have - Anglais Turc Phrases
Anglais Turc
have sahip olmak v.
  • My mom has a part-time job.
  • Annemin yarı zamanlı çalıştığı bir işi var.
  • It says that we have the political will to implement the CFSP mechanism, even if it is still unfinished.
  • Henüz tamamlanmamış olsa bile ODGP mekanizmasını uygulamak için siyasi iradeye sahip olduğumuzu söylüyor.
  • We would have had time today for anyone with any inclination to notice what we should have.
  • Bugün, herhangi bir eğilimi olan herhangi birinin neye sahip olmamız gerektiğini fark etmesi için zamanımız olacaktı.
Show More (896)
have olmak v.
  • I heard you are having a baby, congratulations!
  • Bebeğiniz olacağını duydum, tebrikler!
  • I have an aunt who is an architect.
  • Mimar olan bir teyzem var.
  • These three pandemics have reminded us that the planet is like another Space Shuttle Columbia.
  • Bu üç salgın bize gezegenin bir başka Columbia Uzay Mekiği gibi olduğunu hatırlattı.
Show More (555)
have geçirmek v.
  • We have had a successful Bonn Conference and a Tokyo Donors Conference.
  • Başarılı bir Bonn Konferansı ve Tokyo Donörler Konferansı geçirdik.
  • Anyone who did not belong to the main population group of Sunni Turkish speakers had a difficult time.
  • Sünni Türkçe konuşan ana nüfus grubuna ait olmayan herkes zor zamanlar geçirdi.
  • Why has it taken so long for this reform to be introduced?
  • Bu reformun hayata geçirilmesi neden bu kadar uzun sürdü?
Show More (262)
have bulunmak v.
  • It has repercussions for both the protection of the environment and passenger safety.
  • Bu anlaşmanın hem çevrenin korunması hem de yolcu güvenliği açısından yansımaları bulunmaktadır.
  • The EBRD has a political mandate.
  • AİKB'nin siyasi bir yetkisi bulunmaktadır.
  • And the OAU, for its part, does not have a parliament.
  • OAU'nun ise bir parlamentosu bulunmamaktadır.
Show More (112)
have içmek v.
  • Here you are, have some coffee.
  • Buyurun, biraz kahve için.
  • I usually have pancakes for breakfast.
  • Kahvaltıda genellikle krep yerim.
  • Have you taken lemon balm?
  • Melisa çayı içtiniz mi?
Show More (51)
have yemek v.
  • Jen is going to have a dinner with her best friend tonight.
  • Jen bu gece en iyi arkadaşıyla yemeğe çıkacak.
  • Have dinner with us.
  • Bizimle yemek ye.
  • You've already had cake.
  • Zaten kek yedin.
Show More (32)
have yapmak v.
  • I am having a party tonight, would you like to join me?
  • Bu gece bir parti yapıyorum, bana katılmak ister misin?
  • We had a public hearing on this subject a year ago.
  • Bir yıl önce bu konuda halka açık bir oturum yaptık.
  • We had a number of preliminary discussions together.
  • Birlikte bir dizi ön görüşme yaptık.
Show More (24)
have almak v.
  • Sir Doyle had so many letters that he revived the character in his novel.
  • Sir Doyle o kadar çok mektup aldı ki, yazdığı romanında karakteri yeniden canlandırdı.
  • I'd like to have ketchup on the side.
  • Ayrıca ketçap almak istiyorum.
  • Can I have a ticket to London, please?
  • Londra'ya bir bilet alabilir miyim, lütfen?
Show More (7)
have elde etmek v.
  • We have obtained support for reforms that are necessary, especially in an enlarged EU.
  • Özellikle genişlemiş bir AB'de gerekli olan reformlar için destek elde ettik.
  • We have had only limited success here.
  • Burada sadece sınırlı bir başarı elde ettik.
  • We have therefore had some successes.
  • Bu nedenle bazı başarılar elde ettik.
