| 1 |
sound |
ses |
n. |
|
- What is that?' 'It's the sound of somebody walking on the roof.'
- "Bu da ne?" "Çatıda yürüyen birinin sesi."
- The security footage had no sound.
- Güvenlik kayıtlarında ses yoktu.
- Do you mind turning down the sound a bit? I'm trying to sleep.
- Sesi biraz kısabilir misin? Uyumaya çalışıyorum.
- Sound plays a central role in this industry.
- Ses bu sektörde merkezi bir rol oynamaktadır.
- I would like to intervene to say that the television system here still does not receive images or sound from Finland.
- Buradaki televizyon sisteminin Finlandiya'dan hala görüntü veya ses almadığını söylemek için araya girmek istiyorum.
- There was the sound of constant gunfire.
- Sürekli silah sesleri geliyordu.
- I just wanted to complain about the quality of sound reproduction.
- Sadece ses üretiminin kalitesinden şikayet etmek istedim.
- Off the beaten path, no hard surfaces to reflect sound.
- Alışılmışın dışında, sesi yansıtacak sert yüzeyler yok.
- Your physician may suggest utilizing an electronic device to suppress the sound.
- Doktorunuz sesi bastırmak için elektronik bir alet kullanılmasını önerebilir.
- The truth is, hard surfaces bounce sound around the room.
- Gerçek şu ki, sert yüzeyler sesi odanın içinde yansıtır.
- The heaven and earth shook, followed by a collapsing sound.
- Yer ve gök sarsıldı, ardından bir yıkılma sesi duyuldu.
- I made a device that makes the sound of a flatline.
- Nabız durması gibi ses veren bir alet yaptım.
- Your physician may suggest utilizing an electronic device to suppress the sound.
- Doktorunuz sesi bastırmak için elektronik bir cihaz kullanmanızı önerebilir.
- The heaven and earth shook, followed by a collapsing sound.
- Gök ve yer sarsıldı, ardından bir çökme sesi geldi.
- Your physician may suggest utilizing an electronic device to suppress the sound.
- Doktorunuz elektronik bir alet kullanılarak sesin bastırılmasını önerebilir.
- The truth is, hard surfaces bounce sound around the room.
- Gerçek şu ki, sert yüzeyler sesi odanın her yerine yansıtır.
- It doesn't sound like Tom.
- Tom'un sesine benzemiyor.
- Do I sound rude?
- Sesim kaba mı geliyor?
- I heard a sound.
- Bir ses duydum.
- The sound is really loud.
- Ses gerçekten çok yüksek.
- We cannot sleep because of the sound.
- Ses yüzünden uyuyamıyoruz.
- People tend to only compliment you on your language ability when it's apparent that you still don't quite sound like a native speaker.
- İnsanlar dil yeteneğiniz konusunda ancak sesinizin hala anadiliniz gibi çıkmadığı anlaşıldığında size iltifat etme eğilimindedir.
- This sound of danger lent me wings.
- Bu tehlike sesi bana ödünç kanatlar verdi.
- What's that horrible sound?
- Bu korkunç ses ne?
- You don't sound happy.
- Sesin mutlu gelmiyor.
- Who doesn't like the sound of that?
- Bunun sesini kim sevmez ki?
- Tom didn't sound too optimistic.
- Tom'un sesi çok iyimser değildi.
- An electric guitar doesn't sound the same as an acoustic one.
- Elektro gitarın sesi akustik gitarınkiyle aynı değildir.
- I heard an unusual sound.
- Ben sıradışı bir ses duydum.
- What is your favorite sound?
- En sevdiğin ses nedir?
- I can hear the sound in your mind.
- Aklındaki sesi duyabiliyorum.
- Tom turned the TV sound down.
- Tom TV'nin sesini kıstı.
- I've never heard that sound before.
- Bu sesi daha önce hiç duymadım.
- Light and sound travel in waves.
- Işık ve ses dalgalar halinde hareket eder.
- Tom likes listening to American English the most, but he also likes the sound of Irish English.
- Tom en çok Amerikan İngilizcesi dinlemeyi seviyor, ama İrlanda İngilizcesinin sesini de seviyor.
- You sound very sure of yourself.
- Sesin kendinden çok emin geliyor.
- A strange sound was heard from behind the door.
- Kapının arkasından garip bir ses duyuldu.
- Music and sound are very related.
- Müzik ve ses çok ilişkilidir.
- You sound worried.
- Sesin endişeli geliyor.
- That sound is annoying.
- Bu ses çok sinir bozucu.
- That sound is extremely annoying.
- O ses son derece sinir bozucu.
- The sound suddenly stopped.
- Ses aniden kesildi.
- There's that sound again.
- Yine o ses var.
- What's that crunching sound?
- Bu çıtırdama sesi de ne?
- I don't like the sound of my own voice.
- Kendi sesimi duymaktan hoşlanmıyorum.
- Empty vessels make the most sound.
- En çok ses boş tenekeden gelir.
- Even light and sound bothered me.
- Işık ve ses bile beni rahatsız ediyordu.
- The only sound to be heard was the ticking of the clock.
- Duyulabilecek tek ses saatin tik taklarıydı.
- The train's sound faded away.
- Trenin sesi kayboldu.
- I've never heard that sound before.
- O sesi daha önce hiç duymadım.
- I don't like the sound of my own voice.
- Ben kendi sesimin sesini sevmiyorum.
- You sure sound upset.
- Sesin üzgün geliyor.
- The valley echoes the sound of the waterfall.
- Vadi şelalenin sesini yansıtıyor.
- The sound of shouting grew faint.
- Bağırma sesi giderek zayıfladı.
- Which is closer to Arabic in terms of sound, Spanish or Portuguese?
- Ses açısından hangisi Arapçaya daha yakın, İspanyolca mı Portekizce mi?
- You don't sound so sure of it.
- Sesin o kadar emin gelmiyor.
- The sound of an awful scream made him shudder.
- Berbat bir çığlık sesi onu ürpertti.
- Tom and I sat on the beach listening to the sound of the waves.
- Tom ve ben sahilde oturmuş dalgaların sesini dinliyorduk.
- I love the sound this grasshopper makes!
- Bu çekirgenin çıkardığı sese bayılıyorum!
- I can hear the sound in your mind.
- Zihnindeki sesi duyabiliyorum.
- You sound very bitter.
- Sesin çok acı geliyor.
- Tom heard a loud sound.
- Tom yüksek bir ses duydu.
- Tom closed his eyes and listened to the sound of the waves crashing on the beach.
- Tom gözlerini kapadı ve sahile vuran dalgaların sesini dinledi.
- Tom hates the sound of wind chimes.
- Tom rüzgar çanlarının sesinden nefret eder.
- Tom is starting to sound a lot like his father.
- Tom'un sesi babasınınki gibi çıkmaya başladı.
- We heard the sound of helicopters overhead.
- Tepemizdeki helikopterlerin sesini duyduk.
- That's a happy sound.
- Bu mutlu bir ses.
- I am turning the sound of the radio down.
- Radyonun sesini kısıyorum.
- Tom didn't sound as enthusiastic as Mary.
- Tom'un sesi Mary kadar hevesli gelmiyordu.
- What is this sound?
- Bu ses de ne?
- He heard a strange sound and sprang out of bed.
- Garip bir ses duydu ve yataktan fırladı.
- Tom heard the sound of breaking glass.
- Tom kırılan camın sesini duydu.
- What's that sound?
- Bu ses de ne?
- I love the sound of wind chimes.
- Rüzgar çanlarının sesini seviyorum.
- You don't sound so sure of yourself.
- Sesin kendinden pek emin gelmiyor.
- You sound pathetic.
- Sesin acınası geliyor.
- Touch an animal to hear its sound.
- Sesini işitmek için bir hayvana dokunun.
- Don't make a sound.
- Ses yapma.
- That sound is annoying.
- O ses sinir bozucu.
- That drum has a very strange sound.
- Bu davulun çok garip bir sesi var.
- That sound annoyed me at first, but now I've gotten used to it.
- Bu ses ilk başta beni rahatsız etti, ama şimdi alıştım.
- The sound is coming from inside the house.
- Ses evin içinden geliyor.
- I love being woken up by the sound of birds singing.
- Öten kuşların sesiyle uyandırılmayı seviyorum.
- You can hear the sound of the sea in this hotel room.
- Bu otel odasından denizin sesini duyabilirsin.
- Can't you hear the sound?
- Sesi duyamıyor musun?
- Even a quarter kilometer away, the sound of the bomb was heard.
