi ekonomilerini sürdürmeyi öğretmeliyiz.
- Moreover, the retention of a 50% coupled premium will provide sufficient economic incentive to grow starch potatoes.
- Ayrıca %50'lik bir prim oranının korunması, nişasta patatesi yetiştirmek için yeterli ekonomik teşviki sağlayacaktır.
- In 2001, 5.5 million farmers in 13 countries grew an estimated 52.6 million acres with GM crops.
- 2001 yılında, 13 ülkede 5.5 milyon çiftçi tahmini olarak 52.6 milyon dönüm alanda GD ürün yetiştirmiştir.
- Today, lemon balm is grown all over the world.
- Günümüzde melisa otu dünyanın her yerinde yetiştirilmektedir.
- You should grow your own food.
- Kendi yemeğini kendin yetiştirmelisin.
- They grow oranges in California.
- Onlar Kaliforniya'da portakal yetiştirirler.
- Tom only eats vegetables that he grows himself.
- Tom sadece kendi yetiştirdiği sebzeleri yer.
- In the big orchard, they grow citrus fruits that are juicy and rich in vitamins.
- Büyük meyve bahçesinde sulu ve vitamin açısından zengin turunçgiller yetiştiriyorlar.
- Do you grow rice, too?
- Sen de pirinç yetiştiriyor musun?
- I grow tomatoes.
- Domates yetiştiriyorum.
- I grow tomatoes.
- Ben domates yetiştiririm.
- Tom is going to try to grow strawberries.
- Tom çilek yetiştirmeye çalışacak.
- Tom sells most of the vegetables that he grows.
- Tom yetiştirdiği sebzelerin çoğunu satıyor.
- I grew these carrots myself.
- Bu havuçları kendim yetiştirdim.
- It's difficult to grow food here.
- Burada yiyecek yetiştirmek zor.
- Radishes aren't difficult to grow.
- Turp yetiştirmek zor değildir.
- Many farmers in Hokkaido grow potatoes.
- Hokkaido'da birçok çiftçi patates yetiştirir.
- They grow oranges in California.
- Kaliforniya'da portakal yetiştiriyorlar.
- Many farmers in Hokkaido grow potatoes.
- Hokkaido'daki birçok çiftçi patates yetiştirir.
- Sami wanted to go to Costa Rica and grow bananas.
- Sami, Kosta Rika'ya gidip muz yetiştirmek istiyordu.
- Tom says he's never grown corn.
- Tom hiç mısır yetiştirmediğini söylüyor.
- Tom is going to try to grow strawberries.
- Tom çilek yetiştirmeyi deneyecek.
- He grows tomatoes in his garden.
- Bahçesinde domates yetiştiriyor.
- Open-air markets sell food grown on local farms.
- Açık hava pazarlarında yerel çiftliklerde yetiştirilen yiyecekler satılır.
- What kinds of plants are you growing in your garden?
- Bahçende ne tür bitkiler yetiştiriyorsun?
- She grew roses.
- Gül yetiştirdi.
- He grew a variety of crops.
- Çeşitli ürünler yetiştirdi.
- The girls grew tomatoes in the window.
- Kızlar pencerede domates yetiştirirler.
- Tom grew roses in his backyard.
- Tom arka bahçesinde gül yetiştiriyordu.
- Tom decided to grow corn this year.
- Tom bu yıl mısır yetiştirmeye karar verdi.
- He grows tomatoes in his garden.
- O, bahçesinde domates yetiştirir.
- The melons they grow in this area taste very good.
- Bu bölgede yetiştirilen kavunların tadı çok güzel.
- Tom grows tomatoes and lettuce in his garden.
- Tom bahçesinde domates ve marul yetiştirir.
- We grow grapes, corn and fruit trees.
- Üzüm, mısır ve meyve ağaçları yetiştiriyoruz.
- What do you grow on your farm?
- Çiftliğinizde ne yetiştiriyorsunuz?
- Tom sells most of the vegetables that he grows.
- Tom yetiştirdiği sebzelerin çoğunu satar.
- Tom grows tomatoes, cucumbers and lettuce.
- Tom domates, salatalık ve marul yetiştirir.
- They grow strawberries in their greenhouse.
- Seralarında çilek yetiştiriyorlar.
- Rice is grown in many parts of the world.
- Pirinç Dünyanın birçok yerinde yetişir.
- We grow a variety of crops.
