1 |
degree |
derece |
n. |
|
- Each individual carries a degree of responsibility for the future of the whole.
- Her bir birey, bütünün geleceği için bir dereceye kadar sorumluluk taşır.
- On the other hand, we have achieved the required degree of harmonisation.
- Öte yandan gerekli uyumlaştırma derecesine ulaşmış bulunuyoruz.
- In order to achieve the degree of transparency aimed at, we need some kind of indicators.
- Hedeflenen şeffaflık derecesine ulaşmak için bazı göstergelere ihtiyacımız var.
- In addition, we have noticed that Europe is still not speaking with one voice to a sufficient degree.
- Buna ek olarak, Avrupa'nın hala yeterli derecede tek sesle konuşmadığını fark ettik.
- There is, of course, a degree of competition, the question of teaching rights.
- Elbette öğretmen hakları konusunda bir dereceye kadar rekabet söz konusu.
- All that range, to a certain degree, is given this treatment.
- Tüm bu aralık, belli bir dereceye kadar, bu muameleye tabi tutulur.
- It is these whom we have to protect, and so a degree of tolerance must be built up.
- Korumamız gereken kişiler bunlardır ve bu nedenle bir dereceye kadar hoşgörü inşa edilmelidir.
- Nevertheless, macroeconomic stability is not reached to a sufficient degree.
- Bununla beraber, yeterli derecede bir makroekonomik istikrara ulaşılmış değildir.
- The economy has not yet reached a sufficient degree of stability to allow for medium-term planning of economic agents.
- Ekonomi, ekonomik birimlerin orta vadeli planlamasına izin verecek yeterli istikrar derecesine henüz ulaşmamıştır.
- The high degree to which the Community's fishing opportunities are exploited is impressive and worth emphasising.
- Topluluğun balıkçılık fırsatlarından yararlanma derecesinin yüksekliği etkileyici ve vurgulanmaya değerdir.
- We must, however, exercise a degree of caution.
- Bununla birlikte, bir dereceye kadar dikkatli olmalıyız.
- There is, of course, a degree of competition, the question of teaching rights.
- Elbette bir dereceye kadar rekabet, öğretim hakları meselesi var.
- The economy has not yet reached a sufficient degree of macro-economic stability to allow proper medium-term planning.
- Ekonomi, düzgün orta vadeli planlamaya imkan verecek yeterli bir makroekonomik istikrar derecesine henüz ulaşmamıştır.
- With that degree of cooperation the most expensive part of the scheme - collection costs - are minimised.
- Bu derece bir işbirliği ile programın en pahalı kısmı olan tahsilat masrafları en aza indirilmiş olur.
- These are phenomena which are certainly present, but to a much lesser degree than in other countries.
- Bunlar kesinlikle mevcut olan olgulardır, ancak diğer ülkelere göre çok daha düşük bir derecededir.
- This, too, is a way of measuring the degree of civilisation of a people.
- Bu da bir halkın uygarlık derecesini ölçmenin bir yoludur.
- I have a proper degree of scepticism about opinion polls.
- Kamuoyu yoklamaları hakkında uygun bir şüphecilik derecesine sahibim.
- There has perhaps been a degree of confusion, as the honourable Member has said.
- Sayın Üyenin de söylediği gibi, belki bir dereceye kadar kafa karışıklığı olmuştur.
- In some countries to a greater degree and in some countries to a lesser degree.
- Bazı ülkelerde daha yüksek derecede, bazı ülkelerde ise daha düşük derecede.
- The aim of the Spring Summits is to evaluate the degree of integration of sustainable development in Community policies.
- Bahar Zirvelerinin amacı, sürdürülebilir kalkınmanın Topluluk politikalarına entegrasyon derecesini değerlendirmektir.
- We exercise the same degree of care to ensure compliance.
- Uyumluluğu sağlamak için aynı derecede özen gösteriyoruz.
- I think this is an unacceptable degree of complacency.
- Bence bu kabul edilemez derecede bir kayıtsızlık.
- The abrupt change of direction by the US might well be viewed with a degree of cynicism.
- ABD'nin ani yön değişikliği bir dereceye kadar sinizmle karşılanabilir.
- Rarely in my career as an MEP have I experienced the degree of interest awakened throughout Europe by this committee.
- Bir AP üyesi olarak kariyerim boyunca bu komitenin Avrupa çapında uyandırdığı ilginin derecesini nadiren deneyimledim.
- That also requires a degree of familiarisation on our side.
- Bu bizim açımızdan da bir dereceye kadar aşinalık gerektiriyor.
- All that range, to a certain degree, is given this treatment.
- Belli bir dereceye kadar tüm bu aralık bu muameleyi görmektedir.
- The first relates to the degree of involvement of the Commission.
- İlki Komisyon'un katılım derecesi ile ilgilidir.
