|
- Indeed, single older women and single mothers with young children are particularly vulnerable groups.
- Gerçekten de bekar yaşlı kadınlar ve küçük çocuklu bekar anneler özellikle hassas gruplardır.
- If you are single and want to share your life.
- Eğer bekarsanız ve hayatınızı paylaşmak istiyorsanız.
- If you are single and want to share your life.
- Bekarsanız ve hayatınızı paylaşmak istiyorsanız.
- A single young woman travels throughout the world.
- Bekar bir genç kadın dünyayı dolaşıyor.
- Tom said that he was single.
- Tom bekâr olduğunu söyledi.
- Is he still single?
- O hâlâ bekar mı?
- Aren't you still single?
- Sen hâlâ bekâr değil misin?
- I don't like being single.
- Bekar olmaktan hoşlanmıyorum.
- I can't believe he's single.
- Onun bekar olduğuna inanamıyorum.
- I suspect that Tom and Mary are both single.
- Tom ve Mary'nin her ikisinin de bekar olduklarından şüpheleniyorum.
- I think married people have more problems than single people.
- Sanırım evli insanların bekar insanlardan daha çok sorunları var.
- You're single.
- Sen bekarsın.
- I know that Tom and Mary are both single.
- Tom ve Mary'nin her ikisinin de bekar olduğunu biliyorum.
- She would rather take advantage of being single than buy a beautiful white dress.
- Güzel beyaz bir elbise almaktansa bekar olmanın avantajını kullanmayı tercih ediyor.
- Tom wished he were still single.
- Tom hala bekar olmayı diliyordu.
- She wants to stay single forever.
- Sonsuza kadar bekar kalmak istiyor.
- Sami was thirty six, single, and a successful executive.
- Sami otuz altı yaşında, bekar ve başarılı bir yönetici idi.
- Tom planned to remain single all his life.
- Tom hayatı boyunca bekar kalmayı planladı.
- Fadil's mother was single.
- Fadıl'ın annesi bekardı.
- He remained single till the end of his day.
- Ömrünün sonuna kadar bekar kaldı.
- We are all single.
- Hepimiz bekarız.
- She's young and single.
- O genç ve bekar.
- Tom and Mary are both still single.
- Tom ve Mary hala bekar.
- Tom is single and has a three-year-old daughter.
- Tom bekar ve üç yaşında bir kızı var.
- Tom and Mary are both still single, aren't they?
- Tom ve Mary hala bekarlar, değil mi?
- Tom is young and single.
- Tom genç ve bekar.
- I didn't know Tom and Mary were both still single.
- Tom ve Mary'nin hala bekar olduğunu bilmiyordum.
- Tom and Mary are both single.
- Tom ve Mary'nin ikisi de bekardır.
- Sami was a divorced single parent.
- Sami boşanmış bekar bir ebeveyndi.
- Why are you still single?
- Neden hâlâ bekarsın?
- Bill was single until he tied the knot last week.
- Bill geçen hafta evlenene kadar bekardı.
- He's young and single.
- O genç ve bekar.
- I wish I were still single.
- Keşke hala bekar olsaydım.
- We're both single.
- İkimiz de bekarız.
- Tom told me that he thought Mary was single.
- Tom bana Mary'nin bekar olduğunu düşündüğünü söyledi.
- Do you plan on staying single forever?
- Bekar kalmayı mı planlıyorsun?
- Mary remained single all her life in Japan.
- Mary, Japonya'daki hayatı boyunca bekar kaldı.
- Both my brothers are married, but my sisters are all single.
- Erkek kardeşlerimin ikisi de evli ama kız kardeşlerimin hepsi bekar.
- I thought that Tom was single.
- Tom'un bekar olduğunu düşünüyordum.
- You're young and single.
- Sen gençsin ve bekarsın.
- That's probably why I'm still single.
- Muhtemelen bu yüzden hala bekarım.
- Tom remained single all his life.
- Tom hayatı boyunca bekar kaldı.
- Tom and Mary are both single parents.
- Tom ve Mary'nin ikisi de bekar ebeveynler.
- Tom told me that he wanted to stay single.
- Tom bana bekar kalmak istediğini söyledi.
- Tom is still single, isn't he?
- Tom hâlâ bekar, değil mi?
- Is she single or married?
- O bekar mı yoksa evli mi?
- Harvard scientists have measured the amount of male hormone in the saliva of 58 single and married men with or without children.
- Harvard'lı bilim adamları çocuklu ya da çocuksuz 58 bekar ve evli erkeğin tükürüğündeki erkeklik hormonu miktarını ölçtüler.
- Linda was the single mother of five children.
- Linda beş çocuk annesi bekar bir kadındı.
- I'm still single.
- Ben, hâlâ bekârım.
- Tom should have told Mary right away that he wasn't single.
- Tom, Mary'ye bekar olmadığını hemen söylemeliydi.
- I can't believe Tom is still single.
- Tom'un hâlâ bekar olduğuna inanamıyorum.
- He's still single.
- O, hâlâ bekar.
- I doubt if Tom is single.
- Tom'un bekâr olduğunu sanmıyorum.
- We're both single.
- İkimiz de bekârız.
- Tom said that he was single.
- Tom bekar olduğunu söyledi.
- I am almost 40 years old and I am still single.
- Neredeyse 40 yaşındayım ve hala bekarım.
- Tom is rich and single.
- Tom zengin ve bekar.
- Tom was a single dad.
- Tom bekar bir babaydı.
- I'm almost thirty years old and I'm still single.