- Bombanın sesi çeyrek kilometre öteden bile duyuldu.
- You sound mad.
- Sesin kızgın geliyor.
- Tom heard the sound.
- Tom sesi duydu.
- A strange sound was heard from behind the door.
- Kapının arkasından tuhaf bir ses duyuldu.
- The motor is making a strange sound.
- Motor ses yapıyor.
- I wonder what's causing that sound.
- Bu sesin sebebini merak ediyorum.
- Tom didn't sound too optimistic.
- Tom'un sesi pek iyimser gelmiyordu.
- Light is much faster than sound.
- Işık, sesten çok daha hızlıdır.
- The only sound to be heard was the ticking of the clock.
- Duyulan tek ses saatin tik takıydı.
- I love being woken up by the sound of birds singing.
- Kuş sesleriyle uyandırılmaya bayılıyorum.
- Tom heard the sound of rain on the tin roof.
- Tom teneke çatıdaki yağmurun sesini duyuyordu.
- What's this sound?
- Nedir bu ses?
- Do you hear that sound?
- Bu sesi duyuyor musun?
- Did you hear that sound?
- Sesi duydun mu?
- I heard a strange sound coming from the room above.
- Yukarıdaki odadan gelen garip bir ses duydum.
- What's that awful sound?
- Bu korkunç ses de ne?
- I love the sound of children laughing.
- Çocukların gülme sesine bayılırım.
- I've heard that sound before.
- O sesi daha önce duydum.
- Tom hates the sound of wind chimes.
- Tom rüzgar çanlarının sesinden nefret ediyor.
- I hear no sound.
- Hiç ses duymuyorum.
- Not a sound was heard.
- Bir ses duyulmadı.
- What is this sound?
- Bu ses ne?
- The sound became fainter and fainter, till at last it disappeared.
- Ses sonunda kayboluncaya kadar gittikçe zayıfladı.
- The washing machine is making a strange sound.
- Çamaşır makinesi tuhaf bir ses çıkartıyor.
- Turn the sound off.
- Sesi kapat.
- At the sound of my voice, my dog pricked up his ears.
- Sesimi duyunca köpeğim kulaklarını dikti.
- How did Tom sound?
- Tom'un sesi nasıldı?
- What did it sound like?
- Sesi neye benziyordu?
- There's that sound again.
- İşte yine o ses.
- I like the sound of that.
- Sesini sevdim.
- That sound is irritating.
- Bu ses rahatsız edici.
- The motor is making a strange sound.
- Motor tuhaf bir ses çıkartıyor.
- Which is closer to Arabic in terms of sound, Spanish or Portuguese?
- İspanyolca veya Portekizce'den hangisi ses açısından Arapça'ya daha yakındır?
- That sound annoyed me at first, but now I've gotten used to it.
- O ses, ilk başta beni rahatsız etti ama şimdi ona alıştım.
- Tom and I sat on the beach listening to the sound of the waves.
- Tom ve ben sahilde dalgaların sesini dinleyerek oturduk.
- Tom doesn't sound very confident.
- Tom'un sesi pek emin gelmiyor.
- Even a small sound from the TV interferes with my concentration.
- Televizyondan gelen küçük bir ses bile konsantrasyonumu bozuyor.
- I don't recognize the sound.
- Sesi tanımıyorum.
- I heard the sound of battle.
- Savaşın sesini duydum.
- Please turn up the sound.
- Lütfen sesi açın.
- Tom didn't sound as excited as Mary did.
- Tom'un sesi Mary kadar heyecanlı gelmiyordu.
- That sound is extremely annoying.
- Bu ses son derece sinir bozucu.
- I don't like the sound of this.
- Bunun sesini sevmiyorum.
- Tom heard a sound downstairs.
- Tom alt katta bir ses duydu.
- What's that horrible sound?
- Bu korkunç ses de ne?
- You sound nervous.
- Sesin gergin geliyor.
- I don't recognize the sound.
- Ben sesi tanımıyorum.
- I hear a sound in the distance.
- Uzaktan bir ses duyuyorum.
- You can hear the sound of the sea in this hotel room.
- Bu otel odasında denizin sesini duyabilirsiniz.
- The sound of the violin is very sweet.
- Kemanın sesi çok tatlı.
- Can't you hear the sound?
- Sesi duymuyor musun?
- What's that sound?
- O ses nedir?
- I listened but couldn't hear any sound.
- Dinledim ama hiçbir ses duyamadım.
- The air is a medium for sound.
- Hava ses için bir ortamdır.
- That is such a lovely sound.
- Bu çok hoş bir ses.
- Tom heard the sound of rain on the tin roof.
- Tom teneke çatıdaki yağmurun sesini duydu.
- What's causing that sound?
- Bu sese ne sebep oluyor?
- Tom could hear the sound of people outside.
- Tom dışarıdaki insanların sesini duyabiliyordu.
- Don't you just love that sound?
- Bu sesi sevmiyor musun?
- I'll never forget the sound the crash made.
- Kazanın çıkardığı sesi asla unutmayacağım.
- Tom could hear the sound of people outside.
- Tom dışarıdaki insanların sesini duyabildi.
- The sound is coming from over there.
- Ses oradan geliyor.
- You sound very worried.
- Sesin çok endişeli geliyor.
- There was no sound.
- Ses yoktu.
- The sound came from that direction.
- Ses bu yönden geldi.
- Sami used a pillow to muffle the sound of his gun.
- Sami silahının sesini bastırmak için bir yastık kullandı.
- Rugs absorb sound.
- Halılar sesi emer.
- I really like the sound of a harpsichord.
- Klavsenin sesini gerçekten seviyorum.
- I hear a sound in the distance.
- Uzakta bir ses duyuyorum.
- The sound came from that direction.
- Ses şu taraftan geldi.
- I heard an unusual sound.
- Alışılmadık bir ses duydum.
- That's a happy sound.
- O mutlu bir ses.
- Tom closed his eyes and listened to the sound of the waves crashing on the beach.
- Tom gözlerini kapadı ve sahile çarpan dalgaların sesini dinledi.
- You sound upset.
- Sesin üzgün geliyor.
- The sound gradually died away.
- Ses yavaş yavaş kayboldu.
- Tom heard a familiar sound.
- Tom tanıdık bir ses duydu.
- I closed my eyes and listened to the sound of the ocean.
- Gözlerimi kapattım ve okyanusun sesini dinledim.
- I love the sound of rain falling.
- Yağmurun sesini seviyorum.
- I like the sound of that Bell!
- Bu zilin sesini sevdim!
- The sound roused her from sleep.
- Ses, onu uykudan uyandırdı.
- Tom made no sound of any kind.
- Tom hiçbir türde ses yapmadı.
- Please turn up the sound.
- Lütfen sesi aç.
- The sound was annoying but harmless to the human body.
- Ses, rahatsız edici ama insan vücudu için zararsızdı.
- I like the sound of children laughing.
- Çocukların gülme sesini seviyorum.
- I like the sound of harpsichord very much.
- Klavsenin sesini çok seviyorum.
- I like the sound of harpsichord very much.
- Klavsenin sesini çok severim.
- I hate that sound.
- O sesten nefret ediyorum.
- There was no sound.
- Hiç ses yoktu.
- The sound woke her up.
- Ses onu uyandırdı.
- Fadil heard a thumping sound coming from the basement.
- Fadıl bodrumdan gelen bir gümbürtü sesi duydu.
- I am turning the sound of the radio down.
- Ben radyonun sesini kısıyorum.
- The sound grew fainter and fainter.
- Ses gittikçe azaldı.
- You sure sound grumpy.
- Sesin çok huysuz geliyor.
- I couldn't hear the sound well.
- Sesi iyi duyamadım.
- Tom didn't sound worried.
- Tom'un sesi endişeli gelmiyordu.
- I hate that sound.
- Bu sesten nefret ediyorum.
- You don't sound too worried.
- Sesin fazla kaygılı gelmiyor.
- That drum has a very strange sound.
- O davulun çok garip bir sesi var.
- I love the sound of church bells.
- Ben kilise çanlarının sesini seviyorum.
- I hear a strange sound.
- Tuhaf bir ses duyuyorum.
- I don't like the sound of this.
- Bu ses hoşuma gitmedi.
- I don't like the sound of that.
- Onun sesini sevmiyorum.
- The plane was about to take off when I heard a strange sound.
- Uçak havalanmak üzereydi ki garip bir ses duydum.
- The sound is really loud.
- Ses gerçekten yüksek.
