| 1 |
delay |
gecikme |
n. |
|
- There will be a slight delay in tonight's program.
- Bu akşamki programda ufak bir gecikme olacak.
- There was a delay in payments for three days.
- Ödemelerde üç gün gecikme yaşandı.
- Contact the officials without delay!
- Gecikmeden yetkililerle iletişime geçin!
- They are responsible for a delay of five months at most.
- En fazla beş aylık bir gecikmeden sorumlular.
- There is no logical reason why there should be a delay in this matter.
- Bu konuda gecikme yaşanması için hiçbir mantıklı neden yoktur.
- That delay set us back years.
- Bu gecikme bizi yıllarca geriye götürdü.
- What happened as a result of that delay?
- Bu gecikmenin sonucunda ne oldu?
- It is a signal for action, and not an argument for delay.
- Eylem için bir sinyaldir, gecikme için bir argüman değildir.
- Incidentally, we are seeing worrying levels of delay in implementing infringement procedures.
- Bu arada, ihlal prosedürlerinin uygulanmasında endişe verici düzeyde gecikmeler yaşandığını görüyoruz.
- Let us not delay, especially as this is no recent matter.
- Özellikle de bu yeni bir mesele olmadığı için gecikmeyelim.
- In principle, though, it is able to accept delay to a limited extent.
- Yine de prensip olarak belirli ölçüde gecikmeyi kabul edebilir.
- The first is to do with delay.
- İlki gecikme ile ilgilidir.
- However, I believe that delay is a message which Parliament should not send.
- Bununla birlikte, gecikmenin Parlamento'nun göndermemesi gereken bir mesaj olduğuna inanıyorum.
- There is also some delay on that.
- Bu konuda da biraz gecikme var.
- I did not reproach Parliament for this delay in the debate because this seems to be a completely normal occurrence.
- Tartışmadaki bu gecikme nedeniyle Parlamento'yu suçlamadım çünkü bu tamamen normal bir durum gibi görünüyor.
- But we alone should not bear the blame for the delay.
- Ancak gecikmenin sorumluluğunu tek başımıza üstlenmemeliyiz.
- It is a signal for action and not an argument for delay.
- Bu, harekete geçilmesi için bir işarettir, gecikme için bir argüman değildir.
- The European Union should not delay in scrapping its export subsidies.
- Avrupa Birliği ihracat sübvansiyonlarını kaldırmakta gecikmemelidir.
- However, we were subject to a 4-hour flight delay and were taken to Düsseldorf on route.
- Ancak 4 saatlik bir uçuş gecikmesine maruz kaldık ve güzergah üzerinde Düsseldorf'a götürüldük.
- We alone are responsible for the delay in institutional reform.
- Kurumsal reformun gecikmesinden sadece biz sorumluyuz.
- I call upon you to be prompt in submitting decisions based on it and to delay no longer.
- Sizi, buna dayalı kararları sunmakta acele etmeye ve daha fazla gecikmemeye çağırıyorum.
- What is the reason for this delay?
- Bu gecikmenin nedeni nedir?
- This is our chance to put right this sorry process of delay.
- Bu, bu üzücü gecikme sürecini düzeltmek için bir şans.
- Here too, delay of enlargement means delay of necessary reforms.
- Burada da genişlemenin gecikmesi, gerekli reformların gecikmesi anlamına gelmektedir.
- If the delay was on the part of the Commission, we should ask why there was a delay.
- Gecikme Komisyon'dan kaynaklandıysa neden gecikme olduğunu sormalıyız.
- There should not be any undue delay.
- Gereksiz bir gecikme olmamalıdır.
- But we want success, success in 2004, no failure and no delay.
- Ama biz başarı istiyoruz, 2004'te başarı, başarısızlık ve gecikme yok.
- What is the reason for this delay?
- Bu gecikmenin sebebi nedir?
- More fainthearted talk of delay not only harms the project but also Europe as a whole.
- Gecikmeden daha fazla söz etmek sadece projeye değil, tüm Avrupa'ya zarar verir.
- It goes without saying that this will entail a delay.
- Bunun bir gecikmeyi beraberinde getireceğini söylemeye gerek yok.
- There has been a long delay, which we have frequently criticised.
- Sıklıkla eleştirdiğimiz uzun bir gecikme yaşandı.
