1 |
lay |
koymak |
v. |
|
- I thoroughly support your plan, as you have laid it before us.
- Önümüze koyduğunuz planınızı sonuna kadar destekliyorum.
- You have clearly laid out your ideas.
- Fikirlerinizi açıkça ortaya koydunuz.
- Tom laid a blanket over Mary.
- Tom Mary'nin üzerine bir battaniye koydu.
- He laid his bag on the table.
- Çantasını masanın üzerine koydu.
- Mary laid her head on Tom's shoulder and soon fell asleep.
- Mary başını Tom'un omzuna koydu ve kısa sürede uykuya daldı.
- Tom laid his bag on the table.
- Tom çantasını masanın üzerine koydu.
- Tom laid his head on the pillow.
- Tom başını yastığa koydu.
- She laid her head down on the pillow.
- Başını yastığa koydu.
- Tom laid his racket on the ground.
- Tom raketini yere koydu.
- He laid by 100 dollars this month.
- Bu ay 100 dolar bir kenara koydu.
- Lucy came closer to the boy and laid her hand on his head.
- Lucy, çocuğa yaklaştı ve elini onun başına koydu.
- Tom took off his jacket and laid it on the chair.
- Tom ceketini çıkardı ve sandalyenin üzerine koydu.
- She laid the paper out on the table.
- Gazeteyi masanın üzerine koydu.
- Tom laid his keys on the kitchen table.
- Tom anahtarlarını mutfak masasının üzerine koydu.
- The suspect had to lay all his things on the table.
- Şüpheli tüm eşyalarını masanın üzerine koymak zorunda kaldı.
- He laid his hands on her shoulders.
- O ellerini onun omuzlarına koydu.
- Ken laid aside some money each week.
- Ken her hafta bir kenara biraz para koydu.
- The mother laid her baby on the bed softly.
- Anne, bebeğini usulca yatağa koydu.
- Tom laid the newspaper on the table.
- Tom gazeteyi masanın üzerine koydu.
- Mary laid her head on Tom's shoulder and soon fell asleep.
- Mary başını Tom'un omzuna koydu ve kısa süre sonra uykuya daldı.
- He laid his head on the pillow.
- Başını yastığa koydu.
- Tom laid his head down on the pillow.
- Tom başını yastığa koydu.
- After some hesitation, he laid the book on the desk.
- Biraz tereddütten sonra kitabı masaya koydu.
- Tom took off his jacket and laid it on the chair.
- Tom ceketini çıkardı ve sandalyeye koydu.
- Lay the book on the table.
- Kitabı masanın üzerine koy.
- He laid the book on the desk.
- Kitabı masanın üzerine koydu.
- You have clearly laid out your ideas.
- Fikirlerini açıkça ortaya koydun.
- Tom pulled out another document and laid it on the table.
- Tom başka bir belge çıkardı ve masanın üzerine koydu.
- He laid aside a few dollars each week.
- Her hafta birkaç dolar kenara koyar.
- Tom laid the book on the desk.
- Tom kitabı masanın üzerine koydu.
- Tom laid all his cards on the table.
- Tom tüm kartlarını masanın üzerine koydu.
- He laid his hands on her shoulders.
- Ellerini onun omuzlarına koydu.
- Tom laid his keys on the kitchen table.
- Tom anahtarlarını mutfak masasına koydu.
- After some hesitation, he laid the book on the desk.
- Biraz tereddüt ettikten sonra kitabı masanın üzerine koydu.
- Tom laid his hands on Mary's shoulders.
- Tom ellerini Mary'nin omuzlarına koydu.
- She laid the magazine on the table.
- Dergiyi masanın üzerine koydu.
- Lucy came closer to the boy and laid her hand on his head.
- Lucy, çocuğa yakınlaştı ve elini onun kafasına koydu.
- Tom removed his pistol from his shoulder holster and laid it on the table.
- Tom tabancasını omuz kılıfından çıkardı ve masanın üzerine koydu.
- Lay it on the table.
- Masanın üzerine koy.
- The suspect had to lay all his personal effects on the table.
- Şüpheli tüm kişisel eşyalarını masanın üzerine koymak zorunda kaldı.
- Ken laid aside some money each week.
- Ken her hafta kenara biraz para koyar.
- Lay this aside for me.
- Bunu benim için bir kenara koy.
- Tom laid his hand on Mary's arm.
- Tom elini Mary'nin koluna koydu.
- Tom took his watch off and laid it on the table.
- Tom saatini çıkardı ve masanın üzerine koydu.
- He laid his head on the pillow.
- O, başını yastığa koydu.
- Tom laid the racket on the ground.
- Tom raketi yere koydu.
- Father laid his hand on my shoulder.
- Babam elini omzuma koydu.
- Tom wrote Mary's phone number on a piece of paper and laid it on the table near his telephone.
- Tom, Mary'nin telefon numarasını bir kağıda yazdı ve telefonunun yanındaki masanın üzerine koydu.
- Tom laid the book on the desk.
- Tom kitabı masanın üstüne koydu.
- He laid the book on the desk.
- O, kitabı masanın üstüne koydu.
