| 1 |
nerve |
sinir |
n. |
|
- The medicine directly affects the nerves.
- İlaç doğrudan sinirleri etkilemektedir.
- That fact may help him and others to calm the excessive nerves they so often display.
- Bu gerçek, onun ve diğerlerinin sık sık sergiledikleri aşırı sinirlerini yatıştırmalarına yardımcı olabilir.
- In the days and weeks ahead, we need steady nerves and an effective United Nations.
- Önümüzdeki günlerde ve haftalarda sağlam sinirlere ve etkili bir Birleşmiş Milletlere ihtiyacımız var.
- This can cause nerves to break down at one point.
- Bu da sinirlerin bir noktada bozulmasına neden olabilir.
- No one knows for sure what makes these nerve cells break down.
- Kimse bu sinir hücrelerini neyin parçaladığını kesin olarak bilmiyor.
- Mary is getting on my nerves.
- Mary sinirlerime dokunuyor.
- Tom breathed slowly and deeply to calm his nerves before going into the interview room.
- Tom görüşme odasına girmeden önce sinirlerini yatıştırmak için yavaş ve derin nefes aldı.
- She was a bundle of nerves last night.
- O dün gece sinir küpüydü.
- Doesn't he just get on your nerves?
- O, senin sinirine dokunmuyor mu?
- Tom is a bundle of nerves.
- Tom bir sinir yumağıdır.
- I think a glass of wine would help me calm my nerves.
- Bir kadeh şarabın sinirlerimi sakinleştirmeme yardımcı olacağını düşünüyorum.
- The contents of this book are not suitable for people with weak nerves.
- Bu kitabın içeriği sinirleri zayıf olan kişiler için uygun değildir.
- Calm your nerves down.
- Sinirlerinizi yatıştırın.
- Tom's way of speaking got on my nerves.
- Tom'un konuşma şekli, sinirlerime dokundu.
- I want to strain your nerves.
- Ben sinirlerini germek istiyorum.
- Fadil took a shower to calm his nerves down.
- Fadıl sinirlerini rahatlatmak için duş aldı.
- A man like that gets on my nerves.
- Öyle bir adam sinirime dokunuyor.
- A nerve cell responds to a slight stimulus.
- Bir sinir hücresi hafif bir uyarıcıya yanıt verir.
- Don't you get on each other's nerves?
- Birbirimizin sinirlerini bozmuyor musunuz?
- Tom and I have started to get on each other's nerves.
- Tom ve ben birbirimizi sinir etmeye başladık.
- Tom is starting to get on my nerves.
- Tom sinirlerimi bozmaya başladı.
- Tom and I have started to get on each other's nerves.
- Tom ve ben birbirimizin sinirini bozmaya başladık.
- He really gets on my nerves.
- O gerçekten beni sinir ediyor.
- Doesn't he just get on your nerves?
- Sinirlerini bozmuyor mu?
- Calm your nerves.
- Sinirlerini yatıştır.
- The way she speaks gets on my nerves.
- Onun konuşma biçimi sinirlerimi zıplatıyor.
- I didn't feel like studying because the noise outside was getting on my nerves.
- Dışarıdaki gürültü sinirime dokunduğu için canım çalışmak istemedi.
- Music has settled her nerves.
- Müzik onun sinirlerini sakinleştirdi.
- Calm your nerves down.
- Sinirlerini yatıştır.
- He gets on my nerves.
- Sinir ediyor beni.
- Music has settled her nerves.
- Müzik onun sinirlerini yatıştırdı.
- It's a complete mess, and it's getting on my nerves.
- Bu tam bir karmaşa ve benim sinirime dokunuyor.
- Tom is starting to get on my nerves.
- Tom sinirimi bozmaya başlıyor.
- Fadil took a shower to calm his nerves down.
- Fadıl sinirlerini yatıştırmak için duş aldı.
- Something they said must have hit a nerve, so he started yelling at them.
- Söyledikleri bir şey sinirine dokunmuş olmalı ki onlara bağırmaya başladı.
- I think a glass of wine would help me calm my nerves.
- Sanırım bir kadeh şarap sinirlerimi yatıştırmama yardımcı olur.
- Did I touch a raw nerve?
- Ham bir sinire mi dokundum?
- Tom breathed slowly and deeply to calm his nerves before going into the interview room.
- Tom görüşme odasına girmeden önce sinirlerini yatıştırmak için yavaş ve derinden nefes alıp verdi.
- A nerve cell responds to a slight stimulus.
- Bir sinir hücresi hafif bir uyarana tepki verir.
- In the brain there are around one hundred billion nerve cells.
- Beyinde yaklaşık yüz milyar sinir hücresi vardır.
- We started to get on each other's nerves.
- Birbirimizin sinirlerini bozmaya başladık.
