|
- In fact, there is nothing left of Tampere, Lisbon or Gothenburg.
- Aslında Tampere, Lizbon veya Göteborg'dan geriye hiçbir şey kalmadı.
- We all suffer, indeed the whole idea of Europe suffers, if nothing is done.
- Hiçbir şey yapılmazsa hepimiz acı çekeriz, aslında tüm Avrupa fikri acı çeker.
- If we leave it to the goodwill of, let us say, men, nothing will change.
- Diyelim ki, erkeklerin iyi niyetine bırakırsak, hiçbir şey değişmeyecek.
- Parliament decided on this one and a half years ago, but until today the Council has had nothing to say on the subject.
- Parlamento bu konuda bir buçuk yıl önce karar aldı ancak bugüne kadar Konsey'in bu konuda söyleyecek hiçbir şeyi yoktu.
- We have nothing to gain from this barbaric action.
- Bu barbarca eylemden kazanacak hiçbir şeyimiz yok.
- There is, alas, nothing of any real substance on the subject of European lists.
- Ne yazık ki, Avrupa listeleri konusunda gerçek anlamda hiçbir şey yok.
- We must welcome the fact that, ultimately, nothing has compromised the conclusion of your work at this late stage.
- Nihayetinde, bu geç aşamada hiçbir şeyin çalışmanızın sonucunu tehlikeye atmamış olmasını memnuniyetle karşılamalıyız.
- That proves nothing, for the Treaty of Amsterdam has not turned immigration in general into an EU matter.
- Bu hiçbir şeyi kanıtlamaz çünkü Amsterdam Antlaşması genel olarak göçü bir AB meselesi haline getirmemiştir.
- I am satisfied that everything possible is being done, but nothing can be left to chance.
- Mümkün olan her şeyin yapıldığından eminim ancak hiçbir şey şansa bırakılamaz.
- Nothing is, therefore, to be gained from failing to confront these problems.
- Dolayısıyla, bu sorunlarla yüzleşmemekle elde edilecek hiçbir şey yoktur.
- If there are no invoices, then nothing can be paid out.
- Fatura yoksa hiçbir şey ödenemez.
- The oil in Iraq changes nothing.
- Irak'taki petrol hiçbir şeyi değiştirmez.
- The reason is that this leads to error, and that therefore nothing is gained.
- Bunun nedeni, bunun hataya yol açması ve dolayısıyla hiçbir şey kazanılmamasıdır.
- Fidel Castro is evidently afraid of nothing so much as his own people.
- Fidel Castro'nun kendi halkı kadar hiçbir şeyden korkmadığı açıktır.
- This situation is too serious for the President-in-Office of the Council to say that nothing can be done.
- Bu durum, Konsey Dönem Başkanı'nın hiçbir şey yapılamayacağını söyleyemeyeceği kadar ciddidir.
- Then it is quality and price that count, and nothing else matters.
- O zaman önemli olan kalite ve fiyattır, başka hiçbir şeyin önemi yoktur.
- No one can claim they knew nothing about it.
- Hiç kimse bu konuda hiçbir şey bilmediğini iddia edemez.
- It requires improvement as a matter of urgency, but nothing is happening.
- Acil olarak iyileştirilmesi gerekiyor, ancak hiçbir şey olmuyor.
- If there are no invoices, then nothing can be paid out.
- Fatura yoksa, hiçbir şey ödenemez.
- The same thing happens every year, yet so far nothing has changed.
- Her yıl aynı şey oluyor, ancak şimdiye kadar hiçbir şey değişmedi.
- Paragraph 14, for example, adds nothing at all to the report.
- Örneğin 14. Paragraf rapora hiçbir şey katmıyor.
- Mr President, the clarity of the resolution on which we are now voting leaves nothing to be desired.
- Sayın Başkan, şu anda oylamakta olduğumuz önergenin açıklığı arzu edilen hiçbir şeyi bırakmamaktadır.
- Time and time again, good intentions are formulated but nothing is implemented.
- Tekrar tekrar, iyi niyetler formüle edilmekte ancak hiçbir şey uygulanmamaktadır.
- We are quite aware that, in these areas, nothing will be done without mobilising society itself.
- Bu alanlarda toplumun kendisi harekete geçirilmeden hiçbir şey yapılamayacağının farkındayız.
- Nothing will be achieved by removing all the bridges to dialogue.
- Diyalog için tüm köprüleri kaldırarak hiçbir şey elde edilemez.
- This situation is too serious for the President-in-Office of the Council to say that nothing can be done.
- Bu durum, Konsey Dönem Başkanı'nın hiçbir şey yapılamayacağını söylemesi için çok ciddidir.
- Unfortunately, to that extent, nothing has changed in the European Union despite a few courageous reports.