- Neredeyse otuz yaşındayım ve hâlâ bekârım.
- I'm single and childless.
- Bekârım ve çocuğum yok.
- She's a single mother of two.
- İki çocuklu bekar bir anne.
- Tom is my only friend who's still single.
- Tom hâlâ bekâr olan tek arkadaşım.
- Tom is single.
- Tom bekar.
- Didn't you know Tom was still single?
- Tom'un hala bekar olduğunu bilmiyor muydun?
- Is Tom still single?
- Tom hala bekar mı?
- Tom told Mary that she should quit pretending to be single.
- Tom, Mary'ye bekarmış gibi davranmayı bırakması gerektiğini söyledi.
- I am a single mother of four children.
- Ben dört çocuklu bekar bir anneyim.
- Are you married or single?
- Evli misin yoksa bekar mısın?
- Tom is young and single.
- Tom genç ve bekardır.
- Mary raises her son as a single mother.
- Mary oğlunu bekar bir anne olarak yetiştiriyor.
- I wonder whether Tom is still single.
- Tom'un hâlâ bekâr olup olmadığını merak ediyorum.
- Are you still single?
- Hala bekar mısın?
- You're young and single.
- Genç ve bekarsın.
- Why is Tom still single?
- Tom neden hala bekar?
- Tom wants to stay single.
- Tom bekar kalmak istiyor.
- Tom has been single for a long time.
- Tom uzun zamandır bekar.
- Layla hoped to work for a wealthy single man.
- Leyla zengin ve bekâr bir adam için çalışmayı umuyordu.
- I can't believe he's still single.
- Onun hala bekar olduğuna inanamıyorum.
- I'm a single mom.
- Ben bekar bir anneyim.
- What's harder than for a single mother to work 2 jobs and raise 5 kids?
- Bekar bir anne için iki işte çalışmak ve 5 çocuk büyütmekten daha ne zor olabilir?
- Tom is single and has a three-year-old daughter.
- Tom bekardır ve üç yaşında bir kızı vardır.
- It's hard to believe that Tom is still single.
- Tom'un hala bekar olduğuna inanmak zor.
- Tom is a single parent.
- Tom bekâr bir baba.
- She remained single all her life.
- Bütün hayatı boyunca bekar kaldı.
- Do you think Tom is still single?
- Sence Tom hala bekar mı?
- Tom's mother is single.
- Tom'un annesi bekar.
- Single dads are becoming more and more vocal in the U.S.
- ABD'de bekar babaların sesi giderek daha çok çıkıyor.
- I'm single and have no children.
- Bekarım ve çocuğum yok.
- Tom wished he were still single.
- Tom hâlâ bekar olmayı diledi.
- Tom was single all his life.
- Tom hayatı boyunca bekardı.
- He's still single.
- O hala bekar.
- I want to stay single.
- Bekar kalmak istiyorum.
- Tom is a single father.
- Tom bekar bir baba.
- Both Tom and I are still single.
- Hem Tom hem de ben hâlâ bekarız.
- Some young Japanese people prefer being single to being married.
- Bazı genç Japonlar bekar olmayı evli olmaya tercih ediyor.
- Tom and Mary are both still single.
- Hem Tom hem de Mary hâlâ bekar.
- Mary is single and independent.
- Mary bekar ve bağımsız.
- Tom thought Mary was single, but he wasn't really sure.
- Tom, Mary'nin bekar olduğunu düşünüyordu ama emin değildi.
- He remained single all his life.
- Hayatı boyunca bekar kaldı.
- Is Tom single?
- Tom bekar mı?
- I'm single and I've never been married.
- Ben bekarım ve hiç evlenmedim.
- I wish I were still single.
- Keşke hâlâ bekar olsam.
- Tom thought that Mary was single.
- Tom, Mary'nin bekar olduğunu düşündü.
- What's harder than for a single mother to work 2 jobs and raise 5 kids?
- Bekar bir annenin iki işte çalışıp beş çocuk büyütmesinden daha zor ne olabilir?
- Is Tom still single?
- Tom hâlâ bekar mı?
- I didn't know Tom and Mary were both still single.
- Tom ve Mary'nin ikisinin de hâlâ bekar olduğunu bilmiyordum.
- I thought both Tom and Mary were still single.
- Hem Tom'un hem de Mary'nin hâlâ bekar olduğunu sanıyordum.
- Tom remained single all his life.
- Tom tüm yaşamı boyunca bekar kaldı.
- I like being single.
- Bekar olmayı seviyorum.
- I'm single and childless.
- Bekarım ve çocuksuzum.
- I don't like being single.
- Ben bekar olmaktan hoşlanmıyorum.
- I feel that it is better to stay single than to get married.
- Evlenmektense bekâr kalmanın daha iyi olduğunu hissediyorum.
- I thought that Tom was single.
- Tom'un bekar olduğunu sanıyordum.
- Tom and I are both single.
- Tom ve ben ikimiz de bekarız.
- Tom said that Mary was single.
- Tom, Mary'nin bekâr olduğunu söyledi.
- Tom said that Mary wasn't single.
- Tom, Mary'nin bekar olmadığını söyledi.
- Is she still single?
- O hâlâ bekar mı?
- We're all single.
- Hepimiz bekârız.
- I'm still single.
- Hâlâ bekârım.
- She's a single mother.
- O bekar bir anne.
- Tom and Mary are both single.
- Tom da Mary de bekar.
- They're both single.
- İkisi de bekar.
- Are you married, divorced, or single?
- Evli misin, boşandın mı, yoksa bekar mısın?