- Çeşitli ürünler yetiştiriyoruz.
- Most of the world's cotton is grown in China, India, the United States, and Pakistan.
- Dünyadaki pamuğun çoğu Çin, Hindistan, Amerika Birleşik Devletleri ve Pakistan'da yetiştirilmektedir.
- We grow wheat here.
- Biz burada buğday yetiştiririz.
- Tom grows rice.
- Tom pirinç yetiştiriyor.
- I'm going to grow wheat there.
- Orada buğday yetiştireceğim.
- Sami wanted to go to Costa Rica and grow bananas.
- Sami, Kosta Rika'ya gitmek ve muz yetiştirmek istiyordu.
- How many kinds of vegetables do you grow in your garden?
- Bahçende kaç çeşit sebze yetiştirirsin?
- Rice is grown in rainy regions.
- Pirinç yağışlı bölgelerde yetiştirilir.
- Tom grows strawberries in his garden.
- Tom bahçesinde çilek yetiştirir.
- Tea is widely grown in India.
- Çay Hindistan'da yaygın olarak yetiştirilir.
- I grow rice.
- Pirinç yetiştiriyorum.
- Rice is grown in rainy regions.
- Pirinç yağmurlu bölgelerde yetiştirilir.
- She grows her own vegetables.
- O, kendi sebzelerini yetiştirir.
- How many kinds of vegetables do you grow in your garden?
- Bahçenizde kaç çeşit sebze yetiştiriyorsunuz?
- My aunt grows tomatoes in her garden.
- Teyzem bahçesinde domates yetiştirir.
- Tom says he's going to grow more vegetables this year.
- Tom bu yıl daha fazla sebze yetiştireceğini söylüyor.
- Tom grows strawberries in his garden.
- Tom bahçesinde çilek yetiştiriyor.
- Tom has grown wheat for many years.
- Tom uzun yıllar buğday yetiştirdi.
- Tom grows tomatoes in his garden.
- Tom bahçesinde domates yetiştirir.
- In Thailand it has already become too dry to grow rice in some parts of the country.
- Tayland'da, ülkenin bazı kısımları, şimdiden pirinç yetiştirilemeyecek kadar kurak hale geldi.
- I remember when we used to never eat vegetables that we didn't grow ourselves.
- Kendi yetiştirmediğimiz sebzeleri asla yemediğimiz zamanları hatırlıyorum.
- I only eat vegetables that I grow myself.
- Sadece kendi yetiştirdiğim sebzeleri yerim.
- He grows rice.
- O pirinç yetiştirir.
- Tom grows tomatoes and lettuce in his garden.
- Tom bahçesinde domates ve marul yetiştiriyor.
- The melons they grow in this area taste very good.
- Bu bölgede yetiştirdikleri kavunların tadı çok güzel.
- They grow melons under glass.
- Onlar serada kavun yetiştiriyorlar.
- Tom grows all the vegetables he eats.
- Tom yediği tüm sebzeleri yetiştirir.
- We grow wheat here.
- Burada buğday yetiştiriyoruz.
- She grows her own vegetables.
- Kendi sebzelerini yetiştiriyor.
- The farm grows potatoes.
- Çiftlikte patates yetiştiriliyor.
- Tom doesn't eat anything except the vegetables that he grows himself.
- Tom kendi yetiştirdiği sebzeler dışında hiçbir şey yemiyor.
- Tom grows tomatoes in his garden.
- Tom bahçesinde domates yetiştiriyor.
- This year I think I'll grow corn instead of potatoes.
- Bu yıl patates yerine mısır yetiştirmeyi düşünüyorum.
- It's an easy plant to grow.
- Yetiştirmesi kolay bir bitki.
- She grows tomatoes in her garden.
- Bahçesinde domates yetiştirir.
- She grows tomatoes in her garden.
- Bahçesinde domates yetiştiriyor.
- Tom grows all the vegetables he eats.
- Tom yediği tüm sebzeleri yetiştiriyor.
- I grew tomatoes last year and they were very good.
- Geçen yıl domates yetiştirdim ve onlar çok iyiydi.
- Where did you grow them?
- Nerede yetiştirdiniz?
- Tom grows tomatoes, cucumbers and lettuce.
- Tom domates, salatalık ve marul yetiştiriyor.
- My aunt grows tomatoes in her garden.
- Teyzem bahçesinde domates yetiştiriyor.
