| 1 |
rough |
zor |
adj. |
|
- The first year at military school was rough.
- Askeri okuldaki ilk sene zor geçti.
- This tent is supposed to withstand rough weather.
- Bu çadırın zor hava koşullarına dayanıyor olması lazım.
- We all know that the communications sector has had a rough ride over the last year or so.
- Hepimiz iletişim sektörünün geçtiğimiz yıl boyunca zor bir dönemden geçtiğini biliyoruz.
- Railways have a rough deal in the investment plans, and inland shipping even more so.
- Demiryolları yatırım planlarında zor bir durumda, iç deniz taşımacılığı ise daha da zor durumda.
- She came to bring him a gift that would hopefully help him get over this rough phase.
- Ona, bu zor dönemi atlatmasına yardımcı olacağını umduğu bir hediye getirmeye geldi.
- We had a rough season that year.
- O sene zor bir dönem geçirdik.
- We had a rough season that year.
- O yıl zor bir sezon geçirdik.
- Today's flight was a rough one.
- Bugünün uçuşu zor bir uçuştu.
- It was rough today.
- Bugün zordu.
- Tom has had a rough time.
- Tom zor bir dönem geçirdi.
- Tom seems to be having a rough week.
- Tom zor bir hafta geçiriyor gibi görünüyor.
- Yanni actively encouraged kids from rough neighborhoods to play soccer.
- Yanni, zor mahallelerdeki çocukları futbol oynamaları için aktif olarak teşvik etti.
- I had a rough night.
- Zor bir gece geçirdim.
- Tom had a rough night.
- Tom zor bir gece geçirdi.
- We had a rough day.
- Zor bir gün geçirdik.
- Did you have a rough day?
- Zor bir gün mü geçirdin?
- You've had really a rough day, haven't you?
- Gerçekten zor bir gün geçirdiniz, değil mi?
- Today's flight was a rough one.
- Bugünkü uçuş zordu.
- Tom had a pretty rough childhood.
- Tom oldukça zor bir çocukluk geçirdi.
- Tom is having a rough week.
- Tom zor bir hafta geçiriyor.
- Things are a little rough right now.
- Şu anda işler biraz zor.
- I was going through a rough time.
- Zor bir dönemden geçiyordum.
- I've had a rough day.
- Zor bir gün geçirdim.
- She had a rough childhood.
- Zor bir çocukluk geçirdi.
- I'm having a rough day.
- Zor bir gün geçiriyorum.
- It's been a rough week.
- Zor bir haftaydı.
- It's obvious Tom has had a rough day.
- Belli ki Tom zor bir gün geçirmiş.
- Somehow it's been a rough day.
- Nedense zor bir gün oldu.
- It's been a rough week.
- Zor bir hafta oldu.
- I'm having a rough week.
- Zor bir hafta geçiriyorum.
- Tom had a rough day at work.
- Tom işte zor bir gün geçirdi.
- It's been rough for me.
- Benim için zor oldu.
- It looks like you had a rough night.
- Görünüşe göre zor bir gece geçirmişsin.
- I had a rough day.
- Zor bir gün geçirdim.
- Tom is going through a rough time.
- Tom zor bir dönemden geçiyor.
- You've had really a rough day, haven't you?
- Gerçekten zor bir gün geçirdin, değil mi?
- It's obvious Tom has had a rough day.
- Tom'un zor bir gün geçirdiği belli.
- She grew up in a rough part of the city.
- Şehrin zor bir bölgesinde büyümüştü.
- He had a rough childhood.
- O zor bir çocukluk geçirdi.
- The conditions were very rough.
- Koşullar çok zordu.
- It was a rough day.
- Zor bir gündü.
- Tom had a rough childhood.
- Tom zor bir çocukluk geçirdi.
- Life can be rough.
- Hayat zor olabilir.
- It looks like you had a rough night.
- Zor bir gece geçirmişsin gibi görünüyor.
- Somehow it's been a rough day.
- Her nedense zor bir gün oldu.
- Tom lives in a rough neighborhood.
- Tom zor bir mahallede yaşıyor.
- Tom is going through a rough time right now.
- Tom şu anda zor bir dönemden geçiyor.
- Tom had a rough day.
- Tom zor bir gün geçirdi.
- You had a really rough day, didn't you?
- Gerçekten zor bir gün geçirdin, değil mi?
- You'll have a rough time.
- Zor bir zaman geçireceksin.
- He had a rough childhood.
