| 1 |
offer |
teklif |
n. |
|
- A buyer on the phone made an offer of 60 thousand for the Queen's necklace.
- Telefondaki bir alıcı Kraliçe'nin kolyesi için 60 bin dolarlık bir fiyat teklifi sundu.
- Who would turn down an offer to travel the world?
- Dünyayı gezme teklifini kim geri çevirir ki?
- Despite discussions in Strasbourg on my report, he subsequently offered no amendments.
- Strazburg'da raporum üzerinde yapılan tartışmalara rağmen, daha sonra hiçbir değişiklik teklifinde bulunmadı.
- Some Member States have expressed reservations regarding the substance of the offer to the candidate countries.
- Bazı Üye Devletler aday ülkelere yapılan teklifin içeriğine ilişkin çekincelerini dile getirmişlerdir.
- I would like to see the Council and the Commission seize this offer as quickly as possible.
- Konsey ve Komisyonun bu teklifi mümkün olan en kısa sürede değerlendirdiğini görmek isterim.
- That is why I am in favour of accepting the existing offer and not deluding potential users with illusions.
- Bu nedenle mevcut teklifi kabul etmekten ve potansiyel kullanıcıları yanılsamalarla kandırmamaktan yanayım.
- We still have to finalise preparations for enlargement, but we are grateful to Parliament for its offers for 2002.
- Genişleme hazırlıklarını tamamlamamız gerekiyor. 2002 yılı için sunduğu teklifler için Parlamento'ya minnettarız.
- I therefore recommend that we unanimously accept the offer of conciliation when we vote tomorrow.
- Bu nedenle yarın yapacağımız oylamada uzlaşma teklifini oybirliğiyle kabul etmemizi öneriyorum.
- Thank you for your offer to send me more information.
- Bana daha fazla bilgi gönderme teklifiniz için teşekkür ederim.
- We need to come together with a clear offer of massive international assistance.
- Açık bir uluslararası yardım teklifiyle bir araya gelmeliyiz.
- Naturally, our requests and offers are not just improvisation.
- Doğal olarak taleplerimiz ve tekliflerimiz sadece doğaçlama değildir.
- As the Council is consistently pointing out waste, here is an offer it cannot refuse.
- Konsey sürekli olarak israfa dikkat çektiği için işte reddedemeyeceği bir teklif.
- I would love to be offered the same.
- Ben de aynı teklifi almak isterim.
- Are there any higher offers?
- Daha yüksek bir teklif var mı?
- I am extremely grateful for the courteous offer that has been made.
- Yapılan nazik teklif için son derece minnettarım.
- Price alone can never be a complete measure of what is in the public interest, of what is the most advantageous offer.
- Fiyat hiçbir zaman tek başına kamu yararına olanın, en avantajlı teklifin ne olduğunun tam bir ölçüsü olamaz.
- ACP companies already benefit from a substantial preference margin in cases where offers are technically equivalent.
- ACP şirketleri, tekliflerin teknik olarak eşdeğer olduğu durumlarda zaten önemli bir tercih marjından yararlanmaktadır.
- We are making this offer even now.
- Bu teklifi şimdi bile yapıyoruz.
- The Commission has maintained, as I mentioned before, its offer to support the electoral process.
- Komisyon, daha önce de belirttiğim gibi, seçim sürecini destekleme teklifini sürdürmüştür.
- Audio-visual services form a relatively small part of the offer.
- Görsel-işitsel hizmetler teklifin nispeten küçük bir bölümünü oluşturuyor.
- This amendment, while reinforcing the common position, offers a compromise with the Commission's original proposal.
- Bu değişiklik, ortak tutumu güçlendirirken Komisyonun orijinal teklifi ile bir uzlaşma sunmaktadır.
- These representations have been accompanied, in certain cases, by offers of technical assistance in this field.
- Bu temsillere, bazı durumlarda, bu alanda teknik yardım teklifleri de eşlik etmiştir.
- This new Item is only available as part of Special Offer packages and cannot be obtained on its own from the Black Market.
- Bu yeni öğe yalnızca Özel Teklif paketlerinin bir parçası olarak mevcuttur ve Karaborsa'dan tek başına elde edilemez.
- Because he didn't want to lose face, he refused my offer to help him.
- Rezil olmak istemediği için ona yardım etme teklifimi reddetti.
- She refused his offer.
- Teklifini reddetti.
- Tom agreed to accept Mary's offer.
- Tom, Mary'nin teklifini kabul etmeyi kabul etti.
- This is my final offer.
- Bu benim son teklifim.
- Tom refused the offer.
- Tom teklifi reddetti.
- I'd like to take Tom up on his offer.
- Tom'un teklifini kabul etmek istiyorum.
- So, have you thought about my offer?
- Yani, teklifim hakkında düşündün mü?
- Tom's offer was refused.
- Tom'un teklifi reddedildi.
- You should carry out his offer.
- Onun teklifini gerçekleştirmelisin.
- Make me a better offer.
- Bana daha iyi bir teklif yapın.
- She turned down my offer.
- O, benim teklifimi geri çevirdi.
- Have you considered my offer?
- Teklifimi düşündünüz mü?
- I made Tom an offer he couldn't refuse.
- Tom'a reddedemeyeceği bir teklif yaptım.
- I took him up on his offer.
- Teklifini kabul ettim.
- He rejected our offer.
- O bizim teklifimizi reddetti.
- This offer is good for five days.
- Bu teklif beş gün için geçerli.
- I really appreciate your offer.
- Teklifiniz için gerçekten minnettarım.
- I rejected the offer.
- Teklifi geri çevirdim.
- Unfortunately, I must decline the offer.
- Ne yazık ki, teklifi reddetmek zorundayım.
- I came here to make you an offer.
- Buraya sana bir teklif yapmaya geldim.
- I intend to decline his offer to help me.
- Bana yardım etme teklifini reddetmek niyetindeyim.
- Tom thought Mary's offer was unreasonable.
- Tom, Mary'nin teklifinin mantıksız olduğunu düşündü.
- Tom rejected our offer.
- Tom teklifimizi reddetti.
- I accept your offer.
- Teklifinizi kabul ediyorum.
- Tom's offer was declined.
- Tom'un teklifi reddedildi.
- Tom refused our offer.
- Tom teklifimizi reddetti.
- Tom offered me a job.
- Tom bana bir iş teklifinde bulundu.
- No wonder they turned down her offer.
- Onun teklifini geri çevirdiklerine şaşmamalı.
- It's my last offer.
- Bu benim son teklifim.
- He accepted his offer.
- Adam teklifini kabul etti.
- Thanks for the offer.
- Teklif için teşekkürler.
- She allowed that my offer was reasonable.
- Teklifimin makul olduğunu kabul etti.
- I appreciate your offer.
- Teklifin için minnettarım.
- This offer does not meet our requirements.
- Bu teklif istediğimiz şartları taşımıyor.
- Do you accept my offer?
- Teklifimi kabul ediyor musunuz?
- The offer was refused.
- Teklif reddedildi.
- Tom agreed to accept Mary's offer.
- Tom, Mary'nin teklifini kabul etmeye razı oldu.
- Tom thought Mary's offer was unreasonable.
- Tom Mary'nin teklifinin mantıksız olduğunu düşündü.
- Tom wasn't offered a job.
- Tom'a iş teklifi gelmedi.
- It was an offer I couldn't refuse.
- Reddedemeyeceğim bir teklifti.
- We got an offer.
- Biz bir teklif aldık.
- It's a tempting offer, but I have other plans.
- Cazip bir teklif ama başka planlarım var.
- Tom rescinded his offer.
- Tom teklifini iptal etti.
- Tom considered the offer carefully.
- Tom teklifi dikkatlice değerlendirdi.
- This is my last offer.
- Bu benim son teklifim.
- She would not deign to consider such an offer.
- Öyle bir teklifi düşünmeye tenezzül etmedi.
- Tom rejected the offer.
- Tom teklifi reddetti.
- I knew Tom wouldn't accept our offer.
- Tom'un teklifimizi kabul etmeyeceğini biliyordum.
- He accepted our offer.
- Teklifimizi kabul etti.
- Tom made Mary an offer she couldn't refuse.
- Tom, Mary'ye reddedemeyeceği bir teklif yaptı.
- She had enough wisdom to refuse the offer.
- Teklifi reddedecek kadar bilgeliği vardı.
- We turned the offer down.
- Teklifi geri çevirdik.
- Tom is giving us time to consider his offer.
- Tom onun teklifini düşünmek için bize zaman veriyor.
- Tom turned down the offer.
- Tom teklifi geri çevirdi.
- I am willing to take your offer.
- Teklifinizi kabul etmeye hazırım.
- Tom doesn't know whether to accept or to refuse Mary's offer.
- Tom, Mary'nin teklifini kabul edip etmeyeceğini bilmiyor.
- Thank you for the offer.
- Teklifin için teşekkür ederim.
- Dan has just been offered a job elsewhere.
- Dan'e başka bir yerden iş teklifi geldi.
- He will accept your offer.
- Teklifinizi kabul edecektir.
- It was foolish for him to turn down her offer.
- Onun teklifini reddetmesi aptallıktı.
- Most analysts expected that Tom's offer would set off a new round of bidding for Mary.
- Araştırmacıların çoğu, Tom'un teklifinin Mary'ye bir dizi yeni teklifler gelmesine neden olacağı kanısında.
- I rejected the offer.
- Ben teklifi reddettim.
- Tom declined Mary's offer.
- Tom, Mary'nin teklifini reddetti.
- Thank you for the offer.
- Teklifin için teşekkürler.
- Tom rescinded his offer.
- Tom teklifini geri çekti.
- Tom is giving us time to consider his offer.
- Tom teklifini düşünmemiz için bize zaman veriyor.
- It seems like a fair offer.
- Adil bir teklif gibi görünüyor.
- Because he didn't want to lose face, he refused my offer to help him.
- İtibarını kaybetmek istemediği için ona yardım etme teklifimi reddetti.
- Their offer to buy the house was rejected.
- Evi satın alma teklifleri reddedildi.
- He made Tom an offer he couldn't refuse.
- O, Tom'a reddedemeyeceği bir teklif yaptı.
- Tom refused their offer.
- Tom tekliflerini reddetti.
- She cannot have turned down his offer.
- Teklifini geri çevirmiş olamaz.
- I might take you up on your offer.
- Teklifini kabul edebilirim.
- They made Tom an offer.
- Onlar Tom'a bir teklif yaptı.
- I made Tom an offer he couldn't refuse.
- Ben Tom'a reddedemeyeceği bir teklif yaptım.
- That's a very interesting offer.
- Bu çok ilginç bir teklif.
- Has Tom already made an offer?
- Tom çoktan bir teklif yaptı mı?
- That's a very generous offer, but I have to turn it down.
- Bu çok cömert bir teklif ama geri çevirmek zorundayım.
- They made me an offer I couldn't refuse.
- Bana reddedemeyeceğim bir teklif yaptılar.
- Tom rejected my offer.
- Tom teklifimi reddetti.
- I was offered a job in Boston.
- Boston'dan bir iş teklifi aldım.
- I see no reason why I shouldn't accept her offer.
- Teklifini kabul etmemek için hiçbir neden göremiyorum.
- It was foolish for him to turn down her offer.
- Teklifini geri çevirmesi aptallıktı.
- It stands to reason that I should decline the offer.
- Bu yüzden teklifi geri çevirmem makul olur.
- I'm taking you up on your offer.
- Teklifini kabul ediyorum.
- Tom appreciated Mary's offer.
- Tom, Mary'nin teklifine minnettar oldu.
- I immediately accepted his offer.
- Onun teklifini hemen kabul ettim.
- We've already made an offer.
- Bir teklif yaptık bile.
- Tom jumped at the offer.
- Tom teklife atladı.
- I had to refuse her offer.
- Onun teklifini reddetmek zorunda kaldım.
- We got an offer.
- Bir teklif aldık.
- Tom accepted Mary's offer.
- Tom, Mary'nin teklifini kabul etti.
- The offer is too good to be turned down.
- Teklif geri çevrilemeyecek kadar iyi.
- He gladly accepted our offer.
- Teklifimizi memnuniyetle kabul etti.
- She won't even look at the offer.
- Teklife bakacağı bile yok.
- I'll take you up on your offer.
- Teklifini kabul edeceğim.
- The offer is too good to turn down.
- Teklif, geri çevrilemeyecek kadar iyi.
- She had enough wisdom to refuse the offer.
- Teklifi reddedecek kadar yeterli bilgeliğe sahipti.
- Tom accepted the offer without hesitation.
- Tom teklifi tereddüt etmeden kabul etti.
- I was offered a job in Boston.
- Boston'da bir iş teklifi aldım.
- My offer was declined.
- Teklifim reddedildi.
- I couldn't help but turn down his offer.
- Onun teklifini reddetmekten başka elimden bir şey gelmedi.
- He accepted his offer.
- Onun teklifini kabul etti.
- They made Tom an offer he couldn't refuse.
- Onlar Tom'a reddedemeyeceği bir teklif yaptılar.
- She won't even look at the offer.
- Teklife bakmayacaktır bile.
- Tom refused their offer.
- Tom onların teklifini reddetti.
- I can't believe Tom accepted our offer.
- Tom'un teklifimizi kabul ettiğine inanamıyorum.
- It stands to reason that I should decline the offer.
- Teklifi reddetmem mantıklı olur.
- Tom refused Mary's offer to help.
- Tom, Mary'nin yardım teklifini reddetti.
- I want to make you an offer.
- Sana bir teklif yapmak istiyorum.
- I've agreed to accept Tom's offer.
- Tom'un teklifini kabul ettim.
- That's a very tempting offer.
- Bu çok cazip bir teklif.
- Thanks for the offer, but I'll pass.
- Teklif için teşekkürler, ama kalsın.
- It was wise of you to accept his offer.
- Onun teklifini kabul etmen akıllıcaydı.
- She accepted his offer.
- Teklifini kabul etti.
- She made me an offer I couldn't refuse.
- O bana reddedemeyeceğim bir teklif yaptı.
- It was stupid for him to turn down her offer.
- Onun teklifini geri çevirmesi aptallıktı.
- She made Tom an offer he couldn't refuse.
- Tom'a reddedemeyeceği bir teklif yaptı.
- Tom accepted the offer without hesitation.
- Tom teklifi çekinmeden kabul etti.
- Ken made Tom an offer he couldn't refuse.
- Ken, Tom'a onun reddedemeyeceği bir teklif yaptı.
- I am surprised that she refused such a good offer.
- Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.
- I've agreed to accept Tom's offer.
- Tom’un teklifini kabul etmeyi kabul ettim.
- Make me a better offer.
- Bana daha iyi bir teklif yap.
- This offer is available for five days.
- Bu teklif beş gün için geçerli.
- Tom turned down that offer.
- Tom bu teklifi geri çevirdi.
- We made them an offer.
- Onlara bir teklif yaptık.
- I'm glad you decided to reconsider my offer.
- Teklifimi tekrar gözden geçirmeye karar vermenize sevindim.
- He accepted his offer.
- Tom onun teklifini kabul etti.
- Tom turned down our offer.
- Tom teklifimizi reddetti.
- I'm willing to accept your offer.
- Ben teklifini kabul etmeye hazırım.
- Van Buren rejected the offer.
- Van Buren teklifi reddetti.
- I'm going to make you an offer that you can't refuse.
- Sana reddedemeyeceğin bir teklif yapacağım.
- I reconsidered your offer.
- Teklifini tekrar düşündüm.
- Tom refused Mary's offer to drive him home.
- Tom Mary'nin kendisini eve götürme teklifini reddetti.
- I see no reason why I shouldn't accept her offer.
- Onun teklifini kabul etmememi gerektiren hiçbir neden olmadığını görüyorum.
- Ken made Tom an offer he couldn't refuse.
- Ken, Tom'a reddedemeyeceği bir teklif yaptı.
- Tom has been offered a job in Australia.
- Tom'a Avustralya'da bir iş teklifi yapıldı.
- I wonder if Tom ever took Mary up on her offer.
- Acaba Tom, Mary'nin teklifini kabul etti mi?
- He turned down my offer.
- Teklifimi geri çevirdi.
- This offer is valid for five days.
- Bu teklif beş gün için geçerlidir.
- Tom accepted the offer without hesitation.
- Tom teklifi hiç duraksamadan kabul etti.
- Tom doesn't know whether to accept or to refuse Mary's offer.
- Tom, Mary'nin teklifini kabul mü etse yoksa red mi etse bilemiyor.
- Most analysts expected that Tom's offer would set off a new round of bidding for Mary.
- Çoğu analist Tom'un teklifinin Mary için yeni bir teklif turu başlatacağını düşünüyordu.
- Tom told me that he could see no reason why he shouldn't accept Mary's offer.
- Tom bana Mary'nin teklifini kabul etmemesi için hiçbir neden göremediğini söyledi.
- I'll accept your offer.
- Teklifinizi kabul edeceğim.
- We turned down the offer.
- Teklifi geri çevirdik.
- This offer is available for a limited time only.
- Bu teklif sadece sınırlı bir süre için geçerli.
- Tom turned down our offer to help.
- Tom yardım etme teklifimizi geri çevirdi.
- I'll offer you a simple proposition.
- Sana basit bir teklif önereceğim.
- It was foolish of you to accept his offer.
- Teklifini kabul etmen aptallıktı.
- We had a lot of spontaneous offers from them.
- Onlardan çok sayıda spontane teklif aldık.
- Tom has already been offered a couple jobs.
- Tom'a birkaç iş teklifi geldi bile.
- Consider my offer carefully.
- Teklifimi dikkatlice değerlendir.
- I appreciate your offer, but I'd like to try to do this on my own.
- Teklifiniz için minnettarım ama bunu kendi başıma yapmayı denemek istiyorum.
- The reason he refused your offer is obvious.
- Teklifinizi reddetmesinin nedeni belli.
- I was offered a job there, but I turned it down.
- Orada bir iş teklifi aldım ama reddettim.
- I really appreciate your offer to help me clean out my garage.
- Garajımı temizlememe yardım etme teklifin için gerçekten minnettarım.
- After careful consideration, I have decided not to accept this offer.
- Dikkatlice düşündükten sonra, bu teklifi kabul etmemeye karar verdim.
- I appreciate the offer.
- Teklifiniz için minnettarım.
- An offer like that is not to be refused.
- Böyle bir teklif reddedilmemeli.
- That was an offer I couldn't refuse.
- Bu reddedemeyeceğim bir teklifti.
- It was silly of him to refuse her offer.
- Teklifini reddetmesi aptalcaydı.
- She refused his offer.
- Onun teklifini reddetti.
- He accepted her offer.
- Onun teklifini kabul etti.
- That's my final offer.
- Bu benim son teklifim.
- I knew Tom would accept our offer.
- Tom'un teklifimizi kabul edeceğini biliyordum.
- I like your offer.
- Teklifini beğendim.
- No wonder he refused your offer.
- Teklifinizi reddetmesine şaşmamalı.
- We made Tom an offer he couldn't refuse.
- Biz Tom'a reddedemeyeceği bir teklif yaptık.
- She would not deign to consider such an offer.
- Böyle bir teklifi düşünmeye tenezzül etmezdi.
- This is an amazing offer.
- Bu harika bir teklif.
- This offer is available for a limited time only.
- Bu teklif sadece sınırlı bir süre için geçerlidir.
- Tom refused Mary's offer to drive him home.
- Tom, Mary'nin onu eve bırakma teklifini reddetti.
- Thanks for the offer, but I'll pass.
- Teklifin için teşekkürler, ama almayayım.
- She took up his offer.
- Teklifini kabul etti.
- That was an offer Layla couldn't refuse.
- Bu Layla'nın reddedemeyeceği bir teklifti.
- We accepted his offer.
- Teklifini kabul ettik.
- She turned down my offer.
- Teklifimi reddetti.
- I'm going to make him an offer he can't refuse.
- Ona reddedemeyeceği bir teklif yapacağım.
- Tom just couldn't say no to an offer that good.
- Tom bu kadar iyi bir teklife hayır diyemedi.
- The offer is too good to turn down.
- Teklif reddedilemeyecek kadar güzel.
- Tom declined Mary's offer.
- Tom Mary'nin teklifini reddetti.
- Of course I accepted his offer of support.
- Tabii ki, onun destek teklifini kabul ettim.
- I was anxious that she accept my offer.
- Teklifimi kabul etmesinden endişeliydim.
- Tom seems to be unwilling to accept our offer.
- Tom teklifimizi kabul etmek istemiyor gibi görünüyor.
- It was foolish of you to accept his offer.
- Teklifini kabul etmen aptalcaydı.
- Tom has been offered a job in Boston.
- Tom Boston'dan bir iş teklifi aldı.
- I really appreciate your offer to drive me to the station.
- Beni istasyona götürme teklifiniz için gerçekten minnettarım.
- That was an offer I couldn't refuse.
- Reddedemeyeceğim bir teklifti.
- That's a generous offer.
- Bu cömert bir teklif.
- I've been thinking about your offer.
- Teklifini düşünüyordum.
- Promise you'll think about my offer!
- Teklifim hakkında düşüneceğine söz ver!
- Tom told me that he could see no reason why he shouldn't accept Mary's offer.
- Tom bana Mary'nin teklifini kabul etmemek için hiçbir sebep göremediğini söyledi.