- Sami wanted to go to Costa Rica and grow bananas.
- Sami Kosta Rika'ya gidip muz yetiştirmek istiyordu.
- Tom and Mary grow leaf lettuce in their garden.
- Tom ve Mary bahçelerinde marul yetiştiriyorlar.
- They grow strawberries in their greenhouse.
- Onlar serada çilek yetiştirir.
- I remember when we used to never eat vegetables that we didn't grow ourselves.
- Ben bizim yetiştirmediğimiz sebzeleri asla yemediğimizi hatırlıyorum.
- Do you grow pumpkins?
- Kabak yetiştiriyor musun?
- In the big orchard, they grow citrus fruits that are juicy and rich in vitamins.
- Büyük bahçede, onlar sulu ve vitamin açısından zengin olan turunçgiller yetiştiriyorlar.
- We grow grapes, corn and fruit trees.
- Biz üzüm, mısır ve meyve ağaçları yetiştiririz.
- I grew roses.
- Gül yetiştirdim.
- It's difficult to grow anything in this soil.
- Bu toprakta herhangi bir şeyi yetiştirmek zordur.
- If farmers don't make a decent living growing peanuts, they will try growing other crops.
- Eğer çiftçiler yer fıstığı yetiştirerek iyi bir yaşam süremezlerse, başka ürünler yetiştirmeyi deneyeceklerdir.
- Do you grow pumpkins?
- Balkabağı yetiştiriyor musun?
- Tom says he's going to grow more vegetables this year.
- Tom bu sene daha fazla sebze yetiştireceğini söylüyor.
- He grows rice.
- Pirinç yetiştiriyor.
- It's difficult to grow anything in this soil.
- Bu toprakta bir şey yetiştirmek zor.
- Rice is grown in many parts of the world.
- Pirinç dünyanın birçok yerinde yetiştirilmektedir.
- We are growing lilacs in our garden.
- Bahçemizde leylak yetiştiriyoruz.
- Do you grow rice, too?
- Sen de pirinç yetiştirir misin?
- A lot of sugar cane is grown in Cuba.
- Küba'da çok şeker kamışı yetiştirilir.
- Tom grows his own vegetables.
- Tom kendi sebzelerini yetiştiriyor.
- She grew roses.
- O güller yetiştirdi.
- Most of the world's cotton is grown in China, India, the United States, and Pakistan.
- Dünyanın pamuğunun çoğu Çin, Hindistan, Amerika Birleşik Devletleri ve Pakistan'da yetiştirilir.
- You should grow your own food.
- Kendi yiyeceğini yetiştirmelisin.
- The girls grew tomatoes in the window.
- Kızlar pencerede domates yetiştirirdi.
- My father grows rice.
- Babam pirinç yetiştirir.
- She grows many kinds of flowers.
- Birçok çeşit çiçek yetiştiriyor.
- Tom grew roses.
- Tom gül yetiştirdi.
- He grew potatoes in his garden.
- Bahçesinde patates yetiştirdi.
Show More (118)
|
3 |
grow |
artmak |
v. |
|
- The sickness rate in the contaminated areas has grown dramatically.
- Kirlenmiş bölgelerdeki hastalık oranı dramatik bir şekilde artmıştır.
- It is believed in the European Union that the need for energy grows at a rate of 1% a year.
- Avrupa Birliği'nde enerji ihtiyacının yılda %1 oranında arttığına inanılmaktadır.
- Exports of industrial products to the Community and eastern Europe, above all Russia, have been growing fast.
- Topluluğa ve doğu Avrupa'ya, özellikle de Rusya'ya sanayi ürünleri ihracatı hızla artmaktadır.
- Public expectations of this EU of ours, of this community of solidarity, have grown and will carry on growing.
- Kamuoyunun bu AB'den, bu dayanışma topluluğundan beklentileri artmıştır ve artmaya devam edecektir.
- Concern about the population of Aceh should be growing for several reasons.
- Açe nüfusuna ilişkin endişeler çeşitli nedenlerle artıyor olmalı.
- Since 1999 the revenues of European television companies have grown by an average of 46.3%.
- 1999 yılından bu yana Avrupalı televizyon şirketlerinin gelirleri ortalama %46,3 oranında artmıştır.
- The technology is controversial and our knowledge of the field is growing rapidly.
- Teknoloji tartışmalı ve bu alandaki bilgilerimiz hızla artıyor.
