unlike - English Turkish Sentences
English Turkish
unlike aksine prep.
  • Jill actually quite nice, unlike Tina.
  • Jill aslında Tina'nın aksine oldukça iyi biri.
  • Unlike the United States of America, Europe is a voluntary association of sovereign independent states.
  • Amerika Birleşik Devletleri'nin aksine Avrupa, egemen bağımsız devletlerden oluşan gönüllü bir birliktir.
  • Unlike the rapporteur, we do not feel it appropriate to favour coregulation.
  • Raportörün aksine, çekirdek düzenlemeyi desteklemeyi uygun bulmuyoruz.
Show More (37)
unlike benzemez adj.
  • Today, we are discussing the transboundary movement of these goods that are quite unlike any others.
  • Bugün, diğerlerine hiç benzemeyen bu malların sınır ötesi hareketini tartışıyoruz.
  • That's so unlike you.
  • O sana çok benzemiyor.
  • Tom is unlike his brother.
  • Tom kardeşine benzemiyor.
Show More (5)
unlike farklı adj.
  • A medicinal product is a product unlike any other.
  • Bir tıbbi ürün diğerlerinden farklı bir üründür.
  • Bill is completely unlike his brother.
  • Bill, kardeşinden tamamen farklıdır.
  • The sisters are quite unlike.
  • Kız kardeşler oldukça farklı.
Show More (1)
unlike farklı olarak prep.
  • Unlike other countries, the Netherlands is now excluded from European support for modernisation and renewal.
  • Diğer ülkelerden farklı olarak Hollanda, modernizasyon ve yenileme için Avrupa desteğinin dışında bırakılmıştır.
  • Unlike the rest of my group, I have decided to abstain from voting on this report.
  • Grubumun geri kalanından farklı olarak bu raporla ilgili oylamada çekimser kalmaya karar verdim.
Show More (-1)
unlike birbirinden farklı adj.
  • They donated unlike amounts to charity.
  • Hayır kurumlarına birbirinden farklı miktarlarda bağışta bulundular.
Show More (-2)
unlike (sosyal medyada) beğenisini geri almak v.
  • I accidentally liked his post, so I immediately unliked it.
  • Yanlışlıkla gönderisini beğenmişim, bu yüzden hemen beğenimi geri aldım.
Show More (-2)
unlike benzemeyen prep.
  • This SUV offers a driving experience unlike any other.
  • Bu SUV, başka hiçbir şeye benzemeyen bir sürüş deneyimi sunuyor.
Show More (-2)
unlike (birinin) yapacağı iş olmayan prep.
  • It's very unlike Karen to lash out like that.
  • Karen'ın böyle parlaması hiç onun yapacağı iş değil.
Show More (-2)
unlike yakışmayan adj.
  • It is unlike him to be late.
  • Geç kalmak ona yakışmıyor.
Show More (-2)