- Birds flew away at the sound.
- Kuşlar, sesten uçup gitti.
- The sound of the parade died away.
- Geçit töreninin sesi gittikçe kayboldu.
- Tom listened to the sound of the ocean.
- Tom okyanusun sesini dinledi.
- You don't sound very confident.
- Sesin kendinden emin gelmiyor.
- The flash of lightning precedes the sound of thunder.
- Şimşek çakması gök gürültüsü sesinden önce gelir.
- Without air there can be no wind or sound on the moon.
- Ayda havasız rüzgar ya da ses olmayabilir.
- Light travels faster than sound.
- Işık, sesten daha hızlı hareket eder.
- I don't sound like that.
- Sesim öyle çıkmıyor.
- He heard the sound.
- Sesi duydu.
- The sound of the train faded away.
- Trenin sesi kayboldu.
- I like the sound of that Bell!
- O zilin sesini seviyorum!
- You sure sound angry.
- Sesin kesinlikle kızgın geliyor.
- You don't sound very excited.
- Sesin pek heyecanlı gelmiyor.
- Light travels faster than sound.
- Işık sesten daha hızlı hareket eder.
- What's making this sound?
- Bu sesi ne çıkarıyor?
- Don't sound so disappointed.
- Sesin hayal kırıklığına uğramış gibi çıkmasın.
- You sound very sure.
- Sesin çok emin geliyor.
- What kind of sound is this?
- Bu nasıl bir ses böyle?
- Do you hear any sound?
- Herhangi bir ses duyuyor musunuz?
- The new airplane flies at twice the speed of sound.
- Yeni uçak sesin iki katı hızlı uçuyor.
- The sound woke me up.
- Ses beni uyandırdı.
- Where is that sound coming from?
- Bu ses nereden geliyor?
- Who doesn't like the sound of that?
- Bunun sesini kim sevmez?
- I heard a strange sound coming from the garage.
- Garajdan gelen garip bir ses duydum.
- He was irritated by the sound.
- Sesten rahatsız oldu.
- The sound roused her from sleep.
- Ses onu uykusundan uyandırdı.
- I like the sound of that.
- Onun sesini seviyorum.
- Tom doesn't sound happy.
- Tom'un sesi mutlu gelmiyor.
- Layla heard a familiar sound.
- Leyla tanıdık bir ses duydu.
- You sound happy about it.
- Sesin mutlu geliyor.
- This guitar doesn't sound very good.
- Bu gitarın sesi pek iyi gelmiyor.
- You sound very young.
- Sesin çok genç geliyor.
- Do I sound in love?
- Sesim aşık gibi mi geliyor?
- He likes listening to Istanbul Turkish the most, but he also likes the sound of Azerbaijani Turkish.
- En çok İstanbul Türkçesi dinlemeyi seviyor ama Azeri Türkçesinin sesini de seviyor.
- I hear a strange sound.
- Garip bir ses duydum.
- What's that awful sound?
- O berbat ses ne?
- Soon the sound died away.
- Ses, biraz sonra kayboldu.
- I wonder what's causing that sound.
- Bu sese neyin sebep olduğunu merak ediyorum.
- I find the sound of the rain relaxing.
- Yağmurun sesini rahatlatıcı buluyorum.
- Sound travels very quickly.
- Ses çok hızlı yayılır.
- The air is a medium for sound.
- Hava ses için bir gereçtir.
- You don't sound too sure.
- Sesin çok emin gelmiyor.
- I like the sound of children laughing.
- Çocukların gülme sesini severim.
- The sound was annoying but harmless to the human body.
- Ses rahatsız ediciydi ama insan vücudu için zararsızdı.
- You sound very happy, Tom.
- Sesin çok mutlu geliyor, Tom.
- Not a sound was heard.
- Tek bir ses bile duyulmadı.
- Touch an animal to hear its sound.
- Sesini duymak için bir hayvana dokun.
- Tom said I didn't sound worried.
- Tom sesimin endişeli gelmediğini söyledi.
- The sound died away.
- Ses kesildi.
- The train's sound faded away.
- Trenin sesi azalarak kayboldu.
- We cannot sleep because of the sound.
- Biz ses nedeniyle uyuyamıyoruz.
- Sound travels very quickly.
- Ses çok hızlı şekilde hareket eder.
- I don't like the sound of that.
- Bunun sesini sevmiyorum.
- You're in love with the sound of your own voice.
- Kendi sesine aşıksın.
- The new airplane flies at twice the speed of sound.
- Yeni uçak ses hızının iki katı hızla uçuyor.
- Tom said he likes the sound of that.
- Tom bunun sesini sevdiğini söyledi.
- The valley echoes the sound of the waterfall.
- Vadi şelalenin sesini yankılıyor.
- What did it sound like?
- Sesi nasıldı?
- I love the sound of church bells.
- Kilise çanlarının sesini severim.
- What did that sound like?
- Sesi neye benziyordu?
- You sound bitter.
- Sesin acılı geliyor.
- We heard the sound of gunshots.
- Silah seslerini duyduk.
- You sound really angry.
- Sesin çok kızgın geliyor.
- Tom, you sound terrible.
- Tom, sesin berbat geliyor.
- I listened but couldn't hear any sound.
- Kulak kabarttım, ama hiçbir ses duyamadım.
- You sound desperate.
- Sesin çaresiz geliyor.
- The flash of lightning precedes the sound of thunder.
- Şimşeğin ışığı gök gürültüsünün sesinden önce gelir.
- Tom doesn't sound like a native speaker.
- Tom'un sesi anadil konuşucusu gibi çıkmıyor.
- You're in love with the sound of your own voice.
- Kendi sesinize âşıksınız.
- I closed my eyes and listened to the sound of the ocean.
- Gözlerimi kapadım ve okyanusun sesini dinledim.
- My sleep was disturbed by the sound.
- Ses yüzünden uykum bölündü.
- Without air there can be no wind or sound on the moon.
- Hava olmadan Ay'da rüzgar ya da ses olamaz.
- Tom didn't sound optimistic.
- Tom'un sesi iyimser gelmiyordu.
- Even a small sound from the TV interferes with my concentration.
- Televizyondan gelen en küçük bir ses bile konsantrasyonumu bozuyor.
- Tom didn't sound as excited as Mary.
- Tom'un sesi Mary kadar heyecanlı çıkmadı.
- What was that sound?
- Bu ses neydi?
- You sound funny.
- Sesin komik geliyor.
- Tom is starting to sound a lot like his father.
- Tom'un sesi babasına çok benzemeye başladı.
- Light is much faster than sound.
- Işık sesten çok daha hızlıdır.
- Tom didn't sound very optimistic.
- Tom'un sesi pek iyimser gelmiyordu.
- Tom doesn't sound very optimistic.
- Tom'un sesi pek iyimser gelmiyor.
- I've heard that sound before.
- Bu sesi daha önce duymuştum.
- He was irritated by the sound.
- Sesten rahatsız olmuştu.
- Tom didn't sound convinced.
- Tom'un sesi ikna olmuş gibi değildi.
- Tom didn't sound confident.
- Tom'un sesi kendinden emin gelmiyordu.
- What's it sound like?
- Sesi nasıldı?
- Music gives sound to fury, shape to joy.
- Müzik öfkeye ses, neşeye şekil verir.
- What's this sound?
- Bu ses ne?
- This sound of danger lent me wings.
- Bu tehlike sesi beni kanatlandırdı.
- I like the sound of your voice.
- Ben senin sesini seviyorum.
- Tom heard a strange sound coming from the basement.
- Tom bodrumdan gelen garip bir ses duydu.
- I know that sound.
- O sesi biliyorum.
- That sound is irritating.
- O ses sinir bozucu.
- I heard a strange sound coming from the room above.
- Yukarıdaki odada gelen garip bir ses duydum.
- Tom and Mary both sounded disappointed.
- Tom ve Mary'nin sesleri hayal kırıklığına uğramış gibiydi.
- I was not able to hear the sound clearly.
- Sesi net duyamadım.
- Do I sound that pessimistic?
- Sesim o kadar karamsar mı geliyor?
- Even light and sound bothered me.
- Işık ve ses bile rahatsızlık veriyordu.
- It is because light travels faster than sound that some people look brilliant before sounding stupid.
- Işık sesten daha hızlı hareket ettiği için bazı insanlar aptalca konuşmadan önce zeki görünürler.
- I love the sound of it.
- Sesine bayıldım.
- What's making this sound?
- Bu sesi yapan ne?
- Tom turned the TV sound down.
