| 1 |
dense |
yoğun |
adj. |
|
- Our flight was delayed due to the dense fog.
- Uçuşumuz yoğun sis nedeniyle rötar yaptı.
- Warm air is less dense and hence moves upwards.
- Sıcak hava daha az yoğun olduğundan yukarı yönde hareket eder.
- The programme you have presented for your Presidency is extremely dense.
- Başkanlığınız için sunduğunuz program son derece yoğun.
- It seems to me that the forty pages of this White Paper are forty dense pages, full of reflection and proposals.
- Bana öyle geliyor ki bu Beyaz Kitap'ın kırk sayfası, düşünce ve önerilerle dolu kırk yoğun sayfadır.
- Some hundreds of regional projects have been financed and have promoted a dense network of human exchanges.
- Yüzlerce bölgesel proje finanse edilmiş ve yoğun bir insan değişim ağını teşvik etmiştir.
- American cities are not as dense as European cities.
- Amerikan şehirleri, Avrupa şehirleri kadar yoğun değildir.
- The fog was so dense, we could hardly see anything.
- Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.
- Earth is the densest planet of the Solar System.
- Dünya, Güneş Sistemi'nin en yoğun gezegenidir.
- You're really dense, aren't you?
- Gerçekten yoğunsun, değil mi?
- Black holes are very dense.
- Kara delikler çok yoğundur.
- The fog was so dense, we could hardly see anything.
- Sis o kadar yoğundu ki hiçbir şey göremiyorduk.
- The foliage is very dense.
- Yapraklar çok yoğun.
- There is a dense population of young people around here.
- Buralarda yoğun bir genç nüfus var.
- The foliage is very dense.
- Yeşillik çok yoğun.
- Are you that dense?
- O kadar yoğun musun?
- There is a dense population of young people around here.
- Bu çevrede yoğun bir genç nüfus vardır.
- He has a very dense beard.
- Onun çok yoğun bir sakalı var.
- Earth is the densest planet of the Solar System.
- Dünya güneş sisteminin en yoğun gezegenidir.
- The fog's very dense.
- Sis çok yoğun.
- American cities are not as dense as European cities.
- Amerikan şehirleri Avrupa şehirleri kadar yoğun değildir.
Show More (17)
|
| 2 |
dense |
sık |
adj. |
|
- Frank made his way through the dense jungle.
- Frank sık ormanın içerisinde ilerlemeye başladı.
- He has a very dense beard.
- Çok sık bir sakalı var.
- The man was hiding in a dense forest.
- Adam sık bir ormanda saklanıyordu.
- Sami hid in a dense thicket.
- Sami sık bir çalılıkta saklandı.
- This forest is very dense.
- Bu orman çok sık.
Show More (2)
|
| 3 |
dense |
kalın kafalı |
adj. |
|
- Is he a bit dense or something? I had to explain the procedure to him several times now.
- Biraz kalın kafalı falan mı? Prosedürü ona birkaç kez açıklamak zorunda kaldım.
- Are you that dense?
- O kadar kalın kafalı mısınız?
- You're really dense, aren't you?
- Çok kalın kafalısın, değil mi?
- Tom can't believe how dense Mary is.
- Tom, Mary'nin ne kadar kalın kafalı olduğuna inanamıyor.
Show More (1)
|
| 4 |
dense |
ağır |
adj. |
|
- How does the professor expect us to understand such a dense piece of writing?
- Profesör bu kadar ağır bir metni anlamamızı nasıl bekliyor?
Show More (-2)
|
