|
- Whether the glass is half full or half empty.
- Bardağın yarısı dolu mu yoksa yarısı boş mu?
- Over half of the working population does not have Luxembourg citizenship.
- Çalışan nüfusun yarısından fazlası Lüksemburg vatandaşlığına sahip değildir.
- Of Europe's hundred largest lakes, half are in Finland.
- Avrupa'nın en büyük yüz gölünün yarısı Finlandiya'da bulunuyor.
- Over half the complaints, therefore, focus on these two areas.
- Bu nedenle şikayetlerin yarısından fazlası bu iki alana odaklanmaktadır.
- The opposition leader Aung San Suu Kyi has spent half of the past 14 years under house arrest.
- Muhalefet lideri Aung San Suu Kyi son 14 yılın yarısını ev hapsinde geçirdi.
- Sustainable peace cannot be created if half the human race is ignored.
- İnsan ırkının yarısı göz ardı edilirse sürdürülebilir barış yaratılamaz.
- Some 7.2 million Zimbabweans, more than half the population, are living on the brink of starvation.
- Yaklaşık 7.2 milyon Zimbabveli, yani nüfusun yarısından fazlası açlık sınırında yaşıyor.
- Moreover, the House is half-full today.
- Üstelik bugün Meclisin yarısı dolu.
- No more than half of the debt cancellations promised in 2000 have been realised to date.
- Bugüne kadar 2000 yılında vaat edilen borç iptallerinin yarısından fazlası gerçekleştirilmemiştir.
- More than half the relevant Commission resources will go to such transactions.
- İlgili Komisyon kaynaklarının yarısından fazlası bu tür işlemlere harcanacaktır.
- Together, they produce more than half of what is produced throughout the world.
- Birlikte, dünya genelinde üretilenin yarısından fazlasını üretmektedirler.
- The sea is the neglected half of our planet, ladies and gentlemen.
- Deniz, gezegenimizin ihmal edilen yarısıdır, bayanlar ve baylar.
- Half of this is a result of technical losses.
- Bunun yarısı, teknik kayıpların bir sonucudur.
- More than half of the revenues on which the country survives are now derived from foreign aid.
- Ülkenin geçimini sağlayan gelirlerin yarısından fazlası artık dış yardımlardan elde ediliyor.
- Today, half the world lives on less than two dollars a day.
- Bugün dünyanın yarısı günde iki dolardan daha az bir gelirle yaşamaktadır.
- It has already been mentioned here today that over half of the population is dependent on food aid.
- Nüfusun yarısından fazlasının gıda yardımına bağımlı olduğu bugün burada dile getirilmişti.
- You have more than half the Community's gross tonnage and plenty of experience.
- Topluluğun gros tonajının yarısından fazlasına ve çok sayıda deneyime sahipsiniz.
- In 2001, for example, only half the money originally envisaged by the Member States was called.
- Örneğin 2001 yılında, Üye Devletler tarafından başlangıçta öngörülen paranın sadece yarısı çağrıldı.
- These days, Spain wants to tap half of the Ebro's water to promote tourism in southern Spain.
- Bugünlerde İspanya, güney İspanya'da turizmi teşvik etmek için Ebro'nun suyunun yarısını kullanmak istiyor.
- We know that women are still very much under-represented, even though they make up half of Europe's population.
- Avrupa nüfusunun yarısını oluşturmalarına rağmen kadınların hala çok az temsil edildiğini biliyoruz.
- What is this economic organisation which forces half of the world's population to live on less than two dollars a day?
- Dünya nüfusunun yarısını günde iki dolardan daha az bir parayla yaşamaya zorlayan bu ekonomik organizasyon nedir?
- It is worth reminding ourselves that the polluter pays principle is only half the story.
- Kirleten öder ilkesinin hikayenin sadece yarısı olduğunu kendimize hatırlatmakta fayda var.
- Although true, that is only half the truth.
- Doğru olsa da, bu gerçeğin sadece yarısıdır.
- A divide which, forty years ago, was only half that size.
- Kırk yıl önce bunun sadece yarısı kadar olan bir bölünme.
- Less than half of the population in Ireland has public breast-screening services available.
- İrlanda'da nüfusun yarısından azına meme taraması hizmeti sunulmaktadır.
- This, then, is the time of half-full glasses, of optimism, of benefits.
- O halde bu, yarı dolu bardakların, iyimserliğin ve faydaların zamanıdır.
- Now - halfway through the Commission's mandate - this is also evident in practice.
- Şimdi, yani Komisyon'un görev süresinin yarısında, bu durum uygulama bakımından da kendini göstermektedir.
- That is nearly halfway towards our Kyoto target of -8%.
- Bu, Kyoto hedefimiz olan -%8'e giden yolun neredeyse yarısıdır.
- Of course, what I am saying is true, but it is only half the story.
- Elbette söylediklerim doğru, ancak bu hikâyenin sadece yarısı.
- We account for almost half of all the world's coffee imports.
- Dünya kahve ithalatının neredeyse yarısını biz yapıyoruz.
- We need to have higher-profile representation in a continent comprising half of the world's population.
- Dünya nüfusunun yarısını oluşturan bir kıtada daha yüksek profilli bir temsiliyete ihtiyacımız var.
- More than half of the population in the world gets less than two dollars per day.
- Dünya nüfusunun yarısından fazlası günde iki dolardan daha az gelir elde etmektedir.
- This, then, is the time of half-full glasses, of optimism, of benefits.
- O halde bu, yarısı dolu bardakların, iyimserliğin ve faydaların zamanıdır.
- The EU will soon have 450 million citizens, and over half of them are women.
- AB'nin yakında 450 milyon vatandaşı olacak ve bunların yarısından fazlasını kadınlar oluşturacak.
- Of course, what I am saying is true, but it is only half the story.
- Elbette söylediklerim doğru, ancak bu hikayenin sadece yarısı.
- Moreover, the House is half-full today.
- Üstelik bugün Meclis'in yarısı dolu.
- We account for almost half of all the world's coffee imports.
- Dünya kahve ithalatının neredeyse yarısını biz gerçekleştiriyoruz.
- Pending a decision, one of the two companies has paid only half the amount of fees for using the port.
- Kararı bekleyen iki şirketten biri, liman kullanım ücretinin sadece yarısını ödedi.
- Half of that amount should be earmarked for the least developed countries.
- Bu miktarın yarısı en az gelişmiş ülkeler için ayrılmalıdır.
- The four big companies together buy almost half the coffee beans produced around the world.
- Dört büyük şirket birlikte dünya genelinde üretilen kahve çekirdeklerinin neredeyse yarısını satın almaktadır.
- Why is there this fear, this wish to keep secret a document that is already half-known?
- Neden bu korku, zaten yarısı bilinen bir belgeyi gizli tutma isteği var?
- Together, they produce more than half of what is produced throughout the world.
- Birlikte, dünya genelinde üretilenin yarısından fazlasını üretiyorlar.
- In the common position, just over half were accepted either as they stood or at least in spirit.
- Ortak tutumun yarısından biraz fazlası olduğu gibi ya da en azından ruhu itibariyle kabul edildi.
- If present trends continue, over half the pollution produced in the EU will be out at sea.
- Mevcut eğilimler devam ederse, AB'de üretilen kirliliğin yarısından fazlası denizlerde olacaktır.
- Why are women not being voted for, then, if more than half of the electorate are women?
- O halde seçmenlerin yarısından fazlası kadınsa neden kadınlara oy verilmiyor?
- Half truths are being used to make millions of women insecure and deprive them of their rights.
- Yarı doğrular milyonlarca kadını güvensiz kılmak ve haklarından mahrum etmek için kullanılıyor.
- The CAP accounts for almost half of the EU budget and it is only correct that every euro spent should be accounted for.
- OTP, AB bütçesinin neredeyse yarısını oluşturmaktadır ve harcanan her avronun hesabının verilmesi doğrudur.
- Mobility in Europe is less than half that of the United States.
- Avrupa'daki hareketlilik Amerika Birleşik Devletleri'nin yarısından daha azdır.
- More than half the population earns less than two dollars a day.
- Nüfusun yarısından fazlası günde iki dolardan az kazanıyor.
- We constitute at least half the population.
- Nüfusun en az yarısını biz oluşturuyoruz.
- But this is only half the story.
- Ancak bu hikayenin sadece yarısı.
- At least half the world's population will have fresh water.
- Dünya nüfusunun en az yarısı tatlı suya kavuşacak.
- Athletes who take vitamin C regularly are half as likely to catch a cold as athletes who don't.
- Düzenli olarak C vitamini alan sporcuların soğuk algınlığına yakalanma olasılığı, almayan sporcuların yarısı kadardır.
- And more than half of the country wants a new president.
- Ülkenin yarısından çoğu da yeni bir başkan istiyor.
- And more than half of the country wants a new president.
- Ve ülkenin yarısından fazlası yeni bir başkan istiyor.
- And more than half of the country wants a new president.
- Ve ülkenin yarısından fazlası yeni bir cumhurbaşkanı istiyor.
- I ate about half of it and left the rest on my plate.