- I think this is an unacceptable degree of complacency.
- Bunun kabul edilemez derecede bir rehavet olduğunu düşünüyorum.
- People often look askance at unanimous decisions, suspecting a degree of inattention.
- İnsanlar genellikle oybirliğiyle alınan kararlara şüpheyle bakar ve bir dereceye kadar dikkatsizlikten şüphelenirler.
- Furthermore, our degree of self-sufficiency would scarcely change.
- Dahası, kendi kendimize yeterlilik derecemiz neredeyse hiç değişmeyecektir.
- This distinction is not based on biological age but rather on the degree of self-sufficiency of an elderly person.
- Bu ayrım biyolojik yaşa değil, yaşlı bir kişinin kendi kendine yeterlilik derecesine dayanmaktadır.
- On the other hand, we have achieved the required degree of harmonisation.
- Öte yandan gerekli uyumlaştırma derecesine ulaştık.
- I stress that there has only been a certain degree of discipline.
- Sadece belirli bir disiplin derecesi olduğunu vurgulamak isterim.
- These are known as the spins and valley degree of freedom.
- Bunlar serbestlik dönüşleri ve vadi derecesi olarak bilinir.
- England, whose industry has attained the highest degree of development, has the biggest and best organised combinations.
- Sanayiide en yüksek gelişme derecesine ulaşmış olan İngiltere, en büyük ve en iyi örgütlenmiş bileşimlere sahiptir.
- That submission may have earned him a degree of freedom.
- Bu teslimiyet ona bir dereceye kadar serbestlik kazandırmış olabilir.
- That submission may have earned him a degree of freedom.
- Bu teslim oluş ona bir derece serbestlik kazandırmış olabilir.
- Tom has a degree in electrical engineering.
- Tom'un elektrik mühendisliğinde bir derecesi var.
- Angles are expressed in degrees and minutes.
- Açılar derece ve dakika olarak ifade edilir.
- She has a degree in biology.
- Onun biyolojide bir derecesi vardır.
- Tom has a postgraduate degree.
- Tom'un yüksek lisans derecesi vardır.
- In my city, the temperature is one degree above zero.
- Kentimde sıcaklık sıfırın üzerinde bir derece.
- I've got a 38.9 degree fever.
- Benim 38.9 derece ateşim var.
- The university conferred its highest degree on him.
- Üniversite ona en yüksek dereceyi bahşetti.
- To what degree can we trust him?
- Ona ne derece güvenebiliriz?
- They have a degree of concern about their son's safety in the city.
- Oğullarının şehirdeki güvenliği konusunda bir dereceye kadar endişeliler.
- Where did you get your degree?
- Dereceni nerede aldın?
- I've got a 38.9 degree fever.
- 38.9 derece ateşim var.
- A right angle has ninety degrees.
- Dik açı doksan derecedir.
- Tom didn't complete his degree.
- Tom derecesini tamamlamadı.
- Angles are expressed in degrees and minutes.
- Açılar derece ve dakika cinsinden ifade edilir.
- The sum of all the angles in a triangle equals 180 degrees.
- Bir üçgendeki tüm açıların toplamı 180 dereceye eşittir.
- A right angle has ninety degrees.
- Bir dik açı doksan derecedir.
- Tom has a degree in forestry.
- Tom'un ormancılık bölümünde bir derecesi var.
- The sum of all the angles in a triangle equals 180 degrees.
- Bir üçgende tüm açıları toplamı 180 dereceye eşittir.
- In my city, the temperature is one degree above zero.
- Benim şehrimde sıcaklık sıfırın bir derece üzerinde.
- He earned a law degree.
- O bir hukuk derecesi kazandı.
- There's a degree of stress in every job.
- Her işte bir dereceye kadar stres vardır.
- Not everyone needs a college degree.
- Herkese üniversite derecesi gerekmiyor.
Show More (56)
|
2 |
degree |
diploma |
n. |
|
- They often have degrees in fashion, marketing, and/or business.
- Genellikle moda, pazarlama ve/veya işletme diplomasına sahiptirler.
- They often have degrees in fashion, marketing, and/or business.
- Genellikle moda, pazarlama ve/veya işletme alanlarında diplomaları vardır.
- They often have degrees in fashion, marketing, and/or business.
- Genellikle moda, pazarlama ve/veya işletme diplomaları vardır.
- Dan had a college degree and was good at translation.
- Dan'in üniversite diploması vardı ve tercümede iyiydi.
- Tom has a master’s degree.
- Tom'un yüksek lisans diploması var.
- Tom has a chemistry degree.
- Tom kimya diplomasına sahiptir.
- Tom got his medical degree in Boston.
- Tom tıp diplomasını Boston'da aldı.
- She has a degree in biology.
- Biyoloji diploması var.
- Dan had a college degree and was good at translation.
