sadece… - Turkish English Dictionary
History

sadece…



Meanings of "sadece…" in English Turkish Dictionary : 1 result(s)

Turkish English
Colloquial
sadece… the (only) thing is... expr.

Meanings of "sadece…" with other terms in English Turkish Dictionary : 500 result(s)

Turkish English
Common Usage
sadece just adj.
sadece solely adv.
sadece merely adv.
sadece only adv.
General
hristiyanlarda kutsal hafta boyunca sadece belirli gıdaların alınması xerophagy n.
sadece ekmek ve su ile beslenme xerophagy n.
sadece kendini düşünmeme selflessness n.
bir bölgede sadece belirli bir faaliyete izin verme zoning n.
hukukçu sadece hakimler ve savcılar judiciary n.
avını sadece gözlerini kullanarak avlayan yırtıcı (koku duyuları kullanmadan) gazehound n.
sadece babadan olan kan bağı halfblood n.
sadece tek ziyaret için geçerli vize single entry visa n.
yazılı bir madde veya basılı bir mikrografın sadece büyütücü bir cihazla okunabilecek şekilde küçültülmesi microprint n.
sadece yetkili kişiler executives only n.
sadece iki kişi arasında geçen mücadele two-horse race n.
sadece kendisiyle ilgilenme self-absorption n.
sadece su water-alone n.
sadece iki kişi arasında geçen konuşma tête-à-tête n.
sadece kurum içi kullanım için internal use only n.
sadece bir gün süren ephemerae n.
sadece iki yüz dolar only two hundred dollars n.
sadece meyveyle beslenme fruitarianism n.
mantıklı düşünceyle cevaplanması mümkün olmayan sadece sezgilerle anlaşılabilen hikaye koan n.
sadece o anı yakalama amacıyla çekilen fotoğraf snapshot n.
kızılderili saçı gibi kenarları kazınmış sadece ortada bırakılmış saç modeli mohawk n.
sadece yüzme amaçlı kullanılan uzun ince havuz lap pool n.
akıllı telefon özelliğine sahip olmayan sadece temel özelliklere sahip cep telefonu feature phone n.
sadece erkeklerin yaptığı seyahat mancation n.
çerçeve içinde sadece yazı ilanı tombstone advertisement n.
sadece fikri mere idea n.
sadece yemeklerde alkollü içecek servisi yapılmasına izin veren lisans table licence n.
ekranda vücudunun sadece omuzundan üstü görünen program sunucusu talking head n.
sadece ismen var olan şey name n.
topuk etrafında sadece bir kayış bulunan hafif sandalet tip n.
sadece yüzeyi kaplanmış düğme top n.
sadece belirli bir alanı ilgilendiren tartışma/araştırma konusu topicality n.
sadece teknik beceri ile yapılabilen işler trick work n.
oyuncuların sadece bir kişi kalana kadar rakip oyuncuları paintball, çorap, lastik bant veya benzeri nesnelerle ebeledikleri bir oyun assassin n.
sadece üyelerini ve onların davetlilerini kabul eden, üyelerinde mekanın anahtarının bulunduğu bir gece kulübü key club n.
sadece çocuklara uygun olduğu düşünülen şey kid stuff n.
sadece dokunma kissing n.
sadece başlangıcı yapılmış ve bitmemiş şey beginning n.
sonuçlarını gözetmeksizin sadece keyif için yapılan şey joy ride n.
sonuçlarını gözetmeksizin sadece keyif için yapılan şey joyride n.
(şintoizm'de) insanlara sadece kutsal ruhlar vasıtasıyla bildirildiğine inanılan hakikat yolu makoto n.
sadece maddesel olana inanan kimse materiarian [obsolete] n.
ikindi vaktinde sadece erkeklerin katıldığı saray kabul merasimi levee [uk] n.
sabır, özveri, besleyici olma ve cinselliği sadece evlilikte yaşama gibi değerlere önem veren ve özellikle birtakım latin amerikalı kültürlerde yaygın olan, geleneksel dişiliğin güçlü veya abartılı bir formu marianismo n.
sadece ücret için hizmet veren mercenary n.
gezinerek müşteri aramaya izni olmayıp sadece telefonla irtibat kurulan taksi minicab [uk] n.
