1 |
vague |
belirsiz |
adj. |
|
- I couldn't make out the vague shapes floating in the air.
- Havada uçuşan belirsiz şekilleri seçemiyordum.
- It was all very vague.
- Her şey çok belirsizdi.
- In July, you dropped some very vague hints about the difficulties.
- Temmuz ayında, zorluklar hakkında çok belirsiz bazı ipuçları verdiniz.
- The European Commission is also vague on the question of complementarity.
- Avrupa Komisyonu tamamlayıcılık konusunda da belirsizdir.
- It will be something vague between the two.
- İkisi arasında belirsiz bir durum olacak.
- Why, then, is there all this fuss, all these vague fears about GMOs?
- O halde GDO'larla ilgili tüm bu yaygara, tüm bu belirsiz korkular neden?
- I am in favour of exercising pressure, I am in favour of the involvement of the EU, but I am against vague threats.
- Baskı uygulanmasından yanayım, AB'nin müdahil olmasından yanayım, ancak belirsiz tehditlere karşıyım.
- This is the vague picture of his absolute rule that millions of North Koreans get.
- Milyonlarca Kuzey Korelinin kafasında onun mutlak yönetimine dair belirsiz bir resim var.
- In short, we must stop making vague promises about and to consumers.
- Kısacası tüketiciler hakkında ve tüketicilere belirsiz vaatlerde bulunmayı bırakmalıyız.
- In short, we must stop making vague promises about and to consumers.
- Kısacası, tüketiciler hakkında ve tüketicilere belirsiz vaatlerde bulunmayı bırakmalıyız.
- If we continue to be so vague, what does that mean?
- Eğer bu kadar belirsiz olmaya devam edersek, bu ne anlama gelir?
- Tom is being really vague, isn't he?
- Tom gerçekten belirsiz davranıyor, değil mi?
- She made a few vague comments about the matter.
- Konu hakkında birkaç belirsiz yorum yaptı.
- That's kind of vague.
- O biraz belirsiz.
- That's very vague.
- Bu çok belirsiz.
- Tom gave me a vague answer.
- Tom bana belirsiz bir cevap verdi.
- She gave a vague answer.
- O belirsiz bir cevap verdi.
- Tom gave Mary a vague answer.
- Tom, Mary'ye belirsiz bir cevap verdi.
- Tom is being vague, isn't he?
- Tom belirsiz davranıyor, değil mi?
- That's a little vague.
- O biraz belirsiz.
- You're vague.
- Sen belirsizsin.
- She couldn't help but be a little vague.
- Elinde olmadan biraz belirsiz davranmış.
- Tom gave Mary a vague answer.
- Tom Mary'ye belirsiz bir cevap verdi.
- That's kind of vague.
- Bu biraz belirsiz.
- Tom is being quite vague, isn't he?
- Tom oldukça belirsiz davranıyor, değil mi?
- Questioned about his policies, the candidate gave only vague answers.
- Politikaları hakkında sorgulanan aday, sadece belirsiz cevaplar verdi.
- Tom gave a vague answer.
- Tom belirsiz bir cevap verdi.
- That's a little vague.
- Bu biraz belirsiz.
- Questioned about his policies, the candidate gave only vague answers.
- Onun politikası hakkında soru sorulduğunda, aday sadece belirsiz cevaplar verdi.
- Tom is being very vague, isn't he?
- Tom çok belirsiz davranıyor, değil mi?
- Tom was vague.
- Tom belirsizdi.
- She gave us a vague answer.
- Bize belirsiz bir cevap verdi.
- He gave me a vague answer.
- Bana belirsiz bir cevap verdi.
- Tom is being vague.
- Tom belirsiz davranıyor.
- She gave a vague answer.
- Belirsiz bir cevap verdi.
- Am I being too vague?
- Ben çok belirsiz davranıyor muyum?
- It's a vague story.
- Belirsiz bir hikaye.
- It was vague.
- Belirsizdi.
- He is always vague about his intentions.
- Niyetleri hakkında her zaman belirsizdir.
- Tom gave us a vague answer.
