|
- This, in fact, touches the very core of this proposal.
- Bu, aslında bu teklifin özüne dokunuyor.
- We do not wish to touch the Director’s decision-making powers, but we need a stronger counterbalance.
- Direktörün karar alma yetkilerine dokunmak istemiyoruz, ancak daha güçlü bir karşı dengeye ihtiyacımız var.
- The equal treatment of men and women also touches the heart of the Union's values.
- Kadın ve erkeklere eşit muamele konusu da Birliğin değerlerinin kalbine dokunmaktadır.
- This is not to our liking, but the agreement is that we are not to touch the Council's budget.
- Bu bizim hoşumuza gitmiyor, ancak Konsey'in bütçesine dokunmamamız konusunda anlaşmaya varıldı.
- Your presence here today recalls to us the duty to think beyond introspection and to touch the wider world.
- Bugün burada bulunmanız bize iç gözlemin ötesinde düşünme ve daha geniş bir dünyaya dokunma görevini hatırlatıyor.
- The equal treatment of men and women also touches the heart of the Union's values.
- Kadın ve erkeklere eşit muamele konusu da Birlik'in değerlerinin kalbine dokunmaktadır.
- In doing that you have touched so much.
- Bunu yaparken çok fazla kişiye dokundunuz.
- The public will be able to touch the euro and that is why confidence in the euro will grow from that moment on.
- Halk avroya dokunabilecek ve bu nedenle o andan itibaren avroya olan güven artacaktır.
- We must touch the hearts and minds of our citizens.
- Vatandaşlarımızın kalplerine ve zihinlerine dokunmalıyız.
- Secondly, the Commission proposal does not touch the ecopoint system per se.
- İkinci olarak, Komisyon önerisi eko-nokta sistemine tek başına dokunmamaktadır.
- In this way, we can be certain that, in future, children only touch a football to play and to have fun with.
- Bu şekilde gelecekte çocukların futbol topuna sadece oynamak ve eğlenmek için dokunacaklarından emin olabiliriz.
- It is an issue which horizontally touches all European Union policies.
- Bu, yatay olarak tüm Avrupa Birliği politikalarına dokunan bir konudur.
- You have touched our emotional intelligence as well as our rationality.
- Duygusal zekâmıza olduğu kadar rasyonelliğimize de dokundunuz.
- The first, agriculture, is one that touches on my direct powers.
- Birincisi, tarım, benim doğrudan yetkilerime dokunan bir konu.
- These issues touch the lives of our citizens in a way that other issues never could.
- Bu konular vatandaşlarımızın hayatlarına diğer konuların asla dokunamayacağı şekilde dokunmaktadır.
- We are telling the Member States not to touch it, not to pass it into law.
- Üye Devletlere buna dokunmamalarını, bunu yasalaştırmamalarını söylüyoruz.
- He found that he was touching almost a piece of jelly.
- Neredeyse bir parça jöleye dokunduğunu fark etti.
- We are trying to look at things that people would not normally touch, but to at least stimulate some debate.
- İnsanların normalde dokunmayacağı şeylere bakmaya çalışıyoruz, ama en azından bazı tartışmaları teşvik etmek için.
- You have touched our emotional intelligence as well as our rationality.
- Rasyonelliğimizin yanı sıra duygusal zekamıza da dokundunuz.
- These issues touch the lives of our citizens in a way that other issues never could.
- Bu konular vatandaşlarımızın hayatlarına diğer konuların asla yapamayacağı şekilde dokunmaktadır.
- To put it clearly, what you want is for the text not to be touched.
- Açıkça ifade etmek gerekirse, istediğiniz şey metne dokunulmamasıdır.
- This, in fact, touches the very core of this proposal.
- Bu, aslında, bu teklifin özüne dokunmaktadır.
- Touch is a powerful way of communicating with one another.
- Dokunma, birbirimizle iletişim kurmanın güçlü bir yoludur.
- Giving yourself plenty of time to kiss and touch one another will help to increase desire.
- Birbirinizi öpmek ve dokunmak için kendinize bolca zaman ayırmanız arzunun artmasına yardımcı olacaktır.
- It's also why I don't like to be touched by men.
- Bundan dolayı bir erkeğin bana dokunmasından da hoşlanmıyorum.
- But, garbage collector p62 doesn't touch the cell's healthy proteins and organelles.
- Ancak, çöp toplayıcı p62 hücrenin sağlıklı proteinlerine ve organellerine dokunmaz.
- That nice soldier told you not to touch the ordnance.
- O sevimli asker sana mühimmata dokunmamanı söyledi.
- It transforms everything it touches into culture, if not art.
- Dokunduğu her şeyi sanata olmasa bile kültüre dönüştürüyor.
- Mom, listen, nothing can touch me.
- Anne dinle, hiçbir şey bana dokunamaz.
- And it's all evidence, so don't touch anything.
- Ve bunların hepsi kanıt, bu yüzden hiç bir şeye dokunmayın.
- Okay, then we won't touch the hard drive.
- Tamam, o zaman sabit diske dokunmayacağız.
- Mom, listen, nothing can touch me.
- Anne, dinle, hiçbir şey bana dokunamaz.
- That nice soldier told you not to touch the ordnance.
- O sevimli asker, sana silaha dokunmamanı söylemişti.
- Mom, listen, nothing can touch me.
- Bak anne, hiçbiri bana dokunamaz.
- Okay, then we won't touch the hard drive.
- Tamam, biz de sabit diske dokunmayız madem.
- No matter how old you are, this story will touch your heart.
- Kaç yaşında olursanız olun, bu hikaye yüreğinize dokunacak.
- When we touch an object that is colder than our hand, our finger loses heat and therefore feels cold.
- Elimizden daha soğuk bir nesneye dokunduğumuzda parmağımız ısı kaybeder ve bu nedenle üşür.
- Foreplay, too, begins before you touch one another.
- Ön sevişme de birbirinize dokunmadan önce başlar.
