1 |
gain |
kazanmak |
v. |
|
- He was disappointed to see the opposition gain power.
- Muhalefetin güç kazandığını görünce hayal kırıklığına uğramıştı.
- She is starting to gain a reputation as a civil rights lawyer.
- Medeni haklar avukatı olarak ün kazanmaya başlıyor.
- The strategy paper of 2001 therefore reflects the importance that European Union-Asia political dialogue has gained.
- Dolayısıyla 2001 tarihli strateji belgesi, Avrupa Birliği-Asya siyasi diyalogunun kazandığı önemi yansıtmaktadır.
- As a result consumers will never gain the necessary trust in e-commerce.
- Sonuç olarak tüketiciler e-ticarete gereken güveni asla kazanamayacaklardır.
- Secondly, the European Union has a great deal to gain from these negotiations.
- İkinci olarak Avrupa Birliği'nin bu müzakerelerden kazanacağı çok şey vardır.
- It will be no simpler after the European Union gains ten new members.
- Avrupa Birliği'nin on yeni üye kazanmasından sonra da bu daha kolay olmayacaktır.
- Much can be gained from establishing partnerships between sporting organisations and educational establishments.
- Spor kuruluşları ile eğitim kurumları arasında kurulacak ortaklıklardan çok şey kazanılabilir.
- Citizens stand to gain a great deal by this draft Constitution.
- Vatandaşlar bu Anayasa taslağından çok şey kazanacaktır.
- The strategy paper of 2001 therefore reflects the importance that European Union-Asia political dialogue has gained.
- Dolayısıyla 2001 tarihli strateji belgesi, Avrupa Birliği-Asya siyasi diyaloğunun kazandığı önemi yansıtmaktadır.
- In part, they hope their democracies will gain the stability they need.
- Kısmen demokrasilerinin ihtiyaç duydukları istikrarı kazanacağını umuyorlar.
- We have a lot to gain from more trade and more interchange.
- Daha fazla ticaret ve daha fazla değişimden kazanacağımız çok şey var.
- We have nothing to gain from this barbaric action.
- Bu barbarca eylemden kazanacak hiçbir şeyimiz yok.
- In my experience, however, this process will not gain public approval if it is not a democratic process.
- Ancak benim tecrübelerime göre, demokratik bir süreç olmadığı takdirde bu süreç kamuoyunun onayını kazanamayacaktır.
- What are the rich countries doing wrong, but also what do the poor countries gain by stepping up their own efforts?
- Zengin ülkeler neyi yanlış yapmakta ve aynı zamanda yoksul ülkeler kendi çabalarını hızlandırarak ne kazanmaktalar?
- The implementation of these agreements, which entered into force in 1999, is gaining impetus.
- 1999'da yürürlüğe giren bu anlaşmaların uygulanması ivme kazanmaktadır.
- We must also speak about what all of us in Europe stand to gain from enlargement.
- Ayrıca Avrupa'daki hepimizin genişlemeden ne kazanacağını da konuşmalıyız.
- The report would have gained a lot if Amendment No 53 had instead been approved.
- Bunun yerine 53 No'lu Değişiklik onaylanmış olsaydı rapor çok şey kazanmış olurdu.
- Much can be gained from establishing partnerships between sporting organisations and educational establishments.
- Spor kuruluşları ve eğitim kurumları arasında ortaklıklar kurularak çok şey kazanılabilir.
- Think of countries such as Brazil or India where we will gain market share.
- Pazar payı kazanacağımız Brezilya veya Hindistan gibi ülkeleri düşünün.
- What do we gain by using such disingenuous language?
- Böylesine samimiyetsiz bir dil kullanarak ne kazanıyoruz?
- In my experience, however, this process will not gain public approval if it is not a democratic process.
- Ancak benim tecrübelerime göre demokratik bir süreç olmadığı takdirde bu süreç kamuoyunun onayını kazanamayacaktır.
- It is crucial that we gain sound experience with this new procedure before we can plan any possible extension.
- Olası bir genişletmeyi planlamadan önce bu yeni prosedürle ilgili sağlam bir deneyim kazanmamız çok önemlidir.
- Yet what have the developing countries gained from Doha?
- Ancak gelişmekte olan ülkeler Doha'dan ne kazandı?
- Mr Blak mentioned that Parliament has gained much by having this discharge delayed.
- Bay Blak, Parlamentonun bu tahliyenin ertelenmesiyle çok şey kazandığını belirtti.
- Otherwise we will essentially only have lost ground during the unofficial negotiations, and not gained anything at all.
