1 |
hold |
tutmak |
v. |
|
- The Stability and Growth Pact is an agreement, an agreement that we must hold one another to.
- İstikrar ve Büyüme Paktı bir anlaşmadır, birbirimizi bağlı tutmamız gereken bir anlaşmadır.
- There is no evidence against them and no foundation for holding them.
- Aleyhlerinde hiçbir delil yok ve onları tutmak için hiçbir dayanak yok.
- We hold the goods of this earth on trust for our descendants.
- Bu dünyanın mallarını torunlarımız için emanet olarak tutuyoruz.
- It must be clear that we cannot hold the accession countries hostage to problems we face in one Member State or another.
- Katılım ülkelerini, şu ya da bu Üye Devlette karşılaştığımız sorunların rehinesi olarak tutamayacağımız açık olmalıdır.
- We shall hold the Commission to that promise.
- Komisyonu bu söze bağlı tutacağız.
- Where failure is occurring within the Commission we need to hold people responsible.
- Komisyon içerisinde başarısızlığın yaşandığı yerlerde insanları sorumlu tutmamız gerekir.
- There is no evidence against them and no foundation for holding them.
- Bunlara karşı hiçbir kanıt ve bunları tutmak için hiçbir temel yoktur.
- How can we hold individuals personally liable for a mushroom picked in a forest or for a fish caught from a river?
- Ormandan toplanan bir mantar ya da nehirden tutulan bir balık için bireyleri nasıl kişisel olarak sorumlu tutabiliriz?
- The Members will hold you to that statement, which is very important.
- Üyeler sizi çok önemli olan Bu ifadeye bağlı tutacaktır.
- We must help them succeed and thrive and not hold them back.
- Başarılı olmalarına ve gelişmelerine yardımcı olmalı ve onları geride tutmamalıyız.
- Hold the Council to the right things that have been decided.
- Konsey'i kararlaştırılan doğru şeylere bağlı tutun.
- They are holding the flags of national veto, hindrance and delay high.
- Ulusal veto, engelleme ve geciktirme bayraklarını yüksekte tutuyorlar.
- They hold them in the forged passport section or wherever and they send them home.
- Onları sahte pasaport bölümünde ya da herhangi bir yerde tutuyorlar ve evlerine gönderiyorlar.
- Miss Europe, dressed in a miniskirt, was the ring girl, holding a board bearing the words 'First round'.
- Mini etek giymiş olan Avrupa Güzeli ringin kızıydı ve elinde 'İlk tur' yazılı bir pano tutuyordu.
- The Members will hold you to that statement, which is very important.
- Üyeler, sizi çok önemli olan bu beyana tabi tutacaktır.
- The teflon cylinder avoids the small pit which can hold humidity to effect magnesium oxide inside.
- Teflon silindir, nemi tutabilen küçük çukurun oluşarak içeride magnezyum oksidi etkilemesini önler.
- Where I was held was in the basement of a building like this.
- Beni, bunun gibi bir binanın bodrum katında tutmuşlardı.
- That kid doesn't seem like he can even hold a chicken firmly.
- Bu çocuk bir tavuğu bile sıkıca tutamayacakmış gibi.
- However, a variable of type int can hold only whole numbers.
- Ancak, integer türündeki bir değişken yalnızca tam sayıları tutabilir.
- However, a variable of type int can hold only whole numbers.
- Ancak int tipinde bir değişken sadece tam sayıları tutabilir.
- That kid doesn't seem like he can even hold a chicken firmly.
- Bu çocuk bir tavuğu bile sıkıca tutabilecek gibi görünmüyor.
- That kid doesn't seem like he can even hold a chicken firmly.
- Bu velet bir tavuğu bile tutamaz gibi görünüyor.
- The teflon cylinder avoids the small pit which can hold humidity to effect magnesium oxide inside.
- Teflon silindir, içindeki magnezyum oksidi etkilemek için nemi tutabilecek küçük çukurun oluşmasını önler.
- I got plenty of space to hold you till morning.
- Seni sabaha kadar tutacak şekilde epey yerim var.
- Hold this while I tie my shoes.
- Ayakkabılarımı bağlarken bunu tut.
- She held her head up bravely.
- O cesur bir şekilde başını dik tuttu.
- Tom held the cup for Mary as she took a sip.
- Tom, Mary bir yudum alırken fincanı onun için tuttu.
- She held a rope.
- Bir ip tuttu.
- Take a breath and hold it.
- Nefes alın ve tutun.
- My roommate, who can't hold his liquor, came home after the party and barfed all over my new shoes!
- İçkiyi tutamayan ev arkadaşım partiden sonra eve geldi ve yeni ayakkabılarımın üzerine kustu!
- Could you hold this for a second?
- Şunu bir saniye tutabilir misiniz?
- Tom wanted to tell Mary what he really thought, but he held his tongue.
- Tom gerçekten ne düşündüğünü Mary'ye söylemek istedi, ama dilini tuttu.
- Hold Tom tight.
- Tom'u sıkı tut.
- Tom held Mary's hand.
- Tom Mary'nin elini tuttu.
- You're holding me too tight, Tom.
- Beni çok sıkı tutuyorsun, Tom.
- Tom held the hostages at gunpoint while Mary gathered the cash.
- Tom, Mary parayı toplarken rehineleri silahla tuttu.
- Tom held Mary close.
- Tom, Mary'i yakınında tuttu.
- He couldn't hold his temper any longer.
- Öfkesini daha fazla tutamadı.
- I can't hold it anymore.
- Artık tutamıyorum.
- Grandpa cannot hold urine anymore.
- Büyükbabam artık idrarını tutamıyor.
- I'm holding it.
- Onu tutuyorum.
- Thanks for holding that.
- Onu tuttuğun için teşekkürler.
- The most dangerous thing Tom ever wanted to try to do was to hold a poisonous snake.
- Tom'un yapmak istediği en tehlikeli şey zehirli bir yılanı tutmaktı.
- Hold me tighter.
- Beni daha sıkı tut.
- He is holding his books under his arm.
- Kitaplarını kolunun altında tutuyor.
- Don't hold yourself responsible for what happened.
- Olanlardan kendinizi sorumlu tutmayın.
- The most dangerous thing Tom ever wanted to try to do was to hold a poisonous snake.
- Tom'un şu ana kadar yapmayı denemek istediği en tehlikeli şey zehirli bir yılanı tutmaktı.
- I held my breath because of the excitement.
- Heyecandan nefesimi tuttum.
- Tom held the rope with both hands.
- Tom iki eliyle ipi tuttu.
- Tom held the knife between his teeth as he untied the knot.
- Tom düğümü çözerken bıçağı dişlerinin arasında tuttu.
- She caught hold of my arm so she wouldn't fall.
- Düşmemek için kolumu tuttu.
- Hold him for me.
- Onu benim için tutun.
- Hold the rope tight.
- İpi sıkı tut.
- Can you hold it a moment for me?
- Bunu benim için bir dakika tutabilir misin?
- They held their noses.
- Burunlarını tuttular.
- I'm not holding my breath.
- Nefesimi tutmuyorum.
- Could you hold these for a second?
- Şunları bir saniye tutabilir misiniz?
- He held her hostage in a van.
- Adam onu bir minibüste rehin tuttu.
- She held a rope.
- O bir ip tuttu.
- This knot will not hold.
- Bu düğüm tutmaz.
- I don't want to hold you back.
- Seni geride tutmak istemiyorum.
- She held my arm firmly.
- O, kolumu sımsıkı tuttu.
- Tom held his hands over his ears.
- Tom ellerini kulaklarının üzerinde tuttu.
- I'm not holding you back.
- Seni tutmuyorum.
- Tom was holding a small flashlight in his right hand.
- Tom sağ elinde küçük bir el feneri tutuyordu.
- I wasn't able hold my breath as long as Tom could.
- Tom kadar uzun süre nefesimi tutamadım.
- Tom was holding something in his right hand.
- Tom sağ elinde bir şey tutuyordu.
- I held the umbrella over Tom.
- Şemsiyeyi Tom'un üzerine tuttum.
- Tom held a seat for me.
- Tom benim için bir koltuk tuttu.
- Tom held open the car door for Mary.
- Tom Mary için araba kapısını açık tuttu.
- They held each other tight.
- Birbirlerini sıkı tuttular.
- I'll hold you responsible for this.
- Seni bunun için sorumlu tutacağım.
- Hold the handrail.
- Tırabzanı tut.
- Tom took Mary's hands and held them tightly.
- Tom, Mary'nin ellerini tuttu ve sıkıca kavradı.
- I'm trying to hold it!
- Bunu tutmaya çalışıyorum!
- Please hold it tightly.
- Lütfen sıkıca tutun.
- He is holding his books under his arm.
- Kolunun altında kitaplarını tutuyor.
- Fadil was holding the gun.
- Fadil silahı tutuyordu.
- Pardon me, madam, I'm ashamed to be crying like this in front of you, but I can't hold my tears.
- Affedersiniz hanımefendi, karşınızda böyle ağladığım için utanıyorum ama gözyaşlarımı tutamıyorum.
- The bottle Tom was holding had a purple label.
- Tom'un tuttuğu şişenin mor renkli bir etiketi vardı.