sadece yağlanmış post losh n.
insanın gerçeği sadece aklı temel alarak bilemeyeceğini ve gerçek ortaya çıksa dahi tümüyle anlayamayacağını ifade eden, tanrı tarafından tebliğ edilmiş dini öğreti mystery n.
bazı topluluklara özgü olup sadece üyelerine açıklanan ritüel, faaliyet veya öğretiler mystery n.
sadece üyelerine açıklanan ritüel, faaliyet veya öğretileri bulunan gizli bir topluluğa kabul edilmiş kimse mystic n.
nüfusun sadece bir bölümünün faydalanabildiği yasa giveaway n.
sadece kendi sorunlarına odaklanma omphaloskepsis n.
sadece bir ebeveynin ortak olduğu erkek kardeş half-brother n.
sadece bir ebeveynin ortak olduğu kız kardeş half-sister n.
hayal gücünün zayıflığından ötürü sadece fiziksel işlerle geçinen kimse drudge n.
çıktısı sadece belirli şartlarda harekete geçecek şekilde düzenlenmiş çok girdili elektronik devre gate n.
sadece nizam karakol subayına verilen parola parole n.
jimnastikçinin sadece kaslarını kullanarak elinin üzerinde durması press n.
sadece pazar günleri yayımlanan gazete sunday paper n.
syr (sadece yangın rizikosu) fro n.
sadece gereken yerlere boya vurarak bir şeyin görünümünü düzeltmek touch something up v.
tecrübesizlik veya birtakım eksiklikler yüzünden sadece içgüdülerine dayanarak idare etmek fly by the seat of one's pants v.
birini sadece yüzünden tanımak know someone by sight only v.
sadece içgüdülerine dayanarak idare etmek (tecrübesizlik veya birtakım eksiklikler yüzünden) fly blind v.
sadece sormak just ask v.
sadece sole adj.
sadece kurallara dayanan technical adj.
sadece bir parçaya ait partial adj.
sadece kendini düşünmeyen selfless adj.
sadece mere adj.
sadece unvanı olan titular adj.
sadece kuralların ayrıntılarına dayanan technical adj.
sadece pure and simple adj.
sadece bir an devam eden momentary adj.
sadece bir parça tarafından etkilenen partial adj.
sadece akıl veren armchair adj.
sadece eğrilerden oluşmuş agonic adj.
sadece seyahat ve konaklamadan fazlasını içeren tatil paketi all-inclusive adj.
ilk kez hamile kalan veya sadece bir çocuk doğuran kadınla ilgili primiparous adj.
sadece tek gözü renk körü colourblind in one eye adj.
sadece bilgi (bilgilendirme) amaçlı intended for informative purposes only adj.
sadece kar için çalışan banausic adj.
sadece kendini düşünen self-obsessed adj.
sadece kar için çalışan banausian adj.
sadece aefauld [obsolete] adj.
sadece afald adj.
sadece afawld adj.
sadece görünüşte alakalı olan tangental adj.
sadece görünüşte alakalı olan tangential adj.
sadece bir kez meydana gelen nonce adj.
sadece maddi olayların anlaşılabileceğini ve manevi meselelerin veya onların nihai sebeplerinin bilinmesinin imkansız olduğunu düşünen nescient adj.
sadece amerikalılardan oluşan all-american adj.
sadece amerikalılardan oluşan all-america adj.
sadece alonely adj.
sadece kârla ilgilenen ultracommercial adj.
sadece özel seçilmiş çok az kişiye açık olan ultraexclusive adj.
sadece tek bir tarafı etkileyen unilateral adj.
sadece reçete ile satılan ethical adj.
sadece bare adj.
sadece yarısını kapsayan half adj.
sadece teorik quodlibetic adj.
sadece iyi havada kullanılan fairweather adj.
sadece iyi havada elverişli fair-weather adj.
sadece ana hatları olan (iki boyutlu şekil) hollow adj.
sadece tek kapasitesi olan monodynamic adj.
sadece tek enerjisi bulunan monodynamic adj.
sadece tek heceli sözcükleri kullanan monosyllabic adj.
sadece tek heceli sözcüklerle konuşan monosyllabic adj.