- Dan'in bir üniversite diploması vardı ve çeviride iyiydi.
- Even though he has a college degree, Tom works as a janitor.
- Bir üniversite diplomasına sahip olsa da, Tom hademe olarak çalışır.
- Where did you get your degree?
- Diplomanı nereden aldın?
- I have a master's degree in mechanical engineering.
- Makine mühendisliğinde yüksek lisans diplomam var.
- He earned a law degree.
- Hukuk diploması almış.
- Tom has a chemistry degree.
- Tom'un kimya diploması var.
- Tom has a degree in finance.
- Tom'un finans diploması var.
- Tom is getting a teaching degree.
- Tom öğretmenlik diploması alıyor.
- Not everyone needs a college degree.
- Herkesin üniversite diplomasına ihtiyacı yoktur.
- Tom has a degree in electrical engineering.
- Tom'un elektrik mühendisliği diploması var.
- Tom's purpose in college is to get a degree.
- Tom'un üniversitedeki amacı diploma almaktır.
- Tom has a law degree.
- Tom'un hukuk diploması var.
- Mary will get her degree in June.
- Mary Haziran'da diplomasını alacak.
- Tom had a degree in psychology.
- Tom'un psikoloji diploması vardı.
- He will get a better job with a college degree.
- Üniversite diplomasıyla daha iyi bir iş bulacak.
- Tom has a degree in biology.
- Tom'un biyoloji diploması var.
- I have a music education degree.
- Müzik eğitimi diplomam var.
- I had two years to finish my degree.
- Diplomamı bitirmek için iki yılım vardı.
- Layla had a degree in psychology.
- Layla'nın psikoloji diploması vardı.
- Tom has a four-year degree.
- Tom'un dört yıllık bir diploması var.
- Tom has a degree in finance.
- Tom'un bir maliye diploması vardır.
- Layla had a degree in psychology.
- Leyla'nın psikolojide diploması vardı.
- I have a degree in biology.
- Biyoloji diplomam var.
- Tom has a degree in music education.
- Tom'un müzik eğitimi diploması var.
- I have a degree in forestry.
- Ormancılık diplomam var.
- We haven't been able to find out where Tom got his degree.
- Tom'un diplomasını nereden aldığını öğrenemedik.
- Even though he has a college degree, Tom works as a janitor.
- Üniversite diploması olmasına rağmen, Tom kapıcı olarak çalışıyor.
- He has a degree in forestry.
- Ormancılık diploması var.
- Sami had a college degree.
- Sami'nin üniversite diploması vardı.
- Sami studied for an engineering degree.
- Sami mühendislik diploması için çalıştı.
- I have three college degrees.
- Üç üniversite diplomam var.
- Tom has a degree in mechanical engineering.
- Tom'un makine mühendisliği diploması var.
- I have a degree in psychology.
- Psikoloji diplomam var.
- Tom has a degree in forestry.
- Tom'un ormancılık alanında bir diploması var.
- He will get a better job with a college degree.
- Üniversite diploması ile daha iyi bir iş bulacak.
- Tom will get a better job with a college degree.
- Tom üniversite diplomasıyla daha iyi bir iş bulacak.
- Tom has a degree in forestry.
- Tom'un ormancılık diploması var.
- Tom has a degree in psychology.
- Tom'un psikoloji diploması var.
Show More (43)
|
3 |
degree |
ölçü |
n. |
|
- We have seen a degree of restraint that we have to welcome.
- Memnuniyetle karşılamamız gereken bir ölçüde itidal gördük.
- Opinions will differ to a marked degree as regards the Guidelines.
- Kılavuz İlkeler konusunda da görüşler belirgin ölçüde farklılık gösterecektir.
- We have seen a degree of restraint that we have to welcome.
- Hoş karşılamamız gereken bir ölçüde kısıtlama gördük.
- My personal analysis of this is that we are only able to influence the choice of these people to a very small degree.
- Benim bu konudaki kişisel analizim, bu insanların seçimlerini ancak çok küçük bir ölçüde etkileyebildiğimiz yönündedir.
- Opinions will differ to a marked degree as regards the Guidelines.
- Kılavuz İlkeler konusunda görüşler belirgin ölçüde farklılık gösterecektir.
- However, a certain degree of flexibility and pragmatism will be required.
- Bununla birlikte, belirli bir ölçüde esneklik ve pragmatizm gerekecektir.
- There is now a degree of security in Afghanistan.
- Afganistan'da şu anda bir ölçüde güvenlik var.
- In some countries to a greater degree and in some countries to a lesser degree.
- Bazı ülkelerde daha büyük ölçüde, bazı ülkelerde ise daha küçük ölçüde.
- There is now a degree of security in Afghanistan.
- Afganistan'da artık bir ölçüde güvenlik sağlanmıştır.