- Ne yazık ki birkaç cüretkar rapora rağmen Avrupa Birliği'nde hiçbir şey değişmedi.
- A legal text is nothing independently of the interpretation given of it.
- Bir hukuki metin, ona getirilen yorumdan bağımsız olarak hiçbir şey ifade etmez.
- Its shareholders have lost nothing, however.
- Ancak hissedarları hiçbir şey kaybetmemiştir.
- At the same time, this tells the candidates that their efforts are worthwhile and that nothing is being put off.
- Aynı zamanda bu, adaylara çabalarının değerli olduğunu ve hiçbir şeyin ertelenmediğini söyler.
- We are all quite aware that the cost of enlargement is nothing compared with the cost of non-enlargement.
- Hepimiz, genişlemenin maliyetinin, genişlememenin maliyeti ile karşılaştırıldığında hiçbir şey olmadığının farkındayız.
- I have nothing against the Scottish Police.
- İskoç Polisine karşı hiçbir şeyim yok.
- I believe that good agencies have nothing to fear from this directive.
- İyi ajansların bu yönergeden korkacak hiçbir şeyi olmadığına inanıyorum.
- We have achieved nothing so far, and we have been unable to reach agreement within the European Union.
- Şu ana kadar hiçbir şey elde edemedik ve Avrupa Birliği içerisinde bir anlaşmaya varamadık.
- The Italian Prime Minister's spoken contribution added nothing, but was highly counter-productive.
- İtalya Başbakanı'nın sözlü katkısı hiçbir şey katmadığı gibi son derece ters etki yarattı.
- After this event, nothing will ever be the same.
- Bu olaydan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
- For now, one and a half years later, nothing has happened.
- Şimdilik, bir buçuk yıl sonra, hiçbir şey olmadı.
- The Sunday papers are full of articles swearing allegiance to culture, but nothing ever comes of it.
- Pazar gazeteleri kültüre bağlılık yemini eden makalelerle dolu ama hiçbir şey çıkmıyor.
- There should be nothing to prevent Member States from making progress.
- Üye Devletlerin ilerleme kaydetmesini engelleyecek hiçbir şey olmamalıdır.
- What is more, they are statements and nothing is really gained because the work has already been done.
- Dahası, bunlar ifadelerdir ve gerçekte hiçbir şey kazanılmamıştır çünkü iş zaten yapılmıştır.
- There would then be nothing for us to have recourse to.
- O zaman başvurabileceğimiz hiçbir şey kalmayacaktır.
- The costs are nothing compared to the economic benefits that will flow from enlargement.
- Bu maliyetler, genişlemeden elde edilecek ekonomik faydaların yanında hiçbir şeydir.
- It would be wrong and disparaging to say that nothing has been done.
- Hiçbir şey yapılmadığını söylemek yanlış ve aşağılayıcı olur.
- I can see nothing immoral in this.
- Bunda ahlaka aykırı hiçbir şey göremiyorum.
- The same thing happens every year, yet so far nothing has changed.
- Her yıl aynı şey oluyor ancak şimdiye kadar hiçbir şey değişmedi.
- It seems to me that, above all, we should have sent a clear message - things have changed and nothing will be the same.
- Bence, öncelikle açık bir mesaj göndermeliyiz; bir şeyler değişti ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
- The first principle is that nothing will be done without the fishermen.
- İlk ilke, balıkçılar olmadan hiçbir şey yapılmayacağıdır.
- In other words, the only thing we cannot do is nothing.
- Başka bir deyişle, yapamayacağımız tek şey hiçbir şeydir.
- But, ladies and gentlemen, nothing is any good unless it results in action.
- Ancak, bayanlar ve baylar, eyleme dönüşmediği sürece hiçbir şey iyi değildir.
- It seems to have learned nothing from it.
- Bundan hiçbir şey öğrenmemiş gibi görünüyor.
- Unfortunately, nothing suggests that these trends are likely to change over the next few years.
- Ne yazık ki hiçbir şey bu eğilimlerin önümüzdeki birkaç yıl içinde değişeceğini göstermiyor.
- A cost, by the way, which your colleague responsible for the budget wants nothing to do with.
- Bu arada, bütçeden sorumlu meslektaşınızın hiçbir şey yapmak istemediği bir maliyet.
- We all know that nothing came of that help until last Friday, the thirteenth.
- Ayın on üçü olan geçen Cuma gününe kadar bu yardımdan hiçbir şey gelmediğini hepimiz biliyoruz.
- Without liberty, without tolerance, without respect for human rights, there is nothing.
- Özgürlük olmadan, hoşgörü olmadan, insan haklarına saygı olmadan hiçbir şey olmaz.
- The project has, with reason, been criticised for having nothing concrete to offer.