- Aksi takdirde gayri resmi müzakereler sırasında sadece zemin kaybetmiş ve hiçbir şey kazanmamış olacağız.
- The role of national parliaments and the European Parliament should also gain in significance in this way.
- Ulusal parlamentoların ve Avrupa Parlamentosu'nun rolü de bu şekilde önem kazanmalıdır.
- As a result, consumers will never gain the necessary trust in e-commerce.
- Sonuç olarak tüketiciler e-ticarete gereken güveni asla kazanamayacaklardır.
- A great deal is to be gained from transport saving techniques.
- Ulaşım tasarrufu tekniklerinden çok şey kazanılabilir.
- First of all, it is important to gain the support of the candidate countries.
- Her şeyden önce aday ülkelerin desteğini kazanmak önemlidir.
- For such a policy to gain public consent it must be fair and transparent and it must be open to account.
- Böyle bir politikanın halkın rızasını kazanabilmesi için adil ve şeffaf olması ve hesap vermeye açık olması gerekir.
- Unfortunately, this position did not gain consistent majority support in committee.
- Ne yazık ki, bu tutum komisyonda tutarlı bir çoğunluk desteği kazanamadı.
- In part, they hope their democracies will gain the stability they need.
- Kısmen, demokrasilerinin ihtiyaç duydukları istikrarı kazanacağını umuyorlar.
- The workers stand to gain nothing from this wrangling.
- İşçilerin bu çekişmeden kazanacakları hiçbir şey yoktur.
- Finally, we have gained one year, thanks to this agreement.
- Son olarak, bu anlaşma sayesinde bir yıl kazandık.
- Otherwise we will essentially only have lost ground during the unofficial negotiations, and not gained anything at all.
- Aksi takdirde, esasen gayri resmi müzakerelerde avantajımızı yitirdiğimizle kalacağız ve hiçbir şey kazanamayacağız.
- Nothing is therefore to be gained from failing to confront these problems.
- Dolayısıyla bu sorunlarla yüzleşmemekle hiçbir şey kazanılamaz.
- There will also be many outward changes, and we will gain additional responsibilities in our international role.
- Dışarıda da birçok değişiklik olacak ve uluslararası rolümüzde ek sorumluluklar kazanacağız.
- They should be enabled to gain and update qualifications and skills.
- Nitelik ve beceri kazanmaları ve bunları güncellemeleri sağlanmalıdır.
- If the Czechs remain outside, we will have gained nothing.
- Çekler dışarıda kalırsa hiçbir şey kazanmamış olacağız.
- We have everything to gain from creating a good climate of cooperation with the Commission.
- Komisyon ile iyi bir işbirliği ortamı yaratarak kazanacağımız çok şey var.
- We have nothing to gain from this barbaric action.
- Bu barbarca eylemden kazanacağımız hiçbir şey yok.
- A great deal is to be gained from transport-saving techniques.
- Ulaşım tasarrufu tekniklerinden çok şey kazanılabilir.
- Secondly, the European Union has a great deal to gain from these negotiations.
- İkinci olarak, Avrupa Birliği'nin bu müzakerelerden kazanacağı çok şey vardır.
- It is in individual workplaces that experience is gained.
- Deneyim bireysel işyerlerinde kazanılır.
- This is an area of major importance for this Parliament and an area in which we are gaining international respect.
- Bu Parlamento için büyük önem taşıyan ve uluslararası alanda saygınlık kazanmaya başladığımız bir alandır.
- These are voices which, following the satanic terrorist attacks on the US, have gained a great deal of support.
- Bu sesler, ABD'ye yönelik şeytani terör saldırılarının ardından büyük bir destek kazanmıştır.
- Lobbyists and officials will gain legislative power if the present draft is adopted.
- Mevcut taslak kabul edilirse lobiciler ve yetkililer yasama gücü kazanacaktır.
- The report would have gained a lot if Amendment No 53 had instead been approved.
- Bunun yerine 53 No.lu Değişiklik onaylanmış olsaydı rapor çok şey kazanmış olurdu.
- In that case, the urgent debates can be abolished and we will gain a far better and more credible perspective.
- Bu durumda acil tartışmalar ortadan kaldırılabilir ve çok daha iyi ve güvenilir bir perspektif kazanmış oluruz.
- We gained some things for industry but lost some for the music and entertainment business.
- Endüstri için bazı şeyler kazandık ama müzik ve eğlence sektörü için bazı şeyler kaybettik.
- We on the committee drafted a good number of amendments to it which might have helped this matter to gain ground.
