|
- Any girl born today has the chance to live to a hundred.
- Bugün doğan her kız çocuğunun yüz yaşına kadar yaşama şansı var.
- The environment is more important at this stage than a few hundred jobs.
- Çevre bu aşamada birkaç yüz işten daha önemlidir.
- In Great Britain, over two hundred Labour Members of Parliament have expressed their opposition to a war.
- Büyük Britanya'da iki yüzden fazla İşçi Partili Parlamento üyesi savaşa karşı olduklarını ifade etti.
- Three hundred of us crossed the Kalandia checkpoint to go to meet Yasser Arafat.
- Üç yüz kişi Yaser Arafat'la görüşmek için Kalandia kontrol noktasını geçtik.
- The previous day in Madrid, terrorists set off a car bomb, in which a hundred or so people were injured.
- Önceki gün Madrid'de teröristler bomba yüklü bir araç patlatmış ve bu olayda yüz kadar kişi yaralanmıştır.
- A hundred years later, a thousandth of the population is Christian.
- Yüz yıl sonra nüfusun binde biri Hıristiyan.
- You said we would need another hundred million.
- Yüz milyona daha ihtiyacımız olacağını söylemiştiniz.
- In that year, four million seven hundred thousand accidents took place.
- O yıl dört milyon yedi yüz bin kaza meydana gelmiştir.
- Seven hundred thousand tonnes of cod were caught in the Northeast Atlantic last year.
- Geçen yıl Kuzeydoğu Atlantik'te yedi yüz bin ton morina balığı yakalanmıştır.
- VAT fraud costs the EU and its Member States several hundred million euro each year.
- KDV dolandırıcılığı AB ve Üye Devletlere her yıl birkaç yüz milyon Avroya mal olmaktadır.
- Tell me, if you can, how two hundred and sixty thousand illegal immigrants can possibly pass through Turkey unnoticed?
- İki yüz altmış bin kaçak göçmenin Türkiye'den fark edilmeden nasıl geçebileceğini söyleyebilir misiniz?
- We have to reflect on a political response to the two hundred thousand demonstrators in Genoa.
- Cenova'daki iki yüz bin göstericiye verilecek siyasi yanıt üzerinde düşünmeliyiz.
- In this cruel system, the boost to the economy comes at the price of several hundred thousand deaths.
- Bu acımasız sistemde, ekonominin canlanması birkaç yüz bin kişinin ölümü pahasına gerçekleşmektedir.
- More than three hundred homes face destruction.
- Üç yüzden fazla ev yıkımla karşı karşıya.
- Nine hundred million people are still illiterate.
- Dokuz yüz milyon insan hala okuma yazma bilmiyor.
- One hundred and thirty million mutilated women in the world is a terrifying number.
- Dünyada yüz otuz milyon sakatlanmış kadın korkunç bir sayıdır.
- Seven hundred thousand tonnes of cod were caught in the Northeast Atlantic last year.
- Geçen yıl Kuzeydoğu Atlantik'te yedi yüz bin ton morina balığı yakalandı.
- Of Europe's hundred largest lakes, half are in Finland.
- Avrupa'nın en büyük yüz gölünün yarısı Finlandiya'da bulunuyor.
- Sweden has a forestry law that is a hundred years old this year.
- İsveç'in bu yıl yüz yaşına basan bir ormancılık kanunu var.
- Two hundred lawyers gathered in support of the defence.
- İki yüz avukat savunmayı desteklemek üzere toplandı.
- During the last hundred years the seas have warmed up by 0.6 degrees, and the trend is accelerating.
- Son yüz yılda denizler 0,6 derece ısındı ve bu eğilim hızlanıyor.
- A hundred years later, a thousandth of the population is Christian.
- Yüz yıl sonra, nüfusun binde biri Hıristiyan oldu.
- Two hundred and fifty million children are regarded by their parents as an investment in their whole family's survival.
- İki yüz elli milyon çocuk, ebeveynleri tarafından tüm ailenin hayatta kalması için bir yatırım olarak görülüyor.
- Two hundred thousand children are affected, most of them boys.
- Çoğu erkek olmak üzere iki yüz bin çocuk etkilenmiştir.
- Nearly a hundred people have died, and thousands more have been infected.
- Yaklaşık yüz kişi öldü ve binlercesi de hastalığa yakalandı.
- China has nine hundred million people employed within agriculture.
- Çin'de dokuz yüz milyon kişi tarımda istihdam edilmektedir.
- We got a whole day for the last couple hundred miles.
- Son birkaç yüz mil için bütün bir gün bizimdi.
- A magic army, a hundred thousand strong, surrounds the walls.