- Yarısını yedim ve kalanını tabağımda bıraktım.
- You look half asleep.
- Sen yarı uykuda görünüyorsun.
- I only believe half of what I read on the internet.
- İnternette okuduklarımın sadece yarısına inanırım.
- Everything in the store is half price this week.
- Bu hafta mağazadaki her şey yarı fiyatına.
- Tom lost half of his chocolate bar, but he gained one friend.
- Tom çikolatasının yarısını kaybetti ama bir dost kazandı.
- He has half as many books as me.
- Kitaplarımın yarısı kadar kitabı var.
- Tom was half asleep.
- Tom yarı uykudaydı.
- Tom only makes about half as much as Mary does.
- Tom Mary'nin sadece yarısı kadar kazanıyor.
- Life is half spent before we know what it is.
- Biz hayatın ne olduğunu anlayana dek yarısı geçmiş olur.
- Tom is half asleep.
- Tom yarı uyuyor.
- I have only half as many books as you do.
- Benim senin yarısı kadar kitabım var.
- Keep your eyes wide open before marriage and half shut afterwards.
- Evlenmeden önce gözlerinizi dört açın, evlendikten sonra da yarı kapalı tutun.
- The pupil was half asleep in class.
- Öğrenci sınıfta yarı uyuyordu.
- Tom was listening with his eyes half closed.
- Tom gözleri yarı kapalı dinliyordu.
- I was sitting on the couch half asleep.
- Kanepede yarı uykulu oturuyordum.
- More than half the residents are opposed to the plan.
- Sakinlerin yarısından fazlası plana karşı çıkıyor.
- Tom has only done half of his homework.
- Tom sadece ev ödevinin yarısını yaptı.
- Tom lost half of his family.
- Tom ailesinin yarısını kaybetti.
- She looks half her age.
- O, yarı yaşında görünüyor.
- Tom can do twice the work in half the time.
- Tom bunun yarısı kadar sürede iki kat daha fazla iş yapabilir.
- Can you pay half the bill?
- Faturanın yarısını ödeyebilir misin?
- Tom gave half his money to charity.
- Tom parasının yarısını hayır kurumlarına verdi.
- You can have half of my sandwich.
- Sandviçimin yarısını alabilirsin.
- You should only believe about half the things Tom says.
- Tom'un söylediklerinin sadece yarısına inanmalısınız.
- More than half of the languages spoken in our world today are endangered.
- Bugün dünyamızda konuşulan dillerin yarısından fazlası tehlike altında.
- Tom looks like he's half asleep.
- Tom yarı uykulu gibi görünüyor.
- More than half of the Union troops were captured.
- Birlik askerlerinin yarısından fazlası esir alındı.
- Five hundred soldiers were sent to the city, with less than half of them surviving.
- Şehre beş yüz asker gönderildi ve bunların yarısından azı hayatta kaldı.
- Tom looks half his age.
- Tom yarı yaşında gösteriyor.
- You're half right.
- Yarı haklısın.
- Tom offered Mary half of his sandwich.
- Tom Mary'ye sandviçinin yarısını ikram etti.
- Tom lay awake half the night, thinking about what he should do.
- Tom gecenin yarısında ne yapması gerektiğini düşünerek uyanık kaldı.
- A good start is half the work.
- İyi bir başlangıç, işin yarısıdır.
- A third is less than a half.
- Üçte biri, yarısından daha azdır.
- We bought a grand piano which took up half of our living room.
- Oturma odamızın yarısını kaplayan bir kuyruklu piyano aldık.
- Pluto is only about half the width of the United States.
- Plüton, Amerika Birleşik Devletleri'nin sadece yarısı kadar bir genişliğe sahiptir.
- Tom lived half his life in Boston.
- Tom hayatının yarısını Boston'da yaşadı.
- Tom and Mary save over half of their income each year.
- Tom ve Mary her yıl gelirlerinin yarısından fazlasını biriktiriyor.
- Tom doesn't know the half of it.
- Tom yarısını bile bilmiyor.
- I wish I could speak French half as well as you can.
- Keşke senin konuşabildiğinin yarısı kadar iyi Fransızca konuşabilsem.
- The Communist Renaissance began in the latter half of the 21st century.
- Komünist Rönesans 21. yüzyılın ikinci yarısında başladı.
- She looks half her age.
- Yarı yaşında görünüyor.
- We sat up half the night just talking.
- Gecenin yarısını oturup konuşarak geçirdik.
- A good question contains half the answer.
- İyi bir soru, yanıtın yarısını içerir.
- Tom converted about half of his yen into dollars and the other half into euros.
- Tom elindeki yenlerin yaklaşık yarısını dolara, diğer yarısını da avroya çevirdi.
- Tom only did half his homework.
- Tom sadece ev ödevinin yarısını yaptı.
- The drinks are half price until six.
- İçkiler saat altıya kadar yarı fiyatına.
- In that case you only have to pay half the price.
- Bu durumda sadece fiyatın yarısını ödemek zorundasınız.
- Tom looks half asleep.
- Tom yarı uykulu görünüyor.
- That bridge is half as long as this one.
- O köprü, bunun yarısı kadar uzundur.
- She half dragged, half carried the log.
- Kütüğü yarı sürükledi, yarı taşıdı.
- Keep your eyes wide open before marriage, half shut afterwards.
- Evlenmeden önce gözlerinizi dört açın, evlendikten sonra yarı kapalı tutun.
- I'm still half asleep.
- Hala yarı uykuluyum.
- The population of Italy is about half as large as that of Japan.
- İtalya'nın nüfûsu, Japonya'nınkinin yaklaşık yarısı kadardır.
- As a teacher you should try to win the pupils' confidence, that is half the battle.
- Bir öğretmen olarak öğrencilerin güvenini kazanmaya çalışmalısınız, bu, savaşın yarısıdır.
- Give me half of it.
- Bana yarısını ver.
- I'll give him half of my share.
- Payımın yarısını ona vereceğim.
- I didn't understand half of what he was saying.
- Söylediklerinin yarısını anlamadım.
- Mexico has half as many people as Japan.
- Meksika'da Japonya'nın yarısı kadar insan yaşıyor.
- I'm half your age.
- Senin yarı yaşındayım.
- My canteen is already half empty.
- Mataramın yarısı zaten boş.
- More than half of the residents are opposed to the plan.
- Oturanların yarısından daha fazlası plana karşı çıkıyor.
- I can give you half of my sandwich.
- Sana sandviçimin yarısını verebilirim.
- He left his wife and shacked up with a woman half her age.
- Karısını terk etti ve onun yarı yaşında bir kadınla birlikte oldu.
- The meat is only half cooked.
- Et yarı pişmiş.
- Tom has only done half his homework.
- Tom sadece ev ödevinin yarısını yaptı.
- I don't recognize over half of these names.
- Bu isimlerin yarısından fazlasını tanımıyorum.
- Scientists say more than half of Australia's Great Barrier Reef has been destroyed in the past 30 years.
- Bilim insanları, Avustralya'nın Büyük Set Resifi'nin yarısından fazlasının son 30 yılda yok olduğunu söylüyor.
- Tom only did half of his homework.
- Tom ödevinin sadece yarısını yaptı.
- The one that is able to define a problem, already solved half of it.
- Bir sorunu tanımlayabilen, zaten onun yarısını çözmüştür.
- Five hundred soldiers were sent to the city, and less than half of them survived.
- Şehre beş yüz asker gönderildi ve yarısından azı hayatta kaldı.
- Tom was half naked.
- Tom yarı çıplaktı.
- A beautiful face is half of the dowry.
- Güzel bir yüz çeyizin yarısıdır.
- You should only believe about half of what Tom says.
- Tom'un söylediklerinin sadece yarısına inanmalısınız.
- Don't believe anything you hear and only half of what you see.
- Duyduğun hiçbir şeye ve gördüklerinin yarısına inanma.
- Loving is half of believing.
- Sevmek inanmanın yarısıdır.
- Tom and Mary save half of their income every year.
- Tom ve Mary her yıl gelirlerinin yarısını biriktirirler.
- Half the students were absent.
- Öğrencilerin yarısı yoktu.
- Tom donates half his salary to his favorite charity.
- Tom maaşının yarısını en sevdiği hayır kurumuna bağışlıyor.
- So, is the glass half full or half empty?
- Bardağın yarısı dolu mu yoksa boş mu?
- I wish I could speak French half as well as you do.
- Keşke ben de senin yarısı kadar Fransızca konuşabilseydim.
- I wish I could speak French half as well as you do.
- Keşke senin konuştuğunun yarısı kadar Fransızca konuşabilsem.
- We've already eliminated half the possibilities.
- Olasılıkların yarısını çoktan eledik.
- Would you like half my sandwich?
- Sandviçimin yarısını ister misin?
- Tom looks half asleep.
- Tom yarı uyuyor gibi görünüyor.
- This car can deactivate half of its engine's cylinders.
- Bu araba, motor silindirlerinin yarısını devre dışı bırakabilir.
- She agreed that she would pay half the rent.
- Kiranın yarısını ödemeyi kabul etti.