- Tom and Mary are both still single.
- Tom ve Mary her ikisi de hâlâ bekar.
- Are you married or single?
- Evli misin, bekar mı?
- I like being single.
- Bekar olmaktan hoşlanıyorum.
- I am a single mother of four children.
- Dört çocuklu bekar bir anneyim.
- Tom told me he was single.
- Tom bana bekar olduğunu söyledi.
- Some young Japanese people prefer being single to being married.
- Bazı genç Japon halkı, bekar olmayı evli olmaya tercih ederler.
- You're single, right?
- Bekarsın, değil mi?
- Are you still single?
- Sen hala bekar mısın?
- Tom was single all his life.
- Tom tüm hayatı boyunca bekardı.
- Linda was the single mother of five children.
- Linda beş çocuklu bekar bir anneydi.
- I'm single again.
- Yine bekarım.
- I think Tom is single.
- Bence Tom bekar.
- Tom planned to remain single all his life.
- Tom hayatı boyunca bekar kalmayı planlıyordu.
- I doubt if Tom is single.
- Tom'un bekar olduğundan şüpheliyim.
- Tom is still single.
- Tom hala bekar.
- Didn't you know Tom was still single?
- Tom'un hâlâ bekâr olduğunu bilmiyor muydun?
- Tom said he doesn't plan on staying single all his life.
- Tom, bütün hayatı boyunca bekâr kalmayı planlamadığını söyledi.
- Tom said that Mary was single.
- Tom, Mary'nin bekar olduğunu söyledi.
- She's young and single.
- Genç ve bekar.
- Sami was single at the time.
- Sami o zaman bekardı.
- Mary is a single mom.
- Mary bekar bir anne.
- You're still single, aren't you?
- Hala bekarsın, değil mi?
- She wants to stay single forever.
- O sonsuza kadar bekar kalmak istiyor.
- He remained single all his life.
- O, bütün hayatı boyunca bekar kaldı.
- I don't think Tom is single.
- Tom'un bekar olduğunu sanmıyorum.
- Layla was single for so long.
- Leyla uzun zamandır bekardı.
- I doubt if Tom is single.
- Tom'un bekar olup olmadığından şüpheliyim.
- I'm a single mother.
- Ben bekar bir anneyim.
- They said they were single.
- Bekar olduklarını söylediler.
- Do you think it's easier to be a single mother or a single father?
- Sence bekar bir anne olmak mı yoksa bekar bir baba olmak mı daha kolay?
- Tom has been single all his life.
- Tom bütün hayatı boyunca bekardı.
- She's still single.
- Hâlâ bekâr.
- I'm a single parent.
- Bekar bir ebeveynim.
- Tom is single and has never been married.
- Tom bekar ve hiç evlenmedi.
- Are both of you still single?
- İkiniz de hala bekar mısınız?
- I would rather remain single than live an unhappy life with him.
- Onunla mutsuz bir hayat yaşamaktansa bekar kalmayı tercih ederim.
- Married people sometimes wish they were single.
- Evli insanlar bazen bekar olmayı dilerler.
- She's still single.
- O hâlâ bekar.
- Tom is single, isn't he?
- Tom bekar, değil mi?
- I can't believe he's still single.
- Hala bekar olduğuna inanamıyorum.
- Tom said he doesn't plan on staying single all his life.
- Tom hayatı boyunca bekar kalmayı planlamadığını söyledi.
- That's why you're still single.
- Bu yüzden hala bekarsın.
- Sami was single at the time.
- Sami o zamanlar bekardı.
- She was a single mom from a small Midwest town.
- Küçük bir Orta Batı kasabasından bekar bir anneydi.
- Tom is a single parent.
- Tom bekar bir ebeveyn.
- My oldest brother is single.
- En büyük ağabeyim bekar.
- My oldest brother is single.
- En büyük ağabeyim bekardır.
- Tom stayed single his whole life.
- Tom bütün hayatı boyunca bekar kaldı.
- I'm almost thirty years old and I'm still single.
- Neredeyse otuz yaşındayım ve hâlâ bekarım.
- Tom remained single his whole life.
- Tom hayatı boyunca bekar kaldı.
- I know that both Tom and Mary are single.
- Tom ve Mary'nin her ikisinin de bekar olduğunu biliyorum.
- I hate being single.
- Bekar olmaktan nefret ediyorum.
- I wonder whether Tom is still single.
- Tom'un hala bekar olup olmadığını merak ediyorum.
- Tom thought that Mary was single.
- Tom Mary'nin bekar olduğunu düşündü.
- She remained single all her life.
- Hayatı boyunca bekar kaldı.
- Tom said that he wasn't single.
- Tom bekar olmadığını söyledi.
- Both Tom and Mary are single.
- Hem Tom hem de Mary bekar.
- I'm a single child.
- Ben bekar bir çocuğum.
- Tom is still single, isn't he?
- Tom hala bekar, değil mi?
- Girls, I'm single.
- Kızlar, ben bekarım.
- I am almost 40 years old and I am still single.
- Neredeyse kırk yaşındayım ve hâlâ bekârım.
- They're both single.
- Onların ikisi de bekar.
- Tom and Mary are both single.
- Tom ve Mary ikisi de bekar.
- We're all single.
- Hepimiz bekarız.
- I thought both Tom and Mary were still single.
- Tom ve Mary'nin hâlâ bekâr olduklarını sanıyordum.
- Mary struggled to raise Tom as a single mother.
- Mary, Tom'u bekar bir anne olarak yetiştirmek için mücadele etti.
- He was single before.
