|
- Chocolate and chicken interestingly go well together.
- Çikolata ve tavuk ilginç bir şekilde birlikte iyi gider.
- I will go to London for the holidays.
- Tatil için Londra'ya gideceğim.
- Going by train is the cheapest way to travel through Europe.
- Trenle gitmek Avrupa'da seyahat etmenin en ucuz yoludur.
- His wife's whole salary goes to the mortgage of their house.
- Karısının bütün maaşı evlerinin ipoteğine gidiyor.
- The classic car will go to the higher bidder in the auction.
- Klasik araba müzayedede en yüksek teklifi verene gidecek.
- The package will go by courier.
- Paket kuryeyle gidecek.
- The power in his arms started to go as he became old.
- Yaşlandıkça kollarındaki güç gitmeye başladı.
- The back tire of the bicycle started to go from its side.
- Bisikletin arka lastiği yan tarafından gitmeye başlamış.
- The manager said that she wouldn't go to the meeting unless she got an invitation.
- Müdür, davetiye almadığı sürece toplantıya gitmeyeceğini söyledi.
- He doesn't want to go to school today.
- Bugün okula gitmek istemiyor.
- Please go and apologize to your teacher for your manner.
- Lütfen gidip öğretmeninizden davranışlarınız için özür dileyin.
- Let us clearly state where we want to go.
- Nereye gitmek istediğimizi açıkça ifade edelim.
- People should not have to go to special places to be educated or to participate.
- İnsanlar eğitim almak ya da katılım sağlamak için özel yerlere gitmek zorunda kalmamalıdır.
- I believe that this is the way to go.
- Gidilmesi gereken yolun bu olduğuna inanıyorum.
- I would even go so far as to say that this report worries me.
- Hatta bu raporun beni endişelendirdiğini söyleyecek kadar ileri gidebilirim.
- There is no mention of that in this resolution and the condemnation of the Musharraf regime does not go far enough.
- Bu kararda bundan hiç bahsedilmiyor ve Müşerref rejiminin kınanması yeterince ileri gitmiyor.
- This is like going to the football World Cup in Korea and saying that you want to watch hockey.
- Bu, Kore'deki Dünya Futbol Kupası'na gidip hokey izlemek istediğinizi söylemeye benziyor.
- At present, the majority of international exchange students go to the United States of America.
- Şu anda uluslararası değişim öğrencilerinin çoğunluğu Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmektedir.
- We have heard nothing about the results of the EU troika that went to southern Africa in the middle of last month.
- Geçen ayın ortasında Güney Afrika'ya giden AB troykasının sonuçları hakkında hiçbir şey duymadık.
- I firmly believe that we have fulfilled our part of the bargain and we can go to Madrid with our heads held high.
- Sözleşmenin bize düşen kısmını yerine getirdiğimize ve Madrid'e başımız dik bir şekilde gidebileceğimize inanıyorum.
- Economic growth will need to go hand in hand with the responsible use of our natural resources.
- Ekonomik büyümenin, doğal kaynaklarımızın sorumlu bir şekilde kullanılmasıyla el ele gitmesi gerekecektir.
- Instead this must go hand in hand with clear initiatives in the other transport sectors.
- Bunun yerine bu, diğer ulaştırma sektörlerindeki net girişimlerle el ele gitmelidir.
- Many of us went there with misgivings about the likely result of the conference.
- Birçoğumuz oraya konferansın olası sonuçları hakkında kuşkularla gittik.
- The latest amendment to the Turkish constitution does not go far enough.
- Türk anayasasında yapılan son değişiklik yeterince ileri gitmiyor.
- Hand in hand with this economic buoyancy, however, go sustainable development and social cohesion.
- Ancak bu ekonomik canlılıkla birlikte sürdürülebilir kalkınma ve sosyal uyum da el ele gitmektedir.
- The Kyoto 5% targeted reduction by 2010 from 1990 levels may not go far enough.
- Kyoto'nun 2010 yılına kadar 1990 seviyelerinden %5 azaltma hedefi yeterince ileri gitmeyebilir.
- The Commission proposal is good, but it does not go far enough, and it does not cover all factors.
- Komisyon'un önerisi iyi olmakla birlikte yeterince ileri gitmiyor ve tüm faktörleri kapsamıyor.
- Mr Hughes' report goes far too far.
- Bay Hughes'un raporu çok ileri gitmektedir.
- They cannot even go shopping any more, as for a long time many of the traders in Russia have been from other countries.
- Artık alışverişe bile gidemiyorlar, çünkü uzun zamandır Rusya'daki tüccarların çoğu başka ülkelerden.
- It can no longer be ascertained where the waste has gone and what has happened to it.
- Artık atığın nereye gittiği ve ona ne olduğu tespit edilemiyor.
- In some areas, the Commission goes much too far.
- Bazı alanlarda Komisyon çok ileri gitmektedir.
- We are going quickly, so let us hold a second round immediately.
- Hızlı gidiyoruz, bu nedenle hemen ikinci bir tur yapalım.
- More than 50% of the aid at present goes to refugees from Afghanistan.
- Şu anda yardımların %50'sinden fazlası Afganistan'dan gelen mültecilere gitmektedir.
- For us, it is, however, these very things that go to the heart of the general interest.
- Ancak bizim için, genel menfaatin kalbine giden tam da bu şeylerdir.
- Most of them have gone already, because they do not want to waste their time here on Thursday afternoon.
- Çoğu zaten gitti, çünkü Perşembe öğleden sonra burada zamanlarını boşa harcamak istemiyorlar.
- I think that we have some way to go, but this is a step in the right direction.
- Daha gidecek yolumuz olduğunu düşünüyorum ama bu doğru yönde atılmış bir adım.
- We want this directive to be adopted rapidly and we do not, therefore, want to have to go to conciliation.
- Bu direktifin hızla kabul edilmesini istiyoruz ve bu nedenle uzlaşmaya gitmek zorunda kalmak istemiyoruz.
- I think that we have some way to go, but this is a step in the right direction.
- Daha gidecek yolumuz olduğunu düşünüyorum, ancak bu doğru yönde atılmış bir adımdır.
- Parliament's amendments, however, go even further, and I cannot back most of these as a result.
- Ancak Parlamentonun değişiklikleri daha da ileri gidiyor ve sonuç olarak bunların çoğunu destekleyemiyorum.
- We have a very long way to go, but we can see the light at the end of the tunnel.
- Gidecek çok uzun bir yolumuz var ancak tünelin sonundaki ışığı görebiliyoruz.
- I am probably going to Rome next weekend to discuss the same problems.
- Muhtemelen önümüzdeki hafta sonu aynı sorunları görüşmek üzere Roma'ya gideceğim.
- Perhaps we will have to go a little further in the future.
- Belki de gelecekte biraz daha ileri gitmemiz gerekecek.
- We will have to see how far we can go.
- Ne kadar ileri gidebileceğimizi görmemiz gerekecek.
- The rapporteur wants to go even further.
- Raportör daha da ileri gitmek istiyor.
- I must tell you that women's rights have gone downhill, not up.
- Kadın haklarının yukarı değil, aşağı doğru gittiğini söylemeliyim.
- But this legislation will concern all e-mails which will go in future to mobile terminals.
- Ancak bu mevzuat, gelecekte mobil terminallere gidecek olan tüm e-postaları ilgilendirecektir.
- However, women will go where they can.
- Ancak, kadınlar yapabildikleri yere kadar gideceklerdir.
- Where has all this money gone?
- Bu kadar para nereye gitti?
- I believe putting the focus on firms' own liability goes to the heart of the problem.
- Firmaların kendi sorumluluklarına odaklanmanın sorunun kalbine gittiğine inanıyorum.
- I voted for a fair statute for all Members which must go hand in hand with a fair, honest and open expenses regime.
- Tüm Üyeler için adil, dürüst ve açık bir harcama rejimi ile el ele gitmesi gereken adil bir tüzüğe evet oyu verdim.
- In other words, the Commission's proposal is good, but it does not go far enough.
- Başka bir deyişle, Komisyon'un önerisi iyi olmakla birlikte yeterince ileri gitmemektedir.
- For instance, Amendment No 34 wants to go further in favour of generics and weaken the position of innovation.
- Örneğin 34 No'lu Değişiklik jenerikler lehine daha da ileri gitmek ve inovasyonun konumunu zayıflatmak istiyor.
- It often appears as if we are stuck on a road going nowhere.
- Çoğu zaman sanki hiçbir yere gitmeyen bir yolda sıkışıp kalmışız gibi görünüyor.
- What is decisive for the public's sense of belonging is what goes down well with them.
- Halkın aidiyet duygusu için belirleyici olan, onlar için neyin iyi gittiğidir.
- I would even go so far as to say that it is almost a historic moment for the young people of our countries.
- Hatta o kadar ileri gideceğim ki, bunun ülkelerimizin gençleri için neredeyse tarihi bir an olduğunu söyleyeceğim.
- That is something we must not forget now that things are going so badly in Macedonia.
- Makedonya'da işler bu kadar kötü giderken unutmamamız gereken bir şey var.
- However, the condemnation does not go far enough.
- Bununla birlikte, kınama yeterince ileri gitmemektedir.
- The Group of the Greens/European Free Alliance would go much further.
- Yeşiller/Avrupa Özgür İttifakı Grubu çok daha ileri gidecektir.
- How else do we see where we are going during the day?
- Gün içinde nereye gittiğimizi başka nasıl görebiliriz?
- If they go, the whole industry will collapse.
- Eğer onlar giderse, tüm endüstri çökecektir.
- That is why we are demanding that the war on terror should go hand in hand with a global ethic based on human rights.
- Bu nedenle teröre karşı savaşın insan haklarına dayalı küresel bir etikle el ele gitmesini talep ediyoruz.
- In the social sphere, the Commission also goes to Madrid with a positive balance sheet.
- Sosyal alanda da Komisyon Madrid'e olumlu bir bilanço ile gidiyor.
- I have known Albania for many years, having gone there the first time while the revolution was still going on.
- Arnavutluk'u uzun yıllardır tanıyorum, oraya ilk kez devrim devam ederken gitmiştim.
- In fact, we will go to the spring Council with a position on guidelines for the different processes.
- Aslında Bahar Konseyine, farklı süreçler için kılavuz ilkelere ilişkin bir tutum belirleyerek gideceğiz.
- In that case, the Ombudsman can go to Parliament with a special report.
- Bu durumda, Ombudsman özel bir raporla Parlamento'ya gidebilir.
- That is why they want to go home, to their Turkish mountains.
- Bu yüzden evlerine, Türk dağlarına gitmek istiyorlar.
- It appears that we have to pay what goes towards cows and wheat but not what goes towards disasters.
- Görünen o ki, ineklere ve buğdaya giden parayı ödemek zorundayız ama afetlere giden parayı ödemeyeceğiz.
- North Korea has gone from bad to worse as a result of her self-imposed isolation.
- Kuzey Kore, kendi kendine uyguladığı izolasyonun bir sonucu olarak kötüden daha kötüye gitti.
- There is, however, a limit to how far we can go.
- Bununla birlikte, ne kadar ileri gidebileceğimizin de bir sınırı var.
- His report incisively denounces what is going wrong in our institutions.
- Raporu, kurumlarımızda neyin yanlış gittiğini keskin bir şekilde ortaya koymaktadır.
- Our scientists will go the same way as the research investment.
- Bilim adamlarımız araştırma yatırımı ile aynı yoldan gideceklerdir.
- Indeed, some of their reactions say that the draft regulation does not go far enough.
- Hatta bazı tepkiler, taslak yönetmeliğin yeterince ileri gitmediğini söylüyor.
- However, this analysis goes even further.
- Bununla birlikte bu analiz daha da ileri gitmektedir.
- Should this go to the Indonesian Government or to the military, the rebels or the inhabitants themselves?
- Bunun Endonezya Hükümetine mi yoksa orduya, isyancılara ya da bölge sakinlerinin kendilerine mi gitmesi gerekir?
- These lags in development go hand in hand with large disparities between regions and between town and country.
- Kalkınmadaki bu gecikmeler, bölgeler arasında ve kentle kır arasında büyük eşitsizlikler ile el ele gitmektedir.
- What went wrong in Gothenburg and Genoa did not in Ghent.
- Göteborg ve Cenova'da yanlış giden şeyler Gent'te olmadı.
- That is why I feel that we must go all the way and push for a majority vote at Barcelona too.
- Bu nedenle sonuna kadar gitmemiz ve Barselona'da da çoğunluk oyu için bastırmamız gerektiğini düşünüyorum.
- Unfortunately, the proposal on the safety of aircraft from third countries does not go as far as this.
- Ne yazık ki üçüncü dünya ülkelerinden gelen uçakların güvenliğine ilişkin olan teklif bu kadar ileri gitmiyor.
- There is, however, a limit to how far we can go.
- Bununla birlikte, ne kadar ileri gidebileceğimizin bir sınırı vardır.
- I agree with him that we are moving in the right direction, but we still have a long way to go.
- Doğru yönde ilerlediğimiz konusunda ona katılıyorum ancak daha gidecek çok yolumuz var.
- Our group would like, however, to go still further.
- Ancak grubumuz daha da ileri gitmek istiyor.
- We have to go this laborious way of finding the appropriate instrument for every problem that arises.
- Ortaya çıkan her sorun için uygun enstrümanı bulmak için bu zahmetli yoldan gitmek zorundayız.
- In my opinion, this text does not go far enough.
- Bence bu metin yeterince ileri gitmiyor.
- Such a scenario must encourage similar dictatorships to go their own way where weapons are concerned.
- Böyle bir senaryo, silahlar söz konusu olduğunda benzer diktatörlükleri kendi yollarına gitmeye teşvik etmelidir.
- The fact is, however, that there are some differences of opinion on how far this work should go.
- Ancak gerçek şu ki, bu çalışmanın ne kadar ileri gitmesi gerektiği konusunda bazı görüş ayrılıkları var.
- These environmental improvements will not be possible unless they go hand in hand with improved fuel quality.
- Bu çevresel iyileştirmeler, yakıt kalitesinin iyileştirilmesi ile el ele gitmediği sürece mümkün olmayacaktır.
- I went to Brittany then and tomorrow I am going to Galicia.
- Daha sonra Bretanya'ya gittim ve yarın da Galiçya'ya gideceğim.
- They go to a Parliament Information Office or Commission Representation, get our form and complain to us.
- Bir Parlamento Bilgi Bürosuna veya Komisyon Temsilciliğine giderler, formumuzu alırlar ve bize şikayette bulunurlar.
- We do not therefore believe that the proposal in the report indicates the right road to go down.
- Bu nedenle, rapordaki önerinin gidilecek doğru yolu gösterdiğine inanmıyoruz.
- Two weeks ago, I went to Phnom Penh.
- İki hafta önce Phnom Penh'e gittim.
- To which school did they go to learn the basics of democracy?
- Demokrasinin temellerini öğrenmek için hangi okula gittiler?
- I do not only mean certain amounts that are going directly from the Commission to Iraq.
- Sadece Komisyon'dan doğrudan Irak'a giden belirli miktarları kastetmiyorum.
- That said, however, there is still a long way to go.
- Bununla birlikte, daha gidilecek uzun bir yol var.
- I thought the Commission was going to come down hard on this whole issue.
- Komisyon'un tüm bu meselenin üzerine sert bir şekilde gideceğini düşünmüştüm.
- One of the key issues on the minds of group leaders has been the security of those who may go.
- Grup liderlerinin aklındaki en önemli konulardan biri de gidecek olanların güvenliği olmuştur.
- Meanwhile, the Irish people are going to the polling stations once again.
- Bu arada, İrlanda halkı bir kez daha sandık başına gidiyor.
- Now you are free to go and do whatever you please.
- Artık gidip istediğinizi yapmakta özgürsünüz.
- I made an appointment and, on behalf of the European Parliament, I went to meet the former king of Afghanistan.
- Bir randevu aldım ve Avrupa Parlamentosu adına Afganistan'ın eski kralıyla görüşmeye gittim.
- That the Commission should go so far as to do that really is unique in history.
- Komisyon'un bunu yapacak kadar ileri gitmesi gerçekten de tarihte eşi benzeri olmayan bir durumdur.
- Things have, alas, not gone nearly as well as we would have liked since June last year.
- Geçen yıl Haziran ayından bu yana işler ne yazık ki istediğimiz gibi gitmedi.
- Although the report does not go far enough in relation to the eight hours, paragraph 1 is extremely important.
- Rapor sekiz saatle ilgili olarak yeterince ileri gitmese de, 1. paragraf son derece önemlidir.
- But the Commission goes much further with the new legislation for 2000-2006.
- Ancak Komisyon, 2000-2006 yıllarını kapsayan yeni mevzuat ile çok daha ileri gitmektedir.
- In concrete terms, we know that 70% of mergers go wrong.
- Somut olarak, birleşmelerin %70'inin yanlış gittiğini biliyoruz.
- Our scientists will go the same way as the research investment.
- Bilim adamlarımız araştırma yatırımlarıyla aynı yoldan gidecekler.
- In terms of social cohesion, we could go from bad to worse.
- Sosyal uyum açısından, kötüden daha kötüye gidebiliriz.
- This goes hand-in-hand with research on the human genome, with its anticipated results for health.
- Bu, sağlık için beklenen sonuçlarıyla birlikte insan genomu üzerine yapılan araştırmalarla el ele gitmektedir.
- Of course, the texts do include the public service obligations but they do not go far enough.
- Elbette metinler kamu hizmeti yükümlülüklerini içeriyor ancak yeterince ileri gitmiyorlar.
- I am going to be rude and leave the room now because I am going to Romania on Parliament's behalf.
- Şimdi kabalık edip odadan çıkacağım çünkü Parlamento adına Romanya'ya gideceğim.
- The problem you raise goes a step further.
- Ortaya koyduğunuz sorun bir adım daha ileri gidiyor.
- Secondly, money has to go where it is best used.
- İkincisi, para en iyi kullanılacağı yere gitmelidir.
- But, unfortunately, the legal framework does not allow us to go that far.
- Ancak ne yazık ki yasal çerçeve bu kadar ileri gitmemize izin vermiyor.
- It is a scandal that we have let go this far.
- Bu kadar ileri gidilmesine izin vermiş olmamız bir skandaldır.
- One of the key issues on the minds of group leaders has been the security of those who may go.
- Grup liderlerinin aklındaki en önemli konulardan biri de gidebilecek olanların güvenliği olmuştur.
- The fact is, however, that there are some differences of opinion on how far this work should go.
- Ancak gerçek şu ki bu çalışmanın ne kadar ileri gitmesi gerektiği konusunda bazı görüş ayrılıkları var.
- The competitive advantages will go to those who convert the quickest.
- Rekabet avantajları en hızlı dönüşüm sağlayanlara gidecektir.
- I would not go as far as to express satisfaction at this, but the situation is improving.
- Bu konuda memnuniyetimi ifade edecek kadar ileri gitmeyeceği ancak durum iyiye gidiyor.
- It has been said that they will not go cap in hand to the Commission looking for money.
- Komisyona para istemek için ellerini kollarını sallayarak gitmeyecekleri söylenmiştir.
- Much of this could go to rural areas for agreed land resettlement.
- Bunun büyük bir kısmı, üzerinde anlaşmaya varılan arazilerin iskanı için kırsal alanlara gidebilir.
- Equally, I must urge our leaders to ask themselves a simple question before they go to Copenhagen.
- Aynı şekilde, liderlerimizi Kopenhag'a gitmeden önce kendilerine basit bir soru sormaya çağırıyorum.
- Why stop, though, when things are going so well?
- İşler bu kadar iyi giderken neden duralım ki?
- We all have difficulties with transport, whether we are coming here to Strasbourg or going to Brussels.
- İster buraya Strazburg'a gelelim ister Brüksel'e gidelim, hepimiz ulaşım konusunda zorluklar yaşıyoruz.
- I remember going to that Committee and arguing, along with the women, for that petition.
- O Komiteye gittiğimi ve kadınlarla birlikte bu dilekçeyi savunduğumu hatırlıyorum.
- Nevertheless, we are now going a step further.
- Bununla birlikte şimdi bir adım daha ileri gidiyoruz.
- So the amendment we accepted goes further.
- Dolayısıyla kabul ettiğimiz değişiklik daha da ileri gidiyor.
- It even goes so far as to call for a ban on price reductions by 'incumbents'.
- Hatta 'yerleşiklerin' fiyat indirimlerinin yasaklanması çağrısında bulunacak kadar ileri gitmektedir.
- I have just returned from Lebanon where I went before Christmas with Jean-Marie Le Pen.
- Noel'den önce Jean-Marie Le Pen ile birlikte gittiğim Lübnan'dan yeni döndüm.
- Unfortunately, the proposal on the safety of aircraft from third countries does not go as far as this.
- Ne yazık ki, üçüncü dünya ülkelerinden gelen uçakların güvenliğine ilişkin teklif bu kadar ileri gitmiyor.
- Of course they do not go far enough.
- Tabii ki yeterince ileri gitmiyorlar.
- It often appears as if we are stuck on a road going nowhere.
- Çoğu zaman hiçbir yere gitmeyen bir yolda sıkışıp kalmışız gibi görünüyor.
- Now, it is the United States that will not agree to the UN inspectors going to Iraq.
- ABD, BM denetçilerinin Irak'a gitmesini kabul etmeyecektir.
- At least now, they are allowed to go to the care-provider directly.
- En azından şimdi, doğrudan bakım sağlayıcıya gitmelerine izin veriliyor.
- Because they have gone to lunch.
- Çünkü öğle yemeğine gittiler.
- If the media sector cannot agree on a uniform approach, then we shall go one step further.
- Eğer medya sektörü tek tip bir yaklaşım üzerinde anlaşamazsa, o zaman bir adım daha ileri gitmeliyiz.
- As you can see, this goes much further than the currently proposed European regulation.
- Gördüğünüz gibi bu, şu anda önerilen Avrupa düzenlemesinden çok daha ileri gitmektedir.
- We have not simply met these deadlines; we have gone even further.
- Sadece bu son tarihlere uymakla kalmadık; daha da ileri gittik.
- That will inevitably need to go hand in hand with an even more efficient deployment of Community resources.
- Bunun kaçınılmaz olarak Topluluk kaynaklarının daha da verimli bir şekilde kullanılmasıyla el ele gitmesi gerekecektir.
- We must indeed do something, and we can go even further than what has already been agreed.
- Gerçekten de bir şeyler yapmalıyız ve halihazırda kararlaştırılmış olandan daha da ileri gidebiliriz.
- On the socio-economic impact of these measures, the Commission's proposal does not go far enough.
- Bu tedbirlerin sosyo-ekonomik etkileri konusunda Komisyon'un önerisi yeterince ileri gitmemektedir.
- In terms of social cohesion we could go from bad to worse.
- Sosyal uyum açısından kötüden daha kötüye gidebiliriz.
- However, our determination should, under no circumstances, fail to go hand in hand with responsible prudence.
- Bununla birlikte kararlılığımız hiçbir koşulda sorumlu bir sağduyu ile el ele gitmemelidir.
- Erasmus World is now going one step further, both inwards and outwards.
- Erasmus Dünyası şimdi hem içeriye hem de dışarıya doğru bir adım daha ileri gidiyor.
- The two matters must go hand in hand.
- Bu iki konu el ele gitmelidir.
- I would have liked to have seen the Commission proposals go further.
- Komisyon'un önerilerinin daha da ileri gittiğini görmek isterdim.
- They can go to the cash office and get reimbursement of travel expenses.
- Vezneye gidip seyahat masraflarının geri ödemesini alabilirler.
- There are also people who want to go faster or slower than the common position, or those who want more grammes, etc.
- Ortak tutumdan daha hızlı ya da daha yavaş gitmek isteyenler ya da daha fazla gram vs. isteyenler de var.
- We are not going from paradise to purgatory.
- Cennetten Araf'a gitmiyoruz.
- We need to go further.
- Daha da ileri gitmeliyiz.
- As we do for SMEs, let us go and look for the citizens one by one.
- KOBİ'ler için yaptığımız gibi, gidip vatandaşları tek tek arayalım.
- We are not ready to go that far at this stage.
- Bu aşamada o kadar ileri gitmeye hazır değiliz.
- Political liberalisation must go hand in hand with economic liberalisation.
- Siyasi liberalleşme ekonomik liberalleşme ile el ele gitmelidir.
- I accept that everybody should know what I do; I accept that everybody should know where I go.
- Herkesin ne yaptığımı bilmesi gerektiğini kabul ediyorum; herkesin nereye gittiğimi bilmesi gerektiğini kabul ediyorum.