- Biz komitede, bu konunun zemin kazanmasına yardımcı olabilecek çok sayıda değişiklik taslağı hazırladık.
- That principle was reinforced in the Treaty of Amsterdam and has gradually gained in prominence.
- Bu ilke Amsterdam Antlaşması ile pekiştirilmiş ve giderek önem kazanmıştır.
- Europe has much to gain from researchers from third countries.
- Avrupa'nın üçüncü dünya ülkelerinden gelen araştırmacılardan kazanacağı çok şey vardır.
- You have gained a great deal of experience.
- Büyük bir deneyim kazandınız.
- The State restricts the tiny space of freedom that had been gained by the working class and youth.
- Devlet, işçi sınıfı ve gençlik tarafından kazanılmış olan ufak hürriyet alanını kısıtlamaktadır.
- The State restricts the tiny space of freedom that had been gained by the working class and youth.
- Devlet, işçi sınıfı ve gençlik tarafından kazanılan küçük hürriyet alanlarını da kısıtlamaktadır.
- The State restricts the tiny space of freedom that had been gained by the working class and youth.
- Devlet, işçi sınıfının ve gençliğin kazandığı küçücük özgürlük alanını kısıtlıyor.
- What have we really gained?
- Gerçekten ne kazandık?
- Nothing can be gained without effort.
- Çaba göstermeden hiçbir şey kazanılamaz.
- The key question is not what can I gain but what do I have to lose.
- Anahtar soru ne kazanabilirim değil, ne kaybetmek zorundayımdır.
- We have everything to gain.
- Kazanacak çok şeyimiz var.
- They dreamed they'd gain the right to vote someday.
- Bir gün oy kullanma hakkı kazanacaklarını hayal ediyorlardı.
- You did lose them, but gained me.
- Onları yitirdin ama beni kazandın.
- Our team is gaining ground.
- Bizim takımımız kazanıyor.
- The company gained more customers.
- Şirket, daha fazla müşteri kazandı.
- The man used much money to gain power.
- Adam güç kazanmak için çok para kullandı.
- What do you hope to gain?
- Ne kazanmayı umuyorsun?
- His first work gained great popularity among people.
- Onun ilk çalışması insanlar arasında büyük popülerlik kazandı.
- You wouldn't have come if you didn't think there was something to gain.
- Kazanacak bir şey olduğunu düşünmeseydin gelmezdin.
- No gain, no lose, we are fully equal.
- Kazanmak yok, kaybetmek yok, biz tamamen eşitiz.
- Tom lost half of his chocolate bar, but he gained one friend.
- Tom çikolatalı barın yarısını kaybetti ama bir arkadaş kazandı.
- You gain more than you spend when you go to college.
- Üniversiteye gidersen harcadığından daha fazlasını kazanırsın.
- Fadil gained the trust of people.
- Fadıl insanların güvenini kazandı.
- Dan's book gained so much fame.
- Dan'in kitabı çok ün kazandı.
- Nothing will be gained by getting angry.
- Kızarak hiçbir şey kazanamazsın.
- We have absolutely nothing to gain.
- Kesinlikle kazanacak bir şeyimiz yok.
- We have nothing to lose and everything to gain.
- Kaybedecek bir şeyimiz yok ve kazanacak her şeyimiz var.
- You gain more than you spend when you go to college.
- Üniversiteye gittiğinizde harcadığınızdan daha fazlasını kazanırsınız.
- His first work gained great popularity among people.
- İlk eseri insanlar arasında büyük popülerlik kazandı.
- Tom gained the respect and loyalty of his employees.
- Tom çalışanlarının saygı ve bağlılığını kazandı.
- You did lose them, but gained me.
- Onları kaybettin ama beni kazandın.
- We gain wisdom with age.
- Bilgeliği yaşla kazanırız.
- Employee referral programs are gaining in popularity.
- Çalışan tavsiye programları popülerlik kazanıyor.
- We have nothing to lose and everything to gain.
- Kaybedecek hiçbir şeyimiz ve kazanacak her şeyimiz var.
- You wouldn't have come if you didn't think there was something to gain.
- Kazanacak bir şey olduğunu düşünmeseydin, gelmezdin.
- We have everything to gain.
- Kazanmak için her şeye sahibiz.
- Tom lost half of his chocolate bar, but he gained one friend.
- Tom çikolatasının yarısını kaybetti ama bir dost kazandı.
- You have everything to gain.
- Kazanacak çok şeyin var.