- Daha önce bekardı.
- She's a single mother of two.
- O, iki çocuklu bekar bir anne.
- Why are you still single?
- Neden hala bekarsın?
- Tom is my only friend who's still single.
- Tom hala bekar olan tek arkadaşım.
- Both Tom and I are still single.
- Tom da ben de hâlâ bekârız.
- Do you plan on staying single for the rest of your life?
- Hayatının geri kalanında bekar kalmayı mı planlıyorsun?
- Is she still single?
- Hala bekar mı?
- Is he married or single?
- Evli mi, bekar mı?
- Fadil's mother was single.
- Fadıl'ın annesi bekârdı.
- You're still single, aren't you?
- Hâlâ bekarsın, değil mi?
- Tom should have told Mary right away that he wasn't single.
- Tom bekar olmadığını hemen Mary'ye söylemeliydi.
- I can't believe Tom is still single.
- Tom'un hala bekar olduğuna inanamıyorum.
- Both Tom and Mary are single.
- Tom da Mary de bekar.
- If you're pretty, but single, then you're not pretty.
- Eğer güzelsen ama bekarsan, o zaman güzel değilsindir.
- Why is Tom still single?
- Tom neden hâlâ bekâr?
- We are all single.
- Hepimiz bekârız.
- He's a single father.
- O bekar bir baba.
- Do you think it's easier to be a single mother or a single father?
- Bekar bir anne mi yoksa bekar bir baba mı olmanın daha kolay olduğunu düşünüyorsun?
- I know that both Tom and Mary are single.
- Hem Tom'un hem de Mary'nin bekar olduğunu biliyorum.
- Both my brothers are married, but my sisters are all single.
- Erkek kardeşlerimin her ikisi de evli ama kız kardeşlerimin hepsi bekâr.
- I think married people have more problems than single people.
- Bence evli insanların bekarlara göre daha fazla sorunu var.
- I can't believe you're still single.
- Senin hala bekar olduğuna inanamıyorum.
- You're single, aren't you?
- Bekarsın, değil mi?
- But in spite of the merits of being single, they do want to get married some day.
- Bekar olmanın avantajlarına rağmen bir gün evlenmek istiyorlar.
- It's hard to believe that Tom is still single.
- Tom'un hâlâ bekar olduğuna inanmak zor.
- Tom stayed single his whole life.
- Tom hayatı boyunca bekar kaldı.
- Is he still single?
- Hala bekar mı?
- I feel that it is better to stay single than to get married.
- Bekar kalmanın evlenmekten daha iyi olduğunu düşünüyorum.
- Do you plan on staying single for the rest of your life?
- Hayatının sonuna kadar bekar kalmayı mı planlıyorsun?
- Tom is still single.
- Tom hâlâ bekar.
- Mary remained single all her life in Japan.
- Mary, Japonya'da bütün hayatı boyunca bekar kaldı.
- Are both of you still single?
- Siz ikiniz hâlâ bekar mısınız?
- I suspect that Tom and Mary are both single.
- Tom ve Mary'nin ikisinin de bekar olduğundan şüpheleniyorum.
- Single children are often spoiled.
- Bekar çocuklar genellikle şımarık olurlar.
- Mary is a single mother.
- Mary bekar bir anne.
- Tom and I are both single.
- Tom ve ben ikimiz de bekârız.
- That's probably why I'm still single.
- Muhtemelen hâlâ bu yüzden bekarım.
- I can't believe you're still single.
- Ben de senin hala bekar olduğuna inanamıyorum.
- Do you plan on staying single forever?
- Sonsuza kadar bekar kalmayı mı planlıyorsun?
- Is he married or single?
- O evli mi yoksa bekâr mı?
- I'm a single parent.
- Ben bekar bir ebeveynim.
- Is she single or married?
- Bekar mı, evli mi?
- Mary raises her son as a single mother.
- Mary, bekar bir anne olarak oğlunu büyütüyor.
- But in spite of the merits of being single, they do want to get married some day.
- Fakat bekar olmanın iyi taraflarına rağmen, onlar birgün evlenmek istiyor.
- Now that you are single again, how about poker this weekend?
- Artık bekar olduğuna göre, bu hafta sonu pokere ne dersin?
- Sami was thirty six, single, and a successful executive.
- Sami 36 yaşındaydı, bekardı ve başarılı bir idareciydi.
- Tom has been single all his life.
- Tom hayatı boyunca bekardı.
Show More (237)
|
|
- This both assists British business and helps with the completion of the Single Market.
- Bu hem İngiliz iş dünyasına yardımcı olur hem de Tek Pazar'ın tamamlanmasına yardımcı olur.
- Adopting a single currency is a concrete indication of how far European integration has come.
- Tek para biriminin benimsenmesi, Avrupa entegrasyonunun ne kadar ileri gittiğinin somut bir göstergesidir.
- In that way, we shall approach the objective towards which we have been striving, namely a single, reunified Europe.
- Bu şekilde uğrunda çaba sarf ettiğimiz hedefe, yani tek ve yeniden birleşmiş bir Avrupa'ya yaklaşmış olacağız.
- This was the case as regards the Single Act and the case at Maastricht and Amsterdam too.
- Tek Senet ile ilgili olarak durum böyleydi ve Maastricht ve Amsterdam'daki durum da böyleydi.
- The third priority is to strengthen the single market and connect Europe.
- Üçüncü öncelik tek pazarı güçlendirmek ve Avrupa'yı birbirine bağlamaktır.
- Our single currency has become the dollar's equal.
