1 |
break |
kırmak |
v. |
|
- We had to break the windows to get out of the car.
- Arabadan çıkmak için camları kırmamız gerekti.
- He fell and broke his leg.
- Düşüp bacağını kırmış.
- Literacy breaks the vicious poverty circle in which many families have been imprisoned for generations.
- Okuryazarlık, pek çok ailenin nesiller boyu içine hapsolduğu kısır yoksulluk döngüsünü kırmaktadır.
- The political groups have now tabled a joint amendment which could help us break the deadlock.
- Siyasi gruplar şimdi çıkmazı kırmamıza yardımcı olabilecek ortak bir değişiklik önergesi sunmuşlardır.
- We need swift action, adequate resources and a comprehensive system of cooperation to break this vicious circle.
- Bu kısır döngüyü kırmak için hızlı eyleme, yeterli kaynağa ve kapsamlı bir iş birliği sistemine ihtiyacımız var.
- What could they bring that might break the deadlock?
- Çıkmazı kırabilecek ne getirebilirler?
- Here I believe we must break with the reasoning that contrasts the countries on the inside with those on the outside.
- Burada, içerideki ülkeleri dışarıdakilerle karşılaştıran mantığı kırmamız gerektiğine inanıyorum.
- Transparent and non-discriminatory access to networks is necessary to break monopolies.
- Şebekelere şeffaf ve ayrımcı olmayan erişim, tekelleri kırmak için gereklidir.
- The Council and the Commission have repeatedly stated that they are willing to make every effort to break the deadlock.
- Konsey ve Komisyon, çıkmazı kırmak için her türlü çabayı göstermeye hazır olduklarını defalarca ifade etmişlerdir.
- Only concerted, lawful, international action will finally break the vicious circle of violence.
- Sadece uyumlu, yasal ve uluslararası eylem, şiddet kısır döngüsünü nihayet kıracaktır.
- The PSE Group, also in the Committee on Constitutional Affairs, is now offering to break this cycle.
- Anayasal İşler Komitesi'nde de yer alan PSE Grubu şimdi bu döngüyü kırmayı teklif ediyor.
- He wants to break this monopoly as quickly and radically as possible.
- Bu tekeli mümkün olduğunca hızlı ve radikal bir şekilde kırmak istiyor.
- Only concerted, lawful, international action will finally break the vicious circle of violence.
- Sadece ortak, yasal ve uluslararası eylem, şiddet kısır döngüsünü nihayet kıracaktır.
- That in turn leads to low-income countries, which leads to malnutrition, and that is the cycle we want to break.
- Bu da düşük gelirli ülkelere, bu da yetersiz beslenmeye yol açıyor ve kırmak istediğimiz döngü de bu.
- Magma must break rock in order to move through the earth's crust, or take advantage of existing cracks.
- Magmanın yerkabuğunda ilerleyebilmesi için kayayı kırması ya da mevcut çatlaklardan yararlanması gerekir.
- I'm on crutches since I broke both my legs.
- Her iki bacağımı da kırdığımdan beri koltuk değneği kullanıyorum.
- I thought that I had broken my thumb the first time.
- İlk defa başparmağımı kırdığımı sandım.
- I'm on crutches since I broke both my legs.
- İki bacağımı da kırdığımdan beri koltuk değneği kullanıyorum.
- I'm on crutches since I broke both my legs.
- Her iki bacağımı kırdığımdan beri koltuk değneği kullanıyorum.
- Let's find something hard to break the door and wall.
- Kapıyı ve duvarı kıracak sert bir şey bulalım.
- Magma must break rock in order to move through the earth's crust, or take advantage of existing cracks.
- Magma, yer kabuğundan geçebilmek için kayaları kırmalı veya mevcut çatlaklardan yararlanmalıdır.
- Let's find something hard to break the door and wall.
- Kapıyı ve duvarı kırmak için sert bir şey bulalım.
- Exercising is a powerful method to break this loop.
- Egzersiz yapmak bu döngüyü kırmanın etkili bir yoludur.
- I think the price will not break the falling trend at once.
- Fiyatın düşüş trendini bir anda kırmayacağını düşünüyorum.
- Tom Thumb leaped up, took a big bite from the first plate, and broke his tooth.
- Parmak Çocuk ayağa fırladı, ilk tabaktan büyük bir ısırık aldı ve dişini kırdı.
- Let's find something hard to break the door and wall.
- Kapı ve duvarı kırmak için, sert bir şeyler bulmalıyız.