- There are many arguments in favour of adopting this text without a delay.
- Bu metnin gecikmeksizin kabul edilmesi lehinde pek çok argüman bulunmaktadır.
- I regret to say I have a feeling that the Russian side will continue to delay.
- Üzülerek söylüyorum ki Rus tarafının gecikmeye devam edeceğini hissediyorum.
- Please do not let Europe's consumers down with undue delay in view of what you may have heard today.
- Lütfen bugün duymuş olabilecekleriniz ışığında Avrupa'daki tüketicileri gereksiz bir gecikmeyle yüzüstü bırakmayın.
- I call upon you to be prompt in submitting decisions based on it and to delay no longer.
- Sizleri, bu bilgilere dayanarak karar alma konusunda hızlı davranmaya ve daha fazla gecikmemeye çağırıyorum.
- All this occurred against the background of a deeply-rooted, historical delay in economic and social development.
- Tüm bunlar, ekonomik ve sosyal kalkınmada köklü ve tarihi bir gecikmenin arka planında meydana gelmiştir.
- This is naturally on the condition that the delay does not exceed three weeks, as Prime Minister Barak has promised.
- Bu doğal olarak, Başbakan Barak'ın söz verdiği gibi gecikmenin üç haftayı aşmaması koşuluna bağlıdır.
- The reason given for this in certain quarters is the delay in dealing with the outstanding issue of participation.
- Bazı çevrelerce bunun nedeni olarak, katılım konusunun ele alınmasındaki gecikme gösterilmektedir.
- This gap, the famous grey zone, is sometimes giving rise to one or two years' delay.
- Meşhur gri bölge olarak adlandırılan bu boşluk bazen bir ya da iki yıllık gecikmeye yol açmaktadır.
- Last year there was some delay with certain invitations to tender.
- Geçen yıl bazı ihale davetlerinde gecikmeler yaşanmıştır.
- The European Union should not delay in scrapping its export subsidies.
- Avrupa Birliği ihracat teşviklerini kaldırmakta gecikmemelidir.
- I regret to say I have a feeling that the Russian side will continue to delay.
- Üzülerek söylemeliyim ki Rus tarafının gecikmeye devam edeceğini hissediyorum.
- For once, it is neither the Commission nor the Council that are responsible for this deplorable delay.
- Bir kez olsun, bu içler acısı gecikmenin sorumlusu ne Komisyon ne de Konsey'dir.
- The Commission hopes that this delay is due solely to technical reasons.
- Komisyon, bu gecikmenin sadece teknik nedenlerden kaynaklandığını ummaktadır.
- At this stage, there can be no delay in the process of reforming the Commission, demanded by our citizens.
- Bu aşamada, vatandaşlarımız tarafından talep edilen Komisyon reformu sürecinde gecikme söz konusu olamaz.
- I hear that the average delay is said to be 20 minutes.
- Ortalama gecikmenin 20 dakika olduğu söyleniyor.
- There is no logical reason why there should be a delay in this matter.
- Bu konuda gecikme olması için mantıklı bir neden yoktur.
- This slight delay gave our heroes the opportunity to effect another beautiful, if implausibly coincidental, reunion.
- Bu küçük gecikme, kahramanlarımıza, inanılmaz derecede tesadüfi de olsa, güzel bir yeniden buluşma fırsatı verdi.
- Tom was irritated by the delay.
- Tom gecikmeden rahatsızdı.
- Sorry for the delay.
- Gecikme için özür dilerim.
- Our delay was due to traffic congestion.
- Gecikmemizin nedeni trafik sıkışıklığıydı.
- What was the cause of his delay?
- Onun gecikmesinin nedeni neydi?
- They became anxious at her delay.
- Gecikmesinden dolayı endişelendiler.
- We ask you to account for your delay.
- Gecikmenizi açıklamanızı istiyoruz.
- What's the delay?
- Gecikme nedir?
- Sorry for the delay.
- Gecikme için üzgünüm.
- The travelers are waiting to know the cause of the delay.
- Yolcular gecikmenin nedenini öğrenmek için bekliyorlar.
- There's no excuse for his delay.
- Onun gecikmesi için hiçbir bahane yok.
- The schedule is only slightly affected by this delay.
- Program bu gecikmeden sadece biraz etkilenir.
- We apologize for the delay.
- Gecikme için özür dileriz.