- Tom made me an offer I couldn't refuse.
- Tom bana reddedemeyeceğim bir teklif yaptı.
- I made them an offer.
- Onlara bir teklif yaptım.
- After much consideration, we accepted his offer.
- Uzun uzun düşündükten sonra teklifini kabul ettik.
- I didn't agree to accept Tom's offer.
- Tom'un teklifini kabul etmeyi reddettim.
- How many offers did you get?
- Kaç teklif aldınız?
- An offer like that is not to be refused.
- Öyle bir teklif reddedilmez.
- This is my final offer.
- Bu son teklifim.
- The offer is good.
- Teklif güzel.
- Tom readily accepted the offer.
- Tom teklifi hemen kabul etti.
- I'll make him an offer he'll not be able to refuse.
- Ona reddedemeyeceği bir teklif yapacağım.
- I withdrew the offer.
- Teklifi geri çektim.
- I didn't agree to accept Tom's offer.
- Tom'un teklifini kabul etmedim.
- I accept your offer.
- Teklifini kabul ediyorum.
- Tom made Mary an offer she couldn't refuse.
- Tom Mary'ye onun reddedemeyeceği bir teklif yaptı.
- I think we should consider Tom's offer a little more carefully.
- Bence Tom'un teklifini biraz daha dikkatli düşünmeliyiz.
- It's a one-time offer.
- Bu tek seferlik bir teklif.
- I appreciate your offer, but I'd like to try to do this on my own.
- Ben senin teklifini takdir ediyorum, ama bunu tek başıma yapmaya çalışmak istiyorum.
- Allegedly, Tom turned that offer down.
- İddiaya göre, Tom bu teklifi geri çevirdi.
- Tom considered the offer carefully.
- Tom teklifi dikkatle düşündü.
- She tried to persuade him not to decline the offer.
- Teklifi reddetmemesi için onu ikna etmeye çalıştı.
- The Americans rejected the offer.
- Amerikalılar teklifi reddetti.
- He accepted her offer.
- Tom onun teklifini kabul etti.
- This offer expires on August 15, 1999.
- Bu teklif 15 Ağustos 1999'da sona eriyor.
- He refused my offer to drive him home.
- Onu eve bırakma teklifimi reddetti.
- I should've agreed to accept Tom's offer.
- Tom'un teklifini kabul etmeliydim.
- That was an offer that I couldn't refuse.
- Bu reddedemeyeceğim bir teklifti.
- Tom refused my offer to help him.
- Tom ona yardım etme teklifimi reddetti.
- Tom said he wasn't offered a job.
- Tom iş teklifi almadığını söyledi.
- Would you tell me why you have refused their offer?
- Tekliflerini neden reddettiğinizi söyler misiniz?
- Do you accept my offer?
- Teklifimi kabul ediyor musun?
- Tom graciously accepted the offer.
- Tom teklifi nezaketle kabul etti.
- I am surprised that she refused such a good offer.
- Böyle iyi bir teklifi reddetmesine şaşırdım.
- This kind of offer is not refused.
- Bu tür bir teklif reddedilmez.
- I wish to take advantage of your offer.
- Teklifinizden yararlanmak istiyorum.
- She turned up her nose at our offer.
- Teklifimize burun kıvırdı.
- Tom accepted our offer and joined our company.
- Tom teklifimizi kabul etti ve şirketimize katıldı.
- I'm glad you accepted my offer.
- Teklifimi kabul ettiğine sevindim.
- I really appreciate the offer.
- Teklifin için gerçekten minnettarım.
- I was offered a new job.
- Bana yeni bir iş teklifi yapıldı.
- Tom accepted our offer.
- Tom teklifimizi kabul etti.
- This offer does not meet our requirement.
- Bu teklif ihtiyacımızı karşılamıyor.
- Tom was offered a job in Australia.
- Tom Avustralya'dan bir iş teklifi aldı.
- That's a very generous offer, but I have to turn it down.
- Bu cömert bir teklif fakat onu geri çevirmek zorundayım.
- I appreciate the offer, but I can't accept.
- Ben teklifi takdir ederim ama ben kabul edemem.
- Tom will try to convince Mary to accept your offer.
- Tom, Mary'yi teklifinizi kabul etmesi için ikna etmeye çalışacak.
- He had the courage to decline the offer.
- Teklifi reddetme cesaretini gösterdi.
- You made Tom an offer he couldn't refuse, didn't you?
- Tom'a reddedemeyeceği bir teklif yaptın, değil mi?
- Tom had to turn down the offer.
- Tom teklifi geri çevirmek zorunda kaldı.
- Tom is withdrawing his offer.
- Tom teklifini geri çekiyor.
- This offer expires on October twentieth.
- Bu teklif yirmi Ekim'de sona eriyor.
- Tom declined the offer.
- Tom teklifi reddetti.
- Of course I accepted his offer of support.
- Tabii ki, destek teklifini kabul ettim.
- It was stupid of you to have turned down the offer.
- Teklifi geri çevirmen aptalcaydı.
- What a generous offer!
- Ne cömert bir teklif!
- It's a tempting offer, but I have other plans.
- Cazip bir teklif, ama başka planlarım var.
- It was stupid for him to turn down her offer.
- Teklifini geri çevirmesi aptalcaydı.
- He made me an offer I couldn't refuse.
- O bana reddedemeyeceğim bir teklif yaptı.
- She accepted her offer.
- Onun teklifini kabul etti.
- No wonder he refused your offer.
- Teklifini reddetmesine şaşmamalı.
- I am going to make him a serious offer.
- Ona ciddi bir teklif yapacağım.
- Tom turned down that offer.
- Tom o teklifi geri çevirdi.
- He gladly accepted our offer.
- O bizim teklifimizi memnuniyetle kabul etti.
- That's a very generous offer.
- Bu çok cömert bir teklif.
- Tom declined Mary's offer.
- Tom Mary'nin teklifini geri çevirdi.
- This offer does not meet our requirements.
- Bu teklif gereksinimlerimizi karşılamıyor.
- Did Tom accept your offer?
- Tom teklifini kabul etti mi?
- No wonder they turned down her offer.
- Teklifini geri çevirmelerine şaşmamalı.
- That was an offer that I couldn't refuse.
- Reddedemeyeceğim bir teklifti.
- Your offer is reasonable.
- Teklifiniz makul.
- Danish officials rejected Trump's offer to buy Greenland.
- Danimarkalı yetkililer Trump'ın Grönland'ı satın alma teklifini reddetti.
- He responded to her offer with a laugh.
- Onun teklifine gülerek karşılık verdi.
- We have three hours to decide whether we're going to accept their offer.
- Onların teklifini kabul edip etmeyeceğimize karar vermek için üç saatimiz var.
- I've been offered another job.
- Başka bir iş teklifi aldım.
- What is your offer?
- Teklifin nedir?
- He had the courage to decline the offer.
- Teklifi reddedecek cesareti vardı.
- He showed no gratitude for the offer.
- Teklif için hiç minnettarlık göstermedi.
- Tom has made an offer.
- Tom bir teklif yaptı.
- Tom doesn't know whether to accept or to refuse Mary's offer.
- Tom, Mary'nin teklifini kabul mü etse yoksa geri mi çevirse bilmiyor.
- How many offers did you get?
- Sen kaç teklif aldın?
- One does not refuse such an offer.
- Kimse böyle bir teklifi reddetmez.
- You almost didn't get offered the job.
- Neredeyse iş teklifi alamıyordun.
- Has Tom already made an offer?
- Tom önceden bir teklif yaptı mı?
- She made Tom an offer he couldn't refuse.
- O, Tom'a reddedemeyeceği bir teklif yaptı.
- Tom turned down our offer.
- Tom teklifimizi geri çevirdi.
- If I were you, I would accept his offer.
- Yerinde olsam, onun teklifini kabul ederdim.
- We have three hours to decide whether we're going to accept their offer.
- Tekliflerini kabul edip etmeyeceğimize karar vermek için üç saatimiz var.
- We turned the offer down.
- Biz teklifi reddettik.
- Tom accepted the offer without hesitation.
- Tom teklifi tereddütsüz kabul etti.
- Our offer wasn't taken seriously.
- Teklifimiz ciddiye alınmadı.
- He accepted our offer.
- O bizim teklifimizi kabul etti.
- Why did you turn down his offer?
- Neden teklifini geri çevirdin?
- You have our offer.
- Teklifimizi aldın.
- I'll accept your offer.
- Teklifini kabul edeceğim.
- Carranza rejected the offer.
- Carranza teklifi reddetti.
- Did you think about our offer?
- Teklifimizi düşündün mü?
- I may just take you up on that offer.
- Bu teklifini kabul edebilirim.
- It's not wise of you to turn down his offer.
- Teklifini geri çevirmen akıllıca değil.
- If I were you, I would accept his offer.
- Yerinde olsam, teklifini kabul ederdim.
- This offer is valid for five days.
- Bu teklif beş gün için geçerli.
- I'm willing to accept your offer.
- Teklifinizi kabul etmeye hazırım.
- I immediately accepted his offer.
- Teklifini hemen kabul ettim.
- He made Tom an offer he couldn't refuse.
- Tom'a reddedemeyeceği bir teklif yaptı.
- Tom wouldn't even consider our offer.
- Tom teklifimizi düşünmedi bile.
- This is an amazing offer.
- Bu inanılmaz bir teklif.
- Emily rejected the offer.
- Emily teklifi reddetti.
- Tom made us a generous offer.
- Tom bize cömert bir teklif yaptı.
- She turned down my offer.
- O benim teklifimi geri çevirdi.
- Is your offer still open?
- Teklifiniz hala geçerli mi?
- President Polk withdrew the offer.
- Başkan Polk teklifi geri çekti.
- We made Tom an offer he couldn't refuse.
- Tom'a reddedemeyeceği bir teklif yaptık.
- I had to decline his offer.
- Teklifini reddetmek zorunda kaldım.
- Perhaps you should reconsider their offer.
- Belki de tekliflerini tekrar gözden geçirmelisin.
- Tom was completely surprised by Mary's offer.
- Tom, Mary'nin teklifine çok şaşırdı.
- This offer does not meet our requirement.
- Bu teklif bizim gereksinimlerimizi karşılamıyor.
- I have an offer to make.
- Yapmam gereken bir teklif var.
- Tom made a lowball offer.
- Tom düşük bir teklif yaptı.
- Tom refused Mary's offer to help.
- Tom Mary'nin yardım teklifini reddetti.
- She accepted his offer.
- Teklifini kabul etmiş.
- Why did you turn down their offer?
- Neden tekliflerini geri çevirdin?
- Make an offer.
- Bir teklif yapın.
- I rejected their offer.
- Onların teklifini reddettim.
- This offer expires on August 15, 1999.
- Bu teklif 15 Ağustos 1999 yılında sona erecek.
- Tom will likely accept your offer.
- Tom muhtemelen teklifini kabul edecek.
- He refused my offer for no good reason.
- İyi bir nedeni olmadığı halde teklifimi reddetti.
- Who would refuse such an offer?
- Böyle bir teklifi kim reddedebilir?
- That was an offer Layla couldn't refuse.
- O, Leyla'nın reddedemeyeceği bir teklifti.
- Your offer is very attractive, but we will have to think about it.
- Teklifiniz çok cazip ama düşünmemiz gerekecek.
- I had to refuse her offer.
- Teklifini reddetmek zorunda kaldım.
- I rejected their offer.
- Tekliflerini reddettim.
- Can you explain to me why you refused their offer?
- Tekliflerini neden reddettiğini bana açıklayabilir misin?
- That's the offer.
- Teklif bu.
- He rejected my offer flatly.
- Teklifimi kesin bir dille reddetti.
- I turned down the offer.
- Teklifi geri çevirdim.
- We have a special offer for you.
- Sizin için özel bir teklifimiz var.
- Why wouldn't Tom take our offer seriously?
- Tom neden teklifimizi ciddiye almadı?
- This offer does not meet our requirements.
- Bu teklif şartlarımızı karşılamıyor.
- It seems like a fair offer.
- Bu adil bir teklif gibi görünüyor.
- Tom turned down our offer to help.
- Tom yardım teklifimizi geri çevirdi.
- We turned down the offer.
- Biz teklifi reddettik.
- Tom turned down my offer.
- Tom teklifimi geri çevirdi.
- To make a long story short, we cannot accept your offer.
- Uzun lafın kısası, teklifinizi kabul edemeyiz.
- How many offers did you get?
- Kaç tane teklif aldınız?
- I had to decline his offer.
- Onun teklifini geri çevirmek zorunda kaldım.
- This offer does not meet our requirements.
- Bu teklif talep ettiğimiz koşulları sağlamıyor.
- It's an offer they can't refuse.
- Bu reddedemeyecekleri bir teklif.
- To my surprise, he refused my offer.
- Sürpriz bir şekilde teklifimi reddetti.
- It was silly of him to refuse her offer.
- Onun teklifini reddetmek onun aptallığıydı.
- This offer expires on October twentieth.
- Bu teklif 20 Ekim'de sona eriyor.
- This offer is available for a limited time only.
- Bu teklif sadece sınırlı bir süre boyunca geçerlidir.
- Unfortunately, I must decline the offer.
- Ne yazık ki, teklifi reddetmeliyim.
- We've already made an offer.
- Biz zaten bir teklif yaptık.
- I took him up on his offer.
- Onun teklifini kabul ettim.
- I was anxious that she accept my offer.
- Teklifimi kabul ettiğinden endişeliydim.
- He refused my offer to drive him home.
- Onu eve götürme teklifimi reddetti.
- How many offers did you get?
- Kaç tane teklif aldın?
- That's a tough offer to refuse.
- Reddetmesi zor bir teklif.
- Promise you'll think about my offer!
- Teklifimi düşüneceğine söz ver!
- Does the offer still stand?
- Teklif hala geçerli mi?
- Tom has accepted our offer.
- Tom teklifimizi kabul etti.
- So, have you thought about my offer?
- Yani, teklifim hakkında düşündünüz mü?
- I refused the offer.
- Teklifi reddettim.
- Perhaps you should reconsider their offer.
- Belki de onların teklifini yeniden düşünmelisin.
- She turned down my offer.
- Teklifimi kabul etmedi.
- Tom has rejected our offer.
- Tom teklifimizi reddetti.
- After mature reflection, I've decided to accept their offer.
- Olgun bir şekilde düşündükten sonra, tekliflerini kabul etmeye karar verdim.
- Dan didn't even offer to help Linda.
- Dan, Linda'ya yardım etmeyi teklif bile etmedi.
- Tom will probably accept your offer.
- Tom muhtemelen teklifini kabul edecektir.
- My offer was refused.
- Teklifim reddedildi.
- Sami accepted Layla's offer.
- Sami, Layla'nın teklifini kabul etti.
- I wish to take advantage of your offer.
- Teklifinden yararlanmak istiyorum.
- I have an offer to make you.
- Sana bir teklifim var.
- Tom will likely accept your offer.
- Tom muhtemelen teklifinizi kabul edecektir.
- I see no reason why I shouldn't accept her offer.
- Teklifini kabul etmemek için bir sebep göremiyorum.
- She accepted his offer.
- Onun teklifini kabul etti.
- He rejected our offer.
- Teklifimizi reddetti.
- The offer is good.
- Teklif iyi.
- Tom will probably accept your offer.
- Tom muhtemelen senin teklifini kabul edecektir.
- She considered his offer carefully.
- Teklifini dikkatlice değerlendirdi.
- It's a limited-time offer.
- Bu sınırlı süreli bir teklif.
- He made me an offer I couldn't refuse.
- Bana reddedemeyeceğim bir teklif yaptı.
- We've upped our offer by $3,000.
- Teklifimizi 3,000 dolar arttırdık.
- This offer is available for five days.
- Bu teklif beş gün için geçerlidir.
- She refused my offer to help her.
- Ona yardım etme teklifimi reddetti.
- Mary made Tom an offer he couldn't refuse.
- Mary Tom'a reddedemeyeceği bir teklif yaptı.
- So, have you thought about my offer?
- Teklifimi düşündünüz mü?
- One does not refuse such an offer.
- Böyle bir teklif reddedilmez.
- Tom has been offered another job.
- Tom başka bir iş teklifi aldı.
- I appreciate the offer, but I can't accept.
- Teklifiniz için minnettarım ama kabul edemem.
- Tom hasn't yet been offered a job.
- Tom henüz iş teklifi almadı.
Show More (402)
|
| 2 |
offer |
teklif etmek |
v. |
|
- He offered me only 15 thousand euros for my car.
- Arabam için bana sadece 15 bin avro teklif etti.
- The oil slick of December 1999 demonstrated once again the inadequacy of compensation on offer.
- Aralık 1999'da meydana gelen petrol sızıntısı, teklif edilen tazminatın yetersizliğini bir kez daha ortaya koymuştur.
- The Commission has offered to cooperate in the preparation of this international conference.
- Komisyon, bu uluslararası konferansın hazırlanmasında işbirliği yapmayı teklif etmiştir.
- Yet, our response is to offer them more of the same.
- Yine de bizim cevabımız onlara aynısından daha fazlasını teklif etmektir.
- The more money the prisoner was able to offer, the more ear the surgeon permitted to remain intact.
- Mahkum ne kadar çok para teklif edebilirse cerrah da o kadar çok kulağın sağlam kalmasına izin veriyordu.
- Ireland was offered 1990 levels, plus 13%.
- İrlanda'ya 1990 seviyeleri artı %13 teklif edildi.
- That has nothing to do with offering slots.
- Bunun slot teklif etmekle hiçbir ilgisi yok.
- We are offered negotiations only when democracy and the rights of Parliament are disputed.
- Bize müzakereler ancak demokrasi ve Parlamento'nun hakları tartışmalı olduğunda teklif edilir.
- The PSE Group, also in the Committee on Constitutional Affairs, is now offering to break this cycle.
- Anayasal İşler Komitesi'nde de yer alan PSE Grubu şimdi bu döngüyü kırmayı teklif ediyor.
- The first time they were offered as a set of 12 and Tarquin refused them.
- İlk kez 12'li bir set olarak teklif edildi ve Tarquin bunları reddetti.
- Usually we all offer to say nice things about the disabled.
- Genellikle hepimiz engelliler hakkında güzel şeyler söylemeyi teklif ederiz.
- The Environmental Committee has offered to pick those up.
- Çevre Komitesi bunları almayı teklif etti.
- The Russian Government has offered to allow the American forces to be present in central Asia.
- Rus Hükümeti, Amerikan kuvvetlerinin Orta Asya'da bulunmasına izin vermeyi teklif etti.
- The Commission has repeatedly offered to assist in the preparation and organisation of the conference.
- Komisyon konferansın hazırlık ve organizasyonunda yardımcı olmayı defalarca teklif etti.
- What, exactly, was on offer?
- Teklif edilen tam olarak neydi?
- We are offered compromises only when we are in retreat.
- Bize sadece geri çekildiğimizde uzlaşma teklif edilir.
- The Danish Prime Minister has already offered the Danish critics of the EU a place.
- Danimarka Başbakanı, AB'nin Danimarkalı eleştirmenlerine şimdiden bir yer teklif etmiştir.
- What is worse, a bonus is offered for the best reform students.
- Daha da kötüsü, en iyi reform öğrencileri için bir ikramiye teklif ediliyor.
- At the EU-Ukraine summit held in Copenhagen in July 2002, Ukraine was offered EU neighbouring country status.
- Temmuz 2002'de Kopenhag'da düzenlenen AB-Ukrayna zirvesinde Ukrayna'ya AB'ye komşu ülke statüsü teklif edilmiştir.
- Subsequently, the Commission and the Council came and offered negotiations under the Belgian Presidency.
- Daha sonra Komisyon ve Konsey gelerek Belçika Dönem Başkanlığı altında müzakereler teklif etti.
- These KLA terrorists must be disarmed and NATO is offering to do this.
- Bu KLA teröristleri silahsızlandırılmalı ve NATO bunu yapmayı teklif ediyor.
- The Russian Government has offered to allow the American forces to be present in central Asia.
- Rus Hükümeti, Amerikan güçlerinin Orta Asya'da bulunmasına izin vermeyi teklif etmiştir.
- But it is not the only European fighter on offer.
- Ancak teklif edilen tek Avrupalı avcı uçağı bu değil.
- I offered the Spanish authorities funding or co-funding for an environmental impact study.
- İspanyol yetkililere çevresel etki çalışması için finansman veya eş finansman teklif ettim.
- We are offered negotiations only when democracy and the rights of Parliament are disputed.
- Bize müzakereler ancak demokrasi ve Parlamentonun hakları tartışmalı olduğunda teklif edilir.
- She was left with serious injuries and initially offered GBP 15 compensation.
- Ciddi yaralanmalara maruz kalmış ve kendisine başlangıçta 15 GBP tazminat teklif edilmiştir.
- We must offer as much cooperation as we can manage in the foreseeable future.
- Öngörülebilir gelecekte yapabileceğimiz kadar işbirliği teklif etmeliyiz.
- My country has offered to hold the conference in Sicily.
- Ülkem konferansı Sicilya'da düzenlemeyi teklif etti.
- The money is willingly being offered.
- Para isteyerek teklif ediliyor.
- Parliament offered all kinds of compromises during the negotiations.
- Parlamento müzakereler sırasında her türlü uzlaşmayı teklif etti.