- Exercising is a powerful method to break this loop.
- Egzersiz yapmak bu döngüyü kırmak adına tesirli bir yöntemdir.
- Magma must break rock in order to move through the earth's crust, or take advantage of existing cracks.
- Magmanın yerkabuğunda hareket edebilmesi veya mevcut çatlaklardan yararlanabilmesi için kayaları kırması şarttır.
- Exercising is a powerful method to break this loop.
- Egzersiz yapmak bu döngüyü kırmak için etkili bir yöntemdir.
- Jack broke his mother's valuable vase, but he didn't do it on purpose, so she wasn't angry.
- Jack annesinin değerli vazosunu kırdı ama bunu bilerek yapmamıştı, bu yüzden annesi kızmadı.
- He broke my heart.
- Kalbimi kırdı.
- Tom deliberately broke the window.
- Tom camı kasten kırdı.
Show More (29)
|
2 |
break |
çiğnemek |
v. |
|
- I shall be bending the rules as far as I possibly can without actually breaking them.
- Kuralları gerçekten çiğnemeden mümkün olduğunca esneteceğim.
- Playing the system, breaking the spirit of the rules.
- Sistemle oynamak, kuralların ruhunu çiğnemek.
- It is even now openly threatening to break international law again.
- Hatta şimdi açıkça uluslararası hukuku tekrar çiğnemekle tehdit ediyor.
- It is even now openly threatening to break international law again.
- Hatta şu anda açıkça uluslararası hukuku yeniden çiğnemekle tehdit ediyor.
- They recognise that you cannot say you are upholding international law by breaking international law.
- Uluslararası hukuku çiğneyerek uluslararası hukuku koruduğunuzu söyleyemeyeceğinizi kabul ediyorlar.
- My action on Monday was therefore upholding the law, not breaking it.
- Dolayısıyla pazartesi günü yaptığım eylem yasayı çiğnemek değil, yasayı korumaktı.
- This hypothesis, that the Community is breaking Treaty law is simply nonsense.
- Topluluğun Antlaşma hukukunu çiğnediği yönündeki bu varsayım tek kelimeyle saçmalıktır.
- So it is not a question of breaking Treaty law.
- Dolayısıyla Antlaşma hukukunun çiğnenmesi söz konusu değildir.
- It therefore breaks the law - if I may put it that way - by flouting the rules that we have laid down several times.
- Dolayısıyla bu durum, daha önce defalarca ortaya koyduğumuz kuralların çiğnenmesi anlamına gelmektedir.
- Rules can be changed, but not by breaking them.
- Kurallar değiştirilebilir ama onları çiğneyerek değil.
- Whoever breaks this law must lose his livelihood, because human health in our country is at stake here.
- Kim bu yasayı çiğnerse geçim kaynağını kaybetmelidir, çünkü burada söz konusu olan ülkemizdeki insan sağlığıdır.
- We cannot enforce international law by breaking international law.
- Uluslararası hukuku çiğneyerek uluslararası hukuku uygulayamayız.
- I do break rules sometimes.
- Bazen kuralları çiğnerim.
Show More (10)
|
3 |
break |
bozmak |
v. |
|
- I’m sure he is the one who broke the coffee machine.
- Eminim ki kahve makinesini bozan oydu.
- He told a story to break the silence.
- Sessizliği bozmak için bir hikaye anlattı.
- It seems that it was agricultural subsidies in the EU that yet again broke one of the deals on the table.
- Görünen o ki masadaki anlaşmalardan birini bozan yine AB'deki tarımsal sübvansiyonlar oldu.
- The reasons why the negotiations collapsed are not entirely clear, but the Maoist factions first broke the cease-fire.
- Müzakerelerin neden çöktüğü tam olarak belli değil ancak ateşkesi ilk bozan Maoist gruplar oldu.
- It seems that it was agricultural subsidies in the EU that yet again broke one of the deals on the table.
- Öyle görünüyor ki masadaki anlaşmalardan birini bozan yine AB'deki tarımsal sübvansiyonlar olmuştur.
- Is this position which breaks European consensus loyal?
- Avrupa konsensüsünü bozan bu tutum sadık mıdır?
- Robert Mugabe breaks promise after promise made to surrounding countries.
- Robert Mugabe çevre ülkelere verdiği sözleri ardı ardına bozuyor.
Show More (4)
|
4 |
break |
ara |
n. |
|
- Mayor Smith will be with us after the break.