- Touch me with that thing, and you'll need a new nose.
- O şeyle bana dokunma yoksa yeni bir buruna ihtiyacın olur.
- It had a devastating effect on everything it touched.
- Dokunduğu her şey üzerinde yıkıcı bir etkisi vardı.
- And it's all evidence, so don't touch anything.
- Ve bunların hepsi delil, o yüzden hiçbir şeye dokunmayın.
- When we touch an object that is colder than our hand, our finger loses heat and therefore feels cold.
- Elimizden daha soğuk bir nesneye dokunduğumuzda parmağımız ısı kaybeder ve üşüme hissi oluşur.
- No, I haven't touched a drop since that night.
- Hayır, o geceden beri bir damlasına bile dokunmadım.
- It had a devastating effect on everything it touched.
- Dokunduğu her şey üzerinde yıkıcı bir etkisi oldu.
- That nice soldier told you not to touch the ordnance.
- O nazik asker sana mühimmata dokunmamanı söylemişti.
- No human being may touch the souls of the dead.
- Hiçbir insan ölülerin ruhlarına dokunamaz.
- It's also why I don't like to be touched by men.
- Bu yüzden erkeklerin bana dokunmasından da hoşlanmıyorum.
- When we touch an object that is colder than our hand, our finger loses heat and therefore feels cold.
- Elimizden daha soğuk bir cisme dokunduğumuzda parmağımız ısı kaybeder ve dolayısıyla üşür.
- We all touched another side and came back different.
- Hepimiz başka bir tarafa dokunduk ve farklı bir şekilde geri döndük.
- Okay, then we won't touch the hard drive.
- Peki, madem öyle, sabit diske dokunmayız.
- We all touched another side and came back different.
- Hepimiz öteki tarafa dokunduk ve farklı biri olarak geri döndük.
- No, I haven't touched a drop since that night.
- Hayır, o geceden beri bir damla bile dokunmadım.
- One whole year we couldn't touch one another.
- Bir yıl boyunca birbirimize dokunamadık.
- We know that even foetuses still in the womb of their mothers touch their faces.
- Henüz anne karnındaki ceninlerin bile yüzlerine dokunduklarını biliyoruz.
- Can I touch your beard?
- Sakalına dokunabilir miyim?
- Don't let him touch the computer.
- Bilgisayara dokunmasına izin verme.
- Sami touched Layla's leg.
- Sami, Leyla'nın bacağına dokundu.
- These words touched Pinocchio's heart.
- Bu sözler Pinokyo'nun kalbine dokundu.
- Did she touch your breasts?
- Göğüslerine dokundu mu?
- Reach out and touch someone.
- Uzan ve birisine dokun.
- I don't want anyone to touch this.
- Hiç kimsenin buna dokunmasını istemiyorum.
- Tom was careful not to touch Mary.
- Tom Mary'e dokunmamaya dikkat etti.
- His words touched her heart.
- Sözleri kalbine dokundu.
- I wouldn't touch that if I were you.
- Yerinde olsam ona dokunmazdım.
- Don't you dare touch anything.
- Sakın hiçbir şeye dokunma.
- Tom didn't touch his lunch.
- Tom öğle yemeğine dokunmadı.
- Tom felt someone touch his arm.
- Tom birinin koluna dokunduğunu hissetti.
- I haven't touched a tennis racket in years.
- Yıllarca tenis raketine dokunmadım.
- Nobody touched me.
- Kimse bana dokunmadı.
- If you touch that wire, you'll get a shock.
- O kabloya dokunursan, çarpılırsın.
- He touched me.
- Bana dokundu.
- Tom barely touched his breakfast.
- Tom kahvaltısına neredeyse hiç dokunmadı.
- They are separated, and cannot touch.
- Birbirlerinden ayrılmışlar ve dokunamıyorlar.
- I'll thank you not to touch me.
- Bana dokunmadığın için teşekkür ederim.
- She can touch her nose with her tongue.
- O, diliyle burnuna dokunabilir.
- I don't like people touching my food.
- İnsanların yemeğime dokunmasından hoşlanmıyorum.
- Did you touch the bottom?
- Dibe mi dokundun?
- Reach out and touch someone.
- Uzan ve birine dokun.
- I can touch the sky with you.
- Sizinle gökyüzüne dokunabilirim.
- Tom touched me on the cheek.
- Tom yanağıma dokundu.
- Somebody touched me.
- Birisi bana dokundu.
- Tom won't let anyone touch it.
- Tom kimsenin ona dokunmasına izin vermez.
- Nothing's been touched.
- Hiçbir şeye dokunulmadı.
- She touched a toad.
- O bir karakurbağasına dokundu.
- You barely touched your food.
- Neredeyse yemeğine hiç dokunmadın.
- Have you ever touched a hedgehog?
- Hiç bir kirpiye dokundun mu?
- He touched her on the shoulder.
- Onun omzuna dokundu.
- I know you don't like being touched.
- Dokunulmaktan hoşlanmadığını biliyorum.
- Please do not touch.
- Lütfen dokunmayın.
- Which toe am I touching?
- Hangi parmağıma dokunuyorum?
- Tom leaned forward and touched his toes.
- Tom öne doğru eğildi ve ayak parmaklarına dokundu.
- She can touch her nose with her tongue.
- Diliyle burnuna dokunabiliyor.
- Tom doesn't want Mary to touch him.
- Tom Mary'nin ona dokunmasını istemiyor.
- Tom didn't touch anything.
- Tom hiçbir şeye dokunmadı.
- You must not touch the paintings.
- Resimlere dokunmamalısınız.
- It is forbidden for you to touch that switch.
- O düğmeye dokunmanız yasak.
- You said you won't touch beer for a month.
- Bir ay boyunca biraya dokunmayacağını söylemiştin.
- Tom doesn't let anyone touch him.
- Tom kimsenin ona dokunmasına izin vermez.
- Dan didn't even touch Linda.