- He says he wants to offer a trade.
- Dediğine göre bir anlaşma teklif etmek istiyormuş.
- They offered a nice prize for a pair of young ones.
- Genç olanların bir çifti için güzel bir ödül teklif ettiler.
- She just offered to do something for another human being.
- O sadece başka bir insan için bir şeyler yapmayı teklif etti.
- They offered a nice prize for a pair of young ones.
- Genç olanlardan bir çifti için iyi bir ödül teklif etmişlerdi.
- He says he wants to offer a trade.
- Anlaşma teklif etmeyi istediğini söylüyor.
- He says he wants to offer a trade.
- Anlaşma teklif etmek istediğini söylüyor.
- Sandra offered me her seat in the train.
- Sandra bana trende oturmayı teklif etti.
- Tom was one of the first to offer help.
- Tom, yardım teklif eden ilk kişilerden biriydi.
- Tom has offered to take care of the children this afternoon.
- Tom bu öğleden sonra çocuklara bakmayı teklif etti.
- He was jailed for offering money to the police.
- Polise para teklif ettiği için hapse atıldı.
- We offered him the house for $300,000.
- Ona evi 300.000 dolara teklif ettik.
- Tom offered to help Mary do that.
- Tom, Mary'ye yardım etmeyi teklif etti.
- I wasn't offered a job.
- Bana iş teklif edilmedi.
- He offered to lend me the money.
- Bana borç para vermeyi teklif etti.
- Tom has offered to pay for damages.
- Tom, hasarlar için ödemeyi teklif etti.
- He offered a big bribe to the politician.
- Politikacıya büyük bir rüşvet teklif etti.
- We offered him a good job.
- Ona iyi bir iş teklif ettik.
- Tom offered to lend me the money.
- Tom bana borç para vermeyi teklif etti.
- Not only did he come but he also offered to help me.
- Gelmekle kalmadı, bana yardım etmeyi de teklif etti.
- I declined the job that they offered me.
- Bana teklif ettikleri işi reddettim.
- He offered me a beer, but I refused.
- Bana bira teklif etti ama reddettim.
- Nobody offered me help.
- Kimse bana yardım teklif etmedi.
- We have a lot to offer each other.
- Birbirimize teklif edeceğimiz çok şeyimiz var.
- Tom offered me a cookie, but I refused.
- Tom bana kurabiye teklif etti ama reddettim.
- Tom didn't offer me anything to drink.
- Tom bana içecek bir şey teklif etmedi.
- Tom offered to let Mary use his car.
- Tom, Mary'ye arabasını kullanmasına izin vermeyi teklif etti.
- They offered Tom a gift.
- Tom'a bir hediye teklif ettiler.
- Tom wasn't offered a job.
- Tom'a iş teklif edilmedi.
- Did they offer you a job?
- Sana iş teklif ettiler mi?
- Tom didn't offer to drive Mary home.
- Tom Mary'yi eve götürmeyi teklif etmedi.
- More and more people offered their help.
- Gittikçe daha fazla insan yardımlarını teklif etti.
- Let's offer it to her.
- Hadi ona teklif edelim.
- I offered Tom some money, but he wouldn't take it.
- Tom'a biraz para teklif ettim, ama almadı.
- Sami was offered another job.
- Sami başka bir iş teklif edildi.
- What job did they offer you?
- Sana ne iş teklif ettiler?
- Nobody offered Tom a seat.
- Kimse Tom'a oturmasını teklif etmedi.
- Tom offered Mary a position at his company.
- Tom, Mary'ye şirketinde bir pozisyon teklif etti.
- I offered Tom some money.
- Tom'a biraz para teklif ettim.
- We offered to help them move.
- Onların taşınmasına yardım etmeyi teklif ettik.
- Tom offered Mary a ride.
- Tom, Mary'yi bırakmayı teklif etti.
- Tom was offered a job in Australia.
- Tom'a Avustralya'da bir iş teklif edildi.
- You offered Tom a gift, didn't you?
- Tom'a bir hediye teklif ettin, değil mi?
- I offered Tom a gift.
- Tom'a bir hediye teklif ettim.
- I offered to help Tom move.
- Tom'un taşınmasına yardım etmeyi teklif ettim.
- Tom offered his seat to an old lady.
- Tom koltuğunu yaşlı bir kadına teklif etti.
- He offered me some money in token of gratitude.
- Minnettarlığının göstergesi olarak bana biraz para teklif etti.
- Tom was one of the first to offer help.
- Tom ilk yardım teklif edenlerden biriydi.
- What salary do you offer?
- Ne maaş teklif ediyorsun?
- What did they offer?
- Ne teklif ettiler?
- I offered it to them.
- Onlara teklif ettim.
- Tom has been offered a better job.
- Tom'a daha iyi bir iş teklif edildi.
- I offered Tom a beer.
- Tom'a bira teklif ettim.
- They offered to help us.
- Bize yardım etmeyi teklif ettiler.
- I'm offering you work.
- Sana iş teklif ediyorum.
- Tom was offered a job in Boston.
- Tom'a Boston'da bir iş teklif edildi.
- Tom has offered to pay for damages.
- Tom hasarları ödemeyi teklif etti.
- I thought they offered you a job.
- Onların size bir iş teklif ettiğini düşündüm.
- Tom moved to a company that offered him a higher salary.
- Tom kendisine daha yüksek maaş teklif eden bir şirkete taşındı.
- I offered to pick Tom up, but he wanted to come by himself.
- Tom'u almayı teklif ettim ama kendisi gelmek istedi.
- Tom wasn't offered a job.
- Tom'a bir iş teklif edilmedi.
- I offered Tom the job.
- Tom'a işi ben teklif ettim.
- Sami offered to give Layla a ride.
- Sami, Layla'yı bırakmayı teklif etti.
- With your approval, I would like to offer him the job.
- Senin onayınla, işi ona teklif etmek istiyorum.
- I offered Tom some money, but he wouldn't take it.
- Tom'a biraz para teklif ettim ama kabul etmedi.
- I hear you've been offered the job.
- Sana iş teklif edildiğini duydum.
- Tom offered Mary a job.
- Tom, Mary'ye bir iş teklif etti.
- Are you offering me a job?
- Bana bir iş mi teklif ediyorsun?
- I was offered a new job.
- Bana yeni bir iş teklif edildi.
- Didn't anyone offer to help you?
- Kimse size yardım teklif etmedi mi?
- I was going to offer to buy you a drink.
- Sana bir içki ısmarlamayı teklif edecektim.
- I offered to help Tom, but he said he didn't need any help.
- Tom'a yardım etmeyi teklif ettim, ama yardıma ihtiyacı olmadığını söyledi.
- I would like to offer you the position.
- Sana bu pozisyonu teklif etmek istiyorum.
- I offered to lend Tom some money.
- Tom'a biraz borç para vermeyi teklif ettim.
- Tom offered to buy Mary a drink.
- Tom, Mary'ye bir içki ısmarlamayı teklif etti.
- Tom offered me a cookie, but I refused.
- Tom bana kurabiye teklif etti ama ben reddettim.
- Tom offered to carry Mary's suitcase, but she told him she wanted to carry it herself.
- Tom, Mary'nin çantasını taşımayı teklif etti ama Mary çantayı kendisinin taşımak istediğini söyledi.
- We offered to help.
- Biz yardım etmeyi teklif ettik.
- Tom was glad when Mary offered to help him in the garden.
- Mary bahçede ona yardım etmeyi teklif ettiğinde Tom çok sevindi.
- Tom offered to buy Mary a beer.
- Tom, Mary'ye bira almayı teklif etti.
- Tom offered to help me.
- Tom bana yardım etmeyi teklif etti.
- Tom didn't offer to shake hands.
- Tom el sıkışmayı teklif etmedi.
- Tom offered his help to us.
- Tom bize yardım etmeyi teklif etti.
- Tom was offered his job back.
- Tom'a işini geri vermesi teklif edildi.
- Tom was the only one who offered to help.
- Yardım etmeyi teklif eden tek kişi Tom'du.
- Tom offered Mary money.
- Tom Mary'ye para teklif etti.
- I thought you were going to offer me the job.
- Bana iş teklif edeceğini sanmıştım.
- Tom offered Mary some money.
- Tom Mary'ye biraz para teklif etti.
- Sami was offered another job.
- Sami'ye başka bir iş teklif edildi.
- I offered 30% less than the asking price.
- İstenen fiyattan% 30 daha düşük teklif ettim.
- I offered it to her.
- Ona teklif ettim.
- Sami offered to lend a hand.
- Sami yardım etmeyi teklif etti.
- The company offered me a generous package.
- Şirket bana cömert bir paket teklif etti.
- We can't offer you any money.
- Size hiç para teklif edemeyiz.
- Tom should've at least offered to pay.
- Tom en azından ödemeyi teklif etmeliydi.
- Tom said he's content with the deal he's been offered.
- Tom kendisine teklif edilen anlaşmadan memnun olduğunu söyledi.
- Tom offered to help us.
- Tom bize yardım etmeyi teklif etti.
- Let's offer it to them.
- Hadi onlara teklif edelim.
- Let's offer it to Tom.
- Tom'a teklif edelim.
- Ken offered Tom a gift.
- Ken, Tom'a bir hediye teklif etti.
- I've decided to accept the job they've offered me.
- Bana teklif ettikleri işi kabul etmeye karar verdim.
- Tom offered to ferry us across the river in his boat.
- Tom bizi teknesiyle nehrin karşısına geçirmeyi teklif etti.
- What more can we offer?
- Daha ne teklif edebiliriz?
- We offered to help.
- Yardım etmeyi teklif ettik.
- I offered Tom my help.
- Tom'a yardım teklif ettim.
- They're not offering us anything.
- Bize hiçbir şey teklif etmiyorlar.
- Tom offered Mary a job and she accepted.
- Tom Mary'ye bir iş teklif etti ve o kabul etti.
- Did you offer Tom any assistance?
- Tom'a yardım teklif ettiniz mi?
- Tom offered to help us do that.
- Tom onu yapmamıza yardımcı olmayı teklif etti.
- I offered him fifty pence and he accepted.
- Ona elli peni teklif ettim, o da kabul etti.
- Tom offered Mary a pretty good job.
- Tom, Mary'ye oldukça iyi bir iş teklif etti.
- I thought they offered you a job.
- Sana iş teklif ettiklerini sandım.
- I offered him fifty pence and he accepted.
- Ona elli peni teklif ettim ve o kabul etti.
- We cannot offer a further price reduction under the current circumstances.
- Biz, mevcut koşullar altında daha fazla fiyat indirimi teklif edemeyiz.
- We offered Tom a month's severance pay.
- Tom'a bir aylık kıdem tazminatı teklif ettik.
- They offered it to me first.
- Onu önce bana teklif ettiler.
- Let's offer it to Tom.
- Bunu Tom'a teklif edelim.
- I expected Tom to offer to help.
- Tom'un yardım teklif etmesini bekledim.
- Dan offered to help Linda repair her car.
- Dan, Linda'ya arabasını tamir etmesine yardım etmeyi teklif etti.
- She offered me a beer.
- Bana bir bira teklif etti.
- We offered to help them move.
- Taşınmalarına yardım etmeyi teklif ettik.
- I'm offering Tom a job.
- Tom'a bir iş teklif ediyorum.
- A reward of 50 000 francs was offered for the return of the Mona Lisa.
- Mona Lisa'nın iadesi için 50.000 frank ödül teklif edildi.
- Tom looked hot and tired, so I offered him a cold drink and told him to sit down and rest.
- Tom hararetli ve yorgun görünüyordu, ona soğuk bir içecek teklif edip, oturup dinlenmesini söyledim.
- I wasn't offered a job.
- Bana bir iş teklif edilmedi.
- I offered to lend some money to Tom.
- Tom'a biraz borç para vermeyi teklif ettim.
- Let's see what Tom has to offer.
- Tom'un ne teklif etmek zorunda olduğuna bakalım.
- Tom offers his glass to Mary.
- Tom bardağını Mary'ye teklif ediyor.
- Like a gentleman, he rose and offered her his seat.
- Bir centilmen gibi ayağa kalktı ve ona oturmasını teklif etti.
- I offered Tom a beer.
- Ben Tom'a bir bira teklif ettim.
- How much money did they offer you?
- Sana ne kadar para teklif ettiler?
- I'll take any job you can offer me.
- Bana teklif edeceğin her işi kabul ederim.
- I thought you were going to offer me the job.
- İşi bana teklif edeceğini düşünmüştüm.
- I offered to help her with her homework.
- Ödevine yardım etmeyi teklif ettim.
- I didn't offer Tom anything to eat.
- Tom'a yiyecek bir şey teklif etmedim.
- They offered me the job.
- Bana işi teklif ettiler.
- Tom wasn't the first person to offer to help Mary.
- Mary'ye yardım etmeyi teklif eden ilk kişi Tom değildi.
- What did Tom offer you?
- Tom sana ne teklif etti?
- Tom has offered to help us do that.
- Tom bize yardım etmeyi teklif etti.
- Shouldn't we offer to help?
- Yardım teklif etmemiz gerekmez mi?
- Tom offered to help us do that.
- Tom bize yardım etmeyi teklif etti.
- Tom offered to feed my cat while I was out of town.
- Tom, ben şehir dışındayken kedimi beslemeyi teklif etti.
- Tom told Mary about the job he'd been offered.
- Tom kendisine teklif edilen işten Mary'ye bahsetti.
- Tom was the only one who offered to help.
- Tom yardım etmeyi teklif eden tek kişiydi.
- Tom was offered his job back.
- Tom'a işi geri teklif edildi.
- Like a gentleman, he rose and offered her his seat.
- O, bir centilmen gibi kalktı ve koltuğunu ona teklif etti.
- The money we offered them was obviously not enough.
- Onlara teklif ettiğimiz para belli ki yeterli değildi.
- I offered to help her move.
- Taşınmasına yardım etmeyi teklif ettim.
- They offered it to me first.
- Önce bana teklif ettiler.
- Tom offered to help Mary wash her car.
- Tom, Mary'ye arabasını yıkaması için yardım etmeyi teklif etti.
- Tom offered you a job, right?
- Tom sana bir iş teklif etti, değil mi?
- I offered to help Tom, but he said he didn't need any help.
- Tom'a yardım etmeyi teklif ettim ama yardıma ihtiyacı olmadığını söyledi.
- We can't offer you a higher salary.
- Size daha yüksek bir maaş teklif edemeyiz.
- I'm thinking of offering her the position.
- Ona iş teklif etmeyi düşünüyorum.
- We haven't offered the job to anyone yet.
- İşi henüz kimseye teklif etmedik.
- Didn't anyone offer to help you?
- Kimse sana yardım etmeyi teklif etmedi mi?
- We cannot offer a further price reduction under the current circumstances.
- Mevcut koşullar altında daha fazla fiyat indirimi teklif edemeyiz.
- Sami wanted to offer Layla a place to stay.
- Sami, Layla'ya kalacak bir yer teklif etmek istedi.
- I'm offering you a deal.
- Sana bir anlaşma teklif ediyorum.
- Tom offered to help Mary do that.
- Tom Mary'ye bunu yapmasına yardım etmeyi teklif etti.
- Tom has offered to take care of the children.
- Tom çocuklara bakmayı teklif etti.
- I offered to help Tom do that.
- Tom'un onu yapmasına yardım etmeyi teklif ettim.
- I expected him to offer some help.
- Yardım teklif etmesini beklerdim.
- Let's offer it to him.
- Hadi ona teklif edelim.
- None of Tom's friends offered to help him.
- Tom'un hiçbir arkadaşı ona yardım etmeyi teklif etmedi.
- I offered Tom a job.
- Tom'a iş teklif ettim.
- What salary do you offer?
- Ne kadar maaş teklif ediyorsunuz?
- I've been offered another job.
- Bana başka bir iş teklif edildi.
- Tom took the job Mary offered him.
- Tom, Mary'nin teklif ettiği işi kabul etti.
- I'd like to offer you a job.
- Sana bir iş teklif etmek istiyorum.
- I'm offering Tom a job.
- Tom'a iş teklif ediyorum.
- I offered to help Tom do that.
- Tom'a bunu yaparken yardım etmeyi teklif ettim.
- I should've offered to help Tom.
- Tom'a yardım etmeyi teklif etmeliydim.
- Tom offered to buy Mary a beer.
- Tom Mary'ye bir bira almayı teklif etti.
- Tom should've offered to help Mary.
- Tom Mary'ye yardım etmeyi teklif etmeliydi.
- Tom took the job that Mary offered him.
- Tom, Mary'nin teklif ettiği işi kabul etti.
- Tom offered Mary a position at his company.
- Tom, Mary'ye şirketinde bir iş teklif etti.
- He offered me a beer, but I refused.
- O bana bir bira teklif etti fakat reddettim.
- I advised Tom to take the money he was being offered.
- Tom'a teklif edilen parayı kabul etmesini tavsiye ettim.
- I'd like to offer you some help.
- Sana biraz yardım teklif etmek istiyorum.
- Tom made a lowball offer.
- Tom düşük bir fiyat teklif etti.
- Tom offered Mary a job.
- Tom Mary'ye bir iş teklif etti.
- I think you ought to offer to help Tom.
- Bence Tom'a yardım etmeyi teklif etmelisin.
- I offered Tom a beer, but he said he didn't want one.
- Tom'a bir bira teklif ettim ama o bir tane istemediğini söyledi.
- Tom was the first person to offer to help Mary.
- Tom, Mary'ye yardım etmeyi teklif eden ilk kişiydi.
- He offered me a beer.
- Bana bir bira teklif etti.
- I have so much to offer.
- Teklif edecek çok şeyim var.
- Tom has offered to walk Mary home.
- Tom, Mary ile eve kadar yürümeyi teklif etti.
- I told Tom he should consider taking the job Mary offered him.
- Tom'a Mary'nin teklif ettiği işi kabul etmesi gerektiğini söyledim.
- Tom offered Mary something to drink, but she said she wasn't thirsty.
- Tom Mary'ye içecek bir şey teklif etti ama o susamadığını söyledi.
- Sami offered Layla a ride.
- Sami, Layla'yı bırakmayı teklif etti.
- They offered the job to me.
- Onlar işi bana teklif etti.
- I'm offering you a job.
- Sana bir iş teklif ediyorum.
- More and more people offered their help.
- Giderek daha fazla insan yardım teklif etti.
- Are you offering me a job?
- Bana iş mi teklif ediyorsun?
- I think you should take the job Tom is offering you.
- Bence Tom'un sana teklif ettiği işi kabul etmelisin.
- I still think we should've offered to help.
- Hâlâ yardım teklif etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
- We offered him a nice job.
- Ona güzel bir iş teklif ettik.
- Tom offered to help Mary pay for a babysitter.
- Tom, Mary'ye bebek bakıcısı için ödeme yapmasına yardım etmeyi teklif etti.
- Far from hesitating, she willingly offered to help me.
- Tereddüt etmek bir yana, isteyerek bana yardım etmeyi teklif etti.
- Tom accepted the job they offered him.
- Tom ona teklif edilen işi kabul etti.
- I offered him a blowjob, but he said that he wasn't in the mood.
- Ona oral seks teklif ettim ama o havasında olmadığını söyledi.
- Tom offered to help Mary wash her car.
- Tom, Mary'nin arabasını yıkamasına yardım etmeyi teklif etti.
- Tom offered me a very sweet deal.
- Tom bana çok güzel bir anlaşma teklif etti.
- Tom didn't offer to drive Mary home.
- Tom, Mary'yi eve bırakmayı teklif etmedi.
- I offered to buy everything for three hundred dollars.
- Her şeyi 300 dolara almayı teklif ettim.
- Tom offered to drive Mary home.
- Tom, Mary'yi eve bırakmayı teklif etti.
- Tom offered a reward for the return of his lost dog.
- Tom, kaybolan köpeğinin geri getirilmesi için bir ödül teklif etti.
- You almost didn't get offered the job.
- İş neredeyse sana teklif edilmiyordu.
- What are you offering?
- Ne teklif ediyorsunuz?
- Tom offered to let me use his car tomorrow.
- Tom yarın arabasını kullanmama izin vermeyi teklif etti.
- She had never seen New York before, so I offered to show her around.
- Daha önce New York'u hiç görmemişti, ben de ona etrafı gezdirmeyi teklif ettim.
- Jane offered to take care of our children when we were out.
- Jane, biz dışarıda iken bizim çocuklarımıza bakmayı teklif etti.
- Neither Tom nor Mary has offered to help.
- Ne Tom ne de Mary yardım etmeyi teklif ettiler.
- I can't offer you anything in return.
- Karşılığında hiçbir şey teklif edemem.
- Tom just offered to help us.
- Tom az önce bize yardım etmeyi teklif etti.
- They offered me your job.
- Bana senin işini teklif ettiler.
- He offered his help to us.
- Bize yardım teklif etti.
- Sami offered Layla a life she wanted.
- Sami, Layla'ya istediği hayatı teklif etti.
- Tom didn't offer us anything to eat.
- Tom bize yiyecek bir şey teklif etmedi.
- Tom offered to pay for the damages.
- Tom hasarları ödemeyi teklif etti.
- Tom refused the food I offered him.
- Tom ona teklif ettiğim yemeği reddetti.
- Sami offered the sheriff alcohol and women.
- Sami, şerife alkol ve kadın teklif etti.
