1 |
bright |
parlak |
adj. |
|
- Many in this Parliament do not spell a bright future for Europe.
- Bu Parlamento'daki pek çok kişi Avrupa için parlak bir gelecek öngörmüyor.
- Your task was, moreover, to become a part of Zimbabwe's history, of its bright and positive history.
- Sizin göreviniz de Zimbabve'nin tarihinin parlak ve olumlu tarihinin bir parçası olmaktı.
- There are nonetheless certain bright spots following Rio.
- Rio'dan sonra yine de bazı parlak noktalar var.
- There are nonetheless certain bright spots following Rio.
- Yine de Rio'dan sonra bazı parlak noktalar var.
- Your task was, moreover, to become a part of Zimbabwe's history, of its bright and positive history.
- Dahası, göreviniz Zimbabve'nin tarihinin, parlak ve olumlu tarihinin bir parçası olmaktı.
- Tom has a bright career as a medical doctor.
- Tom'un, tıp doktoru olarak parlak bir kariyeri var.
- You've got a bright future ahead of you.
- Önünde parlak bir gelecek var.
- I think you have a bright future.
- Bence önünde parlak bir gelecek var.
- Mary put on some bright red lipstick.
- Mary parlak kırmızı ruj sürmüştü.
- Aren't the stars bright tonight?
- Bu gece yıldızlar parlak değil mi?
- She dyed her hair bright red.
- O, saçını parlak kırmızıya boyadı.
- Things are looking bright.
- İşler parlak görünüyor.
- You have a bright future.
- Parlak bir geleceğin var.
- She's a bright student.
- O parlak bir öğrenci.
- Tom is a bright student.
- Tom parlak bir öğrencidir.
- The spacesuits have visors to protect astronauts' eyes from the bright sunlight.
- Uzay elbiselerinde astronotların gözlerini parlak güneş ışığından korumak için güneşlikler vardır.
- Mary wants to paint her car bright blue.
- Mary arabasını parlak maviye boyamak istiyor.
- A bright red ladybug landed on my fingertip.
- Parlak kırmızı bir uğur böceği parmağımın ucuna kondu.
- She is very bright.
- O çok parlak.
- The cloth was dyed bright red.
- Kumaş parlak kırmızıya boyanmıştı.
- The morning sun is so bright that I cannot see it.
- Sabah güneşi o kadar parlak ki ben onu göremiyorum.
- They painted their house bright yellow.
- Evlerini parlak sarıya boyamışlar.
- The outlook remains bright.
- Görünüm parlak kalıyor.
- Tom's future is bright.
- Tom'un geleceği parlak.
- The sun is bright today.
- Bugün güneş çok parlak.
- The spacesuits have visors to protect astronauts' eyes from the bright sunlight.
- Uzay giysilerinde astronotların gözlerini parlak güneş ışığından korumak için vizörler bulunur.
- I think we have a bright future.
- Bence parlak bir geleceğimiz var.
- It's too bright.
- Çok parlak.
- Fadil was exceptionally bright at school.
- Fadıl okulda son derece parlaktı.
- This is too bright.
- Bu çok parlak.
- The sun is bright today.
- Güneş bugün parlak.
- Tom is an extremely bright man.
- Tom son derece parlak bir adamdır.
- Mary put on some bright red lipstick.
- Mary biraz parlak kırmızı ruj sürdü.
- He had such a bright future ahead of him.
- Önünde çok parlak bir gelecek varmış.
- The moon is bright.
- Ay parlak.
- I think you have a bright future.
- Bence geleceğin parlak.
- The balloons are bright.
- Balonlar parlak.
- The sun is bright.
- Güneş parlak.
- If the universe is full of stars, why doesn't the light from all of them add up to make the whole sky bright all the time?
- Eğer evren yıldızlarla doluysa, neden hepsinden gelen ışık toplanıp tüm gökyüzünü her zaman parlak yapmıyor?
- It was a bright cold day in April, and the clocks were striking thirteen.
- Nisan ayında parlak ve soğuk bir gündü ve saatler on üçü gösteriyordu.
- Man likes bright sunshine.
- İnsan parlak güneş ışığını sever.
- His victory at this age in an international competition is a good indication of a bright future.
- Bu yaşta uluslararası bir yarışmada kazandığı zafer, parlak bir geleceği olduğunun iyi bir göstergesidir.
- Now the lights of the city were bright and very close, and the streetlights shone all night.