- Tom televizyonun sesini kıstı.
- Layla heard a familiar sound.
- Layla tanıdık bir ses duydu.
- Tom said I didn't sound optimistic.
- Tom sesimin iyimser gelmediğini söyledi.
- We could hear the sound of people approaching.
- Yaklaşan insanların sesini duyabiliyorduk.
- Tom didn't sound very confident.
- Tom'un sesi pek emin gelmiyordu.
- Tom heard a sound downstairs.
- Tom alt kattan bir ses duydu.
- Rugs absorb sound.
- Kilimler sesi absorbe eder.
- Suddenly, he heard a strange sound.
- Aniden garip bir ses duydu.
- I love the sound of it.
- Ben onun sesini seviyorum.
- He heard a strange sound and sprang out of bed.
- Garip bir ses duydu ve yatağından fırladı.
- My sleep was disturbed by the sound.
- Ses yüzünden uykum kaçtı.
- Soon the sound died away.
- Çok geçmeden, ses kesildi.
- Tom heard the sound of a gun being cocked.
- Tom bir silahın kurulma sesini duydu.
- Did you hear that sound?
- O sesi duydun mu?
- They danced to the sound of the music.
- Müziğin sesiyle dans ettiler.
- Tom listened to the sound of the waves crashing on the beach.
- Tom sahile vuran dalgaların sesini dinledi.
- I like the sound of the oud.
- Ud sesi hoşuma gider.
- The sound became fainter and fainter, till at last it disappeared.
- Ses gittikçe azaldı, ta ki sonunda kaybolana kadar.
- I like the sound of the oud.
- Ud sesini seviyorum.
- You sound angry.
- Sesin kızgın geliyor.
- What was that sound?
- O ses neydi?
- I'll never forget the sound the crash made.
- Çarpışmanın çıkardığı sesi asla unutmayacağım.
- What's causing that sound?
- O sese ne neden oluyor?
- Do you hear that sound?
- O sesi duyuyor musun?
- I like the sound of the oud.
- Udun sesini seviyorum.
- The hunter was alert to every sound and movement.
- Avcı her ses ve hareket için tetikteydi.
- I remember having heard a similar sound in my dreams.
- Rüyalarımda benzer bir ses duyduğumu hatırlıyorum.
- Do you hear any sound?
- Hiç ses duyuyor musun?
- The hunter was alert to every sound and movement.
- Avcı her sese ve harekete karşı tetikteydi.
- When did you hear the sound?
- Sesi ne zaman duydun?
- I could hear the sound of children playing outside my window.
- Penceremin dışında oynayan çocukların sesini duyabiliyordum.
- It doesn't sound so good.
- Sesi iyi gelmiyor.
- The speed of light is much greater than that of sound.
- Işığın hızı sesten çok daha fazladır.
- Light travels much faster than sound.
- Işık sesten çok daha hızlı hareket eder.
- You sound a bit angry.
- Sesin biraz sinirli geliyor.
- Even a quarter kilometer away, the sound of the bomb was heard.
- Çeyrek kilometre öteden bile bombanın sesi duyuldu.
- I heard a strange sound.
- Garip bir ses duydum.
- The sound gradually died away.
- Ses yavaş yavaş kesildi.
- You sound beautiful.
- Sesin güzel geliyor.
- Tom recognized the sound.
- Tom sesi tanıdı.
- I love the sound of children laughing.
- Çocukların gülme sesini seviyorum.
- You sound relieved.
- Sesin rahatlamış geliyor.
- The plane was about to take off when I heard a strange sound.
- Garip bir ses duyduğumda uçak havalanmak üzereydi.
- I hear no sound.
- Ben hiç ses duymuyorum.
- Since there is no air on the moon, there is no sound at all.
- Ay'da hava olmadığı için ses de yoktur.
- Sound familiar?
- Sesi tanıdık mı?
- Music gives sound to fury, shape to joy.
- Müzik öfkeye ses, eğlenceye şekil verir.
- The sound of the parade died away.
- Geçit töreninin sesi kesildi.
- What's this sound?
- Bu ses de ne?
- Where's that sound coming from?
- Bu ses nereden geliyor?
- The sound of the train faded away.
- Trenin sesi azalarak kayboldu.
- The sound grew fainter and fainter.
- Ses, gittikçe zayıfladı.
Show More (339)
|
| 2 |
sound |
sağlam |
adj. |
|
- This seems like a sound investment.
- Bu sağlam bir yatırıma benziyor.
- He's sound; he won't snitch on us.
- Sağlam adamdır, bizi ispiyonlamaz.
- My grandfather is still sound as a bell.
- Dedem hâlâ dipçik gibi sağlam.
- However, then of course, we must also ensure that our definition of essential employment conditions is sound.
- Bununla birlikte, elbette, temel istihdam koşulları tanımımızın sağlam olduğundan da emin olmalıyız.
- Between our rapporteur and our draftsman, they produced a very sound report.
- Raportörümüz ve ressamımızla birlikte çok sağlam bir rapor hazırladılar.
- In the disputes surrounding the financial arrangements, we have taken sound initiatives.
- Mali düzenlemelere ilişkin ihtilaflarda sağlam girişimlerde bulunduk.
- First of all, I should like to express my thanks to the rapporteur for the sound work she has done.
- Her şeyden önce, raportöre yaptığı sağlam çalışma için teşekkürlerimi ifade etmek isterim.
- Taiwan is a budding democracy with which we maintain sound economic ties.
- Tayvan, sağlam ekonomik bağlara sahip olduğumuz, gelişmekte olan bir demokrasidir.
- I should like to thank the rapporteur for a sound report.
- Raportöre sağlam raporu için teşekkür etmek isterim.
- In comparative terms, therefore, Greece's current situation is quite sound.
- Dolayısıyla karşılaştırmalı olarak bakıldığında Yunanistan'ın mevcut durumu oldukça sağlamdır.
- Such measures must of course be justified by sound scientific data.
- Bu tür tedbirler elbette sağlam bilimsel verilerle gerekçelendirilmelidir.
- Otherwise, we believe the report to be sound.
- Aksi takdirde, raporun sağlam olduğuna inanıyoruz.
- Mr Langen has presented a very sound analysis of the Commission’s Green Paper and proposed substantial improvements.
- Sayın Langen, Komisyonun Yeşil Kitap'ına ilişkin çok sağlam bir analiz sunmuş ve önemli iyileştirmeler önermiştir.
- It would seem that this proposal for a directive does not have a sufficiently sound basis.
- Bu yönerge önerisinin yeterince sağlam bir temele sahip olmadığı görülmektedir.
- It was a sound initiative.
- Sağlam bir girişimdi.
- There is now a sound compromise proposal before us by Parliament, also accommodating the Council.
- Şu anda önümüzde Parlamento tarafından Konseyi de kapsayan sağlam bir uzlaşma teklifi bulunmaktadır.
- I think we have put forward a sound proposal.
- Sağlam bir öneri ortaya koyduğumuzu düşünüyorum.
- The Court of Auditors can then verify subsequently whether the technique is sound.
- Sayıştay daha sonra tekniğin sağlam olup olmadığını doğrulayabilir.
- Rio's political framework was sound, but its execution poor.
- Rio'nun siyasi çerçevesi sağlamdı ancak uygulaması zayıftı.
- This is a sound report and I have therefore voted in favour of it.
- Bu sağlam bir rapor ve bu nedenle lehinde oy kullandım.
- We cannot build anything sound or sustainable on revenge.
- İntikam üzerine sağlam ve sürdürülebilir bir şey inşa edemeyiz.
- With EUR 230 million instead of the proposed EUR 180 million, Erasmus Mundus will have a sound financial basis.
- Önerilen 180 milyon avro yerine 230 milyon avro ile Erasmus Mundus sağlam bir mali temele sahip olacaktır.
- In many areas, sound legislation breaks down as a result of insufficient monitoring and enforcement.
- Birçok alanda yetersiz izleme ve uygulama sonucunda sağlam mevzuat bozulmaktadır.
- For sound and well-intentioned reasons, things were done differently.
- Sağlam ve iyi niyetli nedenlerle işler farklı şekilde yapıldı.
- In many countries, the sound financing of future pension benefits has not been secured.
- Pek çok ülkede, gelecekteki emeklilik yardımlarının sağlam bir şekilde finanse edilmesi güvence altına alınmamıştır.
- It must be put on a sound financial footing.
- Komisyon sağlam bir mali temele oturtulmalıdır.
- Rail, in addition to water, is a sound alternative.
