break - English Turkish Sentences
English Turkish
break kırmak v.
  • We had to break the windows to get out of the car.
  • Arabadan çıkmak için camları kırmamız gerekti.
  • He fell and broke his leg.
  • Düşüp bacağını kırmış.
  • Literacy breaks the vicious poverty circle in which many families have been imprisoned for generations.
  • Okuryazarlık, pek çok ailenin nesiller boyu içine hapsolduğu kısır yoksulluk döngüsünü kırmaktadır.
Show More (824)
break mola n.
  • Trish, I think this break will help you get over Chalky Heads breaking up.
  • Trish, bence bu mola Chalky Heads'in dağılmasının üstesinden gelmene yardımcı olacak.
  • We needed a break.
  • Bir molaya ihtiyacımız vardı.
  • It was a nice break.
  • Bu güzel bir molaydı.
Show More (67)
break çiğnemek v.
  • I shall be bending the rules as far as I possibly can without actually breaking them.
  • Kuralları gerçekten çiğnemeden mümkün olduğunca esneteceğim.
  • Playing the system, breaking the spirit of the rules.
  • Sistemle oynamak, kuralların ruhunu çiğnemek.
  • It is even now openly threatening to break international law again.
  • Hatta şimdi açıkça uluslararası hukuku tekrar çiğnemekle tehdit ediyor.
Show More (60)
break mola vermek v.
  • It is important that they be safer when they take their breaks.
  • Mola verdiklerinde daha güvende olmaları önemlidir.
  • Let's have a ten-minute break.
  • On dakikalık bir mola verelim.
  • Give Tom a break.
  • Tom'a bir mola ver.
Show More (45)
break dönmek v.
  • We rely on Patty because she never breaks her promises.
  • Patty'ye güveniyoruz çünkü verdiği sözden asla dönmez.
  • Come what may, I will not break my word.
  • Ne olursa olsun, sözümden dönmeyeceğim.
  • He will never break his promise.
  • O asla sözünden dönmeyecek.
Show More (44)
break bozmak v.
  • I’m sure he is the one who broke the coffee machine.
  • Eminim ki kahve makinesini bozan oydu.
  • He told a story to break the silence.
  • Sessizliği bozmak için bir hikaye anlattı.
  • It seems that it was agricultural subsidies in the EU that yet again broke one of the deals on the table.
  • Görünen o ki masadaki anlaşmalardan birini bozan yine AB'deki tarımsal sübvansiyonlar oldu.
Show More (42)
break ara verme n.
  • If she has been studying since 9 o'clock, she will need to take a break.
  • Eğer saat 9'dan beri çalışıyorsa, biraz ara vermesi gerekecek.
  • If she has been studying since 9 o'clock, she will need to take a break.
  • Eğer saat 9'dan beri ders çalışıyorsa ara vermesi gerekecek.
  • If she has been studying since 9 o'clock, she will need to take a break.
  • Saat 9'dan beri çalışıyorsa biraz ara vermesi gerekecek.
Show More (29)
break sözünü tutmamak v.
  • Layla taught Fadil the price of breaking promises.
  • Leyla sözünü tutmamasının bedelini Fadıl'a öğretti.
  • I can't blame you for breaking your promise.
  • Sözünü tutmadığın için seni suçlayamam.
  • Mary broke her promises.
  • Mary sözünü tutmadı.
Show More (27)
break bozulmak v.
  • His voice broke when he was twelve.
  • Sesi on iki yaşındayken bozuldu.
  • I fixed my watch, but it broke again.
  • Saatimi onardım ama yine bozuldu.
  • The car broke after only a year's time.
  • Araba sadece bir yıl sonra bozuldu.
Show More (17)
break kırılma n.
  • For precisely that condition will help break the present deadlock in the Middle East.
  • Tam da bu koşul, Orta Doğu'daki mevcut çıkmazın kırılmasına yardımcı olacaktır.
  • Tom dropped his glass, but it didn't break.
  • Tom bardağını düşürdü ama kırılmadı.
  • The branch is about to break.
  • Dal kırılmak üzere.
Show More (14)
break kırılmak v.
  • He fell when the ladder broke.
  • Merdiven kırılınca düştü.
  • If a smartphone breaks, it cannot be repaired.
  • Bir akıllı telefon kırılırsa tamir edilemez.
  • If it breaks, it's no big deal.
  • Kırılırsa, önemli değil.
Show More (9)
break kopmak v.
  • A link of confidence between the political class and its people has been broken.
  • Siyasi sınıf ile halk arasındaki güven bağı kopmuştur.
  • One link broken, the whole chain is broken.
  • Bir halka koparsa, bütün zincir kopar.
  • The bridge collapsed when one of the cables broke.
  • Kablolardan biri kopunca köprü çöktü.
Show More (8)
break kesmek v.
  • We are not even breaking off trade relations.
  • Ticari ilişkilerimizi bile kesmiyoruz.
  • Venezuela broke off diplomatic relations with Israel.
  • Venezuela İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesti.
  • He broke in on our conversation.
