1 |
hardly |
neredeyse hiç |
adv. |
|
- Nowadays, it appears to be done voluntarily, although they are hardly given any alternatives.
- Günümüzde, kendilerine neredeyse hiç alternatif sunulmamasına rağmen, görünüşe göre bu iş gönüllü olarak yapılıyor.
- This seems to me to be a silent genocide that is hardly mentioned in the international press.
- Bu bana uluslararası basında neredeyse hiç bahsedilmeyen sessiz bir soykırım gibi görünüyor.
- The opportunities offered by European universities are thus hardly being taken up at all at the present time.
- Dolayısıyla Avrupa üniversiteleri tarafından sunulan fırsatlar şu anda neredeyse hiç değerlendirilmiyor.
- In this area of policy, European institutions hardly have any authority.
- Bu politika alanında Avrupa kurumlarının neredeyse hiç yetkisi yoktur.
- There is hardly a fish in it which is permanently domiciled.
- Projede kalıcı olarak yerleşik olan neredeyse hiç balık yok.
- This is highly peculiar, for those European parties hardly exist.
- Bu son derece tuhaftır çünkü Avrupa'daki partiler neredeyse hiç mevcut değildir.
- In fact, however, the Council hardly discussed Iraq either, in order to avoid exacerbating the existing division.
- Aslında Konsey, mevcut bölünmeyi daha da derinleştirmekten kaçınmak amacıyla Irak konusunu da neredeyse hiç tartışmadı.
- I make no secret of the fact that, at the moment, our position is hardly shared at all in other parts of the world.
- Şu anda konumumuzun dünyanın diğer bölgelerinde neredeyse hiç paylaşılmadığı gerçeğini gizlemiyorum.
- The social issues, particularly the question of unemployment, were hardly touched upon.
- Başta işsizlik sorunu olmak üzere sosyal konulara neredeyse hiç değinilmemiştir.
- People are hardly being involved in the process at all.
- İnsanlar sürece neredeyse hiç dahil edilmiyor.
- With regard to Sweden, the situation has hardly changed since 1998.
- İsveç ile ilgili olarak, 1998'den bu yana durum neredeyse hiç değişmedi.
- Tom hardly comes here anymore.
- Tom artık buraya neredeyse hiç gelmiyor.
- I've hardly had any time with Tom.
- Tom'la neredeyse hiç vakit geçiremedim.
- He can hardly speak any English.
- Neredeyse hiç İngilizce konuşamıyor.
- Tom is hardly moving.
- Tom neredeyse hiç hareket etmiyor.
- Tom and Mary hardly spoke to each other during breakfast.
- Tom ve Mary kahvaltıda birbirleriyle neredeyse hiç konuşmadılar.
- Tom can hardly speak French at all.
- Tom neredeyse hiç Fransızca konuşamıyor.
- I hardly speak French at all.
- Neredeyse hiç Fransızca konuşamıyorum.
- Tom is hardly listening.
- Tom neredeyse hiç dinlemiyor.
- Tom hardly speaks any French.
- Tom neredeyse hiç Fransızca konuşmuyor.
- I hardly made any money last week.
- Geçen hafta neredeyse hiç para kazanmadım.
- He hardly talks at all.
- Neredeyse hiç konuşmuyor.
- Tom can hardly speak French.
- Tom neredeyse hiç Fransızca konuşamıyor.
- This hardly seems newsworthy.
- Bu neredeyse hiç güncel görünmüyor.
- I hardly got any sleep last night.
- Dün gece neredeyse hiç uyumadım.
- I hardly got any sleep last night.
- Geçen gün neredeyse hiç uyuyamadım.
- I hardly see Tom anymore.
- Artık Tom'u neredeyse hiç görmüyorum.
- Tom hardly ate anything at all.
- Tom neredeyse hiç yemek yemedi.
- Tom hardly talks at all.
- Tom neredeyse hiç konuşmaz.
- Kate can hardly speak Chinese.
- Kate neredeyse hiç Çince konuşamıyor.
Show More (27)
|
2 |
hardly |
zor |
adv. |
|
- I could hardly endure the pain.
- Acıya zor dayandım.
- I can hardly see him.
- Onu zor görüyorum.
- The scar on his cheek hardly shows now.
- Yanağındaki yara izi artık zor görünüyor.
- One can hardly find a more suitable climate.
- Bundan daha uygun bir iklim zor bulunur.
- I can hardly see.
- Zor görüyorum.
- I can hardly stand.
- Ayakta zor duruyorum.
- I hardly remember her.
- Onu zor hatırlıyorum.
- I hardly recognized her.
- Onu zor tanıdım.
- We hardly had time to eat our dinner.
- Akşam yemeğimizi yemeye bile zor vakit bulduk.
- I could hardly close the suitcase.
- Bavulu zor kapattım.
- We hardly have time to eat breakfast.
- Kahvaltı yapmaya bile zor vakit buluyoruz.
- Tom could hardly keep from laughing when he saw Mary trying to juggle some balls.
- Tom, Mary'nin toplarla hokkabazlık yapmaya çalıştığını gördüğünde gülmemek için kendini zor tuttu.
- Tom could hardly breathe after the race.
- Tom yarıştan sonra zor nefes alabiliyordu.
- I can hardly breathe.
- Zor nefes alıyorum.
- I could hardly breathe.
- Zor nefes alıyordum.
- I hardly recognized them.
- Onları zor tanıdım.
- I'm so tired, I can hardly keep my eyes open.
- Çok yorgunum, gözlerimi zor açık tutuyorum.