sadece para için çalışan hireling adj.
sadece balıkla beslenen kimse ichthyophagist adj.
aynı anda iki birimden sadece biri ile çalışabilen dual adj.
sadece el yordamıyla çizilen freehand adj.
sadece nothing more than adv.
sadece kendi türünde simply in a class of its own adv.
sadece plain adv.
sadece birinin sözüne güvenerek in good faith adv.
sadece barely adv.
sadece purely adv.
sadece nigh but adv.
sadece ve münhasıran only and solely adv.
sadece nothing but adv.
sadece not only adv.
sadece exclusively adv.
sadece but adv.
sadece kendini düşünmeyerek selflessly adv.
sadece only adv.
sadece bir kez one time only adv.
sadece bizim sorumluluğumuzda under our sole responsibility adv.
sadece alone adv.
sadece suyla water-alone adv.
sadece simply adv.
sadece merely adv.
sadece bu defalık on this occasion only adv.
sadece bu seferlik on this occasion only adv.
sadece kendi keyfiyetine göre at its sole discretion adv.
sadece benim için only for me adv.
sadece bir sene sonra only after a year adv.
sadece bir kez only once adv.
sadece bir kere only once adv.
sadece bir defa only once adv.
(sadece) bilgi amaçlı for information purposes (only) adv.
sadece bir defaya mahsus for once only adv.
sadece bir defaya mahsus for once adv.
sadece bir defaya mahsus just once adv.
sadece bir defaya mahsus for only once adv.
sadece bir kereye mahsus for only once adv.
sadece bir istisna dışında with one exception adv.
sadece ve sadece purely and simply adv.
sadece ve münhasıran solely and exclusively adv.
sadece bir saat just an hour adv.
sadece iki ay önce only two months ago adv.
sadece iki kişiye özel à deux adv.
sadece sheer adv.
sadece all [obsolete] adv.
sadece entirely adv.
sadece wholly adv.
sadece hardly adv.
sadece bir dereceye kadar meanly [obsolete] adv.
sadece onely [obsolete] adv.
sadece grinin tonlarını kullanarak in black and white adv.
sadece sole adv.
sadece soly adv.
sadece soly adv.
sadece strictly adv.
sadece only if conj.
sadece ... değil, aynı zamanda... not only but also conj.
sadece bir tane ile sınırlı anlamı veren ön ek mon- pref.
sadece anlamına gelen ön ek soli- pref.
sadece anlamını veren bir ön ek soli- pref.
Phrasals
'-e kadar soyunmak (üzerinde sadece iç çamaşırı kalana kadar soyunmak) strip down to (something) v.
'-e kadar soymak (üzerinde sadece iç çamaşırı kalana kadar soymak) strip down to (something) v.
birini üzerinde sadece bir veya birkaç kıyafeti (iç çamaşırı) kalana kadar soymak strip someone or something down to something v.
birini üzerinde sadece bir veya birkaç kıyafeti (iç çamaşırı) kalana kadar soymak strip someone or something down v.
-e kadar soymak (üzerinde sadece iç çamaşırı/bazı kıyafetleri kalana kadar soymak) strip to (something) v.
-e kadar soyunmak (üzerinde sadece iç çamaşırı/bazı kıyafetleri kalana kadar soyunmak) strip to something v.
bir sorunun sadece çözülmesini dileyerek yok olmasını beklemek wish away v.
sadece kendisini ve kendi sorunlarını düşünmek contemplate your navel v.
sadece kendine odaklanmak contemplate your navel v.
pokerde arttırmak gerekirken sadece görmek limp in v.
sadece (birine/bir şeye) odaklanmak revolve about (someone or something) v.
sadece (birine/bir şeye) odaklanmak revolve around (someone or something) v.
Phrases
sadece varsayımdan ibaret olan şey a matter of conjecture n.
birçok seçenekten yalnızca/sadece biri just one option among many n.