- Dan Linda'ya dokunmadı bile.
- Do not touch the plug of the AC power cord with wet hands.
- AC güç kablosunun fişine ıslak elle dokunmayın.
- Sami never ever touched the engine.
- Sami motora hiç dokunmadı.
- Tom's muscles tightened when Mary touched his shoulder.
- Mary omzuna dokunduğunda Tom'un kasları gerildi.
- Did you touch the bottom?
- Tabana dokundun mu?
- I didn't want to touch it.
- Ona dokunmak istemedim.
- Do not touch the fruit!
- Meyveye dokunma!
- Tom can't touch his toes.
- Tom ayak parmaklarına dokunamaz.
- You should on no condition touch these instruments.
- Bu aletlere hiçbir şekilde dokunmamalısın.
- You didn't touch it, did you?
- Dokunmadın, değil mi?
- I won't even touch you.
- Sana dokunmayacağım bile.
- You didn't touch anything, did you?
- Bir şeye dokunmadın, değil mi?
- Sami and Layla were touching each other.
- Sami ve Layla birbirlerine dokunuyorlardı.
- Tom can touch his nose with his tongue.
- Tom diliyle burnuna dokunabilir.
- He can touch his nose with his tongue.
- O diliyle burnuna dokunabilir.
- Is it OK if I touch this?
- Buna dokunabilir miyim?
- I wasn't going to touch anything.
- Hiçbir şeye dokunmayacaktım.
- Her story touched my heart.
- Hikayesi kalbime dokundu.
- Don't touch this with your dirty hands.
- Kirli ellerinizle buna dokunmayın.
- My heart was touched by his story.
- Hikayesi kalbime dokundu.
- Sami never ever touched the engine.
- Sami şimdiye kadar motora hiç dokunmadı.
- I haven't touched my face in weeks.
- Haftalardır yüzüme dokunmadım.
- Did you touch anything?
- Bir şeye dokundun mu?
- Did he touch you?
- Sana dokundu mu?
- You've touched my heart.
- Kalbime dokundun.
- Tom told me never to touch his rifle.
- Tom bana tüfeğine asla dokunmamamı söyledi.
- I gave you explicit instructions not to touch anything.
- Sana hiçbir şeye dokunmaman için açık talimatlar verdim.
- It is soft to the touch.
- Dokunulduğunda yumuşak geliyor.
- Let me touch one of them.
- Birine dokunmama izin ver.
- When we touch our faces, we in fact calm ourselves down.
- Yüzümüze dokunduğumuzda aslında kendimizi sakinleştiriyoruz.
- I never touched her.
- Ona hiç dokunmadım.
- Tom can't touch his toes.
- Tom ayak parmaklarına dokunamıyor.
- Tom reached out to touch Mary.
- Tom Mary'ye dokunmak için uzandı.
- I know that you still want to touch my hand.
- Hala elime dokunmak istediğini biliyorum.
- Don't touch anything without asking.
- Sormadan bir şeye dokunmayın.
- Please do not touch the merchandise.
- Lütfen mallara dokunmayın.
- He softly touched her.
- Ona usulca dokundu.
- The huge building seemed to touch the sky.
- Büyük bina gökyüzüne dokunacak gibi görünüyordu.
- His sad story touched my heart.
- Onun hüzünlü hikayesi kalbime dokundu.
- You can touch it, if you like.
- Hoşuna gidiyorsa ona dokunabilirsin.
- He can touch his nose with his tongue.
- Diliyle burnuna dokunabiliyor.
- Sami touched Layla's hair.
- Sami, Leyla'nın saçlarına dokundu.
- I don't like him touching you.
- Onun sana dokunmasından hoşlanmıyorum.
- You didn't touch it, did you?
- Sen ona dokunmadın, değil mi?
- You'll get sick if you touch your face.
- Yüzünüze dokunursanız hasta olursunuz.
- For the first time, in 1969, man touched the lunar surface.
- İlk kez, 1969 yılında, insan ay yüzeyine dokundu.
- I was touched.
- Bana dokundu.
- Don't you mind if I touch this?
- Buna dokunmamın sakıncası var mı?
- I can touch the ceiling.
- Ben tavana dokunabilirim.
- His lips touched hers.
- Dudakları onunkilere dokundu.
- Can I touch it?
- Dokunabilir miyim?
- I touched Tom.
- Tom'a dokundum.
- Do not touch the plug of the AC power cord with wet hands.
- AC güç kablosunun fişine ıslak ellerle dokunmayın.
- Tom didn't want me to touch him.
- Tom benim kendisine dokunmamı istemedi.
- I didn't touch her.
- Ona dokunmadım.
- Can I touch your breasts?
- Memelerine dokunabilir miyim?
- Layla wanted to touch Sami's face.
- Layla, Sami'nin yüzüne dokunmak istedi.
- Tom struggled to touch his toes.
- Tom ayak parmaklarına dokunmak için mücadele etti.
- I haven't touched a tennis racket in years.
- Yıllardır tenis raketine dokunmadım.
- Mary barely touched her food.
- Mary yemeğine neredeyse dokunmadı bile.
- Dan didn't even touch Linda.
- Dan, Linda'ya dokunmadı bile.
- All you have to do is touch the button.
- Tek yapmanız gereken butona dokunmak.
- I didn't touch it.
- Ben buna dokunmadım.
- I don't want you touching my stuff.
- Eşyalarıma dokunmanı istemiyorum.
- Layla wanted to touch Sami's face.
- Leyla, Sami'nin yüzüne dokunmak istedi.
- Fire will burn you if you touch it.
- Eğer dokunursan ateş seni yakar.
- Did you touch anything?
- Herhangi bir şeye dokundun mu?
- You didn't touch her, did you?
- Ona dokunmadın, değil mi?
- I told you not to touch me.
- Bana dokunmamanı söyledim.
- I didn't touch your guitar.
- Gitarına dokunmadım.
- You mustn't touch it.