- I would remind them that the committee went to Knowstone in Devon precisely to gather that kind of information.
- Komitenin Devon'daki Knowstone'a tam da bu tür bilgileri toplamak için gittiğini hatırlatmak isterim.
- That is going much too far, in my opinion.
- Bence bu çok ileri gitmek olur.
- If the public don't come to the theatre, the theatre must go to the public.
- Halk tiyatroya gelmiyorsa, tiyatro halka gitmelidir.
- We could certainly have gone a little further.
- Kesinlikle biraz daha ileri gidebilirdik.
- It appears that we have to pay what goes towards cows and wheat but not what goes towards disasters.
- Görünüşe göre ineklere ve buğdaya giden parayı ödemek zorundayız ama felaketlere giden parayı ödemiyoruz.
- We can only, in conciliation, go as far as amendments allow us in second reading.
- Uzlaşmada ancak ikinci okumada değişikliklerin bize izin verdiği kadar ileri gidebiliriz.
- There is no mention of that in this resolution and the condemnation of the Musharraf regime does not go far enough.
- Bu kararda bundan hiç bahsedilmiyor ve Müşerref rejiminin kınanması da yeterince ileri gitmiyor.
- The rapid growth of recent years has gone hand in hand with a significant expansion of foreign trade.
- Son yıllardaki hızlı büyüme, dış ticaret hacminde önemli bir genişlemeyle el ele gitmiştir.
- This goes hand in hand with an attack on social security systems.
- Bu, sosyal güvenlik sistemlerine yönelik bir saldırı ile el ele gidiyor.
- Secondly, such money as is collected will invariably go to the wrong people.
- İkincisi, toplanan bu para her zaman yanlış kişilere gidecektir.
- These demands go hand in hand with the need for a Europe of social progress, a more democratic Europe.
- Bu talepler, daha demokratik bir Avrupa ve sosyal ilerleme Avrupası ihtiyacıyla el ele gitmektedir.
- Approximately 70% of exports from these countries go to the European Union.
- Bu ülkelerden yapılan ihracatın yaklaşık %70'i Avrupa Birliği'ne gitmektedir.
- We believe that the enlargement of Europe should go hand in glove with greater European unification.
- Avrupa'nın genişlemesinin Avrupa'nın daha fazla birleşmesiyle el ele gitmesi gerektiğine inanıyoruz.
- I trust that you will all now go and enjoy a nice juicy steak.
- Şimdi hepinizin gidip güzel ve sulu bir bifteğin tadını çıkaracağınıza inanıyorum.
- Wherever I have gone I have met unfailing courtesy and politeness.
- Gittiğim her yerde sonsuz bir nezaket ve kibarlıkla karşılaştım.
- However, as for the aspects that went clearly wrong, the Commission washes its hands of them.
- Bununla birlikte, açıkça yanlış giden hususlara gelince, Komisyon sorumluluktan kaçmaktadır.
- You talked about going from Copenhagen to Copenhagen and spoke in terms of a single Europe.
- Kopenhag'dan Kopenhag'a gitmekten bahsettiniz ve tek bir Avrupa'dan söz ettiniz.
- If so, then my next question is why is she here and is she planning to go?
- Eğer öyleyse, o zaman bir sonraki sorum şu ki neden burada ve gitmeyi planlıyor mu?
- In short, a little semantic correctness would not go amiss.
- Kısacası, biraz anlamsal doğruluk yanlış gitmeyecektir.
- They merely went to salvage the ship and limit the disaster.
- Sadece gemiyi kurtarmaya ve felaketi sınırlandırmaya gittiler.
- Together with some Socialist members of the European Parliament, I went to Afghanistan in November.
- Avrupa Parlamentosu'nun bazı Sosyalist üyeleriyle birlikte Kasım ayında Afganistan'a gittim.
- I would remind them that the committee went to Knowstone in Devon precisely to gather that kind of information.
- Onlara komitenin Devon'daki Knowstone'a tam da bu tür bilgileri toplamak için gittiğini hatırlatmak isterim.
- But it goes no further than these words which, though forceful, are nevertheless only words.
- Ancak güçlü olsa da yine de sadece kelimelerden ibaret olan bu sözlerden öteye gitmez.
- We take the view that technical adaptation would not go far enough.
- Teknik uyarlamanın yeterince ileri gitmeyeceği görüşündeyiz.
- It could go further, of course.
- Elbette daha da ileri gidebilirdi.
- I have no doubt that many people, including our green fundamentalists, would like to go much further.
- Yeşil köktencilerimiz de dahil olmak üzere pek çok kişinin çok daha ileri gitmek istediğinden hiç şüphem yok.
- That would be a great victory of wisdom over irresponsibility, but there is still a long way to go.
- Bu, bilgeliğin sorumsuzluğa karşı kazandığı büyük bir zafer olurdu, ancak daha gidilecek çok yol var.
- That is why many of us went to Iraq.
- Birçoğumuz bu yüzden Irak'a gittik.
- Will the Commission go to the European Court of Justice more quickly?
- Komisyon Avrupa Adalet Divanına daha hızlı gidecek mi?
- Let us go to meet the inhabitants of our fifteen countries and try to understand them.
- On beş ülkemizin sakinleriyle tanışmaya gidelim ve onları anlamaya çalışalım.
- Unfortunately, the pretensions of the current WTO go much further than that.
- Ne yazık ki mevcut DTÖ'nün iddiaları bundan çok daha öteye gitmektedir.
- I am not going to suggest visits, although I do not think it would do any harm if you were to go to Galicia.
- Ziyaret önerisinde bulunmayacağım, ancak Galiçya'ya gitmenizin herhangi bir zararı olacağını düşünmüyorum.
- I am sure that if she is not planning to go, it is not a symptom of the downgrading of the status of the conference.
- Eminim ki eğer kendisi gitmeyi planlamıyorsa, bu konferansın statüsünün düşürüldüğünün bir belirtisi değildir.
- Obviously, the competitive advantages will go to those who convert the quickest.
- Açıkçası rekabet avantajları en hızlı dönüşüm sağlayanlara gidecektir.
- It has been said that they will not go cap in hand to the Commission looking for money.
- Komisyon'a para istemek için ellerini kollarını sallayarak gitmeyecekleri söylenmiştir.
- There is therefore still a very long way to go.
- Dolayısıyla daha gidilecek çok uzun bir yol var.
- I went to Brittany then, and tomorrow I am going to Galicia.
- Daha sonra Bretanya'ya gittim ve yarın da Galiçya'ya gidiyorum.
- Today, most EIB loans go to different types of regional development project within the EU.
- Bugün AYB kredilerinin çoğu AB içindeki farklı türdeki bölgesel kalkınma projelerine gitmektedir.
- How will things go next year?
- Gelecek yıl işler nasıl gidecek?
- Just 3.4% of our current development budgets go to health.
- Mevcut kalkınma bütçelerimizin sadece %3.4'ü sağlığa gitmektedir.
- The vote tomorrow will determine which way we go.
- Yarınki oylama hangi yöne gideceğimizi belirleyecek.
- When questions are raised or something goes wrong, it has to intervene.
- Sorular sorulduğunda ya da bir şeyler yanlış gittiğinde, müdahale etmek zorundadır.
- There are good proposals for this in the Convention, that go a little further than what the Commission has proposed.
- Sözleşme'de bu konuda Komisyon'un önerdiğinden biraz daha ileriye giden iyi öneriler var.
- I am sure that if she is not planning to go, it is not a symptom of the downgrading of the status of the conference.
- Eğer kendisi gitmeyi planlamıyorsa, bunun konferansın statüsünün düşürüldüğünün bir belirtisi olmadığından eminim.
- The operations to introduce the euro that have taken place in these first two weeks have gone extraordinarily well.
- Bu ilk iki hafta içerisinde gerçekleştirilen Avro'yu tanıtma operasyonları olağanüstü iyi gitti.
- The remainder goes to a few large countries, such as China, India, Brazil and sometimes a few others.
- Geriye kalanlar Çin, Hindistan, Brezilya ve bazen de diğer birkaç ülke gibi birkaç büyük ülkeye gidiyor.
- Now, it is the United States that will not agree to the UN inspectors going to Iraq.
- Şimdi, BM denetçilerinin Irak'a gitmesini kabul etmeyecek olan ABD'dir.
- In other words, the Commission's proposal is good, but it does not go far enough.
- Başka bir deyişle Komisyonun önerisi iyi olmakla birlikte yeterince ileri gitmemektedir.
- Why did the Committee on Women's Rights not go this far?
- Kadın Hakları Komitesi neden bu kadar ileri gitmedi?
- It is clearly a means; I would go further, it is a means within a group of means.
- Bu açıkça bir araçtır; daha da ileri gideceğim, bir grup araç içinde bir araçtır.
- In fact, we will go to the spring Council with a position on guidelines for the different processes.
- Aslında bahar konseyine farklı süreçlere ilişkin yönergeler konusunda bir tutum ile gideceğiz.
- According to Eurobarometer, 87% of citizens recognise their right to go to the European Ombudsman.
- Eurobarometer'e göre, vatandaşların %87'si Avrupa Ombudsmanına gitme hakkını tanımaktadır.
- Nor have matters gone significantly better for the other Member States.
- Diğer Üye Devletler için de işler önemli ölçüde daha iyi gitmedi.
- The enlargement process must go hand in hand with a deepening of the institutions.
- Genişleme süreci kurumların derinleştirilmesiyle el ele gitmelidir.
- We have not simply met these deadlines; we have gone even further.
- Sadece bu son teslim tarihlerine uymakla kalmadık; daha da ileri gittik.
- Unfortunately, the proposed framework decision does not go far enough in this direction.
- Ne yazık ki, önerilen çerçeve karar bu yönde yeterince ileri gitmemektedir.
- However, this amendment goes much further, and it is not practicable.
- Ancak bu değişiklik çok daha ileri gitmektedir ve uygulanabilir değildir.
- However, the Commission takes the view that the Presidium's proposal does not go far enough.
- Ancak Komisyon, Başkanlık Divanı'nın önerisinin yeterince ileri gitmediği görüşündedir.
- They know what to do, where to go and source the founds.
- Onlar ne yapacaklarını, nereye gideceklerini ve kaynaklarını biliyorlar.
- It is a scandal that we have let it go this far.
- Bu kadar ileri gitmesine izin vermiş olmamız bir skandaldır.
- Unfortunately, the pretensions of the current WTO go much further than that.
- Ne yazık ki mevcut DTÖ'nün iddiaları bundan çok daha öteye gidiyor.
- This decision is important but it does not go far enough.
- Bu karar önemlidir ancak yeterince ileri gitmemektedir.
- The criticisms levelled at the States by this Parliament, however, go further.
- Ancak bu Parlamento tarafından Devletlere yöneltilen eleştiriler daha da ileri gitmektedir.
- We are going to ban tobacco advertising, but each year millions in European subsidies go to tobacco growers.
- Tütün reklamlarını yasaklayacağız, ancak Avrupa'da her yıl milyonlarca dolarlık sübvansiyon tütün üreticilerine gidiyor.
- It seems that fresh food and safe food do not always go hand in hand.
- Görünen o ki taze gıda ve güvenli gıda her zaman el ele gitmiyor.
- If people had opposed the wheel when it was invented, we would still be going everywhere on foot.
- Tekerlek icat edildiğinde insanlar buna karşı çıksaydı, hala her yere yürüyerek gidiyor olurduk.
- When questions are raised or something goes wrong, it has to intervene.
- Sorular sorulduğunda ya da bir şeyler yanlış gittiğinde müdahale etmek zorundadır.
- I might go so far as to say we should give such secondary raw materials preferential VAT treatment.
- Bu tür ikincil hammaddelere tercihli KDV muamelesi yapmamız gerektiğini söyleyecek kadar ileri gidebilirim.
- Legislation is not always the correct route to go down.
- Mevzuat her zaman gidilecek doğru yol değildir.
- You can also tell that he did his own research and went to look at the places where this work is being done.
- Kendi araştırmasını yaptığı ve bu işin yapıldığı yerlere bakmaya gittiği de anlaşılıyor.
- Lastly, I must express my regret that individual MEPs are going to Baghdad on their own initiative.
- Son olarak münferit milletvekillerinin kendi inisiyatifleriyle Bağdat'a gitmelerinden duyduğum üzüntüyü ifade etmeliyim.
- On the whole, it has gone quite well.
- Genel olarak oldukça iyi gitti.
- Where has this money gone?
- Bu para nereye gitti?
- What we do not need, however, is to go down the road leading to unilateral war.
- Ancak ihtiyacımız olan şey tek taraflı savaşa giden yolda ilerlemek değildir.
- Until then, going down the road of mass slaughter is only one alternative.
- O zamana kadar, toplu katliam yoluna gitmek sadece bir alternatif.
- After three years, this agenda is stalled; indeed, it is going backwards.
- Üç yılın ardından, bu gündem durmuş durumda, hatta geriye doğru gidiyor.
- I do not think that the wording goes far enough.
- İfadenin yeterince ileri gittiğini düşünmüyorum.
- That is why they want to go home, to their Turkish mountains.
- Bu yüzden evlerine, yani Türk dağlarına gitmek istiyorlar.
- It is the correct path to go down.
- Bu, gidilmesi gereken doğru yoldur.
- This is a necessary first step before we can go any further.
- Daha ileri gitmeden önce bu gerekli bir ilk adımdır.
- Let these little children go to school unhindered.
- Bırakın bu küçük çocuklar okula engelsiz gitsinler.
- So now we are supposed to go and review ourselves when the need arises?
- Yani şimdi ihtiyaç duyulduğunda gidip kendimiz mi gözden geçirmemiz gerekiyor?
- The recommendations currently before us really are as far as we are prepared to go.
- Şu anda önümüzde bulunan tavsiyeler gerçekten de gitmeye hazır olduğumuz en son noktadır.
- Perhaps we ought to go and take another look, as only one in three of our American colleagues have a passport.
- Belki de Amerikalı meslektaşlarımızın sadece üçte birinin pasaportu olduğu için gidip bir kez daha bakmalıyız.
- The problem so far is that taxpayers paid when something went wrong.
- Şimdiye kadarki sorun, vergi mükelleflerinin bir şeyler yanlış gittiğinde ödeme yapmasıydı.
- Commissioner Monti, I think you should go and see the wall.
- Komisyon Üyesi Monti, bence gidip duvarı görmelisiniz.
- There is still a long way to go but we should not forget from which level we started.
- Daha gidilecek çok yol var ama hangi seviyeden başladığımızı unutmamalıyız.
- We should not go as far as turning this light-weight version into an ultra-light-weight version, however.
- Ancak bu hafif versiyonu ultra hafif versiyona çevirecek kadar da ileri gitmemeliyiz.
- I regard the energy alliance as very important indeed, but as not going far enough.
- Enerji ittifakının çok önemli olduğunu ancak yeterince ileri gidemediğini düşünüyorum.
- Firstly, they can go to a bank and complain, ask why the bank does not do what the law says.
- İlk olarak, bir bankaya gidip şikayette bulunabilirler, bankanın neden yasanın dediğini yapmadığını sorabilirler.
- It even goes so far as to call for a ban on price reductions by 'incumbents'.
- Hatta "yerleşiklerin" fiyat indirimlerinin yasaklanması çağrısında bulunacak kadar ileri gitmektedir.
- We should not go as far as turning this light-weight version into an ultra-light-weight version, however.
- Ancak bu hafif versiyonu ultra hafif bir versiyona dönüştürecek kadar ileri gitmemeliyiz.
- I am happy to go no further than principles and guidelines.
- İlkeler ve kılavuz ilkelerden öteye gitmemekten mutluluk duyuyorum.
- The others must go, because we do not want to name any more names.
- Diğerleri gitmeli, çünkü daha fazla isim vermek istemiyoruz.
- If the voting goes as promised, I shall be recommending that my Group votes for your report.
- Oylama söz verdiğim gibi giderse Grubumun raporunuza oy vermesini tavsiye edeceğim.
- We believe that the enlargement of Europe should go hand in glove with greater European unification.
- Avrupa'nın genişlemesinin Avrupa'nın daha fazla birleşmesi ile el ele gitmesi gerektiğine inanıyoruz.
- We go there more than we do anywhere else.
- Biz oraya başka hiçbir yere gitmediğimiz kadar çok gidiyoruz.
- In that case, the Ombudsman can go to Parliament with a special report.
- Bu durumda Ombudsman özel bir raporla Parlamentoya gidebilir.
- You can also tell that he did his own research and went to look at the places where this work is being done.
- Kendi araştırmasını yaptığını ve bu işin yapıldığı yerlere bakmaya gittiğini de söyleyebilirsiniz.
- That the Commission should go so far as to do that really is unique in history.
- Komisyon'un bunu yapacak kadar ileri gitmesi gerçekten tarihte eşi benzeri olmayan bir durumdur.
- This is about a Swede who wants to go and live and work in Italy, for example.
- Bu, örneğin İtalya'ya gidip orada yaşamak ve çalışmak isteyen bir İsveçli ile ilgili.
- Otherwise, gather your belongings together and go!
- Aksi takdirde eşyalarınızı toplayın ve gidin!
- On the socio-economic impact of these measures, the Commission's proposal does not go far enough.
- Bu tedbirlerin sosyo-ekonomik etkileri konusunda Komisyonun önerisi yeterince ileri gitmemektedir.
- We would, in various areas, have preferred results that went further.
- Çeşitli alanlarda daha da ileri giden sonuçları tercih ederdik.
- Erasmus World is now going one step further, both inwards and outwards.
- Erasmus Dünyası şimdi hem içeride hem de dışarıda bir adım daha ileri gidiyor.
- So I went to the ECB and asked for a meeting.
- ECB'ye gittim ve bir toplantı talep ettim.
- I am therefore pleased to see that most resources go to uprooted people from that country.
- Bu nedenle kaynakların çoğunun bu ülkeden sürülen insanlara gittiğini görmekten memnuniyet duyuyorum.
- Perhaps we now need to go a step further.
- Belki de şimdi bir adım daha ileri gitmemiz gerekiyor.
- The shop floor has great insight into what goes wrong and how things can be improved.
- Üretim bölümü, neyin yanlış gittiği ve işlerin nasıl iyileştirilebileceği konusunda büyük bir içgörüye sahiptir.
- Our undertakings went considerably further than those we gave on the previous occasion.
- Taahhütlerimiz bir önceki seferde verdiklerimizden çok daha ileriye gitmiştir.
- No-one is going to ask us to go and die on an Afghan hillside, though others will be asked to pay that price.
- Hiç kimse bizden gidip bir Afgan yamacında ölmemizi istemeyecek ancak başkalarından bu bedeli ödemeleri istenecek.
- It is true the cod have gone from the central part of the North Sea.
- Morinaların Kuzey Denizi'nin orta kısmından gittiği doğrudur.
- Since the report of the Committee on Economic and Monetary Affairs did not go far enough in this respect, I abstained.
- Ekonomik ve Parasal İşler Komitesi'nin raporu bu konuda yeterince ileri gitmediği için çekimser oy kullanacağım.
- Do they have to go through the national offices of the Commission?
- Komisyon'un ulusal ofisleri aracılığıyla mı gitmek zorundalar?
- This report enables us to go somewhat further.
- Bu rapor biraz daha ileri gitmemizi sağlıyor.
- The Commission, however, could have gone still further to speed up cooperation and increase flexibility.
- Ancak Komisyon, işbirliğini hızlandırmak ve esnekliği arttırmak için daha da ileri gidebilirdi.
- If passed, it would necessarily have to go to conciliation.
- Eğer kabul edilirse, mutlaka uzlaşmaya gidilmesi gerekecektir.
- There are areas where I would hope we can get decisions on 19 July, which makes it worthwhile for me at least to go.
- En azından benim için gitmeye değer kılan, 19 Temmuz'da karar alabileceğimizi umduğum alanlar var.
- Farmers need a clear direction as to where they are going.
- Çiftçilerin nereye gittikleri konusunda net bir yöne ihtiyaçları var.
- We need to go further, however.
- Ancak daha da ileri gitmemiz gerekiyor.
- You know that this Parliament imagines that we can go further still.
- Bu Parlamento'nun daha da ileri gidebileceğimizi düşündüğünü biliyorsunuz.
- Mr Solana would go to Cyprus straightaway.
- Sayın Solana hemen Kıbrıs'a gidecektir.
- None of the oil-for-food programme goes to help them and they get very little else.
- Gıda için petrol programlarından hiçbiri onlara yardıma gitmiyor, bunun dışında da çok az şey alıyorlar.
- If it was just up to me, believe me we would go much further than proposals.
- Eğer sadece bana kalsaydı inanın bana tekliflerden çok daha ileri giderdik.
- Although the end-result of the Treaty negotiations represented a step forward, they did not go far enough.
- Antlaşma müzakerelerinin nihai sonucu ileriye doğru bir adım teşkil etse de, yeterince ileri gitmemiştir.
- You will need to consider whether the current CAP reform goes far enough.
- Mevcut OTP reformunun yeterince ileri gidip gitmediğini değerlendirmeniz gerekecektir.
- I would go so far as to say that these are penny-pinching plans.
- Bunların cimri planlar olduğunu söyleyecek kadar ileri gideceğim.
- Things can evidently go the other way.
- İşler açık bir şekilde tersine de gidebilir.
- Increasing urbanisation must go hand in hand with improving public transport.
- Artan kentleşme, toplu taşımanın iyileştirilmesi ile el ele gitmelidir.
- It is a necessary step, but it does not go far enough.
- Bu gerekli bir adımdır, ancak yeterince ileri gitmemektedir.
- We share the belief that globalisation must go hand in hand with great efforts at fighting poverty.
- Küreselleşmenin yoksullukla mücadelede büyük çabalarla el ele gitmesi gerektiği inancını paylaşıyoruz.
- The other stocks will not go the same way as the cod'?
- Diğer rezervler de morina balığı ile aynı şekilde gitmeyecek mi?
- We must not go down the road of making excessive demands of each other.
- Birbirimizden aşırı taleplerde bulunma yoluna gitmemeliyiz.
- Mr Patakis, you will have to go and get another voting card.
- Bay Patakis, gidip yeni bir seçmen kartı almanız gerekecek.
- However, in my opinion, there is still a long way to go.
- Ancak bana göre daha gidilecek çok yol var.
- This is not the way to go and unfortunately we do not have enough of that guarantee.
- Gidilmesi gereken yol bu değil ve ne yazık ki bu garantiye yeterince sahip değiliz.
- I would have liked to have seen the Commission proposals go further.
- Komisyon önerilerinin daha da ileri gittiğini görmek isterdim.
- Work to combat pollution can go hand-in-hand with protecting jobs and sustaining communities.
- Kirlilikle mücadele çalışmaları, istihdamın korunması ve toplumların sürdürülebilirliği ile el ele gidebilir.
- I would go as far as to say that in general this is not the problem with our work in the humanitarian aid area.
- Genel olarak insani yardım alanındaki çalışmalarımızla ilgili sorunun bu olmadığını söyleyecek kadar ileri gidebilirim.
- Things are going wrong which will call for resolve in India to make them better.
- İşler yanlış gidiyor ve Hindistan'da bunları daha iyi hale getirmek için kararlılık gerekiyor.
- We must also forget the idea that liberalisation and lack of safety go hand in hand.
- Serbestleşme ve güvenlik eksikliğinin el ele gittiği fikrini de unutmalıyız.
- I do not think that we should go down that route.
- Bu yoldan gitmemiz gerektiğini düşünmüyorum.
- We must also admit, however, that a great deal has gone wrong since this triumph.
- Bununla birlikte, bu zaferden bu yana pek çok şeyin yanlış gittiğini de kabul etmeliyiz.
- However, women will go where they can.
- Ancak kadınlar gidebildikleri yere kadar gideceklerdir.
- Economic regulations are not at present leading us in the direction we want to go, but we do little about this.
- Ekonomik düzenlemeler şu anda bizi gitmek istediğimiz yöne götürmüyor, ancak bu konuda çok az şey yapıyoruz.
- That would give a clear signal about the direction he wants to go.
- Bu, gitmek istediği yön hakkında net bir sinyal verecektir.
- None of the oil-for-food programme goes to help them and they get very little else.
- Gıda için petrol programının hiçbiri onlara yardıma gitmiyor ve çok az şey alıyorlar.
- Landfills are reaching capacity, incinerators are overflowing and the wads of excessive packaging we use should go.
- Çöp sahaları kapasiteye ulaşıyor, çöp yakma fırınları dolup taşıyor ve kullandığımız aşırı ambalajlar artık gitmeli.
- There are good proposals for this in the Convention, that go a little further than what the Commission has proposed.