- Take a deep breath and hold it for as long as you can.
- Derin bir nefes al ve tutabildiğin kadar uzun tut.
- Tom held open the limo door for Mary.
- Tom Mary için limuzinin kapısını açık tuttu.
- I held the gun, but I never pulled the trigger.
- Silah tuttum, ama tetiği asla çekmedim.
- I'll hold you responsible for this.
- Bundan seni sorumlu tutacağım.
- Tom held my hand.
- Tom elimi tuttu.
- The device's battery stopped holding charge after six months of usage.
- Cihazın pili altı aylık kullanımdan sonra şarj tutmayı bıraktı.
- You'd better hold your tongue.
- Dilini tutsan iyi olur.
- Mary looked at me and told me to hold her in my arms.
- Mary bana baktı ve onu kollarımda tutmamı söyledi.
- Tom held open the limo door for Mary.
- Tom, Mary için limuzinin kapısını açarak tuttu.
- Why are you holding a knife?
- Neden bıçak tutuyorsun?
- He held a package under his arm.
- Kolunun altında bir paket tutuyordu.
- I held the door open for Tom.
- Tom için kapıyı açık tuttum.
- Tom is holding a package in his hand.
- Tom elinde bir paket tutuyor.
- I'll hold your bag while you put on your coat.
- Sen ceketini giyerken ben çantanı tutarım.
- To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back.
- Açıkça söylemek gerekirse, bu takımın kazanamamasının sebebi onları geride tutuyor olman.
- Hold my backpack.
- Sırt çantamı tut.
- She held her head up bravely.
- Başını cesurca dik tuttu.
- She held him tightly.
- Onu sıkıca tuttu.
- How long do you think you can hold your breath?
- Sence nefesini ne kadar tutabilirsin?
- Tom is holding a lit candle in his right hand.
- Tom sağ elinde yanan bir mum tutuyor.
- You cannot kill yourself by holding your breath.
- Nefesinizi tutarak kendinizi öldüremezsiniz.
- Tom is holding a knife in his left hand.
- Tom sol elinde bir bıçak tutuyor.
- A magnet can pick up and hold many nails at a time.
- Bir mıknatıs bir seferde çok sayıda çiviyi toplayabilir ve tutabilir.
- Tom opened the door and held it open for Mary.
- Tom kapıyı açtı ve Mary için açık tuttu.
- Tom is holding a knife in his left hand.
- Tom sol elinde bıçak tutuyor.
- Tom held Mary's hand under the table.
- Tom, Mary'nin elini masanın altında tuttu.
- I held the umbrella over her.
- Şemsiyeyi onun üzerinde tuttum.
- Hold the door.
- Kapıyı tut.
- Xueyou is holding a map of China.
- Xueyou bir Çin haritası tutuyor.
- The police held the crowd back.
- Polis kalabalığı geride tuttu.
- She held my hand firmly.
- O sıkıca benim elimi tuttu.
- Hold your horses, Tom.
- Atlarını tut, Tom.
- Just hold it.
- Şunu bir tut.
- He held a seat for me.
- Benim için bir koltuk tuttu.
- Hold it right there, Tom!
- Onu orada sağda tut, Tom!
- I held Tom's hand.
- Tom'un elini tuttum.
- Tom held the door open for Mary.
- Tom Mary için kapıyı açık tuttu.
- Tom is holding a clipboard.
- Tom bir not panosu tutuyor.
- She is holding it.
- O tutuyor.
- Tom is holding it.
- Tom tutuyor.
- I had to hold my umbrella with both hands.
- Şemsiyemi iki elimle tutmak zorunda kaldım.
- Hold this, please.
- Bunu tut, lütfen.
- She was holding a small parasol in her hand.
- Elinde küçük bir şemsiye tutuyordu.
- I held the knife in my left hand.
- Bıçağı sol elimde tuttum.
- I held the umbrella over Tom.
- Tom'a şemsiye tuttum.
- Please hold it tightly.
- Lütfen bunu sıkı tutun.
- Tom says he can hold his breath for three minutes.
- Tom nefesini üç dakika tutabileceğini söylüyor.
- Tom held one of Mary's hands, and John held the other.
- Tom Mary'nin bir elini tuttu, John da diğerini.
- I hold you responsible for this incident.
- Ben bu olaydan seni sorumlu tutuyorum.
- Tom held the door open.
- Tom kapıyı açık tuttu.
- She is holding her baby in her arms.
- O kollarında bebeğini tutuyor.
- British troops held that area.
- İngiliz birlikleri o bölgeyi tuttu.
- He was holding a large box in his arms.
- O, kollarında büyük bir kutu tutuyordu.
- Hold your head high.
- Başını dik tut.
- Can you hold my purse?
- Cüzdanımı tutabilir misin?
- Hold them down.
- Tutun onları.
- They held Tom for a few hours and then let him go free.
- Tom'u birkaç saat tuttular ve sonra serbest bıraktılar.
- Tom was holding a glass of whiskey in one hand and a cigarette in the other.
- Tom bir elinde bir bardak viski ve diğerinde de bir sigara tutuyordu.
- Just hold it.
- Bir tut şunu.
- She is holding a ladle with her left hand.
- Sol eliyle bir kepçeyi tutuyor.
- Hold the eggs tight or you'll break them.
- Yumurtaları sıkı tutun yoksa kırarsınız.
- She held him tightly and never wanted to let go.
- Onu sıkıca tuttu ve asla bırakmak istemedi.
- How long will this rope hold?
- Bu ip, ne kadar tutacak?
- Tom held one of Mary's hands, and John held the other.
- Tom, Mary'nin bir elini, John ise diğer elini tuttu.
- Please hold this bag.
- Lütfen bu çantayı tutun.
- They held him for a few hours and then let him go free.
- Onu birkaç saat tuttular ve sonra serbest bıraktılar.
- This robot can hold an egg without breaking it.
- Bu robot bir yumurtayı kırmadan tutabiliyor.
- I want to hold her.
- Onu tutmak istiyorum.
- Sometimes I can't hold my emotions.
- Bazen duygularımı tutamıyorum.
- The moment I held the baby in my arms, it began to cry.
- Bebeği kollarımda tuttuğum anda ağlamaya başladı.
- When riding the escalator, please hold the handrail and stand inside the yellow line.
- Yürüyen merdivene binerken lütfen tırabzanı tutun ve sarı çizginin içinde durun.
- Hold your breath.
- Nefesinizi tutun.
- I don't hold grudges.
- Ben kin tutmam.
- Hold the door, please.
- Kapıyı tut, lütfen.
- The teacher told Mary to hold her tongue.
- Öğretmen Meryem'e dilini tutmasını söyledi.
- She is holding a ladle with her left hand.
- Sol eliyle bir kepçe tutuyor.
- She held a flower in her hand.
- Elinde bir çiçek tutuyordu.
- If these muscles are weak, they cannot hold the kneecap in the correct position.
- Eğer bu kaslar zayıfsa, diz kapağını doğru pozisyonda tutamazlar.
- You're holding it, aren't you?
- Onu tutuyorsun, değil mi?
- Hold it like this.
- Onu böyle tut.
- I want to hold Tom.
- Tom'u tutmak istiyorum.
- Tom had no way of knowing that the dam wouldn't hold.
- Tom'un barajın tutmayacağını bilmesine imkan yoktu.
- I want to hold Tom.
- Ben Tom'u tutmak istiyorum.
- Hold the door.
- Kapıyı tutun.
- The waves were tossing me viciously to and fro as I struggled to hold my breath.
- Nefesimi tutmaya çalışırken dalgalar beni acımasızca sağa sola savuruyordu.
- Please hold this bag.
- Lütfen bu çantayı tut.
- Hold the door, please.
- Kapıyı tutun lütfen.
- I was holding this for you.
- Bunu senin için tutuyordum.
- Who is holding the torch?
- Meşaleyi kim tutuyor?
- Miss Gray told the boy to hold his tongue while she was speaking.
- Bayan Gray, kendisi konuşurken çocuğa dilini tutmasını söyledi.
- I can hold my liquor.
- İçkimi tutabilirim.
- Tom was holding a glass of whiskey in one hand and a cigarette in the other.
- Tom bir elinde bir bardak viski, diğerinde sigara tutuyordu.
- I opened the door and held it open for Mary.
- Kapıyı açtım ve onu Mary için açık tuttum.
- Show me what you're holding.
- Tuttuğun şeyi bana göster.
- Tom held Mary's hand very tightly and wouldn't let go.
- Tom, Mary'nin elini çok sıkı tuttu ve gitmesine izin vermedi.
- I held the gun, but I never pulled the trigger.
- Tabancayı tuttum ama tetiği çekmedim.
- A magnet can pick up and hold many nails at a time.
- Bir mıknatıs aynı anda birçok çiviyi alıp tutabilir.
- They hold me responsible for it.
- Bundan beni sorumlu tutuyorlar.
- Tom held the door open for Mary.
- Tom, Mary için kapıyı açık tuttu.
- She held her hands tightly over her ears.
- Ellerini kulaklarının üzerinde sıkıca tuttu.
- I cannot hold the horse.
- Ben atı tutamıyorum.
- Hold the baby gently.
- Bebeği nazikçe tut.