- Yüz bin kişiden oluşan, büyülü bir ordu duvarları kuşattı.
- A magic army, a hundred thousand strong, surrounds the walls.
- Yüz bin kişilik sihirli bir ordu gücü surları kuşatıyor.
- A magic army, a hundred thousand strong, surrounds the walls.
- Yüz bin kişilik sihirli bir ordu surları kuşatıyor.
- We got a whole day for the last couple hundred miles.
- Son birkaç yüz kilometre için koca bir günümüz vardı.
- I don't know how things were a hundred or fifty years ago.
- İşlerin yüz ya da elli yıl önce nasıl olduğunu bilmiyorum.
- I've told you that a hundred times.
- Sana onu yüz kez söyledim.
- It's three hundred miles to London, give or take ten.
- Londra'ya, üç aşağı beş yukarı, üç yüz mil uzaklıktadır.
- The computer recognises two hundred different types of errors.
- Bilgisayar iki yüz farklı tipteki hatayı tanır.
- We own a few hundred acres between the three of us.
- Üçümüz aramızda birkaç yüz dönümlük bir araziye sahibiz.
- She holds the world record for the hundred meters.
- Yüz metre için dünya rekorunu elinde tutuyor.
- Maria was about a hundred years old.
- Maria yaklaşık yüz yaşındaydı.
- Life is short, even if it lasts more than a hundred years.
- Yüz yıldan fazla sürse bile hayat kısa.
- Life is short, even if it lasts more than a hundred years.
- Hayat kısa, yüz yıldan fazla sürse bile.
- Tom looks about a hundred years old.
- Tom yüz yaşında gibi görünüyor.
- The Romans built a fleet of three hundred ships.
- Romalılar üç yüz gemili bir filo kurdular.
- Few people live to be a hundred years old.
- Çok az kişi yüz yaşına kadar yaşıyor.
- The attack killed several hundred people.
- Saldırıda birkaç yüz kişi öldü.
- A hundred years have passed since the Titanic sank.
- Titanic battığından beri yüz yıl geçti.
- The plane took off from Boston airport with more than a hundred holiday-makers on board.
- Uçak yüzden fazla tatilciyle birlikte Boston Havaalanı'ndan kalktı.
- She kisses her child a hundred times a day.
- O, çocuğunu günde yüz kez öper.
- Every year, a hundred and fifty thousand tourists come to this island to enjoy the impressive scenery and the wonderful beaches.
- Her yıl, yüz elli bin turist etkileyici manzara ve harika plajlardan zevk almak için bu adaya gelir.
- And Jared lived after he begot Henoch, eight hundred years, and begot sons and daughters.
- Jared Henoh'u doğurduktan sonra sekiz yüz yıl yaşadı, oğulları ve kızları oldu.
- This building is about three hundred years old.
- Bu bina yaklaşık üç yüz yaşında.
- There are three hundred applicants for only one position.
- Sadece bir pozisyon için üç yüz başvuru var.
- There were at least a hundred people present.
- Orada en az yüz kişi vardı.
- Few people live to be more than a hundred.
- Az insan, yüz yıldan daha uzun yaşar.
- And Malaleel lived after he begot Jared, eight hundred and thirty years, and begot sons and daughters.
- Yeret'in doğumundan sonra Mahalalel sekiz yüz otuz yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
- This earthquake took a hundred and fifty lives, as well.
- Bu deprem de yüz elli can aldı.
- The archaeologists discovered over a hundred graves, a few of which belonged to infants.
- Arkeologlar yüzden fazla mezar keşfetti, bunlardan birkaçı bebeklere aitti.
- Tom looks about a hundred years old.
- Tom yaklaşık yüz yaşında görünüyor.
- Sami began a 600 hundred miles journey to the nearest settlement.
- Sami en yakın yerleşim yerine 600 yüz millik bir yolculuğa başladı.
- I've done that at least a hundred times.
- Bunu en az yüz kez yaptım.
- Two hundred houses were burnt down in the fire which broke out yesterday.
- Dünkü yangında iki yüz ev küle döndü.
- It looks like there are at least a hundred people in the room.
- Odada en az yüz kişi var gibi görünüyor.
- A hundred people were hurt in a train wreck.
- Bir tren kazasında yüz kişi yaralandı.
- There were almost three hundred people in the auditorium.
- Konferans salonunda yaklaşık üç yüz kişi vardı.
- And the waters prevailed upon the earth a hundred and fifty days.
- Sular yüz elli gün yeryüzünü kapladı.
- The Milky Way consists of about a hundred billion stars.
- Samanyolu yaklaşık yüz milyar yıldızdan oluşuyor.
- Few people live to be more than a hundred.