- Proje, haklı olarak, somut hiçbir şey sunmadığı gerekçesiyle eleştirilmektedir.
- Without liberty, without tolerance, without respect for human rights, there is nothing.
- Özgürlük olmadan, hoşgörü olmadan, insan haklarına saygı olmadan, hiçbir şey olmaz.
- Here too, nothing could be further from the truth.
- Burada da hiçbir şey gerçeklerden daha uzak olamaz.
- If nothing is done, then within the next 15 years rail freight will not exist.
- Eğer hiçbir şey yapılmazsa, önümüzdeki 15 yıl içerisinde demiryolu taşımacılığı ortadan kalkacaktır.
- If there are no invoices, then nothing can be paid out.
- Eğer fatura yoksa hiçbir şey ödenemez.
- In fact nothing else needs to happen.
- Aslında başka hiçbir şeyin olmasına gerek yok.
- They are nothing compared to the persecution of the Chechens.
- Çeçenlere yapılan zulümle kıyaslandığında bunlar hiçbir şey.
- We have heard nothing about the results of the EU troika that went to southern Africa in the middle of last month.
- Geçen ayın ortasında Güney Afrika'ya giden AB troykasının sonuçları hakkında hiçbir şey duymadık.
- In short, nothing has happened.
- Kısacası hiçbir şey olmadı.
- The Greek-Cypriots and the Turkish Cypriots have nothing to divide them.
- Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkleri ayıracak hiçbir şey yoktur.
- We cannot continue as if nothing were wrong, while the region is on the brink of war.
- Bölge savaşın eşiğindeyken hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya devam edemeyiz.
- The project has, with reason, been criticised for having nothing concrete to offer.
- Proje, haklı olarak, somut hiçbir şey sunmadığı için eleştirilmektedir.
- Can we seriously say that in this event the European Union must act as if nothing had happened?
- Bu olayda Avrupa Birliği'nin hiçbir şey olmamış gibi davranması gerektiğini ciddi olarak söyleyebilir miyiz?
- This was a decision based on political pressure; it owed nothing to conservation and everything to politics.
- Bu siyasi baskıya dayalı bir karardı; korumaya hiçbir şey borçlu değildi ve her şeyi siyasete borçluydu.
- One thing is certain, however, and that is that, if we ourselves do not try to do something, nothing will happen.
- Ancak kesin olan bir şey var ki, o da biz kendimiz bir şeyler yapmaya çalışmazsak hiçbir şey olmayacağıdır.
- It calls on the parties to stop what they are doing, and then nothing happens.
- Taraflara yaptıklarını durdurmaları çağrısında bulunur ve sonra hiçbir şey olmaz.
- Nothing can be done if the UN resolutions are not truly applied.
- BM kararları gerçekten uygulanmazsa hiçbir şey yapılamaz.
- The draft has nothing to say about this.
- Taslak bu konuda hiçbir şey söylemiyor.
- Nothing has been said about fishmeal, the ultra-peripheral regions or illegal fishing.
- Balık unu, ultra-çevre bölgeler ya da yasadışı balıkçılık hakkında hiçbir şey söylenmemiştir.
- We must ensure that nothing goes unpunished, and that enquiries are definitely mounted into any crimes against humanity.
- Hiçbir şeyin cezasız kalmamasını ve insanlığa karşı işlenen suçların mutlaka soruşturulmasını sağlamalıyız.
- They can be summed up as much ado about nothing.
- Bunlar hiçbir şey hakkında çok şey olarak özetlenebilir.
- Nothing justifies the use of terrorism.
- Hiçbir şey terörizmin kullanılmasını haklı gösteremez.
- I do not share the view that nothing is happening.
- Hiçbir şey olmadığı görüşünü paylaşmıyorum.
- Nothing should remain outside the scope of these legitimate negotiations.
- Hiçbir şey bu meşru müzakerelerin kapsamı dışında kalmamalıdır.
- It therefore cannot be said that nothing is being done in this area.
- Dolayısıyla bu alanda hiçbir şey yapılmadığı söylenemez.
- There is no such thing as a 0% value, and nothing is GM-free.
- 0 değer diye bir şey yoktur ve hiçbir şey GM'siz değildir.
- The other developed states have nothing to reproach us for.
- Diğer gelişmiş devletlerin bizi suçlayacakları hiçbir şey yok.
- We must not be so arrogant as to imply that Europe has nothing to learn from others.
- Avrupa'nın diğerlerinden öğrenecek hiçbir şeyi olmadığını ima edecek kadar kibirli olmamalıyız.
- We made concessions and ended up receiving nothing in return.
- Tavizler verdik ve karşılığında hiçbir şey alamadık.
- This goes to show that nothing is simple.