Show More (47)
|
2 |
lay |
yumurtlamak (yumurta) |
v. |
|
- Caretta Carettas lay their eggs by the beach in the sand.
- Caretta Carettalar yumurtalarını sahilde kuma bırakırlar.
- Laying hens must be kept exclusively in spacious, free-range birdhouses.
- Yumurtlayan tavuklar sadece geniş, serbest dolaşan kuş kümeslerinde tutulmalıdır.
- These geese lay golden eggs.
- Bu kazlar altın yumurta yumurtlar.
- Even a black hen lays white eggs.
- Siyah bir tavuk bile beyaz yumurtalar yumurtlar.
- That chicken hasn't laid any eggs lately.
- O tavuk son zamanlarda hiç yumurta yumurtlamadı.
- Our hens laid a lot of eggs yesterday.
- Dün tavuklarımız bir sürü yumurta yumurtladı.
- Even a black hen lays white eggs.
- Siyah bir tavuk bile beyaz yumurtlar.
- If the universe is a cosmic egg, who laid it?
- Evren kozmik bir yumurta ise, onu kim yumurtladı?
- That chicken hasn't laid any eggs lately.
- O tavuk son zamanlarda hiç yumurtlamadı.
- If the universe is a cosmic egg, who laid it then?
- Evren bir kozmik yumurta ise, o zaman onu kim yumurtladı?
- Black hens lay white eggs.
- Siyah tavuklar bile beyaz yumurtlar.
- If the universe is a cosmic egg, who laid it?
- Eğer evren kozmik bir yumurtaysa, onu kim yumurtladı?
- My hens laid fewer eggs last year.
- Tavuklarım geçtiğimiz sene daha az yumurtladı.
- Don't kill the goose that lays the golden eggs.
- Altın yumurtlayan tavuğu kesmeyin.
- That hen hasn't laid any eggs at all, lately.
- Bu tavuk son zamanlarda hiç yumurtlamadı.
- That chicken hasn't laid any eggs recently.
- O tavuk son zamanlarda hiç yumurtlamadı.
- How many eggs does a fly lay?
- Bir sinek kaç tane yumurta yumurtlar?
- These geese lay golden eggs.
- Bu kazlar altın yumurtlar.
- If the universe is a cosmic egg, who laid it then?
- Eğer evren kozmik bir yumurtaysa, onu kim yumurtladı?
- Fat hens lay few eggs.
- Şişman tavuklar az yumurtlar.
- That hen hasn't laid any eggs at all, lately.
- O tavuk son zamanlarda hiç yumurtlamadı.
- Don't kill the goose that lays the golden eggs.
- Altın yumurtlayan kazı kesme.
- How many eggs does this hen lay each week?
- Bu tavuk her hafta kaç tane yumurta yumurtluyor?
- Black hens lay white eggs.
- Siyah tavuklar beyaz yumurtlar.
Show More (21)
|
3 |
lay |
bırakmak |
v. |
|
- Our hens laid a lot of eggs yesterday.
- Tavuklarımız dün bir sürü yumurta bıraktı.
- Salmon lay their eggs in fresh water.
- Somonlar yumurtalarını tatlı suya bırakırlar.
- He laid the book aside and looked up.
- Kitabı bırakıp kafasını kaldırdı.
- Betty laid herself on the bed.
- Betty kendini yatağa bıraktı.
- How many eggs does a fly lay?
- Bir sinek kaç yumurta bırakır?
- Lay the book on the table.
- Kitabı masaya bırak.
- Tom laid the book aside and looked up.
- Tom kitabı bir kenara bıraktı ve başını kaldırıp baktı.
- She laid the paper out on the table.
- Kağıdı masanın üzerine bıraktı.
- Tom laid the gun down on the floor.
- Tom silahı yere bıraktı.
- This hen lays an egg almost every day.
- Bu tavuk neredeyse her gün bir yumurta bırakır.
- Tom laid flowers at Mary's grave.
- Tom, Mary'nin mezarına çiçek bıraktı.
- Tom laid the bat on the ground.
- Tom sopayı yere bıraktı.
- Tom laid his cards down on the table with a smile.
- Tom gülümseyerek kartlarını masaya bıraktı.
- Lay it on the table.
- Onu masaya bırakın.
- Tom laid the racket on the ground.
- Tom raketi yere bıraktı.
- How many eggs does this hen lay each week?
- Bu tavuk haftada kaç yumurta bırakıyor?
- My hens laid fewer eggs last year.
- Tavuklarım geçen yıl daha az yumurta bıraktı.
- Tom removed his pistol from his shoulder holster and laid it on the table.
- Tom silahını kılıfından çıkardı ve onu masaya bıraktı.
- She laid herself on the grass.
- Kendini çimlerin üzerine bıraktı.
- We shouldn't have to lay anyone off.
- Kimseyi bırakmak zorunda kalmamalıyız.
- He laid the book aside and looked up.
- Kitabı bir kenara bıraktı ve başını kaldırdı.
Show More (18)
|
4 |
lay |
yatırmak |
v. |
|
- Bring her in here and lay her on the sofa.
