1 |
will |
irade |
n. |
|
- They have the will to succeed.
- Başarılı olmak için gereken iradeye sahipler.
- Any perspective must, however, express the free democratic will of each nation.
- Ancak herhangi bir perspektif, her ulusun özgür demokratik iradesini ifade etmelidir.
- The Commission has demonstrated its will to make progress on this issue.
- Komisyon bu konuda ilerleme kaydetme iradesini ortaya koymuştur.
- The important thing is that the will is there to support high-efficiency technology regardless of size.
- Önemli olan, boyutuna bakılmaksızın yüksek verimli teknolojiyi destekleme iradesinin mevcut olmasıdır.
- Moreover, you are increasingly bending Europe’s will to US and Soviet .
- Dahası, Avrupa'nın iradesini giderek artan bir şekilde ABD ve Sovyetler Birliği'ne boyun eğdiriyorsunuz.
- The Treaty is the expression of a collective will, the expression of political balance and we must all respect this.
- Antlaşma kolektif bir iradenin ifadesidir, siyasi dengenin ifadesidir ve hepimiz buna saygı göstermeliyiz.
- The ball is in the Ministers' court and we hope that they decide that there is that will.
- Top, Bakanların sahasında ve umuyoruz ki bu iradenin var olduğuna karar verirler.
- This specious distinction implies that the States exist without reference to the will of their citizens.
- Bu aldatıcı ayrım, Devletlerin vatandaşlarının iradesine atıfta bulunmadan var olduğunu ima etmektedir.
- Such a refusal may have contradictory motives behind it and does not express Parliament's unambiguous will.
- Böyle bir reddin arkasında çelişkili nedenler olabilir ve Parlamento'nun açık iradesini ifade etmez.
- The people of Zimbabwe, however, have the will to bring about a peaceful transition.
- Bununla birlikte Zimbabve halkı barışçıl bir geçiş sürecini gerçekleştirecek iradeye sahiptir.
- The will and the resolutions of the United Nations must prevail.
- Birleşmiş Milletler'in iradesi ve kararları üstün gelmelidir.
- How much will is there to change the course of the current trend of globalisation?
- Mevcut küreselleşme eğiliminin gidişatını değiştirmek için ne kadar irade var?
- Let us make use of that will to bring about equality in European sport.
- Gelin bu iradeyi Avrupa sporunda eşitliği sağlamak için kullanalım.
- That said, however, I welcome the Council's recognition of the will of Parliament on this issue.
- Bununla birlikte, Konsey'in Parlamento'nun bu konudaki iradesini tanımasını memnuniyetle karşılıyorum.
- As you said yourself, they are an expression of the will of the people, and we must insist on that point.
- Sizin de söylediğiniz gibi bunlar halkın iradesinin bir ifadesidir ve bu noktada ısrarcı olmalıyız.
- By entrepreneurship, I do not simply mean business ownership but creating a will.
- Girişimcilik derken sadece iş sahibi olmayı değil, bir irade yaratmayı kastediyorum.
- They have respected Parliament and Parliament's will.
- Parlamentoya ve Parlamentonun iradesine saygı duydular.
- I ask everyone to work together with a genuine will to stop this practice.
- Herkesten bu uygulamayı durdurmak için samimi bir iradeyle birlikte çalışmasını rica ediyorum.
- Those who have chosen stagnation as their only strategy, maybe as a strategy for survival, should respect this will.
- Tek strateji olarak belki de hayatta kalma stratejisi olarak durgunluğu seçmiş olanlar bu iradeye saygı duymalıdır.
- Will is the crucial element here too, however.
- Ancak burada da irade çok önemli bir unsurdur.
- It is at times of difficulty that will must be shown.
- İradenin gösterilmesi gereken en zor zamanlardır.
- The Commission has also demonstrated its will and done its job.
- Komisyon ayrıca iradesini ortaya koymuş ve görevini yerine getirmiştir.
- The government of the Republic of Cyprus has demonstrated in practice its will to facilitate such a solution.
- Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti de böyle bir çözümü kolaylaştırma yönündeki iradesini pratikte ortaya koymuştur.