- Sözleşme'de bu konuda Komisyon'un önerdiğinden biraz daha ileri giden iyi öneriler bulunmaktadır.
- Just 6% go to the United States of America.
- Sadece %6'sı Amerika Birleşik Devletleri'ne gidiyor.
- We must go much further and set a more ambitious timetable.
- Çok daha ileri gitmeli ve daha iddialı bir takvim belirlemeliyiz.
- I would urge the Commission to go further by financing immigrants' micro-projects.
- Komisyon'u, göçmenlerin mikro projelerini finanse ederek daha da ileri gitmeye çağırıyorum.
- It has been useful, but now we should go much further.
- Faydalı oldu ama şimdi çok daha ileri gitmeliyiz.
- We know that a great deal goes wrong.
- Birçok şeyin yanlış gittiğini biliyoruz.
- This is why, according to the ELDR, the current gas market proposals go way too far.
- Bu nedenle Avrupa Liberal Demokratlar ve Reform Partisi'ne göre mevcut gaz piyasası önerileri çok ileri gitmektedir.
- Institutional reform goes hand-in-hand with the enlargement of the European Union.
- Kurumsal reform, Avrupa Birliği'nin genişlemesiyle el ele gitmektedir.
- Just as they are actually preventing us from going there with a delegation.
- Tam da bizim oraya bir heyetle gitmemizi engelledikleri gibi.
- We will have a look at that and try to discover what has gone wrong.
- Buna bir göz atacağız ve neyin yanlış gittiğini bulmaya çalışacağız.
- However, this amendment goes much further, and it is not practicable.
- Bununla birlikte, bu değişiklik çok daha ileri gitmektedir ve uygulanabilir değildir.
- Portuguese women, for example, go to neighbouring Spain.
- Örneğin Portekizli kadınlar komşu İspanya'ya gidiyor.
- That is something we must not go and lose.
- Bu, gitmememiz ve kaybetmememiz gereken bir şeydir.
- That is beginning to change but there is still a long way to go.
- Bu durum değişmeye başlıyor ancak daha gidilecek çok yol var.
- In your amendments you have gone further and asked for at least three levels.
- Değişikliklerinizde daha da ileri gittiniz ve en az üç seviye istediniz.
- In fact, the announced reforms are heading in the right direction, but do not yet go very far at all.
- Aslında açıklanan reformlar doğru yönde ilerliyor ancak henüz çok ileri gitmiyor.
- The European Union went to Cancún having sacrificed the interests of small and medium-sized farmers.
- Avrupa Birliği Cancún'a küçük ve orta ölçekli çiftçilerin çıkarlarını feda ederek gitmiştir.
- If you go down to the Sheraton in Kampala, you pay one thousand Ugandan shillings for one single cup of coffee.
- Kampala'daki Sheraton'a gittiğinizde tek bir fincan kahve için bin Uganda şilini ödüyorsunuz.
- Plainly, not everything has gone so well.
- Açıkçası her şey o kadar da iyi gitmedi.
- They know what to do, where to go and source the founds.
- Ne yapacaklarını, nereye gideceklerini ve buluntuları nereden temin edeceklerini biliyorlar.
- I do not recommend going any further than that.
- Bundan daha ileri gidilmesini önermiyorum.
- They are good as far as they go, but they do not go far enough, and they have to be obligatory rather than voluntary.
- Gittikleri yere kadar iyidirler ancak yeterince ileri gitmezler ve gönüllü olmaktan ziyade zorunlu olmalıdırlar.
- Whenever we go to a West African country, we can see the extent to which French influence is still present there.
- Ne zaman bir Batı Afrika ülkesine gitsek orada Fransız etkisinin hala ne ölçüde mevcut olduğunu görebiliriz.
- If necessary, we will go it alone; we hear them say.
- Gerekirse tek başımıza gideriz; dediklerini duyuyoruz.
- With these comments, I recommend that if the voting goes as promised earlier you should vote in favour.
- Bu yorumlarla birlikte oylama daha önce söz verildiği gibi giderse lehte oy kullanmanızı tavsiye ederim.
- It is obvious to me that something is going very seriously wrong.
- Bana göre bir şeyler çok ciddi bir şekilde yanlış gidiyor.
- In practice, a great deal goes wrong during the mixing, sorting and storing involved.
- Uygulamada, karıştırma, ayırma ve depolama sırasında pek çok şey yanlış gitmektedir.
- Let us not go down the road of saying we cannot have freedom of movement from North Africa.
- Kuzey Afrika'dan hareket özgürlüğüne sahip olamayacağımızı söyleme yoluna gitmeyelim.
- He asks what went wrong, and he replies that there was no safe haven.
- Neyin yanlış gittiğini soruyor ve o da güvenli bir sığınak olmadığını söylüyor.
- It says that the current legal basis of the Treaties does not allow it to go any further.
- Antlaşmaların mevcut yasal dayanağının daha ileri gidilmesine izin vermediğini söylüyor.
- President Lee went to Seoul today, so I'll be staying here tonight.
- Başkan Lee bugün Seul'e gitti, o yüzden bu gece burada kalacağım.
- After finishing school everyone has to go into the army for ten years.
- Okulu bitirdikten sonra herkes on yıl boyunca askere gitmek zorundadır.
- Anytime I've gone to coal country, everyone was all polite.
- Ne zaman kömür ülkesine gitsem, herkes kibardı.
- Let's say that this time track goes all around the planet.
- Diyelim ki bu zaman çizgisi tüm gezegen boyunca gidiyor.
- I could go get a justice of the peace, take them to Laurel, and we could get married.
- Gidip bir sulh hakimi bulabilirim, onları Laurel'e götürürüm ve evlenebiliriz.
- Because he gave another to someone else for us to go find.
- Çünkü diğerini gidip bulmamız için başka birine verdi.
- Tom went to the hospital because he was sick.
- Tom, hasta olduğu için hastaneye gitti.
- Go play a song on the jukebox.
- Git müzik kutusundan bir şarkı çal.
- Then He said, Go tell the words to the house of Israel.
- Sonra şöyle dedi: Git bu sözleri İsrail halkına anlat.
- During the war, he couldn't go fast enough.
- Savaş sırasında yeterince hızlı gidemedi.
- Let's see how far this fight goes.
- Bakalım bu dövüş nereye kadar gidecek.
- They want us to go play another song.
- Gidip yeni bir şarkı çalmamızı istiyorlar.
- I mean, want to do the honorable thing, go straight.
- Demek istediğim, onurlu bir şey yapmak istiyorsan, doğruca git.
- Go to her, if you want, don't stay here.
- İstiyorsanız ona gidin, burada kalmayın.
- How about we go tonight and get it over with?
- Bu gece gidip bu işi halletmeye ne dersin?
- Go find out who these women are, fast.
- Gidip bu kadınların kim olduğunu öğrenin, hemen.
- I could go get a justice of the peace, take them to Laurel, and we could get married.
- Gidip sulh hakimi bulup onları Laurel'a götürebilirim ve evlenebiliriz.
- They want us to go play another song.
- Gidip başka bir şarkı çalmamızı istiyorlar.
- He's gone back to look for her every day since.
- O zamandan beri her gün onu aramaya gidiyor.
- We'll give him an opportunity and see how it goes.
- Ona bir şans vereceğiz ve nasıl gideceğine bakacağız.
- The cars go so fast down here and something should be done about it.
- Arabalar burada çok hızlı gidiyor ve bu konuda bir şeyler yapılması gerekiyor.
- The cars go so fast down here and something should be done about it.
- Arabalar burada çok hızlı gidiyor ve bu konuda bir şeyler yapılmalı.
- Reduce the numbers of patients going to the hospital.
- Hastaneye giden hasta sayısını azaltınız.
- In this game, your progression is determined by how far you will go.
- Bu oyunda ilerlemeniz nereye kadar gideceğinize göre belirlenir.
- Go to other places with the car so do not waste time.
- Araba ile başka yerlere gidin böylece zaman kaybetmeyin.
- Okay, so I'm going over your head on this one.
- Tamam, o zaman bu sefer seni aşıp patronuna gidiyorum.
- He's gone back to look for her every day since.
- O günden beri her gün onu aramaya gidiyor.
- I'd just as soon go up with a green gunner than a jinxed morning, fellas.
- Bir an önce acemi bir topçuyla gitmeyi uğursuz bir sabaha tercih ederim, çocuklar.
- Look, since the invasion, everything's gone sideways.
- Bakın, işgalden bu yana her şey ters gitti.
- Went to this really nice restaurant in the city.
- Şehirdeki bu gerçekten güzel restorana gittim.
- Here, honey, go play with these.
- Al tatlım, gidip bunlarla oyna.
- Go play a song on the jukebox.
- Git müzik kutusunda bir şarkı çal.
- Let's pray this secret goes to the grave with T-Bone.
- Dua edelim de bu sır T-Bone'la birlikte mezara gitsin.
- Now, I'll go eat my dinner and read a book.
- Şimdi gidip yemeğimi yiyeceğim ve kitap okuyacağım.
- There are many reasons why we go from one state to another.
- Bir eyaletten diğerine gitmemizin birçok nedeni var.
- We've literally waited our whole lives to go to prom.
- Kelimenin tam anlamıyla hayatımız boyunca baloya gitmeyi bekledik.
- Go to the Gunnar Optik site, create a pair of glasses with your desired features, and check out the price.
- Gunnar Optik sitesine gidin, istediğiniz özelliklerde bir gözlük oluşturun ve fiyatına göz atın.
- And all of their dirty money would have gone to a good cause.
- Ve tüm kirli paraları iyi bir amaca giderdi.
- Look, I had a whole pack, and it's gone.
- Bak, elimde koca bir paket vardı ve hepsi gitti.
- Let us plan to go somewhere and eat these or those foods tomorrow.
- Yarın bir yere gidip şu veya bu yiyecekleri yemeyi planlayalım.
- Reduce the numbers of patients going to the hospital.
- Hastaneye giden hasta sayısını azaltın.
- And all of their dirty money would have gone to a good cause.
- Ve tüm kirli paraları iyi bir amaca gidecekti.
- Know precisely what you want and how far you'll go.
- Ne istediğinizi ve ne kadar ileri gideceğinizi tam olarak bilin.
- However, if you definitely want me to go, I will go.
- Buna rağmen, muhakkak benim gitmemi istiyorsanız, giderim.
- Went to this really nice restaurant in the city.
- Şehirde gerçekten çok şık bir restorana gittik.
- We'll give him an opportunity and see how it goes.
- Ona bir şans vereceğiz ve nasıl gittiğini göreceğiz.
- And I'm going to go live with him there, after the season's over.
- Ve ben de bu dönem sonunda gidip onunla birlikte orada yaşayacağım.
- We've literally waited our whole lives to go to prom.
- Tam anlamıyla tüm hayatımız boyunca baloya gitmeyi bekledik.
- Here, honey, go play with these.
- Al tatlım, git bunlarla oyna.
- I'll go pick her up and bring her tonight.
- Bu gece gidip onu alacağım.
- He felt it go and popped his eyes open at once.
- Gittiğini hissetti ve gözlerini anında açtı.
- Tom went to the hospital because he was sick.
- Tom hasta olduğundan ötürü hastaneye gitti.
- I carried the gas mask I had purchased on the black market everywhere I went.
- Karaborsadan satın aldığım gaz maskesini gittiğim her yere götürdüm.
- I'll go pick her up and bring her tonight.
- Gidip onu alacağım ve bu gece getireceğim.
- However, if you definitely want me to go, I will go.
- Ama eğer kesinlikle gitmemi istersen giderim.
- Anytime I've gone to coal country, everyone was all polite.
- Ne zaman kömür bölgesine gitsem, herkes kibar davranıyordu.
- Go find out who these women are, fast.
- Git de hemen bu kadınların kim olduğunu öğren.
- We've literally waited our whole lives to go to prom.
- Baloya gitmek için resmen hayatımız boyunca bekledik.
- Everything went fine for me and I have moved out since healing.
- Benim için her şey yolunda gitti ve iyileştikten sonra taşındım.
- Let's plan to go somewhere tomorrow and eat this or that food.
- Yarın bir yere gidip falanca ya da filanca yemeği yemeyi planlayalım.
- President Lee went to Seoul today, so I'll be staying here tonight.
- Başkan Lee bugün Seul'e gitti, ben de bu gece burada kalacağım.
- Go immediately to the nearest hospital or emergency service.
- En yakın hastane yada acil servise gidiniz.
- Check out the map to see where we went.
- Nereye gittiğimizi görmek için haritaya göz atın.
- They want us to go play another song.
- Gidip bir parça daha çalmamızı istiyorlar.
- Most of you haven't gone to Shul since your bar mitzvahs.
- Çoğunuz bar mitzvah'nızdan sonra sinagoga hiç gitmemişsiniz.
- No, servant, I will kill you and let you go first.
- Hayır, hizmetçi, seni öldüreceğim ve önce gitmene izin vereceğim.
- Look, I had a whole pack, and it's gone.
- Bak, bende koca bir paket vardı ve hepsi gitti.
- Most of you haven't gone to Shul since your bar mitzvahs.
- Çoğunuz Bar Mitzvah'ınızdan beri sinagoga gitmediniz.
- Living in a hospital is sort of like going to boarding school.
- Hastanede yaşamak yatılı okula gitmek gibi bir şey.
- From a web browser, go to your Account page.
- Bir web tarayıcısından Hesap sayfanıza gidin.
- Let us plan to go somewhere and eat these or those foods tomorrow.
- Yarın bir yere gidip falanca ya da filanca yemeği yemeyi planlayalım.
- Drink, for you know not why you go, nor where.
- İç, çünkü bilmiyorsun neden ve nereye gittiğini.
- Drink, for you know not why you go, nor where.
- İç, çünkü neden ve nereye gittiğini bilmiyorsun.
- I'm going to my house, where I live like a respectable human being.
- Saygıdeğer bir insan gibi yaşadığım evime gidiyorum.
- There are many reasons why we go from one state to another.
- Bir ülkeden ötekine gitmemiz için bir çok sebep vardır.
- I'll go pick her up and bring her tonight.
- Gidip onu alıp bu gece buraya getireceğim.
- Living in a hospital is sort of like going to boarding school.
- Hastanede yaşamak bir nevi yatılı okula gitmeye benziyor.
- They come here for a moment and then go somewhere else.
- Bir an buraya geliyorlar, sonra başka bir yere gidiyorlar.
- Go to the properties of the flash drive and see that it is half occupied.
- Flash sürücünün özelliklerine gidin ve yarısının dolu olduğunu görün.
- Go play a song on the jukebox.
- Git de müzik kutusundan bir şarkı çal.
- Go find out who these women are, fast.
- Git ve bu kadınların kim olduğunu bul, çabuk.
- Go immediately to the nearest hospital or emergency service.
- Derhal en yakın hastaneye veya acil servise gidin.
- No, servant, I will kill you and let you go first.
- Hayır hizmetçi, seni öldüreceğim ve önce senin gitmene izin vereceğim.
- President Lee went to Seoul today, so I'll be staying here tonight.
- Müdür Lee bugün Seul'e gitti, bu yüzden bu gece burada kalacağım.
- I would wait to see how things go.
- Ben olsam işlerin nasıl gideceğini görmek için beklerdim.
- Because he gave another to someone else for us to go find.
- Çünkü gidip bulmamız için başka birine verdi.
- Let's see how far you will go in this adventure.
- Bakalım bu macerada ne kadar ileri gideceksin.
- And then Rigsby wants to go check out those cabins.
- Ve sonra Rigsby gidip şu kabinlere göz atmak istiyor.
- Went to this really nice restaurant in the city.
- Şehirdeki çok şık bir restorana gittim.
- However, if you definitely want me to go, I will go.
- Ancak, ille de gitmemi istiyorsanız, giderim.
- Let's say that this time track goes all around the planet.
- Diyelim ki bu zaman yolu gezegenin her yerine gidiyor.
- Living in a hospital is sort of like going to boarding school.
- Bir hastanede yaşamak bir nevi yatılı okula gitmek gibidir.
- Go immediately to the nearest hospital or emergency service.
- Hemen en yakın hastaneye ya da acil servise gidin.
- They would have got a better exchange rate if they had gone to a bank.
- Bir bankaya gitselerdi daha iyi bir döviz kuru alırlardı.
- I plan to go to the movies.
- Sinemaya gitmeyi planlıyorum.
- I never realized how much Tom wanted to go to Boston.
- Tom'un Boston'a gitmeyi ne kadar çok istediğini hiç fark etmemiştim.
- Tom wants to go to Harvard.
- Tom Harvard'a gitmek istiyor.
- He went no farther than the gate.
- Kapıdan öteye gitmedi.
- Where do you plan to go?
- Nereye gitmeyi planlıyorsun?
- I go to school at eight o'clock.
- Okula saat sekizde giderim.
- You're not the only one here who wants to go home early.
- Burada eve erken gitmek isteyen tek kişi sen değilsin.
- We can go after lunch.
- Öğle yemeğinden sonra gidebiliriz.
- Tom will go whether Mary does or not.
- Mary gitse de gitmese de Tom gidecek.
- Either you go, or I go.
- Ya sen gidersin, ya da ben.
- Tom doesn't want to go to Boston.
- Tom Boston'a gitmek istemiyor.
- No problem, of course, if you're going.
- Sorun değil, tabii ki, eğer gidecekseniz.
- I'll go get my car.
- Arabamı almaya gideceğim.
- Is there any reason not to go?
- Gitmemem için bir sebep var mı?
- Tom has no intention of going to Mary's wedding.
- Tom'un Mary'nin düğününe gitmeye niyeti yok.
- It's not fair that she can go and I can't.
- Onun gidip benim gidememem hiç adil değil.
- May I go to the bathroom, please?
- Banyoya gidebilir miyim lütfen?
- I saw the dirty dog go into the yard.
- Kirli köpeğin avluya gittiğini gördüm.
- Is Tom ready to go?
- Tom gitmeye hazır mı?
- If you're going to the beach, you need sunscreen.
- Eğer plaja gideceksen, güneş kremine ihtiyacın var.
- He ordered me to go alone.
- O benim yalnız gitmemi emretti.
- He abandoned his family and went to live in Tahiti.
- O, ailesini terk etti ve Tahiti'de yaşamaya gitti.
- Even if it is raining spears, I'm still going.
- Bardaktan boşanırcasına yağsa da, ben yine de gideceğim.
- I'm trying to figure out where I should go.
- Nereye gitmem gerektiğini anlamaya çalışıyorum.
- Why should I go?
- Niçin gitmeliyim?
- How many times a month do you go to the movies?
- Ayda kaç kez sinemaya gidersin?
- Why wouldn't you let me go to Boston?
- Neden Boston'a gitmeme izin vermedin?
- I couldn't let Tom go.
- Tom'un gitmesine izin veremezdim.
- The collaboration between Tom and Mary is not going very smoothly.
- Tom ve Mary arasındaki iş birliği pek iyi gitmiyor.
- I need to go to the bank to withdraw money.
- Para çekmek için bankaya gitmem gerekiyor.
- They are going straight to hell.
- Doğruca cehenneme gidiyorlar.
- I need to go somewhere else for a little while.
- Kısa bir süre için başka bir yere gitmem gerekiyor.
- We can go now.
- Artık gidebiliriz.
- Tom went to get Mary another drink.
- Tom Mary'ye başka bir içki almak için gitti.
- The cops are gone.
- Polisler gitti.
- That's not where I wanted you to go.
- Gitmeni istediğim yer orası değil.
- I go to the market.
- Ben markete giderim.
- I wonder why Tom doesn't want to go to Boston with us.
- Tom'un neden bizimle birlikte Boston'a gitmek istemediğini merak ediyorum.
- Why don't you go and get your things?
- Neden gidip eşyalarını almıyorsun?
- Tom has probably gone fishing again.
- Tom muhtemelen tekrar balık tutmaya gitti.
- I won't go unless I have to.
- Mecbur kalmadıkça gitmeyeceğim.
- Did you really go to Boston last weekend?
- Geçen hafta sonu gerçekten Boston'a gittin mi?
- I hope Tom doesn't go to Boston with Mary.
- Umarım Tom, Mary ile Boston'a gitmez.
- Do you happen to know where Tom went?
- Tom'un nereye gittiğini biliyor musun?
- We have to go now.
- Hemen gitmeliyiz.
- I'll go by myself.
- Kendim gideceğim.
- It sounds like they're going to Kashgar.
- Onlar Kaşgar'a gidecekler gibi geliyor.
- I shouldn't have let them go.
- Onların gitmesine izin vermemeliydim.
- Are you going to walk home?
- Eve yürüyerek mi gideceksin?
- I'll try not to think about what might go wrong.
- Neyin yanlış gidebileceğini düşünmemeye çalışacağım.
- How many times do you have to go to the dentist?
- Kaç kez dişçiye gitmek zorundasın?
- They had not gone very far when they met an old man.
- Yaşlı bir adamla karşılaştıklarında çok uzağa gitmemişlerdi.
- When will she have to go abroad?
- O ne zaman yurt dışına gitmek zorunda kalacak?
- Just don't go.
- Gitme yahu.
- Would you like to go to the lake with us?
- Bizimle birlikte göle gitmek ister misiniz?
- I won't have to go there by myself.
- Oraya kendim gitmem gerekmeyecek.
- I knew Tom wouldn't go to the dance with Mary.
- Tom'un Mary ile dansa gitmeyeceğini biliyordum.
- I think you ought to let Tom and me go to Boston by ourselves.
- Bence Tom ve benim Boston'a tek başımıza gitmemize izin vermelisin.
- Tom never goes to places like that.
- Tom asla böyle yerlere gitmez.
- His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
- Do you prefer to go by train or bus?
- Trenle mi otobüsle mi gitmeyi tercih edersin?
- The reason Tom didn't go with us was because he didn't have enough money.
- Tom'un bizimle gitmemesinin sebebi, yeteri kadar parası olmamasıydı.
- Tom went to Boston and stayed there until he died.
- Tom Boston'a gitti ve ölene kadar orada kaldı.
- I went to the beach with them.
- Onlarla sahile gittim.
- Don't you want to see the school that Tom went to?
- Tom'un gittiği okulu görmek istemiyor musun?
- The best way to know a foreign country is to go there yourself.
- Yabancı bir ülkeyi tanımanın en iyi yolu oraya bizzat gitmektir.
- He went to the shop.
- O, mağazaya gitti.
- My father went to the United States.
- Babam ABD'ye gitti.
- I thought I'd prefer going by myself.
- Tek başıma gitmeyi tercih ederim diye düşünmüştüm.
- Tom has gone to the barber shop to get his hair cut.
- Tom saçını kestirmek için berbere gitti.
- He went to Boston by car.
- Boston'a arabayla gitti.
- He really wanted to go to the States.
- O gerçekten Amerika'ya gitmek istedi.
- I think Tom didn't go to the party with Mary.
- Bence Tom partiye Mary ile gitmedi.
- Tom let me go.
- Tom gitmeme izin verdi.
- I'll go talk to them.
- Gidip onlarla konuşacağım.
- You have to go to the hospital.
- Hastaneye gitmen gerekiyor.
- Did you go to the art exhibition?
- Sanat sergisine gittin mi?
- I have to go, Sweetheart.
- Gitmek zorundayım, tatlım.
- Things went terribly wrong.
- İşler korkunç bir şekilde ters gitti.
- Why don't you go over there and talk to Tom?
- Neden oraya gitmiyorsun ve Tom'la konuşmuyorsun?
- My mother went to the department store to do some shopping.
- Annem biraz alışveriş yapmak için mağazaya gitti.
- If Tom doesn't go, I won't either.
- Tom gitmezse ben de gitmeyeceğim.
- They went to the boy's rescue.
- Onlar çocuğun yardımına gittiler.
- Go and play with your friends.
- Git ve arkadaşlarınla oyna.
- They went to the United States last month.
- Onlar geçen ay Amerika Birleşik Devletleri'ne gittiler.
- She had to go herself.
- Kendi gitmek zorunda kaldı.
- Tom went to an elite boarding school.
- Tom seçkin bir yatılı okula gitti.
- He went to Switzerland.
- İsviçre'ye gitti.
- You should go get some rest.
- Gidip biraz dinlenmelisin.
- We've got to go and help her.
- Gitmeliyiz ve ona yardım etmeliyiz.
- I rarely go to Boston.
- Boston'a nadiren giderim.
- My mum let me go to the movies.
- Annem sinemaya gitmeme izin verdi.
- Tom had to go to Boston.
- Tom'un Boston'a gitmesi gerekiyordu.
- Would you like to go with us?