- That's only half the story.
- Bu hikayenin sadece yarısı.
- Believe none of what you hear and a half of what you see.
- Duyduklarınızın hiçbirine, gördüklerinizin yarısına inanmayın.
- The bird was half the size of a hawk.
- Kuş bir şahinin yarısı büyüklüğündeydi.
- I got half the things you asked me to get.
- Almamı istediğin şeylerin yarısını aldım.
- The decanter is still half full.
- Şarap sürahisinin hâlâ yarısı dolu.
- You can have half of this.
- Bunun yarısını alabilirsin.
- I didn't understand half of what she was saying.
- Ben de onun söylediklerinin yarısını anlamadım.
- I'd like to know how much the meal was because I'd like to pay my half.
- Ben yarısını ödemek istediğim için yemeğin ne kadar olduğunu bilmek istiyorum.
- The job is already half done.
- İşin yarısı bitti bile.
- Ice bear's mother has not eaten for four months and has lost half of her body weight.
- Buz ayısının annesi dört aydır bir şey yememiş ve vücut ağırlığının yarısını kaybetmiş.
- A good question contains half the answer.
- İyi bir soru cevabın yarısını içerir.
- The door is half closed.
- Kapı yarı kapalı.
- You haven't heard the half of it yet.
- Daha yarısını dinlemedin.
- The bird was half as large as an eagle.
- Kuş, bir kartalın yarısı kadar büyüktü.
- Once more than half of the disc of the Moon is illuminated, it has a shape we call gibbous.
- Ay diskinin yarısından fazlası aydınlandığında, gibbous dediğimiz bir şekle sahip olur.
- The population of Italy is about half as large as that of Japan.
- İtalya'nın nüfusu Japonya'nın yaklaşık yarısı kadar.
- Around half of middle-school students in Japan have mobile phones, but if you look at those in high school then 97% have them.
- Japonya'daki ortaokul öğrencilerinin yaklaşık yarısında cep telefonu var, ancak lisedekilere bakarsanız %97'sinde var.
- Half of you are idiots.
- Sizin yarınız aptalsınız.
- A sin confessed is half forgiven.
- İtiraf edilen bir günahın yarısı affedilir.
- Tom took half of the money.
- Tom paranın yarısını aldı.
- Tom converted about half of his yen into dollars and the other half into euros.
- Tom yeninin yaklaşık yarısını dolara ve diğer yarısını avroya çevirdi.
- Tom has only done half of his homework.
- Tom ödevinin sadece yarısını yaptı.
- I only believe about half of what Tom says.
- Tom'un söylediklerinin sadece yarısına falan inanıyorum.
- We are living in the latter half of the twentieth century.
- Yirminci yüzyılın ikinci yarısında yaşıyoruz.
- Half her goods were sold cheap.
- Mallarının yarısı ucuza satıldı.
- I'll give you half of my share.
- Sana payımın yarısını vereceğim.
- Tom noticed the door was half closed.
- Tom kapının yarı kapalı olduğunu fark etti.
- Roughly half the world seeks God in one way or another through the stories that are believed to have taken place in the deserts of the Middle East.
- Dünyanın kabaca yarısı o veya bu şekilde Tanrı'yı Orta Doğu'nun çöllerinde geçtiğine inanılan hikâyelerle arıyor.
- Your camera is only half the size of mine.
- Fotoğraf makinen benimkinin sadece yarısı kadar.
- Tom doesn't know the half of it.
- Tom onun yarısını bilmiyor.
- Tom came to the party with a girl half his age.
- Tom partiye yarı yaşında bir kızla geldi.
- I was half asleep.
- Yarı uykuluydum.
- We sat up half the night just talking.
- Gecenin yarısında oturup konuştuk.
- She agreed that she would pay half the rent.
- O, kiranın yarısını ödemeyi kabul etti.
- The door is half open.
- Kapı yarı açıktır.
- I'm still half asleep.
- Ben hâlâ yarı uykudayım.
- Half the office took a day off.
- Ofisin yarısı bir gün izin aldı.
- Tom began reading that book three weeks ago and he still has only read less than half of it.
- Tom bu kitabı okumaya üç hafta önce başladı ve hala yarısından azını okuyabildi.
- Give me half.
- Yarısını bana ver.
- I was half asleep when I went home.
- Eve gittiğimde yarı uyuyordum.
- A good question is already half of the answer.
- İyi bir soru zaten cevabın yarısıdır.
- Would you like half of my sandwich?
- Sandviçimin yarısını ister misiniz?
- It was as if I only used half of my lung capacity.
- Akcığerimin kapasitesinin sadece yarısını kullanıyormuşum gibiydi.
- The bird was half the size of a hawk.
- Kuş bir şahinin yarı büyüklüğündeydi.
- I spend half my time going out with her.
- Zamanımın yarısını onunla dışarı çıkarak geçiriyorum.
- It's only half the story.
- Bu hikayenin sadece yarısı.
- I ate half the apple before I noticed there was a worm in it.
- İçinde bir kurt olduğunu fark etmeden önce elmanın yarısını yedim.
- We're half right.
- Yarı haklıyız.
- It was as if I only used half of my lung capacity.
- Sanki akciğer kapasitemin sadece yarısını kullanıyordum.
- Tom looks like he's half asleep.
- Tom yarı uykuda gibi görünüyor.
- I'll give you half of my share.
- Payımın yarısını sana vereceğim.
- Half the students were absent.
- Öğrencilerin yarısı devamsızlık yaptı.
- Tom and Mary save over half of their income each year.
- Tom ve Meryem her yıl kazançlarının yarısından fazlasını biriktirir.
- This is only half correct.
- Bu sadece yarısı doğru.
- I'm half Japanese.
- Ben yarı Japon'um.
- Roughly half the world seeks God in one way or another through the stories that are believed to have taken place in the deserts of the Middle East.
- Dünyanın yaklaşık yarısı bir şekilde Orta Doğu çöllerinde geçtiğine inanılan hikayeler aracılığıyla Tanrı'yı arıyor.
- As a teacher you should try to win the pupils' confidence, that is half the battle.
- Bir öğretmen olarak öğrencilerin güvenini kazanmaya çalışmalısınız, bu savaşın yarısıdır.
- Please fill the bath half full.
- Lütfen küveti yarısına kadar doldurun.
- Her long hair covered half her face.
- Uzun saçları yüzünün yarısını kapatıyordu.
- Your camera is only half the size of mine.
- Senin kameran benimkinin yarısı kadar.
- The door is half closed.
- Kapı yarı kapalıdır.
- If I could speak French half as well as you, I'd be happy.
- Senin konuştuğunun yarısı kadar iyi Fransızca konuşabilsem, mutlu olurum.
- This car can deactivate half of its engine's cylinders.
- Bu araba motor silindirlerinin yarısını devre dışı bırakabiliyor.
- Tom is half your age.
- Tom senin yarı yaşında.
- Mars is half the size of Earth.
- Mars Dünya'nın yarısı büyüklüğündedir.
- I wish I could speak French half as well as you.
- Keşke senin konuştuğunun yarısı kadar iyi Fransızca konuşabilsem.
- Tom agreed that he would pay half the rent.
- Tom kiranın yarısını ödemeyi kabul etti.
- I spend about half my salary on food.
- Maaşımın yaklaşık yarısını yemeğe harcıyorum.
- Tom was half right.
- Tom yarı haklıydı.
- You look half your age.
- Yarı yaşında gösteriyorsun.
- I've done half the work, and now I can take a break.
- İşin yarısını yaptım ve şimdi bir mola verebilirim.
- Tom is only half joking.
- Tom sadece yarı şaka yapıyor.
- He's half deaf in one ear.
- Bir kulağı yarı sağır.
- A good question is half of knowledge.
- Güzel soru bilginin yarısıdır.
- Tom is half asleep.
- Tom yarı uykuda.
- Tom solved only half the problems correctly.
- Tom problemlerin sadece yarısını doğru çözdü.
- Tom only earns half as much money as Mary does.
- Tom sadece Mary'nin kazandığının yarısı kadar çok para kazanır.
- Tom solved only half the problems correctly.
- Tom problemlerin sadece yarısını doğru olarak çözdü.
- I will give you half of my ice cream.
- Dondurmamın yarısını sana vereceğim.
- There are only 30 countries in the world where over half of the population believes that the theory of evolution is true.
- Dünyada nüfusunun yarısından fazlasının evrim teorisinin doğru olduğuna inanan sadece 30 ülke var.
- When the national hockey team visited America, half the players defected.
- Milli hokey takımı Amerika'yı ziyaret ettiğinde, oyuncuların yarısı iltica etti.
- Tom came to the party with a girl half his age.
- Tom yarı yaşında bir kızla partiye geldi.
- Five hundred soldiers were sent to the city, and less than half of them survived.
- Beş yüz asker kente gönderildi ve onların yarısından daha azı hayatta kaldı.
- Tom took half of the cookies and put them on his plate.
- Tom kurabiyelerin yarısını aldı ve onları tabağına koydu.
- I did half the work; I think I can rest for a bit.
