| 1 |
fine |
iyi |
adj. |
|
- The market economy as an economic concept is fine, but it is unacceptable as a social policy tool.
- Ekonomik bir kavram olarak piyasa ekonomisi iyidir ancak bir sosyal politika aracı olarak kabul edilemez.
- I think working in the context of the longer term is fine, but adjustments must remain possible from time to time.
- Bence uzun vade bağlamında çalışmak iyidir, ancak zaman zaman ayarlamalar yapmak da mümkün olmalıdır.
- I think working in the context of the longer term is fine, but adjustments must remain possible from time to time.
- Bence uzun vadede çalışmak iyidir, ancak zaman zaman ayarlamalar yapmak da mümkün olmalıdır.
- What Ireland is doing is fine.
- İrlanda'nın yaptığı şey gayet iyi.
- It may be all very fine as far as protecting animals is concerned, but there is no political mileage in it at all.
- Hayvanların korunması söz konusu olduğunda her şey çok iyi olabilir, ancak bunun hiçbir siyasi getirisi yoktur.
- You spoke of maritime safety - fine!
- Deniz güvenliğinden bahsettiniz; iyi tamam!
- He has always produced fine, high-quality work with a completely democratic approach.
- Kendisi her zaman tamamen demokratik bir yaklaşımla iyi ve kaliteli çalışmalar ortaya koymuştur.
- In principle, that is fine, but there is no democratic or judicial scrutiny.
- Prensipte bu iyi ama demokratik ya da yargısal bir denetim yok.
- It is a fine annual report based on genuine, solid work.
- Gerçek ve sağlam bir çalışmaya dayanan iyi bir yıllık rapordur.
- Mr Rübig's paper certainly is a fine document, which we support.
- Sayın Rübig'in makalesi kesinlikle iyi bir belge ve biz de bunu destekliyoruz.
- That is fine, and I think that that should be allowed.
- Bu iyi bir şey ve buna izin verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
- That is fine, and I think that that should be allowed.
- Bu iyi ve buna izin verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
- The Commission has produced a fine communication and rapporteur has done an excellent job.
- Komisyon iyi bir tebliğ hazırlamış ve sözcü mükemmel bir iş çıkarmıştır.
- The recommendation for second reading, as presented to plenary, is a fine document.
- Genel kurula sunulan ikinci okuma önerisi iyi bir belgedir.
- There has been huge interest and it is doing fine.
- Büyük bir ilgi var ve iyi gidiyor.
- This is a very fine definition of national interest.
- Bu ulusal çıkarların çok iyi bir tanımıdır.
- This is a very fine initial package.
- Bu çok iyi bir başlangıç paketi.
- We hear a lot about environmental impact, and that is fine.
- Çevresel etki hakkında çok şey duyuyoruz ve bu iyi bir şey.
- What a good aim, what fine proposals, what an important Commission report!
- Ne kadar iyi bir amaç, ne kadar güzel öneriler, ne kadar önemli bir Komisyon raporu!
- Alcohol is also fine in small amounts.
- Alkol de küçük miktarlarda iyidir.
- But the duke will make you a fine husband, Amelia, I promise you.
- Ama dük sana iyi bir koca olacak Amelia, sana söz veriyorum.
- By the next day, he was fine again.
- Ertesi gün yine iyiydi.
- Luca Wallennsz was the daughter of Gitta Genes, a very fine artist and ceramicist.
- Luca Wallennsz, çok iyi bir sanatçı ve seramikçi olan Gitta Genes'in kızıydı.
- Mrs B thinks that he would have considered the Farfetch deal a fine opportunity.
- Bayan B, Farfetch anlaşmasını iyi bir fırsat olarak değerlendireceğini düşünüyor.
- She had been fine until half an hour ago.
- Yarım saat öncesine kadar iyiydi.
- That will help you make a very fine impression.
- Bu çok iyi bir izlenim bırakmanıza yardımcı olacaktır.
- Two-factor authentication is a fine idea, too.
- İki faktörlü kimlik doğrulama da iyi bir fikirdir.
- Walking and swimming are fine choices for pregnant women.
- Yürüyüş ve yüzme hamile kadınlar için iyi seçimlerdir.
- You're gonna make a fine hunter someday.
- Bir gün iyi bir avcı olacaksın.
- After a car accident, you may think you are fine.
- Bir araba kazasından sonra iyi olduğunuzu düşünebilirsiniz.
- And now I'm FREE of both of those things and I'm fine.
- Ve şimdi bu iki şeyden de özgürüm ve iyiyim.
- Do not expect too much and you will be fine.
- Çok fazla beklemeyin ve iyi olacaksınız.
- He wanted to make sure that she was fine.
- Onun iyi olduğundan emin olmak istiyordu.
- Hopefully, all your system files are fine.
- Umarım tüm sistem dosyalarınız iyidir.
- I am glad that Bill is fine.
- Bill'in iyi olmasına sevindim.
- If it's a mix, then a general marketing plan and campaign will be fine.
- Eğer bir karışımsa, genel bir pazarlama planı ve kampanya iyi olacaktır.
- In the long run, our economy is going to be fine.
- Uzun vadede ekonomimiz iyiye gidecek.
- Just be careful and you'll be fine.
- Sadece dikkatli ol, iyi olacaksın.
- Still, in some places, Visa cards are working fine.
- Yine de bazı yerlerde Visa kartları iyi çalışıyor.
- That means the key is working fine.
- Bu, anahtarın iyi çalıştığı anlamına gelir.
- Three or four eggs a week is fine.
- Haftada üç veya dört yumurta iyidir.
- Watching striptease or solo play is fine.
- Striptiz veya solo oyun izlemek iyidir.
- You just hope everything will be fine.
- Sadece her şeyin iyi olacağını umuyorsun.
- During your studies, you will create, maintain and present a professional portfolio showcasing your finest work.
- Çalışmalarınız sırasında, en iyi çalışmalarınızı sergileyen profesyonel bir portföy oluşturacak, sürdürecek ve sunacaksınız.
- My relationship with my daughter is fine.
- Kızımla ilişkim gayet iyi.
- She was drunk, but she seemed fine.
- Sarhoştu ama iyi görünüyordu.
- It is a fine constellation for social and material success.
- Sosyal ve maddi başarı için iyi bir takımyıldızdır.
- It is fine to become angry at something.
- Bir şeye kızmak iyidir.
- The first part of the plan worked fine.
- Planın ilk kısmı iyi işledi.
- The important thing is that he is fine.
- Önemli olan onun iyi olması.
- The next day I was perfectly fine.
- Ertesi gün gayet iyiydim.
- The phone, in general, is working fine.
- Telefon genel olarak iyi çalışıyor.
- He seemed fine when I went into his study.
- Çalışma odasına girdiğimde iyi görünüyordu.
- It’s one of Stephen King’s finest novels.
- Stephen King'in en iyi romanlarından biri.
- He was fine a half hour ago.
- Yarım saat önce iyiydi.
- I have been fine for a long time.
- Uzun zamandır iyiyim.
- I hope you are fine over there.
- Umarım orada iyisindir.
- I think they will be fine in the long run.
- Uzun vadede iyi olacaklarını düşünüyorum.
- I told him I was fine and that he could continue on his way.
- Ona iyi olduğumu ve yoluna devam edebileceğini söyledim.
- I was fine for a long time.
- Uzun zamandır iyiydim.
- The name Angela says that her owner will be fine with Victor, Vladimir, Valentin and Alexei.
- Angela ismi, sahibinin Victor, Vladimir, Valentin ve Alexei ile iyi olacağını söylüyor.
- They were very ill but are fine now.
- Çok hastaydılar ama şimdi iyiler.
- E-mail and the Internet seemed to be fine, but many international calls failed.
- E-posta ve İnternet iyi görünüyordu, ancak birçok uluslararası arama başarısız oldu.
- Fine, but where are they to live?
- İyi ama nerede yaşayacaklar?
- Humans are fine, but they believe in this stuff.
- İnsanlar iyi ama bu şeylere inanıyorlar.
- Some soft processed cheeses are fine, as long as they are made with pasteurized milk.
- Bazı yumuşak işlenmiş peynirler, pastörize sütle yapıldıkları sürece iyidir.
- Yun Che had lost consciousness, but Xia Qingyue looked completely fine.
- Yun Che bilincini kaybetmişti ama Xia Qingyue tamamen iyi görünüyordu.
- The previous day, she said, he had been fine.
- Önceki gün iyi olduğunu söyledi.
- The settings seem to be correct and my wifi signals are fine.
- Ayarlar doğru görünüyor ve wifi sinyallerim iyi durumda.
- He's my fine friend, this brother right here, Calvin.
- O benim iyi arkadaşım, buradaki kardeşim, Calvin.
- Room was clean and fine enough for one night's stay.
- Oda temiz ve bir gecelik konaklama için yeterince iyi.
- Any wristwatch is fine if it's not too expensive.
- Çok pahalı değilse herhangi bir kol saati iyidir.
- Room was clean and fine enough for one night's stay.
- Oda temizdi ve bir gecelik konaklama için yeterince iyiydi.
- At first, Tom seemed fine.
- Tom ilk başta iyi görünüyordu.
- It's going to be fine this afternoon.
- Bu öğleden sonra iyi olacak.
- Everything's fine the way it is.
- Her şey olduğunu gibi iyi.
- It looks like you're fine.
- Görünüşe göre iyisin.
- I'm fine, mom.
- Ben iyiyim anne.
- It'll be fine this afternoon.
- Bu öğleden sonra hava iyi olacak.
- Those are all fine options.
- Bunların hepsi iyi seçenekler.
- Tom is hurt, but he'll be fine.
- Tom yaralandı ama o iyi olacak.
- Tom seems to be feeling fine.
- Tom kendini iyi hissediyor gibi görünüyor.
- That'd be fine.
- O, iyi olurdu.
- That'll be fine.
- Bu iyi olacak.
- I'm fine and I'm not sick.
- Ben iyiyim ve hasta değilim.
- Tom seemed to be doing fine.
- Tom iyi görünüyordu.
- Tom seemed to be fine.
- Tom iyi görünüyordu.
- Tom seemed to get along fine with Mary.
- Tom, Mary ile iyi anlaşıyor gibiydi.
- Tom seems fine.
- Tom iyi görünüyor.
- Tom seems to be doing fine.
- Tom'un durumu iyi görünüyor.
- Tom seems to be feeling fine.
- Tom iyi hissediyor gibi görünüyor.
- Tom should be fine.
- Tom iyi olmalı.
- I think it will be fine.
- Sanırım iyi olacak.
- Tom is hurt, but he'll be fine.
- Tom yaralandı, ama iyi olacak.
- Tom is likely to be fine.
- Tom muhtemelen iyi olacak.
- Tom is probably going to be fine.