- Ona dokunmamalısın.
- I can't touch the corpse without gloves.
- Eldiven olmadan cesede dokunamam.
- I don't like people touching me.
- İnsanların bana dokunmasından hoşlanmam.
- He touched my hand.
- Elime dokundu.
- I haven't touched anything.
- Bir şeye dokunmadım.
- You didn't touch her, did you?
- Sen ona dokunmadın, değil mi?
- They can't touch me.
- Bana dokunamazlar.
- You can touch it, if you like.
- İstersen dokunabilirsin.
- Quit touching me.
- Bana dokunmayı bırak.
- Don't touch the paintings!
- Tablolara dokunmayın!
- Lips that touch liquor shall not touch mine.
- Liköre dokunan dudaklar benimkine dokunmamalı.
- I've been touched by death.
- Ölüm bana dokundu.
- You haven't touched your food.
- Yemeğine dokunmamışsın.
- Did I touch a nerve?
- Sinirine mi dokundum?
- The food hasn't been touched.
- Yiyeceğe dokunulmadı.
- Visitors are requested not to touch the exhibits.
- Ziyaretçilerden sergilere dokunmamaları rica olunur.
- She felt something touch her hand.
- O bir şeyin eline dokunduğunu hissetti.
- If you ever touch me again, I'll kill you.
- Bana bir daha dokunursan, seni öldürürüm.
- I didn't touch anything.
- Ben hiçbir şeye dokunmadım.
- Tom felt something touch his arm.
- Tom koluna bir şeyin dokunduğunu hissetti.
- If you touch this switch, it will open the curtains automatically.
- Bu anahtara dokunursanız, perdeler otomatik olarak açılacak.
- He can touch the ceiling.
- O tavana dokunabilir.
- Tom doesn't like to be touched.
- Tom dokunulmaktan hoşlanmaz.
- Tom doesn't like to be touched.
- Tom dokunulmasını sevmez.
- You will not touch that.
- Ona dokunmayacaksın.
- You should on no condition touch these instruments.
- Hiçbir koşulda bu enstrümanlara dokunmamalısın.
- Tom didn't want Mary to touch him.
- Tom, Mary'nin ona dokunmasını istemedi.
- I just touched a snake.
- Az önce bir yılana dokundum.
- Touch my body.
- Vücuduma dokun.
- I didn't touch it.
- Ona dokunmadım.
- He went on a quest to find the point where the sky touches the Earth.
- O, gökyüzünün dünyaya dokunduğu noktayı bulmak için uzun ve zorlu bir araştırmaya devam etti.
- Tom barely touched his food.
- Tom neredeyse yemeğine hiç dokunmadı.
- I'm not sure I want to touch that.
- Ona dokunmak istediğimden emin değilim.
- Visitors are requested not to touch the exhibits.
- Ziyaretçilerin sergilere dokunmaması rica olunur.
- Don't even touch them.
- Onlara dokunma bile.
- Please do not touch the merchandise.
- Lütfen eşyalara dokunmayın.
- We can't help touching our face.
- Yüzümüze dokunmaktan kendimizi alamayız.
- Have you ever touched a dolphin?
- Hiçbir yunusa dokundun mu?
- Can I touch this one too?
- Ben de buna bir dokunabilir miyim?
- If you touch the ball with your hands, the referee will call a foul.
- Topa elle dokunursanız hakem faul verir.
- Don't even touch me.
- Bana dokunma bile.
- Don't you touch me.
- Bana dokunma.
- Tom felt something touch his arm.
- Tom bir şeyin koluna dokunduğunu hissetti.
- I never touched it.
- Hiç dokunmadım.
- Tom died while trying to repair Mary's microwave because he touched the huge capacitor with a screwdriver.
- Tom, Mary'nin mikrodalgasını tamir etmeye çalışırken öldü çünkü tornavidayla büyük kapasitöre dokunmuştu.
- I can easily touch my toes.
- Ayak parmaklarıma rahatlıkla dokunabilirim.
- Nobody wants to touch this.
- Hiç kimse buna dokunmak istemiyor.
- I don't want anyone to touch this.
- Kimsenin buna dokunmasını istemiyorum.
- Please don't touch the merchandise.
- Lütfen mallara dokunmayın.
- Please don't touch.
- Lütfen dokunmayın.
- If you touch the ball with your hands, the referee will call a foul.
- Eğer topa ellerinle dokunursan, hakem faul çalacaktır.
- It's more or less impossible to completely stop touching your face.
- Yüzünüze dokunmayı tamamen bırakmanız neredeyse imkansız.
- Sami didn't touch Layla's body.
- Sami, Layla'nın vücuduna dokunmadı.
- Tom touched the hot stove and burned his hand.
- Tom sıcak sobaya dokundu ve elini yaktı.
- Let me touch one of them.
- Onlardan birine dokunayım.
- Tom touched Mary on the shoulder.
- Tom Mary'nin omzuna dokundu.
- I can touch the ceiling.
- Tavana dokunabilirim.
- Tom couldn't touch me.
- Tom bana dokunamadı.
- I haven't touched anything.
- Hiçbir şeye dokunmadım.
- I touched his hard penis.
- Sert penisine dokundum.
- Tom reached out to touch Mary.
- Tom, Mary'ye dokunmak için uzandı.
- Don't let Tom touch my computer.
- Tom'un bilgisayarıma dokunmasına izin verme.
- Mary barely touched her food.
- Mary yemeğine neredeyse hiç dokunmadı.
- Can I touch you?
- Sana dokunabilir miyim?
- Did you touch it?
- Dokundunuz mu ona?
- Did you touch something?
- Bir şeye mi dokundun?
- Come on, touch it.
- Hadi, dokun ona.
- Don't touch my porn.
- Pornolarıma dokunmayın.
- I won't touch a thing.
- Bir şeye dokunmayacağım.
- She touched the bruise on his arm.
- Onun kolundaki yaraya dokundu.