- Bizimle gitmek ister misin?
- I can't force Tom to go.
- Tom'u gitmesi için zorlayamam.
- Tom encouraged Mary to go to Boston.
- Tom, Mary'yi Boston'a gitmesi için cesaretlendirdi.
- Tom suggested that we should all go to the beach tomorrow.
- Tom yarın hepimizin sahile gitmesini önerdi.
- Did you go to your high school prom?
- Lise balonuza gittiniz mi?
- We still have a ways to go.
- Hâlâ gidecek bir yolumuz var.
- I want to go talk to her.
- Gidip onunla konuşmak istiyorum.
- He said he wanted to go, but didn't say the reason clearly.
- O gitmek istediğini söyledi, ama açıkça nedenini söylemedi.
- Where's Sophie going?
- Sophie nereye gidiyor?
- Why doesn't Tom want to go with us?
- Tom neden bizimle gitmek istemiyor?
- I went to Boston, too.
- Ben de Boston'a gittim.
- Before going to Mexico, I studied Spanish.
- Meksika'ya gitmeden önce İspanyolca çalıştım.
- I have to go find them.
- Gidip onları bulmalıyım.
- Tom doesn't want to go, either.
- Tom da gitmek istemiyor.
- Anyone who doesn't want to go, doesn't have to.
- Gitmek istemeyen gitmek zorunda değil.
- Tom went to Korea as a Christian missionary.
- Tom bir Hıristiyan misyoneri olarak Kore'ye gitti.
- Tom is waving at you, you need to go!
- Tom sana el sallıyor, gitmen gerek!
- I'm going to go hide.
- Gidip saklanacağım.
- Before going to France we decided to study French.
- Fransa'ya gitmeden önce Fransızca çalışmaya karar verdik.
- That's where I'd go if I had the time.
- Zamanım olsaydı oraya giderdim.
- He went to Africa in 1960 never to return.
- 1960'ta bir daha dönmemek üzere Afrika'ya gitti.
- Should I go or would you like me to stay?
- Gideyim mi yoksa kalmamı mı istersiniz?
- Tom said Mary should go.
- Tom, Mary'nin gitmesi gerektiğini söyledi.
- I'm going to the supermarket to do some shopping.
- Ben biraz alışveriş yapmak için süpermarkete gidiyorum.
- The bus went by without stopping.
- Otobüs durmadan gitti.
- I went to him for advice.
- Tavsiye için ona gittim.
- How about going to see a movie tonight?
- Bu akşam bir film izlemeye gitmeye ne dersiniz?
- Why don't you go get the car?
- Neden arabayı almaya gitmiyorsun?
- Where would you rather go?
- Nereye gitmeyi tercih edersin?
- I want to go to Sweden.
- Ben İsveç'e gitmek istiyorum.
- You may go with him if you choose.
- İstersen onunla gidebilirsin.
- Tom went yesterday.
- Tom dün gitti.
- He won't go alone.
- Yalnız gitmeyecek.
- He said that you had better go.
- Gitsen iyi olur dedi.
- I knew Tom wouldn't want to go to Boston with Mary.
- Tom'un Mary ile Boston'a gitmek istemeyeceğini biliyordum.
- I usually go jogging right after work.
- İşten hemen sonra genellikle koşmaya giderim.
- When will you be ready to go?
- Ne zaman gitmeye hazır olacaksın?
- Tom went there in person.
- Tom oraya bizzat kendisi gitti.
- I'd like to go somewhere else now.
- Şimdi başka bir yere gitmek istiyorum.
- When will Sita go to Eluru?
- Sita ne zaman Eluru'ya gidecek?
- I think I'll go talk to him.
- Sanırım onunla konuşmaya gideceğim.
- Just where do you think you're going?
- Nereye gittiğini sanıyorsun sen öyle?
- Tom said he didn't plan on going anywhere tomorrow.
- Tom yarın hiçbir yere gitmeyi planlamadığını söyledi.
- Please go now.
- Lütfen şimdi git.
- I used to go to all of Tom's concerts.
- Ben Tom'un konserlerinin hepsine giderdim.
- I'll go and get you some.
- Gidip sana biraz getireyim.
- Are you going to visit Lukas when you're in Graz?
- Graz'a gittiğinde Lukas'ı ziyaret edecek misin?
- I would love to hear about how your wedding planning is going!
- Düğün planlamalarınızın nasıl gittiğini duymak isterim!
- I went to the supermarket to buy cold water.
- Süpermarkete soğuk su almaya gittim.
- Maybe Tom won't go to Boston.
- Belki Tom Boston'a gitmez.
- Instead of going to the party, why don't we just hang out at my place.
- Partiye gitmek yerine, neden benim evimde takılmıyoruz?
- I really wanna go to the park today.
- Bugün parka gitmeyi çok istiyorum.
- I recommend that you don't go there by yourself.
- Oraya kendi başınıza gitmemenizi öneririm.
- Emily is learning Danish, because she and her parents are going to Denmark this summer.
- Emily Danca öğreniyor, çünkü o ve ailesi bu yaz Danimarka'ya gidecekler.
- Why don't you go first?
- Neden ilk sen gitmiyorsun?
- She is going to France next week.
- Gelecek hafta Fransa'ya gidiyor.
- I didn't say I wasn't going.
- Gitmeyeceğimi söylemedim.
- I went to the market.
- Markete gittim.
- I'll go let Tom know.
- Tom'a bildirmeye gideceğim.
- I don't think we should go yet.
- Bence henüz gitmemeliyiz.
- I went to Australia three years ago.
- Üç yıl önce Avustralya'ya gittim.
- Of course I will go.
- Elbette gideceğim.
- When you go to Boston, where do you plan to stay?
- Boston'a gittiğinizde, nerede kalmayı planlıyorsunuz?
- Tom is the only one who knows why Mary doesn't want to go with us.
- Mary'nin neden bizimle gitmek istemediğini bilen tek kişi Tom'dur.
- If you want to go to the art gallery, get this bus.
- Sanat galerisine gitmek istiyorsan bu otobüse bin.
- No matter where I go, I get lost.
- Nereye gidersem gideyim, kaybolurum.
- He refused to go on holiday with his parents.
- O, ebeveynleriyle tatile gitmeyi reddetti.
- How did you go to Boston?
- Boston'a nasıl gittin?
- Tell me where we went.
- Nereye gittiğimizi söyle.
- Do you want Tom to go to Boston?
- Tom'un Boston'a gitmesini istiyor musun?
- Tom went to the Australian embassy to get a visa.
- Tom vize almak için Avustralya elçiliğine gitti.
- I will not go unless it stops raining.
- Yağmur durmadıkça, gitmem.
- Go and see if you can find him.
- Git ve onu bulabilecek misin bir bak.
- Tom wasn't the only one who knew where Mary went.
- Mary'nin nereye gittiğini bilen tek kişi Tom değildi.
- She went from one shop to another.
- O bir dükkandan diğerine gitti.
- He would often go fishing on a fine Sunday.
- Güzel bir Pazar günü sık sık balık tutmaya giderdi.
- We can go after lunch.
- Yemekten sonra gidebiliriz.
- She is looking forward to going to the movies with him.
- Onunla sinemaya gitmeyi dört gözle bekliyor.
- I should go to Boston.
- Boston'a gitmeliyim.
- He called to his father as he went up the stairs.
- O, üst kata giderken babasına seslendi.
- His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla birlikte her yere gitmeye hevesli.
- That bus goes slower than the other one.
- O otobüs diğerinden daha yavaş gidiyor.
- She asked me where to go.
- Nereye gideceğimi sordu.
- I went to primary school in Boston.
- Boston'da ilkokula gittim.
- Tom went into the kitchen to get something.
- Tom bir şeyler almak için mutfağa gitti.
- Tom wants me to go to the dance with Mary.
- Tom, Mary ile dansa gitmemi istiyor.
- Do you want me to go up there?
- Oraya gitmemi ister misin?
- I'm about ready to go.
- Neredeyse gitmeye hazırım.
- Tom didn't tell me why he was planning to go to Boston.
- Tom bana neden Boston'a gitmeyi planladığını söylemedi.
- I went to Tom's house yesterday.
- Dün Tom'un evine gittim.
- I'll go and tell her.
- Gidip ona söyleyeceğim.
- I had no idea where to go.
- Nereye gidileceği hakkında hiçbir fikrim yoktu.
- I want to go to the UK someday.
- Bir gün Birleşik Krallığa gitmek istiyorum.
- He would often go fishing in the river.
- O sık sık nehirde balık tutmaya giderdi.
- Maybe this weekend we could go to the beach together.
- Belki bu hafta sonu birlikte plaja gidebiliriz.
- I went to the beach last weekend with Tom.
- Geçen hafta sonu Tom'la sahile gittim.
- They all went to the restaurant.
- Onların hepsi restorana gittiler.
- I always take the subway, to go to the city.
- Şehre gitmek için her zaman metroya binerim.
- Why do you want to go as far as Germany to buy a car?
- Neden araba almak için Almanya'ya kadar gitmek istiyorsun?
- I asked Tom to go to the supermarket and buy some bread.
- Tom'dan süpermarkete gidip biraz ekmek almasını istedim.
- If you had told me you were planning to go, I would've waited for you.
- Gitmeyi planladığını bana söyleseydin, seni beklerdim.
- I usually go to school by bus.
- Genellikle okula otobüsle giderim.
- Aren't you allowed to go?
- Senin gitmene izin yok mu?
- I'd better go, too.
- Ben de gitsem iyi olur.
- You went to Boston with Mary.
- Mary ile birlikte Boston'a gittin.
- I've decided that I won't go to the party.
- Partiye gitmemeye karar verdim.
- After I found out where Tom went, I went to look for him.
- Tom'un nereye gittiğini öğrendikten sonra onu aramaya gittim.
- I want to go abroad someday.
- Ben bir gün yurt dışına gitmek istiyorum.
- She went to college after she got married.
- Evlendikten sonra üniversiteye gitti.
- Does anyone here know where Tom went?
- Tom'un nereye gittiğini bilen var mı?
- Tom didn't need to go to Boston by himself.
- Tom'un tek başına Boston'a gitmesi gerekmiyordu.
- Everyone's going.
- Herkes gidiyor.
- I'm going over to Tom's this afternoon.
- Bu öğleden sonra Tom'lara gideceğim.
- His dog follows him wherever he goes.
- Nereye giderse gitsin köpeği onu takip ediyor.
- Does he go to school early?
- Okula erken mi gidiyor?
- Go and find Tom.
- Git ve Tom'u bul.
- Tom is going to go to Boston in October.
- Tom Ekim ayında Boston'a gidecek.
- The good news is that we don't have to go.
- İyi haber şu ki, gitmek zorunda değiliz.
- I said he could go.
- Onun gidebileceğini söyledim.
- Tom went to Boston for a week.
- Tom bir haftalığına Boston'a gitti.
- I went to a haunted house.
- Perili bir eve gittim.
- Please let the captured birds go.
- Lütfen yakalanan kuşların gitmesine izin ver.
- Why don't you just go get him?
- Neden gidip onu getirmiyorsun?
- My family is still working, so I can't go to Texas right away.
- Ailem hala çalışıyor, bu nedenle Teksas'a hemen gidemem.
- I don't have to go, but you do.
- Ben gitmek zorunda değilim ama sen gitmek zorundasın.
- I like going to the zoo.
- Hayvanat bahçesine gitmeyi severim.
- I think we should be allowed to go anywhere we want.
- Bence istediğimiz yere gitmemize izin verilmeli.
- I get the feeling you don't really want me to go.
- Gerçekten gitmemi istemiyorsun hissine kapılıyorum.
- I want to go there again.
- Oraya yeniden gitmek istiyorum.
- He went to work in spite of his illness.
- O, hastalığına rağmen çalışmaya gitti.
- They went to Germany, France and England.
- Onlar Almanya, Fransa ve İngiltere'ye gittiler.
- Layla went to Sami's room.
- Leyla, Sami'nin odasına gitti.
- I went to the wrong door.
- Yanlış kapıya gittim.
- He went to meet Pizzaro and twenty of his men.
- Pizzaro ve onun yirmi adamıyla buluşmaya gitti.
- How's your summer going?
- Yazın nasıl gidiyor?
- We still have ten miles to go.
- Hâlâ gidecek on milimiz var.
- Is there a place in Europe you want to go to?
- Avrupa'da gitmek istediğin bir yer var mı?
- He went to Tokyo on business.
- İş için Tokyo'ya gitti.
- I didn't go to the lake with Tom last summer.
- Geçen yaz Tom'la göle gitmedim.
- He went to the store.
- O, mağazaya gitti.
- I thought that you said you wanted to go with us.
- Bizimle gitmek istediğini söylediğini düşündüm.
- You'll have to go to Boston next year.
- Gelecek yıl Boston'a gitmek zorunda kalacaksın.
- You should allow an hour to go to the airport.
- Havaalanına gitmek için bir saat ayırmalısın.
- Let's pack our suitcases and get ready to go.
- Valizlerimizi toplayalım ve gitmeye hazırlanalım.
- Don't go without me.
- Ben olmadan gitmeyin.
- Tom didn't say whether he went to Mary's party or not.
- Tom, Mary'nin partisine gidip gitmediğini söylemedi.
- I still can't see why Tom would want to go.
- Tom'un neden gitmek istediğini hâlâ anlayamıyorum.
- Didn't you go to my high school?
- Sen benim liseme gitmedin mi?
- She didn't go far.
- O uzağa gitmedi.
- Go and wake him up.
- Git ve onu uyandır.
- Tom knew that Mary wanted him to go to Boston with her.
- Tom, Mary'nin onunla Boston'a gitmesini istediğini biliyordu.
- Tajima went to London by way of Paris.
- Tajima, Paris üzerinden Londra'ya gitti.
- I don't go skin diving anymore.
- Artık aletsiz dalışa gitmiyorum.
- She went to the door to welcome her friends.
- Arkadaşlarını karşılamak için kapıya gitti.
- Why not go talk to Tom?
- Neden gidip Tom'la konuşmuyorsun?
- Ken went to the park to meet Yumi.
- Ken Yumi ile tanışmak için parka gitti.
- Yesterday my sister went to Kobe.
- Dün kız kardeşim Kobe'ye gitti.
- I persuaded her after all and went to camp.
- Sonunda onu ikna ettim ve kampa gittim.
- One of you has to go.
- Biriniz gitmek zorunda.
- I won't go to Boston next week.
- Gelecek hafta Boston'a gitmeyeceğim.
- They'll never tell me to go.
- Onlar bana asla gitmemi söylemeyecek.
- The reason Mary has to go to the bathroom so often is that she drinks ten cups of tea a day.
- Mary'nin bu kadar sık tuvalete gitmesinin nedeni günde on bardak çay içmesi.
- Tom wasn't the last one to go home.
- Eve en son giden Tom değildi.
- You shouldn't go fishing today.
- Bugün balık tatmaya gitmemelisin.
- Tom asked me why I couldn't go.
- Tom bana niçin gidemediğimi sordu.
- I am going to Tokyo tomorrow.
- Yarın Tokyo'ya gidiyorum.
- Let me know how it goes.
- Nasıl gittiğini söyle.
- I'm not interested in going to any museums today.
- Bugün herhangi bir müzeye gitmekle ilgilenmiyorum.
- Why did Jane go to the station?
- Jane neden terminale gitti?
- She is anxious to go abroad.
- O, yurt dışına gitmek istiyor.
- We'll go get her.
- Gidip onu alacağız.
- Mary went over to the United States in her late teens.
- Mary, onlu yaşlarının sonunda Amerika'ya gitti.
- Christians don't go to mosques.
- Hıristiyanlar camiye gitmez.
- Go and look for her.
- Git ve onu ara.
- Tom didn't say whether he was planning to go or not.
- Tom gitmeyi planlayıp planlamadığını söylemedi.
- I can't decide whether to go or not.
- Gidip gitmeyeceğime karar veremiyorum.
- Don't go through this tunnel.
- Bu tünelden gitme.
- Tom doesn't need to go to the doctor.
- Tom'un doktora gitmesine gerek yok.
- Tom wants to go and live with his uncle.
- Tom gitmek ve amcasıyla yaşamak istiyor.
- Have you ever gone mountain climbing alone?
- Hiç tek başına dağa tırmanmaya gittin mi?
- I believe that you should go.
- Gitmen gerektiğine inanıyorum.
- I'm going to Boston with him.
- Onunla Boston'a gidiyorum.
- Tom has to go to the bank.
- Tom bankaya gitmek zorunda.
- Tom said we could go to Boston with him if we wanted to.
- Tom eğer istersek onunla Boston'a gidebileceğimizi söyledi.
- Go look for it.
- Git ara onu.
- They had to go to the hospital.
- Hastaneye gitmek zorunda kaldılar.
- Go wait outside.
- Git dışarıda bekle.
- Tom begged me to go with him.
- Tom onunla gitmem için bana yalvardı.
- Tom went to answer the door.
- Tom kapıya bakmak için gitti.
- I can't go even if I want to.
- İstesem bile gidemem.
- I'm going to the country with my friends.
- Arkadaşlarımla şehir dışına gidiyorum.
- Can't we go with them?
- Onlarla gidemez miyiz?
- I don't think we should go to Tom's party.
- Bence Tom'un partisine gitmemeliyiz.
- He never goes to a gathering.
- Asla bir toplantıya gitmez.
- I went to the theater quite early with a view to getting a good seat.
- İyi bir koltuk bulabilmek için tiyatroya oldukça erken gittim.
- I wonder whether or not Tom wants to go to Boston.
- Tom'un Boston'a gitmek isteyip istemediğini merak ediyorum.
- Tom might go to Boston next spring.
- Tom gelecek bahar Boston'a gidebilir.
- Things went great last night.
- İşler dün gece harika gitti.
- Provided you come back soon you may go.
- Hemen dönmek şartıyla gidebilirsin.
- If the weather permits, they will go and pick mushrooms in the woods.
- Eğer hava izin verirse, onlar gidecekler ve ormanda mantar toplayacaklar.
- Nobody wants to go to my country.
- Kimse ülkeme gitmek istemiyor.
- I'm going to Boston to visit Tom.
- Tom'u ziyaret etmek için Boston'a gidiyorum.
- I want to go to Prague tomorrow.
- Yarın Prag'a gitmek istiyorum.
- He went to Tokyo with the dream of becoming rich.
- Zengin olma hayaliyle Tokyo'ya gitti.
- Tom talked Mary into going to Boston with him.
- Tom, Mary'yi onunla Boston'a gitmeye ikna etti.
- I have to go help them.
- Gidip onlara yardım etmeliyim.
- Do you know whether or not Tom is going to Boston next summer?
- Tom'un gelecek yaz Boston'a gidip gitmeyeceğini biliyor musun?
- Did something go wrong?
- Bir şeyler ters mi gitti?
- I go to school with Tom.
- Okula Tom'la giderim.
- They went three by three.
- Üçer üçer gittiler.
- Tom doesn't feel up to going today.
- Tom bugün gitmek istemiyor.
- Tom didn't want me to go to Boston with Mary.
- Tom, Mary ile Boston'a gitmemi istemedi.
- You're going the wrong way.
- Yanlış yöne gidiyorsunuz.
- I have to go to the library with Tom.
- Tom'la kütüphaneye gitmeliyim.
- I have to go to the bank this morning.
- Bu sabah bankaya gitmem gerekiyor.
- I need to find out exactly what went wrong.
- Tam olarak neyin yanlış gittiğini bulmam gerek.
- I have never gone to America.
- Amerika'ya hiç gitmedim.
- How's your investigation going?
- Araştırman nasıl gidiyor?
- What day are you going to Boston?
- Boston'a hangi gün gidiyorsun?
- Tom is going to the festival.
- Tom festivale gidiyor.
- He went from Tokyo to Osaka by plane.
- O, uçakla Tokyo'dan Osaka'ya gitti.
- I'm going to another party after this one.
- Bundan sonra başka bir partiye gidiyorum.
- Tom told everyone that I didn't want to go.
- Tom herkese gitmek istemediğimi söyledi.
- They went to the maritime museum.
- Onlar denizcilik müzesine gitti.
- Go ask your father.
- Git babana sor.
- Which way do I go?
- Hangi yoldan giderim?
- Tell Tom Mary doesn't want to go.
- Tom'a Mary'nin gitmek istemediğini söyle.
- She went to the house several times.
- Birkaç kez eve gitti.
- You may go with him if you choose.
- Eğer tercih ederseniz onunla gidebilirsiniz.
- She went to Paris to see her aunt.
- Teyzesini görmek için Paris'e gitti.
- Next summer, I want to go to Hawaii.
- Gelecek yaz Hawaii'ye gitmek istiyorum.
- He went there by bike.
- Oraya bisikletle gitti.
- Tom went to the park by himself.
- Tom parka tek başına gitti.
- I won't let Tom go to Boston.
- Tom'un Boston'a gitmesine izin vermeyeceğim.
- I don't want Tom to go.
- Tom'un gitmesini istemiyorum.
- Are you going to Tom and Mary's wedding?
- Tom ve Mary'nin düğününe gidecek misin?
- I went to the reunion.
- Toplantıya gittim.
- You can let Tom go.
- Tom'un gitmesine izin verebilirsin.
- They are going to Bulgaria on vacation.
- Bulgaristan'a tatile gidiyorlar.
- Tom told Mary to go to the hospital.
- Tom, Mary'ye hastaneye gitmesini söyledi.
- Ought I to go?
- Gitmeli miyim?
- Tom says you want to go to Boston with us.
- Tom, bizimle Boston'a gitmek istediğini söylüyor.
- As soon as I received the cheque, I went to the bank.
- Çeki alır almaz bankaya gittim.
- I'll go and see Tom myself.
- Ben gidip Tom'u bizzat görürüm.
- Tom is going to go to Boston next weekend.
- Tom gelecek hafta sonu Boston'a gidecek.
- How many times do you have to go to the dentist?
- Kaç kere dişçiye gitmen gerekecek?
- I'm going to Boston on Monday.
- Pazartesi günü Boston'a gitmiyorum.
- Tom begged Mary not to go.
- Tom Mary'e gitmemesi için yalvardı.
- I went to high school with them.
- Liseye onlarla gittim.
- You might want to go with us.
- Bizimle gitmek isteyebilirsin.
- Should I go to college?
- Benim üniversiteye gitmem gerekiyor mu?
- I want Tom to go.
- Tom'un gitmesini istiyorum.
- I am going to the theater on the corner.
- Köşedeki tiyatroya gidiyorum.
- How did you know Tom wanted to go to Boston?
- Tom'un Boston'a gitmek istediğini nereden biliyordunuz?
- He would often go to the library.
- Çoğunlukla kütüphaneye giderdi.
- I must go to the office.
- Ben ofise gitmeliyim.
- We should've gone there ourselves.
- Oraya kendimiz gitmeliydik.
- Do I have to go?
- Ben gitmek zorundayım.
- Tom didn't go to Mary's funeral.
- Tom, Mary'nin cenazesine gitmedi.
- They will go to the woods to pick mushrooms, weather permitting.
- Mantar toplamak için ormana gidecekler, hava müsaade ederse.
- Tom and Mary went to the park together.
- Tom ve Mary parka birlikte gittiler.
- I don't often go to Boston.
- Boston'a pek sık gitmem.
- I want to go to my bed!
- Yatağıma gitmek istiyorum!
- Tom would go no further.
- Tom daha ileri gitmeyecekti.
- I didn't go yesterday, so I have to go today.
- Dün gitmedim, o yüzden bugün gitmeliyim.
- Are you planning on going to Boston with Tom next weekend?
- Önümüzdeki hafta sonu Tom ile Boston'a gitmeyi planlıyor musun?
- Tom said Mary had gone to Boston.
- Tom Mary'nin Boston'a gittiğini söyledi.
- Where are the soldier going?
- Askerler nereye gidiyor?
- Tom and Mary both want to go to Boston.
- Tom ve Mary Boston'a gitmek istiyorlar.
- I'm not letting you go alone.
- Yalnız gitmene izin vermeyeceğim.
- Why are people going to the movies?
- İnsanlar neden sinemaya gidiyor?
- God only knows where he has gone.
- Nereye gittiğini sadece Tanrı bilir.
- Tursun said something about going to France.
- Tursun Fransa'ya gitmekle ilgili bir şeyler söyledi.
- I went there in private.
- Oraya özel olarak gittim.
- I'd better go check on them.
- Gidip onları kontrol etsem iyi olur.
- Why don't you get dressed so we can go?
- Neden giyinip gitmiyorsun?
- Please go to the playground to play.
- Lütfen oyun oynamak için oyun alanına gidin.