- Layla was offered a deal of six years in jail.
- Layla'ya altı yıl hapis anlaşması teklif edildi.
- I'd like to offer you your job back.
- Sana işini geri teklif etmek istiyorum.
- The church offered them sanctuary.
- Kilise onlara kutsal yer teklif etti.
- We offered him the house for $300,000.
- Evi ona 300,000 dolara satmayı teklif ettik.
- Tom was hard up for money and said he would take any job he was offered.
- Tom'un paraya ihtiyacı vardı ve kendisine teklif edilen her işi kabul edeceğini söyledi.
- Tom has offered to help us do that.
- Tom, onu yapmamıza yardım etmeyi teklif etti.
- Tom was offered a good job.
- Tom'a iyi bir iş teklif edildi.
- They offered the job to me.
- İşi bana teklif ettiler.
- Sami offered Layla a place to stay.
- Sami, Layla'ya kalması için bir yer teklif etti.
- We offered him a nice job.
- Biz ona güzel bir iş teklif ettik.
- Sometimes, accepting help is harder than offering it.
- Bazen yardımı kabul etmek, teklif etmekten daha zordur.
- Tom didn't even offer me a cup a coffee.
- Tom bana bir fincan kahve bile teklif etmedi.
- Shouldn't we offer to help?
- Yardım etmeyi teklif etmemiz gerekmiyor mu?
- What kind of job are you offering me?
- Bana ne tür bir iş teklif ediyorsun?
- I offered it to Tom.
- Bunu Tom'a teklif ettim.
- We have offered help.
- Yardım teklif ettik.
- Tom offered me a job.
- Tom bana iş teklif etti.
- Tom offered to sell Mary a stolen violin.
- Tom, Mary'ye çalıntı bir keman satmayı teklif etti.
- Are you offering to help?
- Yardım etmeyi mi teklif ediyorsun?
- I suppose I should offer to pay Tom for what he did for us.
- Sanırım Tom'a bizim için yaptıklarının karşılığını ödemeyi teklif etmeliyim.
- Never offer to teach fish to swim.
- Asla balıklara yüzmeyi öğretmeyi teklif etme.
- I offered to lend some money to Tom.
- Tom'a biraz para ödünç vermeyi teklif ettim.
- Tom didn't even offer Mary a cup of coffee.
- Tom, Mary'ye bir fincan kahve bile teklif etmedi.
- We want to offer you the job.
- Size iş teklif etmek istiyoruz.
- Tom said he's been offered three thousand dollars.
- Tom kendisine üç bin dolar teklif edildiğini söyledi.
- She offered her seat to an old woman.
- O, koltuğunu yaşlı bir kadına teklif etti.
- Tom didn't offer to give me my money back.
- Tom bana paramı geri vermeyi teklif etmedi.
- Sami offered to give Layla a ride.
- Sami, Layla'yı arabayla bırakmayı teklif etti.
- Tom offered to watch the kids.
- Tom çocuklara bakmayı teklif etti.
- I'm willing to offer three hundred dollars for it.
- Ben bunun için üç yüz dolar teklif etmeye hazırım.
- He moved to a company that offered him a higher salary.
- Kendisine daha yüksek maaş teklif eden bir şirkete geçti.
- They offered to help us.
- Onlar bize yardım etmeyi teklif etti.
- They offered me the job.
- Onlar bana iş teklif etti.
- Tom has been offered his old job back.
- Tom'a eski işine geri dönmesi teklif edildi.
- Tom has been offered a job in Boston.
- Tom'a Boston'da bir iş teklif edildi.
- Are you offering me my job back?
- Bana işimi geri vermeyi mi teklif ediyorsun?
- Tom offered to help Mary wash the dishes.
- Tom, Mary'nin bulaşıkları yıkamasına yardım etmeyi teklif etti.
- I thought we could offer to help Tom.
- Tom'a yardım etmeyi teklif edebiliriz diye düşünmüştüm.
- He offered to help me.
- Bana yardım etmeyi teklif etti.
- Tom has offered to walk me home.
- Tom benimle eve kadar yürümeyi teklif etti.
- Tom offered to pay for damages.
- Tom hasarları ödemeyi teklif etti.
- Nobody offered to help me.
- Kimse bana yardım etmeyi teklif etmedi.
- Sami offered to help.
- Sami yardım etmeyi teklif etti.
- He offered his seat to an old woman.
- Yerini yaşlı bir kadına vermeyi teklif etti.
- I think I have a lot to offer.
- Teklif edecek çok şeyim olduğunu düşünüyorum.
- We want to offer you the job.
- Sana iş teklif etmek istiyoruz.
- They didn't offer me anything to drink.
- Bana içecek bir şey teklif etmediler.
- Tom didn't offer Mary anything to drink.
- Tom, Mary'ye içecek bir şey teklif etmedi.
- I offered him a good deal, but he refused it.
- Ona iyi bir anlaşma teklif ettim ama reddetti.
- Tom offered Mary a job and she accepted.
- Tom, Mary'ye bir iş teklif etti ve o da kabul etti.
- Tom has offered to take Mary home.
- Tom, Mary'yi eve götürmeyi teklif etti.
- I offered to fix Tom's flat tire.
- Tom'un patlak lastiğini tamir etmeyi teklif ettim.
- Tom was offered a leading role in a horror movie.
- Tom'a bir korku filminde başrol teklif edildi.
- He was very glad when she offered to help him fix his roof.
- Kız çatısını onarmasına yardım etmeyi teklif ettiğinde çok memnun oldu.
- Tom was offered his job back.
- Tom'a işine geri dönmesi teklif edildi.
- He took the early retirement package the company offered.
- Şirketin teklif ettiği erken emeklilik planını seçti.
- Sami offered Layla a starring role in his movie.
- Sami, Layla'ya filminde başrol oynamasını teklif etti.
- They didn't offer me anything to eat.
- Bana yiyecek bir şey teklif etmediler.
- They offered it to me.
- Bana teklif ettiler.
- Sami offered to drink with Layla again.
- Sami, Layla'ya tekrar içmeyi teklif etti.
- Tom offered to help Mary move.
- Tom, Mary'nin taşınmasına yardım etmeyi teklif etti.
- I offered to help them move.
- Taşınmalarına yardım etmeyi teklif ettim.
- Tom offered me a beer.
- Tom bana bir bira teklif etti.
- He offered to lend me the money.
- Bana borç vermeyi teklif etti.
- Tom offered us his help.
- Tom bize yardımını teklif etti.
- Tom moved to a company that offered him a higher salary.
- Tom kendisine daha yüksek maaş teklif eden bir şirkete geçti.
- I was surprised when Tom offered to pay for everything.
- Tom her şeyi ödemeyi teklif ettiğinde şaşırmıştım.
- Tom seems to be unwilling to accept the bribe we're offering him.
- Tom kendisine teklif ettiğimiz rüşveti kabul etmek istemiyor gibi görünüyor.
- Tom offered Mary a third of his inheritance.
- Tom Mary'ye mirasının üçte birini teklif etti.
- No one offered to help me.
- Kimse bana yardım etmeyi teklif etmedi.
- I offered Tom a beer, but he said he didn't want one.
- Tom'a bira teklif ettim ama istemediğini söyledi.
- Tom offered to do that for us.
- Tom bunu bizim için yapmayı teklif etti.
- Tom said he wasn't offered a job.
- Tom kendisine iş teklif edilmediğini söyledi.
- I was offered a job there, but I turned it down.
- Orada bana bir iş teklif edildi, ama onu reddettim.
- Jane offered to take care of our children when we were out.
- Jane biz dışarıdayken çocuklarımıza bakmayı teklif etti.
- Tom agreed to take the job we offered him.
- Tom ona teklif ettiğimiz işi kabul etti.
- Tom said that Mary hadn't been offered a job.
- Tom, Mary'ye bir iş teklif edilmediğini söyledi.
- None of Tom's classmates offered to help him.
- Tom'un sınıf arkadaşlarından hiçbiri ona yardım etmeyi teklif etmedi.
- Tom didn't even offer to help Mary.
- Tom, Mary'ye yardım etmeyi bile teklif etmedi.
- Tom offered Mary thirty dollars to help him clean his house.
- Tom evini temizlemesine yardımcı olması için Mary'ye otuz dolar teklif etti.
- We offered to help Tom move.
- Tom'a taşınmasına yardım etmeyi teklif ettik.
- I offered Tom a job.
- Ben Tom'a bir iş teklif ettim.
- Tom has been offered another job.
- Tom'a başka bir iş teklif edildi.
- I advised Tom to take the money he was being offered.
- Tom'a ona teklif edilen parayı almasını tavsiye ettim.
- Tom offered to lend me money.
- Tom bana borç para vermeyi teklif etti.
- I offered it to Tom.
- Tom'a teklif ettim.
- Sami offered to help.
- Sami yardım teklif etti.
- I think I should offer to help Tom.
- Sanırım Tom'a yardım etmeyi teklif etmeliyim.
- I offered him a blowjob, but he said that he wasn't in the mood.
- Ona oral seks teklif ettim ama havasında olmadığını söyledi.
- Tom has offered to drive us home.
- Tom bizi eve bırakmayı teklif etti.
- Tom offered to help Mary.
- Tom, Mary'ye yardım etmeyi teklif etti.
- Tom offered Mary some money, but she refused to take it.
- Tom Mary'ye biraz para teklif etti ama Mary kabul etmedi.
- He moved to a good company that offered a good salary.
- İyi bir maaş teklif eden iyi bir şirkete geçti.
- He's offered to help.
- Yardım etmeyi teklif etti.
- I offered to help.
- Yardım etmeyi teklif ettim.
- Tom offered to carry my suitcase.
- Tom bavulumu taşımayı teklif etti.
- I offered 30% less than the asking price.
- İstenen fiyattan %30 daha az teklif ettim.
- How much are they offering?
- Ne kadar teklif ediyorlar?
- I offered to help him move.
- Taşınmasına yardım etmeyi teklif ettim.
- Tom offered us his help.
- Tom bize yardım teklif etti.
- I have no choice but to accept what they offer me.
- Bana teklif ettiklerini kabul etmekten başka seçeneğim yok.
- Tom said he's content with the deal he's been offered.
- Tom, teklif edilen anlaşmadan memnun olduğunu söyledi.
- Did they offer you a job?
- Onlar sana bir iş teklif etti mi?
- I know what you're offering.
- Ne teklif ettiğini biliyorum.
- He offered me a beer.
- Bana bira teklif etti.
- Tom has been offered his old job back.
- Tom'a eski işi geri teklif edildi.
- Tom told Mary about the job he'd been offered.
- Tom, ona teklif edilen işi Mary'ye anlattı.
- We offered him a good job.
- Biz ona iyi bir iş teklif ettik.
- Tom offered Mary a ride.
- Tom Mary'ye bir gezinti teklif etti.
- More and more people offered to help.
- Gittikçe daha fazla insan yardım etmeyi teklif etti.
- We should offer them assistance.
- Onlara yardım teklif etmeliyiz.
- He offered Tom a gift.
- Tom'a bir hediye teklif etti.
- I've decided to accept the job I've been offered.
- Bana teklif edilen işi kabul etmeye karar verdim.
- Tom was glad when Mary offered to help him in the garden.
- Mary ona bahçede yardım etmeyi teklif ettiğinde Tom memnun oldu.
- Tom offered to pay Mary to clean his house.
- Tom, Mary'ye evini temizlemesi için para vermeyi teklif etti.
- Tom offered Mary thirty dollars to help him clean his house.
- Tom, Mary'ye evini temizlemesine yardım etmesi için otuz dolar teklif etti.
- Tom offered me some orange juice.
- Tom bana biraz portakal suyu teklif etti.
- Neither Tom nor Mary has offered to help.
- Ne Tom ne de Mary yardım etmeyi teklif etti.
- Would Tom accept your help if you offered it?
- Eğer teklif edersen Tom yardımını kabul eder mi?
- Tom didn't offer me anything to eat.
- Tom bana yiyecek bir şey teklif etmedi.
- Tom offered to help.
- Tom yardım etmeyi teklif etti.
- Tom has offered to help.
- Tom yardım teklif etti.
- I'm offering to help you now.
- Sana yardım etmeyi teklif ediyorum.
- Tom offered to help Mary find her lost puppy.
- Tom, Mary'ye kaybolan yavru köpeğini bulmasına yardım etmeyi teklif etti.
- Tom has never been to Boston before, so I offered to show him around.
- Tom daha önce hiç Boston'a gitmemişti, ben de ona etrafı gezdirmeyi teklif ettim.
- Tom offered Mary a drink of water, but she refused.
- Tom Mary'ye su içmeyi teklif etti ama Mary reddetti.
- Tom offered to carry Mary's bag.
- Tom, Mary'nin çantasını taşımayı teklif etti.
- We've offered our support.
- Biz desteğimizi teklif ettik.
- A reward is being offered.
- Bir ödül teklif ediliyor.
- Nobody else offered to help.
- Başka kimse yardım teklif etmedi.
- I'm willing to offer three hundred dollars for it.
- Bunun için 300 dolar teklif etmeye hazırım.
- Tom urged Mary to take the job she was being offered.
- Tom, Mary'ye teklif edilen işi kabul etmesi için ısrar etti.
- She offered Tom a gift.
- O Tom'a bir hediye teklif etti.
- Tom has been offered a job.
- Tom'a bir iş teklif edildi.
- I offered to help Tom.
- Tom'a yardım etmeyi teklif ettim.
- I expected Tom to at least offer to help.
- Tom'un en azından yardım teklif etmesini beklerdim.
- The money we offered them was obviously not enough.
- Bizim onlara teklif ettiğimiz para belli ki yeterli değil.
- Tom offered to walk me home.
- Tom benimle eve kadar yürümeyi teklif etti.
- Tom hasn't yet been offered a job.
- Tom'a henüz bir iş teklif edilmedi.
- Tom agreed to take the job we offered him.
- Tom ona teklif ettiğimiz işi almayı kabul etti.
- Tom offered to help Mary.
- Tom Mary'ye yardım etmeyi teklif etti.
- I offered it to him.
- Ona teklif ettim.
- They didn't offer me anything.
- Bana hiçbir şey teklif etmediler.
- I called to offer my assistance.
- Yardım teklif etmek için aradım.
- Tom accepted the money Mary offered him.
- Tom, Mary'nin ona teklif ettiği parayı kabul etti.
Show More (394)
|
| 3 |
offer |
sunmak |
v. |
|
- Who will be able to offer these services?
- Bu hizmetleri kim sunabilecek?
- We must offer them our utmost solidarity.
- Onlara en üst düzeyde dayanışmamızı sunmalıyız.
- They offer incentives, information and bring theatre to the attention of a wide public.
- Bunlar teşvikler ve bilgiler sunmakta ve tiyatroyu geniş kitlelerin dikkatine sunmaktadır.
- Passengers must know in advance and be able to compare the conditions that the transport offers them.
- Yolcular, taşımacılığın kendilerine sunduğu koşulları önceden bilmeli ve karşılaştırabilmelidir.
- Mountain areas offer a huge variety of riches.
- Dağlık alanlar çok çeşitli zenginlikler sunar.
- For the poor countries, this is one way of making a fast buck, but offers no solutions in the long run.
- Yoksul ülkeler için bu, hızlı para kazanmanın bir yoludur, ancak uzun vadede hiçbir çözüm sunmaz.
- They therefore resort to the advantages offered by globalisation.
- Bu nedenle küreselleşmenin sunduğu avantajlara başvuruyorlar.
- It also offers the airlines the opportunity to enter into voluntary commitments with the airports.
- Ayrıca hava yollarına havalimanları ile gönüllü taahhütlere girme fırsatı da sunmaktadır.
- The Sixth Framework Programme for research and Article 169 offer good opportunities in this area.
- Araştırma için Altıncı Çerçeve Programı ve Madde 169 bu alanda iyi fırsatlar sunmaktadır.
- Is this all we can manage to offer the developing countries?
- Gelişmekte olan ülkelere sunabileceğimiz tek şey bu mu?
- In Papua too, they must return to the solution that offers the prospect of autonomy.
- Papua'da da özerklik perspektifi sunan çözüme geri dönmeleri gerekiyor.
- This report offers numerous opportunities to develop regions lagging behind.
- Bu rapor, geri kalmış bölgeleri geliştirmek için sayısız fırsat sunmaktadır.
- This offers a way forward for the future.
- Bu, gelecek için ileriye dönük bir yol sunmaktadır.
- It therefore offers not a single solution to the problems in the industry.
- Bu nedenle sektördeki sorunlara tek bir çözüm sunmamaktadır.
- I believe that this is the fundamental message we can offer you.
- Size sunabileceğimiz temel mesajın bu olduğuna inanıyorum.
- The worst thing is that those causing the collapse, particularly the US, have no alternative to offer.
- En kötüsü de başta ABD olmak üzere çöküşe neden olanların sunabilecekleri hiçbir alternatifin olmamasıdır.
- It offers no legal certainty because no authority with jurisdiction, such as the courts, will accept it.
- Hiçbir yasal kesinlik sunmamaktadır çünkü mahkemeler gibi yargı yetkisine sahip hiçbir makam bunu kabul etmeyecektir.
- What we are offering today are commitments which, for the first time, are of a contractual nature.
- Bugün sunduğumuz taahhütler, ilk kez sözleşmeye dayalı bir nitelik taşımaktadır.
- To prevent concerns, there are formulae which may offer greater guarantees.
- Endişeleri önlemek için, daha büyük garantiler sunabilecek formüller vardır.
- In other words, they should be offered resources, time and intelligence.
- Başka bir deyişle onlara kaynak, zaman ve istihbarat sunulmalıdır.
- In conclusion, Romania has much to offer the European Union and the world.
- Sonuç olarak Romanya'nın Avrupa Birliği'ne ve dünyaya sunabileceği çok şey var.
- The report offers a horrific account of human rights violations.
- Rapor, insan hakları ihlallerine ilişkin korkunç bir tablo sunuyor.
- The framework programme for research and Article 169 offer a good basis for this.
- Araştırma çerçeve programı ve 169. Madde bunun için iyi bir temel sunmaktadır.
- The report however offers no such protection.
- Ancak rapor böyle bir koruma sunmuyor.
- It offers only a defeatist agenda, not one of a positive nature.
- Sadece bozguncu bir gündem sunuyor, olumlu bir gündem değil.
- That offers ample scope for in-depth investment in education, R&D and healthcare.
- Bu da eğitim, AR-GE ve sağlık alanlarında derinlemesine yatırım için geniş bir alan sunmaktadır.
- Neither does it offer any incentives to solve the poverty problems.
- Yoksulluk sorunlarını çözmek için herhangi bir teşvik de sunmuyor.
- As President-in-Office, may I offer the European Parliament my warmest congratulations on its selection.
- Dönem Başkanı olarak, Avrupa Parlamentosu'nu seçiminden dolayı en içten tebriklerimi sunarım.
- They must offer a programme that includes a period of study in at least two of these institutions.
- Bu kurumlardan en az ikisinde bir eğitim dönemi içeren bir program sunmalıdırlar.
- The Commission communication asks the right questions but fails to offer enough definite answers.
- Komisyon bildirisi doğru soruları sormakta ancak yeterince kesin cevaplar sunamamaktadır.
- We should offer them a warm welcome.
- Onlara sıcak bir karşılama sunmalıyız.
- It is up to you to offer them safety and freedom.
- Onlara güvenlik ve özgürlük sunmak sizin elinizde.
- This is why he would like legislation which offers the financial markets opportunities to develop.
- Bu nedenle mali piyasaların gelişmesi için fırsatlar sunan bir mevzuat istiyor.
- Surely more is needed than has been offered in the statement today.
- Şüphesiz bugün yapılan açıklamada sunulandan daha fazlasına ihtiyaç vardır.
- In this context, biotechnology offers many opportunities.
- Bu bağlamda, biyoteknoloji pek çok fırsat sunmaktadır.
- The bi-regional market continues to offer many opportunities for trade.
- İki bölgeli pazar ticaret için pek çok fırsat sunmaya devam ediyor.
- What is forgotten, however, is that what this directive is offering in the end is only a minimum.
- Ancak unutulan şey, bu direktifin sonuçta sunduğu şeyin sadece asgari düzeyde olduğudur.
- Consumers will only have grown up if we continue to offer them transparency and openness.
- Tüketiciler ancak onlara şeffaflık ve açıklık sunmaya devam edersek büyümüş olacaklar.
- There are a few other international NGOs which boast sound structures and can offer aid.
- Sağlam yapılara sahip olan ve yardım sunabilen birkaç uluslararası STK daha vardır.
- We have a duty towards the people who earn a living from growing tobacco and we must offer them reasonable alternatives.
- Tütün yetiştirerek geçimini sağlayan insanlara karşı bir görevimiz var ve onlara makul alternatifler sunmalıyız.
- Cultural and linguistic diversity is a great source of wealth and offers enormous potential.
- Kültürel ve dilsel çeşitlilik büyük bir zenginlik kaynağıdır ve muazzam bir potansiyel sunar.
- What programmes will we be offering then?
- O zaman hangi programları sunacağız?
- The report offers a horrific account of human rights violations.
- Rapor, insan hakları ihlallerine ilişkin korkunç bir tablo sunmaktadır.
- Indeed, to whom will you offer this information and knowledge to society?