- Tom muhtemelen iyi olacak.
- Tom Jackson is one of our finest litigators.
- Tom Jackson bizim en iyi davacılarımızdan biridir.
- Tom Jackson is one of our finest litigators.
- Tom Jackson en iyi dava avukatlarımızdan biridir.
- Tom looked fine.
- Tom iyi görünüyordu.
- Today's weather forecast says that it is likely to be fine tomorrow.
- Bugünkü hava durumu tahmini yarın havanın muhtemelen iyi olacağını söylüyor.
- Tom looked fine Monday.
- Tom Pazartesi günü iyi görünüyordu.
- Tom and I are going to be fine.
- Tom ve ben iyi olacağız.
- Tom looked fine today.
- Tom bugün iyi görünüyordu.
- We're sure you'll be fine.
- İyi olacağınızdan eminiz.
- I think that Tom will be fine.
- Bence Tom iyi olacak.
- My finger is fine now.
- Parmağım şu anda iyi.
- My fingers are fine now.
- Parmaklarım şimdi iyi.
- My hand is fine now.
- Elim şimdi iyi.
- My head is fine now.
- Başım şimdi iyi.
- My knee is fine now.
- Dizim şimdi iyi.
- Tom and I are doing fine.
- Tom ve ben iyiyiz.
- These fields produce fine crops.
- Bu tarlalar iyi mahsul veriyor.
- They'll all be fine.
- Hepsi iyi olacak.
- They'll all be fine.
- Onların hepsi iyi olacak.
- They'll be fine.
- Onlar iyi olacak.
- This curtain is made of fine material.
- Bu perde iyi bir malzemeden yapılmıştır.
- This one will be fine.
- Bu iyi olacak.
- This is going to be fine.
- Bu iyi olacak.
- At first, Tom seemed fine.
- İlk başta Tom iyi görünüyordu.
- I was perfectly fine.
- Ben gayet iyiydim.
- Tom is going to do fine.
- Tom iyi olacak.
- I think it's absolutely fine.
- Bence kesinlikle iyi.
- We get along fine.
- İyi anlaşıyoruz.
- We should be fine.
- İyi olacağız.
- We were doing fine.
- İyi gidiyorduk.
- We'll be fine.
- İyi olacağız.
- We're doing fine.
- İyi gidiyoruz.
- Tom is going to be fine.
- Tom iyi olacak.
- Tom is going to be fine, right?
- Tom iyi olacak, değil mi?
- Incremental improvement is fine as long as the increments are large enough to see.
- Artışlar görülebilecek kadar büyük olduğu sürece kademeli iyileştirme iyidir.
- I told him I was fine.
- Ona iyi olduğumu söyledim.
- You're fine with short hair.
- Kısa saçla da iyisin.
- It'll be fine tomorrow, too.
- Yarın da iyi olacak.
- I told them I was fine.
- Onlara iyi olduğumu söyledim.
- They're doing fine.
- Onlar iyiler.
- Tom was fine.
- Tom iyiydi.
- We were all fine.
- Hepimiz iyiydik.
- They were fine.
- Onlar iyiydiler.
- Tom and Mary are both doing fine.
- Hem Tom hem de Mary iyiler.
- I told Tom I was fine.
- Tom'a iyi olduğumu söyledim.
- It's all going to be fine.
- Her şey iyi olacak.
- You're fine, aren't you?
- Sen iyisin, değil mi?
- It seems that he is fine.
- Görünüşe göre iyi.
- I think I'll be fine.
- Sanırım iyi olacağım.
- Everything else is fine.
- Geri kalan her şey iyi.
- Everything is fine so far.
- Şu ana kadar her şey iyi.
- Everything's fine.
- Her şey iyi.
- Four o'clock is fine.
- Saat dört iyi.
- I think it's fine.
- Bence iyi.
- Anything will be fine.
- Her şey iyi olacak.
- I think I'm fine right now.
- Şu an iyi olduğumu düşünüyorum.
- The legal system in America is the world's finest.
- Amerika'daki hukuk sistemi dünyanın en iyisidir.
- The legal system in the United States is the world's finest.
- ABD'deki hukuk sistemi dünyanın en iyisidir.
- The legal system in the United States is the world's finest.
- Birleşik Devletler'deki hukuk sistemi dünyanın en iyisidir.
- She was fine before lunch, but felt bad afterwards.
- O, öğle yemeğinden önce iyiydi ama sonradan kendini kötü hissetti.
- Are we sure that everything will go fine?
- Her şeyin iyi gideceğinden emin miyiz?
- She was fine before lunch, but felt bad afterwards.
- Yemekten önce iyiydi ama sonra kendini kötü hissetti.
- They say they're fine.
- İyi olduklarını söylüyorlar.
- Tom and Mary are both doing fine.
- Tom da Mary de iyiler.
- Tom was perfectly fine.
- Tom gayet iyiydi.
- We've done fine without you.
- Sensiz de iyiydik.
- Tom and I are both fine.
- Tom ve ben ikimiz de iyiyiz.
- Tom is doing fine, isn't he?
- Tom iyi gidiyor, değil mi?
- When I feel fine, I go for a walk.
- Kendimi iyi hissettiğimde yürüyüşe çıkıyorum.
- I know you and I are going to get along together fine.
- Seninle iyi anlaşacağımızı biliyorum.
- Tom is doing fine in school.
- Tom okulda iyi gidiyor.
- They said they were fine.
- İyi olduklarını söylediler.
- All will be fine.
- Her şey iyi olacak.
- I said everything was fine.
- Her şeyin iyi olduğunu söyledim.
- Incremental improvement is fine as long as the increments are large enough to see.
- Artan iyileşme, artış görülecek kadar geniş olduğu sürece iyidir.
- Tom is doing fine so far.
- Tom şu ana kadar iyi gidiyor.
- It'll be fine this afternoon.
- Öğleden sonra iyi olacak.
- I know you and I are going to get along together fine.
- Senin ve benim birlikte iyi anlaşacağımızı biliyorum.
- We're sure you'll be fine.
- Biz senin iyi olacağına eminiz.
- That sounds like a fine idea.
- İyi bir fikre benziyor.
- The boys are fine.
- Erkek çocukları iyi.
- The food is fine.
- Yemek iyi.
- The food is fine.
- Yemekler iyi.
- I feel fine today.
- Bugün iyi hissediyorum.
- It's fine now, neither too heavy nor too light.
- Şimdi iyi, ne çok ağır ne de çok hafif.
- I feel fine.
- Kendimi iyi hissediyorum.
- I felt fine.
- Kendimi iyi hissettim.
- I hope everything will be fine in the end.
- Sonunda her şeyin iyi olacağını umut ediyorum.
- I hope it will be fine.
- Umarım iyi olur.
- I hope you do fine.
- Umarım iyi olursun.
- I slept fine.
- Ben iyi uyudum.
- I know Tom is fine.
- Tom'un iyi olduğunu biliyorum.
- I told her I was fine.
- Ona iyi olduğumu söyledim.
- If you don't want to tell me, that's fine.
- Bana söylemek istemiyorsan, bu iyi.
- It has been fine for a week.
- Bir haftadır gayet iyi.
- It has been fine for a week.
- Hava bir haftadır iyi.
- It has been fine since last Friday.
- Geçen cumadan beri hava iyi.
- It's fine now.
- O şimdi iyi.
- It has been very fine since then.
- O zamandan beri gayet iyi durumda.
- It is likely to be fine.
- Muhtemelen iyi olacak.
- It will be fine this afternoon.
- Öğleden sonra iyi olacak.
- It works fine.
- O iyi çalışır.
- It will be fine tomorrow.
- Yarın iyi olacak.
- Your memory is fine.
- Senin hafızan iyi.
- Tom is fine on his own.
- Tom kendi başına iyidir.
- They're doing fine.
- Gayet iyiler.
- You're by my side; everything's fine now.
- Yanımdasın; şimdi her şey iyi.
- Tell him everything is fine.
- Ona her şeyin iyi olduğunu söyle.
- Tom has done a fine job on the report.
- Tom raporda iyi bir iş çıkarmış.
- Tom hopes that it'll be fine tomorrow.
- Tom yarın havanın iyi olacağını umuyor.
- Tom is a fine violinist.
- Tom iyi bir kemancı.
- Tom is a fine violinist.
- Tom iyi bir kemancıdır.
- Tom is a very fine musician.
- Tom çok iyi bir müzisyen.
- Tom is doing a fine job.
- Tom iyi bir iş çıkarıyor.
- Tom is doing fine now, isn't he?
- Tom şu an iyi durumda değil mi?
- The weather won't be fine.
- Hava iyi olmayacak.
- Tell him I feel fine.
- Ona iyi hissettiğimi söyle.
- Tell him that I'm fine.
- Ona iyi olduğumu söyle.
- Tell them everything is fine.
- Onlara her şeyin iyi olduğunu söyle.
- Tell them I feel fine.
- Onlara iyi hissettiğimi söyle.
- Tell them that I'm fine.
- Onlara iyi olduğumu söyle.
- Tell Tom everything is fine.
- Tom'a her şeyin iyi olduğunu söyle.
- Tell Tom I feel fine.
- Tom'a iyi hissettiğimi söyle.
- That would be fine.
- Bu iyi olurdu.
- That'd be fine.
- Bu iyi olurdu.
- Tell Tom I'm fine.
- Tom'a iyi olduğumu söyle.
- I think we're fine.
- Sanırım biz iyiyiz.
- Tell Tom that I'm fine.
- Tom'a iyi olduğumu söyle.
- Tom is doing fine so far.
- Tom şimdiye kadar iyi gidiyor.
- You'll do fine, Tom.
- İyi yapacaksın, Tom.
- You're going to be fine.
- İyi olacaksın.
- You're going to do fine.
- İyi yapacaksın.
- You're in fine shape.
- İyi durumdasın.
- Your baby is doing fine.
- Bebeğin iyi.
- Your baby is doing fine.
- Bebeğinizin durumu iyi.
- Your memory is fine.
- Hafızan iyi.
- We'll do fine without you.
- Sensiz de iyi olacağız.
- I feel fine today.
- Bugün kendimi iyi hissediyorum.
- My family is fine, thanks.
- Ailem iyi, teşekkürler.
- If you don't want to go, fine.
- Gitmek istemiyorsan, iyi.
- Really, I'm fine like this.
- Gerçekten, ben böyle iyiyim.
- Thanks, but I'm fine with her.
- Teşekkürler, ama ben onunla iyiyim.
- Thanks, I'm fine.
- Teşekkürler, ben iyiyim.
- Thanks, I'm fine.
- Teşekkürler, iyiyim.
- If the weather is fine, I'll go swimming in the river.
- Hava iyiyse ırmağa yüzmeye gideceğim.
- If the weather is fine, I'll go swimming in the river.