- Bu da gösteriyor ki hiçbir şey basit değildir.
- We cannot just turn the page and pretend that nothing has happened.
- Sayfayı çevirip hiçbir şey olmamış gibi davranamayız.
- Nothing, though, must be left to chance, but there must rather be firm negotiations when the report is elaborated.
- Yine de hiçbir şey şansa bırakılmamalı, aksine rapor detaylandırılırken sıkı müzakereler yapılmalıdır.
- Nothing happens, even if the reforms are postponed year after year.
- Reformlar her yıl ertelense bile hiçbir şey olmuyor.
- What is more, they are statements and nothing is really gained because the work has already been done.
- Dahası, bunlar birer açıklamadır ve hiçbir şey kazanılmamıştır çünkü iş zaten yapılmıştır.
- Unfortunately, nothing in this statute can be considered a real improvement in transparency.
- Ne yazık ki bu tüzükteki hiçbir şey şeffaflık konusunda gerçek bir gelişme olarak değerlendirilemez.
- It is a gift to third-country starch producers, with the European Union receiving nothing in return.
- Bu, Avrupa Birliği'nin karşılığında hiçbir şey almadığı üçüncü ülke nişasta üreticilerine bir hediyedir.
- My first thoughts are for the 26 Indian sailors, who were saved but of whom nothing has been said.
- İlk düşüncelerim kurtarılan ancak haklarında hiçbir şey söylenmeyen 26 Hintli denizci içindir.
- If the Czechs remain outside, we will have gained nothing.
- Çekler dışarıda kalırsa hiçbir şey kazanmamış olacağız.
- Nothing is achieved by much talking and putting on great summits and at the same time allocating less money.
- Çok konuşarak ve büyük zirveler düzenleyerek ve aynı zamanda daha az para ayırarak hiçbir şey elde edilemez.
- Transposal under pressure will solve nothing in the long run.
- Baskı altında geçiş uzun vadede hiçbir şeyi çözmeyecektir.
- Nothing would be as intended if too many exceptions were granted.
- Çok fazla istisna tanınırsa hiçbir şey amaçlandığı gibi olmaz.
- Paragraph 14, for example, adds nothing at all to the report.
- Örneğin 14. paragraf rapora hiçbir şey katmamaktadır.
- It is a gift to third-country starch producers, with the European Union receiving nothing in return.
- Üçüncü ülke nişasta üreticilerine bir hediyedir ve Avrupa Birliği karşılığında hiçbir şey almamaktadır.
- Nothing will ever be quite the same again.
- Hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmayacak.
- You were talking as if it was my group's fault that nothing has happened so far.
- Sanki şu ana kadar hiçbir şey olmamış olması benim grubumun suçuymuş gibi konuştunuz.
- The draft has nothing to say about this.
- Taslağın bu konuda söyleyecek hiçbir şeyi yok.
- Nothing is being hushed up here, the public is being told about this.
- Burada hiçbir şey örtbas edilmiyor, kamuoyu bu konuda bilgilendiriliyor.
- The recommendation contains some good intentions, but nothing about how they are to be put into practice.
- Tavsiye kararında bazı iyi niyetler var ancak bunların nasıl hayata geçirileceğine dair hiçbir şey yok.
- Moreover, there was criticism from Parliament that we have heard nothing of today.
- Dahası, Parlamento'dan bugün hiçbir şey duymadığımız eleştiriler geldi.
- As yet, nothing has been put on the table - nothing!
- Henüz masaya hiçbir şey konulmadı - hiçbir şey!
- It would then be nothing like so effective.
- O zaman hiçbir şey bu kadar etkili olmazdı.
- Those with nothing to hide have nothing to fear from such control.
- Saklayacak bir şeyi olmayanların böyle bir denetimden korkacak hiçbir şeyi yoktur.
- The only problem is that, following these statements, when action should come, nothing happens.
- Tek sorun, bu açıklamaların ardından harekete geçilmesi gerekirken hiçbir şey yapılmamasıdır.
- I find this very alarming, since it means that nothing can be done.
- Hiçbir şey yapılamayacağı anlamına geldiği için bunu çok endişe verici buluyorum.
- But unless we at least make a start, then nothing will happen.
- Ancak en azından bir başlangıç yapmadığımız sürece hiçbir şey olmayacaktır.
- The company had applied for, and obtained, all the necessary licences, so nothing could go wrong.
- Şirket gerekli tüm lisanslar için başvuruda bulunmuş ve bunları almıştı, dolayısıyla hiçbir şey ters gidemezdi.
- Nothing was achieved and the Council continued to refuse any form of compromise we proposed.
- Hiçbir şey elde edilemedi ve Konsey önerdiğimiz her türlü uzlaşmayı reddetmeye devam etti.