- What is the delay?
- Gecikme nedir?
- The departure of my plane had a two-hour delay.
- Uçağımın kalkışında iki saat gecikme oldu.
- The travelers are waiting to know the cause of the delay.
- Yolcular gecikmenin nedenini öğrenmeyi bekliyor.
- Every minute of delay costs lives.
- Her dakika gecikme hayatlara mal oluyor.
- There's no excuse for his delay.
- Gecikmesinin hiçbir mazereti yok.
- I'm sorry for the delay in my reply.
- Cevabımdaki gecikme için özür dilerim.
- There is no excuse for his delay.
- Gecikmesinin hiçbir mazereti yok.
- His delay admits of no excuse.
- Gecikmesinin hiçbir mazereti yok.
- We ask you to account for your delay.
- Gecikmenizin hesabını vermenizi rica ediyoruz.
- I apologize for the delay in sending the agenda.
- Toplantı gündemini göndermedeki gecikme için özür dilerim.
- What's causing the delay?
- Gecikmeye ne sebep oluyor?
- Every minute of delay costs lives.
- Gecikilen her dakika canlara mal oluyor.
- I'm sorry for the delay.
- Gecikme için üzgünüm.
- I must apologize for the delay.
- Gecikme için özür dilemeliyim.
- I'm sorry for the delay in my reply.
- Cevabımdaki gecikme için üzgünüm.
- The delay forced us to stay overnight in an expensive hotel.
- Gecikme yüzünden geceyi pahalı bir otelde geçirmek zorunda kaldık.
- I felt very sorry about the delay.
- Gecikme için çok üzüldüm.
- I apologize for the delay in replying.
- Cevaplamadaki gecikme için özür dilerim.
- You never told us why there was a delay.
- Bize neden gecikme olduğunu söylemedin.
- We had a slight delay.
- Hafif bir gecikmemiz vardı.
- I apologize for the delay in sending the agenda.
- Gündemin gönderilmesindeki gecikme için özür dilerim.
- I'm sorry for the delay.
- Gecikme için özür dilerim.
- Please explain the delay.
- Lütfen gecikmeyi açıklayın.
- I'm sorry for the delay in responding.
- Yanıtlamadaki gecikme için üzgünüm.
- Tom was irritated by the delay.
- Tom gecikmeden rahatsız oldu.
- He was irritated by her delay.
- Gecikmesi onu rahatsız etmişti.
- The bad weather is responsible for the delay.
- Bu gecikmeden kötü hava sorumludur.
- There is a twenty minute delay.
- Yirmi dakikalık bir gecikme var.
- What was the cause of his delay?
- Gecikmesinin nedeni neydi?
- I apologize for the delay.
- Gecikme için özür dilerim.
- The delay was unavoidable.
- Gecikme kaçınılmazdı.
- That accounts of her delay.
- Bu onun gecikmesini açıklıyor.
- The bad weather is responsible for the delay.
- Gecikmenin sorumlusu kötü hava koşulları.
- I apologize for the delay in replying.
- Yanıtlamadaki gecikme için özür dilerim.
- That would explain the delay.
- Bu gecikmeyi açıklar.
- The bus has a delay of ten minutes.
- Otobüsün on dakikalık bir gecikmesi var.
- Bob got impatient at his wife's delay.
- Bob karısının gecikmesi karşısında sabırsızlandı.
- That would explain the delay.
- O, gecikmeyi açıklar.
- Please explain the delay.
- Lütfen gecikmeyi açıkla.
- We had a slight delay.
- Küçük bir gecikme yaşadık.
- The plane left after a three-hour delay.
- Uçak üç saatlik bir gecikmeden sonra ayrıldı.
- The schedule is only slightly affected by this delay.
- Program bu gecikmeden sadece biraz etkileniyor.
- We must allow for some delay.
- Biraz gecikmeyi göze almalıyız.
- There was no delay.
- Hiç gecikme yoktu.
- You never told us why there was a delay.
- Neden bir gecikme olduğunu bize hiç söylemedin.
- The plane left after a three-hour delay.
- Uçak üç saatlik bir gecikmeden sonra kalktı.
Show More (103)
|
| 2 |
delay |
ertelemek |
v. |
|
- She had to delay her vacation until she got well.
- İyileşene kadar tatilini ertelemek zorunda kaldı.