- Opinions will differ to a marked degree as regards the Guidelines.
- Kılavuz İlkeler ile ilgili olarak görüşler belirgin ölçüde farklılık gösterecektir.
- The complexity and diversity of this indispensable partnership inevitably generate a certain degree of friction.
- Bu vazgeçilmez ortaklığın karmaşıklığı ve çeşitliliği kaçınılmaz olarak belirli ölçüde sürtüşme yaratmaktadır.
- The problems of the industry have built up a great degree of resentment.
- Sektörün sorunları büyük ölçüde kızgınlık yaratmıştır.
- This fact alone can incite us to the required degree and reduce our negligence to date.
- Sadece bu gerçek bile bizi gerekli ölçüde teşvik edebilir ve bugüne kadarki ihmalimizi azaltabilir.
- That has also, alas, and to a somewhat lesser degree, been true of the statements from the Commission.
- Ne yazık ki bu durum Komisyon'dan gelen açıklamalar için de biraz daha az ölçüde geçerli olmuştur.
- The link in the case of cod and, to a lesser degree, of hake, is evident.
- Morina balığı ve daha az ölçüde de berlam balığı ile ilgili bağlantı açıktır.
- There's a degree of stress in every job.
- Her işte bir ölçüde stres vardır.
- All forecasts have a certain degree of uncertainty.
- Bütün tahminler belirli bir ölçüde belirsizlik içerirler.
Show More (14)
|
4 |
degree |
düzey |
n. |
|
- What worries us most is the low degree of implementation of Structural Fund payments.
- Bizi en çok endişelendiren ise Yapısal Fon ödemelerinin düşük düzeyde uygulanmasıdır.
- These regions have not yet achieved the initial objective of the CAP, namely a degree of agricultural self-sufficiency.
- Bu bölgeler henüz OTP'nin başlangıçtaki hedefine, yani tarımda kendi kendine yeterlilik düzeyine ulaşamamıştır.
- Therefore, it is necessary to ensure the maximum possible degree of decentralisation.
- Bu nedenle, mümkün olan en üst düzeyde ademi merkeziyetçiliğin sağlanması gerekmektedir.
- Above all, a higher degree of democratic supervision could be introduced.
- Her şeyden önce, daha yüksek düzeyde bir demokratik denetim getirilebilir.
- That has also, alas, and to a somewhat lesser degree, been true of the statements from the Commission.
- Ne yazık ki bu durum, Komisyon'un açıklamaları için de biraz daha düşük düzeyde geçerli olmuştur.
- No doubt there are, but the directive provides a further degree of synergy.
- Hiç şüphesiz var, ancak direktif daha ileri düzeyde bir sinerji sağlıyor.
- Optimal care must be combined with a maximum degree of consumer protection.
- Optimum bakım, maksimum düzeyde tüketici koruması ile birleştirilmelidir.
- The proposals do involve a minimum degree of administration and documentation.
- Teklifler asgari düzeyde yönetim ve dokümantasyon gerektirmektedir.
- No doubt there are, but the directive provides a further degree of synergy.
- Hiç şüphe yok ki var, ancak direktif daha ileri düzeyde bir sinerji yaratıyor.
- England, whose industry has attained the highest degree of development, has the biggest and best organised combinations.
- Endüstrisi en yüksek gelişme düzeyine ulaşmış olan İngiltere, en büyük ve en iyi organize edilmiş bileşimlere sahiptir.
Show More (7)
|
5 |
degree |
lisans |
n. |
|
- I have a master's degree in mathematics.
- Matematikte yüksek lisans yaptım.
- He planned to seek a master's degree in international relations.
- Uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisans yapmayı planlıyordu.
- He is working toward a master's degree in engineering.
- Mühendislik alanında yüksek lisans yapmak için çalışıyor.
- He is working toward a master's degree in engineering.
- Mühendislik alanında yüksek lisans yapmaya çalışıyor.
- I have a master's degree in mechanical engineering.
- Makine mühendisliğinde yüksek lisans yaptım.
- He planned to seek a master's degree in international relations.
- Uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisans yapmayı planlamıştı.
- Tom is working toward a master's degree in engineering.
- Tom mühendislik alanında yüksek lisans yapmak için çalışıyor.
- I have a master's degree in mechanical engineering.
- Makine mühendisliği alanında yüksek lisans yaptım.
- Tom got his master's degree three years ago.
- Tom yüksek lisansını üç yıl önce aldı.
- Tom is working on his master's degree.
- Tom yüksek lisans eğitimi üzerinde çalışıyor.
Show More (7)
|
6 |
degree |
derece vermek |
v. |
|
- The university conferred its highest degree on him.
- Üniversite ona, en yüksek derecesini verdi.
- The college bestowed an honorary degree on him.
- Üniversite ona onursal bir derece verdi.
Show More (-1)
|