- Çok az insan yüz yaşından fazla yaşar.
- After whose birth he lived eight hundred and fifteen years, and begot sons and daughters.
- Doğumundan sonra sekiz yüz on beş yıl yaşadı, oğulları ve kızları oldu.
- And Jared lived a hundred and sixty-two years, and begot Henoch.
- Yeret yüz altmış iki yaşındayken oğlu Hanok doğdu.
- My son can count up to a hundred now.
- Oğlum şu an yüze kadar sayabiliyor.
- A hundred and fifty people took part in a marathon.
- Yüz elli kişi maratona katıldı.
- Ten, twenty, thirty, forty, fifty, sixty, seventy, eighty, ninety, hundred.
- On, yirmi, otuz, kırk, elli, altmış, yetmiş, seksen, doksan, yüz.
- It's a village of two hundred inhabitants.
- İki yüz nüfuslu bir köy.
- I get more than two hundred emails a day.
- Bir günde iki yüz e-postadan daha fazlasını alıyorum.
- It'll cost at least a hundred pesos.
- En az yüz pesoya mal olacak.
- Two hundred fifty kilograms is an extraordinary weight even for a sumo wrestler.
- İki yüz elli kilogram bir sumo güreşçisi için bile olağanüstü bir ağırlıktır.
- The price is three hundred, not two.
- Fiyat üç yüz, iki değil.
- A week comprises a hundred and sixty-eight hours.
- Bir hafta yüz altmış sekiz saatten oluşur.
- He has made a turnaround of a hundred and eighty degrees.
- O, yüz seksen derecelik bir geri dönüş yaptı.
- I was born in the year nineteen hundred and seventy-two.
- Ben bin dokuz yüz yetmiş iki yılında doğdum.
- There are forty-one teachers and about eight hundred students in this school.
- Bu okulda kırk bir öğretmen ve yaklaşık sekiz yüz öğrenci var.
- Esperanto is spoken in a hundred and twenty countries around the world.
- Esperanto dünyada yüz yirmi ülkede konuşulmaktadır.
- When angry, count ten; when very angry, a hundred.
- Kızgınsan ona kadar; çok kızgınsan yüze kadar say.
- A storm turns into a hurricane when the wind speed goes over a hundred nineteen kilometers an hour.
- Rüzgar hızı saatte yüz on dokuz kilometreyi geçtiğinde fırtına kasırgaya dönüşür.
- Over three hundred people lost their lives that day.
- O gün üç yüzün üzerinde kişi hayatını kaybetti.
- It's at least three hundred miles from here.
- O buradan en az üç yüz mil.
- And Mathusala lived a hundred and eighty-seven years, and begot Lamech.
- Metuşelah yüz seksen yedi yaşındayken oğlu Lemek doğdu.
- And the waters prevailed upon the earth a hundred and fifty days.
- Sular yeryüzünde yüz elli gün hüküm sürdü.
- Good friends are one in a hundred.
- İyi arkadaşlar yüz kişide bir bulunur.
- This firm has a hundred employees.
- Bu firmanın yüz çalışanı vardır.
- And Mathlusala lived after he begot Lamech, seven hundred and eighty-two years, and begot sons and daughters.
- Lemek'in doğumundan sonra Metuşelah yedi yüz seksen iki yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
- A hundred years is called a century.
- Yüz yıla bir yüzyıl denir.
- And Jared lived after he begot Henoch, eight hundred years, and begot sons and daughters.
- Hanok'un doğumundan sonra Yeret sekiz yüz yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
- Mom, Dad, I'm addicted to meth and I owe Big Jim a hundred million dollars.
- Anne, baba, ben met bağımlısıyım ve Büyük Jim'e yüz milyon dolar borçluyum.
- Tatoeba has reached eight hundred thousand sentences!
- Tatoeba sekiz yüz bin cümleye ulaştı!
- A hundred people were hurt in a train wreck.
- Tren kazasında yüz kişi yaralandı.
- One enemy is too much, a hundred friends is too little.
- Bir düşman çok fazla, yüz dost çok az.
- And all the days of Lamech came to seven hundred and seventy-seven years, and he died.
- Lemek'in bütün günleri yedi yüz yetmiş yedi yıl sürdü ve öldü.
- And Seth lived after he begot Enos, eight hundred and seven years, and begot sons and daughters.
- Enoş'un doğumundan sonra Şit sekiz yüz yedi yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
- There were several hundred people in the plaza.
- Meydanda birkaç yüz kişi vardı.
- This pencil cost me at least a hundred bucks.
- Bu kalem bana en az yüz dolara mal oldu.
- We walked another hundred yards.
