|
- At first reading, Parliament adopted a total of 40 amendments, some admittedly by a tiny majority.
- Parlamento, ilk okumada, bazıları kuşkusuz küçük bir çoğunlukla olmak üzere toplam 40 değişiklik önergesini kabul etti.
- In both the unions and the employers' organisations women in leadership roles are in a tiny minority.
- Hem sendikalarda hem de işveren örgütlerinde liderlik rolündeki kadınlar küçük bir azınlıktır.
- Neither antibiotics nor drugs or vaccines effect these tiny deadly worms.
- Ne antibiyotikler, ne de ilaç veya aşılar bu küçük ölümcül kurtlara tesir eder.
- The State restricts the tiny space of freedom that had been gained by the working class and youth.
- Devlet, işçi sınıfı ve gençlik tarafından kazanılan küçük hürriyet alanlarını da kısıtlamaktadır.
- Neither antibiotics nor drugs or vaccines effect these tiny deadly worms.
- Bu küçük ölümcül solucanlar üzerinde ne antibiyotiklerin, ne ilaçların, ne de aşıların etkisi vardır.
- Biotin is needed in tiny amounts to help the body break down fat.
- Biotin, vücudun yağları parçalamasına yardımcı olmak için küçük miktarlarda gereklidir.
- Australia's capital city, Canberra, is surprisingly tiny and instantly creates a feeling of familiarity.
- Avustralya'nın başkenti Canberra şaşırtıcı derecede küçüktür ve insanda hemen bir aşinalık hissi yaratır.
- The tiny human being is now also able to differentiate between colors.
- Bu küçük insan artık renkleri de ayırt edebiliyor.
- But our tiny black market was peanuts compared to the big operators.
- Ancak bizim küçük karaborsamız büyük operatörlerle kıyaslandığında çerez parasıydı.
- Neither antibiotics nor drugs or vaccines effect these tiny deadly worms.
- Bu küçük ölümcül solucanlar üzerinde ne antibiyotiklerin etkisi oluyor, ne de ilaç veya aşıların.
- The World Browser is a tiny, fast, yet free, secure, and powerful web browser.
- World Browser küçük, hızlı, ücretsiz, güvenli ve güçlü bir web tarayıcısıdır.
- A tiny object moved in the dark.
- Küçük bir nesne karanlıkta hareket etti.
- I can see the tiniest spot.
- En küçük noktayı görebiliyorum.
- Tom was born in a tiny town in Alabama.
- Tom, Alabama'daki küçük bir kasabada doğdu.
- In the middle of a pond on a tiny island is a charming little duck house.
- Küçük bir adadaki göletin ortasında sevimli, küçük bir ördek evi var.
- Gibraltar is a tiny place.
- Cebelitarık küçük bir yer.
- Tiny animals such as krill eat plankton.
- Küçük hayvanlar, örneğin kriller plankton yerler.
- Add a tiny pinch of salt.
- Küçük bir tutam tuz ekleyin.
- Bacteria are just tiny cells, harmless.
- Bakteriler sadece küçük hücrelerdir, zararsızdırlar.
- The Earth and Sun are just tiny dots among the billions of stars in the Milky Way Galaxy.
- Dünya ve Güneş, Samanyolu Galaksisi'ndeki milyarlarca yıldız arasında sadece küçük noktalardır.
- Our world is only a tiny part of the universe.
- Dünyamız evrenin sadece küçük bir parçası.
- He came from a tiny mountain town.
- Küçük bir dağ kasabasından geliyordu.
- In Dutch folklore, kabouters are tiny people who live underground.
- Hollanda folklorunda, kabouter'lar yeraltında yaşayan küçük insanlardır.
- It's a tiny country that most people have never heard of.
- Bu, çoğu insanın hiç duymadığı küçük bir ülke.
- Tom lives in a tiny studio.
- Tom küçük bir stüdyoda yaşıyor.
- Bacteria are just tiny cells, harmless.
- Bakteriler sadece küçük, zararsız hücrelerdir.
- Her handwriting was so tiny it was barely legible.
- Onun el yazısı o kadar küçüktü ki zorlukla okunuyordu.
- He had a tiny, furry body with awkward wings.
- Onun küçük, tüylü garip kanatları olan bir vücudu vardı.
- Sami grew up in a tiny Muslim community in Eastern Europe.
- Sami, Doğu Avrupa'da küçük bir Müslüman topluluğunda büyümüştü.
- Tiny particles in the air can cause cancer.