- Ben işin yarısını yaptım; sanırım biraz dinlenebilirim.
- The door is half open.
- Kapı yarı açık.
- Half her goods were sold cheap.
- Onun mallarının yarısı ucuza satıldı.
- I was half asleep when I went home.
- Eve gittiğimde yarı uykuluydum.
- Around half of middle-school students in Japan have mobile phones, but if you look at those in high school then 97% have them.
- Japonya'da ortaokul öğrencilerinin yaklaşık yarısında cep telefonu var ama lise öğrencilerine bakarsanız bu oran yüzde 97'ye çıkıyor.
- She earns half as much money as her husband.
- Kocasının yarısı kadar para kazanıyor.
- Tom is about half Mary's age.
- Tom, Mary'nin yaklaşık yarısı yaşında.
- More than half the residents are opposed to the plan.
- Oturanların yarısından fazlası plana karşı çıkıyor.
- Making a good start is half the battle.
- İyi bir başlangıç yapmak savaşın yarısıdır.
- Would you like half of my sandwich?
- Sandviçimin yarısını ister misin?
- I purchased the goods for half price.
- Malları yarı fiyatına satın aldım.
- I'm half Japanese.
- Ben yarı Japonum.
- You look half asleep.
- Yarı uykulu görünüyorsun.
- Tom took half of the cookies and put them on his plate.
- Tom kurabiyelerin yarısını aldı ve tabağına koydu.
- Tom gave half his money to charity.
- Tom parasının yarısını hayır için verdi.
- Because of a shortage of work, half the staff was discharged.
- İş yokluğu yüzünden, personelin yarısı işten çıkartıldı.
- Tom was half expecting this.
- Tom bunun yarısını bekliyordu.
- The population of Germany is less than half that of the United States.
- Almanya'nın nüfusu, Amerika'nınkinin yarısından daha azdır.
- Half the apples that Tom gave me were rotten.
- Tom'un bana verdiği elmaların yarısı çürümüştü.
- You may take either half of the cake.
- Kekin herhangi bir yarısını alabilirsin.
- Tom was only half joking.
- Tom yarı şaka yapıyordu.
- Tom has only done half his homework.
- Tom ödevinin sadece yarısını yaptı.
- Tom is half Mary's age.
- Tom, Mary'nin yarı yaşında.
- I don't mean half of what I say.
- Söylediğim şeyin yarısını demek istemiyorum.
- More than half of the residents are opposed to the plan.
- Mahalle sakinlerinin yarısından fazlası plana karşı çıkıyor.
- The Communist Renaissance began in the latter half of the 21st century.
- Komünist Rönesans, 21. yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır.
- I wish I could speak English half as well as he can.
- Keşke ben de onun yarısı kadar iyi İngilizce konuşabilseydim.
- In that case you only have to pay half the price.
- Bu durumda fiyatın sadece yarısını ödemek zorundasın.
- Do you want half of this cake?
- Bu pastanın yarısını ister misin?
- If I could only speak English half as well as you can, I wouldn't be worried about traveling around the world.
- İngilizceyi senin konuşabildiğinin yarısı kadar iyi konuşabilseydim, dünyayı dolaşma konusunda endişelenmezdim.
- I only need half.
- Sadece yarısına ihtiyacım var.
- If I could only speak English half as well as you can, I wouldn't be worried about traveling around the world.
- Senin konuşabildiğinin yarısı kadar iyi İngilizce konuşabilsem, tüm dünyayı seyahat etme hakkında endişeli olmam.
- The decanter is still half full.
- Sürahinin yarısı hala dolu.
- Half the class say that they drink coffee.
- Sınıfın yarısı kahve içtiğini söylüyor.
- Half the office took a day off.
- Ofisin yarısı izin aldı.
- According to our bargain, you have to pay half.
- Anlaşmamıza göre, yarısını ödemek zorundasın.
- I don't believe half of what I've been told about you.
- Senin hakkında bana söylenenlerin yarısına inanmıyorum.
- Tom ate half of my sandwich.
- Tom sandviçimin yarısını yedi.
- The job is half done.
- İşin yarısı bitti.
- You're only half finished.
- Daha yarısını bitirdin.
- The one that is able to define a problem, already solved half of it.
- Bir sorunu tanımlayabilen kişi zaten onun yarısını çözmüştür.
- I purchased the goods for half price.
- Eşyaları yarı fiyatına aldım.
- We bought a grand piano which took up half of our living room.
- Biz oturma odamızın yarısını kaplayan büyük bir piyano aldık.
- Five hundred soldiers were sent to the city, with less than half of them surviving.
- Onların yarısından daha az sağ kalanı ile beş yüz asker şehre gönderildi.
- It's only half the story.
- Hikayenin sadece yarısı.
- Tom ate half the cake by himself.
- Tom tek başına pastanın yarısını yedi.
- Tom did that while he was half asleep.
- Tom bunu yarı uyur yarı uyanıkken yaptı.
- I lost half my interest in the project.
- Projeye olan ilgimin yarısını kaybettim.
- The door was half open.
- Kapı yarı açıktı.
- Tom only did half his homework.
- Tom ödevinin sadece yarısını yaptı.
- The bun was half eaten.
- Ekmeğin yarısı yenmişti.
- I don't mean half of what I say.
- Söylediklerimin yarısında ciddi değilim.
- Tom lay awake half the night, thinking about what he should do.
- Tom gecenin yarısında uyanık kaldı ve ne yapması gerektiğini düşündü.
- That's only half the story.
- Bu sadece hikayenin yarısı.
- Tom gave Mary half of the apple.
- Tom elmanın yarısını Mary'ye verdi.
- That bridge is half as long as this one.
- O köprü, bunun yarısı kadar.
- The match was postponed because half the squad came down with food poisoning.
- Maç ertelendi çünkü takımın yarısı gıda zehirlenmesi geçirdi.
- Believe none of what you hear and only half of what you see.
- Duyduklarınızın hiçbirine ve gördüklerinizin sadece yarısına inanın.
- Starting is half the battle.
- Başlamak savaşın yarısıdır.
- The store is closing soon and is offering everything at half price.
- Mağaza yakında kapanıyor ve her şeyi yarı fiyata sunuyor.
- I'll give Tom half of my share.
- Tom'a payımın yarısını vereceğim.
- Half the apples that Tom gave me were rotten.
- Tom'un bana verdiği elmaların yarısı çürüktü.
- I've done half the work, and now I can take a break.
- İşin yarısını bitirdim ve şimdi ara verebilirim.
- I did half the work; I think I can rest for a bit.
- İşin yarısını yaptım; sanırım biraz dinlenebilirim.
- Ice bear's mother has not eaten for four months and has lost half of her body weight.
- Kutup ayısının annesi dört aydır bir şey yemedi ve vücut ağırlığının yarısını kaybetti.
- The drinks are half price until six.
- İçecekler altıya kadar yarı fiyatına.
- I lost half my interest in the project.
- Ben, projeye olan ilgimin yarısını kaybettim.
- Tom lived half his life in Boston.
- Tom hayatının yarısını Boston'da geçirdi.
- Give me half of it.
- Bana onun yarısını verin.
- During happy hour, all drinks are half price.
- Mutlu saatler boyunca tüm içecekler yarı fiyatına.
- You look half your age.
- Yarı yaşındaymışsın gibi görünüyorsun.
- You may take either half of the cake.
- Pastanın her iki yarısını da alabilirsiniz.
- I wish I could speak English half as well as he can.
- Keşke İngilizceyi onun konuşabildiğinin yarısı kadar iyi konuşabilsem.
- The population of Germany is less than half that of the United States.
- Almanya'nın nüfusu, Amerika'nın nüfusunun yarısından daha azdır.
- I was up half the night.
- Gecenin yarısını uyanık geçirdim.
- Tom is half Mary's age.
- Tom Mary'nin yarı yaşındadır.
- There are only 30 countries in the world where over half of the population believes that the theory of evolution is true.
- Dünyada nüfusun yarısından fazlasının evrim teorisinin doğru olduğuna inandığı sadece 30 ülke var.
- Tom looks half his age.
- Tom yarı yaşında görünüyor.
- I lost half my family in one day.
- Bir günde ailemin yarısını kaybettim.
- I'm often half asleep.
- Ben genellikle yarı uykuluyum.
- Half the camp went on a hike.
- Kampın yarısı yürüyüşe çıktı.
- You can have half of my sandwich.
- Sandvicimin yarısını yiyebilirsin.
- Tom only earns half as much money as Mary does.
- Tom, Mary'nin sadece yarısı kadar para kazanıyor.
- Tom has already spent half his life in prison.
- Tom zaten hayatının yarısını hapishanede geçirdi.
- I don't believe half of what I've been told about you.
- Senin hakkında bana söylenenin yarısına inanmıyorum.
- We've already eliminated half the possibilities.
- İhtimallerin yarısını eledik bile.
- A good question is half of knowledge.
- İyi bir soru bilginin yarısıdır.
- More than half of my books were destroyed by the fire last night.
- Kitaplarımın yarısından fazlası dün geceki yangın tarafından yok edildi.
