1 |
grief |
keder |
n. |
|
- We share in the grief and suffering of America.
- Amerika'nın kederini ve acısını paylaşıyoruz.
- Foot-and-mouth is leaving tremendous grief and helplessness in its wake.
- Şap hastalığı ardında muazzam bir keder ve çaresizlik bırakıyor.
- That planet's been an endless source of grief for me.
- Bu gezegen benim için sonsuz bir keder kaynağı oldu.
- Give thanks for his life and comfort one another in our grief.
- Onun yaşamı için şükredin ve kederimizde birbirinizi teselli edin.
- He was in deep grief at the death of his wife.
- Karısı öldüğünde o derin bir keder içindeydi.
- She gave vent to her grief.
- O kederini açığa vurdu.
- She seemed to be wallowing in her grief instead of trying to recover from the disaster.
- Felaketin etkisinden kurtulmaya çalışmak yerine kederinin içinde debeleniyor gibiydi.
- She is dying of grief.
- Kederden ölmek üzere.
- His talk distracted her from grief.
- Konuşması onu kederden uzaklaştırdı.
- Time tames the strongest grief.
- Zaman en güçlü kederi bile hafifletir.
- She gave vent to her grief.
- Kederini dışa vurdu.
- War doesn't bring on peace; on the contrary, it brings pains and grief on both sides.
- Savaş barış getirmez; aksine her iki tarafa da acı ve keder getirir.
- Time tames the strongest grief.
- Zaman en güçlü kederi yumuşatır.
- Crying is an expression of grief.
- Ağlamak bir keder ifadesidir.
- When his wife heard of his violent death, she was beside herself with grief.
- Karısı onun vahşi ölümünü duyduğunda, kederden kendini kaybetmişti.
- He was in deep grief at the death of his wife.
- Karısının ölümünden dolayı derin bir keder içindeydi.
- Sami was overwhelmed by grief.
- Sami kederden bunalmıştı.
- Friendship redoubles joy and cuts grief in half.
- Arkadaşlık neşeyi ikiye katlar ve kederi yarıya indirir.
- She seemed to be wallowing in her grief instead of trying to recover from the disaster.
- O felaketten kurtulmaya çalışmak yerine kederi içinde debeleniyor gibi görünüyordu.
- You cannot put time limits on grief.
- Kedere zaman sınırı koyamazsın.
- War doesn't bring on peace; on the contrary, it brings pains and grief on both sides.
- Savaş, barış getirmez. Tam tersine, o acı ve keder getirir.
- Grief drove her mad.
- Keder onu çılgına çevirdi.
- This will bring you to grief.
- Bu seni kedere sürükleyecektir.
- Happiness is beneficial for the body, but it is grief that develops the powers of the mind.
- Mutluluk beden için faydalıdır, ama zihnin güçlerini geliştiren kederdir.
- Grief is one of the worst sufferings.
- Keder en kötü acılardan biridir.
Show More (22)
|
2 |
grief |
üzüntü |
n. |
|
- I would like to again express our dismay and our grief over the victims and express our sympathy to their families.
- Kurbanlardan duyduğumuz üzüntüyü ve acıyı bir kez daha ifade etmek ve ailelerine başsağlığı dilemek istiyorum.
- Tom never gave me any grief.
- Tom bana hiç üzüntü vermedi.
- The girl was overcome with grief.
- Kız üzüntüye yenik düştü.
- Grief drove her mad.
- Üzüntü onu çıldırttı.
- She went nearly mad with grief after the child died.
- Çocuk öldükten sonra üzüntüden neredeyse çıldıracaktı.
- She is dying of grief.
- O, üzüntüden ölüyor.
- His talk distracted her from grief.
- Onun konuşması onu üzüntüsünden uzaklaştırdı.
- When his wife heard of his violent death, she was beside herself with grief.
- Onun karısı onun saldırı sonucu ölümünden sonra, üzüntüden dolayı kendini kaybetti.
Show More (5)
|
3 |
grief |
acı |
n. |
|
- The human suffering was enormous, and the grief for the victims remains.
- İnsanların çektiği acı çok büyüktü ve kurbanların acısı hâlâ tazeliğini koruyor.
- I share the grief of the silent black majority in Zimbabwe, who continue to live in poverty.
- Zimbabve'de yoksulluk içinde yaşamaya devam eden sessiz siyah çoğunluğun acısını paylaşıyorum.
- That planet's been an endless source of grief for me.
- O gezegen benim için sonsuz bir acı kaynağı oldu.
- I share your grief.
- Acını paylaşıyorum.
- I share your grief.
- Ben senin acını paylaşıyorum.
Show More (2)
|
4 |
grief |
hüzün |
n. |
|
- That planet's been an endless source of grief for me.
- O gezegen, benim için sonu gelmez hüzünlerin kaynağı oldu.
Show More (-2)
|
5 |
grief |
dert |
n. |
|
- I hope that incident won't cause you any grief when you try to leave the country.
- Umarım bu olay, ülkeyi terk etmeye çalıştığınızda başınıza dert açmaz.
Show More (-2)
|
6 |
grief |
sorun |
n. |
|
- Hunger is one of the strongest griefs.
- Açlık en ağır sorunlardan biridir.
Show More (-2)
|