Show More (3)
have tutmak v.
  • My uncle had his eyes closed when the doctor enters into his room.
  • Doktor odasına girerken amcam gözlerini kapalı tutuyordu.
  • He had me by the arm.
  • Beni kolumdan tuttu.
  • You can have someone do it for you.
  • Senin için yapsın diye birini tutabilirsin.
Show More (2)
have … var v.
  • I am having second thoughts about this job offer.
  • Bu iş teklifi konusunda tereddütlerim var.
  • My mom has blue eyes.
  • Annemin mavi gözleri var.
  • Turkey has more than a hundred lakes.
  • Türkiye'de yüzden fazla göl vardır.
Show More (1)
have yaptırmak v.
  • Cem had us laughing so hard, our faces hurt.
  • Cem bizi öyle bir güldür ki, yüzlerimiz ağrıdı.
  • I had Eren do my math homework.
  • Matematik ödevimi Eren'e yaptırdım.
  • I'll have Tom do that right away.
  • Tom'a bunu hemen yaptıracağım.
Show More (0)
have zorunda olmak v.
  • I have to call her before it's too late.
  • Çok geç olmadan onu aramak zorundayım.
  • You just had to tell her my mistake, didn't you?
  • Ona benim hatamı söylemek zorunda mıydın, ha?
Show More (-1)
have geçmek v.
  • It is not the last time we shall have that opportunity.
  • Bu fırsat son kez elimize geçmeyecek.
  • Did you have a good birthday?
  • Doğum günün iyi geçti mi?
Show More (-1)
have (ağrı) çekmek v.
  • I have a nasty headache.
  • Fena bir baş ağrısı çekiyorum.
Show More (-2)
have ... kadar zamanı olmak v.
  • She has two years and then she will go to college.
  • İki yılı var, sonrasında üniversiteye gidecek.
Show More (-2)
have -si olmak v.
  • I had the opportunity to fire him, but I changed my mind.
  • Onu kovma fırsatım olmuştu ama fikrimi değiştirdim.
Show More (-2)
have doğurmak v.
  • I heard they are having a baby, congratulations!
  • Bebekleri olacağını duydum, tebrikler!
Show More (-2)
have birlikte olmak v.
  • I guess he has had lots of women.
  • Bir sürü kadınla birlikte olduğunu düşünüyorum
Show More (-2)
have zorunda kalmak v.
  • He'll have to come home sooner or later.
  • Er ya da geç eve dönmek zorunda kalacak.
Show More (-2)
have -meli/malı v.
  • It has to be a suit - or they won't let you in.
  • Takım elbise olmalı, yoksa içeri almazlar.
Show More (-2)
have elinde bulunmak v.
  • I have two computers.
  • Elimde bulunan iki bilgisayar var.
Show More (-2)
have etmek v.
  • Let's have a chat.
  • Hadi biraz sohbet edelim.
Show More (-2)
have (duygu, deneyim) yaşamak v.
  • I am having some serious problems with math.
  • Matematikle ilgili ciddi sıkıntılar yaşıyorum.
Show More (-2)
have neden olmak v.
  • This approach could have destructive consequences.
  • Bu yaklaşım yıkıcı sonuçlara neden olabilir.
Show More (-2)
have (elinde) kalmak v.
  • They have no vacant rooms left.
  • Hiç boş odaları kalmamış.
Show More (-2)
have yanında çalıştırmak v.
  • I have hundreds of lawyers working for me.
  • Benim için yanımda çalışan yüzlerce avukatım var.
Show More (-2)
have kabul etmek v.
  • He will have no visitors today; thank you for your understanding.
  • Bugün ziyaretçi kabul etmeyecektir; anlayışınız için teşekkür ederiz.
Show More (-2)
have elinde tutmak v.
  • What I have in my hand is a fossil seashell.
  • Elimde tuttuğum şey bir deniz kabuğu fosili.
Show More (-2)