- You haven't heard the half of it yet.
- Henüz yarısını duymadınız.
- I already gave you half.
- Ben zaten sana yarısını verdim.
- Tom ate half the cake.
- Tom pastanın yarısını yedi.
- Half of you are idiots.
- Yarınız aptalsınız.
- I already gave you half.
- Zaten yarısını sana verdim.
- My dog is almost half the size of yours.
- Benim köpeğim seninkinin neredeyse yarısı kadar.
- Germany is about half the size of Texas.
- Almanya, Teksas'ın yarısı kadar.
- Give me half.
- Bana yarısını ver.
- Half the suspects were white.
- Şüphelilerin yarısı beyazdı.
- It's only half the story.
- O sadece hikayenin yarısıdır.
- Mars is half the size of Earth.
- Mars, dünya'nın yarısı büyüklüğündedir.
- I wish I could speak French half as well as you.
- Keşke ben de sizin yarınız kadar iyi Fransızca konuşabilseydim.
- I lost half my family in one day.
- Bir gün içinde ailemin yarısını kaybettim.
- Knowing is half the battle.
- Bilmek savaşın yarısıdır.
- It was half full.
- Yarısı doluydu.
- I have only half as many books as he does.
- Benim onun yarısı kadar kitabım var.
- I'll give him half of my share.
- Sana payımın yarısını vereceğim.
- These are half price today.
- Bunlar bugün yarı fiyatına.
- Tom has already spent half his life in prison.
- Tom zaten hayatının yarısını hapiste geçirdi.
- Bread is half price today.
- Ekmek bugün yarı fiyatına.
- More than half of my books were destroyed by the fire last night.
- Dün gece çıkan yangında kitaplarımın yarısından fazlası yok oldu.
- Would you like half my sandwich?
- Sandviçimin yarısını ister misiniz?
- Although rainforests make up only two percent of the earth's surface, over half the world's wild plant, animal and insect species live there.
- Yağmur ormanlarının, dünya yüzeyinin sadece yüzde ikisini kaplamasına rağmen; vahşi bitki, hayvan ve bitki türlerinin yarısından fazlası oralarda yaşar.
- Tom has been in prison for half his life.
- Tom hayatının yarısını hapiste geçirdi.
- Keep your eyes wide open before marriage and half shut afterwards.
- Evlenmeden önce gözlerinizi sonuna kadar açık tutun ve daha sonra yarı kapalı tutun.
- Germany is about half the size of Texas.
- Almanya, Teksas'ın yaklaşık yarısı büyüklüğündedir.
- I ate about half of it and left the rest on my plate.
- Yaklaşık onun yarısını yedim ve geriye kalanını tabağımda bıraktım.
- I didn't understand half of what Tom was saying.
- Tom'un söylediklerinin yarısını anlamadım.
- Tom ate half the cake by himself.
- Tom pastanın yarısını tek başına yedi.
- Tom was asleep half the time.
- Tom zamanın yarısında uyuyordu.
- I'm often only half awake.
- Genellikle yarı uyanık oluyorum.
- Tom's eyelids were half open.
- Tom'un göz kapakları yarı açıktı.
- The bun was half eaten.
- Çöreğin yarısı yenmişti.
- Her long hair covered half her face.
- Onun uzun saçı yüzünün yarısını örttü.
- Between them, India and Brazil produce over half the world's papaya.
- Hindistan ve Brezilya, dünya papaya üretiminin yarısından fazlasını gerçekleştiriyor.
- Just eat half!
- Sadece yarısını ye!
- Tom ran down the street, half naked.
- Tom yarı çıplak sokakta koştu.
- I'll give you half my allowance.
- Sana harçlığımın yarısını vereceğim.
- Tom did that while he was half asleep.
- Tom bunu yarı uykuluyken yaptı.
- Tom ate half the peach and handed me the rest.
- Tom şeftalinin yarısını yedi ve kalanını bana uzattı.
- I'm half your age.
- Ben senin yarı yaşındayım.
- You don't know the half of it.
- Yarısını bile bilmiyorsun.
- Tom lost half of his chocolate bar, but he gained one friend.
- Tom çikolatalı barın yarısını kaybetti ama bir arkadaş kazandı.
- Pluto is only about half the width of the United States.
- Plüton, Amerika Birleşik Devletleri'nin yalnızca yaklaşık yarısı genişliğindedir.
- I spend about half my salary on food.
- Maaşımın yaklaşık yarısını yemeğe harcarım.
- Believe none of what you hear and a half of what you see.
- Duyduğunun hiçbirine ve gördüğünün yarısına inanma.
- I'm sure you're not half as glad as I am.
- Benim olduğumun yarısı kadar memnun olmadığına eminim.
- A good start is half the work.
- İyi bir başlangıç işin yarısıdır.
- I only believe about half of what Tom says happened.
- Tom'un yaşadığını söylediği şeylerin sadece yarısına falan inanıyorum.
Show More (361)
|
|
- The UN estimates that seven and a half million people are at risk of famine in this devastated country.
- BM, bu harap olmuş ülkede yedi buçuk milyon insanın kıtlık riski altında olduğunu tahmin ediyor.
- It reminds me of when we arrived in Parliament two and a half years ago.
- Bu bana iki buçuk yıl önce Parlamentoya geldiğimiz zamanı hatırlatıyor.
- That comes to one and a half euros for every poor European.
- Bu, her yoksul Avrupalı için bir buçuk avroya denk geliyor.
- In Bonn in July last year, we talked to American businesses for two and a half hours.
- Geçen yıl Temmuz ayında Bonn'da Amerikalı işletmelerle iki buçuk saat boyunca konuştuk.
- Seventy percent of the approximately one and a half billion people who live below the poverty line are women.
- Yoksulluk sınırının altında yaşayan yaklaşık bir buçuk milyar insanın yüzde yetmişini kadınlar oluşturuyor.
- We were proud to do so then and I am proud today after your record in office of two and a half years.
- O zaman bunu yapmaktan gurur duyduk ve iki buçuk yıllık görev sürenizin ardından bugün de gurur duyuyorum.
- This is two and a half times the number of deaths from AIDS.
- Bu, AIDS'ten ölenlerin sayısının iki buçuk katıdır.
- She made the same speech she made when we started our work in committee a year and a half ago.
- Bir buçuk yıl önce komitede çalışmalarımıza başladığımızda yaptığı konuşmanın aynısını yaptı.
- I believe it is scheduled for an hour and a half.
- Sanırım bir buçuk saat sürecek.
- Parliament decided on this one and a half years ago, but until today the Council has had nothing to say on the subject.
- Parlamento bu konuda bir buçuk yıl önce karar aldı ancak bugüne kadar Konsey'in bu konuda söyleyecek hiçbir şeyi yoktu.
- The President was making speeches about this around three and a half years ago.
- Cumhurbaşkanı yaklaşık üç buçuk yıl önce bu konuda konuşmalar yapıyordu.
- The war took place almost three and a half years ago.
- Savaş neredeyse üç buçuk yıl önce gerçekleşti.
- Hundreds of thousands, yes, but not the four and a half million that are in the region.
- Yüzbinlerce evet, ama bölgedeki dört buçuk milyon değil.
- In the space of a month and a half it will now also be possible for them to lower their charges to a standard level.
- Bir buçuk ay içinde artık ücretlerini standart bir seviyeye indirmeleri de mümkün olacak.
- There are already one and a half million dead to mourn in the country.
- Ülkede halihazırda yası tutulacak bir buçuk milyon ölü var.
- We allow lorries six and a half metres longer than elsewhere in the EU.
- Biz AB'deki diğer ülkelere kıyasla altı buçuk metre daha uzun kamyonlara izin veriyoruz.
- One and a half years' later, in July, the common position was finally adopted, and now it is our turn.
- Bir buçuk yıl sonra, Temmuz ayında, ortak tutum nihayet kabul edildi ve şimdi sıra bizde.
- We are now some two and a half years through the seven-year programme 2000-2006.
- Şu anda 2000-2006 yılları arasındaki yedi yıllık programın yaklaşık iki buçuk yılını tamamlamış bulunuyoruz.
- She made the same speech she made when we started our work in committee a year and a half ago.
- Bir buçuk yıl önce komitedeki çalışmalarımıza başladığımızda yaptığı konuşmanın aynısını yaptı.
- In the European Union, someone is diagnosed with it every two and a half minutes.
- Avrupa Birliği'nde her iki buçuk dakikada bir kişiye bu hastalık teşhisi konulmaktadır.
- In about one and a half hours I am supposed to be flying to Croatia.
- Yaklaşık bir buçuk saat sonra Hırvatistan'a uçuyor olmam gerekiyor.
- Two and a half years after that Council there has been little progress.
- Bu Konsey'den iki buçuk yıl sonra çok az ilerleme kaydedilmiştir.
- Seventy percent of the approximately one and a half billion people who live below the poverty line are women.
- Yoksulluk sınırının altında yaşayan yaklaşık bir buçuk milyar insanın yüzde yetmişi kadındır.
- Since the end of the last century, the world population has grown fourfold, from one and a half billion to six billion.