- The indignation is growing by the hour.
- Öfke her geçen saat artıyor.
- The volume of financial investment is currently growing rapidly.
- Finansal yatırım hacmi şu anda hızla artıyor.
- This floating, unchecked population is growing every year and adding to other sources of clandestine immigration.
- Bu yüzen, kontrolsüz nüfus her yıl artmakta ve diğer gizli göç kaynaklarına eklenmektedir.
- The public will be able to touch the euro and that is why confidence in the euro will grow from that moment on.
- Halk avroya dokunabilecek ve bu nedenle o andan itibaren avroya olan güven artacaktır.
- Natural gas is also growing in importance.
- Doğal gazın da önemi giderek artmaktadır.
- Since the end of the last century, the world population has grown fourfold, from one and a half billion to six billion.
- Geçen yüzyılın sonundan bu yana dünya nüfusu dört kat artarak bir buçuk milyardan altı milyara ulaşmıştır.
- First of all, it is worth noting the growing number of countries choosing to ratify the court.
- Her şeyden önce, mahkemeyi onaylamayı tercih eden ülkelerin sayısının arttığını belirtmek gerekir.
- It has already been mentioned here that the need for information is growing.
- Burada bilgiye olan ihtiyacın arttığından daha önce bahsedilmişti.
- Otherwise, confidence in e-trade will not grow.
- Aksi takdirde e-ticarete olan güven artmayacaktır.
- The technology is controversial and our knowledge of the field is growing rapidly.
- Bu teknoloji tartışmalıdır ve bu alandaki bilgilerimiz hızla artmaktadır.
- In other words, freight traffic, especially transit freight traffic, is growing massively.
- Başka bir deyişle, yük trafiği, özellikle de transit yük trafiği büyük ölçüde artıyor.
- Resistance is growing both on the streets and in the negotiating chambers.
- Direniş hem sokaklarda hem de müzakere odalarında artıyor.
- This suggests that European cooperation, both internally and externally, is growing up fast.
- Bu da Avrupa'nın hem içeride hem de dışarıda işbirliğinin hızla arttığını göstermektedir.
- On the other hand, regional differences have also grown.
- Öte yandan bölgesel farklılıklar da artmıştır.
- Forces of progress who want to see a less cruel form of Islamic society exist and they are growing in numbers.
- Daha az zalim bir İslam toplumu görmek isteyen ilerleme güçleri mevcuttur ve sayıları giderek artmaktadır.
- No wonder public concern continues to grow.
- Kamuoyunun endişelerinin artmaya devam etmesine şaşmamalı.
- I fear that the ignorance and nationalism of many of the people involved will only grow.
- Korkarım ki ilgili birçok kişinin cehaleti ve milliyetçiliği daha da artacak.
- The gap between the United States of America and us is growing all the time.
- Amerika Birleşik Devletleri ile aramızdaki uçurum her geçen gün artıyor.
- Since 1990, research and development expenditure in the US has grown at a dramatic rate.
- ABD'de araştırma ve geliştirme harcamaları 1990'dan bu yana çarpıcı bir oranda artmıştır.
- Whilst the EU's obligations and global needs are growing, the finances are not.
- AB'nin yükümlülükleri ve küresel ihtiyaçları artarken, finansmanı artmıyor.
- Besides, we see that the influencer marketing budgets will also grow.
- Ayrıca influencer pazarlama bütçelerinin de artacağını görüyoruz.
- People's life expectancy grows every year.
- İnsanların yaşam beklentisi her yıl artıyor.
- Electric vehicles are growing in popularity.
- Elektrikli araçların popülaritesi artıyor.
- The world's population is growing from year to year.
- Dünyanın nüfusu yıldan yıla artıyor.
- The rate of growth is growing exponentially.
- Büyüme oranı katlanarak artıyor.
- Pineapple production in Minas Gerais grew a lot.
- Minas Gerais'te ananas üretimi çok arttı.
- Interest in German is growing, particularly in China, India and Brazil.
- Almancaya olan ilgi artıyor, özellikle Çin, Hindistan ve Brezilya'da.
- Our population is growing exponentially.
- Nüfusumuz katlanarak artıyor.
- The noise was growing louder.
- Gürültü gittikçe artıyordu.
- She has grown stronger.
- Gücü arttı.
- Electric vehicles are growing in popularity.
- Elektrikli araçların popülaritesi artmaktadır.