- Belediye Başkanı Smith ara sonra bizimle olacak.
- Shall we take a break? You must be tired.
- Biraz ara verelim mi? Yorulmuşsundur herhalde.
- There would then be a break, but just for the summer recess.
- Daha sonra sadece yaz tatili için bir ara verilecektir.
- There would then be a break, but just for the summer recess.
- O zaman bir ara verilebilir ama sadece yaz tatili için.
Show More (1)
|
5 |
break |
ara verme |
n. |
|
- If she has been studying since 9 o'clock, she will need to take a break.
- Eğer saat 9'dan beri çalışıyorsa, biraz ara vermesi gerekecek.
- If she has been studying since 9 o'clock, she will need to take a break.
- Eğer saat 9'dan beri ders çalışıyorsa ara vermesi gerekecek.
- If she has been studying since 9 o'clock, she will need to take a break.
- Saat 9'dan beri çalışıyorsa biraz ara vermesi gerekecek.
- Let's take a 10 minute break.
- 10 dakika ara verelim.
Show More (1)
|
6 |
break |
yıkmak |
v. |
|
- Be strong; don’t let your divorce break you.
- Güçlü ol; boşanmanın seni yıkmasına izin verme.
- We must finally have the courage to break the taboos.
- Sonunda tabuları yıkacak cesarete sahip olmalıyız.
- Smiles break down barriers and help create a friendly environment.
- Gülümseme bariyerleri yıkar ve arkadaşça bir ortam yaratmaya yardımcı olur.
Show More (0)
|
7 |
break |
dağılmak |
v. |
|
- We could see the waves breaking from our hotel room.
- Otel odamızdan dalgaların dağılışını görebiliyorduk.
- And when the client insists and expresses disagreement, they break down psychologically.
- Müşteri ısrarcı olduğunda ve aynı fikirde olmadığını ifade ettiğinde psikolojik olarak dağılır.
Show More (-1)
|
8 |
break |
aşmak |
v. |
|
- Would you not agree that trade is a wonderful way of breaking through political quarrels?
- Ticaretin siyasi çekişmeleri aşmanın harika bir yolu olduğu konusunda hemfikir değil misiniz?
- Our refusal to break through our protectionism structurally undermines poor countries' own food supplies.
- Korumacılığımızı aşmayı reddetmemiz, yoksul ülkelerin kendi gıda kaynaklarını yapısal olarak zayıflatmaktadır.
Show More (-1)
|
9 |
break |
koparmak |
v. |
|
- Under your reforms you will break the link between production and subsidy.
- Reformlarınız kapsamında üretim ve sübvansiyon arasındaki bağı koparacaksınız.
- The Commission wants to break the link between economic growth and transport growth.
- Komisyon, ekonomik büyüme ile ulaşımdaki büyüme arasındaki bağlantıyı koparmak istiyor.
Show More (-1)
|
10 |
break |
kesilmek |
v. |
|
- The Commission tabled this proposal when talks between the social partners broke down in May 2001.
- Komisyon, sosyal ortaklar arasındaki görüşmelerin Mayıs 2001'de kesilmesi üzerine bu teklifi sunmuştur.
- The Commission tabled this proposal when talks between the social partners broke down in May 2001.
- Komisyon, sosyal ortaklar arasındaki görüşmelerin Mayıs 2001'de kesilmesi üzerine bu öneriyi sunmuştur.
Show More (-1)
|
11 |
break |
mola vermek |
v. |
|
- It is important that they be safer when they take their breaks.
- Mola verdiklerinde daha güvende olmaları önemlidir.
- Let's have a ten-minute break.
- On dakikalık bir mola verelim.
Show More (-1)
|
12 |
break |
ayrılmak |
v. |
|
- The explosion was so powerful that the hull almost broke in two.
- Patlama o kadar güçlüydü ki gövde neredeyse ikiye ayrılıyordu.
- The explosion was so powerful that the hull almost broke in two.
- Patlama öylesine güçlüydü ki, tekne neredeyse ikiye ayrılıyordu.
Show More (-1)
|
13 |
break |
çökertmek |
v. |
|
- The new bill has the power to break struggling companies.
- Yeni yasa tasarısı zor durumdaki şirketleri çökertecek güce sahip.
Show More (-2)
|
14 |
break |
(hava) bozmak |
v. |
|
- The weather broke a few days ago; it has been cold ever since.
- Hava birkaç gün önce bozdu; o zamandan beri soğuk.