- Artık şehrin ışıkları parlak ve çok yakındı, ve sokak lambaları bütün gece parlıyordu.
- The prospects aren't very bright.
- Beklentiler pek parlak değil.
- It's too bright.
- Bu çok parlak.
- Bright picture.
- Parlak resim.
- They painted their house bright yellow.
- Evlerini parlak sarıya boyadılar.
- The cloth was dyed bright red.
- Kumaş parlak kırmızıya boyandı.
- The moon is exceptionally bright tonight.
- Bu gece ay fevkalade parlak.
- Mary's face turned bright red.
- Mary'nin yüzü parlak kırmızıya döndü.
- I think that you have a bright future.
- Bence geleceğin parlak.
- A bright fire was glowing in the old-fashioned Waterloo stove.
- Eski moda Waterloo sobasında parlak bir ateş parlıyordu.
- The future looks really bright.
- Gelecek gerçekten parlak görünüyor.
- Mary has bright pink hair.
- Mary'nin parlak pembe saçları var.
- I think you have a bright future.
- Bence senin parlak bir geleceğin var.
- He had such a bright future ahead of him.
- Onun önünde böyle parlak bir geleceği vardı.
- The Andromeda Galaxy, also called M31, is bright enough to be seen by the naked eye on dark, moonless nights.
- M31 olarak da adlandırılan Andromeda Galaksisi, karanlık ve aysız gecelerde çıplak gözle görülebilecek kadar parlaktır.
- You've got a bright future.
- Senin parlak bir geleceğin var.
- It's too bright.
- Fazla parlak.
- It's very bright.
- Bu çok parlak.
- The star is so bright that it can be seen with the naked eye.
- Yıldız o kadar parlak ki çıplak gözle görülebiliyor.
- Dan had a bright future.
- Dan parlak bir geleceğe sahipti.
- I see a bright future for you.
- Senin için parlak bir gelecek görüyorum.
- Einstein, at school, wasn't a bright boy.
- Einstein okuldayken parlak bir çocuk değildi.
- They are bright red!
- Onlar parlak kırmızı!
- I think that you have a bright future.
- Bence önünde parlak bir gelecek var.
- Dan had a bright future.
- Dan'in parlak bir geleceği vardı.
- Mary usually wears bright red lipstick.
- Mary genellikle parlak kırmızı ruj kullanır.
- Edison was not a bright student.
- Edison, parlak bir öğrenci değildi.
- The moon is exceptionally bright tonight.
- Ay bu gece son derece parlak.
- She dyed her hair bright red.
- Saçını parlak kırmızıya boyamıştı.
- The stars are bright tonight.
- Bu gece yıldızlar parlak.
- Tom rolled up his pant legs so people could see his bright red socks.
- Tom, insanlar parlak kırmızı çoraplarını görebilsin diye pantolonunun paçalarını sıvadı.
- This bird has a bright plumage.
- Bu kuşun parlak tüyleri var.
- The colors of this painting are very bright.
- Bu tablonun renkleri çok parlak.
- He has a bright career as a medical doctor.
- Bir hekim olarak parlak bir kariyere sahip.
- He has a bright career as a medical doctor.
- Tıp doktoru olarak parlak bir kariyeri var.
- It's a bright, beautiful day outside.
- Dışarıda parlak, güzel bir gün var.
- You're a bright student.
- Sen parlak bir öğrencisin.
- The morning sun is so bright that I cannot see it.
- Sabah güneşi o kadar parlak ki göremiyorum.
- Mary usually wears bright red lipstick.
- Mary genellikle parlak kırmızı ruj sürer.
- A few seconds ago I was in the open air and the bright daylight, and now my eyes refuse to serve me in this darkness.
- Birkaç saniye önce açık havada ve parlak gün ışığındaydım, şimdi ise gözlerim bu karanlıkta bana hizmet etmeyi reddediyor.
- Tom is extremely bright.
- Tom son derece parlak.
- They are bright red!
- Parlak kırmızılar!
- He is a bright student.
- Parlak bir öğrencidir.
- It's really bright.
- Gerçekten çok parlak.
- Tom is a bright student.
- Tom parlak bir öğrenci.
- The moon is really bright tonight.
- Ay bu gece gerçekten çok parlak.
- Her sister Joanna was bright and slender as a lily.
- Kız kardeşi Joanna bir zambak gibi parlak ve inceydi.
- Aren't the stars bright tonight?