- The national debt is growing.
- Ulusal borç artıyor.
- Their sales are growing.
- Satışları artıyor.
- In the 19th century, the number of immigrants grew rapidly.
- Göçmen sayısı 19.yy'da hızla arttı.
- Tom's popularity is growing.
- Tom'un popülaritesi artıyor.
- He has grown in strength.
- Gücü arttı.
- Tom has grown in strength.
- Tom'un gücü arttı.
- The howls grew louder and louder.
- Ulumalar gitgide arttı.
- The number of members will grow quickly.
- Üye sayısı hızla artacak.
- Tatoeba's popularity has been growing exponentially since the day of its inception.
- Tatoeba'nın popülaritesi kurulduğu günden bu yana katlanarak artıyor.
- Sales will continue to grow.
- Satışlar artmaya devam edecek.
- The world's population is growing from year to year.
- Dünya nüfusu yıldan yıla artıyor.
- Their sales are growing.
- Onların satışları artıyor.
- Revenues are growing, but not as fast as costs.
- Gelirler artıyor ama maliyetler kadar hızlı değil.
- In the 19th century, the number of immigrants grew rapidly.
- 19. yüzyılda göçmenlerin sayısı hızla arttı.
- Tensions between the US and Russia are growing.
- ABD ve Rusya arasındaki gerilim artıyor.
- The pressure for tax reform is growing.
- Vergi reformu için baskı artıyor.
- Sweden's population is growing.
- İsveç'in nüfusu artıyor.
- I felt the tension grow between us.
- Aramızdaki gerginliğin arttığını hissettim.
- Tom's confusion grew.
- Tom'un kafa karışıklığı arttı.
- Revenues are growing, but not as fast as costs.
- Gelirler artıyor, ancak masraflar kadar hızlı değil.
Show More (55)
|
4 |
grow |
yetişmek |
v. |
|
- Money doesn't grow on trees, you know.
- Para ağaçta yetişmiyor, biliyorsun.
- Beautiful poppies were growing beside the road.
- Yolun kenarında güzel gelincikler yetişiyordu.
- What'll grow in this soil?
- Bu toprakta ne yetişecek?
- Grass doesn't grow here.
- Burada ot yetişmez.
- There are people who think pineapples grow underground.
- Ananasın yeraltında yetiştiğini düşünen insanlar var.
- Bamboo is growing in the yard.
- Bahçede bambu yetişiyor.
- Cacao can only grow within about 20° north and south of the equator.
- Kakao sadece ekvatorun yaklaşık 20° kuzey ve güneyinde yetişebilir.
- Bamboo grows in the garden.
- Bahçede bambu yetişiyor.
- Grapes grow in bunches.
- Üzümler, salkımla yetişir.
- Wood doesn't grow on trees.
- Ağaçta odun yetişmez.
- These flowers grow in warm countries.
- Bu çiçekler sıcak ülkelerde yetişir.
- This kind of rose grows wild.
- Bu gül çeşidi, yabani olarak yetişir.
- There are people who think pineapples grow underground.
- Ananasın toprak altında yetiştiğini düşünen insanlar var.
- Hydrangea grows in their garden.
- Bahçelerinde ortanca yetişiyor.
- Flowers grow in warm countries.
- Çiçekler sıcak ülkelerde yetişirler.
- It's an easy plant to grow.
- Bu yetişmesi kolay bir bitki.
- There's bamboo growing in the garden.
- Bahçede bambu yetişiyor.
- Tom didn't know apple trees grow from seeds.
- Tom elma ağaçlarının tohumdan yetiştiğini bilmiyordu.
- Barley and wheat grow in the fields around the village.
- Köyün etrafındaki tarlalarda arpa ve buğday yetişir.
- There are no flowers growing on Mars.
- Mars'ta hiç çiçek yetişmez.
- Money doesn't grow on trees.
- Para ağaçlarda yetişmez.
- This kind of plant grows only in the tropical regions.
- Bu tür bitkiler sadece tropikal bölgelerde yetişir.
- New plants grow in the garden in spring.
- İlkbaharda bahçede yeni bitkiler yetişir.
- Wood doesn't grow on trees.
- Ahşap ağaçlarda yetişmiyor.
- Lots of low trees grow on the hill.
- Tepede çok sayıda bodur ağaç yetişiyor.
- Nothing grew there besides wild lavender.