- No matter what they tell me, I still plan to go to Boston on Monday.
- Bana ne derlerse desinler, Pazartesi günü Boston'a gitmeyi planlıyorum.
- I better go check on those cookies.
- Gidip şu kurabiyeleri bir kontrol etsem iyi olacak.
- I know Tom is going to the hospital, but I don't know why.
- Tom'un hastaneye gideceğini biliyorum ama nedenini bilmiyorum.
- Tom went to the bathroom.
- Tom tuvalete gitti.
- Tom likes to work in the garden before going to work.
- Tom işe gitmeden önce bahçede çalışmayı sever.
- Did you remember to go to the library?
- Kütüphaneye gitmeyi hatırladın mı?
- Tom doesn't need to go.
- Tom'un gitmesine gerek yok.
- I don't go there so often anymore.
- Oraya artık o kadar sık gitmiyorum.
- You have no idea where Tom plans to go to college, do you?
- Tom'un üniversiteye nerede gitmeyi planladığı hakkında hiçbir fikrin yok, değil mi?
- Tom told me he didn't really want to go to Boston.
- Tom bana aslında Boston'a gitmek istemediğini söyledi.
- I'm not going to need a heavy coat where I'm going.
- Gittiğim yerde paltoya ihtiyacım olmayacak.
- I knew Tom wouldn't let Mary go home early.
- Tom'un Mary'nin eve erken gitmesine izin vermeyeceğini biliyordum.
- Tom told Mary that he was planning on going.
- Tom Mary'e gitmeyi planladığını söyledi.
- Tom didn't think Mary would go to Boston.
- Tom Mary'nin Boston'a gideceğini düşünmedi.
- We used to go skating every weekend.
- Her hafta sonu paten yapmaya giderdik.
- However we go, we must get there by seven.
- Nasıl gidersek gidelim, yedide orada olmalıyız.
- Tom is going to have to go to a hospital.
- Tom'un hastaneye gitmesi gerekecek.
- Tom was the only one who didn't have to go.
- Gitmek zorunda olmayan tek kişi Tom'du.
- Go along this street about five minutes.
- Yaklaşık beş dakika bu cadde boyunca git.
- Tom didn't go to college.
- Tom üniversiteye gitmedi.
- Do you think Tom and Mary will go to the dance together?
- Sence Tom ve Mary birlikte dansa mı gidecekler?
- Have they gone?
- Gittiler mi?
- I need to go get some money out of the bank.
- Bankadan biraz para çekmeye gitmem gerekiyor.
- Tom told me where to go.
- Tom bana nereye gideceğimi söyledi.
- I need to go get myself cleaned up before dinner.
- Gidip akşam yemeğinden önce kendimi temizlemeliyim.
- Where are you going, Dad?
- Nereye gidiyorsun, baba?
- She has gone to the United States.
- Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti.
- Aren't you ready to go yet?
- Henüz gitmeye hazır değil misin?
- Tom and Mary have gone their separate ways.
- Tom ve Mary kendi yollarına gittiler.
- Tom doesn't want to go anywhere else.
- Tom başka bir yere gitmek istemiyor.
- I won't go to vote!
- Oy vermeye gitmeyeceğim!
- I go to the library at least once a week.
- Haftada en az bir kez kütüphaneye giderim.
- Don't go there alone.
- Oraya yalnız gitme.
- Tom never goes anywhere without his phone.
- Tom telefonu olmadan hiçbir yere gitmez.
- I will go there by plane.
- Oraya uçakla gideceğim.
- My orders are to go with you.
- Emirlerim seninle gitmeli.
- We'll find somewhere else to go.
- Gitmek için başka bir yer bulacağız.
- We go to Mario's house every Saturday.
- Her cumartesi Mario'nun evine gideriz.
- The heavy rain prevented us from going fishing.
- Şiddetli yağmur balık tutmaya gitmemizi engelledi.
- She has made up her mind to go to the States to study.
- O okumak için ABD'ye gitmeye karar verdi.
- I wish I could go to Boston with Tom.
- Keşke Tom'la Boston'a gidebilseydim.
- You said you'd go to Boston with me.
- Benimle Boston'a gideceğini söyledin.
- Fadil went to extremes to cover up his greed.
- Fadıl açgözlülüğünü örtbas etmek için aşırı uçlara gitti.
- Nothing went wrong.
- Hiçbir şey yanlış gitmedi.
- He would often go fishing.
- Sıklıkla balık tutmaya giderdi.
- You can let them go now.
- Şimdi onların gitmesine izin verebilirsin.
- If you didn't want to go, you should've said something.
- Gitmek istemiyorsan bir şey söylemeliydin.
- This road goes to the park.
- Bu yol parka gidiyor.
- What time are you going to leave for Boston?
- Boston'a saat kaçta gideceksin?
- They go to work on foot.
- Onlar işe yürüyerek giderler.
- I may as well go now.
- Gideyim bari.
- They have nowhere else to go.
- Onların gidecek başka yeri yok.
- Tom has finally gone.
- Tom sonunda gitti.
- Where he will go is still unclear.
- Nereye gideceği hala belirsiz.
- Tom went to Mary's house.
- Tom, Mary'nin evine gitti.
- I went into the army.
- Askere gittim.
- I have a pretty good idea where Tom went.
- Tom'un nereye gittiğine dair oldukça iyi bir fikrim var.
- Tom persuaded Mary to go to the party with him.
- Tom, Mary'yi partiye onunla gitmeye ikna etti.
- Sami went to tarawih after iftar.
- Sami iftardan sonra teraviye gitti.
- I'm going go get some help.
- Gidip yardım getireceğim.
- You have to go the rest of the way without me.
- Yolun geri kalanında bensiz gitmek zorundasın.
- You should seriously consider going to college.
- Üniversiteye gitmeyi ciddi şekilde düşünmen gerekir.
- I'll go to Boston and Chicago.
- Boston ve Chicago'ya gideceğim.
- Tom had to go home early today.
- Tom bugün eve erken gitmek zorunda kaldı.
- I'm not going if you don't invite Tom, too.
- Tom'u davet etmezsen ben de gitmiyorum.
- Tom didn't go to his classes today.
- Tom bugün derslerine gitmedi.
- We will go but you won't.
- Biz gideceğiz ama sen gitmeyeceksin.
- We have to go somewhere else.
- Başka bir yere gitmeliyiz.
- Tom said he has to go.
- Tom gitmek zorunda olduğunu söyledi.
- I don't like where this is going.
- Bunun gittiği yerden hoşlanmıyorum.
- Tom and I wanted to go to Boston together.
- Tom ve ben Boston'a birlikte gitmek istiyorduk.
- Tom won't let Mary go.
- Tom, Mary'nin gitmesine izin vermeyecektir.
- Tom said Mary was going to go yesterday.
- Tom, Mary'nin dün gideceğini söyledi.
- I'd like to go home early today.
- Bugün eve erken gitmek istiyorum.
- I'll go get some.
- Gidip biraz alacağım.
- He went to art school to study painting and sculpture.
- Resim ve heykel eğitimi almak için sanat okuluna gitti.
- My wish is to go to Switzerland.
- Benim dileğim İsviçre'ye gitmektir.
- Why don't you go check on that?
- Neden onu kontrol etmeye gitmiyorsun?
- There's no way to keep Tom from going.
- Tom'un gitmesini engellemenin bir yolu yok.
- Go and buy three bottles of coke.
- Git ve üç şişe kola al.
- I haven't gone to the doctor in over ten years.
- On yıldan uzun süredir doktora gitmedim.
- I want my children to go to college.
- Ben çocuklarımın üniversiteye gitmesini istiyorum.
- Tom reluctantly went.
- Tom isteksizce gitti.
- Perhaps you should go elsewhere.
- Belki de başka bir yere gitmelisin.
- Tom has gone to Boston on business.
- Tom iş için Boston'a gitti.
- You should go now.
- Şimdi gitmelisin.
- I will go to Tokyo tomorrow.
- Yarın Tokyo'ya gideceğim.
- I am not sure yet if I will go to a university or get a job.
- Üniversiteye mi gideceğimden ya da bir işe mi gireceğimden henüz emin değilim.
- Why don't we go to the mall?
- Neden alışveriş merkezine gitmiyoruz?
- If I don't go to the supermarket, I won't be able to prepare anything to eat this evening.
- Eğer süpermarkete gitmezsem, bu akşam yiyecek bir şey hazırlayamayacağım.
- Tom decided to go shopping by himself.
- Tom alışverişe kendi başına gitmeye karar verdi.
- Tom isn't the only one who doesn't want to go to the zoo.
- Hayvanat bahçesine gitmek istemeyen tek kişi Tom değil.
- I go to Boston every week.
- Ben her hafta Boston'a giderim.
- Tom went to Boston to do that.
- Tom bunu yapmak için Boston'a gitti.
- Did you go and see her?
- Gidip onu gördün mü?
- Tom never goes fishing anymore.
- Tom artık hiç balık tutmaya gitmiyor.
- Tom warned Mary not to go there alone.
- Tom Mary'yi oraya yalnız gitmemesi için uyardı.
- Tom wouldn't go to Boston with Mary.
- Tom Mary ile Boston'a gitmezdi.
- Tom told Mary to go next door and see if the neighbors needed any help.
- Tom, Mary'ye yan eve gitmesini ve komşuların herhangi bir yardıma ihtiyacı olup olmadığına bakmasını söyledi.
- I don't know exactly what time Tom is going to leave.
- Tom'un tam olarak ne zaman gideceğini bilmiyorum.
- Where are we going?
- Nereye gidiyoruz?
- Whether we go or not depends on whether Tom wants to go.
- Gidip gitmememiz Tom'un gitmek isteyip istememesine bağlı.
- It's still too cold to go down to the water.
- Kıyıya gitmek için hâlâ çok fazla soğuk.
- I need to go to the toilet.
- Tuvalete gitmeliyim.
- Jim went fishing from the pier.
- Jim iskeleden balık tutmaya gitti.
- I'm not so sure I want to go to Boston.
- Boston'a gitmek istediğimden çok emin değilim.
- We never go to church anymore.
- Artık kiliseye hiç gitmiyoruz.
- Tom told me he went to Boston.
- Tom bana Boston'a gittiğini söyledi.
- How far do we have to go?
- Ne kadar uzağa gitmek zorundayız?
- Tom doesn't seem to want to go with us.
- Tom bizimle gitmek istiyor gibi görünmüyor.
- Tom likes to go to the beach.
- Tom sahile gitmeyi seviyor.
- I wonder where that child went.
- O çocuğun nereye gittiğini merak ediyorum.
- He said he would go to the United States.
- Birleşik Devletler'e gideceğini söyledi.
- He's about to go.
- Gitmek üzere.
- Neither Tom nor Mary has to go.
- Ne Tom ne de Mary gitmek zorunda.
- Tom is afraid to go to the dentist.
- Tom dişçiye gitmeye korkuyor.
- If you want to get something in life, you should go against the flow.
- Hayatta bir şey elde etmek istiyorsan, akıntıya karşı gitmelisin.
- Before Tom went to the dentist, he drank a glass of schnapps.
- Tom dişçiye gitmeden önce bir bardak schnapps içti.
- I thought the play went very well.
- Oyunun çok iyi gittiğini sanıyordum.
- Tom will have to go to a hospital.
- Tom bir hastaneye gitmek zorunda kalacak.
- Tom asked Mary to go to Boston with him.
- Tom, Mary'den onunla Boston'a gitmesini istedi.
- This is the school where my father used to go.
- Burası babamın gittiği okul.
- Do we really have to go home so early?
- Gerçekten eve bu kadar erken gitmek zorunda mıyız?
- I have lost interest in studying, so I don't think there is any point in going to college.
- Çalışmaya olan ilgimi kaybettim, bu yüzden üniversiteye gitmenin bir anlamı olduğunu düşünmüyorum.
- Tom is going to Boston to see Mary.
- Tom Mary'yi görmek için Boston'a gidiyor.
- Where does this path go?
- Bu yol nereye gidiyor?
- Energy will go wherever we direct it.
- Enerji, onu nereye yönlendirirsek oraya gidecektir.
- He wanted to go to sea.
- O, denize gitmek istedi.
- Tom didn't have to go to Boston by himself.
- Tom kendi başına Boston'a gitmek zorunda değildi.
- His parents said that he should go to the university.
- Onun ebeveynleri onun üniversiteye gitmesi gerektiğini söyledi.
- I wish I could go somewhere else.
- Keşke başka bir yere gidebilseydim.
- Sami needs to go.
- Sami'nin gitmesi gerek.
- I don't have to go right away.
- Hemen gitmek zorunda değilim.
- Those who don't want to go, don't need to go.
- Gitmek istemeyenlerin gitmesine gerek yok.
- As a child I often went fishing with my father.
- Çocukken babamla sık sık balık tutmaya giderdim.
- Tom and Mary went to the park.
- Tom ve Mary parka gittiler.
- Tom told me to go home early.
- Tom bana eve erken gitmemi söyledi.
- Is Tom, or is Mary going to the market?
- Tom mu yoksa Mary mi markete gidiyor?
- Do you want to go to the cinema or the theater?
- Sinemaya mı tiyatroya mı gitmek istersin?
- I'm going to France to study painting.
- Resim eğitimi almak için Fransa'ya gidiyorum.
- Tom and Mary went to the Luna Park.
- Tom ve Mary lunaparka gittiler.
- It sounds like she's going to Kashgar.
- Kız Kaşgar'a gidiyor gibi.
- Tom didn't want to go with me.
- Tom benimle gitmek istemedi.
- I want to go to India.
- Hindistan'a gitmek istiyorum.
- We're not going to let Tom go.
- Tom'un gitmesine izin vermeyeceğiz.
- I want to go and do that.
- Gidip bunu yapmak istiyorum.
- How's your blog going?
- Blogun nasıl gidiyor?
- I'll go get some.
- Biraz almaya gideceğim.
- I went to the park with Tom the day before yesterday.
- Evvelsi gün Tom'la parka gittim.
- I think Tom went to Boston last month.
- Sanırım Tom geçen ay Boston'a gitti.
- Who wants to go?
- Kim gitmek istiyor?
- I told Tom I didn't want to go.
- Tom'a gitmek istemediğimi söyledim.
- Tom went straight to bed.
- Tom doğruca yatağa gitti.
- I'm going to Boston for a week.
- Bir haftalığına Boston'a gidiyorum.
- Tom says you don't want to go to Boston with us.
- Tom bizimle Boston'a gitmek istemediğinizi söylüyor.
- Tom isn't ready to go anywhere.
- Tom herhangi bir yere gitmeye hazır değil.
- Please tell me where to go.
- Lütfen bana nereye gideceğimi söyle.
- Almost every day he goes to the river and fishes.
- Neredeyse her gün nehre gidip balık tutuyor.
- I have to go talk to them.
- Onlarla konuşmaya gitmek zorundayım.
- Would you like to go somewhere else?
- Başka bir yere gitmek ister misin?
- I'll go to my bed and cry.
- Yatağıma gidip ağlayacağım.
- It looks like you're planning on going somewhere.
- Bir yere gitmeyi planlıyorsun gibi görünüyor.
- We don't want them to go.
- Onların gitmesini istemiyoruz.
- I don't know when Tom and Mary plan to go to Boston.
- Tom ve Mary'nin Boston'a ne zaman gitmeyi planladıklarını bilmiyorum.
- After ten days I'll go to Rome.
- On gün sonra Roma'ya gideceğim.
- I asked Tom to go to the supermarket and buy some bread.
- Tom'dan süpermarkete gitmesini ve bir ekmek almasını istedim.
- He'll definitely go to the U.S.
- Kesinlikle Amerika'ya gidecek.
- We usually go to the beach.
- Genelde sahile gideriz.
- I didn't need to go to Boston.
- Boston'a gitmeme gerek yoktu.
- I can't go yet.
- Henüz gidemiyorum.
- Tom wanted to go there again.
- Tom oraya tekrar gitmek istedi.
- If she goes to the theater, I'll stay at home.
- Eğer o tiyatroya giderse, ben evde kalacağım.
- You can't possibly go.
- Gitmen mümkün değil.
- Could you go and tell Tom for me?
- Benim için gidip Tom'a söyler misin?
- Are you going to the concert?
- Konsere gidiyor musun?
- Tom advised Mary to not go to Boston with John.
- Tom, Mary'ye John ile Boston'a gitmemesini tavsiye etti.
- I decided to go.
- Gitmeye karar verdim.
- Tom never went to Boston.
- Tom hiç Boston'a gitmedi.
- I never went to Istanbul.
- Ben hiç İstanbul'a gitmedim.
- I still don't know if I'll want to go to the beach.
- Plaja gitmek isteyip istemeyeceğimi hâlâ bilmiyorum.
- Don't go there alone.
- Oraya yalnız gitmeyin.
- Where would Tom go?
- Tom nereye giderdi?
- Mariko went to the aesthetic salon.
- Mariko estetik salonuna gitti.
- We'd better go check on it.
- Gidip kontrol etsek iyi olur.
- I'm going to Nîmes tomorrow.
- Yarın Nimes'e gidiyorum.
- I really need to go.
- Gerçekten gitmem gerek.
- His last recourse will be to go to his father for help.
- Son çaresi, yardım için babasına gitmek olacak.
- I went to the supermarket to buy some things for Tom.
- Tom'a bir şeyler almak için süpermarkete gittim.
- Tom went deeper into the cave.
- Tom mağaranın derinliklerine gitti.
- I've gone to Kyoto twice.
- Kyoto'ya iki kez gittim.
- Tom wasn't gone very long.
- Tom gideli çok olmamıştı.
- Where do you go to school?
- Okula nerede gidiyorsunuz?
- Tom didn't go to the lake with us.
- Tom bizimle göle gitmedi.
- If you don't believe me, go and see it for yourself.
- Bana inanmıyorsan, git ve kendin gör.
- Tom doesn't have to go anywhere.
- Tom'un bir yere gitmesine gerek yok.
- I went to a book sale yesterday and bought lots of great books.
- Dün bir kitap satışına gittim ve birçok harika kitap satın aldım.
- Tom and his grandmother went to the bookstore.
- Tom ve büyükannesi kitapçıya gittiler.
- When are you going home?
- Eve ne zaman gidiyorsun?
- What's your favorite type of restaurant to go to?
- Gitmek için restoranın en sevdiğiniz türü nedir?
- Tom doesn't know where I went.
- Tom nereye gittiğimi bilmiyor.
- Tom and I are going to Boston next week.
- Tom ve ben haftaya Boston'a gidiyoruz.
- I am going to go right away.
- Hemen gideceğim.
- Don't go yet, please.
- Henüz gitmeyin, lütfen.
- I never should've let you go home alone last night.
- Dün gece eve yalnız gitmene asla izin vermemeliydim.
- Tom went yesterday, so he wouldn't have to go tomorrow.
- Tom dün gitti, bu yüzden yarın gitmek zorunda kalmayacaktı.
- I don't need to go to Boston.
- Boston'a gitmeme gerek yok.
- You can still go if you want to.
- İstersen hala gidebilirsin.
- We'll go when it stops raining.
- Yağmur durduğunda, biz gideceğiz.
- I'm not sure if I'll go to Boston.
- Boston'a gidip gideceğimden emin değilim.
- Go with them.
- Onlarla git.
- Tom still doesn't know where Mary went.
- Tom hâlâ Mary'nin nereye gittiğini bilmiyor.
- Ask Tom if he's going to the party tonight.
- Tom'a bu akşam partiye gidip gitmeyeceğini sor.
- Tom doesn't want to go alone.
- Tom yalnız gitmek istemiyor.
- Tom has gone to the swimming pool.
- Tom yüzme havuzuna gitti.
- Tom knows that I wanted to go with him.
- Tom onunla gitmek istediğimi biliyor.
- Why aren't you going?
- Neden gitmiyorsunuz?
- Can I go next?
- Bundan sonra ben gidebilir miyim?
- I suppose you'll let Tom go.
- Sanırım Tom'un gitmesine izin vereceksin.
- The hunter went deep into the forest, never to return.
- Avcı, dönmemek üzere ormanın derinliklerine gitti.
- At that time, I didn't yet know whether I could go or not.
- O zamanlar henüz gidip gidemeyeceğimi bilmiyordum.
- Where shall we go?
- Nereye gidelim?
- I should go now.
- Ben şimdi gitmeliyim.
- Did you tell Tom I was going to Boston?
- Boston'a gittiğimi Tom'a söyledin mi?
- Kevin gave up the idea of going to Canada.
- Kevin Kanada'ya gitme fikrinden vazgeçti.
- So where did Tom go?
- Peki Tom nereye gitti?
- I should go to the pharmacy and buy some painkillers.
- Eczaneye gitmeliyim ve bazı ağrı kesiciler almalıyım.
- Tom went from Boston to Chicago by plane.
- Tom uçakla Boston'dan Chicago'ya gitti.
- Tom said he wanted to go camping with us.
- Tom bizimle kamp yapmaya gitmek istediğini söyledi.
- It's going very, very well.
- Çok ama çok iyi gidiyor.
- Tom and I went to a party last night.
- Tom ve ben dün gece bir partiye gittik.
- The restaurant goes its own way.
- Restoran kendi yolunda gidiyor.
- My father suggested that we go to the movies this afternoon.
- Babam bu öğleden sonra sinemaya gitmemizi önerdi.
- I have to go home a little early today.
- Bugün eve biraz erken gitmek zorundayım.
- Can you go to the seaside tomorrow?
- Yarın sahile gidebilir misin?
- My opinion is that you ought to let Tom go.
- Benim düşüncem Tom'un gitmesine izin vermelisin.
- I'm not going to let Tom go to Boston.
- Tom'un Boston'a gitmesine izin vermeyeceğim.
- What has gone wrong with the European project?
- Avrupa projesinde yanlış giden ne?
- Tom goes to Germany.
- Tom Almanya'ya gidiyor.
- I know it's time to go.
- Gitme zamanı olduğunu biliyorum.
- I think it's time for Tom to go.
- Bence Tom'un gitme vakti geldi.
- Sami went to go get his sister from the school.
- Sami kız kardeşini okuldan almaya gitti.
- I'm going to get something to eat.
- Yiyecek bir şeyler almaya gidiyorum.
- I don't understand his reluctance to go.
- Onun gitme isteksizliğini anlamıyorum.
- I will go at 10.
- 10'da gideceğim.
- Tom doesn't believe Mary really plans on going with us.
- Tom, Mary'nin gerçekten bizimle gitmeyi planladığına inanmıyor.
- I'll go meet him soon.
- Yakında onunla buluşmaya gideceğim.
- I went to Boston with one of Tom's friends.
- Boston'a Tom'un arkadaşlarından biriyle gittim.
- You aren't really going to go to Boston in Tom's car, are you?
- Tom'un arabasıyla Boston'a gitmeyeceksin, değil mi?
- Things did not go as intended.
- İşler istediğimiz gibi gitmedi.
- Father is busy, so I will go instead.
- Babam meşgul, bu yüzden onun yerine ben gideceğim.
- He said that I must go.
- O, gitmem gerektiğini söyledi.
- Tom didn't know who Mary wanted to go to the dance with.
- Tom, Mary'nin kiminle dansa gitmek istediğini bilmiyordu.
- Tom and Mary probably went to the beach together.
- Tom ve Mary muhtemelen sahile birlikte gitmişlerdir.
- I got to go to Boston last week.
- Geçen hafta Boston'a gitmek zorunda kaldım.
- I'd go camping with you if my leg didn't hurt.
- Bacağım incimeseydi seninle kamp yapmaya giderdim.
- Don't you feel like going to the movies?
- Sinemaya gitmek istemiyor musun?
- I'm going to Tokyo with work next week.
- Gelecek hafta iş için Tokyo'ya gidiyorum.
- Maybe one day, I'll go to Boston.
- Belki bir gün Boston'a giderim.
- Do you want to go right now?
- Şu anda mı gitmek istiyorsun?
- Go and see for yourself what has happened.
- Ne olduğunu git kendin gör.
- Tom doesn't have to go to Boston next week.
- Tom gelecek hafta Boston'a gitmek zorunda değil.
- I have to go to the airport to meet my cousin.
- Kuzenimi karşılamak için havaalanına gitmeliyim.
- We usually go to the beach in the summer.
- Genelde yazın sahile gideriz.
- I must go right away.
- Hemen gitmeliyim.
- I'm too busy to go.
- Gidemeyecek kadar meşgulüm.
- We should go.
- Gitmeliyiz.
- On Sundays, we would get up early and go fishing.
- Pazar günleri, erken kalkardık ve balık tutmaya giderdik.