- Sahi, bu bilgi ve bilişim toplumunu kime sunacaksınız?
- How many off-the-shelf shops offer expert advice?
- Kaç tane hazır mağaza uzman tavsiyesi sunuyor?
- This sector therefore needs possible alternatives not only to be examined, but also offered.
- Bu nedenle bu sektörün olası alternatiflerin sadece incelenmesine değil, aynı zamanda sunulmasına da ihtiyacı vardır.
- We are talking about how to take better advantage of the possibilities offered by the Treaties.
- Antlaşmaların sunduğu imkanlardan nasıl daha iyi yararlanabileceğimizi konuşuyoruz.
- Dedicated human rights dialogues offer a particularly valuable opportunity to address the issue.
- Özel insan hakları diyalogları, konunun ele alınması için özellikle değerli bir fırsat sunmaktadır.
- It offers the prospect of sustainable, harmonious and at the same time policentric development for the EU as a whole.
- Bir bütün olarak AB için sürdürülebilir, uyumlu ve aynı zamanda politik bir gelişme perspektifi sunmaktadır.
- There are reasons to believe that by their very nature these courts do not offer defendants a fair trial.
- Bu mahkemelerin, doğaları gereği, sanıklara adil bir yargılama sunmadıklarına inanmak için sebepler vardır.
- I have asked the Commission what scope the Structural Funds could offer Limburg at this stage.
- Komisyon'a, Yapısal Fonların bu aşamada Limburg'a ne kadar imkan sunabileceğini sordum.
- Is this all we can manage to offer developing countries?
- Gelişmekte olan ülkelere sunabileceğimiz tek şey bu mu?
- In this context, we should be offering facilities to help drug addicts kick their habit.
- Bu bağlamda uyuşturucu bağımlılarının alışkanlıklarından kurtulmalarına yardımcı olacak imkanlar sunmalıyız.
- What we are offering today are commitments which, for the first time, are of a contractual nature.
- Bugün sunduğumuz taahhütler, ilk defa sözleşmeye dayalı bir nitelik taşımaktadır.
- It is our task, and that of the media, to offer the people a true picture of reality, whether this is beneficial or not.
- Bizim ve medyanın görevi, faydalı olsun ya da olmasın, insanlara gerçekliğin doğru bir resmini sunmaktır.
- It is precisely this method which offers flexibility and emphasises prevention rather than injunctions.
- İşte tam da bu yöntem esneklik sunmakta ve tedbirlerden ziyade önleme vurgu yapmaktadır.
- In this context, biotechnology offers many opportunities.
- Bu bağlamda biyoteknoloji pek çok fırsat sunmaktadır.
- In addition, they often had insufficient knowledge of what the European Union precisely had to offer.
- Buna ek olarak, Avrupa Birliği'nin tam olarak neler sunabileceği konusunda genellikle yetersiz bilgiye sahiptiler.
- The Danish Presidency in fact offers a new opportunity for this in the Nordic area.
- Danimarka Dönem Başkanlığı aslında İskandinav bölgesinde bu konuda yeni bir fırsat sunmaktadır.
- On the contrary, it offers up a number of advantages.
- Aksine bir dizi avantaj sunmaktadır.
- The accession of the candidate countries with their strong skills base will offer the Union enormous opportunities.
- Güçlü yetenek altyapısına sahip aday ülkelerin katılımı Birliğe muazzam fırsatlar sunacaktır.
- To this end, the Commission offers Turkey a range of training programmes, which are eagerly taken up.
- Bu amaçla Komisyon Türkiye'ye bir dizi eğitim programı sunmakta ve bu programlar hevesle kabul edilmektedir.
- Nobody understands this, and neither do they understand why President Bush is offering evidence now, two months later.
- Kimse bunu anlamıyor ve Başkan Bush'un neden iki ay sonra şimdi kanıt sunduğunu da anlamıyorlar.
- It offers no legal certainty because no authority with jurisdiction, such as the courts, will accept it.
- Hiçbir yasal kesinlik sunmuyor çünkü mahkemeler gibi yargı yetkisine sahip hiçbir makam bunu kabul etmeyecektir.
- It can also offer greater competitiveness and, consequently, better prices to transacting parties.
- Bu aynı zamanda daha fazla rekabet gücü ve dolayısıyla işlem yapan taraflara daha iyi fiyatlar sunabilir.
- That offered the opportunity to visualise the new Union for the first time.
- Bu, yeni Birliği ilk kez görselleştirme fırsatı sundu.
- I should like to thank you, along with the other candidates, for offering us the vitality of democratic choice.
- Demokratik seçimin canlılığını bize sunduğunuz için diğer adaylarla birlikte size de teşekkür etmek isterim.
- It is therefore important to remember that aid is twice as valuable when it is offered promptly.
- Bu nedenle yardımın zamanında sunulduğunda iki kat daha değerli olduğunu unutmamak önemlidir.
- The principle that a large financial market offers greater liquidity and greater economic weight is well known.
- Büyük bir mali piyasanın daha fazla likidite ve daha fazla ekonomik ağırlık sunduğu ilkesi iyi bilinmektedir.
- Biofuels offer new sources of income for European industries.
- Biyoyakıtlar Avrupa endüstrileri için yeni gelir kaynakları sunmaktadır.
- The November meeting of the General Assembly will offer a further opportunity to reinforce this coalition.
- Kasım ayındaki Genel Kurul toplantısı bu koalisyonun güçlendirilmesi için bir fırsat daha sunacaktır.
- For what is now needed, I offer my skills and energy.
- Şu anda ihtiyaç duyulan şey için becerilerimi ve enerjimi sunuyorum.
- That is why Europe had hardly anything to offer to the G77 countries.
- İşte bu yüzden Avrupa'nın G77 ülkelerine sunabileceği neredeyse hiçbir şey yoktu.
- We reject globalisation that offers no solidarity, particularly to the developed countries.
- Özellikle gelişmiş ülkelere hiçbir dayanışma sunmayan küreselleşmeyi reddediyoruz.
- Offering DNA testing is either a cross-border service, or DNA tests are products traded in the internal market.
- DNA testi sunmak ya sınır ötesi bir hizmettir ya da DNA testleri iç pazarda ticareti yapılan ürünlerdir.
- In that way, we can increase understanding of the good things the EU has to offer.
- Bu şekilde, AB'nin sunduğu iyi şeylerin daha iyi anlaşılmasını sağlayabiliriz.
- We consider that, if the Convention offered options at Thessaloniki, this would prove that its job is unfinished.
- Konvansiyon'un Selanik'te seçenekler sunması halinde, bunun işinin bitmediğini kanıtlayacağını düşünüyoruz.
- To offer financial incentives to technical support companies to allow SMEs affordable access.
- KOBİ'lerin uygun maliyetli erişimini sağlamak için teknik destek şirketlerine mali teşvikler sunmak.
- I offer Professor Diamandouros all my congratulations.
- Profesör Diamandouros'a tebriklerimi sunuyorum.
- E-learning offers new pedagogical models for teaching and learning.
- E-öğrenme, öğretme ve öğrenme için yeni pedagojik modeller sunmaktadır.
- The Northern Dimension offers immense potential in the area of energy policy.
- Kuzey Boyutu enerji politikası alanında muazzam bir potansiyel sunmaktadır.
- Any assistance that Europe can offer to kick-start the industry is very positive.
- Avrupa'nın sektörü canlandırmak için sunabileceği her türlü yardım çok olumludur.
- Rather, as long as the agreement offers scope for extension within the ASEAN region, it could boost momentum.
- Daha ziyade, anlaşma ASEAN bölgesi içinde genişleme alanı sunduğu sürece, ivmeyi artırabilir.
- The proposal offers, among other things, a number of guidelines.
- Teklif, diğer hususların yanı sıra bir dizi kılavuz ilke sunmaktadır.
- Liberalisation of public services is supposed to offer consumers cheaper and better services.
- Kamu hizmetlerinin serbestleştirilmesinin tüketicilere daha ucuz ve daha iyi hizmetler sunacağı varsayılıyor.
- It outlines once more a number of aspects very clearly and offers specific directions for solutions.
- Bir dizi hususu bir kez daha çok net bir şekilde özetlemekte ve çözüm için belirli yönergeler sunmaktadır.
- Modern technology offers us ways of saving energy and using it more efficiently.
- Modern teknoloji bize enerjiden tasarruf etmenin ve onu daha verimli kullanmanın yollarını sunuyor.
- They offer no solution to people who have frequently had to change jobs or employers.
- Sık sık iş veya işveren değiştirmek zorunda kalan kişilere hiçbir çözüm sunmazlar.
- I wonder whether we Europeans might offer our experience of regional conflict resolution as aid here.
- Acaba biz Avrupalılar, bölgesel çatışmaların çözümüne ilişkin deneyimlerimizi burada yardım olarak sunabilir miyiz?
- It is regrettable that the advantages offered by the EU are not always recognised as they should be.
- AB'nin sunduğu avantajların her zaman olması gerektiği gibi tanınmaması üzüntü vericidir.
- It offers citizen security and fair freedoms in the digital world.
- Vatandaşa dijital dünyada güvenlik ve adil özgürlükler sunar.
- With some difficulty we have put together a system which will offer security and choice to our citizens.
- Biraz zorlanarak da olsa vatandaşlarımıza güvenlik ve seçenek sunacak bir sistem oluşturduk.
- We call on the European Union, across the party political divide, to offer its services as mediator.
- Avrupa Birliği'ni, siyasi parti ayrımı gözetmeksizin, arabulucu olarak hizmet sunmaya çağırıyoruz.
- The Stability Pact for South-East Europe offers an excellent forum for this.
- Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı bunun için mükemmel bir forum sunmaktadır.
- It should be borne in mind that the task of offering the United States a response is a bilateral one.
- Amerika Birleşik Devletleri'ne bir yanıt sunma görevinin iki taraflı bir görev olduğu unutulmamalıdır.
- What guarantees does the European legislation protecting the environment offer these communities?
- Çevreyi koruyan Avrupa mevzuatı bu topluluklara ne gibi güvenceler sunuyor?
- You are most welcome on our beaches, and we will offer you our first Dutch herring with pleasure.
- Sahillerimize hoş geldiniz ve size ilk Hollanda ringa balığımızı memnuniyetle sunacağız.
- Do the existing extradition treaties not offer sufficient scope in this area?
- Mevcut suçluların iadesi anlaşmaları bu alanda yeterli kapsam sunmuyor mu?
- I am taking the floor today because I feel we need technical systems that offer environmental benefits.
- Bugün söz alıyorum çünkü çevresel faydalar sunan teknik sistemlere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
- Money on its own cannot offer a structural, long-term solution.
- Para tek başına yapısal ve uzun vadeli bir çözüm sunamaz.
- As the honourable Member is aware, the principle of contract freedom applies to companies offering financial services.
- Sayın Üyenin de bildiği üzere, sözleşme özgürlüğü ilkesi mali hizmetler sunan şirketler için de geçerlidir.
- The Sixth Framework Programme for research offers the ideal platform for this.
- Araştırmaya yönelik Altıncı Çerçeve Programı bunun için ideal bir platform sunmaktadır.
- The summit placed its bets on the best Europe has to offer.
- Zirve, bahislerini Avrupa'nın sunabileceği en iyi şeylere yatırdı.
- This too offers new opportunities for collaboration, to Latin America's advantage.
- Bu da Latin Amerika'nın yararına olacak şekilde yeni işbirliği fırsatları sunmaktadır.
- It offers an array of improvements in comparison with the Dublin Convention.
- Dublin Sözleşmesi ile karşılaştırıldığında bir dizi iyileştirme sunmaktadır.
- The new Protocol refers exclusively to tuna and offers fishing opportunities for 80 vessels.
- Yeni Protokol sadece orkinoslara atıfta bulunmakta ve 80 gemi için balıkçılık fırsatları sunmaktadır.
- The country-of-origin principle should meet the challenge of offering financial services electronically.
- Menşe ülke ilkesi, finansal hizmetlerin elektronik ortamda sunulmasının getirdiği zorlukların üstesinden gelmelidir.
- Systematic testing precludes fraud and makes it possible to offer better guarantees.
- Sistematik testler sahtekarlığı önler ve daha iyi garantiler sunmayı mümkün kılar.
- On the other hand, biofuels have a range of advantages to offer that should not be underestimated.
- Öte yandan biyoyakıtlar küçümsenmemesi gereken bir dizi avantaj sunmaktadır.
- This is beside the fact that home production offers a number of other distinct advantages.
- Bunun yanı sıra, evde üretim bir dizi başka belirgin avantaj da sunmaktadır.
- What do we expect of ourselves, and what do we have to offer?
- Kendimizden ne bekliyoruz ve ne sunmamız gerekiyor?
- The creation of a European area of justice is the best contribution the Union could offer at this time.
- Avrupa adalet alanının oluşturulması, Birliğin şu anda sunabileceği en iyi katkıdır.
- The Commission is offering insurers the choice of opting for occupational pension schemes.
- Komisyon, sigortacılara mesleki emeklilik planlarını tercih etme seçeneği sunuyor.
- We consider that, if the Convention offered options at Thessaloniki, this would prove that its job is unfinished.
- Konvansiyon'un Selanik'te seçenekler sunması halinde bunun işinin bitmediğini kanıtlayacağını düşünüyoruz.
- At the same time, Austria has not yet fulfilled its obligation to offer sufficient alternatives to the Alpine route.
- Aynı zamanda Avusturya, Alp güzergahına yeterli alternatifler sunma yükümlülüğünü henüz yerine getirmemiştir.
- What security can I offer citizens now?
- Şimdi vatandaşlara nasıl bir güvenlik sunabilirim?
- Used correctly, biotechnology can offer solutions to many of the problems we will all face.
- Doğru kullanıldığında biyoteknoloji, hepimizin karşılaşacağı pek çok soruna çözüm sunabilir.
- In future, dealers will not be obliged to offer both sales and servicing.
- Gelecekte bayilerin hem satış hem de servis hizmeti sunma zorunluluğu olmayacak.
- What do we have to offer?
- Ne sunmamız gerekiyor?
- The project has, with reason, been criticised for having nothing concrete to offer.
- Proje, haklı olarak, somut hiçbir şey sunmadığı için eleştirilmektedir.
- On behalf of my party, may I offer my deepest condolences to the people of the United States.
- Partim adına Birleşik Devletler halkına en derin taziyelerimi sunuyorum.
- Within this market there are specialities, which represent the opportunities offered by diversity in Europe.
- Bu pazar içerisinde, Avrupa'daki çeşitliliğin sunduğu fırsatları temsil eden uzmanlıklar bulunmaktadır.
- Railways, too, certainly offer a possible alternative to some degree.
- Demir yolları da kesinlikle bir dereceye kadar olası bir alternatif sunmaktadır.
- Saudi Arabia has no credibility and offers no guarantees in terms of defending Afghan women.
- Suudi Arabistan'ın hiçbir güvenilirliği yoktur ve Afgan kadınlarını koruma konusunda hiçbir garanti sunmamaktadır.
- This is a perfectly worthy city, which also offers many advantages.
- Burası aynı zamanda birçok avantaj sunan mükemmel bir şehirdir.
- This eLearning programme offers new opportunities in this area.
- Bu e-Öğrenme programı bu alanda yeni fırsatlar sunmaktadır.
- As we want to offer the best service possible, we set great store on compatibility with other systems from the outset.
- Mümkün olan en iyi hizmeti sunmak istediğimizden en başından itibaren diğer sistemlerle uyumluluğa büyük önem veriyoruz.
- Thirdly, Member States must offer tangible help to ships and areas that are in distress.
- Üçüncü olarak, Üye Devletler tehlike altındaki gemilere ve bölgelere somut yardım sunmalıdır.
- They have to be offered a vision of relations with the European Union.
- Avrupa Birliği ile ilişkiler konusunda kendilerine bir vizyon sunulmalıdır.
- Therefore, they must be allowed to offer their services freely throughout the Community from their establishment.
- Bu nedenle işletmelerinden Topluluk genelinde hizmetlerini serbestçe sunmalarına izin verilmelidir.
- The programme has much to offer.
- Programın sunacağı çok şey var.
- We will continue to offer our help and assistance.
- Yardım ve desteğimizi sunmaya devam edeceğiz.
- This indigenous supply does not offer an adequate prospect for the future.
- Bu yerli arz, gelecek için yeterli bir perspektif sunmamaktadır.
- With economic liberalisation, India offers a growing market for EU businesses.
- Ekonomik liberalleşme ile birlikte Hindistan, AB işletmeleri için büyüyen bir pazar sunmaktadır.
- Perhaps others could offer more than my region.
- Belki başkaları benim bölgemden daha fazlasını sunabilir.
- It is no easy task you have embarked upon, and it is therefore important for Parliament to offer its full support.
- Başladığınız görev hiç de kolay değil ve bu nedenle Parlamento'nun tam desteğini sunması çok önemli.
- I join him in offering my condolences to his family and friends.
- Ailesine ve dostlarına başsağlığı dileklerimi sunarken ona katılıyorum.
- We need to offer our citizens better protection against possible attacks and the effects thereof.
- Vatandaşlarımıza olası saldırılara ve bunların etkilerine karşı daha iyi bir koruma sunmamız gerekiyor.
- What are we offering these countries?
- Biz bu ülkelere ne sunuyoruz?
- Access to IPR offers only a very unsatisfactory and temporary solution.
- Fikri mülkiyet haklarına erişim sadece çok yetersiz ve geçici bir çözüm sunmaktadır.
- We have already helped here and we shall continue to offer our help in the future.
- Bu konuda zaten yardımcı olduk ve gelecekte de yardımlarımızı sunmaya devam edeceğiz.
- The Brussels conclusions imposed a financial cap that does not exhaust the possibilities offered by Berlin.
- Brüksel kararları, Berlin'in sunduğu imkânları tüketmeyen bir mali sınır getirmiştir.
- They can offer consumers alternative jurisdiction but only under very specific conditions.
- Tüketicilere alternatif yargı yetkisi sunabilirler, ancak sadece çok özel koşullar altında.
- We have ensured that the level of Chinese commitments offers this guarantee.
- Çin taahhütlerinin seviyesinin bu garantiyi sunmasını sağladık.
- Fish farming offers prospects for the disadvantaged regions.
- Balık yetiştiriciliği dezavantajlı bölgeler için fırsatlar sunmaktadır.
- We have thought for a long time that this proposal offers a good compromise between several objectives.
- Uzun bir süredir bu teklifin çeşitli hedefler arasında iyi bir uzlaşma sunduğunu düşünüyoruz.
- These offer scope for prevention, monitoring and assessment of the situation after the event.
- Bunlar, olayların önlenmesi, izlenmesi ve olay sonrası durumun değerlendirilmesi için bir kapsam sunmaktadır.
- In that way, we can increase understanding of the good things the EU has to offer.
- Bu şekilde AB'nin sunduğu iyi şeylerin daha iyi anlaşılmasını sağlayabiliriz.
- Perhaps you could offer us the answer in writing but summarise the main points.
- Belki bize cevabı yazılı olarak sunabilir, önemli noktaları özetleyebilirsiniz.
- Europe must offer practical advantages to its citizens.
- Avrupa vatandaşlarına pratik avantajlar sunmalıdır.
- This debate offers a welcome opportunity to consolidate our resolve to enlarge.
- Bu tartışma, genişleme yönündeki kararlılığımızı pekiştirmek için hoş bir fırsat sunmaktadır.
- What will we have to offer in terms of technology in two, three or four years' time?
- İki, üç veya dört yıl sonra teknoloji açısından ne sunmamız gerekecek?
- That is why Europe had hardly anything to offer to the G77 countries.
- Bu nedenle Avrupa'nın G77 ülkelerine sunabileceği neredeyse hiçbir şey yoktur.
- Structural change, offering alternatives, is what is crucial.
- Önemli olan, alternatifler sunan yapısal değişimdir.
- The project has, with reason, been criticised for having nothing concrete to offer.
- Proje, haklı olarak, somut hiçbir şey sunmadığı gerekçesiyle eleştirilmektedir.
- Turning to the main themes of the resolution I offer the following observations.
- Kararın ana temalarına dönecek olursak, aşağıdaki gözlemleri sunuyorum.
- They offer incentives, information and bring theatre to the attention of a wide public.
- Teşvik ve bilgi sunarlar ve tiyatroyu geniş bir kitlenin dikkatine sunarlar.
- I am not yet able to offer you a definitive solution.
- Henüz size kesin bir çözüm sunabilecek durumda değilim.
- This would mainly come about by offering long-term funding at European level.
- Bu da esas olarak Avrupa düzeyinde uzun vadeli fonlar sunmakla mümkün olacaktır.
- The Commission is inclined, for example, to offer its political support here.
- Örneğin Komisyon burada siyasi desteğini sunma eğilimindedir.
- Exactly what does a capitalist society have to offer its youth?
- Kapitalist bir toplum gençlerine tam olarak ne sunabilir?
- The rest offers quite a good level of protection.
- Geri kalanı oldukça iyi bir koruma seviyesi sunar.
- The aim is to make SMEs aware of the opportunities offered by information networks.
- Amaç, KOBİ'leri bilgi ağlarının sunduğu fırsatlardan haberdar etmektir.
- The common position may be less than perfect, but I feel that it does offer sufficient safeguards.
