|
- That being said, these episodes were rare and did not alter the structure and timetable of the process.
- Bununla birlikte, bu olaylar nadirdir ve sürecin yapısını ve zaman çizelgesini değiştirmemişlerdir.
- They were passed unanimously without any votes against, which I understand may be a rare if not unique event.
- Oybirliğiyle kabul edilen karar tasarısına karşı oy çıkmadı, ki bunun nadir görülen bir durum olduğunu anlıyorum.
- It is so rare for us to have debates on equality here in plenary.
- Genel Kurul'da eşitlik üzerine tartışmalar yapmamız çok nadirdir.
- Government censorship of foreign publications is rare.
- Yabancı yayınlara yönelik hükümet sansürü nadirdir.
- The problems of double taxation are relatively rare, as our study showed.
- Çalışmamızın da gösterdiği gibi, çifte vergilendirme sorunları nispeten nadirdir.
- The problems of double taxation are relatively rare, as our study showed.
- Çalışmamızın da gösterdiği gibi çifte vergilendirme sorunları nispeten nadirdir.
- This is also one of those rare liberalisation directives which fails to specify this aspect in a detailed manner.
- Bu aynı zamanda bu hususu detaylı bir şekilde belirtmeyen nadir serbestleştirme yönergelerinden biridir.
- I am also pleased to note the support for developing research into rare illnesses.
- Nadir hastalıklara yönelik araştırmaların geliştirilmesine verilen desteği de memnuniyetle not ediyorum.
- It is rare in my experience for a presidency to receive such wide praise from all sides of this House.
- Bir başkanın bu Meclisin tüm taraflarından bu kadar geniş övgü alması benim tecrübelerime göre nadirdir.
- It is a rare occurrence but, this time, I am forced to speak on behalf of my nation.
- Nadiren de olsa, bu kez ulusum adına konuşmak zorunda kalıyorum.
- At this event, water will be treated as a rare economic commodity.
- Bu etkinlikte su, nadir bulunan bir ekonomik meta olarak ele alınacaktır.
- They were passed unanimously without any votes against, which I understand may be a rare if not unique event.
- Karşı oy olmaksızın oybirliğiyle kabul edildiler ki bunun nadir görülen bir olay olduğunu anlıyorum.
- Even rare and exotic breeds or the pet animals of country children were compulsorily killed.
- Nadir ve egzotik ırklar ya da köy çocuklarının evcil hayvanları bile zorunlu olarak öldürüldü.
- Real interactivity is still rare.
- Gerçek etkileşim hala nadirdir.
- The non-remuneration principle was resisted with the argument that it was hard to obtain rare blood products.
- Nadir bulunan kan ürünlerinin elde edilmesinin zor olduğu savıyla karşılıksızlık ilkesine karşı çıkılmıştır.
- The non-remuneration principle was resisted with the argument that it was hard to obtain rare blood products.
- Nadir bulunan kan ürünlerinin elde edilmesinin zor olduğu gerekçesiyle karşılıksızlık ilkesine karşı çıkıldı.
- As I said at the beginning, it is rare to have ministers here.
- Başta da söylediğim gibi, bakanların burada olması nadir görülen bir durumdur.
- Kindness wizards, while very rare, are extremely powerful.
- İyilik büyücüleri çok nadir görülseler de son derece güçlüdürler.
- You grabbed this job because you knew it was a rare opportunity.
- Bu işi kaptın çünkü bunun nadir bir fırsat olduğunu biliyordun.
- In some rare instances, the amount of unwanted content could cause your web browser to crash.
- Bazı nadir durumlarda, istenmeyen içerik miktarı web tarayıcınızın çökmesine neden olabilir.
- Kindness wizards, while very rare, are extremely powerful.
- Nezaket sihirbazları çok nadir olmakla birlikte son derece güçlüdür.
- You grabbed this job because you knew it was a rare opportunity.
- Bu işi aldın çünkü nadir bulunan bir şans olduğunu biliyordun.
- Kindness wizards, while very rare, are extremely powerful.
- İyilik büyücüleri, çok nadir olmalarına rağmen, son derece güçlülerdir.
- You grabbed this job because you knew it was a rare opportunity.
- Bu işi aldın çünkü bunun nadir bir fırsat olduğunu biliyordun.
- It's very rare for that to happen.
- Bunun olduğu çok nadirdir.
- Such poets as Milton are rare.
- Milton gibi şairler nadirdir.
- An alveolar soft part sarcoma is a rare form of cancer occuring primarily in children and young adults.