- In 1997, the Commission gave itself the power to delay its entry into force.
- 1997'de Komisyon kendisine yürürlüğe girmesini erteleme yetkisi vermiştir.
- If necessary, we should be prepared to delay negotiations until we have them.
- Gerekirse, bunları elde edene kadar müzakereleri ertelemeye hazır olmalıyız.
- I will, of course, delay going into greater detail on this aspect because it was raised only yesterday.
- Elbette bu hususta daha fazla ayrıntıya girmeyi erteleyeceğim çünkü bu konu daha dün gündeme geldi.
- What the newspapers will tell them is that Parliament delayed discussing it until it had talked about its own pay.
- Gazetelerin onlara söyleyeceği şey, Parlamento'nun kendi maaşları hakkında konuşana kadar bunu tartışmayı ertelediğidir.
- Tom delayed doing that.
- Tom bunu yapmayı erteledi.
- We delayed the meeting for a week.
- Toplantıyı bir haftalığına erteledik.
- After several delays, the plane finally left.
- Birkaç ertelemeden sonra, uçak nihayet kalktı.
- Don't delay today's work until tomorrow.
- Bugünün işini yarına erteleme.
- He delayed answering the letter.
- O mektuba cevap vermeyi erteledi.
- Please delay it as long as you can.
- Lütfen olabildiğince erteleyin.
- We can't delay this any longer.
- Bunu daha fazla erteleyemeyiz.
- Let's delay this decision until tomorrow.
- Bu kararı yarına erteleyelim.
- Fadil found another excuse to delay the wedding.
- Fadıl düğünü ertelemek için başka bir bahane buldu.
- They delayed buying a new car.
- Onlar yeni bir araba satın almayı ertelediler.
- Why have you delayed seeing the dentist?
- Dişçiyle görüşmeyi niçin erteledin?
- Let's delay this decision until tomorrow.
- Bu kararı yarına kadar erteleyelim.
- Don't delay finishing the business.
- İşi bitirmeyi erteleme.
- Tom delayed doing that.
- Tom onu yapmayı erteledi.
- We can't delay this any longer.
- Artık bunu erteleyemeyiz.
- Bad weather delayed takeoff for two hours.
- Kötü hava kalkışı iki saat erteledi.
- I can't delay my decision any longer.
- Kararımı daha fazla erteleyemem.
- They delayed buying a new car.
- Yeni bir araba almayı ertelediler.
- This'll delay my trip a long time.
- Bu seyahatimi uzun süre erteleyecek.
- She'll have to delay her education because she lost her job.
- O, işini kaybettiği için eğitimini ertelemek zorunda kalacak.
- She'll have to delay her education because she lost her job.
- İşini kaybettiği için eğitimini ertelemek zorunda kalacak.
- Hopefully they don't delay my flight like the others.
- Umarım diğerleri gibi uçağımı ertelemezler.
Show More (24)
|
| 3 |
delay |
geciktirmek |
v. |
|
- Delaying going to the doctor will only make it worse.
- Doktora gitmeyi geciktirmek durumu daha da kötüleştirecektir.
- It has also delayed the adoption of separate New Approach directives.
- Ayrıca, ayrı Yeni Yaklaşım direktiflerinin kabul edilmesini de geciktirmiştir.
- We must ensure that this does not delay the first process.
- Bunun ilk süreci geciktirmemesini sağlamalıyız.
- Other animals became infected and this delayed the identification of the source of the outbreak.
- Diğer hayvanlar da enfekte olmuş ve bu durum salgının kaynağının tespit edilmesini geciktirmiştir.
- Nobody should be delayed if they are ready to come in, and December 2002 is the crucial date.
- Gelmeye hazır olan hiç kimse geciktirilmemelidir ve Aralık 2002 çok önemli bir tarihtir.
- The elections resulted in a fragmented parliament which in turn delayed the inaugural session of the National Assembly.
- Seçimler parlamentonun parçalanmasına yol açmış ve bu da Ulusal Meclis'in açılış oturumunu geciktirmiştir.
- We owe it to the future members not to delay accession for any longer than is absolutely necessary.
- Katılımı kesinlikle gerekli olandan daha fazla geciktirmemeyi gelecekteki üyelere borçluyuz.
- Other animals became infected and this delayed the identification of the source of the outbreak.