- Mary felt as if a ghost or spirit had touched her back.
- Mary sanki bir hayalet ya da ruh sırtına dokunmuş gibi hissetti.
- Don't ever touch me.
- Bana asla dokunma.
- I didn't touch him.
- Ona dokunmadım.
- Don't touch my guitar.
- Gitarıma dokunmayın.
- Tom told me never to touch his rifle.
- Tom onun tüfeğine asla dokunmamamı söyledi.
- Did he touch you?
- O sana dokundu mu?
- Don't touch my flowers.
- Çiçeklerime dokunmayın.
- Who touched my gun?
- Silahıma kim dokundu?
- Did you touch something?
- Bir şeye dokundun mu?
- Sami touched the gun.
- Sami silaha dokundu.
- He softly touched her.
- O usulca ona dokundu.
- Tom touched my elbow.
- Tom dirseğime dokundu.
- May I touch these?
- Bunlara dokunabilir miyim?
- I can almost touch the ceiling.
- Neredeyse tavana dokunabiliyorum.
- If you touch that wire, you will receive a shock.
- O kabloya dokunursan çarpılırsın.
- Can I touch it?
- Ona dokunabilir miyim?
- Sami touched Layla's leg.
- Sami Layla'nın bacağına dokundu.
- Is this snake safe to touch?
- Bu yılan dokunmak için güvenli midir?
- Don't you ever touch me again.
- Bir daha bana asla dokunma.
- If you ever touch her again, I'll kill you.
- Ona tekrar dokunursan, seni öldürürüm.
- If you touch that wire, you'll get a shock.
- Eğer o kabloya dokunursan, çarpılırsın.
- Don't touch my daughter!
- Kızıma dokunmayın!
- Tom felt somebody touch his shoulder.
- Tom birisinin omzuna dokunduğunu hissetti.
- Tom's muscles tightened when Mary touched his shoulder.
- Mary onun omzuna dokunduğunda Tom'un kasları gerildi.
- Tom never touched me.
- Tom bana hiç dokunmadı.
- Don't touch him!
- Ona dokunmayın!
- Why are you touching your ear?
- Neden kulağınıza dokunuyorsunuz?
- I don't like touching dead bodies.
- Cesetlere dokunmayı sevmiyorum.
- Do not touch the exhibits.
- Sergilere dokunmayın.
- Can you touch your toes without bending your legs?
- Bacaklarınızı bükmeden ayak parmaklarınıza dokunabilir misiniz?
- For the first time, in 1969, man touched the lunar surface.
- İlk kez 1969'da insanoğlu ay yüzeyine dokundu.
- I think I touched a nerve.
- Sanırım sinirine dokundum.
- I felt as if a cold hand was touching me.
- Sanki soğuk bir el bana dokunuyormuş gibi hissettim.
- Nobody touched me.
- Hiç kimse bana dokunmadı.
- Tom doesn't want to be touched by anyone.
- Tom hiç kimse tarafından dokunulmak istemiyor.
- Why do we touch our face?
- Neden yüzümüze dokunuyoruz?
- You said you won't touch beer for a month.
- Bir ay için biraya dokunmayacağını söylemiştin.
- The moment he touched it, it blew up.
- Ona dokunduğu anda patladı.
- I don't like other people touching my things.
- Başka insanların eşyalarıma dokunmasından hoşlanmam.
- It is forbidden for you to touch that switch.
- O anahtara dokunmak senin için yasaktır.
- When we touch our faces, we in fact calm ourselves down.
- Yüzümüze dokunduğumuzda aslında kendimizi sakinleştiririz.
- Lips that touch liquor shall not touch mine.
- Liköre dokunan dudaklar benimkine dokunmayacaklar.
- We can't help touching our face.
- Yüzümüze dokunmadan duramıyoruz.
- I didn't touch Tom.
- Tom'a dokunmadım.
- Please don't touch the exhibits.
- Lütfen sergilere dokunmayın.
- He is such a tall man that he can touch the ceiling.
- O kadar uzun bir adam ki tavana dokunabiliyor.
- Don't touch me!
- Bana dokunmayın!
- These methods get invoked first when a touch is initiated.
- Bir dokunma başlatıldığında ilk olarak bu yöntemler çağrılır.
- He touched my shoulder.
- Omzuma dokundu.
- I know that you still want to touch my hand.
- Hâlâ elime dokunmak istediğini biliyorum.
- Do I have to touch them?
- Onlara dokunmak zorunda mıyım?
- Tom felt somebody touch his shoulder.
- Tom birinin omzuna dokunduğunu hissetti.
- Fear infects and corrupts everything it touches.
- Korku dokunduğu her şeye bulaşır ve onu bozar.
- He felt something touch his shoulder.
- O bir şeyin omzuna dokunduğunu hissetti.
- You must not touch the paintings.
- Tablolara dokunmamalısın.
- I wasn't going to touch anything.
- Hiçbir şeye dokunmuyordum.
- In the morning, it is good to touch barefoot the dew on the grass.
- Sabahları, çimenlerin üzerindeki çiğe çıplak ayakla dokunmak güzeldir.
- You've hardly touched your breakfast.
- Kahvaltına dokunmadın bile.
- Please don't touch me.
- Lütfen bana dokunmayın.
- Can I touch this one too?
- Buna da dokunabilir miyim?
- The doctor tells me not to touch alcohol.
- Doktor bana alkole dokunmamamı söyledi.
- No, Tom, you can't touch the paintings!
- Hayır, Tom, resimlere dokunamazsın!
- His sad story touched my heart.
- Hüzünlü hikayesi kalbime dokundu.
- The rose has thorns only for those who want to touch it.
- Gülün dikenleri sadece ona dokunmak isteyenler için vardır.
- We know that even foetuses still in the womb of their mothers touch their faces.
- Henüz anne karnındaki ceninlerin dahi yüzlerine dokunduğunu biliyoruz.
- Do you want to touch it?
- Dokunmak ister misin?