- I can hold my breath for a long time.
- Nefesimi uzun süre tutabilirim.
- Hold the baby gently.
- Bebeği nazikçe tutun.
- She was holding an umbrella.
- O, bir şemsiye tutuyordu.
- You can't hold me responsible.
- Beni sorumlu tutamazsın.
- Tom is holding a bottle of beer.
- Tom elinde bir bira şişesi tutuyor.
- I won't hold my breath.
- Ben nefesimi tutmayacağım.
- Don't hold yourself responsible for what happened.
- Olanlar için kendinizi sorumlu tutmayın.
- Sami held the door open for Layla.
- Sami, Layla için kapıyı açık tuttu.
- Tom is holding a baby in his arms.
- Tom kollarında bir bebek tutuyor.
- You're holding it wrong.
- Yanlış tutuyorsun.
- He held the wheel with one hand and waved to me with the other.
- O bir eliyle direksiyonu tuttu ve diğeriyle bana el salladı.
- I held my breath for as long as I could.
- Nefesimi tutabildiğim kadar tuttum.
- Tom held the flag so everyone could see it.
- Tom bayrağı herkesin görebileceği şekilde tuttu.
- I want you to hold this while I open the door.
- Ben kapıyı açarken bunu tutmanı istiyorum.
- Tom was holding a small box in his hands.
- Tom ellerinde küçük bir kutu tutuyordu.
- Let me hold it.
- Onu tutayım.
- Can you hold it in until the next rest stop?
- Bir sonraki mola yerine kadar tutabilir misin?
- I won't hold my breath.
- Nefesimi tutmayacağım.
- Please hold this ladder steady.
- Lütfen bu merdiveni sabit tutun.
- Hold it, Tom.
- Tut şunu, Tom.
- I held the door open for him.
- Kapıyı onun için açık tuttum.
- Tom held his nose.
- Tom burnunu tuttu.
- Hold them for me.
- Onları benim için tut.
- The fat woman was holding a monkey.
- Şişman kadın elinde bir maymun tutuyordu.
- She is holding her baby in her arms.
- Bebeğini kucağında tutuyor.
- The boy was holding a mouse by the tail.
- Çocuk bir fareyi kuyruğundan tutuyordu.
- He longed to hold her in his arms.
- Onu kollarında tutmayı arzuluyordu.
- She caught hold of my arm so she wouldn't fall.
- O kolumu tuttu bu yüzden düşmedi.
- Hold the candle.
- Mumu tut.
- Fadil was holding the gun.
- Fadıl silahı tutuyordu.
- When riding the escalator, please hold the handrail and stand inside the yellow line.
- Yürüyen merdivene binerken lütfen tırabzanı tut ve sarı çizginin içinde dur.
- Tom held Mary's hand under the table.
- Tom masanın altında Mary'nin elini tuttu.
- Take a deep breath and hold it for as long as you can.
- Derin bir nefes al elinden ve onu geldiğince uzun süre tut.
- He held a ball.
- O bir top tuttu.
- Don't hold yourself responsible for what happened.
- Olanlardan kendini sorumlu tutma.
- Mary looked me in the eyes and told me to hold her in my arms.
- Mary gözlerime baktı ve bana onu kollarımda tutmamı söyledi.
- I held the umbrella over her.
- Şemsiyeyi üzerine tuttum.
- They held each other's hands and looked at the stars.
- Birbirlerinin ellerini tuttular ve yıldızlara baktılar.
- I can hold my breath for quite a long time.
- Nefesimi oldukça uzun süre tutabilirim.
- Tom held a glass filled with wine in his left hand.
- Tom sol elinde şarap dolu bir bardak tutuyordu.
- Tom held the rope with both hands.
- Tom ipi iki eliyle tuttu.
- Tom held Mary's hand and gave her tissues to wipe her tears.
- Tom, Mary'nin elini tuttu ve gözyaşlarını silmesi için ona mendil verdi.
- Hold me, Tom.
- Tut beni, Tom.
- If any harm comes to her, I will hold you personally responsible.
- Eğer ona bir zarar gelirse, seni şahsen sorumlu tutarım.
- I held Tom by the collar.
- Tom'u yakasından tuttum.
- We'll hold you accountable.
- Sizi sorumlu tutacağız.
- I can't dance holding a drink.
- Bir içki tutarken dans edemem.
- Do you want to hold my dog?
- Köpeğimi tutmak ister misin?
- Can you hold my purse?
- Cüzdanımı tutabilir misiniz?
- Hold it for me.
- Bunu benim için tut.
- How long can you hold your breath?
- Nefesini ne kadar süre tutabilirsin?
- I held my breath.
- Nefesimi tuttum.
- We've held our own.
- Kendimizi tuttuk.
- I hold Mary in the basement and rape her every day.
- Mary´yi bodrumda tutuyorum ve ona her gün tecâvüz ediyorum.
- You're the only thing that's holding me together.
- Tutunacak tek dalım sensin.
- Do you want to hold my baby?
- Bebeğimi tutmak ister misin?
- Tom held Mary tightly.
- Tom Mary'yi sıkıca tuttu.
- I'm holding it.
- Ben tutuyorum.
- The police held the angry crowd back.
- Polis, öfkeli kalabalığı geride tuttu.
- Tom took Mary's hands and held them tightly.
- Tom Mary'nin ellerini aldı, ve onları sıkıca tuttu.
- Tom can hold his breath for five minutes.
- Tom nefesini beş dakika tutabilir.
- Miss Gray told the boy to hold his tongue while she was speaking.
- Bayan Gray çocuğa o konuşurken çenesini tutmasını söyledi.
- Hold them for me.
- Onları benim için tutun.
- Hold my bag.
- Çantamı tut.
- When she was late, I felt like scolding her, but I held my tongue.
- O geç kaldığında canım onu azarlamak istedi ama dilimi tuttum.
- I can't hold it.
- Onu tutamam.
- Don't hold it upside down.
- Onu ters tutma.
- I cannot hold the horse.
- Atı tutamıyorum.
- Could you hold this for a sec?
- Şunu bir saniye tutabilir misiniz?
- I wouldn't hold my breath.
- Ben nefesimi tutmazdım.
- Tom actually held the door open for Mary.
- Tom aslında Mary için kapıyı açık tuttu.
- Tom is holding a knife.
- Tom bir bıçak tutuyor.
- Hold Tom down.
- Tom'u tut.
- Tom put down the box he was holding.
- Tom tuttuğu kutuyu yere bıraktı.
- I hold you responsible for this incident.
- Bu olaydan seni sorumlu tutuyorum.
- I can get a hold of it now.
- Şimdi onu tutabilirim.
- She held the kitten like a mother gorilla would hold her own baby.
- Yavru kediyi bir anne gorilin kendi bebeğini tuttuğu gibi tuttu.
- To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back.
- Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.
- Tom held Mary's hand and gave her tissues to wipe her tears.
- Tom, Mary'nin elini tuttu ve gözyaşlarını silmesi için mendilini ona verdi.
- He couldn't hold his temper any longer.
- O artık öfkesini tutamadı.
- Fadil was holding all the cards.
- Fadıl bütün kartları tutuyordu.
- I need someone to hold me and tell me everything will be alright.
- Beni tutacak ve bana her şeyin iyi olacağını söyleyecek birine ihtiyacım var.
- Tom held the flag so everyone could see it.
- Tom bayrağı tuttu böylece onu herkes görebildi.
- He held a ball.
- Bir top tuttu.
- Tom held the door for Mary.
- Tom, Mary için kapıyı tuttu.
- Hold the racket tight.
- Raketi sıkı tut.
- Hold Tom for me.
- Tom'u benim için tut.
- Tom is holding a baseball bat.
- Tom bir beysbol sopası tutuyor.
- Hold my glasses.
- Gözlüklerimi tut.
- I held the knife in my left hand.
- Bıçağı sol elimde tutuyordum.
- Tom was holding a knife in his right hand.
- Tom sağ elinde bir bıçak tutuyordu.
- Hold the ladder tight.
- Merdiveni sıkı tutun.
- Hold this ladder steady.
- Bu merdiveni sabit tutun.
- She held the kitten like a mother gorilla would hold her own baby.
- O bir anne gorilin kendi bebeğini tuttuğu gibi kedi yavrusunu tuttu.
- Hold it like this.
- Böyle tut.
- Tom held the door for Mary.
- Tom kapıyı Mary için tuttu.
- Tom is holding it.
- Tom onu tutuyor.
- Tom is holding something.
- Tom bir şey tutuyor.
- Hold it there.
- Orada tut.
- I hold Mary in the basement and rape her every day.
- Mary'i bodrumda tutuyorum ve her gün ona tecavüz ediyorum.
- Fadil told Layla to hold the gun on Rami.
- Fadıl, Leyla'ya silahını Rami'ye tutmasını söyledi.
- This will hold me until lunch.
- Bu, öğle yemeğine kadar beni tok tutacak.
- Tom was holding a small box in his hands.
- Tom elinde küçük bir kutu tutuyordu.
- She held her baby in her arms.
- O, bebeğini kollarında tuttu.
- She held her hands tightly over her ears.
- O ellerini sıkıca kulakları üzerinde tuttu.
- He held his tongue while he was being scolded.
