grow - Anglais Turc Phrases
Anglais Turc
grow büyümek v.
  • Whilst the base station network has grown phenomenally, the figures for cancer in Finland have fallen radically.
  • Baz istasyonu ağı olağanüstü bir şekilde büyürken, Finlandiya'da kanser rakamları radikal bir şekilde düşmüştür.
  • The principle of subsidiarity must serve more clearly as a guide to cooperation as the EU grows.
  • Yetki ikamesi ilkesi, AB büyüdükçe daha açık bir şekilde işbirliği için bir rehber olarak hizmet etmelidir.
  • The European Union's aim is to grow annually in economic terms.
  • Avrupa Birliği'nin hedefi ekonomik açıdan her yıl büyümektir.
Show More (213)
grow yetiştirmek v.
  • We have been growing our own vegetables for ten years.
  • On yıldır kendi sebzelerimizi yetiştiriyoruz.
  • One hundred and fifty Ugandan shillings are what a grower gets for a kilo of the coffee he grows.
  • Bir üreticinin yetiştirdiği kahvenin bir kilosu için aldığı para yüz elli Uganda şilinidir.
  • The only thing they know they can do is to grow more food.
  • Yapabileceklerini bildikleri tek şey daha fazla gıda yetiştirmek.
Show More (119)
grow artmak v.
  • There is a growing number of shops on our block.
  • Mahallemizde dükkan sayısı giderek artıyor.
  • The noise from the construction site had grown even louder.
  • İnşaat alanından gelen gürültü daha da artmıştı.
  • Otherwise, confidence in e-trade will not grow.
  • Aksi takdirde e-ticarete olan güven artmayacaktır.
Show More (57)
grow yetişmek v.
  • Lavender grows well in dry soil.
  • Lavanta kuru toprakta iyi yetişir.
  • I didn't know apple trees grow from seeds.
  • Elma ağaçlarının tohumdan yetiştiklerini bilmiyordum.
  • Nothing seems to grow in this soil.
  • Bu toprakta hiçbir şey yetişmiyor gibi görünüyor.
Show More (55)
grow olmak v.
  • The transport sector's demand for energy will continue to grow.
  • Taşımacılık sektörünün enerjiye olan talebi artmaya devam edecektir.
  • Laeken also asked the European Union to grow closer to its citizens.
  • Laeken ayrıca Avrupa Birliği'nden vatandaşlarına daha yakın olmasını istedi.
  • The older we grow, the more forgetful we become.
  • Ne kadar yaşlanırsak o kadar unutkan oluruz.
Show More (19)
grow uzatmak v.
  • She grew her nails long and painted them blue.
  • Tırnaklarını uzatıp maviye boyamış.
  • Tom decided to grow sideburns.
  • Tom favorilerini uzatmaya karar verdi.
  • He grew a beard while he was on holiday.
  • O, tatildeyken sakal uzattı.
Show More (17)
grow bırakmak v.
  • He is growing a mustache.
  • Bıyık bırakıyor.
  • Are you growing a beard?
  • Sakal mı bırakıyorsun?
  • Are you trying to grow a beard?
  • Sakal mı bırakmaya çalışıyorsun?
Show More (13)
grow çıkmak v.
  • They are expected to grow to more than EUR 7 000 billion by 2010.
  • Bunların 2010 yılına kadar 7.000 milyar Euro'nun üzerine çıkması beklenmektedir.
  • Multilingualism will increase in Parliament, as the number of official languages will grow from 11 to 20.
  • Resmi dillerin sayısı 11'den 20'ye çıkacağı için Parlamentoda çok dillilik artacaktır.
  • Research expenditure is also permitted to grow next year to EUR 4.8 billion.
  • Araştırma harcamalarının da önümüzdeki yıl 4.8 milyar Euro'ya çıkmasına izin verilmektedir.
Show More (8)
grow büyütmek v.
  • Management plans to grow the software side of the business.
  • Yönetim, işin yazılım tarafını büyütmeyi planlıyor.
  • It is important for many European companies to grow their businesses through revenue secured by patents and licences.
  • Birçok Avrupalı şirket için patentler ve lisanslarla güvence altına alınan gelirler yoluyla işlerini büyütmek önemlidir.
  • Look, they say listening to Mozart makes tomatoes grow.
  • Bak, Mozart dinlemek domatesleri büyütür derler.
Show More (3)
grow gelişmek v.
  • I believe I have grown as a writer.
  • Bir yazar olarak geliştiğime inanıyorum.
  • Machine learning is growing fast and teaching us a lot.
  • Makine öğrenimi hızla gelişiyor ve bize de çok şey öğretiyor.
  • Mobile marketing is still a growing platform, and not all companies have recognized it has power.
  • Mobil pazarlama hala gelişmekte olan bir platform ve henüz pek çok şirket bu gücün farkında değil.
Show More (3)
grow dönüşmek v.
  • What guarantees do we have that they will grow into first-class players in the league of the internal market?
  • İç pazar liginde birinci sınıf oyunculara dönüşeceklerine dair ne gibi garantilerimiz var?
  • The insect grew out of a pupa into an imago.
  • Böcek bir pupadan bir imagoya dönüştü.
  • A small village grew into a large city.
  • Küçük bir köy büyük bir şehre dönüştü.
Show More (1)
grow ilerlemek v.
  • The older we grow, the more forgetful we become.
  • Yaşımız ilerledikçe daha unutkan hale geliriz.
  • He grew up to be a famous musician in later years.
  • İlerleyen yıllarda ünlü bir müzisyen oldu.
  • As Sami grew older, he became interested in Islam.
  • Yaşı ilerledikçe Sami'nin İslam'a olan ilgisi arttı.
Show More (0)
grow (saç, tırnak) uzamak v.
  • I let my hair grow down to my shoulders.
  • Saçlarımı omuzlarıma kadar uzattım.
Show More (-2)
grow uzamak v.
  • Kelly grew 12 cm since last fall.
  • Kelly geçen sonbahardan bu yana 12 cm uzadı.
Show More (-2)
grow meye/maya başlamak v.
  • My mother grew to like my fiancée.
  • Annem nişanlımı sevmeye başlamıştı.
Show More (-2)
grow bitmek v.
  • Grass doesn't grow here.
  • Burada ot bitmez.
Show More (-2)