- Tom bent down and touched his toes.
- Tom eğildi ve ayak parmaklarına dokundu.
- You haven't touched your food.
- Yiyeceğine dokunmadın.
- On no condition has he permission to touch it.
- Hiçbir koşulda ona dokunma izni yok.
- Tom touched my hand.
- Tom elime dokundu.
- I don't like her touching you.
- Onun sana dokunmasından hoşlanmıyorum.
- Sami didn't touch me.
- Sami bana dokunmadı.
- Tom never touched Mary.
- Tom, Mary'ye hiç dokunmadı.
- He touched her hair.
- Onun saçına dokundu.
- You'll get sick if you touch your face.
- Yüzüne dokunursan hasta olacaksın.
- He never touched wine.
- Şaraba hiç dokunmadı.
- I touched one.
- Ben birine dokundum.
- Why are you touching my boyfriend?
- Neden erkek arkadaşıma dokunuyorsun?
- When the goalkeeper touched the ball, the referee awarded the other team a corner kick.
- Kaleci topa dokunduğunda, hakem diğer takıma bir köşe vuruşu verdi.
- Tom doesn't want Mary to touch him.
- Tom, Mary'nin ona dokunmasını istemiyor.
- Tom doesn't let anyone touch him.
- Tom hiç kimsenin kendisine dokunmasına izin vermez.
- Tom gently touched Mary's shoulder.
- Tom nazikçe Mary'nin omzuna dokundu.
- Tom hasn't touched his food.
- Tom yemeğine dokunmadı.
- Tom touched my shoulder.
- Tom omzuma dokundu.
- I don't like to be touched.
- Dokunulmaktan hoşlanmıyorum.
- She didn't dare touch the greasy restaurant menu.
- O, yağlı restoran menüsüne dokunmaya cesaret edemedi.
- Why are you touching my girlfriend?
- Neden kız arkadaşıma dokunuyorsun?
- Tom touched Mary's shoulder.
- Tom, Mary'nin omzuna dokundu.
- She touched my hand.
- Elime dokundu.
- You will not touch that.
- Sen ona dokunmayacaksın.
- Don't touch your eyes, mouth or nose with your hands.
- Ellerinizle gözlerinize, ağzınıza ve burnunuza dokunmayın.
- A bear will not touch a dead body.
- Bir ayı bir cesede dokunmaz.
- She felt someone touch her back.
- Birinin sırtına dokunduğunu hissetti.
- Tom leaned forward and touched his toes.
- Tom öne eğildi ve ayak parmaklarına dokundu.
- They can't touch me.
- Onlar bana dokunamazlar.
- Tom didn't want me to touch him.
- Tom ona dokunmamı istemedi.
- I can easily touch my toes.
- Ayak parmaklarıma kolayca dokunabilirim.
- Tom touched my arm.
- Tom benim koluma dokundu.
- Touch the base of the lamp once to turn it on and twice to turn it off.
- Lambayı açmak için tabanına bir kez, kapatmak içinse iki kez dokunun.
- I don't touch them.
- Ben onlara dokunmam.
- I gave you explicit instructions not to touch anything.
- Ben sana hiçbir şeye dokunmaman için açık talimatlar vermiştim.
- I never touched Tom.
- Tom'a asla dokunmadım.
- I never touched them.
- Onlara hiç dokunmadım.
- She touched him on the shoulder.
- Omzuna dokundu.
- Sami didn't even touch the engine.
- Sami motora dokunmadı bile.
- Do not touch the fruit!
- Meyveye dokunmayın!
- Please don't touch the windshield.
- Lütfen ön cama dokunmayın.
- He can touch the ceiling.
- O, tavana dokunabilir.
- I can touch the sky with you.
- Seninle gökyüzüne dokunabilirim.
- When was the last time you touched snow?
- En son ne zaman kara dokundunuz?
- Don't you dare touch that.
- Sakın ona dokunayım deme.
- I've never even touched a gun.
- Ben silaha dokunmadım bile.
- Don't ever touch my things again.
- Bir daha asla eşyalarıma dokunma.
- Tom didn't touch his food.
- Tom yemeğine dokunmadı.
- Don't let him touch it.
- Ona dokunmasına izin verme.
- Don't touch the wet paint.
- Islak boyaya dokunmayın.
- We haven't touched anything.
- Hiçbir şeye dokunmadık.
- Nobody wants to touch this.
- Kimse buna dokunmak istemiyor.
- Don't ever touch me.
- Bana hiç dokunma.
- Don't touch your eyes, mouth or nose with your hands.
- Ellerinizle gözlerinize, ağzınıza veya burnunuza dokunmayın.
- Tom was careful not to touch Mary.
- Tom Mary'ye dokunmamak için dikkatliydi.
- I've never even touched a gun.
- Ben asla bir silaha dokunmadım bile.
- Did he touch you?
- Size dokundu mu?
- No one is gonna want to touch me.
- Kimse bana dokunmak istemeyecek.
- Tom felt somebody touch his arm.
- Tom birisinin koluna dokunduğunu hissetti.
- It's the first time I touch a dolphin.
- İlk kez bir yunusa dokunuyorum.
- Layla felt Sami's fingertips touching the back of her shoulder.
- Leyla, Sami'nin parmak uçlarının, omzunun arkasına dokunduğunu hissetti.
- He never touched wine.
- O asla şaraba dokunmadı.
- You didn't touch him, did you?
- Ona dokunmadın, değil mi?
- She touched my shoulder.
- Omzuma dokundu.
- They didn't touch anything.
- Hiçbir şeye dokunmadılar.
- I'll thank you not to touch me.
- Bana dokunmadığın için sana teşekkür edeceğim.
- All you have to do is touch the button.
- Tüm yapman gereken düğmeye dokunmak.
- I felt something touch my feet.
- Ayaklarıma bir şeyin dokunduğunu hissettim.
- Do you want to touch it?
- Ona dokunmak istiyor musun?