- Ortak tutum mükemmel olmaktan uzak olabilir ancak yeterli güvenceler sunduğunu düşünüyorum.
- It has also offered the relatives of the victims the prospect of an aid package amounting to around EUR 35 million.
- Ayrıca kurbanların yakınlarına yaklaşık 35 milyon Euro tutarında bir yardım paketi sunmuştur.
- To you, Elvira, María José, we can only offer our deepest sympathy.
- Size, Elvira'ya, María José'ye sadece en derin taziyelerimizi sunabiliriz.
- It offers the prospect of sustainable, harmonious and at the same time policentric development for the EU as a whole.
- Bir bütün olarak AB için sürdürülebilir, uyumlu ve aynı zamanda çok merkezli bir kalkınma perspektifi sunmaktadır.
- It regulates the activity of the companies offering financial services.
- Finansal hizmetler sunan şirketlerin faaliyetlerini düzenler.
- In this context, we should be offering facilities to help drug addicts kick their habit.
- Bu bağlamda, uyuşturucu bağımlılarının alışkanlıklarından kurtulmalarına yardımcı olacak imkanlar sunmalıyız.
- It is very expensive and very unreliable and we need to offer financial incentives in that respect.
- Bu çok pahalı ve çok güvenilmez bir yöntem ve bu konuda mali teşvikler sunmamız gerekiyor.
- We have thought for a long time that this proposal offers a good compromise between several objectives.
- Uzun zamandır bu teklifin çeşitli hedefler arasında iyi bir uzlaşma sunduğunu düşünüyoruz.
- They offer the citizen the opportunity to vote for a party directly.
- Vatandaşa doğrudan bir partiye oy verme fırsatı sunarlar.
- Alongside this, it should also be possible to offer a political perspective very promptly.
- Bunun yanı sıra, çok hızlı bir şekilde siyasi bir perspektif sunmak da mümkün olmalıdır.
- Something that the developed countries certainly have to offer is knowledge.
- Gelişmiş ülkelerin kesinlikle sunabileceği bir şey de bilgidir.
- Allow Member States to offer low interest loans and tax incentives to support SMEs.
- Üye Devletlerin KOBİ'leri desteklemek için düşük faizli krediler ve vergi teşvikleri sunmalarına izin verin.
- Structural change, offering alternatives, is what is crucial.
- Yapısal değişim, alternatifler sunmak, çok önemli olan şeydir.
- Nevertheless, alternative methods, such as adult stem cells, offer very promising results.
- Bununla birlikte yetişkin kök hücreleri gibi alternatif yöntemler çok umut verici sonuçlar sunmaktadır.
- As long as we only have words to offer, we are powerless.
- Sunacak sadece kelimelerimiz olduğu sürece güçsüzüz.
- However, the communication almost gives the impression that we are offering an 'à la carte' Europe.
- Bununla birlikte, iletişim neredeyse 'alakart' bir Avrupa sunduğumuz izlenimini veriyor.
- As one MEP said, aid is twice as valuable when it is offered promptly.
- Bir Avrupa Parlamentosu üyesinin dediği gibi, yardım zamanında sunulduğunda iki kat daha değerlidir.
- The Northern Dimension offers immense potential in the area of energy policy.
- Kuzey Boyutu enerji politikası alanında büyük bir potansiyel sunmaktadır.
- We want the two communities to share a common future and enjoy the benefits accession has to offer.
- İki toplumun ortak bir geleceği paylaşmasını ve katılımın sunduğu avantajlardan yararlanmasını istiyoruz.
- They also offer certain guarantees in case of incapacity.
- Ayrıca iş göremezlik durumunda da belirli garantiler sunarlar.
- The Member States must make child care available and offer parental leave.
- Üye Devletler çocuk bakımını mümkün kılmalı ve ebeveyn izni sunmalıdır.
- I wonder whether we Europeans might offer our experience of regional conflict resolution as aid here.
- Acaba biz Avrupalılar, bölgesel çatışma çözümleri konusundaki deneyimlerimizi burada bir yardım olarak sunabilir miyiz?
- It is true that the Internet offers a public platform for everyone to express opinions.
- İnternetin herkesin görüşlerini ifade edebilmesi için kamuya açık bir platform sunduğu doğrudur.
- It is our task, and that of the media, to offer the people a true picture of reality, whether this is beneficial or not.
- Bizim ve medyanın görevi, faydalı olsun ya da olmasın, insanlara gerçeklerin doğru bir resmini sunmaktır.
- Thirdly, because I believe in the opportunities that temporary work offers workers with specific wishes or problems.
- Üçüncüsü, geçici çalışmanın belirli istekleri veya sorunları olan işçilere sunduğu fırsatlara inandığım için.
- You are most welcome on our beaches, and we will offer you our first Dutch herring with pleasure.
- Sahillerimize hoş geldiniz ve size ilk Hollanda ringa balığımızı zevkle sunacağız.
- Finally, aid can enable restructuring, offer training, save jobs and thus, know-how.
- Son olarak yardım yeniden yapılanmayı sağlayabilir, eğitim sunabilir, işleri ve dolayısıyla teknik bilgiyi kurtarabilir.
- In previous years, Parliament has often offered new suggestions with this in mind and also pointed to shortcomings.
- Önceki yıllarda Parlamento sıklıkla bu düşünceyle yeni öneriler sunmuş ve eksikliklere işaret etmiştir.
- The terms that we have offered the applicant states are unimaginative and mean.
- Başvuran devletlere sunduğumuz şartlar hayal gücünden yoksun ve acımasızdır.
- It offers crops that eliminate vitamin A deficiency and blindness for millions.
- Milyonlarca insanın A vitamini eksikliğini ve körlüğünü ortadan kaldıran ürünler sunuyor.
- These partnerships also offer our European students an opportunity to study abroad.
- Bu ortaklıklar aynı zamanda Avrupalı öğrencilerimize yurtdışında eğitim alma fırsatı da sunmaktadır.
- So what particular facilities do our countries offer, and how can these be rooted out?
- Peki ülkelerimiz hangi özel olanakları sunuyor ve bunlar nasıl ortadan kaldırılabilir?
- As Parliament is aware of this, we will offer our full support.
- Parlamento bunun farkında olduğu için tam desteğimizi sunacağız.
- This too offers new opportunities for collaboration, to Latin America's advantage.
- Bu da Latin Amerika'nın avantajına olacak şekilde yeni işbirliği fırsatları sunmaktadır.
- Therefore, the societies offering asylum should feel pride and satisfaction.
- Bu nedenle sığınma sunan toplumlar gurur ve memnuniyet duymalıdır.
- The Danish Presidency in fact offers a new opportunity for this in the Nordic area.
- Danimarka Dönem Başkanlığı aslında İskandinav bölgesinde bunun için yeni bir fırsat sunmaktadır.
- Furthermore, what are they offering the rest of the world?
- Dahası, dünyanın geri kalanına ne sunuyorlar?
- We cannot offer our citizens a second-rate service.
- Vatandaşlarımıza ikinci sınıf bir hizmet sunamayız.
- The Presidency has, of course, been offering both sides its services since the very first day.
- Başkanlık elbette ilk günden bu yana her iki tarafa da hizmetlerini sunmaktadır.
- It is rumoured that scientists who worked on these programmes have offered their services elsewhere.
- Bu programlarda çalışan bilim insanlarının hizmetlerini başka yerlere sundukları söyleniyor.
- In particular, the World Trade Organisation and the OECD still offer great opportunities.
- Özellikle Dünya Ticaret Örgütü ve OECD hala büyük fırsatlar sunmaktadır.
- I would also like to begin by offering Karl-Heinz Florenz my warmest congratulations.
- Ben de Karl-Heinz Florenz'e en içten tebriklerimi sunarak başlamak istiyorum.
- What options does the Commission have, to offer effective help fast?
- Komisyon'un hızlı bir şekilde etkili yardım sunmak için ne gibi seçenekleri var?
- But we can also offer greater flexibility.
- Ancak daha fazla esneklik de sunabiliriz.
- It offered a framework and prospects for a unified Europe.
- Birleşik bir Avrupa için bir çerçeve ve perspektif sunmuştur.
- This report offers us a means of doing so.
- Bu rapor bize bunu yapmamız için bir araç sunuyor.
- We reject globalisation that offers no solidarity, particularly to the developed countries.
- Özellikle gelişmiş ülkelere dayanışma sunmayan küreselleşmeyi reddediyoruz.
- The resolution does not go beyond offering possible solutions to counter the spreading of Islamism.
- Karar, İslamcılığın yayılmasına karşı olası çözümler sunmanın ötesine geçmiyor.
- The bi-regional market continues to offer many opportunities for trade.
- İki bölgeli pazar ticaret için pek çok fırsat sunmaya devam etmektedir.
- It is particularly important for them that we offer more training opportunities to compensate for language difficulties.
- Dil zorluklarını telafi etmek için daha fazla eğitim fırsatı sunmamız onlar için özellikle önemlidir.
- The draft budget prepared by the Council offers a sound basis for this.
- Konsey tarafından hazırlanan taslak bütçe bunun için sağlam bir temel sunmaktadır.
- That offers ample scope for in-depth investment in education, R&D and healthcare.
- Bu da eğitim, Ar-Ge ve sağlık hizmetlerine derinlemesine yatırım için geniş bir alan sunmaktadır.
- The accession of the candidate countries with their strong skills base will offer the Union enormous opportunities.
- Güçlü beceri tabanına sahip aday ülkelerin katılımı Birliğe muazzam fırsatlar sunacaktır.
- I too want to begin by offering my congratulations on what happened in Bonn.
- Ben de Bonn'da yaşananlardan dolayı tebriklerimi sunarak başlamak istiyorum.
- It can offer a real alternative to land transport.
- Kara taşımacılığına gerçek bir alternatif sunabilir.
- We call on the European Union, across the party political divide, to offer its services as mediator.
- Avrupa Birliği'ni, siyasi parti ayrımı gözetmeksizin, arabulucu olarak hizmetlerini sunmaya çağırıyoruz.
- They will have much to offer to the development of our social policy agenda.
- Sosyal politika gündemimizin geliştirilmesine sunacakları çok şey olacaktır.
- Yet, our response is to offer them more of the same.
- Yine de bizim cevabımız onlara aynısından daha fazlasını sunmak oluyor.
- With such a situation, what can the European Parliament offer?
- Böyle bir durumda Avrupa Parlamentosu ne sunabilir?
- We are said to offer too little counterweight to US supremacy.
- ABD'nin üstünlüğüne karşı çok az denge unsuru sunduğumuz söyleniyor.
- Firstly, it takes advantage of the potential offered by a higher rate of Union cofinancing.
- İlk olarak, daha yüksek oranda Birlik eş finansmanının sunduğu potansiyelden faydalanmaktadır.
- We shall offer a brief explanation of these three objections in order.
- Sırasıyla bu üç itiraza ilişkin kısa bir açıklama sunacağız.
- Let me start by saying that the agreement offers more certainties than are currently laid down formally.
- Anlaşmanın şu anda resmi olarak belirlenmiş olandan daha fazla kesinlik sunduğunu söyleyerek başlayayım.
- This indigenous supply does not offer an adequate prospect for the future.
- Bu yerli arz gelecek için yeterli bir perspektif sunmamaktadır.
- What activities can the sports clubs - all 600 000 and more of them - offer these people?
- Sayıları 600.000'i aşan spor kulüpleri bu insanlara ne gibi faaliyetler sunabilir?
- I think this country deserves and, furthermore, needs the sort of first-rate care and assistance the EU has to offer.
- Bence bu ülke AB'nin sunabileceği birinci sınıf bakım ve yardımı hak ediyor ve dahası buna ihtiyacı var.
- That offered the opportunity to visualise the new Union for the first time.
- Bu durum, yeni Birliği ilk defa görselleştirme fırsatını sunmuştur.
- The resolution does not go beyond offering possible solutions to counter the spreading of Islamism.
- Önerge İslamcılığın yayılmasına karşı olası çözümler sunmanın ötesine geçmiyor.
- I can only offer you the facts.
- Ben size sadece gerçekleri sunabilirim.
- Finally, just a few words about the possibilities offered by exhaust-gas cleaning.
- Son olarak, egzoz gazı temizliğinin sunduğu olanaklar hakkında birkaç söz.
- Electric hospital beds are advantageous in all cases as they offer the much needed comfort sought by patients.
- Elektrikli hastane yatakları, hastaların aradığı konforu sunduğu için her durumda avantajlıdır.
- The site offers all the peace and tranquility needed for a relaxing holiday.
- Site, dinlendirici bir tatil için gereken tüm huzur ve sükuneti sunmaktadır.
- It does, however, offer her great economic freedom.
- Bununla birlikte, ona büyük bir ekonomik özgürlük sunuyor.
- They offer dedicated green space in both urban and rural areas.
- Hem kentsel, hem kırsal bölgeler için özel yeşil alanlar sunuyorlar.
- We know that all customers want good products offering good value.
- Tüm müşterilerin gerçek değer sunan iyi ürünler istediğini biliyoruz.
- The site offers all the peace and tranquility needed for a relaxing holiday.
- Site, dinlendirici bir tatil için gereken tüm huzur ve sükûneti sunuyor.
- This binary options broker only offers the classic high/low trade type.
- Bu ikili opsiyon brokeri sadece klasik yüksek/ düşük işlem türünü sunar.
- Bond funds also offer an opportunity to invest in specific types.
- Tahvil fonları da belirli türlere yatırım yapma fırsatı sunuyor.
- You shall also offer a he-goat for sin, and two one-year-old lambs as victims of peace offerings.
- Ayrıca günah için bir teke ve barış teklifi olarak iki tane bir yaşında kuzu sunacaksınız.
- Cloud services, on the whole, offer fantastic security.
- Bulut hizmetleri genel olarak harika bir güvenlik hizmeti sunuyor.
- The website offers thousands of logo design for every industry possible.
- Web sitesi mümkün olan her sektör için binlerce logo tasarımı sunuyor.
- One and two-bedroom units offer all of the comforts of home.
- Bir ve iki yatak odalı üniteler bir evin tüm konforunu sunuyor.
- This offers a new and unprecedented powerful source of energy.
- Bu, yeni ve benzeri görülmemiş güçlü bir enerji kaynağı sunuyor.
- Ireland offers everything from lavish green hills to vibrant, metropolitan cities.
- İrlanda, yemyeşil tepelerden hareketli metropol şehirlere kadar her şeyi sunuyor.
- The website offers thousands of logo design for every industry possible.
- İnternet sitesi, mümkün olan her sektör için binlerce logo tasarımı sunar.
- It does, however, offer her great economic freedom.
- Ancak bu ona büyük bir ekonomik özgürlük sunuyor.
- Capitalism offers people the freedom to choose where they work and what they do.
- Kapitalizm insanlara nerede çalışacaklarını ve ne yapacaklarını seçme özgürlüğü sunuyor.
- It offers splendid views and rich experiences for the whole family.
- Tüm aile için muhteşem manzaralar ve zengin deneyimler sunar.
- Capitalism offers people the freedom to choose where they work and what they do.
- Kapitalizm, insanlara nerede ve ne işte çalışabilecekleri konusunda hürriyet sunuyor.
- Internet marketing really offers a good chance of earning real money online.
- İnternet pazarlaması, çevrimiçi olarak gerçek para kazanma konusunda gerçekten iyi bir imkan sunuyor.
- In addition, we offer you the opportunity to continue studying.
- Ayrıca size eğitiminize devam etme fırsatı sunuyoruz.
- This game offers many things at once.
- Bu oyun aynı anda birçok şey sunuyor.
- In addition, we offer you the opportunity to continue studying.
- Buna ek olarak, size eğitiminize devam etme fırsatı sunuyoruz.
- In addition, we offer you the opportunity to continue studying.
- Buna ek olarak, size okumaya devam etme fırsatı sunuyoruz.
- One and two-bedroom units offer all of the comforts of home.
- Bir ve iki yatak odalı daireler ev konforunun tamamını sunuyor.
- It offers citizens a safe real estate trade environment.
- Vatandaşlara güvenli bir emlak alışverişi için ortam sunuyor.
- Learning it will offer you the opportunity to do wonderful things.
- Bunu öğrenmek size harika şeyler yapma fırsatı sunacaktır.
- Our vast powerful universe certainly offers limitless possibilities.
- Geniş ve kudretli evrenimiz kesinlikle sınırsız imkanlar sunuyor.
- They offer dedicated green space in both urban and rural areas.
- Hem kentsel hem de kırsal alanlarda özel yeşil alanlar sunarlar.
- We offer web design and online marketing services to companies globally.
- Dünya çapındaki şirketlere web tasarımı ve çevrimiçi pazarlama hizmetleri sunuyoruz.
- This offers a new and unprecedented powerful source of energy.
- Bu yeni ve eşi benzeri görülmemiş kudretli bir enerji kaynağı sunuyor.
- An aquarium filter offers a settlement area for bacteria, which break down these pollutants and keep the water clean.
- Bir akvaryum filtresi, bu kirleticileri parçalayan ve suyu temiz tutan bakteriler için bir yerleşim alanı sunar.
- We offer detailed information on connecting a USB flash drive to the tablet.
- Bir USB flash sürücüyü tablete bağlama hakkında ayrıntılı bilgi sunuyoruz.
- Internet marketing really offers a good chance of earning real money online.
- İnternet pazarlamacılığı çevrimiçi olarak gerçek para kazanma konusunda gerçekten iyi bir şans sunuyor.
- You can also check out websites that offer meaningful and well-guided meditation practices.
- Ayrıca anlamlı ve iyi yönlendirilmiş meditasyon uygulamaları sunan web sitelerine de göz atabilirsiniz.
- Our vast powerful universe certainly offers limitless possibilities.
- Geniş, kudretli evrenimiz kuşkusuz sınırsız olanaklar sunmakta.
- Bond funds also offer an opportunity to invest in specific types.
- Tahvil fonları da belirli türlere yatırım yapma fırsatı sunar.
- The site offers all the peace and tranquility needed for a relaxing holiday.
- Site, dinlendirici bir tatil için gereken huzurlu ve sükunetli havayı sunuyor.
- Our vast powerful universe certainly offers limitless possibilities.
- Uçsuz bucaksız kudretli evrenimiz kesinlikle sınırsız olasılıklar sunuyor.
- Internet marketing really offers a good chance of earning real money online.
- İnternet pazarlamacılığı gerçekten çevrimiçi gerçek para kazanma fırsatı sunuyor.
- Queensland's only health information management course offers industry placements during your study.
- Queensland'in tek sağlık bilgi yönetimi kursu, eğitiminiz boyunca sektöre yerleştirme olanağı sunar.
- It does, however, offer her great economic freedom.
- Ancak, bu iş ona büyük bir ekonomik özgürlük sunuyor.
- Capitalism offers people the freedom to choose where they work and what they do.
- Kapitalizm insanlara nerede çalışacaklarını ve ne yapacaklarını seçme hürriyeti sunar.
- We offer web design and online marketing services to companies globally.
- Dünya çapında şirketlere web tasarımı ve online pazarlama hizmetleri sunmaktayız.
- We know that all customers want good products offering good value.
- Tüm müşterilerin iyi değer sunan iyi ürünler istediğini biliyoruz.
- We offer web design and online marketing services to companies globally.
- Küresek çapta şirketlere internet sitesi tasarımı ve çevrimiçi pazarlama hizmetleri sunuyoruz.
- Queensland's only health information management course offers industry placements during your study.
- Queensland'in tek sağlık bilgi yönetimi kursu, eğitiminiz sırasında sektöre yerleştirme imkanı sunuyor.
- Electric hospital beds are advantageous in all cases as they offer the much needed comfort sought by patients.
- Elektrikli hasta yatakları her durumda avantajlıdır çünkü hastalar tarafından ihtiyaç duyulan konforu onlara sunarlar.
- Bodrium Hotel&You Spa Bodrum is located 1.6 km from French Tower and offers a free car park.
- Fransız Kulesi'ne 1,6 km mesafede yer alan Bodrium Hotel&You Spa Bodrum, ücretsiz otopark hizmeti sunmaktadır.
- Dubai offers a different golf experience on the green fields beside the desert.
- Dubai, çölün yanı başındaki yemyeşil sahalarda farklı bir golf deneyimi sunuyor.
- Dubai offers a different golf experience on the green fields beside the desert.
- Dubai, çölün hemen dibindeki yemyeşil sahalarda farklı bir golf deneyimi sunuyor.
- You shall also offer a he-goat for sin, and two one-year-old lambs as victims of peace offerings.
- Ayrıca günah karşılığında bir teke ve şükran adağı olarak bir yaşında iki kuzu sunacaksınız.
- Cloud services, on the whole, offer fantastic security.
- Bulut hizmetleri genel olarak mükemmel düzeyde güvenlik sunar.
- Bond funds also offer an opportunity to invest in specific types.
- Tahvil fonları aynı zamanda belirli türlere yatırım yapma fırsatı da sunuyor.
- It offers citizens a safe real estate trade environment.
- Vatandaşa güvenli gayrimenkul alışveriş ortamı sunar.
- You have something to offer this world, so don't waste time.
- Bu dünyaya sunacak bir şeyiniz var, bu yüzden zaman kaybetmeyin.
- It offers citizens a safe real estate trade environment.
- Vatandaşlara güvenli bir emlak alışverişi ortamı sunuyor.