- Biz yüz yarda daha yürüdük.
- It's three hundred miles to London, give or take ten.
- Londra'ya üç yüz mil var, aşağı yukarı on.
- A hundred minus ninety is ten.
- Yüz eksi doksan ondur.
- That'll cost about three hundred bucks.
- Bu yaklaşık üç yüz dolara mal olacak.
- This area was first settled by the Dutch more than two hundred years ago.
- Bu bölgeye ilk olarak iki yüz yıldan daha uzun bir süre önce Hollandalılar yerleşmiştir.
- There's a bank about a hundred metres from the library.
- Kütüphaneye yaklaşık yüz metre uzaklıkta bir banka var.
- A hundred minus ninety is ten.
- Yüz eksi doksan on eder.
- I have a hundred pesos.
- Yüz pesom var.
- A week is made up of a hundred and sixty-eight hours.
- Bir haftada yüz altmış sekiz saat vardır.
- Every year, a hundred and fifty thousand tourists come to this island to enjoy the impressive scenery and the wonderful beaches.
- Her yıl yüz elli bin turist etkileyici manzaranın ve harika plajların tadını çıkarmak için bu adaya geliyor.
- More than a hundred people are still missing.
- Yüzden fazla insan hâlâ kayıp.
- I have a hundred pesos.
- Benim yüz pezom var.
- It is estimated that only a few hundred pandas remain, with a small number of them being raised in zoos in China and abroad.
- Çin'de ve yurt dışında hayvanat bahçelerinde yetiştirilen birkaç tane ile birlikte, sadece birkaç yüz pandanın kaldığı tahmin edilmektedir.
- An anonymous benefactor bequeathed several hundred thousand dollars to an animal shelter.
- İsimsiz bir hayırsever, bir hayvan barınağına birkaç yüz bin dolar miras bıraktı.
- The attack killed several hundred people.
- Saldırı birkaç yüz kişiyi öldürdü.
- There were more than a hundred people at the party.
- Partide yüzden fazla kişi vardı.
- An anonymous benefactor bequeathed several hundred thousand dollars to an animal shelter.
- İsimsiz bir hayırsever bir hayvan barınağı için birkaç yüz bin dolar bağışladı.
- Miss Pate felt timid about making a speech before a hundred people.
- Bayan Pate yüz kişinin önünde konuşma yapmaktan çekindi.
- Darn it, it cost me two hundred bucks to get my car fixed.
- Of ya, arabamı tamir ettirmek bana iki yüz kâğıda mal oldu.
- The factory has laid off some three hundred workers.
- Fabrika yaklaşık üç yüz işçiyi işten çıkardı.
- Sami began a 600 hundred miles journey to the nearest settlement.
- Sami, en yakın yerleşim yerine 600 yüz millik bir yolculuğa başladı.
- The tower is three hundred and twenty-one meters high.
- Kule üç yüz yirmi bir metre yüksekliğinde.
- Mary has more than a hundred pairs of shoes.
- Mary'nin yüzden fazla çift ayakkabısı var.
- There is only one religion, though there are a hundred versions of it.
- Yüz tane versiyonu olsa bile tek bir din vardır.
- Tom looks about a hundred years old.
- Tom yüz yaşında görünüyor.
- Rather than live a hundred years as a rabbit, live one day as a tiger.
- Bir tavşan gibi yüz yıl yaşamaktansa, bir kaplan gibi bir gün yaşa.
- He can run a hundred meters in twelve seconds.
- O on iki saniyede yüz metre koşabilir.
- A leap year has three hundred and sixty-six days.
- Bir artık yılın üç yüz altmış altı yılı vardır.
- And Adam lived a hundred and thirty years, and begot a son to his own image and likeness, and called his name Seth.
- Adem yüz otuz yıl yaşadı, kendi suretinde ve benzerliğinde bir oğul doğurdu ve adını Şit koydu.
- We've already evacuated close to three hundred people.
- Üç yüze yakın insanı tahliye ettik bile.
- She knows how to make more than a hundred types of bread.
- Yüzden fazla çeşit ekmek yapmayı biliyor.
- Sami kidnapped something like a hundred women.
- Sami yüz kadar kadın kaçırdı.
- Can you make me three hundred copies of this?
- Bana bundan üç yüz kopya yapabilir misin?
- Sami kidnapped something like a hundred women.
- Sami aşağı yukarı yüz tane kadın kaçırdı.
- And Seth lived a hundred and five years, and begot Enos.
- Şit yüz beş yıl yaşadı ve Enos'u doğurdu.
- I counted to two hundred.
- İki yüze kadar saydım.
- That'll cost three hundred bucks.
- Bu üç yüz dolara mal olacak.