- I don't touch them.
- Onlara dokunmuyorum.
- It's more or less impossible to completely stop touching your face.
- Yüzünüze dokunmayı tamamen bırakmak aşağı yukarı imkansızdır.
- Sami and Layla were touching each other.
- Sami ve Leyla birbirlerine dokunuyorlardı.
- His lips touched mine.
- Dudakları benimkilere dokundu.
- I don't like her touching you.
- Onun sana dokunmasını sevmiyorum.
- I cannot touch fire.
- Ateşe dokunamam.
- Just touch it.
- Bir dokun.
- Is this snake safe to touch?
- Bu yılana dokunmak güvenli mi?
- Tom didn't touch his lunch.
- Tom yemeğine dokunmadı.
- He touched my hand.
- O, elime dokundu.
- May I touch this?
- Buna dokunabilir miyim?
- These methods get invoked first when a touch is initiated.
- Bir dokunma başlatıldığında ilk olarak bu metotlar çağrılır.
- You're touching me.
- Bana dokunuyorsun.
- I won't touch a thing.
- Hiçbir şeye dokunmayacağım.
- He never touches alcoholic drinks.
- Alkollü içeceklere asla dokunmaz.
- Did you touch anything?
- Herhangi bir şeye dokundunuz mu?
- You didn't touch anything, did you?
- Hiçbir şeye dokunmadın, değil mi?
- That has never happened to me, touch wood.
- Bu hiç başıma gelmedi, tahtaya dokun.
- Sami started touching Layla's leg.
- Sami, Leyla'nın bacağına dokunmaya başladı.
- I promise not to touch my bicycle for a whole month.
- Bir ay boyunca bisikletime dokunmamaya söz veriyorum.
- Tom struggled to touch his toes.
- Tom ayak parmaklarına dokunmak için çabaladı.
- Why do we touch our face?
- Neden suratımıza dokunuyoruz?
- Don't touch these.
- Bunlara dokunmayın.
- Tom has barely touched his food.
- Tom yemeğine neredeyse hiç dokunmadı.
- Sami touched Layla's hair.
- Sami, Layla'nın saçına dokundu.
- Little children like to touch everything.
- Küçük çocuklar her şeye dokunmayı severler.
- Can you touch the ceiling?
- Tavana dokunabilir misin?
- He is such a tall man that he can touch the ceiling.
- Öyle uzun bir adam ki tavana dokunabilir.
- I have not touched my wife in twenty-one years.
- Yirmi bir yıldır karıma dokunmadım.
- She touched the bruise on his arm.
- Kolundaki çürüğe dokundu.
- He touched my shoulder.
- O benim omzuma dokundu.
- I don't like him touching you.
- Onun sana dokunmasını sevmiyorum.
- Don't even touch it.
- Dokunma bile.
- Don't let Tom touch this.
- Tom'un buna dokunmasına izin verme.
- Somebody's elbow touched my back.
- Birinin dirseği sırtıma dokundu.
- If you ever touch her again, I'll kill you.
- Eğer ona bir daha dokunursan, seni öldürürüm.
- I told Tom not to touch me.
- Tom'a bana dokunmamasını söyledim.
- I cannot touch fire.
- Ben ateşe dokunamam.
- I didn't touch them.
- Onlara dokunmadım.
- I never touched him.
- Ona hiç dokunmadım.
- Did I touch a raw nerve?
- Ham bir sinire mi dokundum?
- I'm not touching it.
- Ben ona dokunmuyorum.
- I don't like Tom touching you.
- Tom'un sana dokunmasından hoşlanmıyorum.
- The huge building seemed to touch the sky.
- Devasa bina gökyüzüne dokunuyor gibiydi.
- Don't you ever touch me again.
- Bana bir daha asla dokunma.
- You can't touch it!
- Ona dokunamazsın!
- Don't you touch me.
- Sakın bana dokunma.
- I touched his hard penis.
- Onun sert penisine dokundum.
- Don't let him touch it.
- Dokunmasına izin verme.
- I'm not touching you.
- Ben sana dokunmuyorum.
- I don't want you touching my stuff.
- Eşyama dokunmanı istemiyorum.
- She touched my shoulder.
- Omuzuma dokundu.
- You can touch it if you want.
- İstersen dokunabilirsin.
- I can't touch my toes.
- Ayak parmaklarıma dokunamıyorum.
- I never touched it.
- Ona hiç dokunmadım.
- When the goalkeeper touched the ball, the referee awarded the other team a corner kick.
- Kaleci topa dokunduğunda hakem diğer takıma bir köşe vuruşu verdi.
- I don't like other people touching my things.
- Başkalarının eşyalarıma dokunmasından hoşlanmıyorum.
- You can touch it if you want.
- İstersen ona dokunabilirsin.
- Don't touch the exhibits.
- Sergilere dokunmayın.
- His words touched her heart.
- Sözleri onun kalbine dokundu.
- I didn't touch anything.
- Ben bir şeye dokunmadım.
- I'm not going to touch it.
- Ona dokunmayacağım.
- Can you touch the bottom?
- Dibine dokunabilir misin?
- I don't like touching dead bodies.
- Ben ölü bedenlere dokunmaktan hoşlanmıyorum.
- Tom touched my arm.
- Tom koluma dokundu.
- The earthworm wriggled when I touched it.
- Dokunduğumda solucan kıpırdadı.
- I touched one.
- Birine dokundum.
- She felt something touch her neck.
- Boynuna bir şeyin dokunduğunu hissetti.
- His sleeve touched the greasy pan.
- Onun kolu yağlı tavaya dokundu.
- Can I touch your breasts?
- Ben senin göğüslerine dokunabilir miyim?
- When the body is touched, receptors in the skin send messages to the brain causing the release of chemicals such as endorphins.
- Vücuda dokunulduğunda, derideki reseptörler beyne endorfin gibi kimyasalların salınmasına neden olan mesajlar gönderir.