- He can hardly speak.
- O da zor konuşuyor.
- I hardly remember him.
- Onu zor hatırlıyorum.
- He had hardly left home when it began to rain.
- Yağmur yağmaya başladığında evden zor çıkmıştı.
- Tom can hardly walk.
- Tom zor yürüyor.
Show More (18)
|
3 |
hardly |
zorlukla |
adv. |
|
- She can hardly speak Japanese.
- Zorlukla Japonca konuşabiliyor.
- He can hardly walk.
- Zorlukla yürüyebiliyordu.
- They could hardly see.
- Zorlukla görebiliyorlardı.
- Tom can hardly speak French.
- Tom zorlukla Fransızca konuşabiliyor.
- The room was so full of smoke that I could hardly breathe.
- Oda o kadar duman doluydu ki zorlukla nefes alabildim.
- The bar was so crowded you could hardly move.
- Bar öyle kalabalıktı ki, zorlukla hareket ediliyordu.
- I hardly recognized you.
- Seni zorlukla tanıdım.
- Tom is very sleepy and can hardly keep his eyes open.
- Tom çok uykulu ve gözlerini zorlukla açık tutabiliyor.
- Tom could hardly make himself understood.
- Tom kendini zorlukla anlatabildi.
- It was so dark that they could hardly see.
- O kadar karanlıktı ki zorlukla görebiliyorlardı.
- You have changed so much that I can hardly recognize you.
- Sen o kadar çok değiştin ki seni zorlukla tanıyabiliyorum.
- I could hardly follow what Jane said in her speech.
- Jane'in konuşmasında ne dediğini zorlukla takip edebildim.
- I can hardly move.
- Zorlukla hareket edebiliyorum.
- The trainee could hardly bear the burden of the task.
- Stajyer, görevin yükünü zorlukla taşıyabildi.
- I can hardly believe this.
- Buna zorlukla inanabiliyorum.
- I was hardly able to see him.
- Onu zorlukla görebildim.
- He can hardly walk.
- O, zorlukla yürüyebiliyor.
- I was hardly able to see it.
- Onu zorlukla görebildim.
Show More (15)
|
4 |
hardly |
güçlükle |
adv. |
|
- He could hardly wait to hear the news.
- Haberi duymak için güçlükle bekleyebildi.
- I could hardly endure the pain.
- Acıya güçlükle katlandım.
- I'm so tired, I can hardly keep my eyes open.
- Çok yorgunum, gözlerimi güçlükle açık tutabiliyorum.
- I can hardly stand.
- Güçlükle ayakta durabiliyorum.
- Tom could hardly stand the pain.
- Tom acıya güçlükle katlanabiliyordu.
- He was so tired that he could hardly stand.
- O kadar yorgundu ki güçlükle ayakta durabiliyordu.
- I hardly recognized Tom.
- Tom'u güçlükle tanıdım.
- The wounded soldier could hardly walk.
- Yaralı asker güçlükle yürüyebiliyordu.
- Tom could hardly walk.
- Tom güçlükle yürüyebiliyordu.
- I can hardly see.
- Güçlükle görebiliyorum.
- I could hardly hear him.
- Onu güçlükle duyabiliyordum.
- The audience could hardly wait for the concert to begin.
- Seyirci konserin başlamasını güçlükle bekleyebildi.
- I can hardly believe his story.
- Hikayesine inanmakta güçlük çekiyorum.
Show More (10)
|
5 |
hardly |
zar zor |
adv. |
|
- The express train went by so fast we hardly saw it.
- Ekspres tren o kadar hızlı geçti ki onu zar zor gördük.
- I was so scared that I could hardly think.
- O kadar korkmuştum ki zar zor düşünebiliyordum.
- I can hardly remember Tom.
- Tom'u zar zor hatırlıyorum.
- I was hardly able to see her.
- Onu zar zor görebildim.
- Tom hardly ate anything.
- Tom zar zor bir şey yedi.
- I hardly recognized him.
- Onu zar zor tanıdım.
- She hardly speaks English.
- O zar zor İngilizce konuşur.
- We've hardly seen each other lately.
- Son zamanlarda birbirimizi zar zor görüyoruz.
- We hardly see you anymore.
- Artık seni zar zor görüyoruz.
- I was hardly able to see her.
- Onu zar zor görebiliyordum.
- I hardly remember her.
- Onu zar zor hatırlıyorum.
Show More (8)
|
6 |
hardly |
nadiren |
adv. |
|
- I have a car, but I hardly ever use it.
- Arabam var, ama çok nadir kullanıyorum.
- This sort of thing hardly ever happens.
- Bu tür şeyler çok nadir olur.
- Tom hardly ever asks questions.
- Tom nadiren soru sorar.
Show More (0)
|
7 |
hardly |
ancak |
adv. |
|
- The radiators were hardly warm, which is why it was cold in the flat.
- Kalorifer petekleri ancak kendilerini ısıtıyordu. Ev bu yüzden soğuktu.
- We had hardly arrived when Lucy started crying to go home.
- Lucy eve gitmek için ağlamaya başladığında, ancak varmıştık.
Show More (-1)
|
8 |
hardly |
hemen hemen hiç |
adv. |
|
- I hardly knew where to begin.
- Nereden başlayacağımı hemen hemen hiç bilmiyordum.
Show More (-2)
|
9 |
hardly |
zorla |
adv. |
|
- Tom could hardly make himself understood.
- Tom meramını zorla anlatabildi.
Show More (-2)
|