- This framework directive marks the end of the era of expressions of will or recommendations.
- Bu taslak yönerge, irade beyanları veya tavsiyeler döneminin sonunu işaret etmektedir.
- There must, therefore, be the will to bring about equality in sport.
- Bu nedenle sporda eşitliği sağlamak konusunda irade olmalıdır.
- It is clear that the election results did not reflect the will of the people of Zimbabwe.
- Seçim sonuçlarının Zimbabve halkının iradesini yansıtmadığı açıktır.
- We were presented with a fait accompli against our will.
- İrademiz dışında bir oldubitti ile karşı karşıya kaldık.
- There must, therefore, be the will to bring about equality in sport.
- Dolayısıyla sporda eşitliği sağlamak için irade bulunmalıdır.
- The three requests express a will to comply with the Lisbon strategy.
- Üç talep Lizbon stratejisine uyma iradesini ifade etmektedir.
- Neither the EU nor the USA had the will to make concessions to the developing countries in the area of aid and trade.
- Ne AB ne de ABD gelişmekte olan ülkelere yardım ve ticaret alanında taviz verme iradesine sahipti.
- We know how to discover the will of states.
- Devletlerin iradesini nasıl keşfedeceğimizi biliyoruz.
- These are difficult subjects, which require will and political determination in order to make progress.
- Bunlar, ilerleme kaydedilmesi için irade ve siyasi kararlılık gerektiren zor konulardır.
- As ever, all that is lacking is the will to implement them.
- Her zaman olduğu gibi, eksik olan tek şey bunları uygulama iradesidir.
- This might be able to be solved somehow or other if there is a will to do so.
- Eğer bu yönde bir irade varsa, bu sorun öyle ya da böyle çözülebilir.
- I will quote a section of this manifesto which, in my opinion, sums up the will which we have to apply to this process.
- Bu manifestodan, bence bu sürece uygulamamız gereken iradeyi özetleyen bir bölüm aktaracağım.
- The Commission puts forward a proposal and implements the will of the legislator.
- Komisyon bir öneri ortaya koyar ve yasa koyucunun iradesini uygular.
- In the context of the joint debate it was the collective will of the political groups to follow the order as indicated.
- Ortak tartışma bağlamında, belirtilen sırayı takip etmek siyasi grupların ortak iradesiydi.
- Where there is a will, there is always a way.
- İradenin olduğu yerde her zaman bir yol vardır.
- Your greatest achievement in the Spanish Presidency has been your will, your team's capacity for work.
- İspanya Başkanlığındaki en büyük başarınız sizin iradeniz ve ekibinizin çalışma kapasitesi olmuştur.
- I believe that the United Nations' will is now to secure that goal.
- Birleşmiş Milletler'in iradesinin artık bu hedefi güvence altına almak olduğuna inanıyorum.
- To this end, the governments of the Union must possess the necessary will and must provide the necessary resources.
- Bu amaçla Birlik hükümetleri gerekli iradeye sahip olmalı ve gerekli kaynakları sağlamalıdır.
- Should you decide to act on that deplorable idea, you will be freed from your chains, if necessary against your will!
- Bu içler acısı fikre göre hareket etmeye karar verirseniz, gerekirse iradeniz dışında zincirlerinizden kurtulacaksınız!
- The will must be there though, and European and national investment at the ready.
- Yine de irade orada olmalı ve Avrupa ve ulusal yatırımlar hazır olmalıdır.
- Any perspective must, however, express the free democratic will of each nation.
- Bununla birlikte, herhangi bir perspektif, her ulusun özgür demokratik iradesini ifade etmelidir.
- With these amendments we are expressing our will to overcome once and for all the problems of our outermost regions.
- Bu değişikliklerle en dış bölgelerimizin sorunlarını bir kerede ve tamamen aşma irademizi ifade ediyoruz.
- This might be able to be solved somehow or other if there is a will to do so.
- Eğer bu yönde bir irade varsa, bir şekilde çözüme kavuşturulabilir.
- However, we must say that it also expresses the will of the European citizens.