- Suyun yanı sıra demiryolu da sağlam bir alternatiftir.
- The Commission's proposal is sound and does not require amendment.
- Komisyon'un teklifi sağlamdır ve değişiklik gerektirmemektedir.
- It would seem that this proposal for a directive does not have a sufficiently sound basis.
- Görünüşe göre bu yönerge önerisi yeterince sağlam bir temele sahip değildir.
- They are sound, and cover transport policy, energy policy and environmental policy.
- Sağlamdırlar ve ulaştırma politikası, enerji politikası ve çevre politikasını kapsarlar.
- There is no sound long-term budgetary methodology.
- Uzun vadeli sağlam bir bütçe metodolojisi yok.
- Unfortunately, for I am convinced that Europe is in need of such sound and broad socio-economic coordination.
- Ne yazık ki Avrupa'nın böylesine sağlam ve geniş bir sosyo-ekonomik koordinasyona ihtiyacı olduğuna inanıyorum.
- Sound and critical, for he does not shrink back from pinpointing any sensitive areas in EU policy.
- Sağlam ve eleştirel çünkü AB politikasındaki hassas alanları tespit etmekten çekinmiyor.
- I believe that a sound strategy will be developed on this basis.
- Bu temelde sağlam bir strateji geliştirileceğine inanıyorum.
- It is an extremely sound proposal which will entail a considerable improvement where such emissions are concerned.
- Bu tür emisyonlar söz konusu olduğunda kayda değer bir iyileşme sağlayacak olan son derece sağlam bir tekliftir.
- I should like to thank the President-in-Office of the Council for this sound cooperation.
- Bu sağlam iş birliği için Konsey Dönem Başkanına teşekkür etmek isterim.
- Let us listen to sound scientific advice and trust in our own food safety system, which I believe is second to none.
- Sağlam bilimsel tavsiyelere kulak verelim ve rakipsiz olduğuna inandığım kendi gıda güvenliği sistemimize güvenelim.
- Further to the votes in the committee meetings, there are now sound reports before us.
- Komite toplantılarında yapılan oylamaların ardından artık önümüzde sağlam raporlar var.
- This leaves a very sound basis for his successor and my group would also like to add their thanks for his work.
- Bu, halefi için çok sağlam bir temel bırakıyor ve grubum da çalışmaları için teşekkürlerini eklemek istiyor.
- In the disputes surrounding the financial arrangements, we have taken sound initiatives.
- Mali düzenlemelerle ilgili anlaşmazlıklarda sağlam inisiyatifler aldık.
- The basic aim is to put public finances on a sounder and more sustainable footing.
- Temel amaç, kamu maliyesini daha sağlam ve sürdürülebilir bir zemine oturtmaktır.
- I will ensure that future cooperation with you will be sound.
- Sizinle gelecekteki işbirliğimizin sağlam olmasını sağlayacağım.
- I want to thank you for a sound report and an interesting debate.
- Sağlam bir rapor ve ilginç bir tartışma için size teşekkür etmek istiyorum.
- Therefore, for sound reasons we are against a resolution on Genoa.
- Bu nedenle sağlam nedenlerden ötürü Cenova kararına karşıyız.
- Or is the focus in respect of these inherently sound intentions on the social directives?
- Yoksa doğası gereği sağlam olan bu niyetlere ilişkin odak noktası sosyal direktifler midir?
- Sound, factual information is in the best interests of the industry.
- Sağlam, gerçeklere dayalı bilgi sektörün yararınadır.
- For structural improvement, a sound trade system, in addition to aid, is vital.
- Yapısal iyileşme için, yardımın yanı sıra sağlam bir ticaret sistemi de hayati önem taşımaktadır.
- I should like, however, again to say thank you for the sound cooperation we have had with the European Parliament.
- Bununla birlikte, Avrupa Parlamentosu ile gerçekleştirdiğimiz sağlam işbirliği için bir kez daha teşekkür etmek isterim.
- There are sound arguments why banks should not charge anything at all for electronic cross-border payments.
- Bankaların elektronik sınır ötesi ödemeler için hiçbir ücret almaması gerektiğine dair sağlam argümanlar bulunmaktadır.
- The Commission's strategy for dealing with BSE is basically sound.
- Komisyon'un BSE ile mücadele stratejisi temelde sağlamdır.
- The other new amendments are the result of the sound cooperation between Parliament, the Council and the Commission.
- Diğer yeni değişiklikler ise Parlamento, Konsey ve Komisyon arasındaki sağlam işbirliğinin bir sonucudur.
- It is crucial that we gain sound experience with this new procedure before we can plan any possible extension.
- Olası bir genişletmeyi planlamadan önce bu yeni prosedürle ilgili sağlam bir deneyim kazanmamız çok önemlidir.
- I urge you all to join us in voting for sound science and sound sense.
- Hepinizi sağlam bilim ve sağlam mantık için oy kullanmada bize katılmaya çağırıyorum.
- The agreement reached by the two branches of the budget authority in July is a sound one.
- Bütçe otoritesinin iki kolu tarafından Temmuz ayında varılan anlaşma sağlam bir anlaşmadır.
- Secondly, sound criteria are needed to protect minors from aggressive TV commercials.
- İkinci olarak, küçükleri agresif TV reklamlarından korumak için sağlam kriterlere ihtiyaç vardır.
- Taiwan is a budding democracy with which we maintain sound economic ties.
- Tayvan, sağlam ekonomik ilişkiler sürdürdüğümüz gelişmekte olan bir demokrasidir.
- It is important, though, that sound alternative products are available.
- Yine de sağlam alternatif ürünlerin mevcut olması önemlidir.
- We should first of all adopt a sound price policy.
- Her şeyden önce sağlam bir fiyat politikası benimsemeliyiz.
- I want to thank the Commission for a sound report.
- Komisyona sağlam raporu için teşekkür etmek istiyorum.
- The Commission's proposal is sound and does not require amendment.
- Komisyonun teklifi sağlamdır ve değişiklik gerektirmemektedir.
- Most EU countries apply sound legal provisions where birth control and abortion are concerned.
- Çoğu AB ülkesi doğum kontrolü ve kürtaj konularında sağlam yasal hükümler uygulamaktadır.
- We shall then have a sound solution.
- Böylece sağlam bir çözüme ulaşmış oluruz.
- Needless to say, we want more, but sound results have been achieved.
- Tabii ki sağlam sonuçlar elde etmemize karşın daha fazlasını istiyoruz.
- Sound democracy means being alert and not blind in one eye.
- Sağlam demokrasi uyanık olmak ve tek gözü kör olmamak demektir.
- It also involves implementing sound macroeconomic policies encouraging economic growth and employment.
- Aynı zamanda ekonomik büyüme ve istihdamı teşvik eden sağlam makroekonomik politikaların uygulanmasını da içerir.
- The Commission's priority in this matter is to establish a sound scientific basis for action at Community level.
- Komisyonun bu konudaki önceliği, Topluluk düzeyinde eylem için sağlam bir bilimsel temel oluşturmaktır.
- I do not see that it has to be our function to keep national budgets sound by dividing up the work in this way.
- İşi bu şekilde bölerek ulusal bütçeleri sağlam tutmanın bizim görevimiz olması gerektiğini düşünmüyorum.
- Finally, the emphasis on structural and institutional reform should not hide the importance of sound fiscal policies.
- Son olarak, yapısal ve kurumsal reforma yapılan vurgu, sağlam mali politikaların önemini gizlememelidir.
- Again I urge caution and call again on sound scientific evidence.
- Bir kez daha dikkatli olunması ve sağlam bilimsel kanıtlara başvurulması çağrısında bulunuyorum.
- Unfortunately, neither of the parties has put a sound peace plan on the table.
- Ne yazık ki taraflardan hiçbiri masaya sağlam bir barış planı koymadı.
- The purpose of this proposal is to make recommendations for mass screening programmes on a sound scientific basis.
- Bu önerinin amacı, kitlesel tarama programları için sağlam bir bilimsel temele dayanan tavsiyelerde bulunmaktır.
- The proposal submitted is very sound, but there is no extra money set aside.
- Sunulan teklif çok sağlam, ancak bir kenara ayrılmış ekstra bir para yok.
- Mr Goebbels has done a sound job of work, something I want to emphasise here today.
- Sayın Goebbels sağlam bir iş çıkardı, bugün burada vurgulamak istediğim bir şey var.
- In reality, we have sound legal bases on which to act against wage discrimination.
- Gerçekte, ücret ayrımcılığına karşı harekete geçmek için sağlam yasal dayanaklarımız var.