- We have nothing to gain from this barbaric action.
- Bu barbarca eylemden kazanacağımız hiçbir şey yok.
- Once again, nothing surprises us any more.
- Bir kez daha söylüyorum ki, artık hiçbir şey bizi şaşırtmıyor.
- If, though, we know nothing about the documents, we can have no criticism to make on this score.
- Ancak belgeler hakkında hiçbir şey bilmiyorsak, bu konuda yapabileceğimiz hiçbir eleştiri olamaz.
- He was kidnapped in Mukala in Dagestan and nothing has been done to free him.
- Dağıstan'da Mukala'da kaçırıldı ve serbest bırakılması için hiçbir şey yapılmadı.
- Nothing has been said in this debate which I cannot support.
- Bu tartışmada destekleyemeyeceğim hiçbir şey söylenmedi.
- That, in the time between the two wars over Chechnya, nothing was achieved in the way of forming a state.
- Çeçenistan için yapılan iki savaş arasında geçen sürede bir devlet kurma yolunda hiçbir şey elde edilemedi.
- Nothing will be achieved by removing all the bridges to dialogue.
- Diyaloğa giden tüm köprüleri ortadan kaldırarak hiçbir şey elde edilemez.
- Nothing better illustrates this than the need for concerted action on ozone.
- Bunu ozon konusunda ortak hareket etme ihtiyacından daha iyi hiçbir şey gösteremez.
- The Belgian civil protection service arrived, but nothing was organised.
- Belçika sivil koruma servisi geldi ama hiçbir şey organize edilmedi.
- Yet here we are today, feeling very depressed because we have nothing to show for it.
- Ama bugün buradayız ve gösterecek hiçbir şeyimiz olmadığı için çok depresif hissediyoruz.
- Once again, nothing surprises us any more.
- Bir kez daha, artık hiçbir şey bizi şaşırtmıyor.
- We would recommend carrying out the operation in such a way that nothing grows again.
- Operasyonun bir daha hiçbir şeyin büyümeyeceği şekilde yürütülmesini tavsiye ediyoruz.
- How can it be possible that there is nothing we can do?
- Yapabileceğimiz hiçbir şey olmaması nasıl mümkün olabilir?
- Unfortunately, to that extent, nothing has changed in the European Union despite a few courageous reports.
- Ne yazık ki, birkaç cesur rapora rağmen Avrupa Birliği'nde bu konuda hiçbir şey değişmedi.
- However, a frequent complaint is that objections were raised, but nothing happened.
- Bununla birlikte, sıkça dile getirilen bir şikayet, itirazların yapıldığı ancak hiçbir şeyin gerçekleşmediği yönündedir.
- There is virtually nothing available at present.
- Şu anda neredeyse hiçbir şey mevcut değildir.
- Parliament decided on this one and a half years ago, but until today the Council has had nothing to say on the subject.
- Parlamento bu konuda bir buçuk yıl önce karar aldı, ancak bugüne kadar Konsey'in bu konuda söyleyecek hiçbir şeyi yoktu.
- Indonesia should have nothing to hide; it is our partner.
- Endonezya'nın saklayacak hiçbir şeyi olmamalı; o bizim ortağımız.
- Nothing has happened to date.
- Bugüne kadar hiçbir şey olmadı.
- I should like to know what has happened to these topics, as I see nothing about them in the notification.
- Bildirimde bu konularla ilgili hiçbir şey görmediğim için bu konulara ne olduğunu bilmek istiyorum.
- Nothing will stop when we reach 2004.
- 2004'e ulaştığımızda hiçbir şey durmayacak.
- That way, nothing can go wrong.
- Bu şekilde hiçbir şey ters gidemez.
- It seems to me that in this respect our countries have nothing to be ashamed of.
- Bana öyle geliyor ki bu açıdan ülkelerimizin utanacak hiçbir şeyi yok.
- I believe that nothing could be less democratic than to name the interlocutors who would represent that democracy.
- İnanıyorum ki, hiçbir şey bu demokrasiyi temsil edecek muhatapları belirlemekten daha az demokratik olamaz.
- That is why we have nothing to lose by taking precautionary measures during the changeover.
- Bu nedenle değişim sırasında ihtiyati tedbirler alarak kaybedecek hiçbir şeyimiz yok.
- Nothing, though, could be more foreign to the inventors of the single currency.
- Yine de hiçbir şey tek para biriminin mucitlerine daha yabancı olamazdı.
- Nothing else will solve the problems or lessen the human rights abuses.
- Başka hiçbir şey sorunları çözmeyecek ya da insan hakları ihlallerini azaltmayacaktır.
- Nothing could be further from the truth.
- Hiçbir şey gerçekten daha uzak olamaz.
