1 |
disrupt |
bozmak |
v. |
|
- External events can sometimes influence them, or disrupt them.
- Dış olaylar bazen onları etkileyebilir veya bozabilir.
- We cannot, though, have a break, as that would disrupt the timetable.
- Yine de ara veremeyiz, çünkü bu zaman çizelgesini bozar.
- Future changes to the Directive must under no circumstances disrupt its content.
- Direktif'te gelecekte yapılacak değişiklikler hiçbir şekilde Direktif'in içeriğini bozmamalıdır.
- Evidence shows that migrants might affect and disrupt the internal labour market.
- Kanıtlar, göçmenlerin iç işgücü piyasasını etkileyebileceğini ve bozabileceğini göstermektedir.
- That disrupts the legal system.
- Bu da hukuk sistemini bozar.
- We cannot, though, have a break, as that would disrupt the timetable.
- Yine de ara veremeyiz, çünkü bu takvimi bozar.
- I have a black market auction to disrupt.
- Bozmam gereken bir karaborsa müzayedesi var.
- It disrupts Israel's political and military tactics entirely, and places Tel Aviv wholly on the defensive.
- Bu durum İsraillilerin siyasi ve askeri taktiklerini tamamen bozar ve Tel Aviv'i tamamen savunmaya geçirir.
- It disrupts Israel's political and military tactics entirely, and places Tel Aviv wholly on the defensive.
- İsrail'in siyasi ve askeri taktiklerini tamamen bozuyor ve Tel Aviv'i tamamen savunma durumuna sokuyor.
- The tourists scare away the animals and disrupt their natural activity patterns.
- Turistler hayvanları korkutup kaçırıyor ve doğal faaliyet düzenlerini bozuyor.
- Don't eat too much and disrupt the stomach's normal digestion process.
- Çok fazla yiyip midenin normal sindirim sürecini bozmayın.
- Don't eat too much and disrupt the stomach's normal digestion process.
- Çok fazla yemek yeme ve midenin normal sindirim sürecini bozma.
Show More (9)
|
2 |
disrupt |
kesintiye uğramak |
v. |
|
- The live broadcast was disrupted by a technical glitch.
- Canlı yayın teknik bir arıza nedeniyle kesintiye uğradı.
Show More (-2)
|
3 |
disrupt |
bölmek |
v. |
|
- A small, but vocal minority, disrupted the meeting.
- Küçük ama sesi çok çıkan bir azınlık toplantıyı böldü.
Show More (-2)
|
4 |
disrupt |
kesilmesine yol açmak (toplantının) |
v. |
|
- A small, but vocal minority, disrupted the meeting.
- Küçük ama sesli bir azınlık, toplantının kesilmesine yol açtı.
Show More (-2)
|
5 |
disrupt |
aksatmak |
v. |
|
- Volcanic ash disrupted air travel.
- Volkanik kül hava yolculuğunu aksattı.
Show More (-2)
|