- Are you going with us?
- Bizimle gidiyor musun?
- Business keeps going from bad to worse.
- İşler kötüden de daha kötüye gidiyor.
- Tom didn't need to go to Boston.
- Tom'un Boston'a gitmesine gerek yoktu.
- I'm going to report you.
- Sizi şikayet etmeye gidiyorum.
- Of course I'm going to the party.
- Tabii ki partiye gideceğim.
- Sami went to the bank to take a loan.
- Sami kredi almak için bankaya gitti.
- I wonder where he has gone.
- Nereye gittiğini merak ediyorum.
- You have to go to the doctor.
- Doktora gitmelisin.
- I didn't want to go with you.
- Seninle gitmek istemedim.
- I must go right away.
- Derhal gitmeliyim.
- Do you have to go there by yourself?
- Oraya tek başına gitmek zorunda mısın?
- None of my children want to go to Boston.
- Çocuklarımın hiçbiri Boston'a gitmek istemiyor.
- I went to the doctor.
- Ben doktora gittim.
- Arriving at the station, I found my train gone.
- İstasyona vardığımda trenin gittiğini gördüm.
- I would rather not go.
- Gitmemeyi tercih ederim.
- Tom is almost ready to go.
- Tom neredeyse gitmek için hazır.
- Did you go to see Tom?
- Tom'u görmeye mi gittin?
- I needed some cash, so I went to the bank.
- Paraya ihtiyacım vardı, bu yüzden bankaya gittim.
- I didn't go to Boston last week.
- Boston'a geçen hafta gitmedim.
- Would you like to go have a drink?
- Gidip bir şeyler içmek ister misin?
- I used to go to plays at least once a week in London.
- Londra'da haftada en az bir kez tiyatroya giderdim.
- She really wants to go.
- Gerçekten gitmek istiyor.
- Where did they go?
- Nereye gittiler?
- I told Tom to go.
- Tom'a gitmesini söyledim.
- Could you tell me which way I should go?
- Hangi yöne gitmem gerektiğini söyleyebilir misiniz?
- I'll go and ask them.
- Gidip onlara soracağım.
- He went to Italy in order to study music.
- Müzik eğitimi almak için İtalya'ya gitti.
- We go to a Japanese restaurant!
- Bir Japon restoranına gidiyoruz!
- Tom used to often go to Boston.
- Tom eskiden sık sık Boston'a giderdi.
- I'll never go there.
- Oraya asla gitmeyeceğim.
- He wants to go to the playground.
- Oyun parkına gitmek istiyor.
- I've decided to go a little further.
- Biraz daha ileriye gitmeye karar verdim.
- Go that way.
- Şu tarafa git.
- No one knows where Tom's gone.
- Hiç kimse Tom'un nereye gittiğini bilmiyor.
- Tom knows Mary would rather not go to Boston.
- Tom, Mary'nin Boston'a gitmek istemediğini biliyor.
- That path goes to the mountain.
- Bu yol dağa gidiyor.
- You went to Shanghai, right?
- Şangay'a gittin, değil mi?
- Do you know how can I go to the grand bazaar?
- Kapalı çarşıya nasıl gidebilirim biliyor musun?
- It takes two hours to go there by bus.
- Oraya otobüsle gitmek iki saat sürer.
- Tom has nowhere left to go.
- Tom'un gidecek hiçbir yeri kalmadı.
- If I were you, I'd go.
- Yerinde olsam giderim.
- Tom and Mary went potholing.
- Tom ve Mary çukur kazmaya gittiler.
- He doesn't go anywhere without his car.
- Arabası olmadan hiçbir yere gitmez.
- He went to the University of Kansas.
- O, Kansas Üniversitesi'ne gitti.
- Why wasn't Tom allowed to go?
- Tom'un gitmesine neden izin yoktu?
- I'm going to go mountain climbing tomorrow.
- Yarın dağ tırmanışına gideceğim.
- I'd like to go, too.
- Ben de gitmek isterim.
- I'd like to go to France.
- Fransa'ya gitmek istiyorum.
- Why would you want to go to Boston?
- Neden Boston'a gitmek istiyorsun?
- I don't know where I'm going.
- Nereye gittiğimi bilmiyorum.
- Didn't you go to my high school?
- Sen benim liseye gitmedin mi?
- Tom left Mary and went to live with another woman.
- Tom Mary'yi terk etti ve başka bir kadınla yaşamaya gitti.
- She is keen to go abroad.
- O yurt dışına gitmek için hevesli.
- Would you prefer going by bus?
- Otobüsle gitmeyi mi tercih edersin?
- I would like to go, but I don't have a car.
- Gitmek isterdim ama arabam yok.
- When will you go?
- Sen ne zaman gideceksin?
- Who did you go to the beach with?
- Plaja kiminle gittin?
- Tom went and shut the window.
- Tom gitti ve pencereyi kapattı.
- Yesterday I went to the opera.
- Dün operaya gittim.
- We could go to Boston next spring.
- Gelecek bahar Boston'a gidebiliriz.
- Maybe you'd better go and see what Tom is doing.
- Belki de gidip Tom'un ne yaptığını görsen iyi olur.
- Tom doesn't want to go there by himself.
- Tom oraya kendi başına gitmek istemiyor.
- Did Tom go to Boston yesterday?
- Tom dün Boston'a gitti mi?
- Is there anybody who would like to go see a live concert of Lady Gaga with me?
- Benimle Lady Gaga'nın bir canlı konserini seyretmeye gitmek isteyen biri varmı?
- Can I go with him?
- Onunla gidebilir miyim?
- I can't understand why Tom won't let us go.
- Tom'un neden gitmemize izin vermediğini anlayamıyorum.
- Should I let them go?
- Onların gitmesine izin vermeli miyim?
- Let's just all go talk to Tom, OK?
- Hadi gidip Tom'la konuşalım, tamam mı?
- I won't go unless Tom goes with me.
- Tom benimle gitmezse ben gitmem.
- I didn't go to Boston either.
- Boston'a ben de gitmedim.
- Tom will go to Boston next summer.
- Tom gelecek yaz Boston'a gidecek.
- Tom seems to be unwilling to go to the supermarket for his mother.
- Tom annesi için süpermarkete gitmeye isteksiz görünüyor.
- I didn't go with them.
- Onlarla gitmedim.
- You go first.
- Siz önce gidin.
- Do you know where your dad went?
- Babanın nereye gittiğini biliyor musun?
- He went to the airport in a hurry.
- Aceleyle havaalanına gitti.
- I see you're getting ready to go.
- Gitmeye hazırlandığını görüyorum.
- We'll go wherever the action is.
- Nerede aksiyon varsa oraya gideceğiz.
- Tom and Mary went ice skating.
- Tom ve Mary buz patenine gittiler.
- Tell Tom that he should go.
- Tom'a gitmesi gerektiğini söyle.
- Have you ever gone to the beach with Tom?
- Sen hiç Tom ile plaja gittin mi?
- It is definite that he will go.
- Gideceği kesin.
- When are you going to go to Sydney?
- Ne zaman Sydney'e gideceksin?
- Let me know how it goes.
- Bırak nasıl gittiğini bileyim.
- Are you really going to London to study?
- Gerçekten Londra'ya okumaya mı gidiyorsun?
- She goes to the supermarket every three days.
- Her üç günde bir süpermarkete gidiyor.
- Tom's not ready to go.
- Tom gitmeye hazır değil.
- I'm going to Boston on business.
- Boston'a iş için gidiyorum.
- Maybe we should go to Boston.
- Belki de Boston'a gitmeliyiz.
- Do you go to school on foot or by bicycle?
- Okula yürüyerek mi yoksa bisikletle mi gidiyorsunuz?
- She went to Paris in order to study art.
- Sanat eğitimi almak için Paris'e gitti.
- I doubt that Tom will want to go to Boston with you.
- Tom'un seninle Boston'a gitmek isteyeceğinden şüpheliyim.
- Tom didn't plan to go to Boston.
- Tom Boston'a gitmeyi planlamıyordu.
- I'm going to keep on going.
- Ben gitmeye devam edeceğim.
- I go jogging almost every morning.
- Neredeyse her sabah koşmaya giderim.
- He went to Europe by way of America.
- Amerika üzerinden Avrupa'ya gitti.
- Sami went to check on Layla.
- Sami, Layla'yı kontrol etmeye gitti.
- Why does Tom want to go to Boston?
- Tom neden Boston'a gitmek istiyor?
- I considered not going.
- Gitmemeyi düşündüm.
- I don't think there's going to be any food left by the time we get to Tom's party.
- Tom'un partisine gittiğimizde hiç yemek kalmış olacağını sanmıyorum.
- We wanted to ask Tom some questions, but he's gone.
- Biz Tom'a bazı sorular sormak istiyorduk ama o gitti.
- Everything's gone pretty good so far.
- Her şey şu ana kadar oldukça iyi gitti.
- She agreed with him that I should go to the meeting.
- Toplantıya gitmem gerektiği konusunda onunla anlaştı.
- She made up her mind to go to college.
- Üniversiteye gitmeye karar verdi.
- Would you like to go have a drink after work?
- İşten sonra bir içki içmeye gitmek ister miydin?
- I wish I could go to Boston with you.
- Keşke seninle Boston'a gidebilseydim.
- Does she know that her son has gone?
- Oğlunun gittiğini biliyor mu?
- I should go warn him.
- Onu uyarmak için gitmeliyim.
- I'm going to my room.
- Odama gidiyorum.
- I wonder if maybe I should go.
- Acaba gitsem mi?
- He had gone to the airport to meet Mr West.
- Bay West'i karşılamak için havaalanına gitmişti.
- Tom couldn't go to Mary's house.
- Tom Mary'nin evine gidemedi.
- I like to go and watch baseball games.
- Beyzbol oyunlarına gitmeyi ve izlemeyi seviyorum.
- Tom didn't want to go to the beach with us.
- Tom bizimle sahile gitmek istemedi.
- I thought you didn't want to go.
- Senin gitmek istemediğini sanıyordum.
- I suggest you go to Boston with Tom.
- Tom'la Boston'a gitmeni öneririm.
- Tom went too far.
- Tom çok uzağa gitti.
- I'll go to Boston with Tom.
- Tom'la Boston'a gideceğim.
- It can go either way.
- O şöyle ya da böyle gidebilir.
- She doesn't have a babysitter, so she can't go to the party.
- Onun bir bebek bakıcısı yok, bu yüzden partiye gidemiyor.
- This is why he didn't go to study abroad.
- Bu yüzden yurtdışında okumaya gitmedi.
- Is Tom going to go skating tomorrow?
- Tom yarın paten yapmaya gidecek mi?
- Tom wanted me to go to the supermarket to buy some bread and eggs.
- Tom ekmek ve yumurta almak için süpermarkete gitmemi istedi.
- Are you sure you want to go to Boston with Tom?
- Tom'la Boston'a gitmek istediğine emin misin?
- We could ask him not to go.
- Onun gitmemesini isteyebiliriz.
- We're going to Boston tomorrow.
- Yarın Boston'a gideceğiz.
- Things are going pretty well.
- İşler oldukça iyi gidiyor.
- Sami asked Farid to go check on Layla.
- Sami, Ferit'ten gidip Layla'yı kontrol etmesini istedi.
- Tom suggested going to the movies.
- Tom sinemaya gitmeyi önerdi.
- She has gone to the United States.
- O, Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti.
- We're still trying to convince Tom to go to college.
- Hâlâ Tom'u üniversiteye gitmeye ikna etmeye çalışıyoruz.
- Tom didn't think Mary would go to Boston by herself.
- Tom, Mary'nin Boston'a tek başına gideceğini sanmıyordu.
- You had better go at once.
- Hemen gitseniz iyi olur.
- I often go to movies.
- Sık sık sinemaya giderim.
- Tom and Mary wanted to go to Boston together.
- Tom ve Mary Boston'a birlikte gitmek istiyorlardı.
- I don't think Tom is the only one who had to go to the hospital.
- Hastaneye gitmek zorunda kalan tek kişinin Tom olduğunu zannetmem.
- I'm going to Boston this week.
- Bu hafta Boston'a gidiyorum.
- Tom wanted to go to Australia.
- Tom Avustralya'ya gitmek istiyordu.
- If Tom goes, I won't.
- Tom giderse, ben gitmem.
- She goes to the bookstore once a week.
- Haftada bir kitapçıya gidiyor.
- Tom and Mary went dog-sledding.
- Tom ve Mary köpekli kızakla kaymaya gittiler.
- Did you go to the store?
- Mağazaya gittin mi?
- Tom might go to the game with Mary.
- Tom, Mary ile maça gidebilir.
- Tom is probably going to go to Boston next week.
- Tom muhtemelen gelecek hafta Boston'a gidecek.
- They're both gone.
- Onların her ikisi de gitti.
- We used to go to the same school.
- Aynı okula giderdik.
- I can't believe I agreed to go to Boston with Tom.
- Tom ile Boston'a gitmeyi kabul ettiğime inanamıyorum.
- Would you like me to go with you?
- Seninle gitmemi ister misin?
- We're going to eat now.
- Şimdi yemeğe gidiyoruz.
- Tom is going the wrong way.
- Tom yanlış yöne gidiyor.
- Yesterday I went to Disneyland.
- Dün Disneyland'e gittim.
- Which university do you think Ted will go to?
- Ted'in hangi üniversiteye gideceğini düşünüyorsun?
- I'm all packed and ready to go.
- Toparlandım ve gitmeye hazırım.
- Why would you even want to go?
- Sen neden gitmek isteyesin ki?
- Do you know where Tom usually goes fishing?
- Tom'un genellikle nereye balık tutmaya gittiğini biliyor musun?
- My father suggested that we should go camping.
- Babam kamp yapmaya gitmemizi önerdi.
- I'm not going anyplace.
- Hiçbir yere gitmiyorum.
- Go grab a drink.
- Git bir içki al.
- Take the clothes and go wash them.
- Giysileri alın ve onları yıkamaya gidin.
- Sami went to tarawih after iftar.
- Sami iftardan sonra teravih namazına gitti.
- Tom plans to go as well.
- Tom da gitmeyi planlıyor.
- I only went over there to help.
- Oraya sadece yardım etmek için gittim.
- I would go to the mountains when young.
- Gençken dağlara giderdim.
- I need to go to Boston next week.
- Gelecek hafta Boston'a gitmem gerekiyor.
- Tom went to the drug store.
- Tom eczaneye gitti.
- I go to the country every summer.
- Her yaz taşraya giderim.
- Please go straight.
- Lütfen doğruca git.
- What time should I go to the airport?
- Havaalanına kaçta gitmeliyim?
- He went to London two years ago.
- O, iki yıl önce Londra'ya gitti.
- Now go have fun.
- Şimdi git eğlen.
- Tom wanted to go home early.
- Tom eve erken gitmek istiyordu.
- Tom is never going to allow you to go.
- Tom asla gitmene izin vermeyecek.
- My plan is to go to Boston next summer.
- Planım önümüzdeki yaz Boston'a gitmek.
- Go get yourself a cup of coffee.
- Git kendine bir fincan kahve al.
- You want me to go?
- Gitmemi ister misin?
- Let me just go talk to her.
- Gidip onunla bir konuşayım.
- If you don't want to go, fine.
- Gitmek istemiyorsan, tamam.
- We can find friends wherever we go.
- Nereye gidersek gidelim arkadaş bulabiliriz.
- I promised him I'd go to the show with him tomorrow.
- Yarın onunla gösteriye gideceğime söz verdim.
- Go wash up before dinner.
- Yemekten önce git elini yüzünü yıka.
- The restaurant we're going to isn't far from here.
- Gittiğimiz restoran buradan çok uzak değil.
- I never said I wouldn't go.
- Gitmeyeceğimi hiç söylemedim.
- Why do people go to the movies?
- İnsanlar neden sinemaya gidiyorlar?
- Tom isn't going to be at the conference.
- Tom konferansa gitmeyecek.
- Perhaps I'd better go and see what's happened.
- Belki de gidip ne olduğuna baksam iyi olur.
- I try to go to Boston whenever I can.
- Fırsat buldukça Boston'a gitmeye çalışıyorum.
- Tom said he'd like to go with us.
- Tom bizimle gitmek istediğini söyledi.
- How often did you go to the dentist when you were a child?
- Sen bir çocukken ne sıklıkla dişçiye gittin?
- We'll go wherever the action is.
- Aksiyon nerede olursa olsun gideceğiz.
- Tom doesn't think Mary wants to go.
- Tom, Mary'nin gitmek istediğini düşünmüyor.
- When will you go to school?
- Okula ne zaman gideceksin?
- I wonder where your brother has gone to.
- Kardeşinin nereye gittiğini merak ediyorum.
- Everyone has to go sometime.
- Herkes bir gün gitmek zorunda.
- Where do you want to go today?
- Bugün nereye gitmek istiyorsun?
- Tom would never go there.
- Tom oraya asla gitmez.
- Please allow me to go.
- Lütfen gitmeme izin verin.
- Where would you suggest we go?
- Nereye gitmemizi önerirdin?
- I really don't want to go to Boston with Tom.
- Gerçekten Tom'la birlikte Boston'a gitmek istemiyorum.
- They told me I should go to the doctor.
- Doktora gitmem gerektiğini söylediler.
- He could not go to college.
- Üniversiteye gidemedi.
- Tom said Mary had gone to Boston.
- Tom, Mary'nin Boston'a gittiğini söyledi.
- I suppose you want to ask me why I didn't go to your party last night.
- Sanıyorum sen bana dün geceki partine niçin gitmediğimi sormak istiyorsun.
- Why don't you go over to Tom's?
- Neden Tom'lara gitmiyorsun?
- Go grab a drink.
- Git bir içki kap gel.
- I would like to go to the United States one day.
- Bir gün Amerika'ya gitmek istiyorum.
- Tom and I went to law school together.
- Tom ve ben hukuk fakültesine beraber gittik.
- I think you know where I want to go.
- Sanırım nereye gitmek istediğimi biliyorsun.
- Go tell him how you feel.
- Git ona nasıl hissettiğini söyle.
- I didn't go alone.
- Yalnız gitmedim.
- Aren't you going to go anywhere this summer?
- Bu yaz hiçbir yere gitmeyecek misin?
- He goes to work on foot every day except on rainy days.
- Yağmurlu günler hariç her gün işe yürüyerek gidiyor.
- My father told me where to go.
- Babam bana nereye gideceğini söyledi.
- We have to go get them.
- Gidip onları almalıyız.
- Are you going to Boston?
- Boston'a gidiyor musun?
- I want you to go to your rooms and lock the doors.
- Odalarınıza gidip kapıları kilitlemenizi istiyorum.
- Tom says Mary doesn't think John went yesterday.
- Tom John'un dün gittiğini Mary'nin düşünmediğini söylüyor.
- I don't think you should go.
- Gitmen gerektiğini sanmıyorum.
- Something went wrong.
- Bir şey yanlış gitti.
- Who would like to go first?
- İlk kim gitmek ister?
- Tom knew why Mary went to Boston.
- Tom, Mary'nin neden Boston'a gittiğini biliyordu.
- I will go provided that she comes.
- Gelmesi şartıyla gideceğim.
- Tom told Mary he wouldn't go without her.
- Tom Mary'ye onsuz gitmeyeceğini söyledi.
- I hope you're not too tired to go with us.
- Umarım bizimle gidemeyecek kadar yorgun değilsindir.
- If I were you, I'd go.
- Yerinde olsam giderdim.
- I don't know whether Tom plans to go or not.
- Tom'un gitmeyi mi yoksa gitmemeyi mi planladığını bilmiyorum.
- You don't need to go unless you want to.
- İstemiyorsan gitmene gerek yok.
- I hoped to have seen you when I went to Tokyo.
- Tokyo'ya gittiğimde seni görmeyi umuyordum.
- Did you go to the last class?
- Son derse gittin mi?
- Do you want me to go to Boston with you?
- Seninle Boston'a gitmemi ister misin?
- Tom says he'll be going to Boston soon.
- Tom yakında Boston'a gidiyor olacağını söylüyor.
- Tom doesn't yet know whether he can go or not.
- Tom henüz gidip gidemeyeceğini bilmiyor.
- No matter what anyone says, I won't go.
- Kim ne derse desin gitmeyeceğim.
- We'll go with you.
- Seninle birlikte gideceğiz.
- They went to a fortune teller.
- Onlar bir falcıya gitti.
- He earned the money he needed to go to college.
- O, üniversiteye gitmek için ihtiyacı olan parayı kazandı.
- I've got to go and get Tom.
- Gitmek ve Tom'u almak zorundayım.
- She put off going to Mexico.
- Meksika'ya gitmeyi erteledi.
- We should go to a party together.
- Birlikte bir partiye gitmeliyiz.
- I might go with you.
- Ben seninle gidebilirim.
- I'd better go with you.
- Seninle gitsem iyi olur.
- Do you know whether or not Tom is going to swim?
- Tom'un yüzmeye gidip gitmeyeceğini biliyor musun?
- Does he need to go right now?
- Şimdi mi gitmesi gerekiyor?
- On the average, I go to the movies once a week.
- Ortalama olarak haftada bir sinemaya giderim.
- You are not going on holiday to New Zealand.
- Tatile Yeni Zelanda'ya gitmiyorsun.
- Sami wanted to go to Costa Rica and grow bananas.
- Sami Kosta Rika'ya gidip muz yetiştirmek istiyordu.
- Tom went to Harvard.
- Tom Harvard'a gitti.
- You can't go with us.
- Sen bizimle gidemezsin.
- Tom is going to prison for the rest of his life.
- Tom hayatının geriye kalan kısmı için hapse gidiyor.
- What school did you go to?
- Hangi okula gittin?
- He went to Italy by land.
- İtalya'ya kara yoluyla gitti.
- Tom drank a glass of schnapps before he went to the dentist.
- Tom dişçiye gitmeden önce bir bardak schnapps içti.
- I've promised to go.
- Gideceğime söz verdim.
- I'm glad I went.
- Gittiğime memnunum.
- I'll go anywhere with you.
- Seninle her yere giderim.
- I would like to go to France.
- Fransa'ya gitmek istiyorum.
- My sister went to Kobe yesterday.
- Kız kardeşim dün Kobe'ye gitti.
- We shouldn't have let Tom go.
- Tom'un gitmesine izin vermemeliydik.
- Look, if you still want to go, I won't stop you.
- Bak, eğer hala gitmek istiyorsan, seni durdurmayacağım.
- Who are you planning on going to Boston with?
- Boston'a kiminle gitmeyi planlıyorsun?
- How many times do you go to the dentist in a year?
- Yılda kaç kez dişçiye gidiyorsun?
- Tom and I always go home together.
- Tom ve ben eve hep birlikte gideriz.
- Tom regrets that he couldn't go.
- Tom gidemediğinden dolayı pişman.
- Have you told Tom why you need to go to Boston?
- Neden Boston'a gitmen gerektiğini Tom'a söyledin mi?
- Why don't you go find someone else who needs your help?
- Neden gidip yardımına ihtiyacı olan başka birini bulmuyorsun?
- I'll just go alone.
- Yalnız gideceğim.
- Tom is afraid to go to the dentist.
- Tom dişçiye gitmekten korkuyor.
- I'm going to Boston in October.
- Ekim ayında Boston'a gidiyorum.
- Next week, I'm going to New York.
- Önümüzdeki hafta New York'a gidiyorum.
- I'm not letting you go.
- Gitmenize izin vermeyeceğim.
- You have to go to the meeting.
- Toplantıya gitmelisin.
- All the money is gone.
- Bütün para gitti.
- Where else in Boston do you want to go?
- Boston'da başka nereye gitmek istiyorsun?
- Jamal left the construction site to go get a drink.
- Jamal içki almaya gitmek için şantiyeden ayrıldı.
- Tom told Mary it was time to go.
- Tom, Mary'ye gitme zamanının geldiğini söyledi.
- Tom said he wanted to go to the beach.
- Tom plaja gitmek istediğini söyledi.
- Who wants to go to the park?
- Kim parka gitmek ister?
- I'm not going to go with you.
- Seninle gitmeyeceğim.
- Go over there, and await further instructions.
- Oraya git ve talimatları bekle.
- Tom has decided to go to law school.
- Tom hukuk fakültesine gitmeye karar verdi.
- In summer, we used to go swimming in the river.
- Yazın yüzmeye ırmağa giderdik.
- Tom and Mary are both going to med school, aren't they?
- Tom ve Mary tıp fakültesine gidiyorlar, değil mi?
- Tom doesn't know when Mary is planning on going to Boston.
- Tom, Mary'nin Boston'a ne zaman gitmeyi planladığını bilmiyor.