- Onu buraya getirin ve divana yatırın.
- We laid the injured man on the grass.
- Yaralı adamı çimlerin üzerine yatırdık.
- Bring her in here and lay her on the sofa.
- Onu buraya getirin ve kanepeye yatırın.
- He laid by 100 dollars this month.
- Bu ay 100 dolar yatırdı.
- I'm going to lay you down in the green grass underneath that big old oak tree and then carve our initials into its trunk.
- Seni şu büyük meşe ağacının altındaki yeşil çimenlere yatıracağım ve sonra ağacın gövdesine baş harflerimizi kazıyacağım.
- She laid the child down gently.
- Çocuğu nazikçe yatırdı.
- She will lay the doll on her bed.
- Bebeği yatağına yatıracak.
- He became sick and they laid him on a bench.
- Hastalandı ve onu bir banka yatırdılar.
- She will lay the doll on her bed.
- Oyuncak bebeği yatağına yatıracak.
Show More (6)
|
5 |
lay |
sermek |
v. |
|
- She laid the cloth flat on the table.
- Bezi masanın üzerine düz bir şekilde serdi.
- I laid a blanket over her.
- Üzerine bir battaniye serdim.
- I laid a blanket over her.
- Ben onun üzerine bir battaniye serdim.
- The marionette took off his clothes and laid them on the sand to dry.
- Kukla, elbiselerini çıkardı ve kurumaları için onları kumun üzerine serdi.
- They laid the carpet on the floor.
- Halıyı yere serdi.
- The marionette took off his clothes and laid them on the sand to dry.
- Kukla kıyafetlerini çıkardı ve kuruması için kumun üzerine serdi.
- They laid the carpet on the floor.
- Halıyı yere serdiler.
Show More (4)
|
6 |
lay |
sunmak (teklif) |
v. |
|
- I would now like to lay before you the main aspects of the improvements we are planning.
- Şimdi sizlere planladığımız iyileştirmelerin ana unsurlarını sunmak istiyorum.
- I hope that the Commission lays down proposals on these matters in the near future.
- Komisyonun yakın gelecekte bu konulara ilişkin teklifler sunmasını umuyorum.
- Thank you for a comprehensive and, in the concluding part, an appropriately political summary of what lies ahead.
- Kapsamlı ve sonuç bölümünde de uygun bir şekilde politik bir özet sunduğunuz için teşekkür ederiz.
Show More (0)
|
7 |
lay |
yüklemek (suç) |
v. |
|
- Tom is wrong to lay the blame on Mary.
- Tom suçu Mary'ye yüklediği için hatalıdır.
- Tom is wrong to lay the blame on Mary.
- Tom suçu Mary'ye yüklemekle hata ediyor.
- Don't lay your fault at my door.
- Hatanı bana yükleme.
Show More (0)
|
8 |
lay |
hazırlamak |
v. |
|
- She laid the table for six.
- Masayı altıya hazırladı.
- She laid the table for six.
- O altı kişilik masa hazırladı.
Show More (-1)
|
9 |
lay |
(kimyasal/krem) sürmek |
v. |
|
- Did Tom lay a hand on you?
- Tom sana el sürdü mü?
- Tom didn't lay a hand on me.
- Tom bana elini bile sürmedi.
Show More (-1)
|
10 |
lay |
(masa) hazırlamak |
v. |
|
- By the time I arrived, he had already laid the table.
- Ben varana dek o masayı hazırlamıştı bile.
Show More (-2)
|
11 |
lay |
(bahis) yatırmak |
v. |
|
- He laid all his money on a horse named Daisy.
- Bütün parasını Daisy adında bir ata yatırdı.
Show More (-2)
|
12 |
lay |
sıradan |
adj. |
|
- It wasn't an expert but a lay witness that changed the course of the trial.
- Davanın seyrini değiştiren bir uzman değil, sıradan bir tanık olmuştu.
Show More (-2)
|
13 |
lay |
uzanmak |
v. |
|
- It's hard to choose; we have several options laid before us.
- Seçim yapmak zor; önümüzde uzanan birkaç seçenek var.
Show More (-2)
|
14 |
lay |
meslekten olmayan |
adj. |
|
- For lay people it is indeed often incomprehensible and confusing.
- Meslekten olmayan insanlar için bu konu gerçekten de çoğu zaman anlaşılmaz ve kafa karıştırıcıdır.
Show More (-2)
|
15 |
lay |
getirmek |
v. |
|
- The London Agreement of 1953 laid down such provisions in favour of Germany.
- 1953 Londra Anlaşması Almanya lehine bu tür hükümler getirmiştir.
Show More (-2)
|
16 |
lay |
işten çıkarmak |
v. |
|
- We shouldn't have to lay anyone off.
- Kimseyi işten çıkarmak zorunda kalmamalıyız.
Show More (-2)
|
17 |
lay |
açılmak |
v. |
|
- You should lay your cards out on the table.
- Kartlarınızı masaya açmalısınız.
Show More (-2)
|
18 |
lay |
(üzerine) yıkmak |
v. |
|
- She laid the work on him.
- İşi onun üzerine yıktı.
Show More (-2)
|