1 |
solitary |
yalnız |
adj. |
|
- She likes to go for solitary walks.
- Yalnız yürüyüşlere çıkmayı sever.
- I like a solitary walk.
- Yalnız yürümeyi severim.
- He likes to take a solitary walk.
- O yalnız yürümekten hoşlanır.
- She lives a solitary life in a remote part of Scotland.
- İskoçya'nın ücra bir köşesinde yalnız bir hayat yaşıyor.
- She led a solitary life.
- O yalnız bir hayat sürdü.
- She's supposed to be here in solitary meditation.
- Onun yalnız meditasyonda burada olması gerekiyor.
- She leads a solitary life in a remote area of Scotland.
- İskoçya'nın uzak bir bölgesinde yalnız bir hayat sürüyor.
- She led a solitary life.
- Yalnız bir hayat sürüyordu.
Show More (5)
|
2 |
solitary |
tek başına |
adj. |
|
- He likes to take a solitary walk.
- Tek başına yürümeyi seviyor.
- She's supposed to be here in solitary meditation.
- Burada tek başına meditasyon yapıyor olması gerekiyordu.
- She leads a solitary life in a remote area of Scotland.
- O, İskoçya'nın uzak bir bölgesinde tek başına bir hayat sürüyor.
Show More (0)
|
3 |
solitary |
yalnız yaşayan |
adj. |
|
- She lives a solitary life in a remote part of Scotland.
- İskoçya'nın uzak bir bölgesinde yalnız yaşıyor.
- Aardvarks are solitary animals.
- Karıncayiyenler yalnız yaşayan hayvanlardır.
Show More (-1)
|
4 |
solitary |
tek |
adj. |
|
- Well, if I must be a solitary drinker, good luck, kid.
- Eh, madem tek içen benim, iyi şanslar, ufaklık.
Show More (-2)
|