- If you go drinking with Tom, be prepared to listen to some pretty outlandish cock and bull stories.
- Eğer Tom'la içmeye gideceksen, bazı uydurma hikayeler dinlemeye hazır ol.
- I need to go to the washroom to take a piss.
- Tuvalete gidip işemem lazım.
- Tom invited me to go with him, but I said I didn't want to.
- Tom beni onunla gitmeye davet etti, ama ben istemediğimi söyledim.
- Can't you go someplace else?
- Başka bir yere gidemez misin?
- Tom asked Mary to go next door to get help.
- Tom, Mary'den yardım almak için yan odaya gitmesini istedi.
- Are you going to the post office?
- Postaneye mi gidiyorsun?
- Tom didn't go where he said he'd go.
- Tom gideceğini söylediği yere gitmedi.
- Do you really want to go to Boston again?
- Boston'a tekrar gitmeyi gerçekten istiyor musun?
- We're ready to go now.
- Biz şimdi gitmeye hazırız.
- I didn't go to the market.
- Ben markete gitmedim.
- She left the farm to go to the city.
- Şehre gitmek için çiftliği terk etti.
- I'm going to the mall to shopping.
- Alışveriş merkezine biraz alışveriş yapmaya gidiyorum.
- Tom went to Boston by car.
- Tom Boston'a arabayla gitti.
- Aren't you going to go home by bus?
- Eve otobüsle gitmeyecek misiniz?
- You said you wanted to go.
- Gitmek istediğini söyledin.
- I have to go talk to them.
- Gidip onlarla konuşmalıyım.
- I'd advise you to let us go.
- Gitmemize izin vermenizi tavsiye ederim.
- If you had a time machine, where would you go?
- Bir zaman makineniz olsaydı, nereye giderdiniz?
- I didn't think Tom would go to Boston.
- Tom'un Boston'a gideceğini düşünmemiştim.
- The problem is all parents wants their children to go to Harvard.
- Sorun şu ki, bütün aileler çocuklarının Harvard'a gitmesini istiyor.
- Can't I go and look for them?
- Gidip onları arayamaz mıyım?
- I told Tom we were going to Boston for a few days.
- Tom'a birkaç günlüğüne Boston'a gideceğimizi söyledim.
- I thought we were going to your place.
- Senin evine gittiğimizi düşündüm.
- Go get Tom a blanket.
- Git Tom'a bir battaniye getir.
- Thanks to you, the job went well.
- Sayende iş güzel gitti.
- Why don't you go and join him?
- Neden gidip ona katılmıyorsun?
- Tom wouldn't let us go.
- Tom gitmemize izin vermezdi.
- Tom put up with the pain for a couple of weeks before finally going to the hospital.
- Sonunda hastaneye gitmeden önce, Tom ağrıya birkaç hafta dayandı.
- I'm going to Tom's house to study.
- Çalışmak için Tom'un evine gidiyorum.
- She's intent on going to New York to study fashion.
- Moda okumak için New York'a gitmeyi kafaya koymuş.
- Do you really think Tom will want to go with us?
- Gerçekten Tom'un bizimle gitmek isteyeceğini düşünüyor musun?
- You still haven't told me where we're going.
- Nereye gittiğimizi bana hâlâ söylemedin.
- I thought Tom would go to the bank and get some cash.
- Tom'un bankaya gidip biraz para alacağını düşünmüştüm.
- You ought to decide whether or not you want to go.
- Gitmek isteyip istemediğine karar vermelisin.
- I should go talk to her.
- Onunla konuşmaya gitmeliyim.
- Tom didn't go to the lake last summer.
- Tom geçen yaz göle gitmedi.
- No sooner had the spy returned home than he was told to go to another country.
- Casus eve döner dönmez ona başka bir ülkeye gitmesi söylendi.
- He almost never went there.
- Oraya neredeyse hiç gitmezdi.
- I will go to Sydney on business next month.
- Ben önümüzdeki ay iş için Sydney'e gideceğim.
- Why don't you go and join them?
- Neden gidip onlara katılmıyorsun?
- Tom doesn't want to go with you.
- Tom seninle gitmek istemiyor.
- She has gone to Paris.
- Paris'e gitti.
- Tom wished he hadn't gone to the party.
- Tom partiye gitmemiş olmayı diledi.
- Layla and Sami went to junior high school together.
- Leyla ve Sami ortaokula birlikte gittiler.
- I'll go to the library tomorrow.
- Ben yarın kütüphaneye gideceğim.
- I'll go to Hawaii by ship.
- Gemiyle Hawaii'ye gideceğim.
- I don't care where Tom goes.
- Tom'un nereye gideceği umurumda değil.
- Tom said I should go.
- Tom gitmem gerektiğini söyledi.
- Tom and Mary don't go to the same school.
- Tom ve Mary aynı okula gitmiyorlar.
- I want Tom gone by noon.
- Tom'un öğlene kadar gitmesini istiyorum.
- Tom couldn't go anywhere without his dog.
- Tom köpeği olmadan hiçbir yere gidemezdi.
- Tom didn't even notice Mary had gone.
- Tom, Mary'nin gittiğini fark etmedi bile.
- We're going to go into the other room.
- Başka odaya gideceğiz.
- Tom is probably going to go to Boston by car.
- Tom muhtemelen Boston'a arabayla gidecek.
- If you don't go, I will not go either.
- Eğer sen gitmezsen, ben de gitmeyeceğim.
- The number of students going abroad is on the increase.
- Yurt dışına giden öğrencilerin sayısı artmaktadır.
- He persuaded his daughter into going to the party with him.
- Kızını, onunla birlikte partiye gitmeye ikna etti.
- Are you sure you don't want us to go with you?
- Seninle gitmemizi istemediğinden emin misin?
- Kazu told her that he would go to Brazil in May.
- Kazu ona Mayıs ayında Brezilya'ya gideceğini söyledi.
- I'd advise you to let them go.
- Onların gitmesine izin vermenizi tavsiye ederim.
- Now and then, we go to London on business.
- Ara sıra, iş için Londra'ya gideriz.
- I need to go to the bank.
- Bankaya gitmem gerekiyor.
- It almost sounds like you don't want to go.
- Neredeyse gitmek istemiyormuşsun gibi geliyor.
- He really likes going to the theater.
- Tiyatroya gitmeyi çok sever.
- I'm surprised Tom didn't want to go with us.
- Tom'un bizimle gitmek istememesine şaşırdım.
- The only thing I want to do is go fishing.
- Yapmak istediğim tek şey balık tutmaya gitmek.
- The school Tom goes to has a pool.
- Tom'un gittiği okulun bir havuzu var.
- I wish I could think of a good excuse not to go.
- Keşke gitmemek için iyi bir bahane bulabilsem.
- Tom got tired of waiting for Mary, so he went into the museum without her.
- Tom, Mary'yi beklemekten bıkmış, o olmadan müzeye gitmişti.
- Tom will go to Boston to see Mary.
- Tom Mary'yi görmek için Boston'a gidecek.
- I went there on Monday.
- Oraya pazartesi günü gittim.
- Tom shouldn't go there by himself.
- Tom oraya tek başına gitmemeli.
- I was supposed to tell Tom where to go.
- Tom'a nereye gideceğini söylemem gerekiyordu.
- It might rain, but I'm going anyhow.
- Yağmur yağabilir ama ben yine de gidiyorum.
- We're going to the movie theater.
- Biz sinemaya gidiyoruz.
- Tom decided to go ahead and ask Mary the question he had been wanting to ask.
- Tom gidip Mary'ye sormak istediği soruyu sormaya karar verdi.
- I don't think that I want to go to college.
- Üniversiteye gitmek istediğimi sanmıyorum.
- Did you go to office yesterday?
- Dün ofise gittin mi?
- I'll go to the store after I eat.
- Yemekten sonra markete gideceğim.
- I'm going to go take a shower.
- Gidip duş alacağım.
- Tom went to warn Mary not to do that.
- Tom, Mary'yi bunu yapmaması için uyarmaya gitti.
- Tom wants to go to graduate school.
- Tom yüksek lisansa gitmek istiyor.
- Do you want us to go to Boston with you?
- Seninle Boston'a gitmemizi istiyor musun?
- Tom is going to Boston.
- Tom Boston'a gidiyor.
- Tom invited Mary to go to a concert with him.
- Tom onunla bir konsere gitmesi için Mary'yi davet etti.
- He went to Italy ten years ago and has lived there ever since.
- O on yıl önce İtalya'ya gitti ve o zamandan beri orada yaşıyor.
- Where will we go afterwards?
- Daha sonra nereye gideceğiz?
- You should go help her.
- Gidip ona yardım etmelisin.
- Does Tom still want me to go with him?
- Tom hâlâ onunla gitmemi istiyor mu?
- I'm not letting Tom go.
- Tom'un gitmesine izin vermeyeceğim.
- Tom didn't go.
- Tom gitmedi.
- I'll be happy to go.
- Gitmekten mutlu olurum.
- You do not have to go to the dance unless you want to.
- İstemediğin sürece dansa gitmek zorunda değilsin.
- If you want to go with them, you must hurry.
- Onlarla gitmek istiyorsan acele etmelisin.
- Could you go to the store and grab some eggs?
- Markete gidip biraz yumurta alır mısın?
- Tom asked me to go to Boston with Mary.
- Tom, Mary ile Boston'a gitmemi istedi.
- I'm not going to go there again.
- Oraya bir daha gitmeyeceğim.
- Can we go shopping for shoes?
- Ayakkabı almaya gidebilir miyiz?
- I'll go and see her.
- Gidip onu göreceğim.
- How often do you go there?
- Oraya ne sıklıkla gidiyorsun?
- If you're going to go to France, you should brush up your French.
- Fransa'ya gideceksen Fransızcanı tazelemen gerekir.
- She went to a posh school.
- O, lüks bir okula gitti.
- Tom told me that you told him that I wouldn't go to his party.
- Tom onun partisine gitmeyeceğimi ona söylediğini bana söyledi.
- You must go talk to Tom.
- Tom ile konuşmaya gitmelisin.
- Who will go there is not yet decided.
- Oraya kimin gideceğine henüz karar verilmedi.
- She went to the hairdresser's to have her hair done.
- Saçını yaptırmak için kuaföre gitti.
- Is Tom, or is Mary going to the market?
- Tom mu, yoksa Mary mi pazara gidiyor?
- I'll go get the pizza.
- Gidip pizzayı getireyim.
- Tom never went to high school.
- Tom liseye gitmedi.
- I have to go to the mosque.
- Camiye gitmem gerekiyor.
- Aren't you going to Boston next weekend?
- Gelecek hafta sonu Boston'a gitmeyecek misin?
- In summer I go to the sea, in winter to the mountains.
- Yazın denize, kışın dağlara giderim.
- I go jogging.
- Koşmaya giderim.
- Tom didn't come to school today because he had to go to a funeral.
- Tom bir cenazeye gitmek zorunda olduğu için bugün okula gelmedi.
- She went to Paris to study music.
- Müzik eğitimi almak için Paris'e gitti.
- Everybody except Joe went to the party.
- Joe hariç herkes partiye gitti.
- Why didn't you go to Boston?
- Neden Boston'a gitmediniz?
- Tom doesn't know where Mary is planning on going.
- Tom, Mary'nin nereye gitmeyi planladığını bilmiyor.
- I never really wanted to go to Boston with Tom.
- Tom'la Boston'a gitmeyi aslında hiç istemedim.
- Lopez went into the kitchen for a carton of milk.
- Lopez bir kutu süt almak için mutfağa gitti.
- I'd better go check on her.
- Onu kontrol etmeye gitsem iyi olur.
- Tom won't let us go there without Mary.
- Tom oraya Mary olmadan gitmemize izin vermez.
- Tom always carries a camera with him wherever he goes.
- Tom nereye giderse gitsin yanında her zaman bir kamera taşır.
- This is going splendidly.
- Bu görkemli gidiyor.
- I thought Tom might want to go with us.
- Tom'un bizimle gitmek isteyebileceğini düşündüm.
- We have already gone to the moon.
- Biz zaten Ay'a gittik.
- What's the cheapest place to go on vacation?
- Tatile gitmek için en ucuz yer neresi?
- She doesn't want to go to her room by herself.
- Odasına tek başına gitmek istemiyor.
- He let us go.
- Gitmemize izin verdi.
- She went from place to place in search of him.
- Onu aramak için bir yerden bir yere gitti.
- She made up her mind to go to law school.
- Hukuk fakültesine gitmeye karar verdi.
- Where did he go yesterday?
- Dün nereye gitti?
- They went to New Zealand.
- Onlar Yeni Zelanda'ya gittiler.
- How fast does this car go?
- Bu araba ne kadar hızlı gidiyor?
- I learned French, before going to Europe.
- Avrupa'ya gitmeden önce Fransızca öğrendim.
- Tell him we don't want to go.
- Ona gitmek istemediğimizi söyle.
- Tom is supposed to go to Boston with Mary.
- Tom'un Mary ile Boston'a gitmesi gerekiyor.
- Which way goes to the city hall?
- Hangi yol belediye binasına gidiyor?
- Go help your brother!
- Git kardeşine yardım et!
- It's hard for me to decide where to go tonight.
- Bu gece nereye gideceğime karar vermek benim için çok zor.
- You must go to Tom and beg his forgiveness.
- Tom'a gitmeli ve ondan af dilemelisin.
- All of us, except him, went.
- Onun dışında hepimiz gittik.
- He decided to go to Paris for the purpose of studying painting.
- Resim eğitimi almak için Paris'e gitmeye karar verdi.
- I wonder where Tom went to college.
- Tom'un hangi üniversiteye gittiğini merak ediyorum.
- Go tell him yourself.
- Git ona kendin söyle.
- I am going to Paris this weekend.
- Bu hafta sonu Paris'e gidiyorum.
- Is Tom going to go with us tomorrow?
- Tom yarın bizimle gidecek mi?
- You are free to go.
- Gitmekte serbestsin.
- I'd have gone if I could've.
- Gidebilseydim giderdim.
- I'll go to the library tomorrow, too.
- Ben de yarın kütüphaneye gideceğim.
- Before we go anywhere, we should exchange some money.
- Biz, bir yere gitmeden önce, biraz para bozdurmalıyız.
- Go take a walk.
- Git biraz yürü.
- I went upstairs.
- Üst kata gittim.
- Tom will unlikely want to go anywhere with Mary.
- Tom muhtemelen Mary ile bir yere gitmek istemeyecek.
- I wasn't surprised when Tom told me he didn't want to go to Boston.
- Tom bana Boston'a gitmek istemediğini söylediğinde şaşırmadım.
- Tom wanted to go to the beach with Mary.
- Tom, Mary'yle plaja gitmek istedi.
- I'm going to Australia next year.
- Gelecek yıl Avustralya'ya gideceğim.
- Tom wants to go job hunting.
- Tom iş aramaya gitmek istiyor.
- Why don't you go buy yourself something pretty to wear to the party?
- Neden partide giymek için kendine güzel bir şey almaya gitmiyorsun?
- I prefer to go alone.
- Ben yalnız gitmeyi tercih ederim.
- Tom likes to work in the garden before going to work.
- Tom işe gitmeden önce bahçede çalışmayı seviyor.
- Where do they want to go?
- Nereye gitmek istiyorlar?
- I can't see where we're going.
- Nereye gittiğimizi göremiyorum.
- Do you have any idea where we're going?
- Nereye gittiğimiz hakkında herhangi bir fikrin var mı?
- I'm going fishing with him.
- Ben onunla birlikte balık tutmaya gidiyorum.
- We need to go.
- Gitmeliyiz.
- We all have to go sometime.
- Hepimiz bir gün gitmek zorundayız.
- Don't go near the fire.
- Ateşin yanına gitme.
- Who said you could go home early?
- Eve erken gidebileceğini kim söyledi?
- You're told to go.
- Sana gitmen söylendi.
- Are you going to go to Boston next week?
- Gelecek hafta Boston'a gidecek misin?
- Tom is going to go to Boston to see Mary.
- Tom Mary'yi görmek için Boston'a gidecek.
- I am going to milk the cows.
- İnekleri sağmaya gidiyorum.
- We may have to go without her.
- Onsuz gitmek zorunda kalabiliriz.
- I'm going with them to Boston.
- Onlarla Boston'a gidiyorum.
- I wonder if Tom went to Boston.
- Acaba Tom Boston'a gitti mi?
- Are you going to the show?
- Gösteriye gidiyor musun?
- I'm going on holiday.
- Ben tatile gidiyorum.
- Tom loves going to the mall.
- Tom alışveriş merkezine gitmeyi seviyor.
- I have to go warn Tom.
- Gidip Tom'u uyarmalıyım.
- I wish we could go to Boston.
- Keşke Boston'a gidebilseydik.
- Tom is still thinking about whether he should go or not.
- Tom hala gidip gitmemesi gerektiğini düşünüyor.
- I told her not to go.
- Ona gitmemesini söyledim.
- Do you need a visa to go to Australia if you have a British passport?
- Bir İngiliz pasaportun varsa Avustralya'ya gitmek için bir vizeye ihtiyacın var mı?
- The man went begging from door to door.
- Adam, kapı kapı dilenmeye gitti.
- You had better get going.
- Gitsen iyi olur.
- When did you go home?
- Eve ne zaman gittin?
- Tom especially likes going to Italian restaurants.
- Tom, özellikle İtalyan restoranlarına gitmeyi seviyor.
- You should go to the FBI.
- Federal Araştırma Bürosuna gitmelisin.
- She decided to go.
- O gitmeye karar verdi.
- I'm going to college next year.
- Seneye üniversiteye gideceğim.
- It's almost time for us to go.
- Neredeyse gitme vaktimiz geldi.
- How's the business going?
- İş nasıl gidiyor?
- Did you have to go to the library yesterday?
- Dün kütüphaneye gitmen mi gerekiyordu?
- I'm going to Australia next year.
- Gelecek yıl Avustralya'ya gidiyorum.
- I'm going to Paris this fall.
- Önümüzdeki sonbaharda Paris'e gideceğim.
- Tom went to Boston by himself.
- Tom Boston'a tek başına gitti.
- Tom went to ask Mary not to do that.
- Tom, Mary'den bunu yapmamasını istemeye gitti.
- I shall never forget your kindness no matter where I may go.
- Nereye gidersem gideyim nezaketinizi asla unutmayacağım.
- I think you should go there with Tom.
- Bence oraya Tom ile gitmelisin.
- I'll go tell her the good news.
- Gidip ona iyi haberi vereceğim.
- She went to Paris to study arts.
- Sanat okumak için Paris'e gitti.
- Where in the world is Tom going?
- Tom nereye gidiyor?
- So where did Tom go?
- Tom nereye gitti?
- I went to the reunion.
- Eski arkadaşlar buluşmasına gittim.
- I think you ought to go.
- Bence gitmelisin.
- Let me go talk to them.
- Gidip onlarla konuşayım.
- You want to go via the tunnel?
- Tünel yoluyla mı gitmek istiyorsun?
- I won't go anywhere with Tom.
- Tom ile bir yere gidmeyeceğim.
- Sami needs to go.
- Sami'nin gitmesi gerekiyor.
- I usually go to concerts or conventions for fun.
- Genellikle eğlenmek için konserlere veya kongrelere giderim.
- Tom says he's planning to go.
- Tom gitmeyi planladığını söylüyor.
- Tom didn't go to Boston by car.
- Tom Boston'a araba ile gitmedi.
- Go to my place later.
- Daha sonra benim yerime gidin.
- Can't we just ask Tom to go?
- Tom'dan gitmesini isteyemez miyiz?
- How are you going to get home?
- Eve nasıl gideceksin?
- Why wouldn't you let Tom go to Boston last weekend?
- Geçen hafta sonu Tom'un Boston'a gitmesine neden izin vermedin?
- She refused to go with me.
- Benimle gitmeyi reddetti.
- Go and ask Tom.
- Git ve Tom'a sor.
- You'll go with us, won't you?
- Sen de bizimle gideceksin, değil mi?
- Please tell them where they need to go.
- Lütfen onlara nereye gitmeleri gerektiğini söyle.
- Are you going to the post office today?
- Bugün postaneye gidecek misin?
- We weren't allowed to go into that cave.
- O mağaraya gitmemize izin verilmedi.
- Tom and Mary went to the aquarium, the folk art museum and the naval museum.
- Tom ve Mary akvaryuma, halk sanatları müzesine ve deniz müzesine gittiler.
- I'd better go see what Tom has done.
- Gidip Tom'un ne yaptığına baksam iyi olacak.
- I can't go to Boston with you.
- Seninle Boston'a gidemem.
- Even though she was invited, she didn't go to watch the World Cup.
- O, davet edilmesine rağmen, Dünya Kupasını izlemek için gitmedi.
- I'm not ready to go.
- Ben gitmek için hazır değilim.
- I knew Tom would go home early today.
- Tom'un bugün eve erken gideceğini biliyordum.
- I'm going to Boston in the spring.
- İlkbaharda Boston'a gideceğim.
- I have no intention of going there by myself.
- Oraya tek başıma gitmeye niyetim yok.
- I'm not going to let Tom go to Boston by himself.
- Tom'un tek başına Boston'a gitmesine izin vermeyeceğim.
- I shouldn't have let them go.
- Gitmelerine izin vermemeliydim.
- We're going to the mosque.
- Camiye gidiyoruz.
- I went to the boss in hopes of getting a raise.
- Zam alma umuduyla patrona gittim.
- Just go talk to him.
- Git bir konuş onunla.
- Do you know where Tom and his friends went?
- Tom'un ve arkadaşlarının nereye gittiğini biliyor musunuz?
- Tom doesn't plan on going there by himself.
- Tom oraya yalnız başına gitmeyi planlamıyor.
- Tom went to the train station with Mary.
- Tom tren garına Mary ile gitti.
- I'm the one who has to go to Boston.
- Boston'a gitmek zorunda olan benim.
- I'm going to the dance, even though you don't like it.
- Sen sevmesen de ben dansa gidiyorum.
- I'm going to go find Tom.
- Gidip Tom'u bulacağım.
- Go without thinking twice!
- İki kere düşünmeden git!
- Tom went to his bedroom.
- Tom yatak odasına gitti.
- I wanted to go to China.
- Ben Çin'e gitmek istedim.
- I wasn't told where we were going.
- Nereye gideceğimiz bana söylenmedi.
- It is his ambition to go to the moon.
- Aya gitmek onun tutkusu.
- Tom went to the zoo with Mary.
- Tom Mary ile hayvanat bahçesine gitti.
- I never go to places like that.
- Böyle yerlere asla gitmem.
- I went to the hospital to visit Tom, but I wasn't allowed to see him.
- Tom'u ziyaret etmek için hastaneye gittim ama onu görmeme izin verilmedi.
- Is it OK if I go?
- Ben de gidebilir miyim?
- Did you have to go to the library yesterday?
- Dün kütüphaneye gitmek zorunda mıydın?
- Even if it rains, I'll go.
- Yağmur yağsa bile gideceğim.
- I'm not going to leave if you don't want me to.
- Gitmemi istemiyorsanız gitmeyeceğim.
- Next week, Tom and I are going to Boston.
- Gelecek hafta Tom ve ben Boston'a gidiyoruz.
- She put off going to Mexico.
- O, Meksika'ya gitmeyi erteledi.
- I'd really like to go to Boston with you.
- Gerçekten seninle Boston'a gitmek istiyorum.
- Tom didn't have to go.
- Tom gitmek zorunda değildi.
- Tom wanted to go, too.
- Tom da gitmek istedi.
- Tom should've gone to Boston with Mary.
- Tom Mary ile Boston'a gitmeliydi.
- Are you sure you don't want to go to Boston with Tom?
- Tom'la Boston'a gitmek istemediğine emin misin?
- I'll go when I'm ready.
- Hazır olduğumda gideceğim.
- Did you go to the market yesterday?
- Dün markete gittiniz mi?
- I have to go to Boston with Tom.
- Tom ile Boston'a gitmeliyim.
- Tom didn't plan to go to Boston.
- Tom Boston'a gitmeyi planlamamıştı.
- I don't know whether Tom plans to go or not.
- Tom gitmeyi planlıyor mu planlamıyor mu bilmiyorum.
- That bus goes slower than the other one.
- Bu otobüs diğerinden daha yavaş gidiyor.
- I don't know where it went.
- Nereye gittiğini bilmiyorum.
- I'll find friends wherever I go.
- Gittiğim her yerde arkadaş bulacağım.
- My father consented to my going abroad.
- Babam yurt dışına gitmeme razı oldu.
- Tom was thinking of going to New York.
