hard - Anglais Turc Phrases
Anglais Turc
hard zor adv., adj.
  • Driving is one of the hardest and most pressurised jobs there is.
  • Araba kullanmak, var olan en zor ve en stresli işlerden biridir.
  • I can only emphasise that these are the really hard nuts that finally need to be cracked.
  • Sadece bunların nihayet kırılması gereken gerçekten zor cevizler olduğunu vurgulayabilirim.
  • Times are hard for Europe and even harder for the wider world.
  • Avrupa için zor, dünya için ise daha da zor bir dönemden geçiyoruz.
Show More (1008)
hard çok adj.
  • Sweden will be hardest hit as Finland and Denmark also have fishing grounds in the Atlantic.
  • Finlandiya ve Danimarka'nın da Atlantik'te balıkçılık alanları bulunduğundan en çok İsveç etkilenecektir.
  • Economic decline hits poor countries hardest.
  • Ekonomik gerileme en çok yoksul ülkeleri vurur.
  • The presidency has worked hard on enlargement.
  • Başkanlık genişleme konusunda çok çalıştı.
Show More (565)
hard sıkı adj.
  • We Greens have campaigned hard for this.
  • Biz Yeşiller bunun için sıkı bir kampanya yürüttük.
  • He worked very hard to ensure that we reached this compromise.
  • Bu uzlaşmaya varabilmemiz için çok sıkı çalıştı.
  • Industry has been lobbying hard, with arguments which are understandable but which I believe cannot be honoured.
  • Endüstri, anlaşılabilir ancak onurlandırılamayacağına inandığım argümanlarla sıkı bir lobi faaliyeti yürütüyor.
Show More (148)
hard sert adj.
  • We also ask you to take a hard economic line against Burma.
  • Ayrıca Burma'ya karşı sert bir ekonomik tavır almanızı istiyoruz.
  • Moreover, the rhetoric is matched with hard support.
  • Ayrıca retorik sert bir destekle eşleştirilmiştir.
  • This is in no way an excuse, but it is a real, hard-core explanation.
  • Bu hiçbir şekilde bir mazeret değildir ancak gerçek, sert bir açıklamadır.
Show More (107)
hard ağır adj.
  • They are undergoing not forced labour, but hard labour.
  • Zorla çalıştırılmıyorlar ama ağır işlerde çalıştırılıyorlar.
  • Indeed, in addition to aviation, there are all kinds of related industries, including tourism, that have been hit hard.
  • Aslında, havacılığın yanı sıra, turizm de dahil olmak üzere her türlü ilgili sektör de ağır darbe almıştır.
  • They often have to do the hard work, give birth to and bring up many children, and are scarcely remunerated for this.
  • Çoğu zaman ağır işler yapmak, çok sayıda çocuk doğurmak ve büyütmek zorunda kalırlar ve bunun için çok az ücret alırlar.
Show More (34)
hard zorlu adv.
  • The months of negotiation ahead of us will be hard work.
  • Önümüzde aylar sürecek müzakereler zorlu geçecek.
  • The hard work is, however, only just beginning, especially for the Commission.
  • Bununla birlikte, özellikle Komisyon için zorlu çalışmalar daha yeni başlıyor.
  • It is still a hard fight to obtain greater transparency and supervision where the EIB is concerned.
  • AYB söz konusu olduğunda daha fazla şeffaflık ve denetim elde etmek için hala zorlu bir mücadele veriliyor.
Show More (30)
hard güç adj.
  • Very hard for me to get up every day.
  • Her gün kalkmak benim için çok güç.
  • At first it's very hard for the kid.
  • İlk başlarda çocuk için çok güç bir durum.
  • It's hard for us to think of a planet as a neighbour.
  • Bizim için bir gezegeni komşu olarak görmek güç.
Show More (21)
hard kötü adj.
  • Sorry, I've had a very hard morning.
  • Özür dilerim, çok kötü bir sabah geçirdim.
  • Dude, I hit my head so hard, it honestly saved my life.
  • Dostum, kafamı öyle kötü vurdum ki gerçekten hayatımı kurtardı.
  • Paramedics said she hit the steering wheel pretty hard.
  • İlkyardım görevlisi direksiyona çok kötü çarptığını söyledi.