- Orada yabani lavantadan başka bir şey yetişmiyordu.
- Rice grows in warm climates.
- Pirinç sıcak iklimlerde yetişir.
- A lot of trees grow in the countryside.
- Birçok ağaç kırsal kesimde yetişir.
- Flowers grow in warm countries.
- Çiçekler sıcak ülkelerde yetişir.
- Ferns won't grow in such a dry place.
- Eğrelti otları böyle kuru bir yerde yetişmez.
- At the foot of the palm tree there grows a palm seedling.
- Bir palmiye ağacının dibinde palmiye fidesi yetişir.
- Here's a tomato, that grew while listening to Mozart.
- İşte Mozart dinlerken yetişen bir domates.
- This kind of rose grows wild.
- Bu tür güller yabani olarak yetişir.
- Money doesn't grow on trees.
- Para ağaçta yetişmiyor.
- Money doesn't grow on trees.
- Para ağaçta yetişmez.
- Plants don't grow in this soil.
- Bu toprakta bitki yetişmez.
- Ferns won't grow in such a dry place.
- Eğrelti otları bu kadar kuru bir yerde yetişmez.
- Grapes grow on vines.
- Üzümler asmalarda yetişir.
- No plant can grow in this climate.
- Bu iklimde hiçbir bitki yetişemez.
- Nothing seems to grow in this soil.
- Bu toprakta bir şey yetişmez gibi görünüyor.
- Oranges grow in warm countries.
- Portakal sıcak ülkelerde yetişir.
- Did you know that spaghetti grows on spaghetti trees?
- Spagettinin spagetti ağaçlarında yetiştiğini biliyor muydun?
- Grapes grow on vines.
- Üzüm asmada yetişir.
- A lot of trees grow in the countryside.
- Kırsalda bir sürü ağaç yetişiyor.
- It's doubtful that anything will grow here.
- Burada bir şey yetişeceği şüpheli.
- Lemons grow on lemon trees and oranges on orange trees.
- Limonlar limon ağaçlarında, portakallar da portakal ağaçlarında yetişir.
- Apples grow on trees.
- Elmalar ağaçta yetişir.
- There are no flowers growing on Mars.
- Mars'ta yetişen hiçbir çiçek yoktur.
- Without a cowherd, the cows wandered in a field where wheat was growing.
- İnekler çobansız, buğday yetişen bir tarlada dolaşıyorlardı.
- Money doesn't grow on trees, you know.
- Para ağaçta yetişmiyor, biliyorsunuz.
- Oranges grow in warm countries.
- Portakallar sıcak ülkelerde yetişirler.
- This kind of plant grows only in the tropical regions.
- Bu tür bitki sadece tropik bölgelerde yetişir.
- Money does not grow on trees.
- Para ağaçlarda yetişmez.
- I didn't know apple trees grow from seeds.
- Elma ağaçlarının tohumdan yetiştiğini bilmiyordum.
- I didn't know apple trees grow from seeds.
- Elma ağaçlarının tohumdan yetiştiklerini bilmiyordum.
- Nothing seems to grow in this soil.
- Bu toprakta hiçbir şey yetişmiyor gibi görünüyor.
- Did you know that spaghetti grows on spaghetti trees?
- Spagettinin spagetti ağaçlarında yetiştiğini biliyor muydunuz?
Show More (54)
|
5 |
grow |
olmak |
v. |
|
- Laeken also asked the European Union to grow closer to its citizens.
- Laeken ayrıca Avrupa Birliği'nden vatandaşlarına daha yakın olmasını istedi.
- The transport sector's demand for energy will continue to grow.
- Taşımacılık sektörünün enerjiye olan talebi artmaya devam edecektir.
- The boy grew up to be a famous scientist.
- Çocuk ünlü bir bilim adamı oldu.
- His daughter grew to be a beautiful woman.
- Kızı güzel bir kadın oldu.
- The older he grew, the more attractive he became.
- Ne kadar yaşlandıysa, o kadar çekici oldu.
- He grew up to be a famous musician in later years.
- Yıllar sonra iyi bir müzisyen oldu.
- The older he grew, the more modest he became.
- Yaşlandıkça, daha alçak gönüllü oldu.
- The rich grow richer and the poor grow poorer.
- Zenginler daha zengin; fakirler ise daha fakir oluyor.
- Jane grew taller than her mother.