- We must ensure that these sound proposals are more than just empty rhetoric.
- Bu sağlam önerilerin sadece boş bir retorikten ibaret olmadığından emin olmalıyız.
- We think that the Commission's communication is sound.
- Komisyonun iletişiminin sağlam olduğunu düşünüyoruz.
- Incidentally, it is currently implementing its own very sound national immigration measures.
- Bu arada şu anda kendi çok sağlam ulusal göç tedbirlerini uygulamaktadır.
- In the disputes surrounding the financial arrangements, we have taken sound initiatives.
- Mali düzenlemelerle ilgili tartışmalarda sağlam inisiyatifler aldık.
- This presupposes high-quality production and a high degree of ecologically sound farming.
- Bu, yüksek kaliteli üretim ve yüksek derecede ekolojik açıdan sağlam bir çiftçilik gerektirir.
- There is no sound long-term budgetary methodology.
- Uzun vadeli sağlam bir bütçe metodolojisi yoktur.
- So far, this sector has enjoyed a sound reputation where security is concerned.
- Şimdiye kadar bu sektör, güvenlik söz konusu olduğunda sağlam bir itibara sahip olmuştur.
- Next we needed to find a sound and undisputed legal basis for adopting the code.
- Bundan sonra, kanunu kabul etmek için sağlam ve tartışmasız bir yasal dayanak bulmamız gerekiyordu.
- Mr Langen has presented a very sound analysis of the Commission’s Green Paper and proposed substantial improvements.
- Sayın Langen, Komisyon'un Yeşil Kitap'ına ilişkin çok sağlam bir analiz sunmuş ve önemli iyileştirmeler önermiştir.
- The background for this has to be sound public finances and a stable economy.
- Bunun arka planında sağlam bir kamu maliyesi ve istikrarlı bir ekonomi olmalıdır.
- The current situation is a test of how sound the euro construction really is.
- Mevcut durum, avro yapısının gerçekten ne kadar sağlam olduğunun bir testidir.
- The principle of taking into account corporate risks in loan pricing is a sound one.
- Kredi fiyatlandırmasında kurumsal risklerin dikkate alınması ilkesi sağlam bir ilkedir.
- Rio's political framework was sound, but its execution poor.
- Rio'nun siyasi çerçevesi sağlamdı, ancak uygulaması zayıftı.
- An agreement is only sound if both parties are satisfied.
- Bir anlaşma ancak her iki taraf da memnunsa sağlamdır.
- I believe that our resolution is sound, and I would thank the authors for that.
- Çözümümüzün sağlam olduğuna inanıyorum ve bunun için yazarlara teşekkür ediyorum.
- The proposal submitted is very sound, but there is no extra money set aside.
- Sunulan teklif çok sağlam ancak bir kenara ayrılmış ekstra bir para yok.
- I think that we have a sound basis to vote on this report in Parliament.
- Bu raporu Parlamento'da oylamak için sağlam bir dayanağımız olduğunu düşünüyorum.
- There are a few other international NGOs which boast sound structures and can offer aid.
- Sağlam yapılara sahip olan ve yardım sunabilen birkaç uluslararası STK daha vardır.
- We cannot build anything sound or sustainable on revenge.
- İntikam üzerine sağlam ya da sürdürülebilir bir şey inşa edemeyiz.
- Sound initiatives should be followed up.
- Sağlam girişimler takip edilmelidir.
- We have enjoyed sound cooperation in the committee.
- Komitede sağlam bir işbirliğinin tadını çıkardık.
- The Commission has carried out a sound analysis.
- Komisyon sağlam bir analiz gerçekleştirmiştir.
- Thankfully the proposals of Kofi Annan seem to be a sound constitutional basis for such a reconciliation.
- Neyse ki Kofi Annan'ın önerileri böyle bir uzlaşma için sağlam bir anayasal temel oluşturuyor gibi görünüyor.
- The 2003 draft budget is, in itself, sound.
- 2003 taslak bütçesi kendi içinde sağlamdır.
- Therefore, for sound reasons we are against a resolution on Genoa.
- Bu nedenle, sağlam nedenlerden dolayı Cenova ile ilgili bir karara karşıyız.
- A dynamic knowledge economy requires a sound Learning programme.
- Dinamik bir bilgi ekonomisi sağlam bir Öğrenme programı gerektirir.
- We therefore have sound, common yardsticks for whether the community of nations is doing enough.
- Bu nedenle, uluslar topluluğunun yeterince çaba gösterip göstermediğine dair sağlam ve ortak ölçütlere sahibiz.
- This is a sound and very instructive report.
- Bu sağlam ve çok öğretici bir rapor.
- I am referring in this respect to the sound legal advice gained by the European Commission.
- Bu bağlamda Avrupa Komisyonu tarafından alınan sağlam hukuki tavsiyelere atıfta bulunuyorum.
- The proposal presented by the Commission is sound.
- Komisyon tarafından sunulan teklif oldukça sağlam.
- That is a sound principle and we must stick to it.
- Bu sağlam bir ilkedir ve buna bağlı kalmalıyız.
- It has a clear agenda and is willing to consider novel solutions drawing on sound experience from other countries.
- Net bir gündemi vardır ve diğer ülkelerin sağlam deneyimlerinden yararlanarak yeni çözümleri değerlendirmeye isteklidir.
- Or is the focus in respect of these inherently sound intentions on the social directives?
- Yoksa doğası gereği sağlam olan bu niyetlere ilişkin odak noktası sosyal direktifler mi?
- Regional developments and a sound social policy are indispensable tools in this.
- Bölgesel gelişmeler ve sağlam bir sosyal politika bunun vazgeçilmez araçlarıdır.
- Our underlying aim is still sounder, more democratic governance of the Union.
- Temel amacımız hala Birliğin daha sağlam ve daha demokratik bir şekilde yönetilmesidir.
- This is a sound economic principle which I would like to see applied throughout Europe.
- Bu, Avrupa genelinde uygulandığını görmek istediğim sağlam bir ekonomik ilkedir.
- A sound mind dwells in a sound body.
- Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.
- Nature endowed her with both a sound mind and a sound body.
- Doğa ona hem sağlam bir zihin hem de sağlam bir beden bahşetmiş.
- All his teeth were sound.
- Onun bütün dişleri sağlamdı.
- Luckily, Tom made some sound investments.
- Neyse ki Tom sağlam yatırımlar yaptı.
- He is sound in both mind and body.
- Hem zihni hem de bedeni sağlamdır.
- The study's methodology was sound.
- Çalışmanın metodolojisi sağlamdı.
- A sound mind in a sound body.
- Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.
- This building is not structurally sound.
- Bu bina yapısal olarak sağlam değil.
- All his teeth were sound.
- Bütün dişleri sağlamdı.
Show More (116)
|
| 3 |
sound |
doğru |
adj. |
|
- I am of the opinion that it is a sound approach.
- Bunun doğru bir yaklaşım olduğu kanaatindeyim.
- The story didn't sound true.
- Hikaye kulağa doğru gelmiyordu.
- His story may sound false, but it is true for all that.
- Hikayesi kulağa yanlış gelebilir, ama her şeye rağmen doğru.
- It just doesn't sound right.
- Bu sadece doğru gelmiyor.
- His report does not sound true.
- Raporu kulağa doğru gelmiyor.
- Does that sound right to you?
- Bu size doğru geliyor mu?
- It may sound strange, but it is true.
- Kulağa garip gelebilir ama bu doğru.
- This story might sound unbelievable but it is true.
- Bu hikaye inanılmaz gelebilir ama o doğrudur.
- This may sound silly, but it's true.
- Aptalca gelebilir ama doğru.
- No, that does not sound right.
- Hayır, o doğru görünmüyor.
- It may sound strange, but what he said is true.
- Kulağa garip gelebilir ama dedikleri doğru.
- This doesn't sound right.
- Bu doğru görünmüyor.
- I know it might sound silly, but it's true.
- Bunun aptalca gelebileceğini biliyorum ama bu doğru.
- It may sound strange, but it is true.
- Garip gelebilir ama doğru.
- This doesn't sound right.
- Bu doğru gelmiyor.
- That doesn't sound quite right.
- O oldukça doğru görünmüyor.
- That just didn't sound right.
- O sadece doğru gibi görünmüyordu.
- Does that sound right to you?
- O size doğru görünüyor mu?
- It may sound strange, but what she said is true.
- Kulağa garip gelebilir ama dedikleri doğru.
- I know it might sound silly, but it's true.
