reach - Anglais Turc Phrases
Anglais Turc
reach ulaşmak v.
  • We were on vacation when the news reached us.
  • Haber bize ulaştığında tatildeydik.
  • We are expected to reach full capacity before next month.
  • Önümüzdeki aydan önce tam kapasiteye ulaşmamız bekleniyor.
  • Our radio program reaches a limited audience.
  • Radyo programımız sınırlı bir dinleyici kitlesine ulaşıyor.
Show More (612)
reach varmak v.
  • I reached New York by dawn.
  • New York'a şafak vaktinde vardım.
  • We on the Committee on Budgets have reached agreement on most areas.
  • Bütçe Komisyonundaki üyelerimiz çoğu konuda anlaşmaya varmıştır.
  • Agreement has been reached because the Council shares the concerns expressed by Parliament.
  • Konsey, Parlamento tarafından dile getirilen endişeleri paylaştığı için anlaşmaya varılmıştır.
Show More (231)
reach gelmek v.
  • We have reached a serious point, a very serious point.
  • Ciddi bir noktaya geldik, çok ciddi bir noktaya.
  • However, ladies and gentlemen, we have not reached that stage yet.
  • Ancak, bayanlar ve baylar, henüz o aşamaya gelmedik.
  • We have reached the point where expressing an opinion is punished as a terrorist crime.
  • Fikir beyan etmenin terör suçu olarak cezalandırıldığı bir noktaya geldik.
Show More (25)
reach uzanmak v.
  • When I was a kid, my hair reached down to my knees.
  • Çocukken saçlarım dizlerime kadar uzanırdı.
  • I couldn't reach the remote, so I had to get up.
  • Kumandaya uzanamadım, o yüzden kalkmam gerekti.
  • This is a broad debate which reaches much further than the people involved.
  • Bu, ilgili kişilerden çok daha öteye uzanan geniş bir tartışmadır.
Show More (18)
reach yetişmek v.
  • We haven't been able to reach Tom yet.
  • Biz henüz Tom'a yetişemedik.
  • If you stand on this stool, you can reach the top of the closet.
  • Taburenin üstünde durursan, dolabın tepesine yetişebilirsin.
  • Tom was too short to reach the top shelf.
  • Tom üst rafa yetişmek için çok kısaydı.
Show More (4)
reach erişim n.
  • The global reach of the Internet and television requires an international approach.
  • İnternet ve televizyonun küresel erişimi uluslararası bir yaklaşım gerektirmektedir.
  • In the free market their global reach gives them unprecedented options.
  • Serbest piyasada küresel erişimleri onlara eşi benzeri görülmemiş seçenekler sunmaktadır.
  • In the free market, their global reach gives them unprecedented options.
  • Serbest piyasada, küresel erişimleri onlara eşi benzeri görülmemiş seçenekler sunuyor.
Show More (2)
reach erişmek v.
  • Tom and Mary finally reached their destination.
  • Tom ve Mary sonunda hedeflerine eriştiler.
  • Can you reach the box on that shelf?
  • O raftaki kutuya erişebilir misin?
  • He was too short to reach the top shelf.
  • Boyu en üst rafa erişmeye yetmiyordu.
Show More (0)
reach vermek v.
  • We were convicted together and now we ask you to reach a decision for us all.
  • Hep birlikte mahkum olduk ve şimdi sizden hepimiz adına bir karar vermenizi istiyoruz.
  • The people crowded round the injured man, but they made way for the doctor when he reached the scene of the accident.
  • İnsanlar yaralı adamın etrafına toplandılar fakat doktor olay yerine yaklaştığında ona yol verdiler.
Show More (-1)
reach (yaşa) gelmek v.
  • I've reached the age when I'm supposed to make a living.
  • Hayatımı kazanmam gereken yaşa geldim.
Show More (-2)
reach yetişme n.
  • The top shelf is beyond my reach.
  • En üst rafa yetişemiyorum.
Show More (-2)
reach yetki alanı n.
  • This issue is beyond the reach of local governments.
  • Bu konu yerel yönetimlerin yetki alanının dışında.
Show More (-2)
reach (karara) varmak v.
  • We must reach a decision before it is too late.
  • Çok geç olmadan bir karara varmalıyız.
Show More (-2)
reach iletişim kurmak v.
  • Mike could hardly reach Linda; she had been withdrawn and pensive lately.
  • Mike Linda'ya güçlükle iletişim kurabildi, son zamanlarda içine kapanık ve dalgındı.
Show More (-2)
reach telefonla ulaşmak v.
  • Have you spoken to mum lately? I haven't been able to reach her.
  • Son zamanlarda annemle konuştunuz mu? Ona ulaşamıyorum da.
Show More (-2)
reach yetki sınırları n.
  • The IGC has reached the limits of its powers.
  • Hükûmetlerarası Konferans yetkilerinin sınırlarına ulaşmıştır.
Show More (-2)
reach kavrayış n.
  • I think this book is beyond his reach.
  • Bu kitabın onun kavrayışının ötesinde olduğunu düşünüyorum.
Show More (-2)
reach kavuşmak v.
  • He doesn't dare to reach for fame.
  • O, şöhrete kavuşmaya cesaret edemiyor.
Show More (-2)