- Tom bize belirsiz bir cevap verdi.
- It's a vague story.
- O belirsiz bir hikaye.
- Tom is vague.
- Tom belirsiz.
- There is nothing worse than a sharp image of a vague perception.
- Belirsiz bir algının keskin bir görüntüsünden daha kötü bir şey yoktur.
- The similarity is pretty vague.
- Benzerlik oldukça belirsiz.
- He gave a vague answer.
- Belirsiz bir cevap verdi.
- He gave a vague answer.
- O, belirsiz bir yanıt verdi.
- She gave us a vague answer.
- O bize belirsiz bir yanıt verdi.
- Tom is being vague.
- Tom belirsizleşiyor.
Show More (45)
|
2 |
vague |
muğlak |
adj. |
|
- They found her statement vague and complicated.
- İfadesini muğlak ve karmaşık bulmuşlardı.
- Unfortunately, the proposed policy is somewhat vague in a number of essential, concrete points.
- Ne yazık ki önerilen politika bazı temel ve somut noktalarda biraz muğlaktır.
- Is it, for example, willing to tighten up the vague definition of 'good agricultural practices'?
- Örneğin, 'iyi tarım uygulamaları'nın muğlak tanımını daraltmaya istekli mi?
- We cannot confine ourselves to vague definitions, particularly as regards the definition of market manipulation.
- Özellikle piyasa manipülasyonunun tanımına ilişkin olarak kendimizi muğlak tanımlarla sınırlayamayız.
- If we continue to be so vague, what does that mean?
- Bu kadar muğlak olmaya devam edersek, bu ne anlama gelir?
- I am afraid to say, President Prodi, that your programme is rather vague on this point, not to say slightly rhetorical.
- Başkan Prodi, korkarım ki programınız bu noktada oldukça muğlak, biraz retorik demeye dilim varmıyor.
- The wording concerning sensitive documents is too general and too vague.
- Hassas belgelere ilişkin ifade çok genel ve çok muğlaktır.
- This extremely vague wording would open the asylum door to a whole crowd of new immigrants.
- Bu son derece muğlak ifade, sığınma kapısını bir sürü yeni göçmene açacaktır.
- We fear that this wording is very vague.
- Bu ifadenin çok muğlak olmasından korkuyoruz.
- Vague statements and half-truths simply will not do any longer.
- Muğlak ifadeler ve yarı gerçekler artık işe yaramayacaktır.
- In the end, the adopted resolution contained a more vague passage on this point, but the intent remains.
- Nihayetinde kabul edilen karar bu konuda daha muğlak bir pasaj içermekle birlikte niyet değişmemiştir.
- It is all very vague.
- Her şey çok muğlak.
- We fear that this wording is very vague.
- Bu ifadenin çok muğlak olmasından endişe ediyoruz.
- The resolution we shall vote on tomorrow is quite vague where Turkey is concerned.
- Yarın oylayacağımız karar tasarısı Türkiye konusunda oldukça muğlak.
- That is such a vague concept that Member States, if they so wish, can more or less do their own thing.
- Bu o kadar muğlak bir kavram ki Üye Devletler isterlerse aşağı yukarı kendi bildiklerini yapabilirler.
- The European Commission is also vague on the question of complementarity.
- Avrupa Komisyonu da tamamlayıcılık konusunda muğlak bir tutum sergilemektedir.
- We have abstained because the proposals in this report are too vague.
- Bu rapordaki teklifler çok muğlak olduğu için çekimser kaldık.
- We are told that sometimes social or environmental criteria are vague.
- Bize bazen sosyal ya da çevresel kriterlerin muğlak olduğu söylendi.
- The term 'family reason' in the amendment is, in my view, too vague.
- Değişiklikte yer alan 'ailevi neden' ifadesi bence çok muğlak.
- The procedure whereby decisions are taken is confused and vague.
- Kararların alındığı prosedür karışık ve muğlaktır.
- We have abstained because the proposals in this report are too vague.
- Bu rapordaki öneriler çok muğlak olduğu için çekimser kaldık.