- Tek para birimimiz dolara eşit hale geldi.
- The third priority is to strengthen the single market and connect Europe.
- Üçüncü öncelik ise tek pazarı güçlendirmek ve Avrupa'yı birbirine bağlamaktır.
- The European citizen would benefit from single market occupational pension schemes.
- Avrupa vatandaşları tek pazar mesleki emeklilik programlarından faydalanacaktır.
- This directive will improve the working of the single market and offer consumers greater protection.
- Bu direktif tek pazarın işleyişini iyileştirecek ve tüketicilere daha fazla koruma sağlayacaktır.
- A single, transparent framework for clearing and settlement is part of these essential rules.
- Takas ve mutabakat için tek ve şeffaf bir çerçeve bu temel kuralların bir parçasıdır.
- The early approval of the single programming document is essential in this respect.
- Tek programlama belgesinin erken onaylanması bu açıdan çok önemlidir.
- We believe that the creation of the Single Sky will respond to the increasing demand for air safety.
- Tek Gökyüzünün oluşturulmasının hava güvenliğine yönelik artan talebe cevap vereceğine inanıyoruz.
- Without military cooperation, the Single Sky's added value is seriously affected.
- Askeri işbirliği olmadan Tek Gökyüzü'nün katma değeri ciddi şekilde etkilenir.
- It is either a single market or it is not.
- Bu ya tek pazardır ya da değildir.
- Early this evening, we discussed the Single European Sky.
- Bu akşam erken saatlerde Tek Avrupa Hava Sahası'nı görüştük.
- The various stages in the completion of the single market were a good example of that.
- Tek pazarın tamamlanmasındaki çeşitli aşamalar bunun iyi bir örneğidir.
- What was actually envisaged was nothing more than for Turkey to participate in the Europe of the single market.
- Aslında öngörülen şey, Türkiye'nin Avrupa tek pazarına katılmasından başka bir şey değildi.
- Exports have trebled in the past three years with frozen yellowfin tuna being the largest single item.
- Dondurulmuş sarı yüzgeçli orkinosun en büyük tek kalem olduğu ihracat son üç yılda üç katına çıkmıştır.
- Therefore, opening up the single market for services is going to be of great importance.
- Bu nedenle hizmetler için tek pazarın açılması büyük önem taşıyacaktır.
- Nevertheless, it is a single, wretched, shuffling step on the journey that Europe has to take.
- Yine de bu, Avrupa'nın kat etmek zorunda olduğu yolda atılmış tek, sefil ve ayak sürüyen bir adımdır.
- There has been mention of the Single Sky and responsibility for Eurocontrol.
- Tek Hava Sahası ve Eurocontrol sorumluluğundan bahsedilmiştir.
- But those derogations from the rules of the single market were intended to be temporary and to be phased out.
- Ancak tek pazar kurallarına getirilen bu istisnaların geçici olması ve aşamalı olarak kaldırılması amaçlanmıştır.
- This is the imperative force underlying the present Single Sky proposal.
- Bu, mevcut Tek Gökyüzü önerisinin altında yatan zorunlu güçtür.
- To what extent are these fully exposed to the single market conditions and to what extent are they properly kept aside?
- Bunlar ne ölçüde tek pazar koşullarına tamamen maruz kalmakta ve ne ölçüde uygun şekilde bir kenarda tutulmaktadır?
- The core of the EU is the Single Market and there can be no weakening of it.
- AB'nin özü Tek Pazardır ve bunun zayıflatılması söz konusu olamaz.
- The Single Market is a win-win game, not a zero-sum game.
- Tek Pazar bir kazan-kazan oyunudur, sıfır toplamlı bir oyun değil.
- The key to the enlarged community has to be the integrity of the single market.
- Genişlemiş topluluğun anahtarı tek pazarın bütünlüğü olmalıdır.
- The reality is that the Single Market is not working.
- Gerçek şu ki, Tek Pazar çalışmıyor.
- I was asked whether or not the single border guard had been decided or discussed.
- Bana tek sınır muhafızlığı konusunda karar verilip verilmediği ya da bu konunun tartışılıp tartışılmadığı soruldu.
- Thanks to the single market, however, the benefits will be visible everywhere.
- Ancak tek pazar sayesinde faydalar her yerde görülebilecektir.
- Let us put into context the sanctity and the blessedness of each single, individual human life.
- Tek tek her bir insan hayatının kutsallığını ve kutsanmışlığını bir bağlama yerleştirelim.
- On 1 January 2002, we will have the single currency.
- 1 Ocak 2002'de tek para birimine sahip olacağız.
- Nothing, though, could be more foreign to the inventors of the single currency.
- Yine de hiçbir şey tek para biriminin mucitlerine daha yabancı olamazdı.
- Thanks to the single market, however, the benefits will be visible everywhere.
- Ancak tek pazar sayesinde bunun faydaları her yerde görülebilecektir.
- There has been mention of the Single Sky and responsibility for Eurocontrol.
- Tek Gökyüzü ve Eurocontrol sorumluluğundan bahsedilmiştir.
- We have co-decision rights on matters relating to the single market.
- Tek pazarla ilgili konularda ortak karar alma hakkına sahibiz.
- We are taking a major step forward in providing a Europe-wide single market in financial services.
- Finansal hizmetlerde Avrupa çapında bir tek pazar sağlama yolunda önemli bir adım atıyoruz.
- We have to convince people that it is essential to accord a single, full and complete personality to the Union.
- İnsanları, Birliğe tek, tam ve eksiksiz bir kişilik kazandırmanın elzem olduğuna ikna etmeliyiz.