- This movie is about a squirrel who gains human-like intelligence.
- Bu film insan benzeri zeka kazanan bir sincap hakkındadır.
- Nothing can be gained without effort.
- Çaba olmadan hiç bir şey kazanılamaz.
- Nothing can be gained without effort.
- Çaba olmadan hiçbir şey kazanılamaz.
- You must gain Tom's trust first.
- Önce Tom'un güvenini kazanmalısın.
- The movement is rapidly gaining ground.
- Hareket hızla zemin kazanıyor.
- He gained nothing by telling me that.
- O, bunu bana söyleyerek hiçbir şey kazanmadı.
- You have little to gain and much to lose.
- Kazanacak çok az, kaybedecek çok şeyiniz var.
- Tom gained the respect and loyalty of his employees.
- Tom çalışanlarının saygısını ve sadakatini kazandı.
- What have we really gained?
- Biz gerçekten ne kazandık?
- He tried to gain her affection.
- Onun sevgisini kazanmaya çalıştı.
- She gained 500 dollars from the deal.
- O, anlaşmadan 500 dolar kazandı.
- He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him.
- Genellikle açık sözlü ve samimidir ve bu sayede kendisiyle tanışanların güvenini kazanır.
- I don't think you can gain his ear.
- Onun kulağını kazanabileceğini sanmıyorum.
- You gain nothing by speaking ill of others.
- Başkaları hakkında kötü konuşarak hiçbir şey kazanamazsın.
- You will gain nothing from doing that.
- Onu yapmaktan bir şey kazanmayacaksın.
- How does he gain his living?
- Hayatını nasıl kazanıyor?
- He tried to gain her affection.
- Onun ilgisini kazanmaya çalıştı.
- The company gained more customers.
- Şirket daha fazla müşteri kazandı.
- What did you hope to gain?
- Ne kazanmayı umuyordun?
- She gained 500 dollars from the deal.
- Anlaşmadan 500 dolar kazandı.
- The more you work, the more you gain.
- Ne kadar çok çalışırsan o kadar çok kazanırsın.
- You gain nothing by speaking ill of others.
- Başkalarının hakkında kötü konuşarak bir şey kazanamazsın.
- The more you work, the more you gain.
- Ne kadar çok çalışırsan, o kadar çok kazanırsın.
- He gained renown through the novel.
- O, roman sayesinde ün kazandı.
- Some people try to gain advantage by exploiting their personal contacts.
- Bazı insanlar kendi kişisel bağlantılarını kullanarak avantaj kazanmaya çalışır.
- Tom gained American citizenship.
- Tom Amerikan vatandaşlığını kazandı.
- We gain wisdom with age.
- Yaşlandıkça bilgelik kazanıyoruz.
- For everything you gain, you lose something else.
- Kazandığın her şey için başka bir şey kaybedersin.
- You gain one point for every opponent piece you capture.
- Ele geçirdiğiniz her rakip taş için bir puan kazanırsınız.
- You're not gaining anything by doing so.
- Öyle yaparak hiçbir şey kazanmıyorsun.
- Tom wouldn't mind if Mary gained a few pounds.
- Tom eğer Mary birkaç pound kazanırsa kafaya takmaz.
- He gained renown through the novel.
- Roman sayesinde ün kazandı.
- You have little to gain and much to lose.
- Kazanacağın çok az şeyin ve kaybedeceğin çok şeyin var.
- You gain one point for every opponent piece you capture.
- Rakibin yediğiniz her taşı için bir puan kazanırsınız.
- India gained independence from Britain in 1947.
- Hindistan İngiltere'den bağımsızlığını 1947 yılında kazandı.
- He gained nothing by telling me that.
- Bana bunu söyleyerek hiçbir şey kazanmadı.
- The ominous thunderstorm in the distance was gaining speed and strength.
- Uzaktaki uğursuz fırtına hız ve güç kazanıyordu.
- For everything you gain, you lose something else.
- Kazandığınız her şey için başka bir şey kaybedersiniz.
- You're not gaining anything by doing so.
- Bunu yaparak hiçbir şey kazanmıyorsun.
Show More (124)
|
2 |
gain |
kilo almak |
v. |
|
- As a result, you eat more than necessary and gain extra pounds.
- Sonuç olarak gereğinden fazla yiyip fazla kilo alırsınız.
- As a result, you eat more than necessary and gain extra pounds.
- Sonuç olarak, gereğinden fazla yersiniz ve fazla kilo alırsınız.
- As a result, you eat more than necessary and gain extra pounds.