- Zor bir çocukluk geçirdi.
Show More (48)
|
| 2 |
rough |
sert |
adj. |
|
- Wrestling was too rough for me, so I quit.
- Güreş bana fazla sert kaçtı, ben de bıraktım.
- Don't be too rough on Tom.
- Tom'a çok sert davranma.
- Don't be so rough on yourself.
- Kendine bu kadar sert olma.
- He is not the rough motorcycle gang member he was before.
- Eskisi gibi sert bir motosiklet çetesi üyesi değil.
- Don't be so rough on yourself.
- Kendine bu kadar sert davranma.
- Jackson was a rough man.
- Jackson sert bir adamdı.
- Rugby is a rough game.
- Ragbi sert bir oyundur.
- The bark of this tree is very rough.
- Bu ağacın kabuğu çok sert.
- Don't be too rough on Tom.
- Tom'a karşı fazla sert olma.
- Sami looked rough.
- Sami sert görünüyordu.
- Don't be too rough on him.
- Ona çok sert davranma.
- That cloth is very rough.
- O kumaş çok sert.
- The waves were very rough.
- Dalgalar çok sertti.
- It was pretty rough.
- Oldukça sertti.
- Don't get rough with her.
- Ona sert davranma.
- The tongue of a cat feels rough.
- Bir kedinin dili serttir.
- So, players were often seriously injured and sometimes even killed in these rough games.
- Bu yüzden, oyuncular bu sert oyunlarda sık sık ciddi şekilde yaralanıyor ve hatta bazen ölüyorlardı.
- Tom was a rough man.
- Tom sert bir adamdı.
- Tom likes to play rough.
- Tom sert oynamayı sever.
- That's really rough.
- Bu gerçekten sert.
- Don't be too rough on him.
- Ona karşı çok sert olma.
- They were made of rough brown leather.
- Onlar, sert, kahverengi deriden yapılmıştı.
- The water is pretty rough.
- Su oldukça sert.
- Don't get rough with them.
- Onlara sert davranma.
- The skin of a shark is much rougher than that of a tuna fish.
- Köpekbalığının derisi ton balığınınkinden çok daha serttir.
- They're rough characters.
- Sert karakterler.
- Rugby is a rough game.
- Rugby sert bir oyundur.
- Tom likes to play rough.
- Tom sert oynamayı seviyor.
- Tom is having a rough week.
- Tom sert br hafta geçiriyor.
- Don't get rough with Tom.
- Tom'a sert davranma.
- That's a little rough.
- Bu biraz sert oldu.
- Don't be too rough on Tom.
- Tom'a karşı çok sert olmayın.
- The conditions were very rough.
- Koşullar çok sert idi.
- Don't get rough with him.
- Ona sert davranma.
Show More (31)
|
| 3 |
rough |
kaba |
adj. |
|
- He sat on a rough wooden chair he made himself.
- Kendi yaptığı kaba bir tahta sandalyeye oturdu.
- I am glad to be able to present the rough outline of it to you today.
- Bugün size bunun kaba hatlarını sunabildiğim için mutluyum.
- The suit's made of very rough material.
- Takım elbise çok kaba bir malzemeden yapılmıştır.
- His hands feel rough.
- Onun elleri kabadır.
- Dennis doesn't have rough manners.
- Dennis'in kaba davranışları yoktur.
- Tom was a rough man.
- Tom kaba bir adamdı.
- At a rough estimate, I would say the job will take two weeks.
- Kaba bir tahminle, işin iki hafta süreceğini söyleyebilirim.
- Don't get rough with them.
- Onlara kaba davranma.
- The wall was made of rough stones.
- Duvar kaba taşlardan yapılmıştı.
- The wall was made of rough stones.
- Duvar kaba taşlardan yapılmış.
- Jackson was a rough man.
- Jackson, kaba bir adamdı.
- The suit's made of very rough material.
- Takım çok kaba bir malzemeden yapılmış.
- That cloth is very rough.
- Bu kumaş çok kaba.
- At a rough estimate, I would say the job will take two weeks.
- Kaba bir tahminle, işin iki hafta süreceğini söylerdim.
- This material has a rough texture.
- Bu malzeme kaba bir dokuya sahip.
- This material has a rough texture.
- Bu malzemenin kaba bir dokusu var.
- Don't get rough with her.
- Ona kaba davranma.
- Don't get rough with him.
- Ona kaba davranma.
- He has rough manners.