Show More (13)
hard şiddetli adj.
  • Pull as hard as you can when I tell you.
  • Sana söylediğimde elinden geldiğince şiddetli çek.
  • It was raining so hard that we had to put off our departure.
  • O kadar şiddetli yağmur yağıyordu ki gidişimizi ertelemek zorunda kaldık.
  • It snowed hard yesterday.
  • Dün şiddetli kar yağdı.
Show More (12)
hard katı adj.
  • This will provide you with the opportunity to shape the hard legislation on animal welfare.
  • Bu size hayvan refahına ilişkin katı mevzuatı şekillendirme fırsatı sağlayacaktır.
  • Don't be too hard on him.
  • Ona karşı bu kadar katı olma.
  • Don't be too hard on them.
  • Onlara karşı bu kadar katı olma.
Show More (4)
hard sert bir şekilde adv.
  • I thought the Commission was going to come down hard on this whole issue.
  • Komisyon'un tüm bu meselenin üzerine sert bir şekilde gideceğini düşünmüştüm.
  • This is also in line with the aspiration for a more transparent government that will crack down hard on corruption.
  • Bu aynı zamanda yolsuzluğun üzerine sert bir şekilde gidecek daha şeffaf bir hükümet arzusuyla da uyumludur.
  • I thought the Commission was going to come down hard on this whole issue.
  • Komisyon'un tüm bu meselenin üzerine sert bir şekilde gideceğini sanıyordum.
Show More (3)
hard acı adj.
  • Is this hard fact not enough to justify a radical rethink of the policies that are currently being pursued?
  • Bu acı gerçek şu anda izlenen politikaların radikal bir şekilde yeniden gözden geçirilmesi için yeterli değil mi?
  • I learned a very hard lesson that day.
  • O gün çok acı bir ders almıştım.
  • I learned a very hard lesson that day.
  • O gün çok acı bir ders aldım.
Show More (2)
hard sertçe adv.
  • Get inside, hit him hard, get out fast.
  • İçeri gir, ona sertçe vur ve hemen dışarı çık.
  • To do this, open your mouth wide and breathe hard.
  • Bunu yapmak için ağzınızı iyice açın ve sertçe nefes alın.
  • The boxer struck his opponent hard.
  • Boksör rakibine sertçe vurdu.
Show More (1)
hard çalışkan adj.
  • Tom is a really hard worker.
  • Tom gerçekten çalışkan bir işçidir.
  • We Chinese are hard workers.
  • Biz Çinliler çalışkanızdır.
  • My brother learned how hard working I am.
  • Erkek kardeşim ne kadar çalışkan olduğumu öğrendi.
Show More (0)
hard sağlam adj.
  • However, what really stands out is the hard core of specific competences.
  • Bununla birlikte, asıl öne çıkan şey, belirli yetkinliklerin sağlam temelleridir.
  • Do you have hard evidence?
  • Elinizde sağlam bir kanıt var mı?
Show More (-1)
hard çetin adj.
  • A couple of years ago we had a very hard winter.
  • Birkaç yıl önce çok çetin bir kış geçirdik.
  • A couple of years ago we had a very hard winter.
  • Birkaç yıl önceydi, çok çetin bir kış yaşamıştık.
Show More (-1)
hard güçlükle adv.
  • She pretended to be hard of hearing.
  • İşitme güçlüğü varmış gibi davrandı.
  • It's hard for me to know who you are anymore.
  • Seni artık tanımakta güçlük çekiyorum.
Show More (-1)
hard dikkatli adj.
  • I also hope we will look very hard at our relationship with the Gulf Cooperation Council in this regard.
  • Ayrıca bu bağlamda Körfez İşbirliği Konseyi ile ilişkilerimize de çok dikkatli bir şekilde bakacağımızı umuyorum.
Show More (-2)
hard zahmetli adj.
  • Some people think trying to read music is hard and difficult.
  • Bazı insanlar müzik okumaya çalışmayı zor ve zahmetli buluyor.
Show More (-2)
hard fena halde adv.
  • Tom fell hard for Mary.
  • Tom, Mary'ye fena halde aşık oldu.
Show More (-2)
hard acımasız adj.
  • I'm really hard on myself.
  • Kendime karşı çok acımasızım.
Show More (-2)