  • O, bizim konuşmamızı kesti.
Show More (8)
break ihlal etmek v.
  • He broke the law.
  • O yasayı ihlal etti.
  • I broke the law.
  • Ben kanunu ihlal ettim.
  • I didn't break the law.
  • Yasayı ihlal etmedim.
Show More (7)
break ara n.
  • Mayor Smith will be with us after the break.
  • Belediye Başkanı Smith ara sonra bizimle olacak.
  • Shall we take a break? You must be tired.
  • Biraz ara verelim mi? Yorulmuşsundur herhalde.
  • There would then be a break, but just for the summer recess.
  • Daha sonra sadece yaz tatili için bir ara verilecektir.
Show More (5)
break aşmak v.
  • Would you not agree that trade is a wonderful way of breaking through political quarrels?
  • Ticaretin siyasi çekişmeleri aşmanın harika bir yolu olduğu konusunda hemfikir değil misiniz?
  • Our refusal to break through our protectionism structurally undermines poor countries' own food supplies.
  • Korumacılığımızı aşmayı reddetmemiz, yoksul ülkelerin kendi gıda kaynaklarını yapısal olarak zayıflatmaktadır.
  • Don't break the speed limit.
  • Hız limitini aşma.
Show More (3)
break yıkmak v.
  • Be strong; don’t let your divorce break you.
  • Güçlü ol; boşanmanın seni yıkmasına izin verme.
  • We must finally have the courage to break the taboos.
  • Sonunda tabuları yıkacak cesarete sahip olmalıyız.
  • Smiles break down barriers and help create a friendly environment.
  • Gülümseme bariyerleri yıkar ve arkadaşça bir ortam yaratmaya yardımcı olur.
Show More (2)
break dağılmak v.
  • We could see the waves breaking from our hotel room.
  • Otel odamızdan dalgaların dağılışını görebiliyorduk.
  • And when the client insists and expresses disagreement, they break down psychologically.
  • Müşteri ısrarcı olduğunda ve aynı fikirde olmadığını ifade ettiğinde psikolojik olarak dağılır.
  • They did not break apart easily.
  • Kolay kolay dağılmadılar.
Show More (2)
break şans n.
  • Give me a break, come down!
  • Bana bir şans ver, aşağı in!
  • Give me a break here.
  • Bana bir şans ver.
  • Give them a break.
  • Onlara bir şans ver.
Show More (2)
break ağarmak v.
  • Day will break soon.
  • Yakında gün ağaracak.
  • Day is breaking.
  • Gün ağarıyor.
  • I will get up before the day is breaking.
  • Gün ağarmadan kalkacağım.
Show More (2)
break koparmak v.
  • Under your reforms you will break the link between production and subsidy.
  • Reformlarınız kapsamında üretim ve sübvansiyon arasındaki bağı koparacaksınız.
  • The Commission wants to break the link between economic growth and transport growth.
  • Komisyon, ekonomik büyüme ile ulaşımdaki büyüme arasındaki bağlantıyı koparmak istiyor.
  • I broke a string on my guitar.
  • Gitarımdaki bir teli kopardım.
Show More (1)
break ayrılmak v.
  • The explosion was so powerful that the hull almost broke in two.
  • Patlama o kadar güçlüydü ki gövde neredeyse ikiye ayrılıyordu.
  • The explosion was so powerful that the hull almost broke in two.
  • Patlama öylesine güçlüydü ki, tekne neredeyse ikiye ayrılıyordu.
  • The glass bowl broke into tiny fragments.
  • Cam kase küçük parçalara ayrıldı.
Show More (1)
break fırsat n.
  • This is the big break I've been waiting for.
  • Bu benim beklediğim büyük fırsat.
  • This could be my big break.
  • Bu benim için büyük bir fırsat olabilir.
  • We caught a big break.
  • Büyük bir fırsat yakaladık.
Show More (1)
break kesilmek v.
  • The Commission tabled this proposal when talks between the social partners broke down in May 2001.
  • Komisyon, sosyal ortaklar arasındaki görüşmelerin Mayıs 2001'de kesilmesi üzerine bu teklifi sunmuştur.
  • The Commission tabled this proposal when talks between the social partners broke down in May 2001.
  • Komisyon, sosyal ortaklar arasındaki görüşmelerin Mayıs 2001'de kesilmesi üzerine bu öneriyi sunmuştur.
  • Communications broke down.
  • İletişim kesildi.
Show More (0)
break kaçma n.
  • Let's make a break for it.
  • Hadi kaçalım.
  • Tom tried to make a break for it.
  • Tom kaçmaya çalıştı.
  • We need to make a break for it.
  • Kaçmamız gerek.
Show More (0)
break bırakmak v.
  • She broke herself of the habit of smoking.
  • O, sigara içme alışkanlığını bıraktı.
  • You'd better break off smoking.
  • Sigarayı bıraksanız iyi olur.
  • You'd better break off smoking.
  • Sigarayı bıraksan iyi olur.
Show More (0)
break patlatmak v.
  • Don't break out the champagne yet.
  • Henüz şampanyayı patlatma.