- Facebook offers the legacy contact, which is managed by another Facebook account after you pass away.
- Facebook, siz vefat ettikten sonra başka bir Facebook hesabı tarafından yönetilen miras iletişimini sunuyor.
- Apart from that, it's a simple web browser that offers everything that big browsers like Chrome have.
- Bunun dışında, Chrome gibi büyük tarayıcıların sahip olduğu her şeyi sunan basit bir web tarayıcısıdır.
- This binary options broker only offers the classic high/low trade type.
- Bu ikili opsiyon komisyoncusu yalnızca klasik yüksek/düşük ticaret türünü sunmaktadır.
- This binary options broker only offers the classic high/low trade type.
- Bu ikili opsiyon komisyoncusu yalnızca klasik yüksek/düşük ticaret türünü sunuyor.
- Ireland offers everything from lavish green hills to vibrant, metropolitan cities.
- İrlanda, yemyeşil tepelerden canlı metropollere kadar her şeyi sunuyor.
- Dubai offers a different golf experience on the green fields beside the desert.
- Dubai, çölün yanı sıra yemyeşil sahalarda farklı bir golf deneyimi sunuyor.
- Does Tom have anything else to offer?
- Tom'un sunacağı başka bir şey var mı?
- Other companies offer similar programs.
- Diğer şirketler benzer programlar sunuyor.
- I'm offering you a choice.
- Sana bir seçenek sunuyorum.
- I'm offering you the chance to be happy.
- Sana mutlu olma şansı sunuyorum.
- Tom offered Mary some friendly advice.
- Tom, Mary'ye dostça tavsiyeler sundu.
- I appreciate any assistance you can offer.
- Sunabileceğin her türlü yardıma minnettar kalırım.
- I offer you my gratitude.
- Size şükranlarımı sunarım.
- I've got a lot to offer.
- Sunacak çok şeyim var.
- This store offers a 15-day, no-questions-asked return policy.
- Bu mağaza 15 günlük, sorgusuz sualsiz iade politikası sunuyor.
- I have nothing to offer but blood, toil, tears and sweat.
- Kan, emek, gözyaşı ve terden başka sunacak bir şeyim yok.
- I've got nothing to offer you.
- Sana sunacak hiçbir şeyim yok.
- Many software companies offer free versions of their products, albeit with limited functionality.
- Birçok yazılım şirketi, işlevselliği sınırlı olsa da, ürünlerinin ücretsiz versiyonlarını sunuyorlar.
- The store is closing soon and is offering everything at half price.
- Mağaza yakında kapanıyor ve her şeyi yarı fiyata sunuyor.
- They attract customers by offering high-quality goods.
- Yüksek kaliteli ürünler sunarak müşterileri çekiyorlar.
- We can offer these new products at 20% below list price.
- Bu yeni ürünleri liste fiyatının %20 altında sunabiliriz.
- We offer free shipping.
- Biz ücretsiz gönderim sunuyoruz.
- Do you offer any day tours?
- Siz hiç günlük turlar sunuyor musunuz?
- And it came to pass after many days, that Cain offered, of the fruits of the earth, gifts to the Lord.
- Aradan günler geçtikten sonra, Kabil Rabbe yeryüzünün ürünlerinden armağanlar sundu.
- Tom felt that he had a lot to offer.
- Tom sunacak çok şeyi olduğunu düşünüyordu.
- I have so much to offer.
- Sunacak çok şeyim var.
- We have a lot to offer.
- Sunacak çok şeyimiz var.
- Mary considered herself unworthy of the affection Tom offered her.
- Mary, Tom'un kendisine sunduğu sevgiye layık olmadığını düşünüyordu.
- It seemed like everybody had something special to offer.
- Herkesin sunacak özel bir şeyi varmış gibi görünüyordu.
- In the Torah Lot offers his virgin daughter's to be gang raped.
- Tevrat'ta Lut bakire kızını toplu tecavüze sunuyor.
- Nature is the only book that offers important content on every page.
- Doğa, her sayfasında önemli bir içerik sunan tek kitaptır.
- And Noah built an altar to the LORD; and took of every clean beast, and of every clean fowl, and offered burnt offerings on the altar.
- Nuh RAB'be bir sunak yaptı; her temiz hayvandan, her temiz kuştan alıp sunağın üzerinde yakmalık sunular sundu.
- Tom accepted the money Mary offered him.
- Tom, Mary'nin ona sunduğu parayı kabul etti.
- I offer you my gratitude.
- Size minnettarlığımı sunuyorum.
- This restaurant offers some really exquisite dishes.
- Bu restoran gerçekten enfes yemekler sunuyor.
- Many software companies offer free versions of their products, albeit with limited functionality.
- Birçok yazılım şirketi, sınırlı işlevselliğe sahip olsa da ürünlerinin ücretsiz sürümlerini sunmaktadır.
- What can we offer to the guests?
- Misafirlere ne sunabiliriz?
- They attract customers by offering high-quality goods.
- Onlar yüksek kalitede ürünler sunarak müşteri çekerler.
- I offer you my hearty congratulations.
- Size içten tebriklerimi sunarım.
- Can I offer you something to drink?
- Sana içecek bir şey sunabilir miyim?
- Mary is offering free online yoga classes.
- Mary ücretsiz online yoga dersleri sunuyor.
- We can offer these new products at 20% below list price.
- Biz bu yeni ürünleri liste fiyatının % 20 altında sunabiliriz.
- Fadil offered Layla a chance for revenge.
- Fadıl, Leyla'ya intikam için bir şans sundu.
- Pets offer us more than mere companionship.
- Evcil hayvanlar, bize arkadaşlıktan daha fazlasını sunar.
- That's all I can offer you.
- Sana sunabileceğim tek şey bu.
- I think I have a lot to offer.
- Sanırım sunacak çok şeyim var.
- Everyone knows that an escort service offers more than a good massage.
- Herkes eskort servisinin iyi bir masajdan çok daha fazlasını sunduğunu bilir.
- Tom offered Mary a choice.
- Tom, Mary'ye bir seçenek sundu.
- We offer competitive pricing.
- Biz rekabetçi fiyatlar sunuyoruz.
- I appreciate any assistance you can offer.
- Sunabileceğin her yardımı takdir ediyorum.
- Life offers us millions of possibilities.
- Hayat bize milyonlarca olasılık sunuyor.
- Mary considered herself unworthy of the affection Tom offered her.
- Mary, Tom'un ona sunduğu sevgiye layık olmadığını düşünüyordu.
- Those projects offer a lot of new and innovative content and ideas.
- Bu projeler pek çok yeni ve yenilikçi içerik ve fikir sunuyor.
- The store is closing soon and is offering everything at half price.
- Mağaza yakında kapanıyor ve her şeyi yarı fiyatına sunuyor.
- They offered their sincere apologies.
- Onlar içten özürlerini sundu.
- This school offers English, French and Spanish courses.
- Bu okul İngilizce, Fransızca ve İspanyolca kursları sunmaktadır.
- I offer my apologies.
- Özürlerimi sunuyorum.
- He offered more than could be expected.
- Beklenenden daha fazlasını sundu.
- What can you offer?
- Ne sunabilirsiniz?
- We offer you the chance to obtain training in mathematical sciences.
- Size matematiksel bilimlerde eğitim almak için bir şans sunuyoruz.
- Can I offer you anything else?
- Size başka bir şey sunabilir miyim?
- Tom has offered no suggestions.
- Tom hiçbir öneri sunmadı.
- The lawyer offered his services pro bono.
- Avukat hizmetlerini karşılıksız olarak sundu.
- We offer free shipping.
- Ücretsiz kargo sunuyoruz.
- We offer you the chance to obtain training in mathematical sciences.
- Sizlere matematik bilimleri alanında eğitim alma şansı sunuyoruz.
- In August almost all the stores offer discounts.
- Ağustos ayında neredeyse tüm mağazalar indirim sunar.
- Mary offered Tom a gift.
- Mary Tom'a bir hediye sundu.
- That's all we're offering.
- Sunduğumuzun hepsi bu kadar.
- Nature is the only book that offers important content on every page.
- Doğa, her sayfasında önemli içerik sunan tek kitaptır.
- The President offered a new plan.
- Başkan yeni bir plan sundu.
- Other companies offer similar programs.
- Diğer şirketler de benzer programlar sunuyor.
- This restaurant offers some really exquisite dishes.
- Bu restoran gerçekten bazı nefis yemekler sunuyor.
- We offer low-cost prefabricated houses.
- Düşük maliyetli prefabrik evler sunuyoruz.
- We have a lot to offer each other.
- Birbirimize sunacak çok şeyimiz var.
- The church offered them sanctuary.
- Kilise onlara sığınak sundu.
- They offered their sincere apologies.
- İçten özürlerini sundular.
- Since Tom's Tavern has started offering a delivery service too, it has been flooded with phone calls.
- Tom's Tavern teslimat hizmeti de sunmaya başladığından beri telefon yağmuruna tutuluyor.
- Tom offered a different perspective.
- Tom farklı bir bakış açısı sundu.
- We've got a lot to offer.
- Sunacak çok şeyimiz var.
- German and Japanese government bonds offer negative interest rates.
- Alman ve Japon devlet tahvilleri negatif faiz oranları sunuyor.
- Sami offered the sheriff alcohol and women.
- Sami şerife içki ve kadınlar sundu.
- Everyone knows that an escort service offers more than a good massage.
- Herkes bir eskort servisinin iyi bir masajdan daha fazlasını sunduğunu bilir.
- Paul offered a new plan.
- Paul, yeni bir plan sundu.
- I appreciate the value of what you're offering.
- Sunduğunuz şeyin değerini takdir ediyorum.
- The child offered a flower to the visitor.
- Çocuk ziyaretçiye bir çiçek sundu.
- Now I offer you my death.
- Şimdi sana ölümümü sunuyorum.
Show More (373)
|
| 4 |
offer |
önermek |
v. |
|
- All in all, the report offers a whole package of sensible proposals.
- Sonuç olarak rapor, mantıklı önerilerden oluşan bir paket sunuyor.
- More to the point, what does the policy of the European Union have to offer?
- Daha da önemlisi, Avrupa Birliği politikası ne öneriyor?
- Secondly, it is also important because she offers solutions.
- İkincisi, çözüm önerileri sunduğu için de önemli.
- I cannot offer you any solution.
- Size herhangi bir çözüm öneremem.
- This report offers useful proposals which will help to combat them.
- Bu rapor, bunlarla mücadeleye yardımcı olacak faydalı öneriler sunmaktadır.
- My group is offering a compromise on this question.
- Benim grubum bu konuda bir uzlaşma öneriyor.
- What is worse, a bonus is offered for the best reform students.
- Daha da kötüsü, en iyi reform öğrencileri için bir ikramiye önerilmektedir.
- So, what we want is not offers of dates for accession, but greater honesty in our relations with Turkey.
- İstediğimiz şey katılım için tarih önerileri değil, Türkiye ile ilişkilerimizde daha fazla dürüstlüktür.
- What types of cooperation can we offer that are in both Turkey's interests and our own?
- Hem Türkiye'nin hem de bizim çıkarlarımıza uygun ne tür işbirlikleri önerebiliriz?
- So, what we want is not offers of dates for accession, but greater honesty in our relations with Turkey!
- Yani bizim istediğimiz katılım için tarih önerileri değil, Türkiye ile ilişkilerimizde daha fazla dürüstlük!
- I should like to offer you my warmest thanks for having tabled these proposals.
- Bu önerileri sunduğunuz için size en içten teşekkürlerimi sunmak isterim.
- As an Austrian, I, unfortunately, have no high-sea ports to offer.
- Bir Avusturyalı olarak, ne yazık ki önerebileceğim yüksek deniz limanları yok.
- My group is offering a compromise on this question.
- Grubum bu konuda bir uzlaşma önermektedir.
- It offered a Europe based on free choice and solidarity between its citizens.
- Vatandaşları arasında özgür seçim ve dayanışmaya dayalı bir Avrupa önerdi.
- In an accident like this, France was offered all possible expertise from other Member States.
- Böyle bir kazada Fransa'ya diğer Üye Devletlerden mümkün olan her türlü uzmanlık önerilmiştir.
- What are they offering the Iraqi people?
- Irak halkına ne öneriyorlar?
- It offers clemency to those who give up armed, separatist resistance by 1 September of this year.
- Bu yılın 1 Eylül'üne kadar silahlı ve ayrılıkçı direnişten vazgeçenlere af önermektedir.
- What do we have to offer?
- Biz ne öneriyoruz?
- We offered to help Tom move.
- Tom'un taşınmasına yardım etmeyi önerdik.
- I offered Tom the job.
- İşi Tom'a önerdim.
- I offered him a good deal, but he refused it.
- Ona iyi bir anlaşma önerdim ama o reddetti.
- Tom offered Mary some money, but she refused to take it.
- Tom, Marry'e biraz para vermeyi önerdi ama o almayı reddetti.
- Can I offer you another one?
- Size bir diğerini önerebilir miyim?
- Tom offered to watch the kids.
- Tom çocuklara bakmayı önerdi.
- Can I offer you anything to drink?
- Sana içecek bir şey önerebilir miyim?
- Does Tom have anything else to offer?
- Tom'un önereceği başka bir şey var mı?
- Can I offer you another one?
- Sana başka bir tane önerebilir miyim?
- He offered his help to us.
- O, bize yardımını önerdi.
- Tom offered to feed my cat while I was out of town.
- Tom ben şehir dışındayken kedimi beslemeyi önerdi.
- I offered to help her move.
- Onun taşınmasına yardım etmeyi önerdim.
- Sami offered Layla a solution.
- Sami, Layla'ya bir çözüm önerdi.
- Tom offered a reward for the return of his lost dog.
- Tom kaybettiği köpeğinin getirilmesi için bir ödül önerdi.
- Tom offered to do that for us.
- Tom onu bizim için yapmayı önerdi.
- I thought we could offer to help Tom.
- Tom'a yardım etmeyi önerebileceğimizi düşündüm.
- Tom offered to help Mary wash the dishes.
- Tom Mary'nin bulaşıkları yıkamasına yardım etmeyi önerdi.
- We offered Tom a gift.
- Tom'a bir hediye önerdik.
- Can I offer you guys a drink?
- Size bir içki önerebilir miyim?
- The President offered a new plan.
- Başkan yeni bir plan önerdi.
- They can offer something else.
- Başka bir şey önerebilirler.
- Can I offer you a ride?
- Sana bir gezinti önerebilir miyim?
- That's all I can offer you.
- Sana bütün önerebileceğim bu.
- Tom offered to carry my suitcase.
- Tom bavulumu taşımayı önerdi.
- I offered to help him move.
- Onun taşınmasına yardım etmeyi önerdim.
- I think I should offer to help Tom.
- Sanırım Tom'a yardım etmeyi önermeliyim.
- Sami was offered another job.
- Sami bir başka iş önerildi.
- I have nothing to offer.
- Önerecek bir şeyim yok.
- I offered to buy everything for three hundred dollars.
- Üç yüz dolara her şeyi almayı önerdim.
- He took the early retirement package the company offered.
- Şirketin önerdiği erken emeklilik paketini kabul etti.
- Tom offered me a very sweet deal.
- Tom bana çok tatlı bir anlaşma önerdi.
- Experts have offered three possible explanations.
- Uzmanlar üç olası açıklama önerdiler.
- Tom offered his help to us.
- Tom bize yardımını önerdi.
- I offered Tom a fair deal.
- Tom'a adil bir anlaşma önerdim.
- Tom didn't even offer to help Mary.
- Tom bile Mary'ye yardım etmeyi önermedi.
- The church offered them sanctuary.
- Kilise onlara ibadethane önerdi.
- I thought I ought to offer Tom some help.
- Tom'a biraz yardım önermem gerektiğini düşündüm.
- Paul offered a new plan.
- Paul, yeni bir plan önerdi.
- Let's see what Tom has to offer.
- Bakalım Tom ne önerecek.
- They can offer something else.
- Onlar başka bir şey önerebilir.
- They offered it to me first.
- İlk onlar bana önerdi.
- I offered to help them move.
- Onların taşınmasına yardım etmeyi önerdim.
- Tom offered to carry Mary's bag.
- Tom Mary'nin çantasını taşımayı önerdi.
- I think you ought to offer to help Tom.
- Sanırım Tom'a yardım etmeyi önermelisin.
- Tom should've offered to help Mary.
- Tom Mary'ye yardım etmeyi önermeliydi.
- Tom has been offered a job.
- Tom'a bir iş önerildi.
- Can I offer a suggestion?
- Bir öneride bulunabilir miyim?
- Tom offered Mary a stick of gum.
- Tom Mary'ye bir sakız önerdi.
- Tom offered to help Mary move.
- Tom Mary'nin taşınmasına yardım etmeyi önerdi.
- A reward of 50 000 francs was offered for the return of the Mona Lisa.
- Mona Lisa'nın dönüşü için 50.000 franklık bir ödül önerildi.
- Tom offered to walk me home.
- Tom bana eve kadar eşlik etmeyi önerdi.
- Tom offered a different perspective.
- Tom farklı bir perspektif önerdi.
- What can you offer?
- Ne önerebilirsin?
- Tom offered me a piece of cake.
- Tom bana bir parça pasta önerdi.
- He's offered to help.
- O yardım etmeyi önerdi.
- They offered the guests some coffee.
- Onlar misafirlere biraz kahve önerdiler.
- We have a lot to offer.
- Önerecek çok şeyimiz var.
- Tom has offered to help.
- Tom yardım etmeyi önerdi.
- Tom has never been to Boston before, so I offered to show him around.
- Tom daha önce Boston'a hiç gitmedi, bu yüzden onu gezdirmeyi önerdim.
- He offered to help me.
- Bana yardım etmeyi önerdi.
- I thought that I ought to offer Tom some help.
- Tom'a biraz yardım önermem gerektiğini düşündüm.
- Tom took the early retirement package the company offered.
- Tom şirketin önerdiği erken emeklilik paketini kabul etti.
- Tom has offered to take care of the children.
- Tom çocuklara bakmayı önerdi.
- Nobody else offered to help.
- Başka hiç kimse yardım etmeyi önermedi.
- Tom offered to help Mary.
- Tom Mary'ye yardım etmeyi önerdi.
- May I offer a suggestion?
- Bir öneride bulunabilir miyim?
- Can I offer you gentlemen a drink?
- Size bir içki önerebilir miyim beyler?
- Are you offering me my job back?
- Bana işimi geri mi öneriyorsun?
- Fadil offered his place.
- Fadıl kendi mekanını önerdi.
- I offered to help her with her homework.
- Ona ev ödevinde yardım etmeyi önerdim.
- Can I offer you ladies a drink?
- Size bir içki önerebilir miyim hanımefendiler?
- Our host offered us a drink.
- Ev sahibimiz bize bir içki önerdi.
- I can use all the help you can offer.
- Önerebileceğin bütün yardımı kullanabilirim.
- What did Tom offer you?
- Tom sana ne önerdi?
- I still think we should've offered to help.
- Hâlâ yardım etmeyi önermemiz gerektiğini düşünüyorum.
- I have no choice but to accept what they offer me.
- Bana önerdiklerini kabul etmekten başka seçeneğim yok.
- Are you offering to help?
- Yardım etmeyi öneriyor musun?
- Tom offered to drive Mary home.
- Tom Mary'ye eve götürmeyi önerdi.
- Dan offered to help Linda repair her car.
- Dan Linda'nın arabasını tamir etmesine yardım etmeyi önerdi.
- Tom offered to help Mary pay for a babysitter.
- Tom Mary'ye bakıcıya ödeme yapmasına yardım etmeyi önerdi.
- We offered Tom a month's severance pay.
- Tom'a bir ay kıdem tazminatı önerdik.
- I offered to fix Tom's flat tire.
- Tom'un patlak tekerini tamir etmeyi önerdim.
- Tom offered me a job.
- Tom bana bir iş önerdi.
- Tom offered to ferry us across the river in his boat.
- Tom bizi botuyla nehrin karşı tarafına taşımayı önerdi.
- I was surprised when Tom offered to pay for everything.
- Tom her şeyi ödemeyi önerdiğinde şaşırdım.
- I offered to help Tom move.
- Tom'un taşınmasına yardım etmeyi önerdim.
Show More (101)
|
| 5 |
offer |
ikram etmek |
v. |
|
- Don't eat or drink anything offered by someone else.
- Kimsenin ikram ettiği bir şeyi yiyip içmeyin.
- Don't eat or drink anything offered by someone else.
- Başkasının ikram ettiği hiçbir şeyi yiyip içmeyin.
- Tom offered Mary a beer.
- Tom, Mary'ye bir bira ikram etti.
- Did Tom offer you a beer?
- Tom sana bira ikram etti mi?
- Can I offer you gentlemen a drink?
- Siz beylere bir içki ikram edebilir miyim?
- Tom offered Mary a glass of champagne.
- Tom, Mary'ye bir kadeh şampanya ikram etti.
- They offered the guests some coffee.
- Misafirlere biraz kahve ikram ettiler.
- Let me offer you something to drink or eat.
- Size içecek ya da yiyecek bir şeyler ikram edeyim.
- Tom didn't offer us anything to drink.
- Tom bize içecek bir şey ikram etmedi.
- Tom offered Mary a donut.
- Tom, Mary'ye çörek ikram etti.