- Hava iyiyse nehre yüzmeye gideceğim.
- We're doing fine so far.
- Şu ana kadar iyi gidiyoruz.
- We're going to be fine.
- Biz iyi olacağız.
- You seem to be doing fine.
- İyi görünüyorsun.
- Tom is fine on his own.
- Tom kendi başına iyi.
- Tom is fine today.
- Tom bugün iyi.
- Tom is just fine.
- Tom sadece iyi.
- Tomorrow is fine.
- Yarın iyi.
- I'm sure Tom is fine.
- Tom'un iyi olduğundan eminim.
- I feel perfectly fine.
- Ben gayet iyiyim.
- I think we're fine.
- Bence iyiyiz.
- I'm sure Tom will be fine.
- Tom'un iyi olacağına eminim.
- This room has fine ventilation.
- Bu odanın havalandırması iyi.
- I said I was fine.
- İyi olduğumu söyledim.
- My blood pressure probably went down, but I'm fine now.
- Muhtemelen tansiyonum düştü ama şimdi iyiyim.
- I said I'll be fine.
- İyi olacağımı söyledim.
- She was a fine artist and photographer.
- İyi bir sanatçı ve fotoğrafçıydı.
- It's going to be fine.
- İyi olacak.
- I'll be fine, don't worry.
- Ben iyi olacağım, merak etme.
- I'm feeling fine now.
- Şimdi iyi hissediyorum.
- I'm feeling fine now.
- Şimdi kendimi iyi hissediyorum.
- I'm going to be fine in a moment.
- Birazdan iyi olacağım.
- I'm sure everything will be fine.
- Her şeyin iyi olacağından eminim.
- I'm sure everything's fine.
- Her şeyin iyi olduğundan eminim.
- Is your mother fine?
- Annen iyi mi?
- They were fine.
- İyiydiler.
- I'm sure I'll be fine.
- Eminim iyi olacağım.
- Some of them are really fine.
- Onlardan bazıları gerçekten iyi.
- The baby's fine.
- Bebek iyi.
- The boys are fine.
- Çocuklar iyi.
- I'm sure it'll be fine.
- Onun iyi olacağından eminim.
- I think I'm fine right now.
- Sanırım şu an iyiyim.
- Tom said Mary was doing fine.
- Tom, Mary'nin iyi olduğunu söyledi.
- Tom said that everything was fine.
- Tom her şeyin iyi olduğunu söyledi.
- Tom said that he was feeling fine.
- Tom kendini iyi hissettiğini söyledi.
- Tom said that he was fine.
- Tom iyi olduğunu söyledi.
- Tom said that Mary was doing fine.
- Tom, Mary'nin iyi olduğunu söyledi.
- Tom said that Mary was fine.
- Tom Mary'nin iyi olduğunu söyledi.
- Tom said that Mary was fine.
- Tom, Mary'nin iyi durumda olduğunu söyledi.
- Tom seemed fine.
- Tom iyi görünüyordu.
- I'm sure Tom is fine.
- Tom'un iyi olduğuna eminim.
- Tom says he feels fine.
- Tom iyi hissettiğini söylüyor.
- This sentence is fine.
- Bu cümle iyi.
- Tom is doing fine.
- Tom iyi.
- Tom is fine now.
- Tom şimdi iyi.
- The baby is still fine.
- Bebek hala iyi.
- My blood pressure probably went down, but I'm fine now.
- Tansiyonum düşmüş olabilir ama şimdi iyiyim.
- Really, I'm fine like this.
- Ben böyle gerçekten iyiyim.
- Tom seemed fine to me.
- Tom bana iyi gibi göründü.
- Tom says he's fine.
- Tom iyi olduğunu söylüyor.
- Tom and Mary are both doing fine.
- Tom ve Mary'nin ikisi de iyi.
- Tom and Mary are both fine.
- Tom ve Mary ikisi de iyi.
- Tell her that I'm fine.
- Ona iyi olduğumu söyle.
- I feel fine now.
- Şimdi iyi hissediyorum.
- Tom gets along fine with Mary.
- Tom Mary ile iyi anlaşır.
- Tom seemed fine to me.
- Tom bana iyi göründü.
- I think we'll be fine.
- İyi olacağımızı düşünüyorum.
- I thought I'd be fine.
- İyi olacağımı düşünmüştüm.
- I thought it was fine.
- İyi olduğunu düşünmüştüm.
- Everybody is fine.
- Herkes iyi.
- Everyone's fine.
- Herkes iyi.
- Tom seemed fine to me.
- Tom bana iyi görünüyordu.
- Tom will be fine, won't he?
- Tom iyi olacak, değil mi?
- Tom will probably be fine.
- Tom muhtemelen iyi olacak.
- We all had a fine time that day.
- O gün hepimiz iyi vakit geçirdik.
- We'll be fine no matter what happens.
- Ne olursa olsun iyi olacağız.
- We'll be fine no matter what.
- Biz ne olursa olsun iyi olacağız.
- They should be fine.
- İyi olmalılar.
- They'll be fine.
- İyi olacaklar.
- We did fine.
- İyi iş çıkardık.
- At our place, everybody's doing fine.
- Bizim evde herkes iyi.
- Both Tom and Mary are fine.
- Tom da Mary de iyi.
- Everyone else is fine.
- Diğer herkes iyi.
- The sentence seems fine to me.
- Cümle bana iyi görünüyor.
- The weather forecast says it will be fine tomorrow.
- Hava tahmini yarın havanın iyi olacağını söylüyor.
- We'll be fine no matter what.
- Ne olursa olsun iyi olacağız.
- I'm sure you'll be fine.
- Senin iyi olacağından eminim.
- I'm sure Tom's fine.
- Tom'un iyi olduğuna eminim.
- Tom seemed fine to me.
- Tom bana iyi gibi geldi.
- Tom is fine for the moment.
- Tom şimdilik iyi.
- Tom is fine for the moment.
- Tom şu an için iyi.
- You seem fine.
- İyi görünüyorsun.
- You'll be fine.
- İyi olacaksın.
- You'll do fine.
- İyi olacaksın.
- I think that Tom will be fine.
- Tom'un iyi olacağını düşünüyorum.
- I'll be fine.
- İyi olacağım.
- Tom seems to be fine.
- Tom iyi gibi görünüyor.
- I talked to Tom and he's fine.
- Tom'la konuştum ve o iyi.
- Tom and I get along fine.
- Tom ve ben iyi anlaşıyoruz.
- Tom and Mary are going to be fine.
- Tom ve Mary iyi olacak.
- Tom looked like he was fine.
- Tom iyi gibi görünüyordu.
- The Browns are a fine and happy family.
- Brown'lar iyi ve mutlu bir ailedir.
- Tom seems to be fine.
- Tom iyi görünüyor.
- I think that would be fine.
- Bence bu iyi olurdu.
- I think they'll all be fine.
- Bence hepsi iyi olacak.
- I think they'll all be fine.
- Onların hepsinin iyi olacağını düşünüyorum.
- I think Tom can do a fine job.
- Bence Tom iyi bir iş çıkarabilir.
- Tom looked like he was fine.
- Tom iyi görünüyordu.
- Tom looked perfectly fine.
- Tom gayet iyi görünüyordu.
- Tom should be fine.
- Tom'un iyi olması gerekiyor.
- Tom looked perfectly fine.
- Tom tamamen iyi görünüyordu.
- You guys go on without me; I'll be fine.
- Siz bensiz devam edin; ben iyi olacağım.
- I told you I was fine.
- Sana iyi olduğumu söyledim.
- Tom and I are fine.
- Tom ve ben iyiyiz.
- We're both fine.
- İkimiz de iyiyiz.
- We're doing fine.
- Biz iyiyiz.
- We're fine here.
- Biz burada iyiyiz.
- Tom felt fine.
- Tom iyi hissetti.
- Boeing builds a fine aircraft.
- Boeing iyi bir uçak üretiyor.
- Boeing builds a fine aircraft.
- Boeing iyi bir uçak yapıyor.
- Do you think it will be fine tomorrow?
- Yarın havanın iyi olacağını düşünüyor musun?
- Do you think the weather will be fine tomorrow?
- Yarın havanın iyi olacağını düşünüyor musun?
- Do you think Tom will be fine?
- Sence Tom iyi olacak mı?
- Do you think Tom will be fine?
- Tom'un iyi olacağını düşünüyor musun?
- Don't worry, everything will be fine.
- Merak etme, her şey iyi olacak.
- Either would be fine.
- İkisi de iyi olurdu.
- Everything is going fine.
- Her şey iyi gidiyor.
- Everything looks fine to me.
- Her şey bana iyi görünüyor.
- Everything looks fine.
- Her şey iyi görünüyor.
- Everything seems fine.
- Her şey iyi görünüyor.
- Everything's going to be fine.
- Her şey iyi olacak.
- Everything is going to be fine.
- Her şey iyi olacak.
- He is a fine gentleman.
- O iyi bir beyefendi.
- He is a fine gentleman.
- O, iyi bir beyefendidir.
- He's a fine gentleman.
- O iyi bir beyefendi.
- He's a fine young lad.
- O iyi bir genç delikanlı.
- He's a fine young man.
- O iyi bir genç adam.
- He's a fine young man.
- O iyi genç bir adam.
- He's a very fine musician.
- Çok iyi bir müzisyen.
- He's a very fine musician.
- O çok iyi bir müzisyendir.
- I believe that everything will be fine.
- Ben her şeyin iyi olacağına inanıyorum.
- I believe that everything will be fine.
- Her şeyin iyi olacağına inanıyorum.
- I can hear you fine.
- Seni gayet iyi duyabiliyorum.
- I think Tom can do a fine job.
- Sanırım Tom iyi bir iş çıkarabilir.
- I think Tom did a fine job.
- Bence Tom iyi bir iş çıkardı.
- I think Tom did a fine job.
- Tom'un iyi bir iş yaptığını düşünüyorum.
- I think Tom is doing a fine job.
- Bence Tom iyi bir iş çıkarıyor.
- I think Tom is going to be fine.
- Bence Tom iyi olacak.
- I think Tom is going to be fine.
- Tom'un iyi olacağını düşünüyorum.
- I think Tom will be fine.
- Bence Tom iyi olacak.
- I think Tom will be fine.
- Tom'un iyi olacağını düşünüyorum.
- I think we'll be fine.
- Sanırım iyi olacağız.
- I think we're going to be fine.
- Bence iyi olacağız.
- I think we're going to be fine.
- Sanırım iyi olacağız.
- I think you look fine.
- Bence iyi görünüyorsun.
- I think you'll be fine.
- Ben senin iyi olacağını düşünüyorum.
- I think you'll be fine.
- Bence iyi olacaksın.
- I said I'm fine.
- İyi olduğumu söyledim.