- Geçen yüzyılın sonundan bu yana dünya nüfusu dört kat artarak bir buçuk milyardan altı milyara ulaşmıştır.
- For now, one and a half years later, nothing has happened.
- Şimdilik, bir buçuk yıl sonra, hiçbir şey olmadı.
- Parliament decided on this one and a half years ago, but until today the Council has had nothing to say on the subject.
- Parlamento bu konuda bir buçuk yıl önce karar aldı, ancak bugüne kadar Konsey'in bu konuda söyleyecek hiçbir şeyi yoktu.
- Mr Sharon has said that three and a half million Palestinians cannot be ruled with military occupation.
- Sayın Şaron üç buçuk milyon Filistinlinin askeri işgalle yönetilemeyeceğini söylemiştir.
- The summit took two and a half years to put together.
- Zirvenin toplanması iki buçuk yıl sürdü.
- I have to say that, over three and a half years, we have, in this Parliament, discussed a whole raft of proposals.
- Şunu söylemeliyim ki, üç buçuk yıl boyunca bu Parlamento'da bir dizi öneriyi tartıştık.
- It is not acceptable for Turkey to go on denying the Armenian genocide of one and a half million Christians.
- Türkiye'nin bir buçuk milyon Hıristiyan'ın Ermeni soykırımına uğradığını inkar etmeye devam etmesi kabul edilemez.
- We are now some two and a half years through the seven-year programme 2000-2006.
- 2000-2006 yılları arasındaki yedi yıllık programın yaklaşık iki buçuk yılını geride bıraktık.
- We are facing a veritable obstacle race, in political and electoral terms, in the next two and a half years.
- Önümüzdeki iki buçuk yıl içerisinde siyasi ve seçimsel anlamda gerçek bir engel yarışı ile karşı karşıyayız.
- Indeed, over the last year and a half in particular, bloody terrorist brutality has shaken the entire world.
- Gerçekten de, özellikle son bir buçuk yıldır, kanlı terör vahşeti tüm dünyayı sarstı.
- In Bonn in July last year, we talked to American businesses for two and a half hours.
- Geçen yıl Temmuz ayında Bonn'da Amerikalı işadamlarıyla iki buçuk saat boyunca konuştuk.
- Two and a half years ago, one of the three prisoners died as a result of their appalling conditions of detention.
- İki buçuk yıl önce, üç mahkumdan biri korkunç tutukluluk koşulları nedeniyle hayatını kaybetti.
- The war took place almost three and a half years ago.
- Savaş neredeyse üç buçuk yıl önce meydana geldi.
- Almost a year and a half has passed since his crime.
- İşlediği suçtan sonra neredeyse bir buçuk yıl geçti.
- Almost a year and a half has passed since his crime.
- İşlediği suçun üzerinden neredeyse bir buçuk yıl geçti.
- Our hospital treats about half a million patients a year.
- Bizim hastanemiz yılda yaklaşık bir buçuk milyon hastaya bakıyor.
- Almost a year and a half has passed since his crime.
- Suçunun üzerinden neredeyse bir buçuk sene geçti.
- I ate lunch two and a half hours ago.
- İki buçuk saat önce öğle yemeği yedim.
- It is just half past seven.
- Saat tam yedi buçuk.
- I've been living in this dorm for three and a half years.
- Üç buçuk yıldır bu yurtta yaşıyorum.
- Tom came to Japan eight and a half years ago with his parents.
- Tom Japonya'ya sekiz buçuk yıl önce ailesiyle birlikte geldi.
- I learned to swim aged four and a half.
- Yüzmeyi dört buçuk yaşında öğrendim.
- It took me an hour and a half to get there by car.
- Oraya arabayla gitmek bir buçuk saatimi aldı.
- I'll be back at half past six.
- Altı buçukta döneceğim.
- He got time and a half when he worked beyond his usual quitting time.
- Ek mesai yapınca normalin bir buçuk katı ücret aldı.
- Only after a century and a half of confusion was the royal authority restored.
- Kraliyet otoritesi ancak bir buçuk asırlık bir karışıklıktan sonra yeniden tesis edilebildi.
- They built a two and a half meter high fence around their house.
- Evlerinin etrafına iki buçuk metre yüksekliğinde bir çit yaptılar.
- She arrived home two and a half days later.
- O, iki buçuk gün sonra eve geldi.
- Today Colombia plays against Paraguay at half past 9 in the evening, Colombia local time.
- Bugün Kolombiya, Paraguay'a karşı Kolombiya yerel saatiyle akşam 9 buçukta oynuyor.
- The performance lasts two and a half hours.
- Performans iki buçuk saat sürer.
- We have a minute and a half left.
- Bir buçuk dakikamız kaldı.
- Once the work is done, usually around half past five, I come home to have dinner.
- İş bittikten sonra, genellikle beş buçuk civarında, akşam yemeği için eve geliyorum.
- The exam was two and a half hours long.
- Sınav iki buçuk saat sürdü.
- It happened at about half past four.
- Olay dört buçukta oldu.
- It's half past three.
- Saat üç buçuk.
- I've been waiting for an hour and a half.
- Bir buçuk saattir bekliyorum.
- He sent about 2.2 billion spam emails over a period of around one and a half years.
- Yaklaşık bir buçuk yıl boyunca 2,2 milyar spam e-posta gönderdi.
- I sent about 2.2 billion spam emails over a period of around one and a half years.
- Yaklaşık bir buçuk yıl boyunca 2,2 milyar spam e-posta gönderdim.
- He studied for an hour and a half every day.
- Her gün bir buçuk saat boyunca çalıştı.
- But it's almost half past eleven.
- Ama saat neredeyse on bir buçuk.
- He sent about 2.2 billion spam emails over a period of around one and a half years.
- O yaklaşık bir buçuk yıllık bir süre boyunca 2.2 milyar istenmeyen e-posta gönderdi.
- Three and a half hours have passed since he left.
- O gittiğinden beri üç buçuk saat geçti.
- Tom will land in Boston in an hour and a half.
- Tom bir buçuk saat içinde Boston'a inecek.
- But in the last fifty years the temperature increased one and a half degrees.
- Ama son elli yılda sıcaklık bir buçuk derece arttı.
- Be home by half past six.
- Altı buçuğa kadar evde ol.
- The room's area is two and half square meters.
- Odanın alanı iki buçuk metrekare.
- I've been gone three and a half years.
- Üç buçuk yıldır yoktum.
- The boys each received two and a half apples.
- Çocukların her biri iki buçuk elma aldı.
- Four metres of this material cost nine francs; therefore, two metres cost four and a half francs.
- Bu malzemenin dört metresi dokuz frank; dolayısıyla iki metresi dört buçuk frank.
- I'll be there at half seven.
- Yedi buçukta orada olacağım.
- I've been living in this dorm for three and a half years.
- Üç buçuk yıldır bu öğrenci yurdunda yaşıyorum.
- They built a two and a half meter high fence around their house.
- Evlerinin etrafına iki buçuk metrelik yüksek çit inşa ettiler.
- She arrived home two and a half days later.
- Eve iki buçuk gün sonra geldi.
- He read for more than two and a half hours.
- İki buçuk saatten fazla kitap okudu.
- I have been waiting for an hour and a half.
- Bir buçuk saattir bekliyorum.
- I ate lunch two and a half hours ago.
- Öğle yemeğini iki buçuk saat önce yedim.
- There are roughly one and a half billion Muslims in the world.
- Dünyada kabaca bir buçuk milyar Müslüman var.
- He got time and a half when he worked beyond his usual quitting time.
- Normal çıkış saatinden sonra çalıştığında bir buçuk saat izin aldı.
- I've been doing that for three and a half years.
- Bunu üç buçuk senedir yapıyorum.
- We will be back at half past three.
- Biz saat üç buçukta döneceğiz.
- He studied for an hour and a half every day.
- Her gün bir buçuk saat ders çalışırdı.
- I'll be there at half seven.
- Ben saat yedi buçukta orada olacağım.
- School begins at half past eight except on Wednesdays and Saturdays.
- Okul çarşamba ve cumartesi günleri hariç sekiz buçukta başlar.
- Two and a half hours ago.
- İki buçuk saat önce.
- Fifteen minutes ago it was half past two.
- On beş dakika önce saat iki buçuktu.
- It took me an hour and a half to get there by car.
- Araba ile oraya ulaşmak benim bir buçuk saatimi aldı.
- Only after a century and a half of confusion was the royal authority restored.
- Bir buçuk asırlık bir karmaşadan sonra kraliyet otoritesi yeniden kuruldu.
- The performance lasts two and a half hours.
- Gösteri iki buçuk saat sürüyor.
- One and a half hours are ninety minutes.
- Bir buçuk saat doksan dakikadır.
- The room's area is two and half square meters.
- Odanın alanı iki buçuk metre karedir.
- It's almost half past eleven.
- Saat neredeyse on bir buçuk.
- Cook about one and a half cup of rice.
- Yaklaşık bir buçuk bardak pirinç pişirin.
- Tom came to Japan eight and a half years ago with his parents.