- Jane'in boyu annesinden daha uzun oldu.
- He grew up to be a fine youth.
- O iyi bir genç oldu.
- He grew up to be a college football player.
- O bir üniversite futbol oyuncusu oldu.
- The older we grow, the less we dream.
- Yaşlandıkça daha az hayal kurar oluyoruz.
- He grew up to be a very reliable man.
- Çok güvenilir bir adam oldu.
- He grew up to be a doctor.
- O bir doktor oldu.
- He grew up to be an engineer.
- O bir mühendis oldu.
- Jackson's eyes grew as cold as ice.
- Jackson'ın gözleri buz gibi olmuştu.
- The older we grow, the more forgetful we become.
- Ne kadar yaşlanırsak o kadar unutkan oluruz.
- He grew up to be a great person.
- O, büyük bir insan oldu.
- He soon grows tired of a thing regardless of how much he liked it to begin with.
- Başta ne kadar sevmiş olursa olsun, bir şeyden kısa sürede bıkar.
- He grew up to be a great scientist.
- Büyük bir bilim adamı oldu.
- The bigger a city grows, the dirtier the air and water become.
- Bir şehir ne kadar büyürse hava ve su o kadar kirli olur.
- Hanako grew taller than her mother.
- Hanako annesinden daha uzun oldu.
Show More (19)
|
6 |
grow |
uzatmak |
v. |
|
- I grew a mustache.
- Ben bıyık uzattım.
- She authorizes her children to grow their hair long.
- O çocuklarına saçlarını uzatmaları için izin veriyor.
- Tom has decided to grow sideburns.
- Tom favorilerini uzatmaya karar verdi.
- I grew a beard over the summer.
- Yaz boyunca sakalımı uzattım.
- Growing this thick mustache has taken me quite a while.
- Bu kalın bıyığı uzatmak uzun zamanımı aldı.
- He grew his beard and hair in order to look old.
- O, yaşlı görünmek için sakalını ve saçını uzattı.
- He grows a mustache.
- O bıyık uzatıyor.
- If you'd grow a beard, you'd look a lot like Tom.
- Sakal uzatırsan Tom'a çok benzersin.
- She authorizes her children to grow their hair long.
- Çocuklarına saçlarını uzatmaları için izin veriyor.
- Tom grew a mustache.
- Tom bıyık uzattı.
- Tom grew his sideburns back.
- Tom favorilerini tekrar uzattı.
- He grew a beard while he was on holiday.
- O, tatildeyken sakal uzattı.
- Why don't you grow a beard?
- Neden sakal uzatmıyorsun?
- Tom decided to grow sideburns.
- Tom favorilerini uzatmaya karar verdi.
- Tom grew his beard so he'd look older.
- Tom daha yaşlı görünmek için sakalını uzattı.
- Tom is growing a beard.
- Tom sakal uzatıyor.
- He grew a beard to look more mature.
- Daha olgun görünmek için sakal uzattı.
- He grew his beard and hair in order to look old.
- Yaşlı görünmek için saçını ve sakalını uzattı.
- He thought of growing a beard but gave that up.
- O sakal uzatmayı düşündü ama vazgeçti.
Show More (16)
|
7 |
grow |
bırakmak |
v. |
|
- Mary asked her husband to grow a mustache like Tom's.
- Mary kocasından Tom'unki gibi bıyık bırakmasını istedi.
- He grows a mustache.
- Bıyık bırakmış.
- I want to grow a mustache.
- Bıyık bırakmak istiyorum.
- Tom is growing a mustache.
- Tom bıyık bırakıyor.
- Maybe I should grow a beard.
- Sakal mı bıraksam acaba?
- Tom grew a mustache.
- Tom bıyık bıraktı.
- I can't grow a mustache yet.
- Henüz bıyık bırakamıyorum.
- Tom grew a beard and mustache.
- Tom sakal ve bıyık bıraktı.
- Tom can't grow a mustache yet.
- Tom henüz bıyık bırakamıyor.
- I couldn't grow a mustache yet.
- Henüz bıyık bırakamadım.
- I grew a mustache.
- Bıyık bıraktım.
- Tom grew a beard and mustache.
- Tom sakal ve bıyık bırakmış.
- He is growing a mustache.
- Bıyık bırakıyor.
- Are you trying to grow a beard?
- Sakal mı bırakmaya çalışıyorsun?
- Tom grew a long beard.