- Azarlanırken dilini tuttu.
- Hold your tongue, or you'll be killed.
- Dilini tut, yoksa öldürüleceksin.
- Hold it there.
- Onu orada tutun.
- You've got to learn to hold your tongue.
- Dilini tutmayı öğrenmek zorundasın.
- He held his tongue while he was being scolded.
- O azarlanıyorken dilini tuttu.
- Would you mind holding this?
- Bunu tutabilir misiniz?
- My brother is holding a camera in his hand.
- Erkek kardeşim elinde bir kamera tutuyor.
- Tom was holding a bottle of wine.
- Tom bir şişe şarap tutuyordu.
- We'll hold you accountable.
- Biz sizi sorumlu tutacağız.
- Tom held his hands in front of the vent.
- Tom ellerini havalandırmanın önünde tuttu.
- I opened the door and held it open for Mary.
- Kapıyı açtım ve Mary için açık tuttum.
- Tom opened the door and held it open for Mary.
- Tom kapıyı açtı ve onu Mary için açık tuttu.
- He was holding a large box in his arms.
- Kollarında büyük bir kutu tutuyordu.
- How long do you think Tom can hold his breath?
- Sence Tom nefesini ne kadar tutabilir?
- I held the door open for her.
- Onun için kapıyı açık tuttum.
- Mary held the baby in her arms.
- Mary bebeği kucağında tuttu.
- Mary, frightened, stretched out her arms to hold me.
- Mary, korkmuş bir halde, beni tutmak için kollarını uzattı.
- Everyone held their breath to see who would win the presidential election.
- Herkes cumhurbaşkanlığı seçimlerini kimin kazanacağını görmek için nefeslerini tuttu.
- Hold this for me, will you?
- Bunu benim için tut, olur mu?
- We all held our breath while we watched it.
- İzlerken hepimiz nefesimizi tuttuk.
- I want to hold him.
- Onu tutmak istiyorum.
- He held a package under his arm.
- O, kolunun altında bir paket tutuyordu.
- Don't hold it upside down.
- Baş aşağı tutmayın.
- Thanks for holding that.
- Tuttuğun için teşekkürler.
- He held the wheel with one hand and waved to me with the other.
- Bir eliyle direksiyonu tutarken diğer eliyle bana el sallıyordu.
- I can hold my liquor better than you.
- İçkimi senden daha iyi tutabilirim.
- Could you hold that, please?
- Lütfen bunu tutabilir misin?
- Hold your tongue, Tom.
- Dilini tut, Tom.
- Tom held Mary tight.
- Tom Mary'yi sıkıca tuttu.
- Tom held the ball.
- Tom topu tuttu.
- Tom held Mary's hand very tightly and wouldn't let go.
- Tom, Mary'nin elini çok sıkı tuttu ve bırakmadı.
- Don't hold yourself responsible for what happened.
- Yaşananlardan kendini sorumlu tutma.
- Hold your nose so you don't smell the stench.
- Kokuyu almamak için burnunu tut.
- Can you hold this for a second?
- Bunu bir saniye tutabilir misin?
- He held her tightly.
- Onu sıkıca tuttu.
- Can you hold that thought?
- Diyeceğin şeyi aklında tutabilir misin?
- How long can you hold your breath?
- Nefesini ne kadar tutabilirsin?
- Hold the ladder tight.
- Merdiveni sıkı tut.
- He held his tongue and didn't say a word.
- Dilini tuttu ve tek kelime etmedi.
- You must hold that dagger like this.
- O hançeri böyle tutmalısın.
- I want to hold you.
- Seni tutmak istiyorum.
- Tom is holding something behind his back.
- Tom arkasında bir şey tutuyor.
- The fat woman was holding a monkey.
- Şişman kadın bir maymun tutuyordu.
- Tom held Mary's lifeless body in his arms.
- Tom, Mary'nin cansız bedenini kollarında tuttu.
- Take a breath and hold it.
- Bir nefes alın ve onu tutun.
- Why are you holding a knife?
- Neden bir bıçak tutuyorsun?
- She fainted, and I had to hold her to keep her from falling.
- Bayıldı ve düşmemesi için onu tutmak zorunda kaldım.
- She is holding a red flower.
- O kırmızı bir çiçek tutuyor.
- I'm holding you personally responsible for getting us in trouble with the police.
- Başımızı polisle belaya soktuğun için seni şahsen sorumlu tutuyorum.
- The hotness of this tea is making my cup too hot to hold.
- Bu çayın sıcaklığı fincanımı tutamayacağım kadar sıcak hale getiriyor.
- Can you hold this for me?
- Bunu benim için tutabilir misin?
- I held Tom's hand.
- Ben Tom'un elini tuttum.
- He held her down in the tub until she drowned.
- Boğulana kadar onu küvette tuttu.
- I'm holding a book.
- Ben bir kitap tutuyorum.
- Hold the baby very carefully.
- Bebeği çok dikkatli tut.
- She held him by the sleeve.
- Onu kolundan tuttu.
- Tom is holding Mary in his arms.
- Tom, Mary'yi kollarında tutuyor.
- Tom says he can hold his breath for three minutes.
- Tom nefesini üç dakika tutabildiğini söylüyor.
- Hold this, please.
- Tut şunu, lütfen.
- Can I hold your baby?
- Bebeğini tutabilir miyim?
- Sami held Layla responsible for this.
- Sami bunun için Leyla'yı sorumlu tuttu.
- Hold the rope tight.
- Halatı sıkıca tutun.
- Her hair and the way she holds her head remind me of Maria.
- Saçları ve başını tutuş şekli bana Maria'yı hatırlatıyor.
- He caught hold of the rope.
- O, ipi tuttu.
- When she was late, I felt like scolding her, but I held my tongue.
- Geç kaldığında onu azarlamak istedim ama dilimi tuttum.
- Now hold it.
- Şimdi onu tut.
- He holds stocks in this company.
- O, menkul kıymetlerini bu şirkette tutuyor.
- Tom is holding a bouquet of flowers.
- Tom bir buket çiçek tutuyor.
- Let me hold it.
- Bırak tutayım.
- Please hold this ladder steady.
- Lütfen bu merdiveni sabit tut.
- I'll hold your bag while you put on your coat.
- Ceketini giyerken çantanı tutacağım.
- There's no telling where they're holding Tom.
- Tom'u nerede tuttukları belli değil.
- Yanni held the camera.
- Yanni kamerayı tuttu.
- Sami held Layla responsible for this.
- Sami bundan Layla'yı sorumlu tutuyordu.
- Tom is holding a bottle of beer.
- Tom bir şişe bira tutuyor.
- Her hair and the way she holds her head remind me of Maria.
- Onun saçı ve kafasını tutma şekli bana Maria'yı hatırlatıyor.
- He held her by the sleeve.
- Onu kolundan tuttu.
- Tom wanted me to hold that for him.
- Tom bunu onun için tutmamı istedi.
- Tom held the knife like this.
- Tom bıçağı böyle tuttu.
- Could you hold these bags until four this afternoon?
- Bu çantaları öğleden sonra dörde kadar tutabilir misiniz?
- I held my breath for as long as I could.
- Elimden geldiğince nefesimi tuttum.
- Hold that for me.
- Şunu benim için tut.
- He was holding a pen in his hand.
- O, elinde bir dolma kalem tutuyordu.
- I held my breath and waited.
- Nefesimi tuttum ve bekledim.
- Can you hold this for a second?
- Şunu bir saniye tutabilir misin?
- She held a flower in her hand.
- O, elinde bir çiçek tutuyordu.
- Hold that for me.
- Onu benim için tut.
- Fadil was holding his baby.
- Fadıl bebeğini tutuyordu.
- Tom held the hostages at gunpoint while Mary gathered the cash.
- Mary parayı toplarken Tom rehineleri silah zoruyla tuttu.
- He is holding it.
- O tutuyor.
- Hold the eggs tight or you'll break them.
- Yumurtaları sıkı tut yoksa onları kıracaksın.
- I wouldn't hold my breath.
- Nefesimi tutmazdım.
- This robot can hold an egg without breaking it.
- Bu robot yumurtayı kırmadan tutabilir.
- Tom held Mary close.
- Tom Mary'yi yakında tuttu.
- I'm trying to hold it!
- Tutmaya çalışıyorum!
- Tom wanted to tell Mary what he really thought, but he held his tongue.
- Tom Mary'ye gerçekten ne düşündüğünü söylemek istedi ama dilini tuttu.
- I dropped the pencil I was holding.
- Tuttuğum kalemi düşürdüm.
- The police held him in custody.
- Polis onu gözaltında tuttu.
- Tom was holding something in his left hand.
- Tom sol elinde bir şey tutuyordu.
- I wasn't able hold my breath as long as Tom could.
- Nefesimi Tom kadar uzun tutamadım.
- She is holding a red flower.
- Elinde kırmızı bir çiçek tutuyor.
- I hold Mary in the basement and rape her every day.
- Mary'i bodrumda tutup her gün ona tecavüz ediyorum.
- Grandpa cannot hold urine anymore.
- Büyükbabam artık idrar tutamıyor.
- I'll hold your bag while you put on your coat.
- Paltonuzu giyerken çantanızı tutacağım.