- The new directive for investment services and regulated markets will strengthen the single European financial market.
- Yatırım hizmetleri ve düzenlenmiş piyasalar için yeni direktif tek Avrupa finans piyasasını güçlendirecektir.
- This too is another brick in the wall of the single market.
- Bu da tek pazar duvarındaki bir başka tuğladır.
- It has a single currency but it does not have a genuine economic policy authority.
- Tek para birimi var ama gerçek bir ekonomi politikası otoritesi yok.
- For example, the single market could clearly be pursued in a way which ignored environmental side constraints.
- Örneğin, tek pazar açıkça çevresel kısıtlamaları göz ardı eden bir şekilde takip edilebilir.
- The truth is that the single market is not yet complete.
- Gerçek şu ki tek pazar henüz tamamlanmadı.
- This has to change if the single market is to function smoothly.
- Tek pazarın sorunsuz bir şekilde işlemesi için bunun değişmesi gerekmektedir.
- The notion of a reference period cannot be used to establish single payment and decoupling.
- Referans dönemi kavramı, tek ödeme ve ayrıştırma oluşturmak için kullanılamaz.
- It is conceived to facilitate a true single market for goods and services.
- Mal ve hizmetler için gerçek bir tek pazarı kolaylaştırmak üzere tasarlanmıştır.
- This is the imperative force underlying the present Single Sky proposal.
- Bu, mevcut Tek Gökyüzü teklifinin altında yatan zorunlu güçtür.
- We believe it is not necessary for the completion of the single market.
- Tek pazarın tamamlanması için gerekli olmadığına inanıyoruz.
- The European citizen would benefit from single market occupational pension schemes.
- Avrupa vatandaşı tek pazar mesleki emeklilik programlarından faydalanacaktır.
- She said that we cannot allow counterfeiting to undermine our single currency.
- Sahteciliğin tek para birimimizi baltalamasına izin veremeyeceğimizi söyledi.
- During his stewardship he launched the European Monetary System, the forerunner of the single currency.
- Yöneticiliği sırasında tek para biriminin öncüsü olan Avrupa Para Sistemi'ni başlattı.
- The Single Market is a win-win game, not a zero-sum game.
- Tek Pazar sıfır toplamlı bir oyun değil, bir kazan-kazan oyunudur.
- The Single Sky, the European Sky, is in my opinion certainly no privatisation via the backdoor.
- Tek Gökyüzü, Avrupa Gökyüzü, bence kesinlikle arka kapıdan özelleştirme değildir.
- This necessitates clear and concise drafting within a single, comprehensible text.
- Bu da tek ve anlaşılabilir bir metin içerisinde açık ve net bir taslak hazırlanmasını gerektirmektedir.
- The whole affair illustrates exactly what it means by competition on the single internal market.
- Bütün bu olay, tek iç pazarda rekabetin tam olarak ne anlama geldiğini göstermektedir.
- Let us not talk down the single currency, but let us together be proactive in defending it.
- Tek para birimini küçümsemeyelim ama hep birlikte onu savunmak için proaktif olalım.
- Tax obstacles stand in the way of a fully functioning single market.
- Vergi engelleri, tam anlamıyla işleyen bir tek pazarın önünde durmaktadır.
- This programme established the single European area of research.
- Bu program tek Avrupa araştırma alanını oluşturmuştur.
- The objective of achieving a true single market with a high level of consumer protection would not be achieved.
- Yüksek düzeyde tüketici koruması ile gerçek bir tek pazara ulaşma hedefine ulaşılamayacaktır.
- In this case we are not talking about the single European market.
- Bu durumda tek Avrupa pazarından bahsetmiyoruz.
- The objective of achieving a true single market with a high level of consumer protection would not be achieved.
- Yüksek düzeyde tüketici korumasına sahip gerçek bir tek pazara ulaşma hedefine ulaşılamayacaktır.
- This is an important milestone in the creation of the single market.
- Bu, tek pazarın oluşturulmasında önemli bir kilometre taşıdır.
- In this case, we are not talking about the single European market.
- Bu durumda, tek Avrupa pazarından bahsetmiyoruz.
- It was Europe that wanted a single currency, so Europe will now have to put take responsibility for it!
- Tek para birimini isteyen Avrupa'ydı, bu yüzden Avrupa şimdi bunun sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalacak!
- This is a core requirement of the single market and strongly supported by all sides in our committee debates.
- Bu, tek pazarın temel bir gerekliliğidir ve komite tartışmalarımızda tüm taraflarca güçlü bir şekilde desteklenmiştir.
- The aim is to create a genuine single European market in this sector.
- Amaç, bu sektörde gerçek bir tek Avrupa pazarı yaratmaktır.
- That is why, faced with the possible risks of the opt-in system, we are opposed to a single, harmonised European system.
- İşte bu nedenle, opt-in sisteminin olası riskleri karşısında, tek ve uyumlu bir Avrupa sistemine karşıyız.
- This takeovers directive was and is an important part of the final implementation of the European single market.
- Bu devralmalar direktifi, Avrupa tek pazarının nihai uygulamasının önemli bir parçasıydı ve öyle olmaya devam ediyor.
- Thirdly, our group says a resounding 'yes' to the single currency.
- Üçüncü olarak, grubumuz tek para birimine güçlü bir şekilde 'evet' diyor.
- The Single Sky does not mean that flight plans are going to be decided by the Commission.
- Tek Gökyüzü, uçuş planlarına Komisyon tarafından karar verileceği anlamına gelmez.