- Onun kaba davranışları var.
- Tom's budget contained too many rough estimates.
- Tom'un bütçesi çok fazla kaba tahmin içeriyordu.
- This is a rough game.
- Bu kaba bir oyun.
- He has rough manners.
- Kaba tavırları var.
Show More (19)
|
| 4 |
rough |
pürüzlü |
adj. |
|
- This paper is rough.
- Bu kağıt pürüzlü.
- The surface of the object is fairly rough.
- Nesnenin yüzeyi oldukça pürüzlü.
- The road was very rough.
- Yol çok pürüzlü idi.
- The tongue of a cat feels rough.
- Bir kedinin dili pürüzlüdür.
- Sometimes in life you have to take the rough with the smooth.
- Hayatta bazen pürüzleri de kabul etmek gerekir.
- Tom's face feels rough because he needs to shave.
- Tom'un yüzü pürüzlü, çünkü onun tıraş olmaya ihtiyacı var.
- The rough material hurt the child's tender skin.
- Pürüzlü malzeme çocuğun hassas cildini acıttı.
- The surface of the peculiar object is fairly rough.
- Tuhaf nesnenin yüzeyi oldukça pürüzlüdür.
Show More (5)
|
| 5 |
rough |
dalgalı (deniz/su) |
adj. |
|
- The little boat bobbed on the rough sea.
- Tekne dalgalı denizde şiddetle sallandı.
- The sea got rough, so that we had to give up fishing.
- Deniz dalgalı olduğu için balık tutmaktan vazgeçmek zorunda kaldık.
- The sea was rough because of the storm.
- Fırtına yüzünden deniz dalgalıydı.
- The water is pretty rough.
- Su oldukça dalgalı.
- The sea is rough.
- Deniz dalgalı.
- The sea is pretty rough today.
- Deniz bugün oldukça dalgalı.
- The little boat bobbed on the rough sea.
- Küçük tekne dalgalı denizde sallanıyordu.
- She became seasick in rough seas.
- Dalgalı denizde onu deniz tuttu.
Show More (5)
|
| 6 |
rough |
zorlu |
adj. |
|
- Every day he has to pass through the rough part of New York.
- Her gün New York'un zorlu bölgelerinden geçmek zorunda.
- It must be rough traveling 20 days a month.
- Ayda 20 gün seyahat etmek zor olmalı.
- This is a rough neighborhood.
- Burası zorlu bir mahalle.
- This is a rough game.
- Bu zorlu bir oyun.
- Things are a little rough right now.
- Şartlar şu anda biraz zorlu.
Show More (2)
|
| 7 |
rough |
bozuk (yol/kaldırım) |
adj. |
|
- The bus bumped along the rough road.
- Otobüs bozuk yolda sarsılarak gitti.
- The road was very rough.
- Yol çok bozuktu.
- The road to the village is very rough.
- Köye giden yol çok bozuk.
Show More (0)
|
| 8 |
rough |
engebeli |
adj. |
|
- The road to the village is very rough.
- Köye giden yol çok engebeli.
- The trail ahead looked rough.
- Önümüzdeki patika engebeli görünüyordu.
Show More (-1)
|
| 9 |
rough |
haşin |
adj. |
|
- The sea is rough.
- Deniz haşindir.
- The sea was rough because of the storm.
- Fırtınadan dolayı deniz haşindi.
Show More (-1)
|
| 10 |
rough |
kabaca |
adj. |
|
- This amount is just a rough estimate of what you'll pay.
- Bu tutar, ödeyeceğiniz miktarın sadece kabaca bir tahminidir.
Show More (-2)
|
| 11 |
rough |
kaba hal |
n. |
|
- The architect showed us a rough of the house.
- Mimar bize evin kaba halini gösterdi.
Show More (-2)
|
| 12 |
rough |
kulak tırmalayıcı |
adj. |
|
- I went to the mechanic; the brakes sounded rough.
- Tamirciye gittim; frenler kulak tırmalayıcı bir ses çıkarıyordu.
Show More (-2)
|
| 13 |
rough |
kabataslak |
adj. |
|
- The police asked the girl to make a rough sketch of her lost dog.
- Polis kızdan kayıp köpeğinin kabataslak bir resmini çizmesini istedi.
Show More (-2)
|
| 14 |
rough |
kabaca |
adv. |
|
- I made a rough calculation.
- Kabaca bir hesap yaptım.
Show More (-2)
|