- Tom has more than three hundred employees.
- Tom'un üç yüzden fazla çalışanı var.
- This tree is more than a hundred years old.
- Bu ağaç yüz yıldan daha yaşlı.
- One thousand two hundred and fifty-six soldiers destroyed the fortress of Alamut.
- Bin iki yüz elli altı asker Alamut kalesini yerle bir etti.
- I plan to live to be a hundred.
- Yüz yaşına kadar yaşamayı planlıyorum.
- The emerald ash borer has killed more than a hundred million ash trees across North America.
- Zümrüt dişbudak kurdu Kuzey Amerika'da yüz milyondan fazla dişbudak ağacını öldürdü.
- I've read about a hundred books so far.
- Şimdiye kadar yaklaşık yüz kitap okudum.
- A storm turns into a hurricane when the wind speed reaches a hundred nineteen kilometers an hour.
- Rüzgar hızı saatte yüz on dokuz kilometreye ulaştığında fırtına kasırgaya dönüşür.
- Boil the news down to a hundred words.
- Haberi yüz kelimeye kadar kısalt.
- He put together a hundred thousand liras in unmarked, used bills as the kidnappers had told him to do.
- Fidyecilerin ona söylediği gibi numaraları alınmamış ve kullanılmış banknotlardan yüz bin lira denkleştirdi.
- We donated more than a hundred books to the school library.
- Okul kütüphanesine yüzden fazla kitap bağışladık.
- Few live to be a hundred years old.
- Çok az insan yüz yaşına kadar yaşar.
- Esperanto is spoken in a hundred and twenty countries around the world.
- Esperanto dünyanın yüz yirmi ülkesinde konuşuluyor.
- I counted to two hundred.
- Ben iki yüze kadar saydım.
- Few people live to be a hundred years old.
- Çok az insan yüz yaşına kadar yaşar.
- And Malaleel lived after he begot Jared, eight hundred and thirty years, and begot sons and daughters.
- Malaleel Jared'i doğurduktan sonra sekiz yüz otuz yıl yaşadı, oğulları ve kızları oldu.
- A week comprises a hundred and sixty-eight hours.
- Bir haftada yüz altmış sekiz saat vardır.
- The plane took off from Boston airport with more than a hundred holiday-makers on board.
- Uçak, içinde yüzden fazla tatilciyle birlikte Boston havaalanından havalandı.
- Count from one to a hundred.
- Birden yüze kadar say.
- Nine thousand nine hundred and ninety nine plus one is one thousand.
- Dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz artı bir bindir.
- She had about a hundred and fifty dollars in cash.
- Yaklaşık yüz elli dolar nakit parası vardı.
- More than a hundred people are still missing.
- Yüzden fazla insan hala kayıp.
- Several hundred men were packed into the boat.
- Birkaç yüz adam tekneye doluşmuştu.
- Nine thousand nine hundred and ninety nine plus one is one thousand.
- Dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz artı bir, bin eder.
- She made at least a hundred phone calls to her sister that day.
- Kız kardeşiyle o gün en az yüz tane telefon görüşmesi yaptı.
- And all the days of Jared were nine hundred and sixty-two years, and he died.
- Jared'in bütün ömrü dokuz yüz altmış iki yıl sürdü ve öldü.
- There were more than a hundred people at the party.
- Partide yüzden fazla insan vardı.
- And Mathusala lived a hundred and eighty-seven years, and begot Lamech.
- Mathusala yüz seksen yedi yıl yaşadı ve Lameş'i doğurdu.
- Tom ran a hundred meters in twelve seconds.
- Tom yüz metreyi on iki saniyede koştu.
- The price is three hundred, not two.
- Fiyat üç yüz değil, iki yüz.
- I've read about a hundred books so far.
- Ben şimdiye kadar yaklaşık yüz tane kitap okudum.
- Mary sends more than a hundred text messages per day.
- Mary günde yüzden fazla kısa mesaj gönderiyor.
- He put together a hundred thousand liras in unmarked, used bills as the kidnappers had told him to do.
- Kaçıranların söylediği gibi yüz bin lirayı işaretsiz, kullanılmış banknotlar halinde bir araya getirdi.
- This river is two hundred kilometers long.
- Bu nehir iki yüz kilometre uzunluğunda.
- This building is about three hundred years old.
- Bu bina yaklaşık üç yüz yıllık.
- I don't know how things were a hundred or fifty years ago.
- Yüz ya da elli yıl önce işler nasıldı bilmiyorum.
- A dollar is equal to a hundred cents.
- Bir dolar yüz sente eşittir.
- Tatoeba has reached eight hundred thousand sentences!