- Alveolar yumuşak kısım sarkomu, özellikle çocuklarda ve genç yetişkinlerde görülen nadir bir kanser türüdür.
- It's rare to meet nice people like you.
- Senin gibi iyi insanlarla karşılaşmak nadirdir.
- Derailments are very rare in this country.
- Raydan çıkmalar bu ülkede çok nadirdir.
- Iridium is one of the rarest elements.
- İridyum en nadir elementlerden biridir.
- How did you come by those rare books?
- Bu nadir kitapları nereden buldun?
- Hypophysitis is a rare disease.
- Hipofizit nadir bir hastalıktır.
- It's very rare.
- Bu çok nadir.
- Beauty such as hers is rare.
- Onunki gibi güzellik nadirdir.
- That's very rare.
- Bu çok nadir.
- This rare stamp is hard to come by.
- Bu nadir pulu bulmak zordur.
- A farm cat slept on the wooden fence in the rare October sunlight.
- Nadir ekim güneşi ışığında ahşap çitte bir çiftlik kedisi yatıyordu.
- Painters such as Picasso are rare.
- Picasso gibi ressamlar nadirdir.
- It's very rare.
- Çok nadirdir.
- That one is very rare.
- Bu çok nadir bulunur.
- Poets like Milton are rare.
- Milton gibi şairler nadirdir.
- He was in a bad mood, which was rare for him.
- Kötü bir ruh hali içindeydi, ki bu onun için nadir bir durumdu.
- These butterflies are rare in our country.
- Bu kelebekler ülkemizde nadir bulunur.
- This is rare, but it happens.
- Bu nadirdir, ama yaşanır.
- This is a very rare specimen.
- Bu çok nadir bir örnek.
- It's rare to find employees who are punctual.
- Dakik çalışan bulmak nadirdir.
- Tom has a rare skin disease.
- Tom'un nadir bir deri hastalığı var.
- He once lied and told her a rare creature lived in her closet.
- Bir keresinde yalan söyledi ve ona dolabında nadir bir yaratığın yaşadığını söyledi.
- It's a rare disease.
- Bu nadir bir hastalık.
- An eclipse of the moon is a rare phenomenon.
- Ay tutulması nadir görülen bir olaydır.
- He happened to catch sight of a rare butterfly.
- Tesadüfen nadir bir kelebeği gördü.
- Beauty such as hers is rare.
- Onunki gibi bir güzellik nadir bulunur.
- A real friend is like a rare bird.
- Gerçek bir arkadaş nadir bir kuş gibidir.
- My name is very rare in our country.
- Benim adım ülkemizde çok nadirdir.
- Such poets as Toson and Hakushu are rare.
- Toson ve Hakushu gibi şairler nadirdir.
- Needless to say, theft was a rare occurrence.
- Söylemeye gerek yok, hırsızlık nadir görülen bir olaydı.
- It's very rare and priceless.
- O çok nadir ve paha biçilmezdir.
- Complaints are rare.
- Şikayetler nadirdir.
- There are rare animals in Australia.
- Avustralya'da nadir bulunan hayvanlar vardır.
- Freezing rain is a rather rare meteorological phenomenon.
- Donan yağmur oldukça nadir bir meteorolojik olaydır.
- Two-dollar bills are rare in the United States.
- Birleşik Devletler'de iki dolarlık banknotlar nadirdir.
- A farm cat slept on the wooden fence in the rare October sunlight.
- Bir çiftlik kedisi, Ekim ayının nadir güneş ışığında tahta çitin üzerinde uyuyordu.
- Every rare thing is expensive, besides a cheap horse is rare, therefore a cheap horse is expensive.
- Her nadir şey pahalıdır, ayrıca ucuz bir at nadirdir, bu nedenle ucuz bir at pahalıdır.
- Tom has a rare skin condition.
- Tom'un nadir görülen bir deri hastalığı var.
- It is rare to find a Nepali translator.
- Bir Nepalli çevirmen bulmak nadirdir.
- These kinds of problems are relatively rare.
- Bu tür sorunlar nispeten nadirdir.
- Tom has a rare disease.
- Tom'un nadir görülen bir hastalığı var.
- Derailments are very rare in this country.
- Bu ülkede raydan çıkma vakaları çok nadirdir.
- I realized how rare happy people were.
- Mutlu insanların ne kadar nadir olduğunu fark ettim.
- Discretion is a rare and important virtue.
- Sağduyu nadir ve önemli bir erdemdir.
- That's kind of rare.