- Nothing is therefore to be gained from failing to confront these problems.
- Dolayısıyla bu sorunlarla yüzleşmemekle hiçbir şey kazanılamaz.
- And as has been demonstrated recently, nothing is to be gained from confronting them with demagoguery.
- Ve son zamanlarda gösterildiği gibi, demagoji ile karşı karşıya gelmekten hiçbir şey elde edilemez.
- I doubt it and nothing in the White Paper has yet persuaded me that is true.
- Bundan şüpheliyim ve Beyaz Kitap'ta yer alan hiçbir şey beni bunun doğru olduğuna ikna etmedi.
- There is no such thing as a 0% value, and nothing is GM-free.
- Yüzde 0 değer diye bir şey yoktur ve hiçbir şey GM'siz değildir.
- I believe that this is now being done, but nothing is absolutely certain yet.
- Şu anda bunun yapıldığına inanıyorum, ancak henüz hiçbir şey kesin değil.
- I should like to know what has happened to these topics, as I see nothing about them in the notification.
- Bu konulara ne olduğunu bilmek isterim, çünkü bildirimde bu konularla ilgili hiçbir şey görmüyorum.
- Think nothing, see nothing, do nothing.
- Hiçbir şey düşünmeyin, hiçbir şey görmeyin, hiçbir şey yapmayın.
- Through military means we resolve nothing, and I am not talking about rights, I am talking about effectiveness.
- Askeri yollarla hiçbir şeyi çözemeyiz ve haklardan bahsetmiyorum, etkinlikten bahsediyorum.
- It is precisely those who feel the need to control everything that end up controlling nothing at all.
- Her şeyi kontrol etme ihtiyacı hissedenler, sonunda hiçbir şeyi kontrol edemez hale gelirler.
- It is not acceptable to continue as if nothing had happened.
- Hiçbir şey olmamış gibi devam etmek kabul edilemez.
- This Sellafield nuclear plant has achieved nothing, except to heap environmental misery on us all.
- Sellafield nükleer santrali, hepimizi çevresel sefalete sürüklemek dışında hiçbir şey başaramadı.
- Transposal under pressure will solve nothing in the long run.
- Baskı altında aktarım uzun vadede hiçbir şeyi çözmeyecektir.
- But there is, of course, nothing that cannot be improved further.
- Ancak elbette daha da iyileştirilemeyecek hiçbir şey yoktur.
- The Italian Prime Minister's spoken contribution added nothing, but was highly counter-productive.
- İtalya Başbakanı'nın konuşması hiçbir şey katmadığı gibi son derece ters etki yaratmıştır.
- These are real problems, but if we do not see a credible answer to this question emerging, nothing else will ever work.
- Bunlar gerçek sorunlar, ancak bu soruya güvenilir bir cevap bulunmazsa başka hiçbir şey işe yaramayacaktır.
- You said that nothing has been done.
- Hiçbir şey yapılmadığını söylediniz.
- It would be wrong and disparaging to say that nothing has been done.
- Hiçbir şey yapılmadığını söylemek yanlış ve küçümseyici olur.
- There is essentially nothing surprising about the situation today.
- Bugünkü durumla ilgili şaşırtıcı hiçbir şey yok.
- We all know that nothing came of that help until last Friday, the thirteenth.
- Ayın on üçü olan geçen Cuma gününe kadar bu yardımdan hiçbir şey çıkmadığını hepimiz biliyoruz.
- Clearly, the moralists of cosmopolitan 'right-thinking' have learnt or understood absolutely nothing.
- Açıkça görülüyor ki, kozmopolit 'doğru düşünme' ahlakçıları hiçbir şey öğrenmemiş ya da anlamamışlar.
- Unfortunately, the report contains nothing of this nature.
- Ne yazık ki raporda bu nitelikte hiçbir şey yer almamaktadır.
- This goes to show that nothing is simple.
- Bu da hiçbir şeyin basit olmadığını gösteriyor.
- Nothing has been said about fishmeal, the ultra-peripheral regions or illegal fishing.
- Balık unu, ultra çevre bölgeler veya yasadışı balıkçılık hakkında hiçbir şey söylenmemiştir.
- Nothing could be more laudable for the Group of the European Peoples' Party than the defence of freedom and consumers.
- Avrupa Halk Partisi Grubu için hiçbir şey özgürlüklerin ve tüketicilerin savunulmasından daha övgüye değer olamaz.
- We will adjust the multiannual programmes in order that nothing of what they contain should be lost.
- Çok yıllı programları, içerdiklerinden hiçbir şey kaybedilmeyecek şekilde ayarlayacağız.
- So far, there has been no end of analyses, but nothing practical has emerged.
- Şimdiye kadar analizlerin sonu gelmedi, ancak pratik hiçbir şey ortaya çıkmadı.