- Diğer hayvanlar da enfekte olmuş ve bu durum salgının kaynağının belirlenmesini geciktirmiştir.
- The main purpose of this research is to do nothing for the time being and delay the finding of a solution.
- Bu araştırmanın temel amacı ise şimdilik hiçbir şey yapmamak ve bir çözüm bulunmasını geciktirmektir.
- There is no good reason why this House should delay debating that report.
- Meclis'in bu raporu görüşmeyi geciktirmesi için hiçbir neden yoktur.
- We must not delay the process of accession through expedient measures, neither should we rush things.
- Katılım sürecini çıkarcı tedbirlerle geciktirmemeli ve işleri aceleye getirmemeliyiz.
- We are, however, concerned that the practical problems may delay the implementation.
- Bununla birlikte, pratik sorunların uygulamayı geciktirebileceğinden endişe duyuyoruz.
- That the Commission has delayed presentation of its evaluation report is truly beyond comprehension.
- Komisyon'un değerlendirme raporunu sunmayı geciktirmesi gerçekten anlaşılır gibi değil.
- Nobody should be delayed if they are ready to come in, and December 2002 is the crucial date.
- Gelmeye hazırl olmaları halinde hiç kimse geciktirilmemelidir ve Aralık 2002 çok önemli bir tarihtir.
- Furthermore, it has been laid down that a solution must not hinder or delay Lithuania's full membership of Schengen.
- Ayrıca, çözümün Litvanya'nın Schengen'e tam üyeliğini engellememesi veya geciktirmemesi gerektiği belirtilmiştir.
- The main purpose of this research is to do nothing for the time being and delay the finding of a solution.
- Bu araştırmanın temel amacı şimdilik hiçbir şey yapmamak ve bir çözüm bulunmasını geciktirmektir.
- Let us hope that the Council follows Parliament's example, takes a decision and does not delay the directive.
- Umalım ki Konsey de Parlamentonun örneğini izleyerek bir karar alsın ve direktifi geciktirmesin.
- We must not delay the reforms unnecessarily.
- Reformları gereksiz yere geciktirmemeliyiz.
- We owe it to the future members not to delay accession for any longer than is absolutely necessary.
- Gelecekteki üyelere, katılımı kesinlikle gerekli olandan daha fazla geciktirmemeyi borçluyuz.
- Let us hope that the Council follows Parliament's example, takes a decision and does not delay the directive.
- Umalım ki Konsey de Parlamento'nun örneğini izleyerek bir karar alsın ve direktifi geciktirmesin.
- They will only serve to delay the procedure.
- Bunlar sadece prosedürü geciktirmeye hizmet edecektir.
- No premature conditions must be set at this stage which might delay the accession negotiations.
- Bu aşamada katılım müzakerelerini geciktirebilecek hiçbir erken koşul belirlenmemelidir.
- It is essential that this takes place in parallel to, and does not delay, accession.
- Bunun katılıma paralel olarak gerçekleşmesi ve katılımı geciktirmemesi esastır.
- The decommissioning of single-hull vessels must not be delayed to the extent it appears to be.
- Tek gövdeli gemilerin hizmetten çıkarılması, göründüğü kadarıyla geciktirilmemelidir.
Show More (21)
|
| 4 |
delay |
rötar |
n. |
|
- The bus has a delay of ten minutes.
- Otobüsün on dakikalık bir rötar süresi var.
- The bus has a ten-minute delay.
- Otobüsün, on dakikalık rotarı var.
- There was no delay.
- Rötar falan yoktu.
- The departure of my plane had a two-hour delay.
- Uçağımın kalkışı iki saat rötar yaptı.
Show More (1)
|
| 5 |
delay |
geç kalma |
n. |
|
- We need to set up the tents without delay.
- Çadırları geç kalmadan kurmamız gerekiyor.
- I must set about that work without delay.
- O işe geç kalmadan başlamalıyım.
Show More (-1)
|
| 6 |
delay |
geç kalmak |
v. |
|
- The busses were delayed because of a landslide.
- Heyelan yüzünden otobüsler geç kaldı.
Show More (-2)
|
| 7 |
delay |
gecikmek |
v. |
|
- She got delayed to the dinner due to the traffic.
- Trafik nedeniyle akşam yemeğine gecikti.
Show More (-2)
|