- Tom uzun bir sakal bıraktı.
- Are you growing a beard?
- Sakal mı bırakıyorsun?
Show More (13)
|
8 |
grow |
çıkmak |
v. |
|
- Research expenditure is also permitted to grow next year to EUR 4.8 billion.
- Araştırma harcamalarının da önümüzdeki yıl 4.8 milyar Euro'ya çıkmasına izin verilmektedir.
- Multilingualism will increase in Parliament, as the number of official languages will grow from 11 to 20.
- Resmi dillerin sayısı 11'den 20'ye çıkacağı için Parlamento'da çok dillilik artacaktır.
- They are expected to grow to more than EUR 7 000 billion by 2010.
- Bunların 2010 yılına kadar 7.000 milyar Euro'nun üzerine çıkması beklenmektedir.
- Multilingualism will increase in Parliament, as the number of official languages will grow from 11 to 20.
- Resmi dillerin sayısı 11'den 20'ye çıkacağı için Parlamentoda çok dillilik artacaktır.
- Then they started to grow fangs and their eyes became green.
- Daha sonra sivri dişleri çıkmaya başladı ve gözleri yeşil oldu.
- Then they started to grow fangs and their eyes became green.
- Sonra sivri dişleri çıkmaya başladı ve gözleri yeşile döndü.
- Then they started to grow fangs and their eyes became green.
- Sonra sivri dişleri çıktı ortaya ve gözleri yeşile döndü.
- My hair is growing back.
- Saçım tekrar çıkıyor.
- Your hair will grow back.
- Saçın yine çıkacak.
- Your hair will never grow back.
- Saçın bir daha hiç çıkmayacak.
- On his nose grew a small pimple.
- Burnunda küçük bir sivilce çıktı.
Show More (8)
|
9 |
grow |
büyütmek |
v. |
|
- It is important for many European companies to grow their businesses through revenue secured by patents and licences.
- Birçok Avrupalı şirket için patentler ve lisanslarla güvence altına alınan gelirler yoluyla işlerini büyütmek önemlidir.
- Where did you grow them?
- Onları nerede büyüttün?
- He grew a variety of crops.
- O, çeşitli ekinler büyüttü.
- Growing this thick mustache has taken me quite a while.
- Bu kalın bıyığı büyütmek epey zamanımı aldı.
- Look, they say listening to Mozart makes tomatoes grow.
- Bak, Mozart dinlemek domatesleri büyütür derler.
Show More (2)
|
10 |
grow |
gelişmek |
v. |
|
- Machine learning is growing fast and teaching us a lot.
- Makine öğrenimi hızla gelişiyor ve bize de çok şey öğretiyor.
- Mobile marketing is still a growing platform, and not all companies have recognized it has power.
- Mobil pazarlama hala gelişmekte olan bir platform ve henüz pek çok şirket bu gücün farkında değil.
- Machine learning is growing fast and teaching us a lot.
- Makine öğrenimi hızla gelişiyor ve bize çok şey öğretiyor.
- Trade between the two countries has been steadily growing.
- İki ülke arasındaki ticaret sürekli gelişiyor.
- Tom and I have grown apart.
- Tom ve ben ayrı ayrı geliştik.
Show More (2)
|
11 |
grow |
dönüşmek |
v. |
|
- What guarantees do we have that they will grow into first-class players in the league of the internal market?
- İç pazar liginde birinci sınıf oyunculara dönüşeceklerine dair ne gibi garantilerimiz var?
- A small village grew into a large city.
- Küçük bir köy büyük bir şehre dönüştü.
- By degrees the friendship between him and her grew into love.
- Kadının ve erkeğin arkadaşlığı zamanla aşka dönüştü.
- The insect grew out of a pupa into an imago.
- Böcek bir pupadan bir imagoya dönüştü.
Show More (1)
|
12 |
grow |
ilerlemek |
v. |
|
- He grew up to be a famous musician in later years.
- İlerleyen yıllarda ünlü bir müzisyen oldu.
- As Sami grew older, he became interested in Islam.
- Yaşı ilerledikçe Sami'nin İslam'a olan ilgisi arttı.
- The older we grow, the more forgetful we become.
- Yaşımız ilerledikçe daha unutkan hale geliriz.
Show More (0)
|
13 |
grow |
bitmek |
v. |
|
- Grass doesn't grow here.
- Burada ot bitmez.
Show More (-2)
|