- I slept fine.
- İyi uyudum.
- He grew up to be a fine youth.
- İyi bir genç olmak için büyüdü.
- He has grown up to be a fine gentleman.
- İyi bir beyefendi olarak yetişti.
- I believe that he'll do fine.
- İyi olacağına inanıyorum.
- I think Tom is fine.
- Bence Tom iyi.
- I hope that your family is fine, my friend.
- Umarım aileniz iyidir, dostum.
- I hope that your family is fine, my friend.
- Umuyorum ailen iyidir, arkadaşım.
- Anonymity or detailed reference are both fine.
- Anonimlik ya da ayrıntılı referans ikisi de iyidir.
- Everyone was fine.
- Herkes iyiydi.
- Any wristwatch is fine if it's not too expensive.
- Çok pahalı değilse her kol saati iyidir.
- Casual speech is fine.
- Sıradan konuşma iyidir.
- I hope everything is fine at home.
- Umarım evde her şey iyidir.
- Both Tom and Mary are fine.
- Hem Tom hem de Mary iyiler.
- Everything was fine at first.
- Başlangıçta her şey iyiydi.
- I hope Tom is fine.
- Umarım Tom iyidir.
- Everything was fine until Tom set the house on fire.
- Tom evi ateşe verene kadar her şey iyiydi.
- Everything was fine until Tom started drinking.
- Tom içmeye başlayana kadar her şey iyiydi.
- Everything was fine, except the weather.
- Hava dışında her şey iyiydi.
- Everything was fine.
- Her şey iyiydi.
- I said I'm fine.
- Ben iyiyim dedim.
- I am fine, thank you very much.
- Ben iyiyim, çok teşekkür ederim.
- I am fine, thank you.
- Ben iyiyim, teşekkür ederim.
- Fine, thanks.
- İyiyim, teşekkürler.
- I am also fine.
- Ben de iyiyim.
- I am fine, thank you very much.
- İyiyim, size çok teşekkür ederim.
- I am fine, thank you.
- İyiyim, teşekkür ederim.
- I told you I'm fine.
- Sana iyi olduğumu söyledim.
- I told you I'm fine.
- Size iyi olduğumu söyledim.
- I was ill yesterday but I am feeling fine today!
- Dün hastaydım ama bugün iyi hissediyorum!
- I was ill yesterday but I am feeling fine today!
- Dün hastaydım ama bugün kendimi iyi hissediyorum!
- I will go to the sea if it is fine tomorrow.
- Yarın hava iyi olursa denize gideceğim.
- I wish it were fine today.
- Keşke bugün hava iyi olsa.
- I'll be fine here.
- Burada iyi olacağım.
- I'll be fine here.
- Ben burada iyi olacağım.
- I'll be fine if I take a little rest.
- Biraz dinlenirsem iyi olacağım.
- I'll be fine in a second.
- Bir saniye içinde iyi olacağım.
- I'll be fine on my own.
- Kendi başıma iyi olacağım.
- I'll be fine on my own.
- Tek başıma iyi olacağım.
- I'll be fine, don't worry.
- Ben iyi olacağım, endişelenme.
- It's going to be fine, you know.
- Bu iyi olacak, biliyorsun.
- It's going to work out fine.
- Bu iyi sonuçlanacak.
- Judging from the look of the sky, it will be fine tomorrow.
- Gökyüzünün görünüşüne bakılırsa yarın hava iyi olacak.
- My brain works fine.
- Beynim iyi çalışıyor.
- My computer works fine now.
- Bilgisayarım şimdi iyi çalışıyor.
- Lee was dressed in his finest clothing.
- Lee en iyi kıyafetlerini giymişti.
- Mary said that she was fine.
- Mary de iyi olduğunu söyledi.
- Mary said that she was fine.
- Mary iyi olduğunu söyledi.
- My brain works fine.
- Benim beynim iyi çalışıyor.
- My dog and my cat get along fine.
- Köpeğim ve kedim iyi anlaşıyor.
- My knees are fine now.
- Dizlerim şimdi iyi durumda.
- She competed against many fine athletes.
- Birçok iyi sporcuya karşı yarıştı.
- She made the boy into a fine man.
- Çocuğu iyi bir adam yaptı.
- She raised the boy to be a fine person.
- Çocuğu iyi bir insan olarak yetiştirdi.
- She raised the boy to be a fine person.
- Çocuğu iyi bir insan olması için yetiştirdi.
- She was a fine artist and photographer.
- O iyi bir sanatçı ve fotoğrafçıydı.
- She will make a fine match for my son.
- Oğlum için iyi bir eş olacak.
- She would make me a fine wife.
- Bana iyi bir eş olurdu.
- Suits me fine.
- Bana gayet iyi uyuyor.
- She would make me a fine wife.
- O benim için iyi bir eş olurdu.
- Sir Harold is a fine English gentleman.
- Sör Harold iyi bir İngiliz beyefendisidir.
- Tell her everything is fine.
- Ona her şeyin iyi olduğunu söyle.
- Tell her I feel fine.
- Ona iyi hissettiğimi söyle.
- The doctor says you're going to be fine.
- Doktor iyi olacağını söyledi.
- The doctor says you're going to be fine.
- Doktor iyi olacağını söylüyor.
- The hotel looks fine.
- Otel iyi görünüyor.
- The nun is fine, but I liked the other one more.
- Rahibe iyi ama ben diğerini daha çok sevdim.
- The nun is fine, but I liked the other one more.
- Rahibe iyi ama diğerini daha çok sevdim.
- I told Tom I was fine.
- İyi olduğumu Tom'a söyledim.
- I'm sure I'll be fine.
- İyi olacağıma eminim.
- I'm sure it will be fine.
- İyi olacağına eminim.
- I'm feeling fine.
- İyi hissediyorum.
- I'm going to be fine.
- İyi olacağım.
- It looks fine.
- İyi görünüyor.
- I'm sure it will be fine.
- İyi olacağından eminim.
- I'm sure you'll be fine.
- İyi olacağına eminim.
- I'm sure you'll do fine.
- İyi olacağına eminim.
- It looks like you're fine.
- İyi gibi görünüyorsun.
- It seemed that he was fine.
- İyi görünüyordu.
- It seems that he's fine.
- İyi görünüyor.
- It works fine.
- İyi çalışıyor.
- It'll be fine.
- İyi olacak.
- It'll work fine.
- İyi olacak.
- It's going fine.
- İyi gidiyor.
- It's going to be fine, you know.
- İyi olacak, biliyorsun.
- It's totally fine.
- Bu tamamen iyi.
- It's totally fine.
- Tamamen iyi.
- Look, she's fine.
- Bak, o iyi.
- My arm is fine now.
- Kolum şimdi iyi.
- My eye is fine now.
- Gözüm şimdi iyi.
- I've spoken to Tom and he's fine.
- Tom'la konuştum ve o iyi.
- My arms are fine now.
- Kollarım şimdi iyi.
- My finger is fine now.
- Parmağım şimdi iyi.
- My fingers are fine now.
- Parmaklarım şu anda iyi.
- My knee is fine now.
- Dizim şu an iyi.
- My leg is fine now.
- Bacağım şimdi iyi.
- My legs are fine.
- Bacaklarım iyi.
- My knees are fine now.
- Dizlerim şimdi iyi.
- My shoulder is fine now.
- Omzum şimdi iyi.
- My shoulders are fine now.
- Omuzlarım şimdi iyi.
- My toe is fine now.
- Ayak parmağım şimdi iyi.
- My toe is fine now.
- Ayak parmağım şu anda iyi.
- Some of them are really fine.
- Bazıları gerçekten iyi.
- The baby is still fine.
- Bebek hâlâ iyi.
- I'm fine, thanks.
- İyiyim teşekkürler.
- I'm fine, mom.
- Ben iyiyim, anne.
- I'm fine, thank you.
- Ben iyiyim, teşekkür ederim.
- I'm fine, thanks for asking!
- Ben iyiyim, sorduğun için teşekkürler!
- I'm fine, thanks!
- Ben iyiyim, teşekkürler!
- I'm fine, thanks.
- Ben iyiyim, teşekkürler.
- I'm fine, too, thank you.
- Ben de iyiyim, teşekkür ederim.
- I'm doing fine.
- Ben iyiyim.
- I'm fine, thank you.
- İyiyim, teşekkür ederim.
- I'm fine, thanks for asking!
- İyiyim, sorduğun için teşekkürler!
- I'm fine, thanks!
- İyiyim, teşekkürler!
- I was sick, but I'm fine now.
- Hastaydım ama şimdi iyiyim.
- I'm absolutely fine.
- Ben kesinlikle iyiyim.
- I'm absolutely fine.
- Kesinlikle iyiyim.
- I'm feeling fine now.
- Şimdi iyiyim.
- I'm fine now.
- Şimdi iyiyim.
- I'm fine too.
- Ben de iyiyim.
- I'm fine with this.
- Ben böyle iyiyim.
- I'm perfectly fine.
- Ben gayet iyiyim.
- Tom and Mary are going to be fine.
- Tom ve Mary iyi olacaklar.
- Tom and Mary make a fine pair.
- Tom ve Mary iyi bir çift oldular.
- Tom and Mary seem fine.
- Tom ve Mary iyi görünüyor.
- Tom and Mary seem fine.
- Tom ve Mary iyi görünüyorlar.
- Tom and Mary told me they were fine.
- Tom ve Mary bana iyi olduklarını söylediler.
- Tom did a fine job.
- Tom iyi bir iş çıkardı.
- Tom did a fine job.
- Tom iyi bir iş yaptı.
- Tom does fine work.
- Tom iyi iş çıkarır.
- Tom does fine work.
- Tom iyi iş yapar.
- Tom felt fine.
- Tom iyi hissediyordu.
- Tom does a fine job.
- Tom iyi iş çıkarıyor.
- Tom has done a fine job on the report.
- Tom rapor üzerinde iyi bir iş çıkardı.
- Tom looks fine to me.
- Tom bana iyi görünüyor.
- Tom looks fine.
- Tom iyi görünüyor.
- Tom looks just fine to me.
- Tom bana sadece iyi görünüyor.
- Tom looks like he's fine.
- Tom iyi gibi görünüyor.
- Tom said he feels fine.
- Tom iyi hissettiğini söyledi.
- Tom said he felt fine.
- Tom iyi hissettiğini söyledi.
- Tom said he was doing fine.
- Tom iyi olduğunu söyledi.
- Tom said he's feeling fine.
- Tom iyi hissettiğini söyledi.
- Tom said he's fine.
- Tom iyi olduğunu söyledi.
- Tom said it was fine.
- Tom iyi olduğunu söyledi.
- Tom said it was fine.
- Tom onun iyi olduğunu söyledi.
- Tom said Mary is fine.
- Tom Mary iyi olduğunu söyledi.