(sadece) bir tuşa/düğmeye basarak/tıklayarak at the touch of a button adv.
sadece yenilik oldun diye just for the novelty of it expr.
artık sadece (bir şey) yapmak/yapabilmek can but expr.
yalnızca/ancak/sadece (bir şey) (yapabilmek/yapmak) can but expr.
yapacağı yalnızca/sadece/ancak (bir şey) (olmak/kalmak) can but expr.
ceketsiz (olarak sadece gömlekle vb) in one's shirtsleeves expr.
güzellik sadece dıştadır beauty is only skin deep expr.
sadece reçeteyle satılır available by prescription only expr.
sadece eğlence olsun diye just for the hell of it expr.
sadece bu gerçek nedeniyle eo ipso (by that fact alone) expr.
sadece acil durumlarda kullanılır emergency use only expr.
sadece acil durumlar için emergency use only expr.
sadece yapıcı düşünceler good vibes only expr.
sadece para meselesi it's all about the money expr.
sadece ikimiz only two of us expr.
sadece nothing else expr.
sadece eğlence olsun diye for the hell of it expr.
sadece tanrı affeder only god forgives expr.
sadece / sırf ....... olması / gerçeği bile the mere fact that expr.
sadece kaynak göstermek için for reference purpose only expr.
sadece bilgi (bilgilendirme) amaçlı for purely informative purposes expr.
sezon boyunca ortalama sadece 2 gün average of only 2 days during the season expr.
sadece ve sadece if and only if expr.
sadece bir kere yaşarsın you only live once expr.
sadece kaynak göstermek amacıyla for reference purpose only expr.
sadece bu nedenle bile for that reason alone expr.
sadece dahili kullanım içindir for internal use only expr.
yalnızca/sadece … için olsa bile even if only expr.
yalnızca/sadece … için de olsa even if only expr.
yalnızca/sadece … için bile olsa even if only expr.
yalnızca/sadece … için dahi olsa even if only expr.
sadece birkaç kez rarely ever expr.
sadece belli bir kişinin/grubun görmesi için for (one's) eyes only expr.
sadece (belli bir zaman) içinde in (an amount of time) flat expr.
sadece iki dakika içinde in two minutes flat expr.
adını duydum sadece only by reputation expr.
sadece ismen only by reputation expr.
Proverb
bir şey sadece fiyatı ucuz olduğu için alınmaz a thing you don't want is dear at any price n.
insan sadece ekmekle yaşayamaz man cannot live by bread alone
sadece aptal bir insan yaşadığı yeri çöplüğe çevirip berbat eder it's an ill bird that fouls its own nest
hayat sadece yemekten ibaret değildir man does not live by bread alone
insan sadece ekmekle yaşamaz man cannot live by bread alone
hayat sadece yemekten ibaret değildir man cannot live by bread alone
insan sadece ekmekle yaşamaz man does not live by bread alone
bir şey sadece fiyatı ucuz olduğu için alınmaz thing you don't want is dear at any price
sadece ölü balıklar akıntıya kapılır only dead fish swim with the stream
sadece ölü balıklar akıntıya kapılır only dead fish swim with the stream
sadece kendini düşünen biri kimse için cazip değildir a man wrapped up in himself makes a very small bundle
şans sadece hazır olan akıllara güler chance favors the prepared mind
sadece dış görünüşle güzel/iyi insan olunmaz beauty is more than skin deep
sadece dış görünüşle güzel/iyi insan olunmaz beauty is only skin deep
elinde sadece çekiç varsa her şey çivi olur if all you have is a hammer, everything looks like a nail
bir şey sadece fiyatı ucuz olduğu için alınmaz something you don't want is dear at any price
Colloquial
sadece mesajlaşma ile yürütülen ilişki textlationship n.
sadece modaya uygun markalı giysiler giyen kimse labellist [new zealand] n.
bu arada sadece merak ettim by the way i'm just curious n.
sadece tek bir işi becerebilen insan one trick pony n.
sadece testlere hazırlayan matematik eğitimi drill-and-kill math n.
sadece kaloriden ibaret yiyecek empty calories n.
sadece çekici face man n.
gerçek jazz müziğin, sadece türün tarihindeki notanın kullanılmadığı ilk zamanlarda olduğu görüşünü benimseyen kimse moldy fig n.
sadece iyi not almaya odaklanmış öğrenci grade-grubber n.
sadece notlarını/iyi not almayı düşünen öğrenci grade-grubber n.
sadece iyi not almak için çalışan öğrenci grade-grubbing n.
