| 1 |
profound |
derin |
adj. |
|
- Losing my job left me with a profound sense of failure.
- İşimden olmak bende derin bir başarısızlık hissi yarattı.
- As an artist, she had a profound influence on her contemporaries.
- Bir sanatçı olarak çağdaşları üzerinde derin bir etkisi olmuştu.
- They helped me develop a profound admiration for the teachings of Christianity.
- Hıristiyanlık öğretilerine karşı derin bir hayranlık geliştirmeme yardımcı oldular.
- On behalf of the European Parliament, I express our profound indignation and utter condemnation of this attack.
- Avrupa Parlamentosu adına bu saldırı karşısında duyduğumuz derin öfke ve kınamayı ifade ediyorum.
- The text submitted to the IGC is a broad and profound compromise.
- IGC'ye sunulan metin geniş ve derin bir uzlaşıdır.
- They helped me develop a profound admiration for the teachings of Christianity.
- Hristiyanlık öğretilerine karşı derin bir hayranlık geliştirmeme yardımcı oldular.
- Is this or is this not a profound injustice?
- Bu derin bir adaletsizlik değil de nedir?
- The differences between the parties, however, have probably never been so profound.
- Ancak partiler arasındaki farklılıklar muhtemelen hiç bu kadar derin olmamıştı.
- The creation of a precedent would do lasting and profound damage to the credibility of the European Union.
- Böyle bir emsalin yaratılması Avrupa Birliği'nin güvenilirliğine kalıcı ve derin bir zarar verecektir.
- The political problem highlighted by this whole issue is the prevalence of profound mistrust.
- Tüm bu meselenin altını çizdiği siyasi sorun, derin bir güvensizliğin yaygınlığıdır.
- The text submitted to the IGC is a broad and profound compromise.
- Hükûmetlerarası Konferans'a sunulan metin geniş ve derin bir uzlaşıdır.
- As we all know, these profound changes are dictated by enlargement.
- Hepimizin bildiği gibi, bu derin değişiklikler genişleme tarafından belirlenir.
- Mr Glante has been able to see that this proposal required a profound analysis before reaching definitive conclusions.
- Sayın Glante, bu teklifin kesin sonuçlara ulaşmadan önce derin bir analiz gerektirdiğini görebilmiştir.
- No other EU policy change will impact in such a profound and personal way on all citizens and at the same time.
- Başka hiçbir AB politika değişikliği tüm vatandaşları aynı anda bu kadar derin ve kişisel bir şekilde etkilemeyecektir.
- This increase in the power of terrorism is characterised by a profound change in the nature of terrorist attacks.
- Terörizmin gücündeki bu artış, terörist saldırıların doğasında derin bir değişimle karakterize edilmektedir.
- We need a Commission – this is not party polemics, but my profound conviction ...
- Bir Komisyona ihtiyacımız var - bu parti polemiği değil, benim derin inancım ...
- The Cypriot accession will only have truly succeeded once we have seen a profound reconciliation of Greeks and Turks.
- Kıbrıs'ın üyeliği ancak Rumlar ve Türkler arasında derin bir uzlaşma sağlandığında gerçekten başarıya ulaşmış olacaktır.
- It resolved within a year, but left a profound effect.
- Bir yıl içinde düzetildi ama derin bir etki bıraktı.
- Clear directions can have a profound effect on you and your entire family.
- Açık talimatların siz ve tüm aileniz üzerinde derin bir etkisi olabilir.
- It resolved within a year, but left a profound effect.
- Bir yıl içinde çözüldü ama derin bir etki bıraktı.
- That effect may be even more profound in an impaired brain.
- Bu etki işlev bozukluğu olan bir beyinde daha da derin olabilir.
- This is how these profound thinkers mock the whole world.
- Bu derin düşünürler tüm dünyayla böyle alay ediyorlar.
- This is how these profound thinkers mock the whole world.
- Bu derin düşünürler tüm dünyayla böyle dalga geçiyorlar.
- It resolved within a year, but left a profound effect.
- Bir yıl içinde çözüldü, ancak derin bir etki bıraktı.
- That effect may be even more profound in an impaired brain.
- Hasar görmüş bir beyinde bu etki daha da derin olabilir.
- The experience had a profound impact on Tom.
- Deneyimin Tom üzerinde derin bir etkisi vardı.
- Layla felt a profound pain.
- Layla derin bir acı hissediyordu.
- We're facing a profound change.
- Derin bir değişimle karşı karşıyayız.
- It had a profound effect on me.
- Üzerimde derin bir etkisi oldu.
- The experience had a profound impact on Tom.
- Bu deneyimin Tom üzerinde derin bir etkisi oldu.
- She fell into a profound sleep.
- O derin bir uykuya daldı.
- She fell into a profound sleep.
- Derin bir uykuya daldı.
- This has profound implications.
- Bunun derin etkileri vardır.
- Your questions are getting progressively more profound.
- Sorularınız giderek daha da derinleşiyor.
- I had a profound experience.
- Derin bir deneyim yaşadım.
- Layla felt a profound pain.
- Leyla derin bir acı hissetti.
- This has profound implications.
- Bunun derin etkileri var.
Show More (34)
|
| 2 |
profound |
çok derin |
adj. |
|
- It had a profound effect on me.
- Benim üzerimde çok derin bir etkisi vardı.
- Tom couldn't shake the feeling that something profound was about to happen.
- Tom çok derin bir şey olacağı hissinden kurtulamıyordu.
- The consequences are profound.
- Sonuçları çok derin.
Show More (0)
|
| 3 |
profound |
bilgili |
adj. |
|
- She was a profound scholar who was held in high esteem by the science world.
- Bilim dünyasında büyük saygı gören bilgili bir akademisyendi.
Show More (-2)
|
| 4 |
profound |
tam |
adj. |
|
- He suffered profound hearing loss after the explosion.
- Patlamanın sonrasında tam işitme kaybı yaşamıştır.
Show More (-2)
|
| 5 |
profound |
temel |
adj. |
|
- His novel touches on something profound in human psychology.
- Romanı insan psikolojisindeki temel bir konuya değiniyor.
Show More (-2)
|
| 6 |
profound |
büyük |
adj. |
|
- Firstly, there have been profound delays in the implementation of SAPARD.
- İlk olarak, SAPARD'ın uygulanmasında büyük gecikmeler yaşanmıştır.
Show More (-2)
|
| 7 |
profound |
etkili |
adj. |
|
- The consequences are profound.
- Sonuçları çok etkilidir.
Show More (-2)
|