- Bu gece yıldızlar ne parlak değil mi?
- The flowers were bright and colourful.
- Çiçekler parlak ve renkliydi.
- Tom dyed his hair bright red.
- Tom saçını parlak kırmızıya boyadı.
- The moon is very bright tonight.
- Bu gece ay çok parlak.
- The outlook remains bright.
- Görünüm hâlâ parlak.
- His blue eyes were clear and bright.
- Mavi gözleri berrak ve parlaktı.
- The moon's so bright.
- Ay çok parlak.
- Mary's nails were painted a bright red.
- Mary'nin tırnakları parlak kırmızıya boyanmıştı.
- He has a bright future ahead of him.
- Önünde parlak bir gelecek var.
- This bird has a bright plumage.
- Bu kuşun parlak bir tüyü var.
- Tom isn't too bright.
- Tom çok parlak değil.
- In the fall, when the days grew shorter and the nights colder, she watched the first frost turn the leaves to bright yellow and orange and red.
- Sonbaharda, günler kısalıp geceler soğuduğunda, ilk donun yaprakları parlak sarı, turuncu ve kırmızıya dönüştürmesini izledi.
- Tom wasn't a bright student.
- Tom parlak bir öğrenci değildi.
- He has a bright future.
- Parlak bir geleceği var.
- Tom rolled up his pant legs so people could see his bright red socks.
- Tom pantalonunun paçalarını sıvadı böylece insanlar onun parlak kırmızı çoraplarını görebildi.
- Tom has a bright career as a medical doctor.
- Bir tıp doktoru olarak Tom'un parlak bir kariyeri var.
- I think that you have a bright future.
- Bence parlak bir geleceğin var.
- Tom is wearing a bright red tie.
- Tom parlak kırmızı bir kravat takıyor.
- You've got a bright future.
- Parlak bir geleceğin var.
- You are bright and glowy this morning.
- Bu sabah çok parlak ve ışıltılısın.
- Fadil was a young man with a bright future ahead of him.
- Fadıl önünde parlak bir geleceği olan genç bir adamdı.
- Do you have a bright light for reading?
- Okumak için parlak bir ışığınız var mı?
- He is a bright student.
- Parlak bir öğrenci.
- The shops look merry with their bright toys and their green branches.
- Dükkanlar, parlak oyuncakları ve yeşil dallarıyla neşeli görünüyor.
- You're a bright guy.
- Sen parlak bir adamsın.
- I think you have a bright future.
- Bence parlak bir geleceğin var.
- The moon is really bright tonight.
- Bu akşam ay çok parlak.
- A bright future was predicted for him.
- Ona parlak bir gelecek öngörüldü.
- It's very bright.
- Çok parlak.
- The stars are bright.
- Yıldızlar parlak.
- A bright fire was glowing in the old-fashioned Waterloo stove.
- Eski moda Waterloo sobasında parlak bir ateş yanıyordu.
- A bright future was predicted for him.
- Onun için parlak bir gelecek öngörülüyordu.
- Einstein, at school, wasn't a bright boy.
- Einstein, okulda, parlak bir çocuk değildi.
- The morning sun is too bright to look at.
- Sabah güneşi bakılamayacak kadar parlak.
- It's a bright, beautiful day outside.
- Dışarıdaki parlak, güzel bir gün.
- You're a bright kid.
- Sen parlak bir çocuksun.
- The sun was bright.
- Güneş parlaktı.
- The shops look merry with their bright toys and their green branches.
- Dükkanlar parlak oyuncakları ve yeşil dallarıyla neşeli görünüyor.
- Tom's future is bright.
- Tom'un geleceği parlaktır.
- It's really bright.
- Bu gerçekten parlak.
- The moon is very bright tonight.
- Ay bu gece çok parlak.
- Tom has a bright future ahead of him.
- Tom'un önünde parlak bir gelecek var.
- The blood was bright red.
- Kan parlak kırmızıydı.
- The morning sunshine is so bright that I can't look at it.
- Sabah güneşi o kadar parlak ki ben ona bakamam.
- His blue eyes were clear and bright.
- Onun mavi gözleri açık ve parlaktı.
- Edison was not a bright student.
- Edison parlak bir öğrenci değildi.
- Tom has a bright future.
- Tom'un parlak bir geleceği var.
- Mary's nails were painted a bright red.
- Mary'nin tırnakları parlak kırmızıya boyanmış.
- The morning sunshine is so bright that I can't look at it.