- Sonuç olarak, gerekenden fazla yiyip fazladan kilo alırsınız.
- She gained 23 kg after she got married.
- Evlendikten sonra 23 kilo aldı.
- She is gaining in weight.
- Kilo almaya başlıyor.
- She is gaining in weight.
- O kilo alıyor.
- How did you gain thirty pounds in three weeks?
- Üç haftada nasıl 30 kilo aldın?
- It looks like Tom has gained a little weight.
- Tom biraz kilo almış gibi görünüyor.
- I've gained five kilograms.
- Beş kilo aldım.
- Gaining too much weight is not good for your health.
- Çok fazla kilo almak sağlığınız için iyi değil.
- Tom must've gained thirty pounds.
- Tom 30 kilo almış olmalı.
- I've gained three kilograms.
- Üç kilo aldım.
- Tom has gained a lot of weight recently.
- Tom son zamanlarda çok kilo aldı.
- I gained two kilos this summer.
- Bu yaz iki kilo almışım.
- How much weight have you gained?
- Ne kadar kilo aldın?
- I gained three pounds.
- Üç kilo aldım.
- I've gained three pounds.
- Üç kilo aldım.
- She gained 3 and a half stones after she got married.
- O, evlendikten sonra 23 kilo aldı.
- It looks like Tom has gained a little weight.
- Görünüşe göre Tom biraz kilo almış.
- She gained fifty pounds after she got married.
- Evlendikten sonra 23 kilo aldı.
- I gained two kilos this summer.
- Bu yaz iki kilo aldım.
- Tom has gained a little weight.
- Tom biraz kilo aldı.
- I have gained two kilograms this summer.
- Bu yaz iki kilo aldım.
- I've gained three kilos.
- Ben üç kilo aldım.
- How much weight has Tom gained?
- Tom ne kadar kilo aldı?
- I've gained three kilos.
- Üç kilo aldım.
- Gaining too much weight is not good for your health.
- Çok fazla kilo almak sağlığınız için iyi değildir.
- You seem to have gained some weight.
- Biraz kilo almış gibi görünüyorsun.
- Tom has gained a little bit of weight.
- Tom biraz kilo aldı.
- Tom has gained a few pounds.
- Tom birkaç kilo aldı.
- She gained 23 kg after she got married.
- O, evlendikten sonra 23 kilo aldı.
- You've gained a few pounds.
- Birkaç kilo almışsın.
- She has gained a few pounds.
- Birkaç kilo almış.
- He has gained a few pounds.
- Birkaç kilo almış.
- It looks like you've gained a little weight.
- Biraz kilo almışsın gibi görünüyor.
- You seem to have gained some weight.
- Biraz kilo almış gibisin.
- Tom has gained a lot of weight.
- Tom çok kilo aldı.
- How did you gain thirty pounds in three weeks?
- Üç haftada nasıl otuz kilo aldın?
Show More (35)
|
3 |
gain |
kazanç |
n. |
|
- They were looking for ways to increase financial gain.
- Finansal yönden kazancı artırmanın yollarını arıyorlardı.
- Even if he is lost to Parliament, he will be our gain as a partner among the experts.
- Parlamento'da kaybetse bile, o uzmanlar arasında bir ortak olarak bizim kazancımız olacaktır.
- Both shamelessly exploit human misery for financial gain.
- Her ikisi de maddi kazanç için insanların sefaletini utanmadan sömürüyor.
- Neither China nor India will be taking part, because they gain from development, growth and industrialisation.
- Ne Çin ne de Hindistan yer almayacak, çünkü kalkınma, büyüme ve sanayileşmeden kazanç sağlıyorlar.
- They used a dormant patent to acquire that protection for their own commercial gain.
- Bu korumayı kendi ticari kazançları için elde etmek üzere atıl bir patenti kullandılar.
- We should all recall that the primary motive of organised crime is financial gain.
- Hepimiz, organize suçların başlıca nedeninin mali kazanç olduğunu hatırlamalıyız.
- How much do we stand to gain?
- Kazancımız ne kadar?
- This is not to be a source of financial gain.
- Bu bir maddi kazanç kaynağı olmamalıdır.
- Their motivation is fast, big financial gain.
- Motivasyonları hızlı ve büyük maddi kazançtır.
- These countries gain politically and financially via governmental and black market arms transfers.
- Bu ülkeler hükümet ve karaborsa silah transferleri yoluyla siyasi ve mali kazanç sağlıyor.
- Their motivation is fast, big financial gain.
- Motivasyonları hızlı, büyük maddi kazançtır.