- My concern relates solely to the vague application of the precautionary principle.
- Benim endişem yalnızca ihtiyatlılık ilkesinin muğlak bir şekilde uygulanmasıyla ilgilidir.
- The original proposal was extremely weak and also vague.
- Orijinal teklif son derece zayıf ve aynı zamanda muğlaktı.
- There is only a vague mandate to draw up, sometime or other, an agreement on mutual judicial assistance.
- Sadece şu ya da bu şekilde karşılıklı adli yardımlaşmaya ilişkin bir anlaşma hazırlanması yönünde muğlak bir yetki var.
- In this respect, the communication is bogged down in vague descriptions.
- Bu bakımdan iletişim muğlak tanımlamalara boğulmuştur.
- There is nothing therefore that is open-ended or vague about the report which I have had the honour to compile.
- Dolayısıyla, hazırlama şerefine nail olduğum bu raporda açık uçlu ya da muğlak hiçbir husus bulunmamaktadır.
- We are told that sometimes social or environmental criteria are vague.
- Bize bazen sosyal ya da çevresel kriterlerin muğlak olduğu söyleniyor.
- Unfortunately, we find this a very vague concept.
- Maalesef bunu çok muğlak bir kavram olarak görüyoruz.
- Here, the rapporteur has done an excellent job in firming up rather vague proposals.
- Bu noktada raportör, oldukça muğlak önerileri somutlaştırarak mükemmel bir iş çıkarmıştır.
- The concept of good governance is very vague, and people do not really understand what you are promising them.
- İyi yönetişim kavramı çok muğlak ve insanlar onlara ne vaat ettiğinizi gerçekten anlamıyor.
- In this respect, the communication is bogged down in vague descriptions.
- Bu bakımdan, iletişim muğlak tanımlamalara boğulmuştur.
- The term 'family reason' in the amendment is, in my view, too vague.
- Değişiklikte yer alan "ailevi neden" ifadesi bence çok muğlak.
- The description of thematic fields is also vague, especially when it comes to the social partners.
- Tematik alanların tanımı da özellikle sosyal ortaklar söz konusu olduğunda muğlaktır.
- Tom wasn't vague.
- Tom muğlak biri değildi.
- She couldn't help but be a little vague.
- Biraz muğlak davranmaktan kendini alamadı.
- Am I being too vague?
- Çok mu muğlak konuşuyorum?
- Tom gave Mary a vague answer.
- Tom Mary'ye muğlak bir cevap verdi.
Show More (34)
|
3 |
vague |
anlaşılmaz |
adj. |
|
- Tom is being vague, isn't he?
- Tom anlaşılmaz davranıyor, değil mi?
- Tom is being really vague, isn't he?
- Tom gerçekten anlaşılmaz davranıyor, değil mi?
- Tom is being very vague, isn't he?
- Tom çok anlaşılmaz davranıyor, değil mi?
- Tom is being quite vague, isn't he?
- Tom oldukça anlaşılmaz davranıyor, değil mi?
Show More (1)
|
4 |
vague |
belli belirsiz |
adj. |
|
- Only a vague reference was made to Africa.
- Afrika'ya sadece belli belirsiz bir atıfta bulunulmuştur.
- Only a vague reference was made to Africa.
- Afrika'ya yalnızca belli belirsiz bir gönderme yapılmıştır.
- It is thanks to such humanitarian help that we can retain a vague hope in a better future.
- Bu tür insani yardımlar sayesinde daha iyi bir geleceğe dair belli belirsiz bir umudu koruyabiliyoruz.
Show More (0)
|
5 |
vague |
kararsız |
adj. |
|
- He seemed vague about what he wanted to do.
- Ne yapmak istediği konusunda kararsız görünüyordu.
- He seemed vague about what he wanted to do.
- O, yapmak istediği şey hakkında kararsız görünüyordu.
Show More (-1)
|
6 |
vague |
hayal meyal |
adj. |
|
- I have a vague memory of what Tom looks like.
- Tom'un neye benzediğini hayal meyal hatırlıyorum.
Show More (-2)
|