- Sabah güneşi o kadar parlak ki bakamıyorum.
- In spring everything looks bright.
- İlkbaharda her şey parlak görünür.
- Tom isn't very bright, is he?
- Tom çok parlak değil, değil mi?
- The morning sun is too bright to look at.
- Sabah güneşi bakmak için çok parlak.
- Bright picture.
- Parlak bir resim.
Show More (139)
|
2 |
bright |
zeki |
adj. |
|
- Tom said you were bright.
- Tom senin zeki olduğunu söyledi.
- Tom is a bright kid.
- Tom zeki bir çocuk.
- You're a bright guy.
- Sen zeki bir çocuksun.
- She is not only pretty, but also bright.
- Sadece güzel değil, aynı zamanda da zeki.
- Tom is the brightest student in the class.
- Tom sınıftaki en zeki öğrenci.
- Tom isn't too bright.
- Tom çok zeki değil.
- She is not only pretty, but also bright.
- Sadece güzel değil, aynı zamanda zeki.
- Tom said that Mary was bright.
- Tom, Mary'nin zeki olduğunu söyledi.
- Tom isn't very bright, is he?
- Tom çok zeki değil, değil mi?
- Tom is brighter than you are.
- Tom senden daha zeki.
- These kids are so bright and so talented.
- Bu çocuklar çok zeki ve çok yetenekli.
- Tom isn't very bright.
- Tom çok zeki değil.
- Tom is bright and articulate.
- Tom zeki ve konuşkandır.
- Tom seemed to be bright.
- Tom zeki görünüyordu.
- Tom is bright and articulate.
- Tom zeki ve açık sözlüdür.
- He is by no means bright.
- O, hiçbir şekilde zeki değil.
- Tom is a bright guy, isn't he?
- Tom zeki bir adam, değil mi?
- He's not the brightest guy in the world.
- Dünyadaki en zeki adam değil.
- Tom is a bright boy, isn't he?
- Tom zeki bir çocuk, değil mi?
- She's a bright student.
- O zeki bir öğrenci.
- He's brighter than they are.
- Onlardan daha zeki.
- Tom wasn't a bright student.
- Tom zeki bir öğrenci değildi.
- Tom is not so bright.
- Tom o kadar zeki değil.
- Tom isn't the brightest guy in the world.
- Tom dünyadaki en zeki adam değil.
- Tom is an extremely bright man.
- Tom son derece zeki bir adam.
- Tom says I'm not too bright.
- Tom çok zeki olmadığımı söylüyor.
- Tom is bright, isn't he?
- Tom zeki biri, değil mi?
- Tom seemed bright.
- Tom zeki görünüyordu.
- You're brighter than most of Tom's friends.
- Tom'un arkadaşlarının çoğundan daha zekisin.
- I think Tom is bright.
- Bence Tom zeki.
- Mike is the brightest student in class.
- Mike sınıftaki en zeki öğrenci.
- Tom was bright.
- Tom zekiydi.
- Tom is a bright guy.
- Tom zeki bir adam.
- Tom is very bright.
- Tom çok zeki.
- Even the brightest student couldn't solve the problem.
- En zeki öğrenci bile problemi çözemedi.
- She is very bright.
- Çok zeki biri.
- He is the brightest in the class.
- Sınıfında en zeki öğrencidir.
- Tom is a bright kid, isn't he?
- Tom zeki bir çocuk, değil mi?
- Tom is extremely bright.
- Tom son derece zeki.
- You're a bright boy.
- Zeki bir çocuksun.
- He is by no means bright.
- Hiçbir şekilde zeki değildir.
- Tom seems bright.
- Tom zeki görünüyor.
- Tom isn't very bright at all.
- Tom hiç de zeki değil.
- Tom isn't so bright, is he?
- Tom çok zeki değil, değil mi?
- Tom doesn't seem to be as bright as Mary seems to be.
- Tom, Mary kadar zeki görünmüyor.
- He is the brightest in the class.
- Sınıfın en zekisidir.
- He is bright, and what is more, he is polite.
- Zeki ve dahası kibar.
- Tom's a bright boy.
- Tom zeki bir çocuk.
- Tom is a bright boy.
- Tom zeki bir çocuk.
- Tom says you're bright.
- Tom senin zeki olduğunu söylüyor.
- You're a bright kid.
- Sen zeki bir çocuksun.
- Tom is bright, isn't he?
- Tom zeki, değil mi?