- Risks can in some cases also create an opportunity to gain.
- Riskler bazı durumlarda kazanç fırsatı da yaratabilir.
- Their motivation is fast, big financial gain.
- Motivasyonları hızlı, büyük finansal kazanç.
- A small gain is better than a great loss.
- Küçük bir kazanç büyük bir kayıptan iyidir.
- A small gain is better than a great loss.
- Küçük bir kazanç, büyük bir kayıptan daha iyidir.
- Better a small gain than a great loss.
- Küçük bir kazanç, büyük bir kayıptan iyidir.
- There's no gain without pain.
- Acı olmadan kazanç olmaz.
- No pain, no gain.
- Zahmet yoksa kazanç da yok.
- One man's gain is another man's loss.
- Birinin kazancı diğerinin kaybıdır.
- No pain, no gain!
- Acı yoksa, kazanç da yok!
- One man's loss is another man's gain.
- Birinin kaybı diğerinin kazancıdır.
- Their loss is our gain.
- Onların kaybı bizim kazancımızdır.
- No pain, no gain!
- Zahmet yoksa kazanç da yok.
- No gain, no lose, we are fully equal.
- Kazanç yok, kayıp yok, tamamen eşitiz.
- No pain, no gain!
- Acı yoksa kazanç da yok!
- No pain, all gain.
- Acı yok, kazanç var.
- One man's loss is another man's gain.
- Birinin kaybı bir başkasının kazancıdır.
- Their loss is our gain.
- Onların kaybı bizim kazancımız.
Show More (25)
|
4 |
gain |
elde etmek |
v. |
|
- You gained the majority in a secret vote.
- Gizli oylamada çoğunluğu elde ettiniz.
- This increase in miles negates the profit gained from using an economical and clean engine.
- Kilometrelerdeki bu artış, ekonomik ve temiz bir motor kullanımından elde edilen kârı ortadan kaldırmaktadır.
- The experience gained will allow us to evaluate the benefits of a wider application of an equivalent procedure.
- Elde edilen deneyim, eşdeğer bir prosedürün daha geniş çapta uygulanmasının faydalarını değerlendirmemizi sağlayacaktır.
- National parliaments lose the right to ratify international treaties without this House gaining that right.
- Ulusal parlamentolar, bu Meclis bu hakkı elde etmeden uluslararası anlaşmaları onaylama hakkını kaybeder.
- There are therefore major environmental gains to be had in this sector.
- Dolayısıyla bu sektörde elde edilecek önemli çevresel kazanımlar vardır.
- It is absolutely unacceptable that the US and Britain are allowed to gain advantage from illegal activities.
- ABD ve İngiltere'nin yasadışı faaliyetlerden avantaj elde etmesine izin verilmesi kesinlikle kabul edilemez.
- The gains are mainly to be found at the political level.
- Kazanımlar esas olarak siyasi düzeyde elde edilmiştir.
- In order to keep it and to gain even more, we need to progress.
- Bunu korumak ve daha da fazlasını elde etmek için ilerleme kaydetmemiz gerekiyor.
- Therefore, having gained them, we want to keep them, since that is what the people demand.
- Dolayısıyla bu yetkileri elde ettikten sonra, halkın talebi de bu yönde olduğu için bu yetkileri korumak istiyoruz.
- And as has been demonstrated recently, nothing is to be gained from confronting them with demagoguery.
- Ve son zamanlarda gösterildiği gibi, demagoji ile karşı karşıya gelmekten hiçbir şey elde edilemez.
- I would like to gain a clear picture of his plans.
- Planları hakkında net bir resim elde etmek istiyorum.
- Nothing is, therefore, to be gained from failing to confront these problems.
- Dolayısıyla, bu sorunlarla yüzleşmemekle elde edilecek hiçbir şey yoktur.
- We will gain a number of improvements in the form of the new Financial Regulation.
- Yeni Mali Tüzük ile bir dizi iyileştirme elde edeceğiz.
- Immigrants often gain excellent opportunities to get a foothold in the labour market through these companies.
- Göçmenler genellikle bu şirketler aracılığıyla işgücü piyasasında bir yer edinmek için mükemmel fırsatlar elde ederler.
- It is too early to gain a complete overview of the new security framework and the new threat.
- Yeni güvenlik çerçevesi ve yeni tehdit hakkında tam bir genel bakış elde etmek için henüz çok erken.
- We can gain real benefits from GMOs if we get it right.
- Eğer doğru yaparsak GDO'lardan gerçek faydalar elde edebiliriz.