- Tom said Mary is fine.
- Tom, Mary'nin iyi olduğunu söyledi.
- Tom said Mary was doing fine.
- Tom Mary'nin iyi olduğunu söyledi.
- Tom smiled and said he was doing fine.
- Tom gülümsedi ve iyi olduğunu söyledi.
- Tom thinks it'll be fine.
- Tom her şeyin iyi olacağını düşünüyor.
- Tom told everyone he was fine.
- Tom herkese iyi olduğunu söyledi.
- Tom told Mary that he was fine.
- Tom Mary'e iyi olduğunu söyledi.
- Tom told Mary that he was fine.
- Tom Mary'ye iyi olduğunu söyledi.
- Tom told me he felt fine.
- Tom bana iyi hissettiğini söyledi.
- Tom told me he was fine.
- Tom bana iyi olduğunu söyledi.
- Tom told me that he was feeling fine.
- Tom bana kendini iyi hissettiğini söyledi.
- Tom will be fine.
- Tom iyi olacak.
- Tom will do fine.
- Tom iyi olacak.
- Tom told me that he was fine.
- Tom bana iyi olduğunu söyledi.
- Tom told me that he's fine.
- Tom bana iyi olduğunu söyledi.
- Tom told me to tell you he's fine.
- Tom bana sana iyi olduğunu söylememi istedi.
- Tom told me to tell you he's fine.
- Tom sana iyi olduğunu söylememi istedi.
- Tom told me to tell you Mary is fine.
- Tom sana Mary'nin iyi olduğunu söylememi istedi.
- Tom told me to tell you Mary is fine.
- Tom sana Mary'nin iyi olduğunu söylememi söyledi.
- Tom is doing fine now, isn't he?
- Tom şimdi iyi, değil mi?
- We're going to be fine.
- İyi olacağız.
- Tom is doing fine, isn't he?
- Tom iyi, değil mi?
- Tom is fine now, isn't he?
- Tom şimdi iyi, değil mi?
- Tom is fine now, isn't he?
- Tom şu anda iyi, değil mi?
- Tom is fine, isn't he?
- Tom iyi, değil mi?
- The weather is fine in London.
- Londra'da hava iyi.
- They're all fine.
- Hepsi iyi.
- They're both fine.
- İkisi de iyi.
- Things are fine.
- İşler iyi.
- We're fine here.
- Burada iyiyiz.
- We're fine now.
- Artık iyiyiz.
- We're fine now.
- Biz şimdi iyiyiz.
- We're fine today.
- Bugün iyiyiz.
- We're fine on our own.
- Biz kendi başımıza iyiyiz.
- We're fine on our own.
- Kendi başımıza iyiyiz.
- They looked like they were fine.
- İyiymiş gibi görünüyorlardı.
- We've been fine, by and large.
- Genel olarak iyiyiz.
- We've been fine, by and large.
- Genelde biz iyiyiz.
- You know it'll be fine.
- Bunun iyi olacağını biliyorsun.
- You'll be fine now.
- Artık iyi olacaksın.
- You'll be fine now.
- Şimdi iyi olacaksın.
- You'll be fine with me.
- Benimle iyi olacaksın.
- You'll be fine without me.
- Bensiz iyi olacaksın.
- Your hair looks fine.
- Saçın iyi görünüyor.
- You've really done a fine job.
- Gerçekten iyi bir iş çıkarmışsın.
- You've really done a fine job.
- Gerçekten iyi bir iş yaptın.
- You do fine work.
- İyi iş çıkarıyorsun.
- You look fine.
- İyi görünüyorsun.
- You did fine, Tom.
- İyi iş çıkardın, Tom.
- You know it'll be fine.
- İyi olacağını biliyorsun.
- You look fine, Tom.
- İyi görünüyorsun, Tom.
- You're both fine.
- İkiniz de iyisiniz.
- Your first draft was fine.
- İlk taslağın iyiydi.
- Your haircut was fine.
- Saç kesimin iyiydi.
- Your haircut was fine.
- Saç tıraşın iyiydi.
- You both did fine.
- İkiniz de iyiydiniz.
- Yes, I'm fine.
- Evet, ben iyiyim.
- Yes, I'm fine.
- Evet, iyiyim.
Show More (599)
|
| 2 |
fine |
güzel |
adj. |
|
- It is also a first step towards translating the fine words spoken at the Lisbon Summit into action.
- Bu aynı zamanda Lizbon Zirvesi'nde söylenen güzel sözlerin eyleme dönüştürülmesine yönelik bir ilk adımdır.
- It may be all very fine as far as protecting animals is concerned, but there is no political mileage in it at all.
- Hayvanların korunması söz konusu olduğunda her şey çok güzel olabilir, ancak bunun hiçbir siyasi getirisi yoktur.
- Mr Lamassoure's fine report is an important contribution by Parliament to the arduous process of attaining that goal.
- Sayın Lamassoure'nin bu güzel raporu, Parlamentonun bu hedefe ulaşma yolundaki zorlu sürece yaptığı önemli bir katkıdır.
- It was a fine clarification of the reply I received earlier.
- Bu, daha önce aldığım yanıtın güzel bir açıklamasıydı.
- It is also a first step towards translating the fine words spoken at the Lisbon Summit into action.
- Bu aynı zamanda Lizbon Zirvesinde söylenen güzel sözlerin eyleme dönüştürülmesi yönünde atılmış bir ilk adımdır.
- No amount of fine words and eloquent rhetoric can eradicate poverty.
- Hiçbir güzel söz ve etkili retorik yoksulluğu ortadan kaldıramaz.
- Rio still managed to be the bearer of great hopes, at least as regards theoretical approaches and fine words.
- Rio yine de en azından teorik yaklaşımlar ve güzel sözler açısından büyük umutların taşıyıcısı olmayı başardı.
- Sadly, I find it difficult to see where these fine words are reflected in the final outcome.
- Ne yazık ki, bu güzel sözlerin nihai sonuca nerede yansıdığını görmekte zorlanıyorum.
- Since then, many fine words have been spoken about the significance of the Lisbon process.
- O zamandan bu yana Lizbon sürecinin önemine ilişkin pek çok güzel söz söylendi.
- So I just wanted to refer you to that fine phrase from Jean Monnet.
- Bu nedenle sizi Jean Monnet'nin o güzel sözüne yönlendirmek istedim.
- The directive proposes to reduce some forms of financial crime, and we welcome this fine objective.
- Yönerge bazı mali suç türlerini azaltmayı önermektedir ve bu güzel hedefi memnuniyetle karşılıyoruz.
- They were given plenty of fine words, but no practical action.
- Onlara bir sürü güzel söz söylendi, ama hiçbir pratik eylemde bulunulmadı.
- There are many fine words in the report on combating terrorism.
- Raporda terörle mücadele konusunda pek çok güzel söz var.
- Today, we have the opportunity of turning this fine concept into reality.
- Bugün, bu güzel kavramı gerçeğe dönüştürme fırsatına sahibiz.
- This is a very fine and comprehensive report.
- Bu çok güzel ve kapsamlı bir rapor.
- Fine words and promises must, however, be translated into action, and that often costs money.
- Bununla birlikte güzel sözler ve vaatler eyleme dönüştürülmelidir ve bu genellikle paraya mal olur.
- For all the fine words and the rhetoric, we stand empty-handed; which is terribly tragic.
- Tüm güzel sözlere ve retoriğe rağmen elimiz boş duruyoruz; bu da son derece trajik.
- Has anyone given any consideration to how these fine words can be reconciled with the harsh reality?
- Bu güzel sözlerin acı gerçeklerle nasıl bağdaştırılabileceğini düşünen var mı?
- I congratulate the rapporteur on this fine report.
- Raportörü bu güzel rapor için kutluyorum.
- I do not share this view, but it is a fine exercise in intellectual freedom.
- Ben bu görüşe katılmıyorum, ancak bu entelektüel özgürlüğün güzel bir uygulamasıdır.
- I do not think I have ever come across such a fine exercise in tautology in a public document.
- Hiçbir resmi belgede bu kadar güzel bir totoloji egzersizine rastladığımı sanmıyorum.
- I wish now to pay tribute to the fine work done by the Committee on Women's Rights and Equal Opportunities.
- Şimdi Kadın Hakları ve Fırsat Eşitliği Komitesi tarafından yapılan güzel çalışmaları takdirle anmak istiyorum.
- I would like to thank the two rapporteurs for their fine and excellent work.
- İki raportöre bu güzel ve mükemmel çalışmaları için teşekkür etmek istiyorum.
- In addition to the fine words about what can be done, two warnings.
- Neler yapılabileceğine ilişkin güzel sözlere ek olarak, iki uyarı.
- It is a fine piece of work which highlights several key points.
- Birkaç kilit noktanın altını çizen güzel bir çalışma.
- We can then reach agreement with everyone involved and achieve all these fine goals.
- O zaman ilgili herkesle anlaşmaya varabilir ve tüm bu güzel hedeflere ulaşabiliriz.
- We do not need any more fine words or proud declarations.
- Artık güzel sözlere ya da gururlu beyanlara ihtiyacımız yok.
- We have heard enough fine, but empty, words.
- Yeterince güzel ama boş söz duyduk.
- What fine examples of humanity and solidarity in an increasingly unfeeling world.
- Giderek duygusuzlaşan bir dünyada insanlığın ve dayanışmanın ne güzel örnekleri.
- Those are fine words, but where are the resources and where is the debt relief?
- Bunlar güzel sözler, ama kaynaklar nerede ve borç hafifletme nerede?
- We can then reach agreement with everyone involved and achieve all these fine goals.
- Böylece ilgili herkesle anlaşmaya varabilir ve tüm bu güzel hedeflere ulaşabiliriz.
- Despite these fine words, President Duisenberg considered the talk of relaxing the rules very worrying.
- Bu güzel sözlere rağmen Başkan Duisenberg kuralların gevşetilmesinden bahsedilmesini çok endişe verici bulmuştur.
- It is a fine piece of work which highlights several key points.
- Birkaç kilit noktayı vurgulayan güzel bir çalışma.
- Today, we have the opportunity of turning this fine concept into reality.
- Bugün, bu güzel konsepti gerçeğe dönüştürme fırsatına sahibiz.
- Brother Wilson, thanks for this fine article.
- Kardeş Wilson, bu güzel yazı için teşekkürler.
- Our trip went fine and without a problem.
- Yolculuğumuz gayet güzel ve sorunsuz geçti.
- We're in the fine city of Oxford.
- Güzel Oxford şehrindeyiz.
- There are fine places in big cities.
- Büyük şehirlerde güzel yerler var.
- Room was clean and fine enough for one night's stay.
- Oda temizdi ve bir gece kalmak için yeterince güzeldi.
- This room commands a fine view of the city.