- Tom sekiz buçuk yıl önce ailesiyle birlikte Japonya'ya geldi.
- It's half past eight.
- Saat sekiz buçuk.
- It gets dark about half past five these days.
- Bugünlerde hava yaklaşık beş buçukta kararıyor.
- I almost died a year and a half ago.
- Bir buçuk yıl önce neredeyse ölüyordum.
- I sent about 2.2 billion spam emails over a period of around one and a half years.
- Yaklaşık bir buçuk yıllık süre zarfında yaklaşık 2,2 milyar spam e-mail göndermişim.
- The nearest star is about four and half light-years away from the earth.
- En yakın yıldız, dünyadan dört buçuk ışık yılı uzakta.
- He read for more than two and a half hours.
- İki buçuk saatten daha fazla bir süre okudu.
- They built a two and a half meter high fence around her house.
- Evinin etrafına iki buçuk metre yüksekliğinde bir çit yapmışlar.
- Light travels around the earth seven and a half times a second.
- Işık, Dünya'nın etrafını saniyede yedi buçuk kez dolaşır.
- It is just half past seven.
- Saat yedi buçuk.
- We played games for about an hour and a half.
- Yaklaşık bir buçuk saat oyun oynadık.
- School begins at half past eight.
- Okul sekiz buçukta başlar.
- It took me about two and a half hours to dig a hole one meter in diameter and two meters in depth.
- Bir metre çapında ve iki metre derinliğinde bir çukur kazmak yaklaşık iki buçuk saatimi aldı.
- The nearest star is about four and half light-years away from the earth.
- En yakın yıldız dünyadan yaklaşık dört buçuk ışık yılı uzakta.
- School begins at half past eight.
- Okul sekiz buçukta başlıyor.
- I'll return at half past six.
- Saat altı buçukta döneceğim.
- The movie is two and a half hours long.
- Film iki buçuk saat uzunluğundadır.
- I've been living in this dormitory for three and a half years.
- Üç buçuk yıldır bu yurtta yaşıyorum.
- Mary weeded for an hour and a half yesterday and barely made a dent.
- Mary dün bir buçuk saat boyunca otları ayıkladı ve ancak bir çentik açabildi.
- It's half past eight.
- Sekiz buçuk.
- I got a motorcycle driver's license when I was sixteen and a half.
- On altı buçuk yaşındayken motosiklet ehliyeti aldım.
- My watch says it's half two.
- Saatim iki buçuk olduğunu söylüyor.
- Tom will not be here until half past two.
- Tom iki buçuktan önce burada olmayacak.
- School begins at half past eight except on Wednesdays and Saturdays.
- Çarşamba ve Cumartesi günleri hariç okul sekiz buçukta başlar.
- I've been living in this dormitory for three and a half years.
- Üç buçuk yıldır bu yurtta kalıyorum.
- The clock struck half past 12.
- Saat 12 buçuğu vurdu.
- Three and a half hours have passed since he left.
- Gittiğinden beri üç buçuk saat geçti.
- Last night my daughter didn't come home until half past one.
- Dün gece kızım saat bir buçuğa kadar eve gelmedi.
- There are roughly one and a half billion Muslims in the world.
- Dünyada yaklaşık bir buçuk milyar Müslüman var.
- One and a half years have passed since I started to learn Chinese.
- Çince öğrenmeye başladığımdan beri bir buçuk yıl geçti.
- I learned to swim aged four and a half.
- Dört buçuk yaşında yüzmeyi öğrendim.
- It's half past one.
- Saat bir buçuk.
- We will be back at half past three.
- Üç buçukta döneceğiz.
- The boys each received two and a half apples.
- Her bir çocuk iki buçuk elma aldı.
- I'll be back at half six.
- Altı buçukta döneceğim.
- It gets dark about half past five these days.
- Bu günlerde hava beş buçuk gibi kararıyor.
- Tom will not be here until half past two.
- Tom iki buçuğa kadar burada olmayacak.
- I wake up at half past six in the morning.
- Sabah altı buçukta uyanıyorum.
- It happened at about half past four.
- Bu yaklaşık dört buçukta oldu.
- The movie is two and a half hours long.
- Film iki buçuk saat uzunluğunda.
- I will be back at half past six.
- Altı buçukta döneceğim.
- You should've begun an hour and a half ago.
- Bir buçuk saat önce başlamalıydın.
- I got a motorcycle driver's license when I was sixteen and a half.
- Ben on altı buçuk yaşındayken bir motosiklet ehliyeti aldım.
- Mary weeded for an hour and a half yesterday and barely made a dent.
- Mary dün bir buçuk saat yabani otları temizlemekle uğraştı, ama henüz çok az bir aşama kaydedebildi.
- School begins at half past eight in the morning.
- Okul sabah sekiz buçukta başlıyor.
- Cook about one and a half cup of rice.
- Yaklaşık bir buçuk fincan pirinç pişirin.
- Tom died a year and a half ago.
- Tom bir buçuk yıl önce öldü.
- He studied for one and a half hours every day.
- Her gün bir buçuk saat çalışıyordu.
- I've been doing that for three and a half years.
- Bunu üç buçuk yıldır yapıyorum.
- Now it is half past three, but we booked a place at the restaurant at 8 o'clock.
- Şimdi saat üç buçuk ama saat sekizde restoranda yer ayırttık.
- We played games for about an hour and a half.
- Biz yaklaşık bir buçuk saat oyun oynadık.
- He studied for one and a half hours every day.
- Her gün bir buçuk saat ders çalışıyor.
- I waited for an hour and a half.
- Bir buçuk saat bekledim.
- Be home by half past six.
- Altı buçukta evde ol.
- They usually have breakfast at half past seven o'clock and eat their lunch at twelve.
- Genellikle saat yedi buçukta kahvaltı ederler ve öğle yemeklerini on ikide yerler.
- I'll return at half past six.
- Altı buçukta döneceğim.
Show More (148)
|
|
- Tanzania for as long as people can remember, has been host to more than half a million refugees in camps.
- Tanzanya, insanların hatırlayabildiği kadarıyla, kamplarda yarım milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapmaktadır.
- Globally, more than half a billion small arms are in circulation.
- Dünya genelinde yarım milyardan fazla hafif silah dolaşımdadır.
- If we leave an area out, it will only be half a job and we will have wasted an opportunity.
- Eğer bir bölgeyi dışarıda bırakırsak, bu sadece yarım bir iş olur ve bir fırsatı heba etmiş oluruz.
- Tanzania for as long as people can remember, has been host to more than half a million refugees in camps.
- Tanzanya, insanların hatırlayabildiği kadarıyla, kamplarda yarım milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapıyor.
- For me this report is only half a step in the right direction.
- Benim için bu rapor doğru yönde atılmış yarım bir adımdır.
- Half a million Zimbabweans are now on the verge of starvation.
- Yarım milyon Zimbabveli şu anda açlığın eşiğinde.
- As you can see, half-an-hour is not really anything like enough time for such a session.
- Gördüğünüz gibi, yarım saat böyle bir oturum için hiç de yeterli bir süre değil.
- We will not be satisfied with half measures.
- Yarım önlemlerle tatmin olmayacağız.
- I am talking about plasma donation, where you have to travel some distance to fixed machinery and it takes half a day.
- Sabit makinelere gitmek için belli bir mesafe kat etmeniz gereken ve yarım gün süren plazma bağışından bahsediyorum.
- We cannot be content with half-measures in this sector, which has been abandoned to capitalist brutality.
- Kapitalist vahşete terk edilen bu sektörde yarım önlemlerle yetinemeyiz.
- Only one manager has participated in gender training, and for half a day.
- Sadece bir yönetici toplumsal cinsiyet eğitimine katıldı, o da yarım günlüğüne.
- If we leave an area out, it will only be half a job and we will have wasted an opportunity.
- Bir alanı dışarıda bırakırsak, bu sadece yarım bir iş olur ve bir fırsatı boşa harcamış oluruz.
- There can be no allowances or half-measures such as have hitherto been conceded in these matters.
- Bu konularda şimdiye kadar kabul edildiği gibi hiçbir tolerans ya da yarım tedbir söz konusu olamaz.
- Each year half a million EU citizens die needlessly due to tobacco.
- Her yıl yarım milyon AB vatandaşı tütün nedeniyle gereksiz yere hayatını kaybetmektedir.
- A house cannot be built on half a plot of land.
- Yarım arsa üzerine bir ev inşa edilemez.
- It is impressive that we managed to create half a million jobs last year despite the economic slowdown.
- Ekonomik yavaşlamaya rağmen geçen yıl yarım milyon istihdam yaratmayı başarmış olmamız etkileyicidir.
- For almost half a century we lived with an artificial division of Europe.
- Neredeyse yarım yüzyıl boyunca Avrupa'nın yapay bir bölünmüşlüğü ile yaşadık.
- Each year half a million EU citizens die needlessly due to tobacco.
- Her yıl yarım milyon AB vatandaşı tütün nedeniyle gereksiz yere hayatını kaybediyor.