- Ancak bunun aynı zamanda Avrupa vatandaşlarının iradesini de ifade ettiğini söylemeliyiz.
- She also says that there must be a political will in Council.
- Ayrıca Konsey'de siyasi bir irade olması gerektiğini söylüyor.
- However, concerning this point I would like to say that it can probably be solved with the right will.
- Ancak bu nokta ile ilgili olarak doğru irade ile muhtemelen çözülebileceğini söylemek isterim.
- Tom has no will power.
- Tom'un iradesi yok.
- Tom did that against his will.
- Tom bunu kendi iradesine karşı yaptı.
- He has a weak will.
- Zayıf bir iradesi var.
- He has a will of steel.
- Çelikten bir iradesi var.
- He's always trying to impose his will.
- O her zaman iradesini empoze etmeye çalışıyor.
- I have no will power.
- Hiç iradem yok.
- The first lesson in democracy is to abide by the will of the people.
- Demokrasinin ilk dersi halkın iradesine uymaktır.
- He has a will of steel.
- Çelik gibi bir iradesi var.
- It takes will power to give up smoking.
- Sigarayı bırakmak irade ister.
- He's always trying to impose his will.
- Her zaman kendi iradesini dayatmaya çalışıyor.
- I hate myself for not having the will power to quit eating junk food.
- Abur cubur yemeyi bırakacak iradeye sahip olmadığım için kendimden nefret ediyorum.
- We just need the will to do so.
- Bunu yapmak için iradeye ihtiyacımız var.
- I wish I had the will power to stop eating junk food.
- Keşke abur cubur yemeyi bırakacak iradem olsaydı.
- The first lesson in democracy is to abide by the will of the people.
- Demokraside ilk ders halkın iradesine uymaktır.
- You've got a strong will.
- Güçlü bir iradeye sahipsin.
- I went there on my own free will.
- Oraya kendi irademle gittim.
- I have a strong will.
- Güçlü bir iradem var.
- Tom doesn't have the will power to quit smoking.
- Tom'un sigarayı bırakma iradesi yok.
- I wish I had the will power to stay on a diet.
- Keşke diyete devam edecek iradem olsaydı.
- What is more important, the will or the way to achieve a goal?
- Hangisi daha önemli, irade mi yoksa bir hedefe ulaşmak için yol mu?
- I have courage and a strong will.
- Cesaretim ve güçlü bir iradem var.
- He has a strong will.
- Güçlü bir iradesi var.
- He was made to sign the contract against his will.
- Sözleşmeyi iradesi dışında imzalamak zorunda bırakıldı.
- I have no will power when it comes to dieting.
- İş diyet yapmaya gelince hiç iradem yok.
- I have no will power when it comes to exercising.
- Egzersiz yapmaya gelince hiç iradem yok.
- We must respect the will of the individual.
- Bireyin iradesine saygı göstermeliyiz.
- He seems like a softy on the surface, but at the core he's got an iron will that makes him an extremely tough negotiator.
- Dışarıdan yumuşak biri gibi görünüyor ama özünde onu son derece sert bir müzakereci yapan demir gibi bir iradesi var.
- He's a man with an iron will.
- Demir gibi iradesi olan bir adam.
- I have a strong will.
- Benim güçlü bir iradem var.
- They want to choose their mates by their own will.
- Eşlerini kendi iradeleriyle seçmek istiyorlar.
- You've got a strong will.
- Senin güçlü bir iraden var.
- It's a question of will power.
- Bu bir irade meselesi.
Show More (78)
|
2 |
will |
istek |
n. |
|
- They forced me to sign a waiver against my will.
- Beni isteğim dışında bir feragatname imzalamaya zorladılar.
- But if the will is there, a lot can be achieved.
- Ancak istek varsa çok şey başarılabilir.
- I hope that the European Union will know how to give a tangible sign of its willingness to enlarge.
- Avrupa Birliği'nin genişleme isteğinin somut bir işaretini nasıl vereceğini bileceğini umuyorum.
- Time is short, but if the will is there I am confident we can have a CFP fit for this century.