- I can hold my breath for quite a long time.
- Oldukça uzun bir süre nefesimi tutabilirim.
- The boy pretended he could read, but he was holding the book upside down.
- Çocuk, okuyabiliyormuş gibi yapıyordu ama kitabı ters tutuyordu.
- I'm not going to hold my breath.
- Nefesimi tutmayacağım.
- You've got to learn to hold your tongue.
- Dilini tutmayı öğrenmelisin.
- Tom is holding his hat in his hand.
- Tom elinde şapkasını tutuyor.
- Tom hasn't even held Mary's hand yet.
- Tom henüz Mary'nin elini bile tutmadı.
- He holds a lot of land.
- O çok fazla arazi tutuyor.
- She fainted, and I had to hold her to keep her from falling.
- O bayıldı ve düşmesini önlemek için onu tutmak zorundaydım.
- The argument will not hold.
- Argüman tutmayacak.
- Nobody knows what the future holds?
- Geleceğin neyi tuttuğunu kimse bilmiyor mu?
- You're holding it, aren't you?
- Onu tutuyorsun , değil mi?
- What are you holding?
- Ne tutuyorsun?
- I can't hold it anymore.
- Ben onu daha fazla tutamam.
- Sami dropped everything he was holding.
- Sami tutmakta olduğu her şeyi düşürdü.
- He held his tongue and didn't say a word.
- O, dilini tuttu ve bir kelime söylemedi.
- Hold your breath, please.
- Nefesinizi tutun lütfen.
Show More (409)
|
2 |
hold |
düzenlemek |
v. |
|
- Here in Strasbourg, a successful conference was held two weeks ago.
- Burada Strazburg'da iki hafta önce başarılı bir konferans düzenlendi.
- In the Netherlands, the Protestant churches held a prayer day yesterday.
- Hollanda'da Protestan kiliseleri dün bir dua günü düzenledi.
- A Justice Council and a Home Affairs Council have been held.
- Bir Adalet Konseyi ve bir İçişleri Konseyi düzenlendi.
- Sir David will be holding a number of meetings in Parliament and will be observing the proceedings.
- Sör David Parlamento'da bir dizi toplantı düzenleyecek ve oturumları gözlemleyecektir.
- The TRIPs Council will be holding further meetings in July and September.
- TRIPs Konseyi Temmuz ve Eylül aylarında yeni toplantılar düzenleyecektir.
- The TRIPs Council will be holding further meetings in July and September.
- TRIPs Konseyi Temmuz ve Eylül aylarında yeni toplantılar düzenleyecek.
- Hold referendums on the constitution in all the countries.
- Tüm ülkelerde anayasa konusunda referandumlar düzenleyin.
- It is the indisputable right of the Chechens to hold a peaceful conference in Copenhagen if it is their wish to do so.
- Eğer arzu ediyorlarsa Kopenhag'da barışçıl bir konferans düzenlemek Çeçenlerin tartışılmaz hakkıdır.
- Here in Strasbourg, a successful conference was held two weeks ago.
- Burada, Strazburg'da iki hafta önce başarılı bir konferans düzenlendi.
- At the same time, the NGO forum was held.
- Aynı zamanda STK forumu da düzenlendi.
- Today we have wished to hold a formal sitting.
- Bugün resmi bir oturum düzenlemek istedik.
- Last night, the Council held a trialogue meeting.
- Dün gece Konsey bir deneme toplantısı düzenledi.
- The first world congress against capital punishment was held in Strasbourg in June.
- İdam cezasına karşı ilk dünya kongresi Haziran ayında Strasbourg'da düzenlendi.
- I think that there are many good reasons to hold a debate.
- Bir münazara düzenlemek için pek çok iyi neden olduğunu düşünüyorum.
- So we could easily have held a topical and urgent debate this afternoon, but that too has been cancelled.
- Dolayısıyla bu öğleden sonra kolaylıkla güncel ve acil bir tartışma düzenleyebilirdik, ancak bu da iptal edildi.
- Portugal held a referendum four years ago on liberalising abortion and won 'the right to life'.
- Portekiz dört yıl önce kürtajın serbestleştirilmesi için bir referandum düzenledi ve 'yaşam hakkı' kazandı.
- This conference was held because it is a democratic right to hold conferences.
- Bu konferans düzenlendi çünkü konferans düzenlemek demokratik bir haktır.
- The first conference of international experts on the matter has been organised and will be held some time in April.
- Konuyla ilgili ilk uluslararası uzmanlar konferansı düzenlendi ve Nisan ayında gerçekleştirilecek.
- My country has offered to hold the conference in Sicily.
- Ülkem konferansı Sicilya'da düzenlemeyi teklif etti.
- We will not be holding a constitutional debate.
- Anayasa tartışması düzenlemeyeceğiz.
- This conference was held because it is a democratic right to hold conferences.
- Bu konferans düzenlenmiştir çünkü konferans düzenlemek demokratik bir haktır.
- It is the indisputable right of the Chechens to hold a peaceful conference in Copenhagen if it is their wish to do so.
- Eğer arzu ederlerse Kopenhag'da barışçıl bir konferans düzenlemek Çeçenlerin tartışılmaz hakkıdır.
- In Europe, over the past few days, large, so-called "gay pride" demonstrations have been held.
- Avrupa'da son birkaç gün içerisinde "eşcinsel onur günü gösterileri" olarak adlandırılan büyük gösteriler düzenlendi.
- We held a useful stakeholder workshop in September 2003 to which parliamentarians were invited.
- Eylül 2003'te parlamenterlerin de davet edildiği faydalı bir paydaş çalıştayı düzenledik.
- For that matter, in other European Member States, even holding referenda is considered too risky.
- Bu nedenle diğer Avrupa Üye Devletlerinde referandum düzenlemek bile çok riskli kabul edilmektedir.
- We are holding this debate to learn the lessons of the present crisis without any further delay.
- Bu tartışmayı daha fazla gecikmeden mevcut krizden dersler çıkarmak amacıyla düzenliyoruz.
- We also held an extraordinary General Affairs Council as a result of the seriousness of the crisis.
- Ayrıca krizin ciddiyetinin bir sonucu olarak olağanüstü bir Genel İşler Konseyi düzenledik.
- Sir David will be holding a number of meetings in Parliament and will be observing the proceedings.
- Sir David Parlamento'da bir dizi toplantı düzenleyecek ve oturumları gözlemleyecek.
- We could hold this every year until the death penalty is abolished everywhere.
- İdam cezası her yerde kaldırılana kadar bunu her yıl düzenleyebiliriz.
- Several conferences have been held to evaluate our military capability and deficiencies.
- Askeri kabiliyetimizi ve eksikliklerimizi değerlendirmek üzere çeşitli konferanslar düzenlendi.
- This is the second session that we are holding in October.
- Bu, Ekim ayında düzenlediğimiz ikinci oturumdur.
- Some legislatures would, therefore, only hold one major debate on the broad guidelines.
- Bu nedenle bazı yasama organları, geniş ana hatlar üzerinde sadece bir büyük tartışma düzenleyecektir.
- We have therefore not held an explicit debate on drugs policy.
- Bu nedenle uyuşturucu politikasına ilişkin açık bir tartışma düzenlemedik.
- Where was the wedding held?
- Nikah nerede düzenlendi?
- A farewell party was held for the executive who was retiring.
- Emekli olan bir yönetici için bir veda partisi düzenlendi.
- In 776 B.C., the first Olympic Games were held at the foot of Mount Olympus to honor the Greeks' chief god, Zeus.
- M.Ö. 776 yılında, Yunanlıların baş tanrısı Zeus'u onurlandırmak için Olimpos Dağı'nın eteklerinde ilk Olimpiyat Oyunları düzenlendi.
- Tom held a joint press conference with Mary today.
- Tom bugün Mary ile ortak bir basın toplantısı düzenledi.
- They held a congratulatory banquet.
- Bir kutlama ziyafeti düzenlediler.
- They held a dinner for the new president.
- Yeni başkan için bir akşam yemeği düzenlediler.
- Long ago, the Greeks would frequently hold great athletic events.
- Uzun zaman önce, Yunanlılar sık sık büyük atletizm etkinlikleri düzenlerdi.
- We have to rent a room to hold the party in.
- Biz, partiyi düzenlemek için bir oda kiralamak zorundayız.
- The office held a memorial for him.
- Ofiste onun için bir anma töreni düzenlendi.
- A bicycle race was held in Nagoya last year.
- Geçen yıl Nagoya'da bir bisiklet yarışı düzenlendi.
- We hold an exhibition every year.
- Her yıl bir sergi düzenliyoruz.
- A farewell party was held for the executive who was retiring.
- Emekliye ayrılan yönetici için bir veda partisi düzenlendi.
- They're holding a liquidation sale.
- Bir tasfiye satışı düzenliyorlar.
- He held a session.
- O bir oturum düzenledi.
- We are going to hold a farewell party for him.
- Onun için bir veda partisi düzenleyeceğiz.
- The wedding was held last week.
- Düğün, geçen hafta düzenlendi.
- Our club will hold its monthly meeting next Wednesday.
- Kulübümüz aylık toplantısını gelecek çarşamba günü düzenleyecek.