sadece not için çalışma grade-grubbing n.
sadece iyi not almak için çalışan öğrenci grade-grubbing n.
sadece çocuklara uygun olduğu düşünülen şey kids' stuff n.
sadece dış görünüşü modern olan kimse mod poser n.
sadece dış görünüşü modaya uygun olan kimse mod poser n.
sadece kıyafetleri modern olan kimse mod poser n.
duygusal birliktelik olmayıp sadece cinsel ilişki yaşanan arkadaş friend with benefits n.
sadece şans pure luck n.
sadece kâr elde etmek amacıyla tasarlanmış ürün cash grab n.
sadece saç kremi kullanmak co-wash v.
sadece (isimden) ibaret olmak be so much/many (something) v.
sadece kısmen yararlı olmak only do so much v.
sadece küçük bir fayda sağlamak only do so much v.
(sadece) iyi arkadaş olmak be (just) good friends v.
(sadece) arkadaş olmak be (just) good friends v.
(sadece) yakın arkadaş olmak be (just) good friends v.
sadece bakmak/bakıyor olmak be just looking v.
sadece incelemek be just looking v.
sadece bakınmak be just looking v.
sadece all adj.
sadece not düşünen grade-grubbing adj.
sadece iyi not almaya odaklanmış grade-grubbing adj.
sadece notlarını/iyi not almayı düşünen grade-grubbing adj.
sadece bu kadar değil yeah adv.
sadece bu kadar değil yea adv.
tabii bu sadece bir tahmin what do I know expr.
gurur sadece acı verir pride only hurts expr.
herkese sadece bir tane one to a customer expr.
ölüm sadece bir başlangıçtır death is only the beginning expr.
ölüm sadece başlangıçtır death is only the beginning expr.
sadece yapman gerekeni yap just do what you have to do expr.
sadece kısa bir süre sonra only a little longer expr.
sadece dene just try it expr.
sebepsiz yere sadece canları istediği için for no reason except because they feel like it expr.
sadece sana for you only expr.
sadece tanrı bilir lord only knows expr.
sadece birkaç gün just a few days expr.
sadece bayanlar (for) women only expr.
sadece merak ettim just wondering expr.
sadece eğlence olsun diye for the devil of it expr.
sadece eğlence olsun diye just for kicks expr.
sadece geçiyordum just passing through expr.
sadece yapman gerekeni yap just do what you got to do expr.
sadece benim için only for me expr.
sadece birkaç just a few of expr.
sadece just a mere expr.
sadece kuru gürültü all bark and no bite expr.
sadece rahatla just relax expr.
sadece birkaç söz just a few words expr.
sadece birkaç saniyeliğine just for a few seconds expr.
sadece hayal et just imagine expr.
sadece eğlence olsun diye for the heck of it expr.
sadece senin için for you only expr.
sadece rahatlamaya çalış just try to relax expr.
sadece bayanlar (for) ladies only expr.
sadece şakaydı just a joke expr.
sadece geçiyorduk just passing through expr.
sadece ben just me expr.
sadece bir başlangıç just a start expr.
sadece bir parmak yeter/kafi just a dab'll do ya expr.
takımda sadece ben demek yok there's no I in team expr.
takım çalışmasında sadece kendini düşünmek/ön plana çıkarmak yoktur there's no I in team expr.
sadece is all [rural] expr.
sadece izle! just (you) watch! expr.
sadece izle! (you) (just) watch! expr.
(sadece) tanrı/allah bilir lord (only) knows (what, where, why) expr.
bir günde sadece 24 saat var there are only 24 hours in a day expr.
sadece kendini düşünme I'm all right, Jack [uk] expr.
sadece gerçekleri söyleyin just the facts, ma'am expr.
sadece ne olduğunu anlatın just the facts, ma'am expr.
sadece olanları anlatın just the facts, ma'am expr.
sadece merak ediyorum (I am/was) just wondering expr.
sadece merak (I am/was) just wondering expr.
sadece merak ettim (I am/was) just wondering expr.
sadece merak ediyorum (I am/was) only wondering expr.
sadece merak (I am/was) only wondering expr.
sadece merak ettim (I am/was) only wondering expr.