- Bu oda şehrin güzel bir manzarasını sunmaktadır.
- This room has fine view of the mountain.
- Bu oda güzel bir dağ manzarasına sahip.
- This room has fine view of the mountain.
- Bu odanın güzel bir dağ manzarası var.
- We have a lot of very fine days in October.
- Ekim ayında çok güzel günlerimiz var.
- We'll climb the mountain if it is fine tomorrow.
- Yarın hava güzel olursa dağa tırmanacağız.
- We'll get through this just fine.
- Bunu gayet güzel başaracağız.
- What fine houses!
- Ne güzel evler!
- The weather is fine today!
- Bugün hava çok güzel!
- What a fine view!
- Ne güzel bir manzara!
- This sentence is fine.
- Bu cümle güzel.
- You can get a fine view of the sea from the mountaintop.
- Dağın tepesinden denizin güzel bir manzarasını görebilirsiniz.
- You can get a fine view of the sea from the mountaintop.
- Dağın zirvesinden güzel bir deniz manzarası alabilirsin.
- You have a fine beard.
- Güzel bir sakalın var.
- You have a fine beard.
- Senin güzel bir sakalın var.
- Your hair looks fine.
- Saçın güzel görünüyor.
- The weather is fine today!
- Bugün hava güzel!
- The weather is as fine as can be.
- Hava olabildiğince güzel.
- The weather is fine in London.
- Londra'da hava güzel.
- It will be fine tomorrow.
- Yarın hava güzel olacak.
- It will be fine weather tomorrow, perhaps.
- Belki yarın hava güzel olur.
- It will be fine weather tomorrow, perhaps.
- Yarın hava güzel olacak, belki de.
- It'll be fine tomorrow.
- Yarın güzel olacak.
- It'll be fine tomorrow.
- Yarın hava güzel olacak.
- It's a fine day.
- Güzel bir gün.
- It's fine day and I feel like going fishing.
- Güzel bir gün ve canım balığa çıkmak istiyor.
- It's fine day and I feel like going fishing.
- Güzel bir gün ve canım balığa gitmek istiyor.
- It will be fine this afternoon.
- Bu öğleden sonra hava güzel olacak.
- He wrote a fine description of what happened there.
- Orada olanların güzel bir tasvirini yazdı.
- I mean to go tomorrow if the weather is fine.
- Hava güzel olursa yarın gitmeyi düşünüyorum.
- Everything's fine the way it is.
- Her şey olduğu gibi güzel.
- Everything was fine, except the weather.
- Hava hariç her şey güzeldi.
- It was such a fine day that many children were playing in the park.
- O kadar güzel bir gündü ki birçok çocuk parkta oynuyordu.
- They dressed Vassili in fine clothes and next day he was married to Anastasia.
- Vassili'ye güzel kıyafetler giydirdiler ve o ertesi gün Anastasia ile evlendi.
- This is a fine ship.
- Bu güzel bir gemi.
- This room commands a fine view of the city.
- Bu oda güzel bir şehir manzarasına sahiptir.
- It was a fine day, so we went swimming.
- Güzel bir gündü, bu yüzden yüzmeye gittik.
- The room commands a fine view of the lake.
- Oda, güzel bir göl manzarasına hakim.
- It was such a fine day that we decided to have a picnic.
- O kadar güzel bir gündü ki, piknik yapmaya karar verdik.
- The school boasts a fine swimming pool.
- Okul, güzel bir yüzme havuzuyla övünür.
- The sky gives promise of fine weather.
- Gökyüzü güzel bir hava vaat ediyor.
- The weather being fine, we went on a picnic.
- Hava güzel olduğu için pikniğe gittik.
- The weather being fine, we went on a picnic.
- Hava güzel olduğundan, pikniğe gittik.
- The weather forecast says it will be fine tomorrow.
- Hava tahminine göre yarın hava güzel olacak.
- The weather won't be fine.
- Hava güzel olmayacak.
- Their old father gave each of them a fine horse.
- Yaşlı babaları her birine güzel bir at verdi.
- They admired the fine view from the hill.
- Tepeden güzel manzaraya hayran kaldılar.
- Perhaps the weather is fine.
- Belki de hava güzeldir.
- They dressed Vassili in fine clothes and next day he was married to Anastasia.
- Vassili'ye güzel kıyafetler giydirdiler ve ertesi gün Anastasia ile evlendi.
- The hill commands a fine view.
- Tepe, güzel bir manzaraya sahip.
- If the weather is fine, I'll go swimming in the river.
- Hava güzel olursa, nehirde yüzmeye giderim.
- I'm dying to rediscover fine British cuisine.
- Güzel İngiliz mutfağını yeniden keşfetmek için can atıyorum.
- It is a fine day and I feel like going fishing.
- Güzel bir gün ve balığa gitmek istiyorum.
- It is a fine day and I feel like going fishing.
- Güzel bir gün ve canım balık tutmak istiyor.
- It is likely to be fine tomorrow.
- Yarın hava muhtemelen güzel olacak.
- It was a fine day and there were no clouds in the sky.
- Güzel bir gündü ve gökyüzünde hiç bulut yoktu.
- It was a fine day so I went on a picnic.
- Güzel bir gündü bu yüzden pikniğe gittim.
- It was a fine day so I went on a picnic.
- Güzel bir gündü, ben de pikniğe gittim.
- The fine day added to our pleasure.
- Güzel gün keyfimizi artırdı.
- If it is fine tomorrow, we'll go to the forest.
- Yarın hava güzel olursa ormana gideceğiz.
- The room commands a fine view of the lake.
- Oda güzel bir göl manzarasına sahip.
- If it is fine tomorrow, we'll go to the forest.
- Yarın hava güzel olursa, ormana gideceğiz.
- His speech contained many fine phrases.
- Konuşması birçok güzel cümle içeriyordu.
- I hope it'll be fine tomorrow.
- Yarın havanın güzel olacağını umuyorum.
- I hope we have fine weather tomorrow.
- Umarım yarın hava güzel olur.
- The island has a fine harbor.
- Adanın güzel bir limanı var.
- The painter produces many fine works of art.
- Ressam birçok güzel sanat eseri üretiyor.
- The painter produces many fine works of art.
- Ressam birçok güzel sanat eserleri üretir.
- It is very fine today so I would rather go out than stay at home.
- Bugün hava çok güzel, bu yüzden evde oturmaktansa dışarı çıkmayı tercih ederim.
- It is very fine today so I would rather go out than stay at home.
- Bugün hava güzel, bu nedenle evde kalmaktansa dışarı çıkmayı tercih ederim.
- It is fine today.
- Bugün hava güzel.
- It's fine today.
- Bugün hava güzel.
- It was a fine sunny day.
- Güneşli güzel bir gündü.
- It was a fine day, so we went swimming.
- Güzel bir gündü, biz de yüzmeye gittik.
- It was fine all day.
- Bütün gün hava güzeldi.
- Luckily, the weather turned out fine.
- Neyse ki hava güzeldi.
- It was a fine sunny day.
- Güzel güneşli bir gündü.
- Okinawa has a fine climate all year round.
- Okinawa'nın bütün yıl boyunca iklimi güzeldir.
- It's going to be fine this afternoon.
- Bu öğleden sonra hava güzel olacak.
- It's going to be fine tomorrow, too.
- Yarın da güzel olacak.
- It's going to be fine tomorrow, too.
- Yarın da hava güzel olacak.
- According to the TV, it will be fine today.
- Televizyona göre bugün hava güzel olacak.
- Do you think it will be fine tomorrow?
- Sence yarın hava güzel olacak mı?
- Do you think the weather will be fine tomorrow?
- Sence yarın hava güzel olacak mı?
- Even though the weather was fine, I gave him my coat as he was going out.
- Hava güzel olmasına rağmen, dışarı çıkarken ona montumu verdim.
- He has a fine library of books on art.
- Sanat üzerine kitaplardan oluşan güzel bir kütüphanesi var.
- He has grown up to be a fine gentleman.
- Güzel bir beyefendi olmak için büyüdü.
- He would often go fishing on a fine Sunday.
- Güzel bir Pazar günü sık sık balık tutmaya giderdi.
- I will go out if it is fine tomorrow.
- Yarın hava güzel olursa dışarı çıkacağım.
- I will go to the sea if it is fine tomorrow.
- Yarın hava güzel olursa denize giderim.
- I wonder if it will be fine tomorrow.
- Yarın hava güzel olacak mı merak ediyorum.
- If I were rich, I would buy a fine house.
- Zengin olsaydım, güzel bir ev alırdım.
- If it is fine tomorrow, we will play baseball.
- Eğer yarın hava güzel olursa, beyzbol oynayacağız.
- If it is fine tomorrow, we will play baseball.
- Yarın hava güzel olursa beyzbol oynarız.
- If it is fine tomorrow, we will play baseball.
- Yarın hava güzel olursa,basketbol oynayacağız.
- If the weather is fine, I'll go swimming in the river.
- Hava güzel olursa nehirde yüzmeye gideceğim.
- It's going to be fine tomorrow.
- Yarın güzel olacak.
- It's going to be fine tomorrow.
- Yarın hava güzel olacak.
- Jane grew up to be a fine lady.
- Jane büyüdü ve güzel bir hanımefendi oldu.
- Ken bought a fine wine for his father on his birthday.
- Ken doğum gününde babasına güzel bir şarap aldı.
- My grandfather goes for a walk on fine days.
- Dedem, güzel günlerde yürüyüşe gider.
- No one bakes a finer apple pie than Emily.
- Hiç kimse Emily'den daha güzel elmalı turta pişirmez.
- No one bakes a finer apple pie than Emily.
- Kimse Emily'den daha güzel elmalı turta yapamaz.
- Okinawa has a fine climate all year round.
- Okinawa tüm yıl boyunca güzel bir iklime sahiptir.
- Sami enjoyed the fine things of life.
- Sami hayatın güzel yönlerinden keyif alıyordu.
- Since it was a fine day, I went for a walk.
- Güzel bir gün olduğu için yürüyüşe çıktım.
- Situated on a hill, his house commands a fine view.
- Onun bir tepenin üzerinde yer alan evinin güzel bir manzarası var.
- Tell me, my fine boy, do you also want to come to my wonderful country?
- Söyle bana, benim güzel oğlum, sen de benim harika ülkeme gelmek istiyor musun?
- The day turned out to be fine.
- Gün, bir şekilde güzel geçti.
- The day turned out to be fine.
- Sonuçta gün güzel geçti.
- The fine day added to our pleasure.
- Günün güzel olması keyfimize keyif kattı.
- The weather was fine, so we went fishing.
- Hava güzeldi, biz de balık tutmaya gittik.
- The weather was fine, so we went fishing.
- Hava güzeldi, bu yüzden balık tutmaya gittik.