- The EBRD is the largest single foreign investor in Russia, and Russia is the largest country in its portfolio.
- AİKB, Rusya'daki en büyük tek yabancı yatırımcıdır ve Rusya onun portföyündeki en büyük ülkedir.
- A Single Sky will be a major contribution to reducing pollution, emissions and wasted fossil fuel.
- Tek Gökyüzü, kirliliğin, emisyonların ve fosil yakıt israfının azaltılmasına büyük katkı sağlayacaktır.
- The digital knowledge-based society turns the world into a single coherent whole.
- Dijital bilgi temelli toplum dünyayı tek ve tutarlı bir bütün haline getirmektedir.
- The UNHCR is the Commission's main single partner in the humanitarian field.
- BMMYK, Komisyon'un insani yardım alanındaki başlıca tek ortağıdır.
- Today we are going to deal with a legislative package aimed at establishing the Single European Sky.
- Bugün Tek Avrupa Hava Sahası'nın oluşturulmasını amaçlayan bir yasama paketini ele alacağız.
- This product should, furthermore, make a major contribution to the functioning of the single market in this field.
- Ayrıca bu ürün, bu alanda tek pazarın işleyişine önemli bir katkıda bulunmalıdır.
- I believe that the Single Sky will bring an efficient, effective system for the European citizens.
- Tek Gökyüzü'nün Avrupa vatandaşları için verimli ve etkili bir sistem getireceğine inanıyorum.
- Did the August agreement really ensure that the multi-ethnic society and the single rule of law were in fact maintained?
- Ağustos anlaşması gerçekten de çok etnikli toplumun ve tek hukuk devletinin korunmasını sağladı mı?
- It is either a single market or it is not.
- Tek pazar ya vardır ya da yoktur.
- Secondly, to promote the Single Market for herbal medicines.
- İkinci olarak bitkisel ilaçlar için Tek Pazar'ı teşvik etmek.
- We need Europe to have a single voice in the world.
- Bize göre Avrupa'nın dünyada tek ses olması gerekiyor.
- It is the fact that the present position is simply unsatisfactory that prompted our desire for a Single Sky.
- Tek Gökyüzü arzumuzu harekete geçiren şey, mevcut durumun tatmin edici olmamasıdır.
- These national discrepancies could give rise to competitive inequalities in the single market.
- Bu ulusal farklılıklar tek pazarda rekabet eşitsizliklerine yol açabilir.
- We have to ensure that this Convention, through its Bureau, works in a single and coherent way.
- Bu Kurultay'ın, Bürosu aracılığıyla tek ve tutarlı bir şekilde çalışmasını sağlamalıyız.
- I am sorry to say that, in my view, the changeover to the single currency has been forced through.
- Üzülerek belirtmeliyim ki bana göre, tek para birimine geçiş zorlanmıştır.
- In that way, we shall approach the objective towards which we have been striving, namely a single, reunified Europe.
- Bu şekilde, uğrunda çabaladığımız hedefe, yani tek ve yeniden birleşmiş bir Avrupa'ya yaklaşmış olacağız.
- It is vital to the sound operation of the single market.
- Tek pazarın sağlıklı bir şekilde işlemesi açısından hayati önem taşımaktadır.
- The biggest single problem is the cost of the Louise Weiss building in Strasbourg.
- En büyük tek sorun Strazburg'daki Louise Weiss binasının maliyetidir.
- The United Kingdom is a strong supporter of the Single European Sky concept.
- Birleşik Krallık Tek Avrupa Hava Sahası konseptinin güçlü bir destekçisidir.
- The single European market in new issues of shares and bonds is set to become a reality.
- Yeni hisse senedi ve tahvil ihraçlarında tek Avrupa pazarı gerçeğe dönüşmeye hazırlanıyor.
- This directive is important for the operation of the single market.
- Bu direktif tek pazarın işleyişi açısından önemlidir.
- We must ensure that the complete integrity of that single market will emerge at the end of these negotiations.
- Bu müzakerelerin sonunda tek pazarın tam bütünlüğünün ortaya çıkmasını sağlamalıyız.
- The current regulations can hardly be said to achieve better use of the single European airspace or greater safety.
- Mevcut düzenlemelerin tek Avrupa hava sahasının daha iyi kullanımını ya da daha fazla güvenliği sağladığı söylenemez.
- These are, as we have seen, systems that use single name lists.
- Bunlar, gördüğümüz gibi, tek isim listeleri kullanan sistemlerdir.
- What about the single market and the free movement of goods between France and the United Kingdom?
- Peki ya tek pazar ve Fransa ile Birleşik Krallık arasında malların serbest dolaşımı ne olacak?
- This single card will at least eliminate a lot of those difficulties.
- Bu tek kart en azından bu zorlukların çoğunu ortadan kaldıracaktır.
- But Ireland is paying an enormous price for this single incident.
- Ancak İrlanda bu tek olay için çok büyük bir bedel ödüyor.
- I shall single out the points I think are most important.
- En önemli olduğunu düşündüğüm noktaları tek tek ele alacağım.
- Freedom of movement has been one of the core tenets of the single market.
- Dolaşım özgürlüğü, tek pazarın temel ilkelerinden biri olmuştur.
- Allegories are works of literature written as a single, unified, rhetorical device.
- Alegoriler tek, birleşik, retorik bir araç olarak yazılmış edebiyat eserleridir.
- Allegories are works of literature written as a single, unified, rhetorical device.
- Alegoriler, tek, birleşik, retorik bir araç olarak yazılmış edebiyat eserleridir.