- Aptalca gelebilir ama doğru.
- That doesn't sound quite right.
- Kulağa pek doğru gelmiyor.
- That doesn't sound right.
- Kulağa doğru gelmiyor.
- The story may sound strange, but it is true.
- Hikaye garip gelebilir ama doğru.
- This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa garip gelebilir ama kesinlikle doğru.
- No, that does not sound right.
- Hayır, bu kulağa doğru gelmiyor.
- Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled.
- Herkes cümlelerin kulağa doğru gelmesini ve doğru yazılmasını sağlamaya yardımcı olabilir.
Show More (23)
|
| 4 |
sound |
gibi gelmek |
v. |
|
- It implies the same thing, but it does not sound negative, or like a prison sentence.
- Aynı şeyi ima ediyor, ancak kulağa olumsuz ya da hapis cezası gibi gelmiyor.
- It implies the same thing, but it does not sound negative, or like a prison sentence.
- Aynı şeyi ima ediyor ama kulağa olumsuz ya da hapis cezası gibi gelmiyor.
- Tom didn't sound scared.
- Tom'un sesi korkmuş gibi gelmiyordu.
- Tom didn't sound very surprised.
- Tom'un sesi pek şaşırmış gibi gelmedi.
- Tom didn't sound surprised.
- Tom'un sesi şaşırmış gibi gelmedi.
- Tom said I didn't sound surprised.
- Tom sesimin şaşırmış gibi gelmediğini söyledi.
- Tom's story sounded credible.
- Tom'un hikayesi kulağa inanılır gibi geliyordu.
- That sounded a little desperate.
- Kulağa biraz çaresizlik gibi geliyordu.
- I just hope I don't sound stupid.
- Umarım kulağa aptal gibi gelmiyorumdur.
- Tom doesn't sound convinced.
- Tom'un sesi ikna olmuş gibi gelmiyor.
- Tom said Mary didn't sound very surprised.
- Tom, Mary'nin sesinin pek şaşırmış gibi gelmediğini söyledi.
- You don't sound scared.
- Sesin korkmuş gibi gelmiyor.
- You sounded just like him.
- Sesin aynı onunki gibi geldi.
- Tom didn't sound too worried.
- Tom fazla endişeli gibi gelmedi.
- It doesn't sound to me like you want to talk.
- Bana konuşmak istiyormuşsun gibi gelmedi.
- You sound a bit angry.
- Kulağa biraz kızgın gibi geliyorsun.
- Tom said Mary didn't sound surprised.
- Tom, Mary'nin sesinin şaşırmış gibi gelmediğini söyledi.
- Some of what you said didn't sound truthful.
- Söylediğin şeylerden bazıları doğru gibi gelmedi.
- It sounded like a dream job.
- Kulağa rüya gibi bir iş gibi geliyordu.
- You don't sound very excited.
- Çok heyecanlı gibi gelmiyorsun.
- That doesn't sound so bad.
- Çok kötü gibi gelmiyor.
- Tom said that Mary didn't sound surprised.
- Tom, Mary'nin sesinin şaşırmış gibi gelmediğini söyledi.
- Tom doesn't sound scared.
- Tom'un sesi korkmuş gibi gelmiyor.
- You sound scared.
- Sesin korkmuş gibi geliyor.
- Tom said I didn't sound convinced.
- Tom sesimin ikna olmuş gibi gelmediğini söyledi.
Show More (22)
|
| 5 |
sound |
sağlıklı |
adj. |
|
- This would jeopardise the sound management and efficient implementation of the regulation.
- Bu durum tüzüğün sağlıklı bir şekilde yönetilmesini ve etkin bir şekilde uygulanmasını tehlikeye atacaktır.
- Sound implementation is crucial for the 2004 budget.
- Sağlıklı bir uygulama 2004 bütçesi için hayati önem taşımaktadır.
- The problem in this whole debate is that waste recovery is not necessarily more sound in environmental terms.
- Tüm bu tartışmadaki sorun, atık geri kazanımının çevresel açıdan daha sağlıklı olmayacağıdır.
- It is vital to the sound operation of the single market.
- Tek pazarın sağlıklı bir şekilde işlemesi açısından hayati önem taşımaktadır.
- This presupposes high-quality production and a high degree of ecologically sound farming.
- Bu, yüksek kalitede üretim ve ekolojik açıdan yüksek derecede sağlıklı tarım yapılmasını gerektirir.
- Firstly, clean water and sound nutrition.
- İlk olarak, temiz su ve sağlıklı beslenme.
- I take the sound management of Community funds very seriously.
- Topluluk fonlarının sağlıklı bir şekilde yönetilmesini çok ciddiye alıyorum.
- The consumer is entitled to a safe product and sound information.
- Tüketicinin güvenli bir ürün ve sağlıklı bilgi alma hakkı vardır.
- A sound alternative would be to clean the ship's sides mechanically.
- Sağlıklı bir alternatif, geminin yan taraflarının mekanik olarak temizlenmesi olacaktır.
- The consumer is entitled to a safe product and sound information.
- Tüketici güvenli bir ürün ve sağlıklı bilgi alma hakkına sahiptir.
- Parliament employed its powers in a sound manner under special circumstances.
- Parlamento yetkilerini özel koşullar altında sağlıklı bir şekilde kullanmıştır.
- In many countries, the sound financing of future pension benefits has not been secured.
- Birçok ülkede, gelecekteki emeklilik yardımlarının sağlıklı bir şekilde finanse edilmesi güvence altına alınmamıştır.
- The uneven distribution of income and the huge regional disparities impede sound economic development.
- Eşit olmayan gelir dağılımı ve büyük bölgesel farklılıklar, sağlıklı ekonomik kalkınmayı engellemektedir.
- This would jeopardise the sound management and efficient implementation of the regulation.
- Bu da yönetmeliğin sağlıklı bir şekilde yönetilmesini ve etkin bir şekilde uygulanmasını tehlikeye atacaktır.
- The uneven distribution of income and the huge regional disparities impede sound economic development.
- Gelir dağılımındaki eşitsizlikler ve çok büyük bölgesel dengesizlikler, sağlıklı ekonomik gelişmeye engel olmaktadır.
- He is sound in both mind and body.
- O hem zihinsel hem de bedensel olarak sağlıklıdır.
- It's good to see you safe and sound.
- Seni güvende ve sağlıklı görmek güzel.
- Nature endowed her with both a sound mind and a sound body.
- Doğa ona hem sağlıklı bir akıl hem de sağlıklı bir vücut bahşetti.
- I can't make very sound decisions.
- Çok sağlıklı kararlar veremiyorum.
Show More (16)
|
| 6 |
sound |
emin |
adj. |
|
- You sound awfully sure of that.
- Çok emin konuşuyorsun.
- Tom didn't sound too sure.
- Tom pek emin görünmüyordu.
- You don't sound too sure.
- Çok emin görünmüyorsun.
- You don't sound so sure of it.
- Bundan pek emin görünmüyorsun.
- Tom didn't sound too sure.
- Tom çok emin görünmüyordu.
- Tom didn't sound very confident.
- Tom çok emin görünmüyordu.
- You sound very sure.
- Çok emin görünüyorsun.
- Tom doesn't sound so sure of himself.
- Tom kendinden çok emin görünmüyor.
- You don't sound confident.
- Sen emin görünmüyorsun.
- Tom doesn't sound so sure of himself.
- Tom kendinden pek emin görünmüyor.
- Tom doesn't sound too sure.
- Tom çok emin görünmüyor.
Show More (8)
|
| 7 |
sound |
mışıl mışıl |
adv. |
|
- He was sound asleep when I came home.
- Eve geldiğimde mışıl mışıl uyuyordu.
- Tom lay on the couch sound asleep.
- Tom kanepede uzanmış mışıl mışıl uyuyordu.
- We found the boy sound asleep.
- Çocuğu mışıl mışıl uyurken bulduk.
- Tom is already sound asleep.
- Tom zaten mışıl mışıl uyuyor.
- I'm a sound sleeper.
- Mışıl mışıl uyurum.
- He's sound asleep.
- Mışıl mışıl uyuyor.
- I found the boy sound asleep.
- Çocuğu mışıl mışıl uyurken buldum.
- We found the boy sound asleep.
- Biz çocuğu mışıl mışıl uyurken bulduk.
- Since he was very tired, he fell sound asleep.
- Çok yorgun olduğu için mışıl mışıl uyudu.
Show More (6)
|
| 8 |
sound |
çalmak |
v. |
|
- It appears that Doha has sounded the alarm bells here in this House.