- Tatoeba sekiz yüz bin cümleye ulaştı.
- I can count to a hundred.
- Yüze kadar sayabilirim.
- My son can count up to a hundred now.
- Oğlum artık yüze kadar sayabiliyor.
- And all the days of Mathusala were nine hundred and sixty-nine years, and he died.
- Ve Mathusala'nın tüm günleri dokuz yüz altmış dokuz yıldı ve o öldü.
- Fifteen hundred migrants stormed the Channel Tunnel.
- Bin beş yüz göçmen Manş Tüneli'ne hücum etti.
- This room can hold three hundred people.
- Bu oda üç yüz kişi alabilir.
- I get more than two hundred emails a day.
- Günde iki yüzden fazla e-posta alıyorum.
- I already told you that a hundred times.
- Bunu sana daha önce yüz defa söyledim.
- We've already evacuated close to three hundred people.
- Şimdiden üç yüze yakın kişiyi tahliye ettik.
- No man can live to be two hundred years old.
- Hiç kimse iki yüz yaşına kadar yaşayamaz.
- Over three hundred people lost their lives that day.
- O gün üç yüzden fazla insan hayatını kaybetti.
- This car has more than a hundred horsepower.
- Bu arabanın yüz beygirden fazla gücü vardır.
- That'll cost three hundred bucks.
- Üç yüz dolara mal olur.
- Two hundred houses were burnt down in the fire which broke out yesterday.
- Dün çıkan yangında iki yüz ev kül oldu.
- Tom sends more than a hundred text messages a day.
- Tom günde yüzden fazla kısa mesaj gönderiyor.
- We have more than a hundred books at home.
- Evde yüzden fazla kitabımız var.
- He can run a hundred meters in twelve seconds.
- Yüz metreyi on iki saniyede koşabiliyor.
- This firm has a hundred employees.
- Bu firmanın yüz çalışanı var.
- A millennium is made up of a hundred decades.
- Bir milenyum yüz tane on yıldan oluşur.
- No one can live to be two hundred years old.
- Kimse iki yüz yaşına kadar yaşayamaz.
- Selena Gomez's second album hit Billboard Magazine's top two hundred albums chart at number four.
- Selena Gomez'in ikinci albümü Billboard Dergisi'nin en iyi iki yüz albüm listesine dört numaradan giriş yaptı.
- Clyde Tombaugh also discovered several star clusters, a comet and more than a hundred asteroids.
- Clyde Tombaugh ayrıca farklı yıldız kümeleri, bir kuyruklu yıldız ve yüzden fazla asteroid keşfetti.
- Mary sends more than a hundred text messages per day.
- Mary günde yüzden fazla mesaj gönderiyor.
- A hundred decades make a millennium.
- Yüz on yıl bir milenyum yapar.
- There were three hundred cardboard boxes filled with old clothes ready to be sent to the disaster area.
- Felaket bölgesine gönderilmek üzere eski giysilerle dolu üç yüz karton kutu vardı.
- Tom can do a hundred pushups.
- Tom yüz şınav çekebilir.
- And Adam lived a hundred and thirty years, and begot a son to his own image and likeness, and called his name Seth.
- Adem yüz otuz yaşındayken kendi suretinde, kendisine benzer bir oğlu oldu. Ona Şit adını verdi.
- A week consists of a hundred and sixty-eight hours.
- Bir hafta yüz altmış sekiz saatten oluşur.
- And Seth lived a hundred and five years, and begot Enos.
- Şit yüz beş yaşındayken oğlu Enoş doğdu.
- And all the days of Henoch were three hundred and sixty-five years.
- Henokun bütün ömrü üç yüz altmış beş yıl sürdü.
- And all the days of Malaleel were eight hundred and ninety-five years, and he died.
- Malaleel'in bütün günleri sekiz yüz doksan beş yıl sürdü ve öldü.
- There are no less than two hundred trees in the park.
- Parkta en az iki yüz ağaç var.
- The young Queen was over twenty years old, not reckoning the hundred years she had been asleep.
- Genç Kraliçe, uykuda geçirdiği yüz yılı hesaba katmazsak, yirmi yaşından fazlaydı.
- Rather than live a hundred years as a rabbit, live one day as a tiger.
- Bir tavşan olarak yüz yıl yaşamaktansa, bir kaplan olarak bir gün yaşa.
- How many years did the Hundred Years' War last?
- Yüz Yıl savaşları kaç yıl sürdü?
- It's a village of two hundred inhabitants.
- Bu, iki yüz sakini olan bir köy.
- And Mathlusala lived after he begot Lamech, seven hundred and eighty-two years, and begot sons and daughters.