- Zaman kısa, ancak eğer istek varsa bu yüzyıla uygun bir OBP'ye sahip olabileceğimize eminim.
- We hope that Member States will not ignore or dismiss this House's wish for action.
- Üye Devletlerin bu Meclisin harekete geçme isteğini görmezden gelmeyeceklerini ya da göz ardı etmeyeceklerini umuyoruz.
- However, we will probably have to carry on debating the wishes of the Nation States, which I take very seriously.
- Bununla birlikte muhtemelen çok ciddiye aldığım Ulus Devletlerin isteklerini tartışmaya devam etmek zorunda kalacağız.
- Where there is a will there is a way'.
- İstek varsa yol da vardır'.
- I will try to live up to that request.
- Bu isteği yerine getirmeye çalışacağım.
- Will it persist in its attitude or will it bow to the wishes of the budgetary authority?
- Tutumunda ısrar mı edecek yoksa bütçe otoritesinin isteklerine boyun mu eğecek?
- Some have already expressed their will.
- Bazıları zaten isteklerini ifade etmişlerdir.
- It has, however, happened that women have been sterilised against their will.
- Bununla birlikte, kadınların kendi istekleri dışında kısırlaştırıldığı da olmuştur.
- Hundreds of thousands of people have been forced into labour or displaced against their will.
- Yüz binlerce insan zorla çalıştırıldı veya kendi istekleri dışında yerlerinden edildi.
- Where there is a will, there is a way.
- İsteğin olduğu yerde, yol da vardır.
- Let us encourage that first try, that second try, the will to keep on trying.
- İlk denemeyi, ikinci denemeyi ve denemeye devam etme isteğini teşvik edelim.
- The internal market has enormous potential and we can overcome any difficulty if we have to will to succeed.
- İç pazar muazzam bir potansiyele sahiptir ve eğer başarma isteğimiz varsa her türlü zorluğun üstesinden gelebiliriz.
- I hope that many will feel prompted to respond and present their views before part two appears.
- İkinci bölüm yayınlanmadan önce pek çok kişinin yanıt verme ve görüşlerini sunma isteği duyacağını umuyorum.
- The time that the debate begins does not depend on my will.
- Tartışmanın başlama zamanı benim isteğime bağlı değildir.
- It has, however, happened that women have been sterilised against their will.
- Bununla birlikte kadınların kendi istekleri dışında kısırlaştırıldığı da olmuştur.
- He was made to sign the contract against his will.
- Anlaşmaya isteği dışında imza attırıldı.
- I did the work against my will.
- İşi kendi isteğim dışında yaptım.
- Everything happens according to the will of God.
- Her şey Allah'ın isteğine göre olur.
- I will accept his request.
- İsteğini kabul edeceğim.
- Tom did that against his will.
- Tom bunu kendi isteği dışında yaptı.
- She gave up her plans against her will.
- O kendi isteği dışında planlarından vazgeçti.
- He lost the will to carry on.
- Devam etme isteğini kaybetti.
- Where there's a will, there's a way.
- İsteğin olduğu yerde, bir yol vardır.
- God's will is unquestionable.
- Allah'ın isteği sorgulanamaz.
- He made me sign the paper against my will.
- Bana isteğim dışında kağıt imzalattı.
- He made me go against my will.
- Beni isteğim dışında gitmeye zorladı.
- Tom did it against his will.
- Tom bunu kendi isteği dışında yaptı.
- She got married against her father's will.
- Babasının isteği dışında evlendi.
- He left everything to her in his will.
- Kendi isteğiyle her şeyi ona bıraktı.
- Where there's a will, there's a way.
- İstek varsa, yol da vardır.
- I just want to do God's will.
- Ben sadece Tanrı'nın isteğini yapmak istiyorum.
- I went there on my own free will.
- Oraya kendi isteğimle gittim.
- She gave up her plans against her will.
- Kendi isteği dışında planlarından vazgeçti.
- Everything happens according to the will of God.
- Her şey Tanrı'nın isteğine göre olur.
- I hope that you will accept my request.