- Emily is the brightest girl in school.
- Emily okuldaki en zeki kız.
- He is bright, and what is more, he is polite.
- O zekidir, üstelik kibardır da.
- I remember him as a cute, bright little boy.
- Onu sevimli, zeki küçük bir çocuk olarak hatırlıyorum.
- She is as bright as any in her class.
- Sınıfındaki herkes kadar zeki.
- Tom doesn't seem to be as bright as Mary.
- Tom, Mary kadar zeki görünmüyor.
- Tom's a bright kid.
- Tom zeki bir çocuk.
- Tom is very bright, isn't he?
- Tom çok zeki, değil mi?
- Tom is a bright guy, isn't he?
- Tom zeki bir çocuk, değil mi?
- Tom isn't so bright, is he?
- Tom o kadar zeki değil, değil mi?
- He was such a bright boy others admired him.
- O kadar zeki bir çocuktu ki diğerleri ona hayrandı.
Show More (61)
|
3 |
bright |
aydınlık |
adj. |
|
- Tom usually wears sunglasses even when it's not so bright.
- Tom genellikle hava çok aydınlık olmadığında bile güneş gözlüğü takar.
- It's still bright outside.
- Dışarısı hala aydınlık.
- My office is significantly brighter than yours.
- Benim ofisim seninkinden çok daha aydınlık.
- It was a bright and clear Sunday morning.
- Aydınlık ve açık bir Pazar sabahıydı.
- Only you, can make the darkness bright.
- Yalnızca sen, karanlığı aydınlık yapabilirsin.
- The yin is dark, while the yang bright.
- Yang aydınlık iken, Yin karanlıktır.
- Earthshine is brightest on the nights around the new moon.
- Güneş ışığı, yeni ayın çevresindeki gecelerde en aydınlıktır.
- The yin is dark, while the yang bright.
- Yin karanlık, yang ise aydınlıktır.
- He usually wears sunglasses even when it's not so bright.
- Hava çok aydınlık olmadığında bile genellikle güneş gözlüğü takar.
- My office is significantly brighter than yours.
- Benim bürom seninkinden önemli ölçüde daha aydınlıktır.
- My office is significantly brighter than yours.
- Benim bürom seninkinden çok daha aydınlıktır.
- The room is very bright.
- Oda çok aydınlık.
- Tom has a bright future.
- Tom'un aydınlık bir geleceği var.
- It's too bright to sleep.
- Uyumak için çok aydınlık.
- It was a bright cold day in April, and the clocks were striking thirteen.
- Nisanda aydınlık soğuk bir gündü ve saat on üçü vuruyordu.
Show More (12)
|
4 |
bright |
akıllı |
adj. |
|
- Tom is brighter than you are.
- Tom senden daha akıllı.
- You're brighter than most of Tom's friends.
- Tom'un arkadaşlarının çoğundan daha akıllısın.
- I think Tom is bright.
- Tom'un akıllı olduğunu düşünüyorum.
- Tom is bright.
- Tom akıllıdır.
- These kids are so bright and so talented.
- Bu çocuklar çok akıllı ve çok yetenekli.
- You're bright.
- Sen akıllısın.
Show More (3)
|
5 |
bright |
ışıl ışıl |
adj. |
|
- Easy to handle, quick to the helm, fast, bright.
- Kullanımı kolaydır, dümene çabuk geçer, hızlıdır, ışıl ışıldır.
- Easy to handle, quick to the helm, fast, bright.
- Kullanımı kolay, dümeni hızlı çalışıyor, süratli, ışıl ışıl.
- In spring everything looks bright.
- Baharda her şey ışıl ışıl görünür.
- The garden is bright with flowers.
- Bahçe çiçeklerle ışıl ışıl.
Show More (1)
|
6 |
bright |
pırıl pırıl |
adj. |
|
- Easy to handle, quick to the helm, fast, bright.
- Kullanımı kolay, dümene çabuk geçiyor, hızlı, pırıl pırıl.
- The moon was shining bright.
- Ay pırıl pırıl parlıyordu.
Show More (-1)
|
7 |
bright |
ışıltılı |
adj. |
|
- Stars shine brighter in the darkness.
- Yıldızlar karanlıkta daha ışıltılı parlar.
Show More (-2)
|
8 |
bright |
görkemli |
adj. |
|
- The garden is bright with flowers.
- Bahçe çiçekleri ile görkemli.
Show More (-2)
|