- Ve Mathlusala Lameş'i doğurduktan sonra yedi yüz seksen iki yıl yaşadı ve oğullar ve kızlar doğurdu.
- When I was very small, we lived in a house in Utsunomiya, about a hundred kilometres north of Tokyo.
- Ben çok küçükken, Tokyo'nun yaklaşık yüz kilometre kuzeyinde, Utsunomiya'da bir evde yaşardık.
- Tom will be a hundred years old next year.
- Tom gelecek yıl yüz yaşında olacak.
- A hundred years have passed since the Titanic sank.
- Titanik'in batmasının üzerinden yüz yıl geçti.
- We have probably about three hundred of those in our warehouse.
- Depomuzda bunlardan yaklaşık üç yüz tane var.
- You can live to be a hundred if you give up all the things that make you want to live to be a hundred.
- Yüz yaşına kadar yaşamak istemene neden olan her şeyden vazgeçersen yüz yaşına kadar yaşayabilirsin.
- A week is made up of a hundred and sixty-eight hours.
- Bir hafta yüz altmış sekiz saatten oluşur.
- The experiment was made on a hundred unmarried males.
- Deney yüz bekâr erkek üzerinde yapıldı.
- A week consists of a hundred and sixty-eight hours.
- Bir haftada yüz altmış sekiz saat vardır.
- He has made a turnaround of a hundred and eighty degrees.
- Yüz seksen derecelik bir dönüş yaptı.
- And Jared lived a hundred and sixty-two years, and begot Henoch.
- Jared yüz altmış iki yıl yaşadı ve Henoch'u doğurdu.
- He can run a hundred meters in less than ten seconds.
- Yüz metreyi on saniyeden kısa sürede koşabiliyor.
- There were a hundred people in the hall.
- Salonda yüz kişi vardı.
- Let a hundred flowers bloom!
- Yüz çiçek açsın!
- Tom sends more than a hundred text messages a day.
- Tom günde yüzden fazla mesaj gönderiyor.
- I've done that at least a hundred times.
- Onu en az yüz defa yaptım.
- This pencil cost me at least a hundred bucks.
- Bu kalem bana en az yüz dolara mâl oldu.
- And Cainan lived after he begot Malaleel, eight hundred and forty years, and begot sons and daughters.
- Kaynan Malaleel'i doğurduktan sonra sekiz yüz kırk yıl yaşadı, oğullar ve kızlar doğurdu.
- Clyde Tombaugh also discovered several star clusters, a comet and more than a hundred asteroids.
- Clyde Tombaugh ayrıca birkaç yıldız kümesi, bir kuyruklu yıldız ve yüzden fazla asteroit keşfetmiştir.
- He had two hundred head of cattle.
- İki yüz büyükbaş hayvanı vardı.
- One father is more than a hundred schoolmasters.
- Bir baba, yüz okul müdüründen daha iyidir.
- There were two hundred people in the room.
- Odada iki yüz kişi vardı.
- Boil the news down to a hundred words.
- Haberi yüz kelimeye indirgeyin.
- Mary has more than a hundred pairs of shoes.
- Mary'nin yüz çiftten fazla ayakkabısı var.
- I've done that at least a hundred times.
- Onu en az yüz sefer yaptım.
- A hundred years is called a century.
- Yüz yıla bir asır denir.
- One thousand two hundred and fifty-six soldiers destroyed the fortress of Alamut.
- Bin iki yüz elli altı tane asker Alamut kalesini yıktı.
- Her classmates folded three hundred and fifty-six cranes so that one thousand were buried with her.
- Sınıf arkadaşları, bin tanesi onunla birlikte gömüllsün diye üç yüz elli altı turna katladılar.
- After whose birth he lived eight hundred and fifteen years, and begot sons and daughters.
- Kenan'ın doğumundan sonra Enoş sekiz yüz on beş yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
- There are no less than two hundred trees in the park.
- Parkta en az iki yüz ağaç bulunmaktadır.
- A hundred decades make a millennium.
- Yüz tane on yıl, bir milenyum yapar.
- And Cainan lived after he begot Malaleel, eight hundred and forty years, and begot sons and daughters.
- Mahalalel'in doğumundan sonra Kenan sekiz yüz kırk yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
- The computer recognises two hundred different types of errors.
- Bilgisayar iki yüz farklı hata türünü tanıyor.
- It's more than a hundred years old.
- Yüz yıldan daha eski.
- One enemy is too much, a hundred friends is too little.
- Bir düşman çok fazla, yüz arkadaş çok az.
- I have fifteen hundred cows.
- Bin beş yüz ineğim var.
- Two hundred people died of cholera last year.