- You will gain several advantages at once.
- Aynı anda birçok avantaj elde edeceksiniz.
- We gain more knowledge every day.
- Biz her gün daha çok bilgi elde ediyoruz.
- What do you hope to gain?
- Ne elde etmeyi umuyorsun?
- What did you hope to gain?
- Ne elde etmeyi umuyordun?
- Some people try to gain advantage by exploiting their personal contacts.
- Bazı insanlar kişisel bağlantılarını kullanarak avantaj elde etmeye çalışır.
- Europeans gained an advantage over all other civilizations 500 years ago.
- Avrupalılar 500 yıl önce diğer tüm uygarlıklara karşı bir avantaj elde ettiler.
- Europeans gained an advantage over all other civilizations 500 years ago.
- Avrupalılar 500 yıl önce tüm diğer medeniyetler üzerinde bir avantaj elde ettiler.
- They dreamed they'd gain the right to vote someday.
- Onlar bir gün oy verme hakkını elde edeceklerini hayal etti.
- You will gain nothing from doing that.
- Bunu yaparak hiçbir şey elde edemezsin.
Show More (22)
|
5 |
gain |
edinmek |
v. |
|
- I would ask whether they will then have to become a state to gain a respectable place in the European Union?
- O zaman Avrupa Birliği'nde saygın bir yer edinmek için devlet olmak zorunda kalıp kalmayacaklarını sormak isterim.
- I had gained the impression that a real opening up, a genuine dialogue on human rights was actually going to take place.
- İnsan hakları konusunda gerçek bir açılımın, gerçek bir diyaloğun gerçekleşeceği izlenimini edinmiştim.
- Impressions gained directly from experience are always better than voluminous reports.
- Doğrudan deneyimlerden edinilen izlenimler her zaman hacimli raporlardan daha iyidir.
- We need to gain an insight into what companies are like now.
- Şirketlerin şu anda nasıl olduğuna dair bir fikir edinmemiz gerekiyor.
- I hope now that democracy has gained a foothold in Serbia.
- Umarım artık Sırbistan'da demokrasi bir yer edinmiştir.
- I would ask whether they will then have to become a state to gain a respectable place in the European Union?
- Avrupa Birliği'nde saygın bir yer edinmek için devlet olmaları gerekecek mi diye sormak istiyorum?
- Another point in my report is the need to gain an insight into what will be the future of Kosovo.
- Raporumda yer alan bir diğer nokta ise Kosova'nın geleceğinin ne olacağına dair bir fikir edinme ihtiyacıdır.
- Impressions gained directly from experience are always better than voluminous reports.
- Doğrudan deneyimden edinilen izlenimler her zaman hacimli raporlardan daha iyidir.
- As a whole, we have to gain better knowledge of deep sea fishing and improve the stocks.
- Bir bütün olarak, derin deniz balıkçılığı konusunda daha iyi bilgi edinmeli ve rezervleri iyileştirmeliyiz.
- Transfers the theoretical knowledge that was gained during the lectures into practice in terms of spatial analysis.
- Derslerde edindiği teorik bilgileri mekansal analiz açısından pratiğe aktarır.
- Transfers the theoretical knowledge that was gained during the lectures into practice in terms of spatial analysis.
- Dersler sırasında edindiği teorik bilgiyi mekânsal analiz bağlamında pratiğe aktarır.
- Next time I switch jobs, I need work that will let me make use of the experience I've gained up to now.
- Bir dahaki sefere iş değiştirdiğimde, bugüne kadar edindiğim deneyimlerden faydalanabileceğim bir işe ihtiyacım var.
- This movie is about a squirrel who gains human-like intelligence.
- Bu film, insan benzeri zeka edinen bir sincap hakkında.
- He needs to gain more knowledge.
- Daha çok bilgi edinmesi gerekiyor.
- He needs to gain more knowledge.
- Daha fazla bilgi edinmesi gerekiyor.
- We gain more knowledge every day.
- Her gün daha fazla bilgi ediniyoruz.
- Tom needs to gain more knowledge.
- Tom'un daha fazla bilgi edinmesi gerekiyor.
Show More (14)
|
6 |
gain |
kazandırmak |
v. |
|
- Our key concern is to gain an overview of the various perspectives on monetary policy.
- Bizim temel kaygımız, para politikasına ilişkin çeşitli perspektiflere genel bir bakış açısı kazandırmaktır.
- His misfortune gained him sympathy.
- Onun şanssızlığı ona sempati kazandırdı.