- Tom, New York'a gitmeyi düşünüyordu.
- Tom knew why Mary wanted to go to Boston.
- Tom, Mary'nin neden Boston'a gitmek istediğini biliyordu.
- Tom didn't go to the party.
- Tom partiye gitmedi.
- Did she go to the station to see her teacher off?
- O, öğretmenini yolcu etmek için istasyona gitti mi?
- I usually drink coffee in the morning before I go to work.
- Genellikle sabahları işe gitmeden önce kahve içerim.
- Tom and Mary went to the same school.
- Tom ve Mary aynı okula gitti.
- I think it's time you went.
- Bence gitme vaktin geldi.
- It looks like I might have to go to Boston next Monday.
- Gelecek Pazartesi Boston'a gitmem gerekecek gibi görünüyor.
- Are you going to go with them?
- Onlarla mı gideceksin?
- I think Tom won't go.
- Bence Tom gitmeyecek.
- I don't know why Tom doesn't want me to go.
- Tom'un neden gitmemi istemediğini bilmiyorum.
- Each day Marc takes the train to go to his job.
- Marc her gün işine gitmek için trene biniyor.
- Does this taxi go to the Jingan temple?
- Bu taksi Jingan tapınağana gidiyor mu?
- That's not where I'm going.
- Gideceğim yer burası değil.
- Do you want to go to prison?
- Hapse gitmek istiyor musun?
- I didn't want to go, but I needed to.
- Gitmek istemedim ama gitmem gerekiyordu.
- We went as far as Kyoto.
- Kyoto'ya kadar gittik.
- Do I need to go right now?
- Şimdi gitmeli miyim?
- Let these people go.
- Bu insanların gitmesine izin ver.
- When we are told not to come, we become all the more eager to go.
- Bize gelmememiz söylendiğinde gitmeye daha da hevesli oluyoruz.
- I'll go to the library with you tomorrow.
- Yarın seninle kütüphaneye gideceğim.
- Do I have to go to the party?
- Partiye gitmek zorunda mıyım?
- Tell me where you're going.
- Nereye gittiğini söyle.
- We have a ways to go.
- Gidecek bir yolumuz var.
- So, are you going or not?
- Ee, gidiyor musun, gitmiyor musun?
- She went to college to study English.
- O İngilizce öğrenmek için üniversiteye gitti.
- A group of us from Westmont is going to Ensanada this weekend as well!
- Westmont'tan bir grup da bu hafta sonu Ensanada'ya gidiyoruz!
- Should we go and try to find Tom?
- Gitmemiz ve Tom'u bulmaya çalışmamız gerekiyor mu?
- Tom doesn't need to go there himself.
- Tom'un oraya kendi başına gitmesine gerek yok.
- Did you go and see him?
- Gidip onu gördün mü?
- Where do I go after I pick up my baggage?
- Bagajımı toparladıktan sonra nereye gideceğim?
- I don't think I would've gone there by car.
- Oraya arabayla gideceğimi sanmıyorum.
- I need to go to Boston next week.
- Gelecek hafta Boston'a gitmem gerek.
- I was supposed to tell Tom where to go.
- Nereye gideceğimi Tom'a söylemem gerekiyordu.
- I thought Tom would go to Boston with Mary.
- Tom'un Mary ile Boston'a gideceğini düşünmüştüm.
- To get a prescription, go to a doctor.
- Bir reçete almak için, doktora gidin.
- Tom didn't need to go with me.
- Tom'un benimle gitmesine gerek yoktu.
- Tom said he'd rather not go to Mary's party.
- Tom, Mary'nin partisine gitmemeyi tercih ettiğini söyledi.
- Tom doesn't like going to the dentist's.
- Tom dişçiye gitmeyi sevmez.
- I can't let anyone know where he's going.
- Kimsenin onun nereye gittiğini bilmesine izin veremem.
- Tom asked me to go to Boston with him.
- Tom onunla Boston'a gitmemi istedi.
- I'll go, even if it rains.
- Yağmur yağsa bile gideceğim.
- Go help your mom with the dishes.
- Git annene bulaşıklarda yardım et.
- Tom told Mary that she should go to the dentist.
- Tom, Mary'e dişçiye gitmesi gerektiğini söyledi.
- I went to get vaccinated.
- Ben aşı yaptırmaya gittim.
- I'm going to go to the bathroom.
- Tuvalete gideceğim.
- When does Tom have to go?
- Tom ne zaman gitmeli?
- After the performance, she went backstage.
- O, gösteriden sonra kulise gitti.
- I want you to go to your room and lock the door.
- Odana gitmeni ve kapıyı kilitlenmeni istiyorum.
- I'm not going to go to Boston with you.
- Boston'a seninle gitmeyeceğim.
- I might have to go home early today.
- Bugün eve erken gitmem gerekebilir.
- The ship's mission is to boldly go where no man has gone before.
- Geminin görevi, daha önce kimsenin gitmediği yerlere cesaretle gitmektir.
- I need to go and buy some bread.
- Gidip biraz ekmek almam lazım.
- What time did Tom go?
- Tom ne zaman gitti?
- I'm going to a party Friday evening.
- Cuma akşamı bir partiye gidiyorum.
- I don't want to go to the hospital.
- Hastaneye gitmek istemiyorum.
- We have the alternative of going or staying.
- Gitmek ya da kalmak gibi bir seçeneğimiz var.
- Tom and Mary go to church together.
- Tom ve Mary kiliseye birlikte gidiyorlar.
- Everything else is gone.
- Başka her şey gitti.
- Tom is never going to let you go to Boston by yourself.
- Tom hiç bir zaman tek başına Boston'a gitmene izin vermeyecek.
- Are you very keen about going with them?
- Onlarla gitmeye çok hevesli misin?
- I know where you're going.
- Nereye gittiğini biliyorum.
- I went as far as Kyoto by train.
- Trenle Kyoto'ya kadar gittim.
- Tom and Mary went to the best restaurant in town.
- Tom ve Mary kasabadaki en iyi restorana gittiler.
- Tom is going to leave next Monday.
- Tom önümüzdeki pazartesi gidecek.
- One of my parents has to go to the meeting.
- Annemle babamdan biri toplantıya gitmek zorunda.
- Tom decided that it wouldn't be much fun to go camping alone.
- Tom tek başına kamp yapmaya gitmenin eğlenceli olmayacağına karar verdi.
- It's been two years since he went Hawaii.
- O, Hawaii'ye gideli iki yıl oldu.
- Wherever you may go, you can't succeed without perseverance.
- Nereye gidersen git, azim olmadan başarılı olamazsın.
- Are you going to Boston tomorrow?
- Yarın Boston'a gidiyor musun?
- I'm going to go call the police.
- Polisi aramaya gideceğim.
- Did you see which way Tom went?
- Tom'un hangi yöne gittiğini gördün mü?
- Are you really going to Boston with Tom?
- Gerçekten Tom'la Boston'a mı gidiyorsun?
- I went to the station to say good-bye to my friend.
- Arkadaşımı uğurlamak için istasyona gittim.
- I'd very much like to go.
- Gitmeyi çok isterim.
- He goes to school by bus.
- Okula otobüsle gidiyor.
- Tom went into the bank.
- Tom bankaya gitti.
- I'll just go change.
- Gidip üstümü değiştireceğim.
- Go by yourself!
- Yalnız git!
- Why didn't you go to the office?
- Neden ofise gitmedin?
- Have you already decided where you're going to go?
- Nereye gideceğine karar verdin mi?
- Tell me why I can't go.
- Neden gidemeyeceğimi bana anlat.
- I had not gone a mile when it began to rain.
- Yağmur yağmaya başladığında bir mil gitmemiştim.
- How long have you been gone?
- Sen gideli ne kadar oldu?
- Tom went to Boston yesterday.
- Tom dün Boston'a gitti.
- Have you ever wished you could go travelling?
- Hiç seyahate gidebilmeyi diledin mi?
- I'm never going to Boston.
- Boston'a asla gitmeyeceğim.
- I went to get vaccinated.
- Aşı olmaya gittim.
- We're not going to let Tom go to Boston with you.
- Tom'un seninle Boston'a gitmesine izin vermeyeceğiz.
- I'll go if Tom goes.
- Tom giderse giderim.
- I'm trying to figure out where I should go.
- Nereye gitmem gerektiğini çözmeye çalışıyorum.
- Tell me where you went.
- Bana nereye gittiğini söyle.
- It's in your interest to go.
- Gitmek senin yararına.
- I need to go into town.
- Kasabaya gitmem lazım.
- Jack would often go jogging there.
- Jack orada sık sık koşuya giderdi.
- Tom didn't need to go there himself.
- Tom'un oraya bizzat gitmesine gerek yoktu.
- Tom is going to Boston next week with some of his friends.
- Tom gelecek hafta bazı arkadaşlarıyla Boston'a gidiyor.
- My good friend, Tom, convinced me to go to Boston.
- İyi arkadaşım, Tom, beni Boston'a gitmem için ikna etti.
- Yes, we can go.
- Evet, gidebiliriz.
- I don't often go to church.
- Kiliseye sık gitmem.
- Tom wondered whether he should let Mary go to Boston with John.
- Tom, Mary'nin John'la birlikte Boston'a gitmesine izin verse mi vermese mi diye düşündü.
- Tom went back to his room and lay down.
- Tom odasına gitti ve uzandı.
- How does he think it went?
- Onun nasıl gittiğini düşünüyor?
- Tom goes from Boston to Chicago with his car via the usual route.
- Tom her zamanki yolla arabasıyla Boston'dan Chicago'ya gidiyor.
- Go without me!
- Ben olmadan git!
- I think it's really important for you to go to Boston.
- Bence Boston'a gitmen senin için çok önemli.
- Tom thought we shouldn't go.
- Tom gitmememiz gerektiğini düşünüyordu.
- Would you like to go somewhere and talk?
- Bir yere gidip konuşmak ister misiniz?
- You shouldn't have gone to such a dangerous place.
- Bu kadar tehlikeli bir yere gitmemeliydin.
- When you go abroad, you'd better keep in mind that tipping is necessary.
- Yurt dışına gittiğinizde bahşiş vermenin gerekli olduğunu aklınızda tutsanız iyi olur.
- I still can't believe Tom has gone.
- Tom'un gittiğine hala inanamıyorum.
- I think we'd better go and look for Tom.
- Bence gidip Tom'u arasak iyi olur.
- I will go, provided the weather is clear.
- Hava açık olursa gideceğim.
- Maybe I should go help him.
- Belki de gidip ona yardım etmeliyim.
- Tom persuaded Mary to go to Boston with him.
- Tom onunla Boston'a gitmesi için Mary'yi ikna etti.
- You should go help him.
- Gidip ona yardım etmelisin.
- Don't go too far afield.
- Çok uzağa gitme.
- You should go talk to her.
- Gidip onunla konuşmalısın.
- She is eager to go to France.
- O, Fransa'ya gitmek için isteklidir.
- Tom has decided to go to Boston.
- Tom Boston'a gitmeye karar verdi.
- Tom said he didn't know where Mary was planning to go.
- Tom, Mary'nin nereye gitmeyi planladığını bilmediğini söyledi.
- I'll go and get her.
- Gidip onu alacağım.
- We'll never go away.
- Asla bir yere gitmeyiz.
- Tom doesn't know why Mary wants to go to Boston.
- Tom, Mary'nin neden Boston'a gitmek istediğini bilmiyor.
- I don't need to go to college.
- Üniversiteye gitmeme gerek yok.
- I like to go to the movies.
- Sinemaya gitmeyi seviyorum.
- Tom chose to go to Boston instead of Chicago.
- Tom, Chicago yerine Boston'a gitmeyi seçti.
- That's why I told you that you shouldn't go alone.
- Yalnız gitmemen gerektiğini söylememin nedeni buydu.
- Tom has gone to the barber shop to get his hair cut.
- Tom saçını kestirmek için berber dükkanına gitti.
- I have no idea why Tom doesn't want to go to Mary's party.
- Tom'un neden Mary'nin partisine gitmek istemediği hakkında hiçbir fikrim yok.
- Do you go by train or car?
- Trenle mi yoksa arabayla mı gidiyorsun?
- Where are we going anyway?
- Nereye gidiyoruz?
- I'm not going anywhere with Tom.
- Tom'la hiçbir yere gitmiyorum.
- It's best to go to the dentist at regular intervals.
- En iyisi düzenli olarak dişçiye gitmektir.
- Why didn't you go with him?
- Neden onunla gitmedin?
- May I go now?
- Şimdi gidebilir miyim?
- Do you know why Tom didn't go to Boston with Mary?
- Tom'un neden Mary ile Boston'a gitmediğini biliyor musun?
- Klearchos tried to force the soldiers to go; but they threw stones at him.
- Klearchos askerleri gitmeleri için zorlamaya çalıştı; fakat onlar ona taş attı.
- Which beach do you like to go to?
- Hangi plaja gitmeyi seviyorsun?
- I don't think Tom knows where Mary went.
- Tom'un Mary'nin nereye gittiğini bildiğini sanmıyorum.
- Tom and Mary didn't go to school together.
- Tom ve Mary okula birlikte gitmediler.
- Tom went first.
- Tom önden gitti.
- In Japan, you never have to go too far to find a convenience store.
- Japonya'da bir bakkal bulmak için asla çok uzağa gitmenize gerek yoktur.
- You might want to go.
- Gitmek isteyebilirsin.
- He had never studied English before he went to the United States.
- Amerika'ya gitmeden önce hiç İngilizce öğrenmişti.
- Sami went to Cairo.
- Sami, Kahire'ye gitti.
- I take it you decided not to go.
- Sanırım gitmemeye karar verdin.
- Instead of going myself, I sent a letter.
- Kendim gitmek yerine, bir mektup gönderdim.
- I think we'd better go and look for Tom.
- Sanırım gidip Tom'u arasak iyi olur.
- Has he gone already?
- O zaten gitti mi?
- Aren’t they going to the ceilidh in the town?
- Kasabadaki partiye gitmiyorlar mı?
- You're not planning to go after Tom alone, are you?
- Tom'un peşinden yalnız gitmeyi planlamıyorsun, değil mi?
- I don't want to go anywhere tonight.
- Bu gece hiçbir yere gitmek istemiyorum.
- One of them will have to go.
- Biri gitmek zorunda kalacak.
- I go anywhere I want.
- İstediğim yere giderim.
- I went to the zoo last week with my brother.
- Geçen hafta kardeşimle hayvanat bahçesine gittim.
- Tom didn't know where he should go.
- Tom nereye gitmesi gerektiğini bilmiyordu.
- We both went to the concert.
- İkimiz de konsere gittik.
- Things don't always go your way.
- İşler her zaman senin istediğin gibi gitmez.
- We have to go somewhere.
- Bir yere gitmeliyiz.
- How could you let Tom go?
- Tom'un gitmesine nasıl izin verirsin?
- I must go to the toilet.
- Tuvalete gitmeliyim.
- Sami went duck hunting last weekend.
- Sami geçen hafta sonu ördek avlamaya gitti.
- I wouldn't want to go there by myself.
- Orada kendim gitmek istemem.
- I think Tom went hunting by himself.
- Sanırım Tom ava tek başına gitti.
- Are you going to Tom's bachelor party?
- Tom'un bekarlığa veda partisine gidiyor musun?
- Tom asked Mary to go to the store to buy some bread.
- Tom, Mary'den ekmek almak için markete gitmesini istedi.
- I'd really rather go alone.
- Gerçekten yalnız gitmeyi tercih ederim.
- I thought I could go.
- Gidebileceğimi düşündüm.
- I never said you couldn't go.
- Gidemeyeceğini hiç söylemedim.
- I suggest that we go to that new Chinese restaurant on Park Street.
- Park Caddesi'ndeki yeni Çin restoranına gitmeyi öneriyorum.
- Tom didn't want to go to Boston with us.
- Tom, bizimle Boston'a gitmek istemedi.
- How many times did you go to the hospital last year?
- Geçen sene hastaneye kaç kez gittin?
- Where do we go after this?
- Bundan sonra nereye gideriz?
- Is Tom seriously thinking about not going to today's meeting?
- Tom cidden bugünkü toplantıya gitmemeyi mi düşünüyor?
- Go play tennis with her.
- Onunla tenis oynamaya git.
- She immediately went to the kitchen.
- O hemen mutfağa gitti.
- I wish I had a reason not to go.
- Keşke gitmemek için bir nedenim olsaydı.
- Please go to the Surgery Department.
- Lütfen Cerrahi Bölümüne gidin.
- Tom said that he won't go ashore.
- Tom kıyıya gitmeyeceğini söyledi.
- Have you ever gone climbing on rocks?
- Hiç kayalara tırmanmaya gittin mi?
- Don't go to that kind of a place at night.
- O tür yerlere gece gitmeyin.
- Tom never misses a chance to go to Boston.
- Tom Boston'a gitme fırsatını asla kaçırmaz.
- The restaurant we're going to isn't far from here.
- Gideceğimiz restoran buradan çok uzakta değil.
- Tom has gone to Boston on urgent business.
- Tom acil bir iş için Boston'a gitti.
- I'll go if the weather's good.
- Hava iyi olursa gideceğim.
- I'm glad I don't have anywhere to go.
- Gidecek bir yerim olmadığı için mutluyum.
- Do you know where Tom and his friends went?
- Tom'un ve arkadaşlarının nereye gittiğini biliyor musun?
- We went by bus as far as London.
- Londra'ya kadar otobüsle gittik.
- I have to go talk to her.
- Onunla konuşmaya gitmek zorundayım.
- I don't think Tom will go to Boston next weekend.
- Tom'un gelecek hafta sonu Boston'a gideceğini sanmıyorum.
- Tom has a daughter that goes to the same school as Mary.
- Tom'un Mary ile aynı okula giden bir kızı var.
- I know that Tom went to Harvard.
- Tom'un Harvard'a gittiğini biliyorum.
- Go and apologize to them.
- Git ve onlardan özür dile.
- Obviously, Tom didn't want to go.
- Belli ki Tom gitmek istememiş.
- I wasn't gone long.
- Ben gideli çok olmamıştı.
- I had no intention of going there by myself.
- Oraya tek başıma gitmeye hiç niyetim yoktu.
- I suggest you go to the hospital with Tom.
- Tom'la birlikte hastaneye gitmeni öneririm.
- Tom went along with Mary.
- Tom, Mary ile birlikte gitti.
- I went to elementary school in Boston.
- Boston'da ilkokula gittim.
- Please tell us when it's time to go.
- Gitme zamanı geldiğinde lütfen bize söyle.
- Either you go now or I will make you go.
- Ya şimdi gidersin ya da seni zorla gönderirim.
- He went abroad to study English.
- İngilizce öğrenmek için yurt dışına gitti.
- I have to go to work.
- İşe gitmem gerekiyor.
- You had better go and speak to him in person.
- Gidip onunla yüz yüze konuşsanız iyi edersiniz.
- Why don't you just go get Tom?
- Neden gidip Tom'u getirmiyorsun?
- When she was a student, she went to the disco once only.
- Öğrenci olduğu zamanlar diskoya sadece bir kez gitti.
- How many times a year do you go scuba diving?
- Yılda kaç kez tüplü dalışa gidiyorsunuz?
- I must go now.
- Şimdi gitmeliyim.
- Next summer, I want to go to Hawaii.
- Önümüzdeki yaz Hawaii'ye gitmek istiyorum.
- Tom went to the park with his dog.
- Tom köpeğiyle parka gitti.
- The question is why didn't Tom go.
- Asıl soru Tom'un neden gitmediği.
- Are you going to the movies this weekend?
- Bu hafta sonu sinemaya gidecek misin?
- I don't have to go to work today.
- Bugün işe gitmeme gerek yok.
- They may go.
- Onlar gidebilirler.
- I finally decided to go and see Tom.
- Sonunda gidip Tom'u görmeye karar verdim.
- Tom's parents are going to Australia.
- Tom'un ailesi Avustralya'ya gidiyor.
- Tom is going to walk to school tomorrow.
- Tom yarın okula yürüyerek gidecek.
- I will go provided that she comes.
- Onun gelmesi şartıyla giderim.
- He plans to go to Istanbul next week.
- Gelecek hafta İstanbul'a gitmeyi planlıyor.
- Are you going to pick someone up tonight?
- Bu gece birini almaya mı gidiyorsun?
- I wonder who's going to go hiking with Tom next weekend.
- Gelecek hafta sonu kimin Tom'la yürüyüşe gideceğini merak ediyorum.
- I suggest you go to Boston.
- Boston'a gitmenizi öneririm.
- Everybody thinks Tom went to Boston.
- Herkes Tom'un Boston'a gittiğini düşünüyor.
- Tom went to warn Mary not to do that.
- Tom Mary'yi bunu yapmaması için uyarmaya gitti.
- Tom hung up the phone and went back to sleep.
- Tom telefonu kapattı ve tekrar uyumaya gitti.
- Tom saw that Mary wasn't happy and went over to cheer her up.
- Tom, Mary'nin mutlu olmadığını gördü ve onu neşelendirmek için yanına gitti.
- Let's decide together where to go first.
- Önce nereye gideceğimize birlikte karar verelim.
- Tom is planning to go to Boston next month.
- Tom gelecek ay Boston'a gitmeyi planlıyor.
- I mean to go tomorrow if the weather is fine.
- Hava güzel olursa yarın gitmeyi düşünüyorum.
- I don't even know where my older brother went.
- Ağabeyimin nereye gittiğini bile bilmiyorum.
- They went whale watching.
- Balina izlemeye gittiler.
- Where in Boston do you want to go?
- Boston'da nereye gitmek istiyorsun?
- I won't go to Australia.
- Ben Avustralya'ya gitmeyeceğim.
- You said you were going to go to Boston this weekend.
- Bu hafta sonu Boston'a gideceğini söylemiştin.
- I have to go to the bank now.
- Şimdi bankaya gitmem gerek.
- Go to the lifeboats!
- Filikalara gidin!
- My brother insisted on going there alone.
- Erkek kardeşim oraya yalnız gitmek için ısrar etti.
- Tom suggested that we go to the movies.
- Tom sinemaya gitmeyi önerdi.
- Did she go to the station to see her teacher off?
- Öğretmenini uğurlamak için istasyona mı gitti?
- I'm going to my quarters.
- Ben odama gidiyorum.
- He went to the library.
- Kütüphaneye gitti.
- He was welcome wherever he went.
- Gittiği her yerde karşılandı.
- I like going to the aquarium.
- Akvaryuma gitmeyi seviyorum.
- I'm dying to go to New York.
- New York'a gitmeye can atıyorum.
- I'm not going to go to Boston next week.
- Gelecek hafta Boston'a gitmeyeceğim.
- If Tom doesn't go, I won't go either.
- Tom gitmezse ben de gitmeyeceğim.
- I'm going to the bathroom.
- Tuvalete gidiyorum.
- I thought we should go.
- Gitmemiz gerektiğini düşündüm.
- I went to Harvard.
- Ben Harvard'a gittim.
- I wasn't sure I really wanted to go to Boston with Tom.
- Tom'la Boston'a gitmek istediğimden emin değildim.
- I might go to the movies.
- Sinemaya gidebilirim.
- We have never gone there.
- Oraya hiç gitmedik.
- You really should've gone by yourself.
- Gerçekten tek başına gitmeliydin.
- Tom says he wants to go to Boston with us.
- Tom bizimle Boston'a gitmek istediğini söylüyor.
- Do we really have to go to Boston?
- Gerçekten Boston'a gitmek zorunda mıyız?
- Tom said that he wanted to go with us.
- Tom bizimle gitmek istediğini söyledi.
- Tom went sightseeing.
- Tom gezi turuna gitti.
- I'm going to Tom's on Monday.
- Pazartesi günü Tom'a gideceğim.
- Tom didn't want to go there alone.
- Tom oraya yalnız gitmek istemedi.
- I wish I could go to Japan.
- Keşke Japonya'ya gidebilseydim.
- That's when I went to the police.
- İşte o zaman polise gittim.
- I went duck hunting last weekend.
- Geçen hafta sonu ördek avına gittim.
- Certainly they will go on holiday next month.
- Onlar gelecek ay kesinlikle tatile gidecekler.
- I went straight to bed.
- Ben doğruca yatağa gittim.
- You'll miss me when I'm gone.
- Gittiğimde beni özleyeceksin.
- I'll be going.
- Gidiyor olacağım.
- It went really well.
- O gerçekten iyi gitti.
- I'm going to drive downtown.
- Şehir merkezine gideceğim.
- I'm not going to Tom's party.
- Tom'un partisine gitmeyeceğim.
Show More (1882)
|