- Geçen yıl iki yüz kişi koleradan öldü.
- Few people live to the age of a hundred.
- Az sayıda insan yüz yaşına kadar yaşıyor.
- Two hundred houses were burnt down in the fire which broke out yesterday.
- Dün çıkan yangında iki yüz ev yandı.
- And all the days of Cainan were nine hundred and ten years, and he died.
- Kaynan'ın bütün günleri dokuz yüz on yıl sürdü ve öldü.
- The Romans built a fleet of three hundred ships.
- Romalılar üç yüz gemilik bir filo inşa ettiler.
- And Seth lived after he begot Enos, eight hundred and seven years, and begot sons and daughters.
- Şit Enos'u doğurduktan sonra sekiz yüz yedi yıl yaşadı, başka oğulları ve kızları oldu.
- A millennium is made up of a hundred decades.
- Bir milenyum yüz on yıldan oluşur.
- You kiss your child a hundred times a day, don't you?
- Çocuğunu günde yüz defa öpüyorsun, değil mi?
- We're now three hundred miles from Boston.
- Artık Boston'dan üç yüz mil uzaktayız.
- Tom lives in a small town about three hundred kilometers from here.
- Tom buradan yaklaşık üç yüz kilometre uzakta küçük bir kasabada yaşıyor.
- Two hundred houses were burnt down in the fire which broke out yesterday.
- Dün çıkan yangında iki yüz ev yanıp kül oldu.
- It is estimated that only a few hundred pandas remain, with a small number of them being raised in zoos in China and abroad.
- Sadece birkaç yüz panda kaldığı tahmin ediliyor ve bunların küçük bir kısmı Çin'deki ve yurtdışındaki hayvanat bahçelerinde yetiştiriliyor.
- There were almost three hundred people in the auditorium.
- Salonda neredeyse üç yüz kişi vardı.
- One father is more than a hundred schoolmasters.
- Bir baba yüz öğretmenden daha iyidir.
- We walked another hundred yards.
- Yüz metre daha yürüdük.
- There's a bank about a hundred metres from the library.
- Kütüphaneden yaklaşık yüz metre uzakta bir banka var.
- And all the days of Seth were nine hundred and twelve years, and he died.
- Şit toplam dokuz yüz on iki yıl yaşadıktan sonra öldü.
- When I was very small, we lived in a house in Utsunomiya, about a hundred kilometres north of Tokyo.
- Ben çok küçükken, biz Tokyo'nun yaklaşık yüz kilometre kuzeyinde Utsunomiya'da bir evde yaşıyorduk.
- She made at least a hundred phone calls to her sister that day.
- O gün kız kardeşiyle en az yüz telefon görüşmesi yaptı.
- More than a hundred homes have been damaged by the flood.
- Yüzden fazla ev selden zarar gördü.
- The aircraft cabin holds two hundred and fifty people.
- Uçak kabini iki yüz elli kişi alıyor.
- There were at least a hundred people present.
- En azından mevcut yüz kişi vardı.
- A leap year has three hundred and sixty-six days.
- Artık yılda üç yüz altmış altı gün vardır.
- There are as many as two hundred cherry trees in this park.
- Bu parkta iki yüz kadar kiraz ağacı var.
- I've done that at least a hundred times.
- Onu en az yüz kez yaptım.
- Two hundred eight pounds per person and a hundred fifty three for students.
- Kişi başı iki yüz sekiz pound ve öğrenciler için yüz elli üç pound.
- And all the days of Enos were nine hundred and five years, and he died.
- Enoş'un bütün günleri dokuz yüz beş yıl sürdü ve öldü.
- And all the days of Seth were nine hundred and twelve years, and he died.
- Şit'in bütün günleri dokuz yüz on iki yıl sürdü ve öldü.
- Over one hundred people came here.
- Buraya yüzden fazla insan geldi.
- Few people live to the age of a hundred.
- Çok az insan yüz yaşına kadar yaşar.
- There were several hundred people in the plaza.
- Plazada birkaç yüz kişi vardı.
- My husband makes a hundred thousand dollars a year.
- Kocam yılda yüz bin dolar kazanıyor.
- Few live to be a hundred years old.
- Çok az kişi yüz yaşına kadar yaşar.
- This room can hold three hundred people.
- Bu oda üç yüz kişiliktir.
- When angry, count ten; when very angry, a hundred.
- Öfkelendiğinizde ona kadar, çok öfkelendiğinizde yüze kadar sayın.
- Two hundred fifty kilograms is an extraordinary weight even for a sumo wrestler.
- İki yüz elli kilo, bir sumo güreşçisi için bile olağanüstü bir ağırlıktır.
Show More (278)
|