- I didn't say a single word.
- Tek kelime etmedim.
- Which is longer, a single bond or a double bond?
- Hangisi daha uzun, tek bağ mı çift bağ mı?
- Don't believe a single word of it.
- Tek kelimesine bile inanma.
- The children went upstairs in single file.
- Çocuklar tek sıra halinde üst kata çıktı.
- A journey of a thousand miles begins with a single step.
- Bin millik bir yolculuk bir tek adımla başlar.
- She didn't utter a single word of encouragement.
- O bir tek cesaret verici söz söylemedi.
- There's not a single safe place anymore in Japan.
- Artık Japonya'da bir tek güvenli yer yok.
- I'm a single child.
- Ben tek evladım.
- We have not had a single drop of rain for two weeks.
- Bizim buralara iki haftadır tek damla yağmur yağmıyor.
- We cannot do without salt even for a single day.
- Bir tek gün için bile tuzsuz yapamayız.
- The puppy's single good eye begs me for adoption.
- Yavru köpeğin tek iyi gözü evlat edinmem için bana yalvarıyor.
- A single day can change the course of history.
- Bir tek gün tarihin seyrini değiştirebilir.
- I cannot do without this dictionary even for a single day.
- Bir tek gün için bile bu sözlük olmadan yapamam.
- We have not had a single drop of rain for two weeks.
- İki haftadır bizim buraya tek damla yağmur düşmedi.
- We've not had a single drop of rain for two weeks.
- İki haftadır tek damla yağmur yağdığını görmedik.
- He doesn't speak a single word of French, but on the other hand, he speaks English like he was born into it.
- Tek kelime Fransızca konuşamaz ama öte taraftan bir İngiliz gibi İngilizce konuşur.
- There's no single answer to that question.
- Bu sorunun tek cevabı yok.
- His ideas never earned him a single penny.
- Onun fikirleri ona bir tek kuruş kazandırmadı.
- I can't find a single flaw in her theory.
- Onun teorisinde bir tek kusur bulamıyorum.
- Those regulations all apply to everyone without a single exception.
- O kurallar, bir tek istisna bile olmadan, herkes için geçerlidir.
- He listened very carefully in order not to miss a single word.
- Bir tek kelime kaçırmamak için dikkatle dinledi.
- We listened carefully in order not to miss a single word.
- Biz bir tek kelime kaçırmamak için dikkatle dinledik.
- Millions of people understand Interlingua within a single glance.
- Milyonlarca insan tek bakışta Interlingua'yı anlar.
- There wasn't a single vacant seat in the hall.
- Salonda bir tek boş koltuk yoktu.
- He was killed by a single bullet.
- Tek kurşunla öldürüldü.
- He staked his future on this single chance.
- Geleceğini bu tek şansa bağladı.
- Tom died of a single gunshot wound.
- Tom tek kurşun yarasından öldü.
- There isn't a single mistake in his paper.
- Onun kağıdında bir tek hata yok.
- She didn't send me a single letter.
- Bana bir tek mektup göndermedi.
- I can not do without this dictionary even for a single day.
- Bir tek gün için bile bu sözlük olmadan yapamam.
- He staked his future on this single chance.
- O, geleceğini bu tek şansa bağladı.
- There is not a single mistake in his paper.
- Onun kağıdında bir tek hata yok.
- We listened carefully in order not to miss a single word.
- Bir tek kelimesini bile kaçırmamak için dikkatlice dinledik.
- In Japan almost all roads are single lane.
- Japonya'da neredeyse tüm yollar tek şeritlidir.
- He doesn't speak a single word of French, but on the other hand, he speaks English like he was born into it.
- Tek kelime Fransızca bilmiyor ama öte yandan İngilizceyi sanki içinde doğmuş gibi konuşuyor.
- He didn't say a single word in reply.
- Cevap olarak tek kelime etmedi.
- We cannot tear a single page from our life, but we can throw the whole book into the fire.
- Biz hayatımızdan tek sayfa yırtamayız ama bütün kitabı ateşe atabiliriz.
- I quenched my thirst with this single glass of tea.
- Susuzluğumu bu tek bardak çayla giderdim.
- Line up in single file.
- Tek sıra halinde dizilin.
- We followed him single file till we reached the cabin.
- Kulübeye varana kadar onu tek sıra halinde takip ettik.
- The students walked in a single file.
- Öğrenciler tek sıra halinde yürüdüler.
- He went by me without a single word.
- Tek kelime etmeden yanımdan geçti.
- In Japan almost all roads are single lane.
- Japonya'da neredeyse tüm yollar tek şerittir.
- I am a single mother of four children.
- Ben dört çocuğun tek annesiyim.
- The children went upstairs in single file.
- Çocuklar tek sıra halinde yukarı çıktılar.
- We listened with great care, not missing a single word.
- Bir tek kelime kaçırmadan büyük bir dikkatle dinledik.
- A journey of a thousand miles starts with a single step.
- Bin millik yolculuk bir tek adımla başlar.
- Not a single cloud could be seen in the sky.
- Gökyüzünde bir tek bulut görülemez.
- I couldn't understand a single word of what they said.
- Söylediklerinin tek kelimesini bile anlayamadım.
- He didn't say a single word in reply.
- O cevap olarak bir tek kelime söylemedi.
- Don't leave out a single detail.
- Bir tek ayrıntıyı unutmayın.
- Single or double room?
- Tek ya da çift kişilik oda?
- We've not had a single drop of rain for two weeks.
- İki haftadır tek damla yağmur yağmadı.
Show More (151)
|