- Mary offered Tom a chewing gum, which he accepted.
- Mary Tom'a sakız ikram etti, Tom da kabul etti.
- Tom offered me a beer.
- Tom bana bira ikram etti.
- She offered me a beer.
- Bana bira ikram etti.
- May I offer you a glass?
- Ben bir bardak ikram edebilir miyim?
- Can I offer you a drink?
- Sana bir içki ikram edebilir miyim?
- Tom offered Mary and John some potato chips.
- Tom, Mary ve John'a patates cipsi ikram etti.
- Tom offered Mary a mug of coffee.
- Tom, Mary'ye bir fincan kahve ikram etti.
- Tom offered Mary his beer.
- Tom, Mary'ye birasını ikram etti.
- I would offer you a coffee if you had the time.
- Vaktin olsaydı sana bir kahve ikram ederdim.
- They didn't offer me anything.
- Onlar bana herhangi bir şey ikram etmedi.
- She was in the park, playing on the swing, when a stranger came by and offered him caramels.
- Parkta salıncakta oynarken bir yabancı geldi ve ona karamel ikram etti.
- Can I offer you anything else?
- Size başka bir şey ikram edebilir miyim?
- Tom offered Mary half of his sandwich.
- Tom Mary'ye sandviçinin yarısını ikram etti.
- Can I offer you another piece of cake?
- Sana bir dilim daha kek ikram edebilir miyim?
- Tom offered Mary a cup of coffee.
- Tom Mary'ye bir fincan kahve ikram etti.
- Tom offered Mary something to drink, but she said she wasn't thirsty.
- Tom, Mary'ye içecek bir şeyler ikram etti ama Mary susamadığını söyledi.
- Tom offered Mary a cup of coffee.
- Tom, Mary'e bir fincan kahve ikram etti.
- Can I offer you something to drink?
- Sana içecek bir şeyler ikram edebilir miyim?
- Dan didn't even offer Linda a cup.
- Dan, Linda'ya bir fincan bile ikram etmedi.
- They didn't offer me anything to eat.
- Onlar bana yiyecek bir şey ikram etmedi.
- Tom offered me some orange juice.
- Tom bana biraz portakal suyu ikram etti.
- I can offer you something to drink.
- Sana içecek bir şeyler ikram edebilirim.
- May I offer you a glass?
- Size bir bardak ikram edebilir miyim?
- Tom offered me a piece of cake.
- Tom bana bir dilim kek ikram etti.
- Can I offer you guys a drink?
- Size bir içki ikram edebilir miyim?
- I offered her father a glass of punch.
- Babasına bir bardak punç ikram ettim.
- Our host offered us a drink.
- Ev sahibimiz bize bir içki ikram etti.
- Tom offered me a cup of coffee.
- Tom bana bir fincan kahve ikram etti.
- Tom refused the food he was offered.
- Tom kendisine ikram edilen yemeği geri çevirdi.
- Can I offer you ladies a drink?
- Siz hanımlara bir içki ikram edebilir miyim?
- Tom offered Mary more coffee.
- Tom, Mary'ye biraz daha kahve ikram etti.
- Aren't you going to offer me a drink?
- Bana bir içki ikram etmeyecek misin?
- Can I offer you another piece of cake?
- Sana bir parça daha pasta ikram edebilir miyim?
- Can I offer you a drink?
- Size bir içki ikram edebilir miyim?
- I didn't offer Tom anything to eat.
- Tom'a yiyecek bir şey ikram etmedim.
- What can we offer to the guests?
- Misafirlere ne ikram edebiliriz?
- Can I offer you some cognac?
- Sana biraz konyak ikram edebilir miyim?
- Tom looked hot and tired, so I offered him a cold drink and told him to sit down and rest.
- Tom sıcaktan bunalmış ve yorgun görünüyordu, ben de ona soğuk bir içecek ikram ettim ve oturup dinlenmesini söyledim.
- Tom took the coffee Mary offered him.
- Tom, Mary'nin ikram ettiği kahveyi aldı.
- Tom suggested to Mary that she offer John a cup of coffee.
- Tom, Mary'ye onun John'a bir fincan kahve ikram etmesini önerdi.
- Can I offer you anything to drink?
- Size içecek bir şey ikram edebilir miyim?
- Tom suggested to Mary that she offer John a cup of coffee.
- Tom, Mary'ye John'a bir fincan kahve ikram etmesini önerdi.
- Tom offered Mary a cup of coffee.
- Tom, Mary'ye bir fincan kahve ikram etti.
- Tom refused the food I offered him.
- Tom ona ikram ettiğim yemeği reddetti.
- They didn't offer me anything to drink.
- Onlar bana içecek bir şey ikram etmediler.
- Tom offered Mary a drink.
- Tom, Mary'e bir içki ikram etti.
Show More (53)
|
| 6 |
offer |
öneri |
n. |
|
- I should like to offer my warmest thanks for your suggestion.
- Öneriniz için en içten teşekkürlerimi sunmak isterim.
- This report keeps to the standard formula and offers no positive suggestions to mitigate the global food problem.
- Bu rapor standart formüle bağlı kalmakta ve küresel gıda sorununu hafifletmek için hiçbir olumlu öneri sunmamaktadır.
- Can you offer any prospect of a total ban on this practice?
- Bu uygulamanın tamamen yasaklanması için herhangi bir öneri sunabilir misiniz?
- This report keeps to the standard formula and offers no positive suggestions to mitigate the global food problem.
- Bu rapor standart formüle sadık kalmakta ve küresel gıda sorununu hafifletmek için hiçbir olumlu öneri sunmamaktadır.
- Because he didn't want to lose face, he refused my offer to help him.
- Rezil olmak istemediği için ona yardım etme önerimi reddetti.
- To make a long story short, we cannot accept your offer.
- Uzun lafın kısası, önerini kabul edemeyiz.
- Tom accepted the offer without hesitation.
- Tom öneriyi hiç duraksamadan kabul etti.
- I might take you up on your offer.
- Önerini kabul edebilirim.
- I'm taking you up on your offer.
- Önerini kabul ediyorum.
- She allowed that my offer was reasonable.
- O, benim önerimin mantıklı olduğunu kabul etti.
- Our offer wasn't taken seriously.
- Önerimiz ciddiye alınmadı.
- I reconsidered your offer.
- Önerinizi yeniden düşündüm.
- She cannot have turned down his offer.
- Onun önerisini geri çevirmiş olamaz.
- President Polk withdrew the offer.
- Başkan Folk öneriyi geri çekti.
- Tom accepted our offer.
- Tom önerimizi kabul etti.
- I accept the offer.
- Öneriyi kabul ediyorum.
- I'd like to offer a proposal.
- Bir öneri sunmak istiyorum.
- He showed no gratitude for the offer.
- Öneri için hiçbir minnettarlık göstermedi.
- This offer is good for five days.
- Bu öneri beş gün için iyidir.
- Because he didn't want to lose face, he refused my offer to help him.
- O rezil olmak istemediği için ona yardım etme önerimi reddetti.
- Tom turned down our offer.
- Tom önerimizi geri çevirdi.
- Why did you turn down his offer?
- Niçin onun önerisini reddettin?
- It's not wise of you to turn down his offer.
- Onun önerisini geri çevirmen akıllıca değil.
- Tom advised Mary to accept the offer.
- Tom, Mary'ye öneriyi kabul etmesini tavsiye etti.
- He rejected my offer flatly.
- Önerimi açıkça reddetti.
- Tom appreciated Mary's offer.
- Tom Mary'nin önerisini takdir etti.
- Tom accepted the offer without hesitation.
- Tom öneriyi çekinmeden kabul etti.
- Tom refused our offer.
- Tom önerimizi reddetti.
- Tom accepted the offer without hesitation.
- Tom öneriyi tereddüt etmeden kabul etti.
- This offer is available for a limited time only.
- Bu öneri yalnızca sınırlı bir süre için geçerlidir.
- After much consideration, we accepted his offer.
- Çok düşündükten sonra onun önerisini kabul ettik.
- Allegedly, Tom turned that offer down.
- İddiaya göre, Tom o öneriyi reddetti.
- Who would refuse such an offer?
- Kim böyle bir öneriyi reddeder?
- Would you tell me why you have refused their offer?
- Onların önerisini niçin reddettiğini bana söyler misin?
- Have you considered my offer?
- Önerimi düşündünüz mü?
- The reason he refused your offer is obvious.
- Önerini reddetme nedeni açık.
- Tom accepted the offer without hesitation.
- Tom öneriyi tereddütsüz kabul etti.
- We accepted his offer.
- Biz onun önerisini kabul ettik.
- It's an offer they can't refuse.
- Bu onların reddedemeyeceği bir öneri.
- What is your offer?
- Önerin nedir?
- I think we should consider Tom's offer a little more carefully.
- Sanırım Tom'un önerisini biraz daha dikkatli düşünmeliyiz.
- I can't believe Tom accepted our offer.
- Tom'un önerimizi kabul ettiğine inanamıyorum.
- He turned down my offer.
- O, önerimi reddetti.
- Tom was completely surprised by Mary's offer.
- Tom, Mary'nin önerisine tamamen şaşırdı.
- I'll take you up on your offer.
- Senin önerini kabul edeceğim.
- She refused my offer to help her.
- Ona yardım etme önerimi reddetti.
- I'm glad you decided to reconsider my offer.
- Önerimi yeniden düşünmeye karar verdiğine sevindim.
- You should have refused his offer.
- Onun önerisini reddetmeliydin.
- It was stupid of you to have turned down the offer.
- Öneriyi geri çevirmen aptallıktı.
- Under these circumstances, I cannot accept the offer.
- Bu koşullar altında, öneriyi kabul edemem.
- She turned up her nose at our offer.
- O, önerimizi beğenmedi.
Show More (48)
|
| 7 |
offer |
vermek |
v. |
|
- The younger generation wants change and offers hope.
- Genç nesil değişim istiyor ve umut veriyor.
- He condemned the attack, offered his condolences and assured India of EU support in the fight against terrorism.
- Saldırıyı kınadı, başsağlığı diledi ve Hindistan'a terörle mücadelede AB desteği konusunda güvence verdi.
- In the present state of research, only the use of adult stem cells offers hope.
- Araştırmaların mevcut durumunda, sadece yetişkin kök hücrelerin kullanımı umut vermektedir.
- Thank you very much for your reply, which I believe offers hope in an area in which there are serious difficulties.
- Ciddi zorlukların yaşandığı bir alanda umut verdiğine inandığım cevabınız için çok teşekkür ederim.
- The European Union has offered clear signs of its desire to lead this process.
- Avrupa Birliği bu sürece liderlik etme arzusunun açık işaretlerini vermiştir.
- The European Union has offered clear signs of its desire to lead this process.
- Avrupa Birliği bu sürece öncülük etme arzusunun açık işaretlerini vermiştir.
- In the present state of research, only the use of adult stem cells offers hope.
- Araştırmaların mevcut durumunda sadece yetişkin kök hücrelerin kullanımı umut vermektedir.
- Meanwhile, we have to offer the Commission a vote of confidence.
- Bu arada Komisyon'a güvenoyu vermemiz gerekiyor.
- In this context I would ask Council and Commission to offer political backing to the OSCE mission in Chechnya.
- Bu bağlamda Konsey ve Komisyon'dan Çeçenistan'daki AGİT misyonuna siyasi destek vermelerini rica ediyorum.
- So if she has any lectures to offer they are best contained within this House.
- Kendisinin verebileceği herhangi bir öğüt varsa bunu en iyi bu Meclis'te verebilir.
- Commissioner Vitorino's contribution offered some hope that they would be.
- Komisyon Üyesi Vitorino'nun katkısı, bu konuda biraz umut verdi.
- Meanwhile, we have to offer the Commission a vote of confidence.
- Bu arada, Komisyon'a güvenoyu vermemiz gerekiyor.
- I can use all the help you can offer.
- Verebileceğin her yardımı kullanabilirim.
- This year we offer the same language course as last year.
- Bu yıl geçen yılki dil kursunun aynısını veriyoruz.
- Tom offered no further details.
- Tom başka ayrıntı vermedi.
- When was the last time you offered flowers to your wife?
- Karınıza en son ne zaman çiçek verdiniz?
- Now I offer you my death.
- Şimdi sana ölümümü veriyorum.
- She offered her seat to an old woman.
- Yerini yaşlı bir kadına verdi.
- I have nothing to offer but blood, toil, tears and sweat.
- Kan, çaba, gözyaşı ve terden başka verebilecek hiçbir şeyim yok.
- Gonzales offers a bike to all his employees in Europe.
- Gonzales, Avrupa'daki tüm çalışanlarına bisiklet veriyor.
- Tom declined to offer specifics.
- Tom ayrıntı vermeyi reddetti.
- Tom offered no further details.
- Tom daha fazla ayrıntı vermedi.
- Mary is offering free online yoga classes.
- Mary ücretsiz online yoga dersleri veriyor.
- Tom offered Mary a glass of champagne.
- Tom Mary'ye bir bardak şampanya verdi.
- Fadil offered Layla a chance for revenge.
- Fadıl, Leyla'ya intikam alma şansı verdi.
- Tom took a drink and then offered the bottle to Mary.
- Tom bir içki aldı ve şişeyi Mary'ye verdi.
- Mary is offering free online yoga classes.
- Mary internet üzerinden ücretsiz yoga dersi veriyor.
Show More (24)
|
| 8 |
offer |
sağlamak |
v. |
|
- This directive will improve the working of the single market and offer consumers greater protection.
- Bu direktif tek pazarın işleyişini iyileştirecek ve tüketicilere daha fazla koruma sağlayacaktır.
- Encryption offers the only effective protection against interception.
- Şifreleme, dinlemeye karşı tek etkili korumayı sağlar.
- I welcome the compromise that has been reached, which offers protection that lasts eight years.
- Varılan ve sekiz yıl sürecek bir koruma sağlayan uzlaşmayı memnuniyetle karşılıyorum.
- This would offer welcome assistance in their current plight.
- Bu, içinde bulundukları kötü durumda memnuniyetle karşılanacak bir yardım sağlayacaktır.
- The EU and the US offer substantial subsidies to their farmers.
- AB ve ABD, çiftçilerine önemli miktarda destek sağlamaktadır.
- Moreover, some Member States offer considerable protection and this we may certainly not undo.
- Ayrıca, bazı Üye Devletler önemli ölçüde koruma sağlamaktadır ve bunu kesinlikle geri alamayız.
- The veneer of social varnish is really far too thin to offer genuine protection.
- Sosyal cila kaplaması gerçek bir koruma sağlamak için gerçekten çok ince.
- The insolvency directive offers employees valuable protection when their employer is in financial difficulty.
- İflas direktifi, işverenleri mali zorluk içinde olduğunda çalışanlara değerli bir koruma sağlar.
- Moreover, some Member States offer considerable protection and this we may certainly not undo.
- Dahası, bazı Üye Devletler önemli ölçüde koruma sağlamaktadır ve bunu kesinlikle geri alamayız.
- The report however offers no such protection.
- Ancak rapor böyle bir koruma sağlamamaktadır.
- It gives the consumer a wider choice and offers expansion for the quality producer.
- Tüketiciye daha geniş bir seçenek sunar ve kaliteli üretici için genişleme sağlar.
- The EU's role in offering refugees protection has been under assault from some governments, notably the UK.
- AB'nin mültecilere koruma sağlama rolü, başta İngiltere olmak üzere bazı hükümetlerin saldırısı altındadır.
- It gives the consumer a wider choice and offers expansion for the quality producer.
- Tüketiciye daha geniş bir seçenek sunmakta ve kaliteli üreticiye genişleme imkanı sağlamaktadır.
- Up to now, copyright has offered reasonable protection for this.
- Şimdiye kadar telif hakları bu konuda makul bir koruma sağlamıştır.
- These EU-wide standards may offer personnel a minimum of guarantees and that is why we did not vote against the report.
- AB genelindeki bu standartlar personele asgari düzeyde güvence sağlayabilir ve bu nedenle rapora karşı oy kullanmadık.
- We have ensured that the level of Chinese commitments offers this guarantee.
- Çin'in taahhütlerinin düzeyinin bu güvenceyi vermesini sağladık.
- Queensland's only health information management course offers industry placements during your study.
- Queensland'in tek sağlık bilgi yönetimi kursu, eğitiminiz sırasında sektörel düzeyde yerleşimler de sağlıyor.
- Condoms offer protection against sexually transmitted diseases.
- Prezervatifler cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı koruma sağlar.
Show More (15)
|
| 9 |
offer |
teklifte bulunmak |
v. |
|
- We will meet them with an offer of practical negotiations and call upon them to make the last crucial effort.
- Onlara pratik müzakere teklifinde bulunacağız ve son bir çaba göstermeleri için çağrıda bulunacağız.
- However, we should not make offers that we cannot honour.
- Ancak yerine getiremeyeceğimiz tekliflerde bulunmamalıyız.
- We will meet them with an offer of practical negotiations and call upon them to make the last crucial effort.
- Kendilerine pratik müzakere teklifinde bulunacağız ve son bir çaba göstermeleri için çağrıda bulunacağız.
- Why don't you try making Tom an offer?
- Neden Tom'a bir teklifte bulunmuyorsun?
- I'll offer you a simple proposition.
- Sana basit bir teklifte bulunacağım.
- They made Tom an offer he couldn't refuse.
- Tom'a reddedemeyeceği bir teklifte bulundular.
- I made them an offer.
- Onlara bir teklifte bulundum.
- I'm going to make him an offer he can't refuse.
- Ona geri çeviremeyeceği bir teklifte bulunacağım.
- Tom made a lowball offer.
- Tom düşük bir teklifte bulundu.
- They made Tom an offer.
- Tom'a bir teklifte bulundular.
- They made him an offer.
- Ona bir teklifte bulundular.
- Why don't you try making Tom an offer?
- Niçin Tom'a bir teklifte bulunmayı denemiyorsun?
- I came here to make you an offer.
- Sana bir teklifte bulunmak için buraya geldim.
- They made her an offer.
- Ona bir teklifte bulundular.
Show More (11)
|
| 10 |
offer |
teklif sunmak |
v. |
|
- I should like to offer you my warmest thanks for having tabled these proposals.
- Bu teklifleri sunduğunuz için size en içten teşekkürlerimi sunmak isterim.
- In order to be able to achieve these proactive objectives, the Union must present a substantial offer.
- Bu proaktif hedeflere ulaşabilmek için Birliğin önemli bir teklif sunması gerekmektedir.
- Tom wanted to check the applicant's character reference before extending an offer.
- Tom, bir teklif sunmadan önce başvuranın karakter referansını kontrol etmek istedi.
- I'm going to make you an offer that you can't refuse.
- Sana reddedemeyeceğin bir teklif sunacağım.
- I'd like to offer a proposal.
- Bir teklif sunmak istiyorum.
Show More (2)
|
| 11 |
offer |
teklif vermek |
v. |
|
- However, another company may offer a monthly basis.
- Ancak, farklı bir şirket aylık olarak teklif verebilir.
- However, another company may offer a monthly basis.
- Ancak, başka bir firma aylık bazda teklif verebilir.
- However, another company may offer a monthly basis.
- Ancak, farklı bir firma aylık bazda teklif verebilir.
- I'm here to give you a special offer.
- Size özel bir teklif vermek için buradayım.
Show More (1)
|
| 12 |
offer |
(direniş/şiddet) göstermek |
v. |
|
- The Americans often try to play us off against each other, and often, we are unable to offer any resistance.
- Amerikalılar sık sık bizi birbirimize düşürmeye çalışıyor ve çoğu zaman herhangi bir direnç gösteremiyoruz.
- They can now offer some resistance.
- Şimdi biraz direnç gösterebilirler.
- Iraq is offering strong, often heroic resistance.
- Irak güçlü ve çoğu zaman kahramanca bir direniş gösteriyor.
Show More (0)
|
| 13 |
offer |
indirim |
n. |
|
- This is a limited-time offer, so we need to act quickly.
- Bu sınırlı süreli bir indirim olduğundan çabuk hareket etmemiz gerekiyor.
Show More (-2)
|
| 14 |
offer |
tavsiyede bulunmak |
v. |
|
- Can I offer you some advice? Try turning it clockwise.
- Size bir tavsiyede bulunabilir miyim? Saat yönünde çevirmeyi deneyin.
Show More (-2)
|
| 15 |
offer |
vermek istemek |
v. |
|
- They offered me a parking spot, but I don't own a car.
- Bana bir park yeri vermek istediler, ama benim arabam yok.
Show More (-2)
|
| 16 |
offer |
teklif edilen şey |
n. |
|
- What the Council is offering us is a bit rich.
- Konseyin bize teklif ettiği şey biraz zengin.
Show More (-2)
|
| 17 |
offer |
arz |
n. |
|
- According to the new legislation, it is the Member States that are required to offer security of supply.
- Yeni mevzuata göre, arz güvenliğini sağlamakla yükümlü olanlar Üye Devletlerdir.
Show More (-2)
|
| 18 |
offer |
bildirmek |
v. |
|
- Tom never offered a reason why.
- Tom asla nedenini bildirmedi.
Show More (-2)
|
| 19 |
offer |
(saygı, teşekkür) etmek |
v. |
|
- Life offers us millions of possibilities.
- Binlerce olasılık bizi yeni bir hayata davet ediyor.
Show More (-2)
|