(sadece) diyorum ki (I'm) just saying expr.
(sadece) seninle benim aramda (just) between you and me expr.
(sadece) ikimizin arasında (just) between you and me expr.
(sadece) eğlence olsun diye (just) for the heck of it expr.
(sadece) eğlencesine (just) for the heck of it expr.
(sadece) zevk için (just) for the heck of it expr.
(sadece) önlem olarak (just) to be safe expr.
(sadece) tedbir olarak (just) to be safe expr.
(sadece) emin olmak için (just) to be safe expr.
(sadece) ne olur ne olmaz diye (just) to be safe expr.
(sadece) işi şansa bırakmamak için (just) to be safe expr.
(sadece) garanti olsun diye (just) to be safe expr.
sadece (bir şey) all of (something) expr.
sadece laf all talk expr.
sadece (bir şey) all of (something) expr.
sadece laf all talk expr.
(sırf/sadece) hatır için (just) for love/for the love of something expr.
(sırf/sadece) sevdiği için (just) for love/for the love of something expr.
(sadece) kayıtlara geçmesi için (just) for the record expr.
(sadece) bilgin olsun diye (just) for the record expr.
(sadece) bilesin diye (just) for the record expr.
(sadece) haberin olsun diye (just) for the record expr.
sadece çiş yaptıysan sifonu çekme, (kaka yaptıysan çek) If it's yellow, let it mellow (If it's brown, flush it down) expr.
sadece diyorum ki ijs (I'm just saying) expr.
sadece şunu diyorum ijs (I'm just saying) expr.
sadece ben mi ..., yoksa…? is it me or...? expr.
sadece (şunu) söylemek istedim/istiyorum just want to say expr.
sadece söylemek/değinmek isterim just want to say expr.
sadece (bir şey) nothing more than (something) expr.
sadece ismen only in name expr.
sadece sözde/lafta only in name expr.
Idioms
sinema veya edebiyatta sadece beyaz karakterlere yardım etmek için bulunan standart karakter saintly black character n.
sadece sahibinin girebileceği oda blue chamber n.
uzak yerlerde çalışıp eve sadece yatıp uyumak için gelme bedroom community n.
sadece olumlu özelliklere (bakma) rose-colored glasses [us] n.
sadece olumlu özelliklere (bakma) rose-coloured spectacles [uk] n.
oturdukları yerin dışında çalışıp eve sadece yatmaya gelen insanlardan oluşan topluluk bedroom community n.
sadece kendi sorunlarına odaklanma navel-contemplation n.
sadece kendini ve kendi sorunlarını düşünme navel-contemplation n.
sadece kendi sorunlarına odaklanma navel-gazing n.
sadece kendini ve kendi sorunlarını düşünme navel-gazing n.
(bir hastalık) vakası (türkçede genelde "vakası" kullanılmayıp sadece hastalığın adı söylenir) a case of (something) n.
(bir hastalık) vakası (türkçede genelde "vakası" kullanılmayıp sadece hastalığın adı söylenir) case of something n.
sadece nakit alma cash only n.
sadece nakit geçen mağaza cash only n.
sadece kuş beyinlilerin düşeceği tuzak springes to catch woodcocks n.
sadece sahibinin girebildiği oda blue chamber n.
sadece sözde kalan yardım vermont charity n.
sadece göze hitap eden eye/mind candy n.
sadece tek bir şarkı ile ünlü olmuş sonradan unutulmuş kimse a one-hit wonder n.
sadece bir annenin sevebileceği bir yüz a face (that) only a mother could love n.
o kadar çirkin ki sadece annesi sevebilir a face (that) only a mother could love n.
bir müşterinin bir üründen sadece bir tane almasına izin veren satış politikası one per customer n.
bir müşterinin bir üründen sadece bir tane almasına izin veren satış politikası one to a customer n.
kendini sadece doğumda atanan cinsiyeti ile tanımlamama durumu gender fluidity n.
sadece en gerekli ihtiyaçlar bare necessities n.
sadece en vazgeçilmez özellikler bare necessities n.
sadece güzel bir yüz just another pretty face n.
sadece güzel/yakışıklı biri just another pretty face n.
sadece belli kişilere açık iş/yarışma a closed shop n.
sadece merhabası olma a nodding acquaintance n.