- The weather was as fine as it could be.
- Hava olabildiğince güzeldi.
- The weather was as fine as it could be.
- Hava olabileceği kadar güzeldi.
- We had fine weather on that day.
- O gün hava güzeldi.
- We have had fine weather this week.
- Bu hafta hava çok güzeldi.
Show More (152)
|
| 3 |
fine |
ince |
adj. |
|
- As with all music it needs to be a fine tune and properly orchestrated.
- Tüm müziklerde olduğu gibi bunun da ince bir ayar yapılması ve düzgün bir şekilde orkestra edilmesi gerekiyor.
- I think we should make a fine distinction here.
- Burada ince bir ayrım yapmamız gerektiğini düşünüyorum.
- It is not enough to establish fine principles in an agreement.
- Bir anlaşmada ince ilkeler belirlemek yeterli değildir.
- That is, after all, what is behind the fine rhetoric.
- Nihayetinde, ince retoriğin arkasında yatan şey budur.
- This directive amounts to a fine balancing act.
- Bu yönerge ince bir dengeleme eylemi anlamına gelmektedir.
- About a century ago, the fine structure of the retina was discovered.
- Yaklaşık bir asır önce retinanın ince yapısı keşfedildi.
- Are you looking for a beach with normal, fine or thick sand?
- Normal, ince veya kalın kumlu bir plaj mı arıyorsunuz?
- Life and death is a fine line.
- Yaşam ve ölüm ince bir çizgidir.
- Quite surprisingly, a heavy copper PCB (ten ounces) can also have very fine features.
- Oldukça şaşırtıcı bir şekilde, ağır bir bakır PCB (on ons) da çok ince özelliklere sahip olabilir.
- Self-disclosure is a fine line, particularly in professional relationships.
- Kendini ifşa etmek, özellikle profesyonel ilişkilerde ince bir çizgidir.
- The added jojoba oil softens the fine skin and has a truly rejuvenating effect.
- Eklenen jojoba yağı ince cildi yumuşatır ve gerçekten gençleştirici bir etkiye sahiptir.
- Try changing your resolution to Fine or S.Fine.
- Çözünürlüğünüzü İnce veya S.İnce olarak değiştirmeyi deneyin.
- In general, inorganic non-metallic materials and fine inorganic chemicals such as ceramics and inorganic pigments are also produced.
- Genel olarak, inorganik metalik olmayan malzemeler ve seramik ve inorganik pigmentler gibi ince inorganik kimyasallar da üretilmektedir.
- Iran has to walk a fine line.
- İran'ın ince bir çizgide yürümesi gerekiyor.
- Just as with any cognitive skill, fine motor abilities will improve with practice.
- Her bilişsel beceride olduğu gibi, ince motor beceriler de pratikle gelişecektir.
- Wash it out in the morning and use a fine comb to comb out any dead eggs.
- Sabahları yıkayın ve ölü yumurtaları taramak için ince bir tarak kullanın.
- With chemical peeling, you can get rid of both fine wrinkles and sun spots and freckles.
- Kimyasal peeling ile hem ince kırışıklıklardan hem de güneş lekeleri ve çillerden kurtulabilirsiniz.
- I knew that I was walking a very fine line.
- Çok ince bir çizgide yürüdüğümü biliyordum.
- The fine print can save you from unnecessary disappointment.
- İnce baskı sizi gereksiz hayal kırıklıklarından kurtarabilir.
- The materials are fine clay, silt, or pyroclastic.
- Malzemeler ince kil, silt veya piroklastiktir.
- The unit is equipped with a fine filter.
- Ünite ince bir filtre ile donatılmıştır.
- There is a fine line between a hobby and mental illness!
- Hobi ile akıl hastalığı arasında ince bir çizgi vardır!
- There is a very fine line between criticism and insult.
- Eleştiri ile hakaret arasında çok ince bir çizgi vardır.
- These compounds are major causes of fine particulate pollution.
- Bu bileşikler ince partikül kirliliğinin başlıca nedenleridir.
- These fine hairs then sweep the particles up to the nose or mouth.
- Bu ince tüyler daha sonra parçacıkları burun veya ağza kadar süpürür.
- This helps the skin to become firmer and may reduce the appearance of fine wrinkles.
- Bu, cildin daha sıkı olmasına yardımcı olur ve ince kırışıklıkların görünümünü azaltabilir.
- There is a fine line between everything and nothing.
- Her şey ile hiçbir şey arasında ince bir çizgi vardır.
- There's a fine line between bravery and suicide, kid.
- Cesaret ile intihar arasında ince bir çizgi vardır, çocuğum.
- There is a fine line between everything and nothing.
- Her şey ve hiçbir şey arasında ince bir çizgi vardır.
- There's a fine line between bravery and suicide, kid.
- Cesur olmak ve intihar etmek arasında ince bir çizgi vardır, evlat.
- A fine rain was falling.
- İnce yağmur yağıyordu.
- I dreamt a dream last night, about silk and fine cloth or about equality and fair trial.
- Dün gece bir rüya gördüm, ipek ve ince kumaş hakkında ya da eşitlik ve adil yargılanma hakkında.
- There's a fine line between love and hate.
- Aşk ve nefret arasında ince bir çizgi vardır.
- There's a fine line between love and hate.
- Sevgi ve nefret arasında ince bir çizgi vardır.
- There's a fine line between tax minimization and tax avoidance.
- Vergi minimizasyonu ile vergiden kaçınma arasında ince bir çizgi vardır.
- There's a fine line between tax minimization and tax avoidance.
- Vergi minimizasyonu ve vergiden kaçınma arasında ince bir çizgi var.
- There's a fine line between what's acceptable and what's not.
- Kabul edilebilir olanla olmayan arasında ince bir çizgi vardır.
- There's a fine line between what's acceptable and what's unacceptable.
- Kabul edilebilir olanla kabul edilemez olan arasında ince bir çizgi vardır.
- There's a fine line between what's acceptable and what's unacceptable.
- Neyin kabul edilebilir ve neyin kabul edilemez olduğu arasında ince bir çizgi vardır.
- There's often a fine line between confidence and arrogance.
- Güven ve kibir arasında çoğu kez ince bir çizgi vardır.
- There's a fine line between genius and stupidity.
- Deha ile aptallık arasında ince bir çizgi vardır.
- There's often a fine line between confidence and arrogance.
- Özgüven ve kibir arasında genellikle ince bir çizgi vardır.
- Tom has to walk a fine line.
- Tom ince bir çizgide yürümek zorunda.
- There's a fine line between assertiveness and aggression.
- Atılganlık ve saldırganlık arasında ince bir çizgi vardır.
- There's a fine line between being frugal and being cheap.
- Tutumlu olmakla ucuz olmak arasında ince bir çizgi vardır.
- There's a fine line between bravery and stupidity.
- Cesaret ve aptallık arasında ince bir çizgi vardır.
- There's a fine line between genius and insanity.
- Dahilik ve delilik arasında ince bir sınır vardır.
- There's a fine line between genius and insanity.
- Deha ile delilik arasında ince bir çizgi vardır.
- There's a fine line between genius and stupidity.
- Dahilik ve aptallık arasında ince bir çizgi vardır.
Show More (46)
|
| 4 |
fine |
yolunda |
adj. |
|
- This does not, however, mean that everything is fine and that no criticisms should be made.
- Ancak bu, her şeyin yolunda olduğu ve hiçbir eleştiri yapılmaması gerektiği anlamına gelmiyor.
- During the summer months, everything was fine.
- Yaz aylarında her şey yolundaydı.
- I checked all of the settings in your article and everything is fine.
- Makalenizdeki tüm ayarları kontrol ettim ve her şey yolunda.
- It's a relief that everything is fine.
- Her şeyin yolunda olması rahatlatıcı.
- We love each other and everything is fine.
- Birbirimizi seviyoruz ve her şey yolunda.
- Preview it once to check if everything is fine.
- Her şeyin yolunda olup olmadığını kontrol etmek için bir kez önizleyin.
- Everything seems fine, but I still feel uneasy.
- Her şey yolunda görünüyor ama yine de huzursuz hissediyorum.
- The sun is shining and everything is fine.
- Güneş parlıyor ve her şey yolunda.
- I hope everything comes out fine.
- Umarım her şey yolunda gider.
- Everything went fine for me and I have moved out since healing.
- Benim için her şey yolunda gitti ve iyileştikten sonra taşındım.
- I believe everything is fine now.
- Artık her şeyin yolunda olduğuna inanıyorum.
- Everything seems fine.
- Her şey yolunda görünüyor.
- I believe everything is fine now.
- Şimdi her şeyin yolunda olduğuna inanıyorum.
- Things are fine.
- Her şey yolunda.
- Things have been fine.
- Her şey yolunda.
- I said everything was fine.
- Her şeyin yolunda olduğunu söyledim.
- Everything is fine so far.
- Şu ana kadar her şey yolunda.
- Everything is fine until they open Pandora's box.
- Onlar Pandora'nın kutusunu açana kadar her şey yolunda.
- Everything is fine until they open Pandora's box.
- Pandora'nın kutusunu açana kadar her şey yolunda.
- Everything is fine.
- Her şey yolunda.
- Tom said that everything was fine.
- Tom her şeyin yolunda olduğunu söyledi.
- Everything worked fine.
- Her şey yolunda gitti.
- Are we sure that everything will go fine?
- Her şeyin yolunda gideceğinden emin miyiz?
- Everything is going fine.
- Her şey yolunda gidiyor.
- Everything is going just fine.
- Her şey yolunda gidiyor.
- Everything seems to be just fine.
- Her şey yolunda görünüyor.
- Everything was fine until Tom set the house on fire.
- Tom evi ateşe verene kadar her şey yolundaydı.
- I'm sure everything's just fine.
- Her şeyin yolunda olduğuna eminim.
- It went fine.
- Her şey yolunda gitti.
- Sami told Layla that everything was fine.
- Sami Layla'ya her şeyin yolunda olduğunu söyledi.
- Sami told Layla that everything was fine.
- Sami, Leyla'ya her şeyin yolunda olduğunu söyledi.
- Everything was fine until Tom started drinking.
- Tom içmeye başlayana kadar her şey yolundaydı.
- I hope everything is fine at home.
- Umarım evde her şey yolundadır.
- Everything was fine at first.
- Başta her şey yolundaydı.
- Tell her everything is fine.
- Ona her şeyin yolunda olduğunu söyle.
- Tell him everything is fine.
- Ona her şeyin yolunda olduğunu söyle.
- Tell them everything is fine.
- Onlara her şeyin yolunda olduğunu söyle.
- Tell Tom everything is fine.
- Tom'a her şeyin yolunda olduğunu söyle.
- That worked out fine.
- İşler yolunda gitti.