- Bu nadir bir şey.
- Although fatalities tend to be rare, many people died as a result of volcanic eruptions during the last quarter century.
- Ölümlerin nadir olma eğilimi olmasına rağmen, birçok kişi son çeyrek yüzyıl boyunca volkanik patlamalar sonucu öldü.
- My name is very rare in my country.
- Benim adım ülkemde çok nadirdir.
- It's rare for me to get invited to parties.
- Partilere nadiren davet edilirim.
- I want to give you something rare.
- Sana nadir bulunan bir şey vermek istiyorum.
- Such scientists as Einstein are rare.
- Einstein gibi bilim adamları nadirdir.
- It's very rare and priceless.
- Çok nadir ve paha biçilemez.
- It's a rare opportunity.
- Bu nadir bir fırsat.
- I want to give you something rare.
- Sana çok nadir bulunan bir şey vermek istiyorum.
- He was a rare example of an honest politician.
- Dürüst politikacıların nadir örneklerinden biriydi.
- I enjoy collecting rare coins.
- Nadir paraları toplamaktan hoşlanırım.
- Some people keep rare animals as pets.
- Bazı insanlar evcil hayvanlar olarak nadir bulunan hayvanları beslerler.
- It's rare to find employees who are punctual.
- Dakik olan çalışanları bulmak nadirdir.
- I found a rare book I had been looking for.
- Aradığım nadir bir kitabı buldum.
- This is a very rare case.
- Bu çok nadir bir durum.
- Accidents have been rare.
- Kazalar nadiren oluyor.
- He was in a bad mood, which was rare for him.
- O kötü bir ruh hali içinde, bu onun için nadirdi.
- This rare stamp is hard to come by.
- Bu nadir pulu bulmak çok zor.
- Patience is a rare virtue these days.
- Bugünlerde sabır nadir bulunan bir erdem.
- Perfect diamonds are extremely rare jewels.
- Mükemmel elmaslar çok nadir bulunan mücevherlerdir.
- She's a rather rare individual.
- O oldukça nadir bulunan bir birey.
- These kinds of problems are relatively rare.
- Bu tür sorunlar nispeten nadir görülür.
- He once lied and told her a rare creature lived in her closet.
- O, bir zamanlar yalan söyledi ve ona dolabında nadir bir yaratığın yaşadığını söyledi.
- To live is the rarest thing in the world; most people exist, that is all.
- Yaşamak dünyadaki en nadir şeydir; birçok insan sadece var olur, hepsi bu.
- Rare gems include aquamarine, amethyst, emerald, quartz and ruby.
- Nadir taşlar arasında akuamarin, ametist, zümrüt, kuvars ve yakut bulunur.
- I enjoy collecting rare coins.
- Nadir paraları toplamak hoşuma gidiyor.
- This beef is so rare that a good vet could save it.
- Bu sığır o kadar nadir ki iyi bir veteriner ona bakabilir.
- I bought a rare macaw in Araraquara.
- Araraquara'dan nadir bir papağan aldım.
- It is rare for him to get angry.
- Onun sinirlenmesi nadirdir.
- Tom has a rare gene mutation.
- Tom'da nadir görülen bir gen mutasyonu var.
- Two-dollar bills are rare in the United States.
- İki dolarlık banknotlar Amerika'da nadirdir.
- I found the rare edition that I've been looking so long for.
- Uzun zamandır aradığım nadir baskıyı buldum.
- Can you obtain this rare book for me?
- Bu nadir kitabı benim için temin edebilir misiniz?
- Is this a rare problem?
- Bu nadir bir sorun mudur?
- It is rare to find a Nepali translator.
- Nepalli bir çevirmen bulmak nadirdir.
- Foreclosures are rare.
- Hacizler nadirdir.
- I think this is very rare.
- Bence bu çok nadir bir durum.
- He was a rare example of an honest politician.
- O, dürüst bir politikacının nadir bir örneğiydi.
- Tom finally got hold of the rare stamp he wanted.
- Tom sonunda istediği nadir pullardan birine sahip oldu.
- I came upon a rare stamp at that store.
- O mağazada nadir bulunan bir pul buldum.
- It's really rare.
- Gerçekten nadir.
- This bookstore deals exclusively in old and rare books.
- Bu kitapçı sadece eski ve nadir kitaplarla ilgileniyor.
- This bookstore deals exclusively in old and rare books.
- Bu kitapçı özellikle eski ve nadir kitaplarla ilgileniyor.
- These butterflies are rare in our country.