- Nothing at all would have become of it.
- Hiçbir şey olmazdı.
- The military have lost nothing there.
- Ordu burada hiçbir şey kaybetmedi.
- If, though, we know nothing about the documents, we can have no criticism to make on this score.
- Yine de belgeler hakkında hiçbir şey bilmiyorsak, bu konuda yapabileceğimiz bir eleştiri olamaz.
- After 21 years of preparation nothing seems to have come of the original intentions.
- 21 yıllık hazırlıktan sonra, asıl niyetlerden hiçbir şey çıkmamış gibi görünüyor.
- It is not a commercial commodity and nothing should make us depart from this idea.
- Ticari bir meta değildir ve hiçbir şey bizi bu fikirden uzaklaştırmamalıdır.
- This does nothing for the industry.
- Bu, sektör adına hiçbir şey ifade etmiyor.
- In fact, there is nothing left of Tampere, Lisbon or Gothenburg.
- Aslında, Tampere, Lizbon ya da Göteborg'dan geriye hiçbir şey kalmadı.
- The workers stand to gain nothing from this wrangling.
- İşçilerin bu çekişmeden kazanacakları hiçbir şey yoktur.
- We simply have nothing to say on the subject, have we?
- Bu konuda söyleyecek hiçbir şeyimiz yok, değil mi?
- Outside of physics we know nothing of action at a distance.
- Fizik dışında, uzaktan eyleme ilişkin hiçbir şey bilmiyoruz.
- You know, you had that one album out and then nothing.
- Biliyorsun, o albümü çıkardın ve sonra hiçbir şey.
- Because to be everything, simultaneously means to be nothing.
- Çünkü her şey olmak aynı zamanda hiçbir şey olmamak demektir.
- The job, the insurance, it's nothing next to that.
- İş, sigorta, falan, bunların yanında hiçbir şey.
- When signing the protocols nothing of the kind was seen at all.
- Protokoller imzalanıyorken buna benzer hiçbir şey görülmedi.
- Nothing, in fact six years ago when Magnus was arrested Sonnenfeld was still serving as a justice of the peace.
- Hiçbir şey, aslında altı yıl önce Magnus tutuklandığında Sonnenfeld hâlâ sulh hakimi olarak hizmet ediyordu.
- Our problems are nothing compared to hers.
- Bizim sorunlarımız onunkilerin yanında hiçbir şey değil.
- We come here every week, and nothing.
- Her hafta buraya geliyoruz ama hiçbir şey olmuyor.
- Nothing can substitute peace in any godly family.
- Dindar bir ailede huzurlu olmanın yerini hiçbir şey tutamaz.
- As long as I'm by your side, nothing can happen.
- Ben senin yanında olduğum sürece hiçbir şey olamaz.
- You know, you had that one album out and then nothing.
- Biliyorsun, bir albüm çıkardın ve sonra hiçbir şey olmadı.
- There is nothing left for an honest man in this country.
- Bu ülkede dürüst bir adama göre hiçbir şey kalmadı.
- Pam, if everybody felt that way, nothing would get done.
- Pam, herkes bu şekilde düşünseydi hiçbir şey değişmezdi.
- There's nothing to stop us from being together.
- Birlikte olmamızı engelleyecek hiçbir şey yok.
- One takes away from one, and you're left with nothing.
- Biri diğerini götürür ve elinizde hiçbir şey kalmaz.
- It did end up raining all day and I regret nothing.
- Bütün gün yağmur yağdı ve ben hiçbir şeyden pişman değilim.
- I hope that we'll continue so, nothing change.
- Umarım böyle devam ederiz, hiçbir şey değişmez.
- I feel like nothing in this world is given to you.
- Bu dünyada sana hiçbir şey verilmemiş gibi hissediyorum.
- These three men did worse than nothing.
- Bu üç adam hiçbir şey yapmasalar bile bundan iyiydi.
- They are calm and even-tempered; nothing can make them lose face.
- Onlar sakin ve itidalliler; hiçbir şey onların itibarlarını kaybetmelerine neden olamaz.
- So many days have passed and nothing has been done.
- O kadar gün geçti ve hiçbir şey yapılmadı.
- You want to destroy everything and put nothing in its place.
- Her şeyi yok etmek istiyorsun ve yerine hiçbir şey koymak istemiyorsun.
- It was not so hard to think of nothing.
- Hiçbir şey düşünmemek o kadar da zor değildi.
- Outside of physics we know nothing of action at a distance.
- Fizik dışında uzaktan eylem hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.
- Everything was nice, clean and nothing was missing.
- Her şey güzel ve temizdi, hiçbir şey eksik değildi.
- The consequence is that there appears to be nothing green to be found in this sea of sand.