- Layla felt Sami's fingertips touching the back of her shoulder.
- Layla, Sami'nin parmak uçlarının omzunun arkasına dokunduğunu hissetti.
- I promise not to touch my bicycle for a whole month.
- Bir ay boyunca bisikletime dokunmayacağıma söz veriyorum.
- Don't you dare touch that.
- Sakın ona dokunma.
- If you touch this switch, it will open the curtains automatically.
- Bu düğmeye dokunursanız, perdeler otomatik açılacaktır.
- Don't touch that dial.
- O kadrana dokunmayın.
- Don't let him touch the computer.
- Onun bilgisayara dokunmasına izin vermeyin.
- Tom couldn't touch the bottom of the pool.
- Tom havuzun dibine dokunamadı.
- I touched my feet.
- Ayaklarıma dokundum.
- I don't want to touch it.
- Ona dokunmak istemiyorum.
- Don't touch my bag.
- Çantama dokunmayın.
- I can't touch my toes.
- Parmaklarıma dokunamıyorum.
- The boy touched the hot stove and burnt his hand.
- Çocuk sıcak sobaya dokundu ve elini yaktı.
- Don't touch the flowers.
- Çiçeklere dokunmayın.
- Touch an animal to hear its sound.
- Sesini işitmek için bir hayvana dokunun.
- Have you ever touched a dolphin?
- Hiç bir yunusa dokundunuz mu?
- Tom didn't even touch Mary.
- Tom Mary'ye dokunmadı bile.
- Please don't touch this.
- Buna dokunmayın lütfen.
- Her kindness touched me.
- Onun iyiliği bana dokundu.
- Stop touching me.
- Bana dokunmayı bırak.
- The food hasn't been touched.
- Yemeklere dokunulmamış.
- Tom can touch the ceiling.
- Tom tavana dokunabilir.
- Don't ever touch me again.
- Bana bir daha dokunma.
- Don't touch my camera.
- Benim kamerama dokunmayın.
- Sami started touching Layla's leg.
- Sami Layla'nın bacağına dokunmaya başladı.
- Can you touch your toes?
- Ayak parmaklarına dokunabilir misin?
- He felt something touch his shoulder.
- Omzuna bir şeyin dokunduğunu hissetti.
- No one is gonna want to touch me.
- Kimse bana dokunmak istemeyecektir.
- I'm afraid to touch anything.
- Bir şeye dokunmaya korkuyorum.
- I don't want to touch it.
- Buna dokunmak istemiyorum.
- Can I touch your chest?
- Ben senin göğsüne dokunabilir miyim?
- Somebody touched me.
- Biri bana dokundu.
- I can almost touch the ceiling.
- Neredeyse tavana dokunabilirim.
- Tom felt somebody touch his arm.
- Tom birinin koluna dokunduğunu hissetti.
- Tom didn't want to touch it.
- Tom ona dokunmak istemedi.
- Nothing's been touched.
- Hiçbir şeye dokunulmamış.
- Can I touch your hair?
- Saçına dokunabilir miyim?
- Did you touch anything?
- Sen bir şeye dokundun mu?
- I touched them.
- Ben onlara dokundum.
- Fear infects and corrupts everything it touches.
- Korku dokunduğu her şeye bulaşır ve bozar.
- Did you touch it?
- Ona dokundun mu?
- I'd rather not touch it.
- Dokunmamayı tercih ederim.
- Did she touch your breasts?
- O senin göğüslerine dokundu mu?
- Nothing should be touched.
- Hiçbir şeye dokunulmamalı.
- Don't you mind if I touch this?
- Buna dokunmamın bir sakıncası yok mu?
- I don't like to be touched.
- Dokunulmaktan hoşlanmam.
- You touched my heart.
- Sen kalbime dokundun.
- I touched him.
- Ona dokundum.
- Tom can touch his nose with his tongue.
- Tom diliyle burnuna dokunabiliyor.
- Don't touch your face.
- Suratınıza dokunmayın.
- If you ever touch me again, I'll kill you.
- Eğer bana bir daha dokunursan, seni öldürürüm.
- I shouldn't have touched anything.
- Hiçbir şeye dokunmamalıydım.
- Touch my body.
- Bedenime dokun.
- Little children like to touch everything.
- Küçük çocuklar her şeye dokunmak ister.
- I don't think we should touch anything.
- Bence hiçbir şeye dokunmamalıyız.
- I won't let them touch you.
- Sana dokunmalarına izin vermeyeceğim.
- She felt someone touch her back.
- O, birinin arkasına dokunduğunu hissetti.
- Can I touch your chest?
- Göğsüne dokunabilir miyim?
- Tom hasn't touched his food.
- Tom yemeklerine dokunmadı.
- I never touched Tom.
- Tom'a hiç dokunmadım.
- Please be careful not to touch Tom.
- Lütfen Tom'a dokunmamaya dikkat et.
- A bear will not touch a corpse.
- Bir ayı cesede dokunmaz.
- You touched my heart.
- Kalbime dokundun.
- I touched her.
- Ona dokundum.
- She didn't let him touch her baby.
- Onun bebeğine dokunmasına izin vermedi.
- She didn't dare touch the greasy restaurant menu.
- Yağlı restoran menüsüne dokunmaya cesaret edemedi.
- Tom won't let anyone touch it.
- Tom kimsenin dokunmasına izin vermiyor.
- She touched a toad.
- Bir kurbağaya dokundu.
- Just touch it.
- Şuna bir dokun.
- Tom barely touched his food.
- Tom yemeğine neredeyse dokunmadı bile.
- Tom touched Mary's shoulder.
- Tom Mary'nin omzuna dokundu.
- I touched them.
- Onlara dokundum.
- You can't touch it!
- Dokunamazsın!
- Don't you dare touch anything.
- Sakın bir şeye dokunayım deme.
- Touch an animal to hear its sound.
- Sesini duymak için bir hayvana dokun.
Show More (517)
|