(biriyle/bir şeyle) sadece merhabası olma a nodding acquaintance with (someone or something) n.
sadece tek bir işi becerebilen kimse, grup, şey a one-trick pony [us] n.
sadece tek bir işi becerebilen kimse, grup, şey one-trick horse [us] n.
(biriyle/bir şeyle) sadece merhabası olma a passing acquaintance with (someone or something) n.
biriyle sadece merhabası olma a passing acquaintance with someone n.
sadece iki kişi arasında geçen konuşma a ˌtête-à-ˈtête [french] n.
sadece iki kişi arasında geçen mücadele a two-horse race n.
sadece iki kişinin kazanma şansı olan yarış/mücadele a two-horse race n.
sadece sayısını dikkate alma a numbers game n.
sadece sayısını dikkate alma the numbers game n.
sadece kadar blind luck n.
sadece para kazanmak için yazılan değersiz yazı/kitap pot boiler n.
sadece kendi çıkarına bakma looking out for number one n.
sadece fiziksel güç main strength and awkwardness n.
sadece bir insan mere mortal n.
sadece bir fani mere mortal n.
müdafinin eylemlerini sadece üstlerinden aldığı emirleri yerine getirdiğini söyleyerek savunması superior orders n.
izleyicilerinin sadece yüzde onunun/çok azının anlayabileceği espri ten percenter n.
sadece eşiyle birlikte olmak cleave to (one) [uk] v.
sadece eşiyle cinsel ilişkiye girip başka kimseyle girmemiş olmak cleave to (one) [uk] v.
sadece saç kremi ile saç yıkamak co-wash v.
olup bitenleri sadece olumlu yanlarından görmek wear rose-colored glasses v.
sadece yetecek kadar kişi veya eşya kullanmak keep no more cats than can catch mice v.
miras olarak sadece bir kuruş bırakmak cut off with a cent v.
birinin (sadece) iyi taraflarını/yönlerini görmek see the best in someone v.
ceza vermek yerine sadece uyarıda bulunmak let off with a warning v.
öğle yemeğinde yemek yemeden sadece içki içmek have a liquid lunch v.
sadece kendisini ve kendi sorunlarını düşünmek contemplate one's navel v.
sadece tek bir konuyu düşünmek have a one-track mind v.
sadece konuşup icraata dökmeyen/geçmeyen birisi olmak be all mouth v.
sadece konuşup icraata dökmeyen/geçmeyen birisi olmak be all mouth and no trousers v.
sadece kendisini ve kendi sorunlarını düşünmek gaze at one's navel v.
(büyütülecek bir şey değil) sadece kafasında büyütmek be all in the mind v.
(sadece) kendini dinlemekten hoşlanmak like to hear oneself talk v.
sadece (birinin/bir şeyin) yararına yapmak/çevirmek stack the cards in the favor of (someone or something) v.
durumu sadece (birine/bir şeye) göre olacak şekilde ayarlamak stack the cards in the favor of (someone or something) v.
sadece (birinin/bir şeyin) yararına yapmak/çevirmek stack the deck in the favor of (someone or something) v.
durumu sadece (birine/bir şeye) göre olacak şekilde ayarlamak stack the deck in the favor of (someone or something) v.
sadece (birinin/bir şeyin) yararına yapmak/çevirmek stack the odds in (someone's or something's) favor v.
durumu sadece (birine/bir şeye) göre olacak şekilde ayarlamak stack the odds in (someone's or something's) favor v.
sadece (birinin/bir şeyin) yararına yapmak/çevirmek stack the odds in the favor of (someone or something) v.
durumu sadece (birine/bir şeye) göre olacak şekilde ayarlamak stack the odds in the favor of (someone or something) v.
sadece güzel bir yüz olmak be just a pretty face v.
sadece tek bir rakibi olmak o da (biri veya bir şey) be second only to (someone or something) v.
sadece (biri veya bir şey) tarafından geçilmek be second only to (someone or something) v.
sadece bildiği/aşina olduğu şeyleri yapmak stick to (one's) knitting v.
sadece bildiği yolda yürümek stick to (one's) knitting v.
sadece bildiği/aşina olduğu şeyleri yapmak stick to the knitting v.
sadece bildiği yolda yürümek stick to the knitting v.
sadece sonunu duyduğu bir lafa karışmak pick up stompies [south africa] v.
sadece sonunu duyduğu bir lafın içine dalmak/arasına girmek pick up stompies [south africa] v.
sadece güzel/yakışıklı olmak be just a pretty face v.
sadece güzel bir yüz olmak be just another pretty face v.
sadece güzel/yakışıklı olmak be just another pretty face v.