Show More (-2)
|
15 |
break |
gün ağarmak |
v. |
|
- We left just as the day was breaking.
- Tam gün ağarırken ayrıldık.
Show More (-2)
|
16 |
break |
talihin yüze gülmesi |
n. |
|
- The band is desperate for a lucky break.
- Grup talihin yüzlerine güleceği günü dört gözle bekliyordu.
Show More (-2)
|
17 |
break |
(söz) tutmamak |
v. |
|
- He broke his word and went to see her.
- Sözünü tutmadı ve onu görmeye gitti.
Show More (-2)
|
18 |
break |
(fırtına) kopmak |
v. |
|
- A storm broke while we were at sea.
- Biz denizdeyken bir fırtına koptu.
Show More (-2)
|
19 |
break |
noktayı koyma |
n. |
|
- She finally made the break and broke up with him.
- Sonunda noktayı koydu ve ondan ayrıldı.
Show More (-2)
|
20 |
break |
teneffüs |
n. |
|
- I haven’t seen him since the first break.
- İlk teneffüsten beri onu görmedim.
Show More (-2)
|
21 |
break |
(haber) vermek |
v. |
|
- The police had to break the news to the girl’s family.
- Polis haberi kızın ailesine vermek zorunda kaldı.
Show More (-2)
|
22 |
break |
(ses) çatallaşmak |
v. |
|
- His voice broke at the age of fourteen.
- Sesi on dört yaşında çatallaştı.
Show More (-2)
|
23 |
break |
kırık |
n. |
|
- The doctor noticed a break on the x-ray.
- Doktor röntgen filminde bir kırık fark etti.
Show More (-2)
|
24 |
break |
uzaklaşma |
n. |
|
- I need a break from my family.
- Ailemden uzaklaşmaya ihtiyacım var.
Show More (-2)
|
25 |
break |
(kural) çiğnemek |
v. |
|
- He was suspended for breaking school rules.
- Okul kurallarını çiğnediği için uzaklaştırma aldı.
Show More (-2)
|
26 |
break |
(tenis) servis kırma |
n. |
|
- She was up two breaks in the first set.
- İlk sette servis kırdığı iki oyunla öndeydi.
Show More (-2)
|
27 |
break |
boşluk |
n. |
|
- We could see the full Moon through a break in the clouds.
- Bulutların arasındaki boşluktan dolunayı görebiliyorduk.
Show More (-2)
|
28 |
break |
tatil |
n. |
|
- We drove upstate for a weekend break.
- Hafta sonu tatili için şehir dışına çıktık.
Show More (-2)
|
29 |
break |
ara vermek |
v. |
|
- Let’s break for a meal; we’ll continue later.
- Yemek için ara verelim; sonra devam ederiz.
Show More (-2)
|
30 |
break |
kopmak |
v. |
|
- A link of confidence between the political class and its people has been broken.
- Siyasi sınıf ile halk arasındaki güven bağı kopmuştur.
Show More (-2)
|
31 |
break |
kırılma |
n. |
|
- For precisely that condition will help break the present deadlock in the Middle East.
- Tam da bu koşul, Orta Doğu'daki mevcut çıkmazın kırılmasına yardımcı olacaktır.
Show More (-2)
|
32 |
break |
kesmek |
v. |
|
- We are not even breaking off trade relations.
- Ticari ilişkilerimizi bile kesmiyoruz.
Show More (-2)
|
33 |
break |
durdurmak |
v. |
|
- The trial broke off what was slow but positive progress, which is reprehensible.
- Dava, yavaş ama olumlu ilerleyen süreci durdurmuştur ki bu kınanacak bir durumdur.
Show More (-2)
|
34 |
break |
şans |
n. |
|
- Give me a break, come down!
- Bana bir şans ver, aşağı in!
Show More (-2)
|
35 |
break |
mola |
n. |
|
- Trish, I think this break will help you get over Chalky Heads breaking up.
- Trish, bence bu mola Chalky Heads'in dağılmasının üstesinden gelmene yardımcı olacak.
Show More (-2)
|
36 |
break |
çökmek |
v. |
|
- And when the client insists and expresses disagreement, they break down psychologically.
- Müşteri ısrarcı olduğunda ve aynı fikirde olmadığını ifade ettiğinde psikolojik olarak çöküyor.
Show More (-2)
|
37 |
break |
ağarmak |
v. |
|
- Day will break soon.
- Yakında gün ağaracak.
Show More (-2)
|