reconcile - English Turkish Sentences
English Turkish
reconcile uzlaştırmak v.
  • The two leaders couldn't reconcile their different ideas on education.
  • İki lider eğitim konusundaki farklı fikirlerini uzlaştıramadı.
  • There has been considerable difficulty in reconciling national traditions and exceptions.
  • Ulusal geleneklerin ve istisnaların uzlaştırılmasında önemli güçlükler yaşanmıştır.
  • Many people feel that these two different groups cannot be reconciled.
  • Birçok kişi bu iki farklı grubun uzlaştırılamayacağını düşünmektedir.
Show More (10)
reconcile uzlaşmak v.
  • Firstly, we need to be reconciled on the subject of our values.
  • Öncelikle değerlerimiz konusunda uzlaşmaya varmamız gerekmektedir.
  • The rapporteur is trying to reconcile the irreconcilable in a somewhat craftier manner.
  • Raportör, uzlaşmaz olanı biraz daha kurnazca bir şekilde uzlaştırmaya çalışıyor.
  • If so, the reunified and reconciled island of Cyprus will be able to join the European Union.
  • Eğer böyle olursa, yeniden birleşmiş ve uzlaşmış Kıbrıs adası Avrupa Birliği'ne katılabilecektir.
Show More (5)
reconcile bağdaştırmak v.
  • We can therefore now reconcile scientific research with ethical principles.
  • Dolayısıyla artık bilimsel araştırmaları etik ilkelerle bağdaştırabiliriz.
  • These measures make it possible to reconcile family life with a professional career.
  • Bu tedbirler, aile hayatı ile mesleki kariyerin bağdaştırılmasını mümkün kılmaktadır.
  • Trying to reconcile trade secrets with combating corruption is like trying to square the circle.
  • Ticari sırlar ile yolsuzlukla mücadeleyi bağdaştırmaya çalışmak çemberi daraltmaya çalışmak gibidir.
Show More (2)
reconcile barıştırmak v.
  • You rightly said at the beginning that you want to reconcile the public with Europe.
  • Başlangıçta haklı olarak halkı Avrupa ile barıştırmak istediğinizi söylediniz.
  • My mother tried to reconcile the couple.
  • Annem çifti barıştırmaya çalıştı.
  • My mother attempted to reconcile the couple.
  • Annem çifti barıştırmayı denedi.
Show More (1)
reconcile barışmak v.
  • Dan and Linda reconciled.
  • Dan ve Linda barıştılar.
  • Sami and Layla decided to reconcile.
  • Sami ve Layla barışmaya karar verdiler.
Show More (-1)