(biriyle) sadece aşina olmak be on nodding terms (with someone) v.
biriyle sadece aşina olmak be on nodding terms with somebody v.
sadece allah'a havale etmek let go and let god v.
sadece güzel veya yakışıklı değil aynı zamanda akıllı da/yetenekli de/başarılı da olmak be not just another pretty face v.
sadece iş olsun diye katılmak go along for the ride v.
sadece yola/yolda eşlik etmek go along for the ride v.
sadece iş olsun diye katılmak come along for the ride v.
sadece yola/yolda eşlik etmek come along for the ride v.
sadece iş olsun diye katılmak go along for the ride v.
sadece yola/yolda eşlik etmek go along for the ride v.
sadece iş olsun diye katılmak come along for the ride v.
sadece yola/yolda eşlik etmek come along for the ride v.
sadece kuru gürültü olmak be all hat and no cattle [us] v.
sadece kafasında büyütmek be all in the mind v.
sadece kafasında büyütmek be all in one's the mind v.
sadece kafasında büyütmek be all in somebody's mind v.
sadece kafasında büyütmek be all in the mind v.
sadece güzel/yakışıklı olmamak (aynı zamanda akıllı, yetenekli olmak) be not just a pretty face v.
sadece bir rakibi olmak be second only to somebody/something v.
sadece biri/bir şey tarafından geçilmek be second only to somebody/something v.
sadece yola/yolda eşlik etmek be along for the ride v.
sadece yola/yolda eşlik etmek go along for the ride v.
sadece beyazların yaşadığı (bölge) lily-white adj.
sadece neither more nor less than adv.
sadece kendilerine all to themselves expr.
sadece kendine all to herself expr.
sadece kendine all to himself expr.
sadece kendine all to yourself expr.
doğruları söylüyorum sadece I'm just truth-telling expr.
sadece tartışmış olmak için tartışma arguing for the sake of arguing expr.
sadece güzel/yakışıklı değil (akıllı da) not be just a pretty face expr.
sadece ismen in name only expr.
sadece gıcıklık olsun diye tartışma arguing for the sake of arguing expr.
sadece sözde/ lafta in name only expr.
sadece gıcıklık olsun diye tartışma arguing for the sake of argument expr.
sadece iş (ile ilgili) strictly business expr.
sadece tartışmış olmak için tartışma arguing for the sake of argument expr.
sadece şunu diyorum (I'm) just saying expr.
tesadüfen sadece bir iki defa karşılaşıp bir daha asla karşılaşmayacak iki insan gibi like ships that pass in the night expr.
(bu sadece) buzdağının görünen ucu just the tip of the iceberg expr.
(bu sadece) buzdağının görünen kısmı just the tip of the iceberg expr.
(büyütülecek bir şey değil) sadece be all in one's mind expr.
(sadece) bir tuşa basarak/tıklayarak at the touch of a button expr.
sadece kuru gürültü all hat and no cattle [us] expr.
sadece şans (good) old-fashioned luck expr.
(sadece) eğlence olsun diye (just) for the devil of it expr.
(sadece) eğlencesine (just) for the devil of it expr.
(sadece) zevk için (just) for the devil of it expr.
(sadece) zor bir gün (just) one of those days expr.
(sadece) her şeyin ters gittiği bir gün (just) one of those days expr.
(sadece) kötü bir gün (just) one of those days expr.
ben sadece insanım I'm only/one's own flesh and blood expr.
sadece zaman meselesi only a question of time expr.
sadece zaman meselesi just a question of time expr.
sadece konuşup icraata dökmeyen all mouth and trousers expr.
sadece iş olsun diye katılma (just) along for the ride expr.
sadece yola/yolda eşlik etme (just) along for the ride expr.