- The movie gained her great popularity.
- Film, ona büyük popülerlik kazandırdı.
- Her good looks gained her the favor of many men.
- Güzelliği ona birçok erkeğin beğenisini kazandırdı.
- Humility often gains more than pride.
- Alçakgönüllülük çoğu zaman gururdan daha çok kazandırır.
- His misfortune gained him sympathy.
- Talihsizliği ona sempati kazandırdı.
- What will you gain by studying a foreign language other than English?
- İngilizce dışında bir yabancı dil öğrenmek sana ne kazandıracak?
Show More (4)
|
7 |
gain |
kazanım |
n. |
|
- Their project has resulted in substantial gains in public health.
- Projeleri halk sağlığı alanında önemli kazanımlar sağladı.
- Parliament's main gain is a statute for political parties at European level.
- Parlamento'nun ana kazanımı, Avrupa düzeyinde siyasi partiler için bir tüzüktür.
- Another gain is the fact that developing countries can obtain help and information on GMOs.
- Bir diğer kazanım ise gelişmekte olan ülkelerin GDO'lar konusunda yardım ve bilgi alabilmeleridir.
- Better a small gain than a great loss.
- Küçük bir kazanım, büyük bir kayba yeğdir.
Show More (1)
|
8 |
gain |
ulaşmak |
v. |
|
- The runners finally gained the finish line.
- Koşucular sonunda bitiş çizgisine ulaştılar.
- Mexico stands to gain here by achieving a better trade equilibrium.
- Meksika burada daha iyi bir ticaret dengesine ulaşarak kazançlı çıkacaktır.
- Of course it's difficult to gain access to the Prime Minister.
- Tabii ki Başbakan'a ulaşmak zor.
Show More (0)
|
9 |
gain |
kazanç elde etmek |
v. |
|
- This is why companies and trade unions do not stand to gain anything from an opt-out.
- İşte bu nedenle şirketler ve sendikalar bu uygulamadan vazgeçilmesinden hiçbir kazanç elde edemezler.
- This is why companies and trade unions do not stand to gain anything from an opt-out.
- İşte bu nedenle şirketler ve sendikalar iltica hakkından vazgeçilmesinden herhangi bir kazanç elde edemezler.
- Risks can in some cases also create an opportunity to gain.
- Riskler bazı durumlarda kazanç elde etme fırsatı da yaratabilir.
Show More (0)
|
10 |
gain |
artış |
n. |
|
- This year we have a substantial gain in sales.
- Bu yıl satışlarımızda önemli bir artış söz konusu.
- The Dow Jones average posted a gain of two points today.
- Dow Jones ortalaması bugün iki puan artış gösterdi.
Show More (-1)
|
11 |
gain |
sağlamak |
v. |
|
- I don't think you can gain his ear.
- Onun seni dinlemesini sağlayabileceğini sanmıyorum.
- They tried very hard to gain an advantage over one another.
- Onlar birbirlerine karşı üstünlük sağlamak için çok uğraştılar.
Show More (-1)
|
12 |
gain |
ileri gitmek (saat) |
v. |
|
- The clock gains three minutes each day.
- Saat her gün üç dakika ileri gidiyor.
Show More (-2)
|
13 |
gain |
yararını görmek |
v. |
|
- She gained quite much from therapy.
- Terapinin çok yararını gördü.
Show More (-2)
|
14 |
gain |
(kilo) almak |
v. |
|
- Everyone I know gained weight during the lockdown.
- Karantina sırasında tanıdığım herkes kilo aldı.
Show More (-2)
|
15 |
gain |
iyileşmek |
v. |
|
- It appears that there are people who do not stand to gain from improvement.
- Görünen o ki, iyileşmeden kazançlı çıkmayacak insanlar var.
Show More (-2)
|
16 |
gain |
yararına olmak |
v. |
|
- We all stand to gain by finding a solution now, and none so much as the population of Cyprus.
- Şimdi bir çözüm bulunması hepimizin yararına olacaktır, ama hiçbirimiz Kıbrıs halkı kadar kazançlı çıkmayacağız.
Show More (-2)
|
17 |
gain |
ilerleme |
n. |
|
- The party gained ground rapidly.
- Parti hızla ilerleme kaydetti.
Show More (-2)
|
18 |
gain |
çıkar |
n. |
|
- We're gonna make sure that no one is taking advantage of the American people for their own short-term gain.
- Hiç kimsenin kendi kısa vadeli çıkarları için Amerikan halkından faydalanmadığından emin olacağız.
Show More (-2)
|