- They hold a general election every year.
- Onlar her yıl bir genel seçim düzenlerler.
- Tom is looking for a suitable place to hold the meeting.
- Tom toplantıyı düzenlemek için uygun bir yer arıyor.
- Many dances have been held in this hall.
- Bu salonda birçok danslar düzenlendi.
- The Fukuoka Marathon was held on Sunday.
- Fakuoka Maratonu pazar günü düzenlendi.
- Some states select primary candidates by caucus, while others hold an election.
- Diğerleri bir seçim düzenlerken, bazı devletler parti yönetim kurulu tarafından birincil adaylar seçerler.
- The medical congress was held in Kyoto.
- Kyoto'da tıp kongresi düzenlendi.
- We have to rent a room to hold the party in.
- Partiyi düzenlemek için bir oda kiralamalıyız.
- We hold an exhibition every year.
- Her yıl bir sergi düzenleriz.
- They're holding a clearance sale.
- Onlar bir tasfiye satışı düzenliyorlar.
- They held the meeting here.
- Onlar burada toplantı düzenledi.
- They held a congratulatory banquet.
- Onlar bir kutlama ziyafeti düzenledi.
- The Prime Minister will hold a press conference tomorrow.
- Başbakan yarın bir basın toplantısı düzenleyecek.
- I'll hold a special performance for you.
- Sizin için özel bir gösteri düzenleyeceğim.
- Long ago, the Greeks would frequently hold great athletic events.
- Uzun zaman önce, Yunanlılar sık sık büyük atletik olaylar düzenlerdi.
- In 776 B.C., the first Olympic Games were held at the foot of Mount Olympus to honor the Greeks' chief god, Zeus.
- Yunanların baş tanrısı Zeus'u şereflendirmek için İsa'dan Önce 776'da ilk Olimpiyat oyunları Olimpos Dağının eteğinde düzenlendi.
- I held a wedding ceremony last month.
- Geçen ay bir düğün töreni düzenledim.
- The party was held on May 22.
- Parti, 22 Mayısta düzenlendi.
- The party was held on May 22nd.
- Parti 22 Mayısta düzenlendi.
- The ceremony was held in honor of the guest from China.
- Çin'den gelen misafirin onuruna, bir tören düzenlendi.
- The sacred ceremony was held in the magnificent temple.
- Muhteşem tapınakta kutsal tören düzenlendi.
- Furthermore, even after the company information session, we sometimes hold company tours.
- Dahası, şirket bilgilendirme oturumundan sonra bile bazen şirket turları düzenliyoruz.
- A farewell party was held in honor of Mr Smith.
- Bay Smith'in onuruna bir veda partisi düzenlendi.
- They held a protest march for freedom.
- Özgürlük için bir protesto yürüyüşü düzenlediler.
- The shareholders meeting was held.
- Hissedarlar toplantısı düzenlendi.
- He held a session.
- Bir seans düzenledi.
- A farewell meeting was held in honor of Mr Jones.
- Bay Jones'un onuruna bir veda toplantısı düzenlendi.
- They held a dinner for the new president.
- Onlar yeni cumhurbaşkanı için bir akşam yemeği düzenlediler.
- We held a yard sale last weekend.
- Geçen hafta bir bahçe satışı düzenledik.
- We are going to hold a farewell party for him.
- Onun için veda partisi düzenleyeceğiz.
- The shareholder's meeting was held.
- Hissedarların toplantısı düzenlendi.
- Mayor Tom Jackson held several campaign appearances this month.
- Belediye Başkanı Tom Jackson, bu ay birkaç kampanya gösterisi düzenledi.
Show More (78)
|
3 |
hold |
almak |
v. |
|
- Women were included in the delegations in Bonn; women will hold office in the Interim Administration.
- Bonn'daki delegasyonlarda kadınlar da yer aldı; Geçici Yönetimde kadınlar da görev alacak.
- For if no success is forthcoming from Brussels, negotiations will be held up.
- Zira Brüksel'den bir sonuç çıkmaması halinde müzakereler askıya alınacaktır.
- Is there a firm commitment for them to hold debates and for them to take decisions?
- Tartışmalar yapmaları ve kararlar almaları için kesin bir taahhüt var mı?
- We cannot hold summit after summit without results.
- Sonuç almadan zirve üstüne zirve yapamayız.
- How many gallons do you think this tank will hold?
- Sence bu tank kaç galon alır?
- The hall was so large as to hold more than 1,000 people.
- Salon, 1.000'den fazla kişiyi alacak kadar büyüktü.
- He did not know what to do, and held his head in his hands.
- Ne yapacağını bilemedi ve başını ellerinin arasına aldı.
- This hall holds a maximum of 1,000 people.
- Bu salon en fazla 1,000 kişi alır.
- My backyard can hold more than ten people.
- Arka bahçem on kişiden fazlasını alabilir.
- How many passengers can this plane hold?
- Bu uçak kaç tane yolcu alabilir?
- Mary looked me in the eyes and told me to hold her in my arms.
- Mary gözlerimin içine baktı ve onu kollarıma almamı söyledi.
- This bus can hold fifty people.
- Bu otobüs elli kişi alabilir.
- This minibus holds 25 persons.
- Bu minibüs 25 kişi alır.
- This jar can hold two liters of hot water.
- Bu kavanoz iki litre sıcak su alabiliyor.
- This hall holds 2,000 people.
- Bu salon 2,000 kişi alır.
- The moment I held the baby in my arms, it began to cry.
- Bebeği kucağıma aldığım anda ağlamaya başladı.
- How many liters do you think this tank will hold?
- Bu tankın kaç litre alacağını düşünüyorsun?
- This hall holds two thousand people.
- Bu salon iki bin kişi alabilir.
- Tom held Mary in his arms.
- Tom, Mary'yi kollarının arasına aldı.
- The aircraft cabin holds two hundred and fifty people.
- Uçak kabini iki yüz elli kişi alıyor.
- She held her baby in her arms.
- Bebeğini kucağına aldı.
- Mary held the baby in her arms.
- Mary bebeği kucağına aldı.
- A car licence can be held from age 18.
- Bir araba ehliyeti 18 yaşından itibaren alınabilir.
- This beer mug holds one pint.
- Bu bira kupası bir pint alıyor.
- How many gallons do you think this tank will hold?
- Bu tankın kaç galon alacağını düşünüyorsunuz?
- This hall can hold 5,000 people.
- Bu salon 5,000 kişi alabilir.
- Will that briefcase hold many books?
- Bu çanta çok kitap alır mı?
- A car licence can be held from age 18.
- Araba ehliyeti 18 yaşından itibaren alınabilir.
- This jar can hold two liters of hot water.
- Bu kavanoz iki litre sıcak su alabilir.
- I'd do anything just to hold you in my arms.
- Seni kollarıma almak için her şeyi yaparım.
- This room can hold three hundred people.
- Bu oda üç yüz kişi alabilir.
- This hall holds two thousand people.
- Bu salon iki bin kişi alır.
- This hall holds 2,000 people.
- Bu salon 2,000 kişi almaktadır.
- This hall will hold two thousand people.
- Bu salon iki bin kişi alacak.
- How many cars can this garage hold?
- Bu garaj kaç araba alabilir?
- This hall holds a maximum of 1,000 people.
- Bu salon maksimum 1,000 kişi alır.
- This bottle holds one liter.
- Bu şişe bir litre alır.
- The hall was so large as to hold more than 1,000 people.
- Salon, 1.000'den fazla kişiyi alabilecek kadar büyüktü.
Show More (35)
|
4 |
hold |
elde tutmak |
v. |
|
- We hold shares of Tesla.
- Tesla'nın hisselerini elimizde tutuyoruz.
- It's possible the package we're holding is an explosive device.
- Elimizde tuttuğumuz paketin patlayıcı alet olma ihtimali var.
- Tom gave Mary the book he was holding.
- Tom elinde tuttuğu kitabı Mary'ye verdi.
- Tom is holding his hat in his hand.
- Tom şapkasını elinde tutuyor.
- I'm holding in my hands a book by Susanna Tamaro.
- Susanna Tamaro'nun bir kitabını elimde tutuyorum.
- You're holding my hand in the photo.
- Fotoğrafta elimi tutuyorsun.
- Brian is holding Kate's hands.
- Brian Kate'in ellerini tutuyor.
- What I'm holding in my hands is a fossilized shell.
- Elimde tuttuğum şey fosilleşmiş bir deniz kabuğu.
- Why were you holding her hand?
- Neden onun elini tutuyordun?
- I saw Tom holding your hand.
- Tom'un elini tuttuğunu gördüm.
- You are holding my hand in that picture.
- O resimde elimi tutuyorsun.
- I saw Tom holding your hand.
- Tom'u elini tutarken gördüm.
- Why were you holding Tom's hand?
- Neden Tom'un elini tutuyordun?
- Tom sat next Mary, holding her hand.
- Tom Mary'nin yanında onun elinden tutarak oturdu.
- Tom is holding Mary's hand.
- Tom, Mary'nin elini tutuyor.
- Tom is holding Mary's hand.
- Tom Mary'nin elini tutuyor.
- Why were you holding his hand?
- Neden onun elini tutuyordun?
- Tom sat next Mary, holding her hand.