- ALS slowly destroys the nerves and muscles needed for moving your body.
- ALS, vücudunuzu hareket ettirmek için gereken sinirleri ve kasları yavaş yavaş yok eder.
- Tom gets on my nerves.
- Tom benim sinirime dokunuyor.
- I want to strain your nerves.
- Sinirlerini germek istiyorum.
- Tom's way of talking gets on my nerves.
- Tom'un konuşma şekli sinirlerime dokunuyor.
- Did I touch a nerve?
- Sinirine mi dokundum?
- I think I touched a nerve.
- Sanırım sinirine dokundum.
Show More (44)
|
| 2 |
nerve |
cesaret |
n. |
|
- Not many people have the nerve to join the army.
- Pek çok insanda orduya katılacak cesaret yok.
- Have you finally lost your nerve?
- Nihayetinde cesaretini mi kaybettin?
- Tom didn't have the nerve to tell the truth.
- Tom'un doğruyu söyleyecek cesareti yoktu.
- Tom nearly lost his nerve.
- Tom neredeyse cesaretini kaybediyordu.
- I can't believe Tom has the nerve to show up.
- Tom'un ortaya çıkmaya cesaret ettiğine inanamıyorum.
- Tom didn't have the nerve to do it again.
- Tom'un bunu tekrar yapacak cesareti yoktu.
- Ken didn't have the nerve to try it again.
- Ken'in onu tekrar denemek için cesareti yoktu.
- Have you finally lost your nerve?
- Sonunda cesaretini kaybettin mi?
- Tom finally got the nerve to ask Mary out.
- Tom nihayet Mary'ye çıkma teklif etmeye cesaret etti.
- You don't have the nerve.
- Senin cesaretin yok.
- He had the nerve to say that.
- Bunu söyleyecek cesareti vardı.
- I'm amazed at his nerve.
- Onun cesaretine hayret ediyorum.
- She had the nerve to speak out.
- Konuşacak cesareti vardı.
- Tom didn't have the nerve to not show up.
- Tom'un gelmemeye cesareti yoktu.
- Tom wanted to kiss Mary, but he didn't have the nerve to try.
- Tom Mary'yi öpmek istedi fakat denemek için cesareti yoktu.
- Ken didn't have the nerve to try it again.
- Ken'in tekrar denemeye cesareti yoktu.
- I didn't have the nerve to ask Tom that question.
- Tom'a bu soruyu sormaya cesaretim yoktu.
- I haven't got the nerve to ask you for a loan.
- Senden borç isteyecek cesaretim yok.
- Tom doesn't have the nerve.
- Tom'un cesareti yok.
- Tom didn't have the nerve to tell the truth.
- Tom gerçeği söyleyecek cesarete sahip değildi.
- Tom finally got the nerve to ask Mary out.
- Tom sonunda Mary'ye çıkma teklif edecek cesareti buldu.
- Tom said that he didn't have the nerve to do that again.
- Tom bunu tekrar yapacak cesareti olmadığını söyledi.
- Tom nearly lost his nerve.
- Tom neredeyse cesaretini kaybetti.
- I haven't got the nerve to ask you for a loan.
- Senden borç istemeye cesaretim yok.
- You've got some nerve.
- Cesaretin var.
- You don't have the nerve.
- Cesaretin yok.
- I don't have the nerve to watch it.
- Bunu izlemeye cesaretim yok.
- Tom wanted to kiss Mary, but he didn't have the nerve to try.
- Tom, Mary'yi öpmek istedi, ama denemeye cesaret edemedi.
- Tom didn't have the nerve to show up.
- Tom'un gelmeye cesareti yoktu.
Show More (26)
|
| 3 |
nerve |
cüret |
n. |
|
- Do you really have the nerve to speak after not helping me?
- Bana yardım etmedikten sonra konuşmaya cüretin var mı?
- And a top official close to Khatami even had the nerve to praise them.
- Ve Hatemi'ye yakın üst düzey bir yetkili onları övme cüretini bile gösterdi.
- He had the nerve to yell at the judge.
- Hakime bağırmaya cüret edebildi.
- I didn't have the nerve to ask Tom that question.
- Tom'a o soruyu sormaya cüret etmedim.
- What a nerve!
- Bu ne cüret!
- He had the nerve to yell at the judge.
- Yargıca bağırmaya cüret etti.
- He had the nerve to take my car without asking.
- Sormadan arabamı almaya cüret etti.
- He had the nerve to ask for money.
- Para isteme cüretinde bulundu.
- Tom didn't have the nerve to do it again.
- Tom onu tekrar yapmaya cüret etmedi.
- Tom had the nerve to yell at the judge.
- Tom hakime bağırmaya cüret etti.
Show More (7)
|