- Umarım isteğimi kabul edersiniz.
- We must respect the will of the individual.
- Bireyin isteğine saygı göstermeliyiz.
- He lost the will to carry on.
- O, devam etme isteğini kaybetti.
- We will not bend to the will of a tyrant.
- Biz zalimin isteğine boyun eğmeyeceğiz.
- I was forced to drink against my will.
- İsteğim dışında içmeye zorlandım.
- When there's a will, there's a way.
- İstek varsa, yol da vardır.
- I'm afraid she will turn down my request.
- İsteğimi geri çevirmesinden korkuyorum.
- I hope that you will accept my request.
- Benim isteğimi kabul edeceğinizi umuyorum.
- No one can force you to do anything against your will.
- Kimse sizi isteğiniz dışında bir şey yapmaya zorlayamaz.
- I was forced to take the drug against my will.
- İsteğim dışında ilacı almaya zorlandım.
- He did the work against his will.
- İşi kendi isteği dışında yaptı.
- I just want to do God's will.
- Sadece Tanrı'nın isteğini yapmak istiyorum.
- She did it against her will.
- Bunu kendi isteği dışında yaptı.
- She didn't marry him of her own will.
- Onunla kendi isteğiyle evlenmedi.
- We will not bend to the will of a tyrant.
- Bir zorbanın isteğine boyun eğmeyeceğiz.
- What is more important, the will or the way to achieve a goal?
- Hangisi daha önemli, istek mi yoksa bir amaca ulaşma yolu mu?
- I did that against my will.
- Bunu isteğim dışında yaptım.
- I was brought here against my will.
- Buraya isteğim dışında getirildim.
Show More (52)
|
3 |
will |
vasiyet |
n. |
|
- The family gathered to discuss their father's will.
- Aile, babalarının vasiyetini görüşmek üzere bir araya geldi.
- His father left him the house in his will.
- Babası vasiyetinde evi ona bırakmış.
- Will, will Will will Will Will’s will?
- Will, Will vasiyetini Will'e miras bırakacak mı?
- Tom didn't sign his will.
- Tom vasiyetini imzalamadı.
- Tom has changed his will several times.
- Tom birkaç kez vasiyetini değiştirdi.
- His father left him the house in his will.
- Babası vasiyetinde evi ona bıraktı.
- May I read the rest of the will now?
- Şimdi vasiyetin gerisini okuyabilir miyim?
- Sami read Layla's will.
- Sami, Layla'nın vasiyetini okudu.
- Did your uncle show you his new will?
- Amcan sana yeni vasiyetini gösterdi mi?
- Tom left everything to Mary in his will.
- Tom vasiyetinde her şeyi Mary'ye bıraktı.
- When Aunt Mary passed away without making a will, her death was a total loss.
- Mary Teyze vasiyet bırakmadan vefat ettiğinde, ölümü tam bir kayıp oldu.
- The lawyer drew up my will.
- Avukat benim vasiyetimi düzenledi.
- He made his will last year.
- O, vasiyetini geçen yıl yaptı.
- According to Tom's will, Mary will inherit his entire estate.
- Tom'un vasiyetine göre, Mary onun tüm gayrimenkulünü miras olarak alacak.
- In his will, he left a fortune to his wife.
- O, vasiyetinde karısına bir servet bıraktı.
- When Aunt Mary passed away without making a will, her death was a total loss.
- Mary teyze vasiyet yapmadan öldüğünde, onun ölümü toplam zarardı.
- His will did not mention her.
- Onun vasiyeti ondan bahsetmiyordu.
- Tom has changed his will several times.
- Tom vasiyetini birkaç kez değiştirdi.
- Tom died without a will.
- Tom vasiyeti olmadan öldü.
- I'm writing my will.
- Vasiyetimi yazıyorum.
- Sami's will left almost everything to Layla.
- Sami'nin vasiyeti neredeyse her şeyi Leyla'ya bırakmaktı.
- The lawyer drew up my will.
- Avukat vasiyetimi hazırladı.
- He left everything to her in his will.
- Vasiyetinde her şeyi ona bırakmış.