- Havadaki küçük parçacıklar kansere neden olabilir.
- It's a tiny country that most people have never heard of.
- Çoğu insanın adını bile duymadığı küçük bir ülke.
- Tiny mistakes can sometimes lead to big trouble.
- Küçük hatalar bazen büyük sorunlara yol açabilir.
- Tom took a tiny bite out of Mary's donut.
- Tom, Mary'nin çöreğinden küçük bir ısırık aldı.
- Fifty families live in this tiny village.
- Bu küçük köyde elli aile yaşıyor.
- Can you do me a tiny favor?
- Bana küçük bir iyilik yapabilir misin?
- Space dust may not sound very dangerous, but when even a tiny object is moving many times faster than a bullet, it can cause injury.
- Uzay tozu kulağa çok tehlikeli gelmeyebilir, ancak küçük bir nesne bile bir mermiden kat kat hızlı hareket ettiğinde yaralanmalara neden olabilir.
- She got me a tiny toy.
- Bana küçük bir oyuncak aldı.
- Tom hates his tiny bedroom.
- Tom küçük odasından nefret ediyor.
- Tom has a tiny dick.
- Tom'un küçük bir aleti var.
- Tom has tiny feet.
- Tom'un küçük ayakları var.
- Can you do me a tiny favor?
- Bana küçük bir iyilik yapar mısın?
- Nothing happened except that I obtained a tiny bit of information.
- Küçük bir bilgi edinmem dışında hiçbir şey olmadı.
- There's just one tiny problem.
- Sadece küçük bir sorun var.
- Tom lives in a tiny studio.
- Tom küçük bir stüdyo dairede yaşıyor.
- Tom's house has a tiny kitchen.
- Tom'un evinin küçük bir mutfağı var.
- Add a tiny pinch of salt.
- Küçük bir tutam tuz ekle.
- He had a tiny, furry body with awkward wings.
- Garip kanatları olan küçük, tüylü bir vücudu vardı.
- Tom has tiny hands.
- Tom'un küçük elleri var.
- Fiber-optic cables are made up of tiny glass fibers which are as thin as human hairs.
- Fiber-optik kablolar, insan saçı kadar ince olan küçük cam liflerden oluşur.
- Tom was born in a tiny town in Alabama.
- Tom, Alabama'da küçük bir kasabada doğmuştu.
- A tiny spark may become a great conflagration.
- Küçük bir kıvılcım büyük bir yangına dönüşebilir.
- That was the tiniest cockroach I've ever seen in my life.
- Hayatımda gördüğüm en küçük hamamböceğiydi.
- Her handwriting was so tiny it was barely legible.
- El yazısı o kadar küçüktü ki zar zor okunabiliyordu.
- A tiny object moved in the dark.
- Karanlıkta küçük bir nesne hareket etti.
- Fifty families live in this tiny village.
- Bu küçük köyde elli aile yaşamaktadır.
- She has tiny feet.
- Küçük ayakları var.
- The scene was a tiny mountain village in a remote section of West Virginia.
- Sahne, Batı Virginia'nın ücra bir köşesindeki küçük bir dağ köyüydü.
- The scene was a tiny mountain village in a remote section of West Virginia.
- Manzara Batı Virginia'nın uzak bir kesimindeki küçük bir dağ köyüydü.
- This insect is tiny, but very dangerous.
- Bu böcek küçük ama çok tehlikeli.
- I can see the tiniest spot.
- Ben en küçük lekeyi görebilirim.
- He came from a tiny mountain town.
- Küçük bir dağ kasabasından geldi.
- The pond was alive with various tiny fishes.
- Gölet, çeşitli küçük balıklarla yaşam doluydu.
- Our world is only a tiny part of the universe.
- Dünyamız evrenin sadece küçük bir parçasıdır.
- A tiny spark may become a great flame.
- Küçük bir kıvılcım büyük bir aleve dönüşebilir.
- Mary helped her mother water the garden with her tiny watering can.
- Mary annesine küçük sulama kabıyla bahçeyi sulamasında yardım etti.
- This insect is tiny, but very dangerous.
- Bu böcek küçük ama çok tehlikelidir.
- Tiny animals such as krill eat plankton.
- Kril gibi küçük hayvanlar plankton yer.
- Tom has a tiny dick.
- Tom'un küçük bir penisi var.
- She got me a tiny toy.
- O, bana küçük bir oyuncak aldı.
- Tom's house has a tiny kitchen.
- Tom'un evinin mutfağı küçük.
Show More (67)
|