- Tobacco is an addictive product that causes over half a million deaths per year within the Community.
- Tütün, Toplumda her yıl yarım milyondan fazla kişinin ölümüne neden olan bağımlılık yapıcı bir üründür.
- The European integration project is now around half a century old.
- Avrupa entegrasyon projesi yaklaşık yarım asırlık bir geçmişe sahiptir.
- More than half a million are refugees in Tanzania's refugee camps to this day.
- Bugün Tanzanya'daki mülteci kamplarında yarım milyondan fazla mülteci bulunmaktadır.
- Just across the mountain, about half a day's ride.
- Dağı hemen aşınca, yaklaşık yarım günlük mesafede.
- The people of Israel were told to each contribute half a shekel of silver to the Sanctuary.
- İsrail halkına, Mabet'e yarım şekel gümüş bağışta bulunmaları söylendi.
- Our hospital treats about half a million patients a year.
- Hastanemiz yılda yaklaşık yarım milyon hastayı tedavi ediyor.
- Half a month ago, Zhao Yufei had stunned both the Qiu and Xin family, causing the two to lose face.
- Yarım ay önce, Zhao Yufei hem Qiu hem de Xin ailesini şaşkına çevirmiş ve ikisinin de itibar kaybetmesine neden olmuştu.
- The people of Israel were told to each contribute half a shekel of silver to the Sanctuary.
- Yisrael halkından herkesin yarım gümüş şekel ile Mişkan'a katkıda bulunması söylendi.
- The people of Israel were told to each contribute half a shekel of silver to the Sanctuary.
- İsrail halkına her birinin Kutsal Yer'e yarım şekel gümüş bağışında bulunması söylendi.
- Our hospital treats about half a million patients a year.
- Hastanemizde yılda yaklaşık yarım milyon hasta tedavi ediliyor.
- If people really landed on the moon half a century ago, why haven't they done it again?
- Eğer insanlar yarım yüzyıl önce aya indiyse neden bunu tekrar yapmadılar?
- Give me half a kilo of apples.
- Bana yarım kilo elma ver.
- Tom left his work half done so he could get to the station in time.
- Tom istasyona zamanında gidebilmek için işini yarım bıraktı.
- It's six of one and a half dozen of another.
- Birinin altısı, diğerinin yarım düzinesi.
- I've already drunk half a bottle of wine while I was waiting for you.
- Seni beklerken yarım şişe şarap içtim bile.
- He gave me a half dozen linen handkerchiefs.
- O bana yarım düzine keten mendil verdi.
- Would you like half a chicken?
- Yarım tavuk ister misin?
- He began his meal by drinking half a glass of ale.
- Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.
- Would you like half a sandwich?
- Yarım sandviç ister misiniz?
- We still have half a bottle of wine left.
- Hâlâ yarım şişe şarabımız var.
- It is no more than half a mile to the sea.
- Denize yarım milden daha uzak değil.
- Don't leave things half done.
- İşlerinizi yarım yapılmış bırakmayın.
- The job is half done.
- İş yarım yapıldı.
- Give me half a kilo of apples.
- Bana yarım kilo elma verin.
- He gave me a half dozen linen handkerchiefs.
- Bana yarım düzine keten mendil verdi.
- I had half a grapefruit for breakfast.
- Kahvaltı için yarım greyfurt yedim.
- Layla was born half a century ago.
- Layla yarım yüzyıl önce doğdu.
- Half a million reals were stolen from this bank's ATM.
- Bu bankanın ATM'sinden yarım milyon real çalındı.
- If people really landed on the moon half a century ago, why haven't they done it again?
- Eğer insanlar yarım yüzyıl önce gerçekten aya indilerse, neden tekrar yapmadılar?
- It is estimated that there are over half a million words in English.
- İngilizce'de tahminen yarım milyonun üzerinde sözcük var.
- Could I have half a kilo of chicken thighs, please?
- Yarım kilo tavuk butu alabilir miyim lütfen?
- How much for half a kilo?
- Yarım kilo ne kadar?
- Don't leave your work half finished.
- İşini yarım bırakma.
- Would you like half a chicken?
- Yarım tavuk ister misiniz?
- I don't like leaving the job half done.
- İşi yarım bırakmayı sevmiyorum.
- He has half as many books as me.
- Onun benim yarım kadar kitabı var.
- Don't leave your work half done.
- Çalışmanı yarım bırakma.
- Tom handed Mary a check for half a million dollars.
- Tom, Mary'ye yarım milyon dolarlık bir çek verdi.
- Tom was able to park a half a block away from the concert hall.
- Tom konser salonunun yarım blok ötesine park edebildi.
- The plan is to buy half a million dollars worth of shares.
- Plan yarım milyon dolar değerinde hisse almak.
- How much for half a kilo?
- Yarım kilosu ne kadar?
- I quit smoking half a year ago.
- Sigarayı yarım yıl önce bıraktım.
- Can we drive to Miami on half a tank of gas?
- Yarım depo benzinle Miami'ye gidebilir miyiz?
- Let's buy half a watermelon.
- Yarım karpuz alalım.
- The dictionary contains about half a million words.
- Sözlük, yaklaşık yarım milyon kelime içeriyor.
- There is a half empty bottle of wine in the fridge.
- Buzdolabında yarım şişe şarap var.
- A third is less than a half.
- Üçte bir yarımdan daha azdır.
- I bought half a bottle of wine.
- Yarım şişe şarap satın aldım.
- Layla was born half a century ago.
- Leyla yarım yüzyıl önce doğdu.
- Can I get half a kilo of chicken legs, please?
- Yarım kilo tavuk budu alabilir miyim lütfen?
- Heat half a liter of broth.
- Yarım litre et suyunu ısıt.
- It is estimated that there are over half a million words in English.
- İngilizce'de yarım milyondan fazla kelime olduğu tahmin ediliyor.
- Tom left his work half done so he could get to the station in time.
- Tom istasyona zamanında varabilmek için işini yarım bıraktı.
- I'm half an inch taller than Tom.
- Tom'dan yarım santim daha uzunum.
- He always leaves his work half done.
- Her zaman işlerini yarım bırakır.
- Tom was asleep half the time.
- Tom yarım saat uyudu.
- When Tom looked down at the apple he was eating, he realized that he had eaten half a worm.
- Tom yediği elmaya baktığında yarım solucan yediğini fark etti.
- I gave my half to Tom.
- Bana düşen yarım payı Tom'a verdim.
- Heat half a liter of broth.
- Yarım litre et suyu ısıt.
- He earns half a million yen a month.
- O, bir ayda yarım milyon yen kazanmaktadır.
- He earns half a million yen a month.
- Ayda yarım milyon yen kazanıyor.
- Tom handed Mary a check for half a million dollars.
- Tom, Mary'ye yarım milyon dolarlık bir çek uzattı.
- Would you like half a sandwich?
- Yarım sandviç ister misin?
- Tom was in a hurry so he left his breakfast only half eaten.
- Tom'un acelesi vardı, bu yüzden kahvaltısını yarım bıraktı.
- Dan was carrying a bag containing half a million dollars.
- Dan içinde yarım milyon dolar olan bir çanta taşıyordu.
- I'd like to buy half a cake.
- Yarım kek almak istiyorum.
- When Tom looked down at the apple he was eating, he realized that he had eaten half a worm.
- Tom yediği elmaya baktığında yarım bir solucan yediğini fark etti.
- Tom ate half a bag of potato chips.
- Tom yarım paket patates cipsi yedi.
- I bought half a bottle of wine.
- Yarım şişe şarap aldım.
- Tom ate half the peach and handed me the rest.
- Tom yarım şeftali yedi ve artanını bana uzattı.
- Give me half a kilo of tomatoes.
- Bana yarım kilo domates ver.
- It is no more than half a mile to the sea.
- Denize en fazla yarım mil var.
- Half a million children still face malnutrition in Niger.
- Yarım milyon çocuk Nijer'de hâlâ yetersiz beslenme ile karşı karşıyadır.
- I had half a grapefruit for breakfast.
- Kahvaltıda yarım greyfurt yedim.
- I'm over a half century old.
- Yarım asrı geçtim.
- The dictionary gathers nearly half a million words.
- Sözlük neredeyse yarım milyon kelimeyi bir araya getiriyor.
- We still have half a bottle of wine left.
- Hâlâ kalan yarım şişe şarabımız var.
- Don't leave things half finished.
- İşleri yarım bırakma.
- I spent half a day with Tom.
- Tom'la yarım gün geçirdim.
- He always leaves his work half done.
- İşini her zaman yarım bırakır.
- Don't leave things half done.
- İşleri yarım bırakma.
- Don't leave things half finished.
- İşlerini yarım bırakma.
- Can I have half a kilo apples?
- Yarım kilo elma alabilir miyim?
- He began his meal by drinking half a glass of ale.
- Yemeğe yarım bardak bira içerek başladı.
- I quit smoking half a year ago.
- Yarım yıl önce sigarayı bıraktım.
- If you had half a brain you'd be dangerous!
- Eğer yarım bir beynin olsaydı tehlikeli olurdun!
Show More (101)
|