Show More (36)
|
| 5 |
fine |
para cezasına çarptırmak |
v. |
|
- They must be taken to court and fined.
- Mahkemeye çıkarılmalı ve para cezasına çarptırılmalıdırlar.
- He was fined $25,000 by the NBA.
- NBA tarafından 25.000 dolar para cezasına çarptırıldı.
- I was held for 22 days and fined 1,000 yuan.
- 22 gün tutuklu kaldım ve 1000 yuan para cezasına çarptırıldım.
- John Rusnak was sentenced to seven and a half years in prison and fined $1 million.
- John Rusnak yedi buçuk yıl hapis ve 1 milyon dolar para cezasına çarptırıldı.
- Sterling has also been fined $2.5 million.
- Sterling ayrıca 2,5 milyon dolar para cezasına çarptırıldı.
- Anyone who refused to renounce their belief in Falun Gong was detained, fined, or fired.
- Falun Gong'a olan inancından vazgeçmeyi reddeden herkes gözaltına alındı, para cezasına çarptırıldı veya kovuldu.
- Violators will be fined € 250 and be required to check out of the Hotel.
- Uymayanlar 250 € para cezasına çarptırılacak ve Otelden çıkış yapmaları gerekecektir.
- Tom was fined $200 for not being able to pay his fines.
- Tom, cezalarını ödeyemediği için 200 dolar para cezasına çarptırıldı.
- Ken was fined 7,000 yen for speeding.
- Ken, hızdan dolayı 7.000 yen para cezasına çarptırıldı.
- She was fined 10 dollars for that.
- Bunun için 10 dolar para cezasına çarptırıldı.
- Tom was fined three hundred dollars.
- Tom üç yüz dolar para cezasına çarptırıldı.
- I was fined a dollar.
- Bir dolar para cezasına çarptırıldım.
- He was fined for illegal parking.
- Yasadışı park ettiği için para cezasına çarptırıldı.
- I think that some companies should be fined for violating privacy laws.
- Bence bazı şirketler gizlilik yasalarını ihlal ettikleri için para cezasına çarptırılmalı.
- Tom was fined for speeding.
- Tom hız için para cezasına çarptırıldı.
- Tom was fined for driving without a license.
- Tom ehliyetsiz araba kullandığı için para cezasına çarptırıldı.
- Tom is going to be fined if he does that again.
- Tom bunu bir daha yaparsa para cezasına çarptırılacak.
- Tom is likely going to be fined for doing that.
- Tom muhtemelen bunu yaptığı için para cezasına çarptırılacak.
- Tom will be fined for doing that.
- Tom bunu yaptığı için para cezasına çarptırılacak.
- Violators will be fined.
- İhlal edenler para cezasına çarptırılacak.
- Tom has been fined.
- Tom para cezasına çarptırıldı.
- Tom pled guilty and was fined $300.
- Tom suçu kabul etti ve 300 dolar para cezasına çarptırıldı.
- Tom pled guilty and was fined $300.
- Tom suçunu kabul etti ve 300 dolar para cezasına çarptırıldı.
- Tom was fined $200 for not being able to pay his fines.
- Tom cezalarını ödeyemediği için 200 dolar para cezasına çarptırıldı.
- I warn you against doing that again, or you'll be fined.
- Bunu bir daha yapmaman konusunda seni uyarıyorum, yoksa para cezasına çarptırılırsın.
Show More (22)
|
| 6 |
fine |
ceza |
n. |
|
- He quoted the fine declarations that were made in June 2001.
- Haziran 2001'de yapılan ceza açıklamalarından alıntı yaptı.
- We are actually fed up with one fine declaration every six months.
- Aslında her altı ayda bir ceza deklarasyonundan bıktık.
- That way, we will have fewer parking fines to pay.
- Bu şekilde daha az park cezası ödemek zorunda kalacağız.
- All fines are the responsibility of the driver.
- Tüm cezalar sürücünün sorumluluğundadır.
- The Jews were also forced to pay discriminatory taxes and huge atonement fines.
- Yahudiler ayrıca ayrımcı vergiler ve büyük kefaret cezaları ödemek zorunda kaldılar.
- How much is the fine for speeding?
- Hız yapmanın cezası ne kadar?
- I haven't paid the fine yet.
- Cezayı henüz ödemedim.
- Parking fines are very costly.
- Park cezaları çok maliyetlidir.
- Parking fines are very costly.
- Park etme cezaları çok yüksek.
- The judge said that the defendant will remain in jail until he finds the money to pay all his fines.
- Yargıç, sanığın tüm cezalarını ödeyecek parayı bulana kadar hapiste kalacağını söyledi.
- Such an offence is punished by a fine and/or imprisonment.
- Böyle bir suçun cezası para ve/veya hapistir.
- There are big fines for talking on a hand-held mobile phone while driving.
- Araç kullanırken cep telefonuyla konuşmanın büyük cezaları var.
- There are heavy fines for parking in a disabled zone without a permit.
- Engelli bölgesine izinsiz park etmenin ağır cezaları var.
- Volkswagen could face up to $18 billions in fines.
- Volkswagen 18 milyar dolar cezayla karşı karşıya kalabilir.
Show More (11)
|
| 7 |
fine |
para cezası |
n. |
|
- The proposed text provides for a minimum fine of EUR 2000.
- Önerilen metin asgari 2000 Avro para cezası öngörmektedir.
- Ms. Shi Xuemei received nine years and a fine of 30,000 yuan.
- Bayan Shi Xuemei, dokuz yıl ve 30.000 yuan para cezası aldı.
- Violators can be fined up to $499 and sentenced to a jail term of up to 179 days.
- İhlal edenler 499 dolara kadar para cezasına ve 179 güne kadar hapis cezasına çarptırılabilir.
- If you allow your dog to go free in the park, you will receive a fine.
- Köpeğinizin parkta serbest dolaşmasına izin verirseniz, para cezası alırsınız.
- If you allow your dog to go free in the park, you will receive a fine.
- Köpeğinizin parkta serbestçe dolaşmasına izin verirseniz, para cezası alırsınız.
- I had to pay a $300 fine.
- 300 dolar para cezası ödemek zorunda kaldım.
- I haven't paid the fine yet.
- Para cezasını henüz ödemedim.
- Tom paid a $300 fine.
- Tom 300 dolar para cezası ödedi.
- What is a fine?
- Para cezası nedir?
- Tom hasn't paid the fine yet.
- Tom para cezasını henüz ödemedi.
- Tom got off with a fine.
- Tom para cezasıyla kurtuldu.
Show More (8)
|
| 8 |
fine |
ceza kesmek |
v. |
|
- The authorities fined the shop because of a disorder in the electronic balance.
- Yetkililer elektronik dengedeki bozukluk nedeniyle dükkana ceza kesti.
- Tom was fined $300.
- Tom'a 300 dolar ceza kesildi.
- Tom was fined three hundred dollars.
- Tom'a üç yüz dolar ceza kesildi.
- The police fined the driver who didn't obey traffic rules.
- Polis trafik kurallarına uymayan sürücüye ceza kesti.
- When did they fine you?
- Onlar sana ne zaman ceza kesti?
- They fined him 5,000 yen for illegal parking.
- Yasadışı park ettiği için ona 5,000 yen ceza kestiler.
Show More (3)
|
| 9 |
fine |
para cezası vermek |
v. |
|
- In the past, the Commission has had to fine vehicle manufacturers which have blocked parallel trade.
- Geçmişte Komisyon, paralel ticareti engelleyen araç üreticilerine para cezası vermek zorunda kalmıştır.
- The authorities fined the shop because of a disorder in the electronic balance.
- Elektronik terazideki bir arıza nedeniyle yetkililer işyerine para cezası verdi.
- Tom was fined $300.
- Tom'a 300 dolar para cezası verildi.
- Tom was fined three hundred dollars.
- Tom'a üç yüz dolar para cezası verildi.
- Tom got fined for doing that.
- Bunu yaptığı için Tom'a para cezası verildi.
Show More (2)
|
| 10 |
fine |
tamam |
expr. |
|
- If they say that they want stricter standards, fine.
- Eğer daha katı standartlar istediklerini söylüyorlarsa, tamam.
- If they want to be married, fine.
- Evlenmek istiyorlarsa, tamam.
- If they want to get married, fine.
- Evlenmek istiyorlarsa, tamam.
- If you don't want to go, fine.
- Gitmek istemiyorsan, tamam.
Show More (1)
|
| 11 |
fine |
hoş |
adj. |
|
- Noble intentions and fine words on paper are no longer enough.
- Soyluca niyetler ve kağıt üzerindeki hoş sözler artık yeterli değil.
- Sounds fine, but how does it work?
- Kulağa hoş geliyor, ama nasıl çalışıyor?
- He has a fine library of books on art.
- Sanat üzerine kitapları olan hoş bir kütüphanesi var.
- Tom said that's fine with him.
- Tom onun için hava hoş olduğunu söyledi.
Show More (1)
|
| 12 |
fine |
pekala |
adv. |
|
- Fine, I do not think I need to respond to those remarks.
- Pekala, bu sözlere yanıt vermeme gerek olduğunu sanmıyorum.
- Fine, the Americans and the English are surrounding Iraq, so Iraq cannot move.
- Pekala, Amerikalılar ve İngilizler Irak'ı kuşatıyor, bu yüzden Irak harekete geçemiyor.
Show More (-1)
|
| 13 |
fine |
sağlıklı |
adj. |
|
- She gave birth to a fine healthy baby.
- Çok sağlıklı bir bebek doğurdu.
- She gave birth to a fine healthy baby.
- Gayet sağlıklı bir bebek dünyaya getirdi.
Show More (-1)
|
| 14 |
fine |
kaliteli |
adj. |
|
- Before I finish, I should like to mention the issue of fine bakery products.
- Bitirmeden önce, kaliteli unlu mamuller konusuna değinmek istiyorum.
Show More (-2)
|
| 15 |
fine |
incecik |
adj. |
|
- There is a fine line between everything and nothing.
- Her şey ile hiçbir şey arasında incecik bir çizgi var.
Show More (-2)
|
| 16 |
fine |
kibar |
adj. |
|
- Sir Harold is a fine English gentleman.
- Sir Harold kibar bir İngiliz beyefendisi.
Show More (-2)
|
| 17 |
fine |
cezaya çarptırmak |
v. |
|
- I was fined thirty dollars for speeding.
- Aşırı hızdan otuz dolarlık cezaya çarptırıldım.
Show More (-2)
|
| 18 |
fine |
ceza vermek |
v. |
|
- When did they fine you?
- Sana ne zaman ceza verdiler?
Show More (-2)
|
| 19 |
fine |
cezalandırmak |
v. |
|
- The police fined the driver who didn't obey traffic rules.
- Trafik kurallarına uymayan sürücüyü polis cezalandırdı.
Show More (-2)
|