- He left all his property to his wife in his will.
- Vasiyetinde tüm mal varlığını karısına bıraktı.
- The old man made out his will.
- Yaşlı adam vasiyetini hazırladı.
- A week before she died she changed her will and left her entire fortune to her dog Pookie.
- Ölmeden bir hafta önce vasiyetini değiştirdi ve tüm servetini köpeği Pookie'ye bıraktı.
- Have you read his will?
- Vasiyetini okudun mu?
- I asked the lawyer to make out my will.
- Avukattan vasiyetimi hazırlamasını istedim.
- According to Tom's will, Mary will inherit his entire estate.
- Tom'un vasiyetine göre, Mary tüm mirası alacaktı.
- My father left me a lot of money in his will.
- Babam vasiyetinde bana çok para bıraktı.
- Do you have a will?
- Vasiyetin var mı?
- He died without having made a will.
- Vasiyet bırakmadan öldü.
- May I read the rest of the will now?
- Vasiyetin geri kalanını şimdi okuyabilir miyim?
- Her father left her the house in his will.
- Babası vasiyetinde evi ona bıraktı.
- He made his will last year.
- Vasiyetini geçen yıl yaptı.
- He left all his property to his wife in his will.
- O vasiyetinde tüm servetini karısına bıraktı.
- His will did not mention her.
- Vasiyetinde ondan bahsetmemiş.
- We found a copy of Tom's will.
- Tom'un vasiyetinin bir kopyasını bulduk.
- I asked the solicitor to make out my will.
- Avukattan vasiyetimi hazırlamasını istedim.
- Tom left everything to Mary in his will.
- Tom vasiyetindeki her şeyi Mary'ye bıraktı.
- In his will, he left a fortune to his wife.
- Vasiyetinde karısına bir servet bırakmış.
- Do you have a will?
- Bir vasiyetin var mı?
- He died without having made a will.
- Bir vasiyet yapmadan öldü.
- I asked the solicitor to make out my will.
- Avukattan vasiyetimi yazmasını rica ettim.
Show More (41)
|
4 |
will |
vasiyetname |
n. |
|
- He has drawn up a will.
- Bir vasiyetname hazırladı.
- He made a will last year.
- Geçen yıl bir vasiyetname hazırladı.
- My uncle made a will last year.
- Amcam geçen yıl bir vasiyetname hazırladı.
- He has drawn up a will.
- O, bir vasiyetname hazırladı.
Show More (1)
|
5 |
will |
(talep-rica bildiren) ar/er |
v. |
|
- Will you take that phone call outside!
- Şu telefon konuşmasını dışarıda yapar mısın!
Show More (-2)
|
6 |
will |
ecek/acak |
v. |
|
- I will be at the office tomorrow.
- Yarın ofiste olacağım.
Show More (-2)
|
7 |
will |
(nazikçe teklif amaçlı) er/ar |
v. |
|
- Will you have wine or whiskey?
- Şarap ya da viski alır mısınız?
Show More (-2)
|
8 |
will |
ebilir/abilir |
v. |
|
- The cabin will accommodate ten people.
- Kulübede on kişi konaklayabilir.
Show More (-2)
|
9 |
will |
ecektir/acaktır |
v. |
|
- The truth will come out eventually.
- Gerçek er ya da geç ortaya çıkacaktır.
Show More (-2)
|
10 |
will |
(şikayet amaçlı) -yor |
v. |
|
- He will keep complaining about having no money.
- Parasız olduğundan şikayet edip duruyor.
Show More (-2)
|
11 |
will |
(vasiyetle) miras bırakmak |
v. |
|
- My father willed his house to my sister.
- Babam evini kız kardeşime miras bıraktı.
Show More (-2)
|
12 |
will |
(rica amaçlı) er/ar |
v. |
|
- Will you turn around so I can see the back of the dress?
- Elbisenin arkasını görebilmem için arkanı döner misin?
Show More (-2)
|
13 |
will |
meli/malı |
v. |
|
- That will be my mother calling.
- Annem arıyor olmalı.
Show More (-2)
|