hardly - İngilizce Türkçe Cümleler
İngilizce Türkçe
hardly neredeyse hiç adv.
  • We hardly spoke since graduation.
  • Mezuniyetten beri neredeyse hiç konuşmadık.
  • In this area of policy, European institutions hardly have any authority.
  • Bu politika alanında Avrupa kurumlarının neredeyse hiç yetkisi yoktur.
  • There is hardly a fish in it which is permanently domiciled.
  • Projede kalıcı olarak yerleşik olan neredeyse hiç balık yok.
Show More (65)
hardly zor adv.
  • I could hardly endure the pain.
  • Acıya zor dayandım.
  • I can hardly see him.
  • Onu zor görüyorum.
  • The scar on his cheek hardly shows now.
  • Yanağındaki yara izi artık zor görünüyor.
Show More (51)
hardly zorlukla adv.
  • She can hardly speak Japanese.
  • Zorlukla Japonca konuşabiliyor.
  • He can hardly walk.
  • Zorlukla yürüyebiliyordu.
  • They could hardly see.
  • Zorlukla görebiliyorlardı.
Show More (38)
hardly güçlükle adv.
  • He could hardly wait to hear the news.
  • Haberi duymak için güçlükle bekleyebildi.
  • I could hardly endure the pain.
  • Acıya güçlükle katlandım.
  • I hardly recognized Tom.
  • Tom'u güçlükle tanıdım.
Show More (31)
hardly zar zor adv.
  • The express train went by so fast we hardly saw it.
  • Ekspres tren o kadar hızlı geçti ki onu zar zor gördük.
  • I was so scared that I could hardly think.
  • O kadar korkmuştum ki zar zor düşünebiliyordum.
  • I can hardly remember Tom.
  • Tom'u zar zor hatırlıyorum.
Show More (24)
hardly nadiren adv.
  • I have a car, but I hardly ever use it.
  • Arabam var, ama çok nadir kullanıyorum.
  • This sort of thing hardly ever happens.
  • Bu tür şeyler çok nadir olur.
  • Tom hardly ever asks questions.
  • Tom nadiren soru sorar.
Show More (2)
hardly hemen hemen hiç adv.
  • I hardly knew where to begin.
  • Nereden başlayacağımı hemen hemen hiç bilmiyordum.
  • I have hardly any French books.
  • Hemen hemen hiç Fransızca kitabım yok.
  • Your ideas are hardly practical.
  • Sizin fikirleriniz hemen hemen hiç pratik değil.
Show More (1)
hardly ancak adv.
  • The radiators were hardly warm, which is why it was cold in the flat.
  • Kalorifer petekleri ancak kendilerini ısıtıyordu. Ev bu yüzden soğuktu.
  • We had hardly arrived when Lucy started crying to go home.
  • Lucy eve gitmek için ağlamaya başladığında, ancak varmıştık.
Show More (-1)
hardly daha yeni adv.
  • The conference had hardly started when he left.
  • O gittiğinde konferans daha yeni başlamıştı.
Show More (-2)
hardly asla adv.
  • It's hardly surprising he was fired; he was always late.
  • İşten kovulması asla şaşırtıcı değil; o hep geç kalırdı.
Show More (-2)
hardly zorla adv.
  • Tom could hardly make himself understood.
  • Tom meramını zorla anlatabildi.
Show More (-2)
hardly güç bela adv.
  • I had hardly reached the school when the bell rang.
  • Güç bela okula varmıştım ki zil çaldı.
Show More (-2)