- Bu kelebekler ülkemizde nadirdir.
- I have a rare disease.
- Nadir bir hastalığım var.
- I collect rare coins.
- Nadir paralar topluyorum.
- Major earthquakes in this region are very rare.
- Bu bölgede büyük depremler çok nadirdir.
- This is a very, very rare problem.
- Bu çok ama çok nadir bir sorun.
- It is rare for him to get angry.
- Nadiren sinirlenir.
- The importation of rare wild animals to this country is strictly prohibited.
- Nadir bulunan vahşi hayvanların bu ülkeye ithal edilmesi kesinlikle yasaktır.
- She has a rare given name.
- Nadir bulunan bir ismi var.
- You should make the most of this rare opportunity to demonstrate your talent.
- Yeteneğinizi göstermek için bu nadir fırsatı en iyi şekilde değerlendirmelisiniz.
- I collect rare coins.
- Ben nadir paralar toplarım.
- I found a rare stamp at that store.
- O dükkanda nadir bulunan bir pul buldum.
- There are many rare fish at the aquarium.
- Akvaryumda çok nadir balıklar var.
- Although fatalities tend to be rare, many people died as a result of volcanic eruptions during the last quarter century.
- Ölümler nadir görülse de, son çeyrek yüzyılda volkanik patlamalar sonucu çok sayıda insan öldü.
- This is a very rare specimen.
- Bu, çok nadir bir numunedir.
- Derailments are very rare in this country.
- Bu ülkede raydan çıkmalar çok nadirdir.
- She has a rare given name.
- Nadir verilen bir adı var.
- Major earthquakes in this region are very rare.
- Bu bölgede büyük depremler çok nadir görülür.
- My name is very rare in our country.
- Ülkemizde ismim çok nadirdir.
- I have a rare disease.
- Nadir görülen bir hastalığım var.
- He happened to catch sight of a rare butterfly.
- Nadir bir kelebeğe rastlamış bulundu.
- I found the rare edition that I've been looking so long for.
- Uzun süredir aradığım nadir baskıyı buldum.
- This is a very rare case.
- Bu çok nadir bir durumdur.
- Where did you come across the rare stamps?
- Bu nadir pullara nerede rastladınız?
- She's a rather rare individual.
- O oldukça nadir bir bireydi.
- It is not rare for girls today to talk as if they were boys.
- Günümüzde kızların erkekmiş gibi konuşmaları nadir görülen bir durum değildir.
- This is rare, but it happens.
- Nadir de olsa olduğu oluyor.
- Tsunamis are very rare.
- Tsunamiler çok nadirdir.
- Perfect diamonds are extremely rare jewels.
- Mükemmel elmaslar oldukça nadir mücevherlerdir.
- I think this is very rare.
- Bunun çok nadir olduğunu düşünüyorum.
- Hypophysitis is a rare disease.
- Hipofizit nadir görülen bir hastalıktır.
- Salt was a rare and costly commodity in ancient times.
- Eski zamanlarda tuz, nadir bulunan ve pahalı bir üründü.
- I came upon a rare stamp at that store.
- O mağazada nadir bir pula rastladım.
- That's kind of rare.
- O biraz nadir.
- Can you obtain this rare book for me?
- Bu nadir kitabı benim için edinebilir misiniz?
- Patience is a rare virtue these days.
- Bugünlerde sabır nadir bir erdemdir.
- Freezing rain is a rather rare meteorological phenomenon.
- Dondurucu yağmur oldukça nadir görülen bir meteorolojik olaydır.
- It is not rare at all to live over ninety years.
- Doksan yıldan fazla yaşamak hiç de nadir bir durum değildir.
- This is a very rare specimen.
- Bu çok nadir bir örnektir.
- Such painters as Picasso are rare.
- Picasso gibi ressamlar nadirdir.
- This disease is caused by a rare genetic mutation.
- Bu hastalık nadir bir genetik mutasyondan kaynaklanıyor.
- Tom has a rare skin condition.
- Tom'un nadir görülen bir cilt hastalığı var.
- This element is rare on earth.
- Bu element yeryüzünde nadirdir.
- It's not at all rare to live to be over ninety years old.
- Doksan yaşına kadar yaşamak hiç de nadir değildir.
- Tom has a rare disease.
- Tom'un nadir bir hastalığı var.
- Is this a rare problem?
- Bu nadir bir sorun mu?
- That one is very rare.
- O çok nadir.
- I found a rare stamp at that store.
- O mağazada nadir bir pul buldum.
Show More (158)
|