- Görünen o ki Doha, bu Mecliste alarm zillerini çaldırdı.
- This would sound their death-knell and would scupper them for good.
- Bu, onların ölüm çanını çalacak ve onları tamamen ortadan kaldıracaktır.
- The Danish train drivers are ready, and the whistle has sounded today.
- Danimarkalı makinistler hazır ve düdük bugün çaldı.
- Tom was about to sit down when the siren sounded.
- Siren çaldığında Tom oturmak üzereydi.
- If a major earthquake occurs, a siren will sound.
- Büyük bir deprem olursa, bir siren çalacak.
- The buzzer sounded.
- Zil çaldı.
- If a major earthquake occurs, a siren will sound.
- Eğer büyük bir deprem olursa, siren çalacaktır.
- The alarm sounded.
- Alarm çaldı.
- The fire alarm sounded.
- Yangın alarmı çaldı.
Show More (6)
|
| 9 |
sound |
mantıklı |
adj. |
|
- With the approval of the present directive, we are taking a sound and sensible step in this direction.
- Mevcut direktifin onaylanmasıyla bu yönde sağlam ve mantıklı bir adım atmış oluyoruz.
- That doesn't sound logical to me.
- Bu bana mantıklı gelmiyor.
- This is quite sound from a scientific aspect.
- Bu bilimsel açıdan oldukça mantıklı.
- That doesn't sound logical to me.
- Bu bana mantıklı gelmedi.
- That doesn't sound logical to me.
- Bu bana hiç mantıklı gelmiyor.
Show More (2)
|
| 10 |
sound |
harika |
adj. |
|
- Doesn't that sound fantastic?
- Kulağa harika gelmiyor mu?
- Doesn't that sound great?
- O, kulağa harika gelmiyor mu?
- His plans always sound great in theory but they don't work in practice.
- Planları her zaman teoride harika görünür ama pratikte işe yaramaz.
- Doesn't that sound great?
- Kulağa harika gelmiyor mu?
- Doesn't that sound fantastic?
- O, kulağa harika gelmiyor mu?
Show More (2)
|
| 11 |
sound |
mükemmel |
adj. |
|
- The proposal and report are sound, and the initiative is excellent in my view.
- Teklif ve rapor sağlam ve bence bu girişim mükemmel.
- Chapter 4 is sound, except for 10 db, which is excellent.
- Bölüm 4, mükemmel olan 10 db dışında sağlamdır.
- The fact that sound reports are being produced is excellent, in my view.
- Bana göre sağlam raporların üretiliyor olması mükemmel bir şey.
Show More (0)
|
| 12 |
sound |
güvenilir |
adj. |
|
- Ask Tilda; she is very sound on matters of finance.
- Tilda'ya sorun; finans konularında çok güvenilirdir.
- We, and they, should therefore continue to make every effort to achieve a sound and credible result.
- Bu nedenle biz ve onlar, sağlam ve güvenilir bir sonuç elde etmek için her türlü çabayı göstermeye devam etmeliyiz.
Show More (-1)
|
| 13 |
sound |
yerinde |
adj. |
|
- It is a sound proposal to critically analyse the EU programmes in this respect and to look for other options.
- Bu bağlamda AB programlarını eleştirel bir şekilde analiz etmek ve başka seçenekler aramak yerinde bir öneridir.
- He's not of sound mind.
- Onun akli melekesi yerinde değil.
Show More (-1)
|
| 14 |
sound |
sesli |
adj. |
|
- I have listened to a great many sound proposals and seen that there is some convergence too.
- Çok sayıda sesli öneriyi dinledim ve bazı yakınsamaların da olduğunu gördüm.
- Thus, the traditional secrecy of the sound telephone is now truly crumbling.
- Böylece, sesli telefonun geleneksel gizliliği artık gerçekten parçalanıyor.
Show More (-1)
|
| 15 |
sound |
akıllıca (davranış) |
adj. |
|
- They contain sound overviews, wise deliberations and a number of conclusions.
- Sağlam genel bakışlar, akıllıca müzakereler ve bir dizi sonuç içerirler.
- That doesn't sound logical to me.
- Bu bana pek akıllıca gelmiyor.
Show More (-1)
|
| 16 |
sound |
ses çıkarmak |
v. |
|
- Relax, it's been makin' that sound all week.
- Sakin ol, bütün hafta bu sesi çıkardı.
- Those birds sound lovely.
- O kuşlar güzel ses çıkarıyor.
Show More (-1)
|
| 17 |
sound |
deliksiz (uyku) |
adj. |
|
- A sound sleep made me feel better.
- Deliksiz bir uyku beni daha iyi hissettirdi.
- He's sound asleep.
- O, deliksiz uykuda.
Show More (-1)
|
| 18 |
sound |
ağzını aramak |
v. |
|
- I sounded him out about his views.
- Görüşleri hakkında onun ağzını aradım.
- I'll sound our teacher out.
- Bizim hocanın bir ağzını arayayım.
Show More (-1)
|
| 19 |
sound |
derin (uyku) |
adj. |
|
- Tom is sound asleep in bed.
- Tom yatakta derin uyuyor.
- Since he was very tired, he fell sound asleep.
- Çok yorgun olduğu için derin bir uykuya daldı.
Show More (-1)
|
| 20 |
sound |
gürültü |
n. |
|
- The cellar-door flew open with a booming sound.
- Kiler kapısı büyük bir gürültüyle açıldı.
- Tom tried his best not to make a sound.
- Tom gürültü çıkarmamak için elinden geleni yaptı.
Show More (-1)
|
| 21 |
sound |
tını |
n. |
|
- The band had a unique ethnic sound.
- Grubun kendine özgü etnik bir tınısı vardı.
Show More (-2)
|
| 22 |
sound |
sesletmek |
v. |
|
- The 'k' in 'knowledge' is not sounded.
- Knowledge' kelimesindeki 'k' harfi sesletilmez.
Show More (-2)
|
| 23 |
sound |
su yolu |
n. |
|
- They could see the size of the sound from the aircraft.
- Su yolunun genişliğini uçaktan görebiliyorlardı.
Show More (-2)
|
| 24 |
sound |
derinliğini ölçmek (suyun) |
v. |
|
- The crew regularly sounded the bottom.
- Mürettebat düzenli olarak dip derinliğini ölçüyordu.
Show More (-2)
|
| 25 |
sound |
mışıl mışıl |
adj. |
|
- She has been a sound sleeper ever since she was a baby.
- Bebekliğinden beri mışıl mışıl uyuyan biri olmuştur.
Show More (-2)
|
| 26 |
sound |
(kulağa) gelmek |
v. |
|
- It sounds like an exciting place to work.
- Burada çalışmak heyecan verici olur gibi geliyor.
Show More (-2)
|
| 27 |
sound |
düzgün çalışan |
adj. |
|
- Are you sure the engine is sound?
- Motorun düzgün çalıştığından emin misin?
Show More (-2)
|
| 28 |
sound |
uyarı yapmak |
v. |
|
- The officials sounded a warning about the impending storm.
- Yetkililer yaklaşan fırtına konusunda bir uyarı yaptı.
Show More (-2)
|
| 29 |
sound |
(alarm vb.) çalıştırmak |
v. |
|
- The cashier sounded the alarm during the burglary.
- Hırsızlık esnasında kasiyer alarmı çalıştırmıştır.
Show More (-2)
|
| 30 |
sound |
(ses) benzemek |
v. |
|
- His laugh sounded like a masonry drill.
- Kahkahası matkap sesine benziyordu.
Show More (-2)
|
| 31 |
sound |
(ses) gelmek |
v. |
|
- His voice sounded sad on the phone.
- Telefonda sesi üzgün geliyordu.
Show More (-2)
|
| 32 |
sound |
kapsamlı |
adj. |
|
- He has a sound knowledge of politics in the Middle East.
- Orta Doğu'daki siyaset konusunda kapsamlı bilgi sahibidir.
Show More (-2)
|
| 33 |
sound |
kusursuz |
adj. |
|
- You sound perfectly qualified.
- Kulağa kusursuz bir şekilde nitelikli geliyorsun.
Show More (-2)
|
| 34 |
sound |
melodi |
n. |
|
- What is your favorite sound?
- En sevdiğin melodi nedir?
Show More (-2)
|
| 35 |
sound |
ses vermek |
v. |
|
- The piano was out of tune; it sounded very bad.
- Piyano akortsuzdu; çok kötü ses veriyordu.
Show More (-2)
|