  • Break out the champagne.
  • Şampanyayı patlat.
  • Break out the champagne.
  • Şampanyayı patlatın.
Show More (0)
break kırarak açmak v.
  • We succeeded in breaking the door open after trying for half an hour.
  • Yarım saat uğraştıktan sonra kapıyı kırarak açmayı başardık.
  • We succeeded in breaking the door open after trying for half an hour.
  • Yarım saat boyunca denedikten sonra kapıyı kırarak açmayı başardık.
  • He broke the door open.
  • Kapıyı kırarak açtı.
Show More (0)
break parçalamak v.
  • They did not break apart easily.
  • Onlar kolaylıkla parçalamadı.
  • Break it down.
  • Onu parçala.
Show More (-1)
break şafak sökmek v.
  • Tom left for school at the break of dawn.
  • Tom şafak sökerken okula gitmek için ayrıldı.
  • Let's dance till the break of dawn!
  • Şafak sökene kadar dans edelim!
Show More (-1)
break çökertmek v.
  • The new bill has the power to break struggling companies.
  • Yeni yasa tasarısı zor durumdaki şirketleri çökertecek güce sahip.
Show More (-2)
break (hava) bozmak v.
  • The weather broke a few days ago; it has been cold ever since.
  • Hava birkaç gün önce bozdu; o zamandan beri soğuk.
Show More (-2)
break gün ağarmak v.
  • We left just as the day was breaking.
  • Tam gün ağarırken ayrıldık.
Show More (-2)
break talihin yüze gülmesi n.
  • The band is desperate for a lucky break.
  • Grup talihin yüzlerine güleceği günü dört gözle bekliyordu.
Show More (-2)
break (söz) tutmamak v.
  • He broke his word and went to see her.
  • Sözünü tutmadı ve onu görmeye gitti.
Show More (-2)
break (fırtına) kopmak v.
  • A storm broke while we were at sea.
  • Biz denizdeyken bir fırtına koptu.
Show More (-2)
break noktayı koyma n.
  • She finally made the break and broke up with him.
  • Sonunda noktayı koydu ve ondan ayrıldı.
Show More (-2)
break teneffüs n.
  • I haven’t seen him since the first break.
  • İlk teneffüsten beri onu görmedim.
Show More (-2)
break (haber) vermek v.
  • The police had to break the news to the girl’s family.
  • Polis haberi kızın ailesine vermek zorunda kaldı.
Show More (-2)
break (ses) çatallaşmak v.
  • His voice broke at the age of fourteen.
  • Sesi on dört yaşında çatallaştı.
Show More (-2)
break kırık n.
  • The doctor noticed a break on the x-ray.
  • Doktor röntgen filminde bir kırık fark etti.
Show More (-2)
break uzaklaşma n.
  • I need a break from my family.
  • Ailemden uzaklaşmaya ihtiyacım var.
Show More (-2)
break (kural) çiğnemek v.
  • He was suspended for breaking school rules.
  • Okul kurallarını çiğnediği için uzaklaştırma aldı.
Show More (-2)
break (tenis) servis kırma n.
  • She was up two breaks in the first set.
  • İlk sette servis kırdığı iki oyunla öndeydi.
Show More (-2)
break boşluk n.
  • We could see the full Moon through a break in the clouds.
  • Bulutların arasındaki boşluktan dolunayı görebiliyorduk.
Show More (-2)
break tatil n.
  • We drove upstate for a weekend break.
  • Hafta sonu tatili için şehir dışına çıktık.
Show More (-2)
break ara vermek v.
  • Let’s break for a meal; we’ll continue later.
  • Yemek için ara verelim; sonra devam ederiz.
Show More (-2)
break durdurmak v.
  • The trial broke off what was slow but positive progress, which is reprehensible.
  • Dava, yavaş ama olumlu ilerleyen süreci durdurmuştur ki bu kınanacak bir durumdur.
Show More (-2)
break çökmek v.
  • And when the client insists and expresses disagreement, they break down psychologically.
  • Müşteri ısrarcı olduğunda ve aynı fikirde olmadığını ifade ettiğinde psikolojik olarak çöküyor.
Show More (-2)
break çatlamak v.
  • As heavy as you are, the ice will break.
  • Buz senin ağırlığın altında çatlar.
Show More (-2)
break söylemek v.
  • I don't want to be the one who breaks the news to her.
  • Haberi ona söyleyen kişi ben olmak istemem.
Show More (-2)
break dağıtmak v.
  • You stole my bike, and now I'm going to break your face.
  • Bisikletimi çaldın ve şimdi suratını dağıtacağım.
Show More (-2)
break geçmek v.
  • Our army broke through the enemy defenses.
  • Ordumuz düşman savunmasını yardı geçti.
Show More (-2)
break (işkence yaparak) konuşturmak v.
  • Why did he break off his speech?
  • Neden konuşmasını yarıda kesti?
Show More (-2)
break gün doğmak v.
  • We must part; the day will soon break.
  • Biz ayrılmalıyız; yakında gün doğacak.
Show More (-2)