- Tom, Mary'nin yanına oturdu ve onun elini tuttu.
- A fossilized shell is what I'm holding in my hands.
- Ellerimde tuttuğum şey fosilleşmiş bir kabuk.
- A fossilized shell is what I'm holding in my hands.
- Elimde tuttuğum şey fosilleşmiş bir deniz kabuğu.
- Tom, was that girl I saw you holding hands with yesterday a new girlfriend?
- Tom, dün elini tuttuğunu gördüğüm kız yeni bir kız arkadaşın mıydı?
- What I'm holding in my hands is a fossilized shell.
- Ellerimde tuttuğum şey fosilleşmiş bir kabuk.
Show More (19)
|
5 |
hold |
korumak |
v. |
|
- The Afghanistan army will hold the town from ISIS.
- Afganistan ordusu kasabayı IŞİD'den koruyacaktır.
- Parliament must hold on to its supremacy in this respect.
- Parlamento bu konudaki üstünlüğünü korumalıdır.
- When will you adopt measures and hold debates to protect pensioners against attacks by the state?
- Emeklileri devletin saldırılarına karşı korumak için ne zaman önlemler alacak ve tartışmalar yapacaksınız?
- Tom didn't want to rock the boat, so he held his peace.
- Tom, çıkıntılık yapmak istemediği için sessizliğini korudu.
- We've held our own.
- Biz yerimizi koruduk.
- Hold your positions.
- Pozisyonunuzu koruyun.
- The American troops held their ground.
- Amerikan birlikleri yerlerini korudu.
- Just hold your position till I arrive.
- Ben gelene kadar pozisyonunuzu koruyun.
- They were holding their ground.
- Yerlerini koruyorlardı.
Show More (6)
|
6 |
hold |
dayanmak |
v. |
|
- This debate is premature and you are, I am sure, launching it because the Commission has a gun held to its head.
- Bu tartışma henüz erken ve eminim ki Komisyon'un kafasına silah dayandığı için bu tartışmayı başlatıyorsunuz.
- This debate is premature and you are, I am sure, launching it because the Commission has a gun held to its head.
- Bu tartışma çok erken ve eminim ki Komisyon'un kafasına silah dayandığı için bu tartışmayı başlatıyorsunuz.
- Will the armistice hold at long last?
- Ateşkes uzun süre dayanabilecek mi?
- I can't hold it.
- Dayanamıyorum.
- How long will this rope hold?
- Bu ip, ne kadar dayanır?
- Tom held the gun to Mary's head.
- Tom, silahı Mary'nin kafasına dayandı.
Show More (3)
|
7 |
hold |
devam etmek |
v. |
|
- I hope the weather will hold for another day.
- Havanın bir gün daha devam edeceğini umuyorum.
- I hope the weather will hold for another day.
- Umarım hava bir gün daha böyle devam eder.
- I hope this good weather will hold till then.
- Umarım bu güzel hava o zamana kadar devam eder.
- Tom held the post for three years.
- Tom üç yıl göreve devam etti.
- I wonder if the weather will hold.
- Acaba hava böyle devam eder mi?
- I wonder if the weather will hold.
- Acaba hava böyle devam edecek mi?
Show More (3)
|
8 |
hold |
(ağırlık) taşımak |
v. |
|
- The roads in America are designed to hold 80,000 pounds.
- Amerika'daki yollar 80,000 ton taşıyacak şekilde tasarlanmıştır.
- I think that the message concerning the political importance that this question holds for us has got through.
- Bu sorunun bizim için taşıdığı siyasi öneme ilişkin mesajın yerine ulaştığını düşünüyorum.
- Sami proudly held his country's flag at the Olympics.
- Sami Olimpiyatlarda ülkesinin bayrağını gururla taşıdı.
- How many passengers can this plane hold?
- Bu uçak kaç yolcu taşıyabilir?
- The ice is not thick enough to hold our weight.
- Buz bizim ağırlığımızı taşıyacak kadar kalın değil.
Show More (2)
|
9 |
hold |
barındırmak |
v. |
|
- This rich biodiversity holds the assets for the development of future generations.
- Bu zengin biyolojik çeşitlilik, gelecek nesillerin gelişimi için gerekli varlıkları barındırmaktadır.
- The same region nevertheless holds many great opportunities.
- Yine de aynı bölge birçok büyük fırsat barındırıyor.
- This rich biodiversity holds the assets for the development of future generations.
- Bu zengin biyoçeşitlilik, gelecek nesillerin gelişimi için gerekli varlıkları barındırmaktadır.
- The pyramids still hold many secrets.
- Piramitler hâlâ pek çok sır barındırıyor.
- The pyramids still hold many secrets.
- Piramitler hala birçok sırrı barındırıyor.
Show More (2)
|
10 |
hold |
tutunmak |
v. |
|
- The problem is that at the moment the peace agreement is holding in Monrovia, but less well outside.
- Sorun şu ki, şu anda barış anlaşması Monrovia'da tutunuyor, ancak dışarıda daha az iyi.
- The problem is that at the moment the peace agreement is holding in Monrovia, but less well outside.
- Sorun şu ki şu anda barış anlaşması Monrovia'da tutunuyor ancak dışarıda daha az iyi.
- Those who want to maintain their hold on the market have to make a profit or else they go under.
- Piyasada tutunmak isteyenler kar etmek zorundadır, aksi takdirde batarlar.
- Luckily, I got hold of a branch and was saved from falling.
- Neyse ki bir dala tutundum ve düşmekten kurtuldum.
- He caught hold of a rope and saved himself.
- Bir halata tutundu ve kendini kurtardı.
Show More (2)
|
11 |
hold |
sahip olmak |
v. |
|
- It is possible to hold many opinions, both for and against the racism paragraph and freedom of expression.
- Irkçılık paragrafının ve ifade özgürlüğünün hem lehinde hem de aleyhinde birçok görüşe sahip olmak mümkündür.
- Too many positions held are marked by national interests alone and ideological mindsets.
- Sahip olunan çok sayıda mevki, yalnızca ulusal çıkarlar ve ideolojik zihniyetler tarafından belirlenmektedir.
- I would ask people to bear in mind that citizenship is not defined by the passport you hold.
- İnsanlardan, vatandaşlığın sahip olduğunuz pasaportla tanımlanmadığını akıllarında tutmalarını rica ediyorum.
- I do not see how you could, with the views that you hold, provide any answers.
- Sahip olduğunuz görüşlerle nasıl bir cevap verebileceğinizi anlamıyorum.
Show More (1)
|
12 |
hold |
çekmek |
v. |
|
- Tonny knows how to hold the attention of listeners.
- Tonny dinleyicilerin dikkatini nasıl çekeceğini biliyor.
- His speech held the attention of the audience.
- Konuşması dinleyicilerin dikkatini çekti.
- Tom held up the queen of spades.
- Tom maça kızı çekti.
- The police held the angry crowd back.
- Polis öfkeli kalabalığı geriye çekti.
Show More (1)
|
13 |
hold |
göstermek |
v. |
|
- I'll hold a special performance for you.
- Senin için özel bir performans göstereceğim.
- I wonder whether the weather will hold.
- Acaba hava durumu neler gösterecek?
- We should hold old people in reverence.
- Yaşlı insanlara hürmet göstermeliyiz.
- They held her in high esteem as their benefactor.
- Ona velinimetleri olarak büyük hürmet gösteriyorlardı.
Show More (1)
|
14 |
hold |
elinde tutmak |
v. |
|
- Tom held his hat in his hand.
- Tom şapkasını elinde tutuyordu.
- Tom held the book in his hand.
- Tom kitabı elinde tuttu.
- Tom held the book in his hand.
- Tom kitabı elinde tutuyordu.
- Tom held his hat in his hand.
- Tom şapkasını elinde tuttu.
Show More (1)
|
15 |
hold |
gerçekleşmek |
v. |
|
- The last election was held in November.
- Son seçim Kasım ayında gerçekleştirilmiştir.
- Political dialogue was held at both bilateral and multilateral levels.
- Hem iki taraflı hem de çok taraflı düzeylerde siyasal diyalog gerçekleşmiştir.
- This is on top of the recent business forum held last month in Mexico.
- Bu, geçtiğimiz ay Meksika'da düzenlenen son iş forumuna ek olarak gerçekleşmiştir.
Show More (0)
|
16 |
hold |
düşünmek |
v. |
|
- We in Europe have long held that a partnership approach works best.
- Avrupa'da uzun zamandır ortaklık yaklaşımının en iyi sonucu verdiğini düşünüyoruz.
- We in Europe have long held that a partnership approach works best.
- Biz Avrupa'da uzun zamandır ortaklık yaklaşımının en iyi sonucu verdiğini düşünüyoruz.
- The idea is to hold them next month.
- Görüşmelerin önümüzdeki ay yapılması düşünülüyor.
Show More (0)
|
17 |
hold |
tutunacak yer |
n. |
|
- The mountain was steep and slippery and it was difficult to find a hold.
- Dağ dik ve kaygandı ve tutunacak yer bulmak zordu.
- There were no holds for hand or foot on the rock.
- Kayanın üzerinde el ya da ayak için tutunacak yerler yoktu.
Show More (-1)
|
18 |
hold |
geçerli olmak |
v. |
|
- Does your invitation to the theatre still hold?
- Tiyatro davetiyeniz hâlâ geçerli mi?
- There is no line on a map beyond which such values no longer hold.
- Harita üzerinde bu değerlerin artık geçerli olmadığı bir çizgi yok.
Show More (-1)
|
19 |
hold |
tutunma |
n. |
|
- Genetically manipulated products will have to maintain their hold on the market.
- Genetiği ile oynanmış ürünler piyasadaki tutunmalarını sürdürmek zorunda kalacaklardır.
- Genetically manipulated products will have to maintain their hold on the market.
- Genetiğiyle oynanmış ürünler piyasada tutunmaya devam etmek zorunda kalacaktır.
Show More (-1)
|
20 |
hold |
bir arada tutmak |
v. |
|
- We must hold an enlarged Europe together.
- Genişlemiş bir Avrupa'yı bir arada tutmalıyız.
- Try to hold it together.
- Bir arada tutmaya çalış.
Show More (-1)
|
21 |
hold |
(sığır sürüsünü) bir arada tutmak |
v. |
|
- We want them to be the mortar that holds us together.
- Bizi bir arada tutan harç olmalarını istiyoruz.
- You're the only thing that's holding me together.
- Beni bir arada tutan tek şey sensin.
Show More (-1)
|
22 |
hold |
durmak |
v. |
|
- We are faced with a decisive choice that it would be unrealistic and tragic to hold back from.
- Geri durmanın gerçekçi olmayacağı ve trajik olacağı belirleyici bir seçimle karşı karşıyayız.
- Hold perfectly still.
- Kıpırdamadan dur.
Show More (-1)
|
23 |
hold |
tut |
expr. |
|
- Hold the ball with both hands.
- Topu her iki elinle tut.
- Hold the ball with both hands.
- Topu iki elinle tut.
Show More (-1)
|
24 |
hold |
zaptetmek |
v. |
|
- I'm not holding you back.
- Seni zaptetmiyorum.
- I'm not holding you back.
- Sizi zaptetmiyorum.
Show More (-1)
|
25 |
hold |
doğrultmak |
v. |
|
- Fadil told Layla to hold the gun on Rami.
- Fadıl, Leyla'ya Rami'ye silah doğrultmasını söyledi.
- Fadil held a gun to Dania's head.
- Fadıl, Dania'nın başına bir silah doğrulttu.
Show More (-1)
|
26 |
hold |
kavramak |
v. |
|
- She held my arm firmly.
- Kolumu sıkıca kavradı.
- Tom held Mary tightly.
- Tom Mary'yi sıkıca kavradı.
Show More (-1)
|
27 |
hold |
(rezervasyon vb.) bekletmek |
v. |
|
- I asked the restaurant to hold the reservation until 9 pm.
- Restorandan rezervasyonu akşam 9'a kadar bekletmelerini istedim.
Show More (-2)
|
28 |
hold |
saklamak |
v. |
|
- Countries hold their weapons at various sites.
- Ülkeler silahlarını çeşitli yerlerde saklamaktadır.
Show More (-2)
|
29 |
hold |
hitap etmek |
v. |
|
- Many religious services hold little appeal for modern tastes.
- Pek çok dini ayin modern zevklere pek hitap etmemektedir.
Show More (-2)
|
30 |
hold |
-e gebe olmak |
v. |
|
- Thousands of refugees are waiting to see what the future will hold.
- Binlerce mülteci, istikbalin nelere gebe olduğunu görmeyi bekliyor.
Show More (-2)
|
31 |
hold |
hâkim olma |
n. |
|
- My mother struggled to get a hold of her emotions after she saw the mess we made in the house.
- Annem evde yarattığımız dağınıklığı gördükten sonra duygularına hakim olmakta zorlandı.
Show More (-2)
|
32 |
hold |
sabitlemek |
v. |
|
- More screws should hold the painting in place.
- Tabloyu yerinde sabit tutmak için daha fazla vida kullanılmalıdır.
Show More (-2)
|
33 |
hold |
(makam vb.) işgal etmek |
v. |
|
- Obama was the first African American to hold the presidency in the United States.
- Obama, Amerika Birleşik Devletleri'nde başkanlık makamını işgal eden ilk Afrikalı Amerikalı oldu.
Show More (-2)
|
34 |
hold |
ambar |
n. |
|
- The cargo hold is full, we cannot take any more containers.
- Yük ambarımız dolu, daha fazla konteyner alamayız.
Show More (-2)
|
35 |
hold |
tutuş |
n. |
|
- Addie tightened her hold, refusing to let him go.
- Addie adamı bırakmamak için tutuşunu sıkılaştırdı.
Show More (-2)
|
36 |
hold |
salıvermemek |
v. |
|
- The Sheriff told the police officers to hold the rioters in place.
- Şerif polis memurlarına isyancıları salıvermemelerini söyledi.
Show More (-2)
|
37 |
hold |
(elinde) (bir şey) tutmak |
v. |
|
- Can you hold my phone for me?
- Telefonumu tutabilir misin?
Show More (-2)
|
38 |
hold |
bekletmek |
v. |
|
- Hold the taxi for me, please.
- Benim için taksiyi bekletin, lütfen.
Show More (-2)
|
39 |
hold |
(davranış vb.) … bulmak |
v. |
|
- I hold his actions irresponsible and immature.
- Onun davranışlarını sorumsuzca ve çocukça buluyorum.
Show More (-2)
|
40 |
hold |
beklemek |
v. |
|
- Please hold for the next available customer service.
- Lütfen bir sonraki müsait müşteri hizmetlerini bekleyin.
Show More (-2)
|
41 |
hold |
kavrama |
n. |
|
- He was in a neck hold until the referee stepped in and declared his opponent the winner.
- Hakem araya girip rakibini galip ilan edene kadar onun boynunu kavramıştı.
Show More (-2)
|
42 |
hold |
kapasiteye sahip olmak |
v. |
|
- The stadium can hold 50,000 people.
- Stadyum 50.000 kişilik kapasiteye sahiptir.
Show More (-2)
|
43 |
hold |
(ilgi vb.) çekmek |
v. |
|
- Visual aids help hold the students’ interest.
- Görsel araçlar öğrencilerin ilgisini çekmeye yardımcı olur.
Show More (-2)
|
44 |
hold |
-e basmaya devam etmek |
v. |
|
- Tenuto is a direction for the musician to hold a note for its full length.
- Tenuto, müzisyenin notaya tam uzunluğu boyunca basmasını gerektiren bir komuttur.
Show More (-2)
|
45 |
hold |
muhafaza etmek |
v. |
|
- That is why we want to hold on to this Statute as it stands.
- İşte bu yüzden bu Tüzüğü olduğu gibi muhafaza etmek istiyoruz.
Show More (-2)
|
46 |
hold |
bulundurma |
n. |
|
- The dubious honour of holding the world record in human rights abuses goes to the Taliban regime in Afghanistan.
- İnsan hakları ihlallerinde dünya rekorunu elinde bulundurma onuru Afganistan'daki Taliban rejimine aittir.
Show More (-2)
|
47 |
hold |
savunmak |
v. |
|
- I was the only one to hold this view in the Committee on Regional Policy, Transport and Tourism.
- Bölgesel Politika, Ulaştırma ve Turizm Komitesinde bu görüşü savunan tek kişi ben oldum.
Show More (-2)
|
48 |
hold |
bir şeye tutunmak |
v. |
|
- What kind of a drug addict holds onto something valuable?
- Nasıl bir uyuşturucu bağımlısı değerli bir şeye tutunur ki?
Show More (-2)
|
49 |
hold |
basılı tutmak |
v. |
|
- Hold them down.
- Onları basılı tutun.
Show More (-2)
|
50 |
hold |
elde tutma |
n. |
|
- You hold my fate in your hands.
- Kaderimi ellerinde tutuyorsun.
Show More (-2)
|
51 |
hold |
tutamak |
n. |
|
- There were no holds for hand or foot on the rock.
- Kayanın üzerinde el ya da ayak için bir tutamak yoktu.
Show More (-2)
|
52 |
hold |
bekletme |
n. |
|
- Don't put me on hold.
- Beni bekletme.
Show More (-2)
|
53 |
hold |
etki |
n. |
|
- Nancy has a hold on her husband.
- Nancy'nin kocası üzerinde büyük bir etkisi var.
Show More (-2)
|
54 |
hold |
desteklemek |
v. |
|
- I hold the same opinion.
- Aynı fikri destekliyorum.
Show More (-2)
|
55 |
hold |
katlanmak |
v. |
|
- How's Tom holding up?
- Tom nasıl katlanıyor?
Show More (-2)
|
56 |
hold |
işgal etmek (makam) |
v. |
|
- British troops held that area.
- İngiliz birlikleri o alanı zorla işgal ediyorlar.
Show More (-2)
|
57 |
hold |
baş etmek |
v. |
|
- How're you holding up?
- Nasıl baş ediyorsun?
Show More (-2)
|
58 |
hold |
tutuşmak |
v. |
|
- Tom saw Mary and John holding hands.
- Tom, Mary ve John'un el tutuştuğunu gördü.
Show More (-2)
|