- Sonuç olarak bu kum denizinde yeşil hiçbir şey bulunmuyor gibi.
- Trust me, nothing I've done today has been fun.
- İnan bana, bugün yaptığım hiçbir şey eğlenceli değildi.
- But in those three years, nothing has changed.
- Fakat bu üç yıl içinde hiçbir şey değişmedi.
- I wanted to win this so much because I never won nothing.
- Bunu kazanmayı çok istedim çünkü daha önce hiçbir şey kazanmamıştım.
- Besides that, nothing, except for a long exile to my room.
- Bunun dışında odama uzun bir sürgün dışında hiçbir şey olmadı.
- I mean, after all that, we get nothing!
- Demek istediğim, bütün bunlardan sonra hiçbir şey elde edemiyoruz!
- Therefore, nothing is more satisfying than being forgiven after a mistake.
- Bu nedenle hiçbir şey bir hatanın ardından affedilmekten daha tatmin edici olamaz.
- If I had nothing, I would have peace.
- Hiçbir şeyim olmasaydı, huzurlu olurdum.
- Nothing, in fact six years ago when Magnus was arrested Sonnenfeld was still serving as a justice of the peace.
- Hiçbir şey, hatta altı yıl önce Magnus tutuklandığında Sonnenfeld hala sulh hakimi olarak görev yapıyordu.
- Aside from life support and simple functions like turbolifts and doors, nothing seems to work.
- Yaşam desteği ve turbo asansörler ve kapılar gibi basit işlevler dışında hiçbir şey işe yaramıyor gibi.
- There is nothing left for an honest man in this country.
- Bu ülkede dürüst bir adam için hiçbir şey kalmadı.
- You will see that this is nothing and that everything is resolved at a completely different level.
- Bunun hiçbir şey olmadığını ve her şeyin bambaşka bir düzeyde çözüldüğünü göreceksiniz.
- The boy was embarrassed, and confessed that he observed nothing.
- Çocuk utandı ve hiçbir şey görmediğini itiraf etti.
- It seems that nothing can be found at this location.
- Görünüşe göre bu konumda hiçbir şey bulunamıyor.
- No, nothing in her could make her do that.
- Hayır, içindeki hiçbir şey ona bunu yaptıramazdı.
- No, man, this was formerly nothing.
- Hayır, dostum, bu eskiden hiçbir şey değildi.
- Besides that, nothing, except for a long exile to my room.
- Bunun dışında, odama uzun bir sürgün dışında hiçbir şey.
- And sometimes nothing can mean a lot.
- Ve bazen hiçbir şey çok şey ifade edemez.
- We entertain so many people, it really was less than nothing.
- O kadar çok insanı ağırlıyorduk ki, gerçekten de hiçbir şey sayılmazdı bu.
- Nothing can substitute peace in any godly family.
- Dindar bir ailede huzurun yerini hiçbir şey tutamaz.
- Is there nothing which is deathless, nothing which does not pass away?
- Ölümsüz olan, göçüp gitmeyen hiçbir şey yok mu?
- Once two sides want to fight, nothing can stop them.
- İki taraf bir kez kavga istediler mi, onları hiçbir şey durduramaz.
- Take them to school, check their homework, nothing.
- Onları okula götürdüm, ödevlerini kontrol ettim, hiçbir şey işte.
- One should write about nothing at all.
- Hiçbir şey hakkında yazmamak gerekir.
- Besides that, nothing, except for a long exile to my room.
- Bunun dışında, hiçbir şey, odamda geçireceğim uzun sürgün haricinde.
- Outside of physics we know nothing of action at a distance.
- Fizik dışında uzaktaki eylemler hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.
- But nothing is more comfortable than speaking one's own language.
- Ama hiçbir şey insanın kendi dilini konuşmasından daha rahat olamaz.
- There are just the three of us and he sees nothing.
- Sadece üçümüz varız ve o hiçbir şeyi görmüyor.
- It did end up raining all day and I regret nothing.
- Bütün gün yağmur yağdı ve ben hiçbir şeyden pişman olmadım.
- You go after him now, he'll give you nothing.
- Şimdi peşinden giderseniz, size hiçbir şey vermez.
- Nothing can cause emotional turbulence like another human being.
- Hiçbir şey başka bir insan gibi duygusal çalkantılara neden olamaz.
- He has no proof, nothing.
- Elinde kanıt yok, hiçbir şey yok.
- You are standing on an abyss; nothing can be done.
- Bir uçurumun üzerinde duruyorsun; bu konuda hiçbir şey yapılamaz.
- You go after him now, he'll give you nothing.
- Şimdi peşine düşersen sana hiçbir şey vermez.
- But I sat there for hours, and nothing came to mind.
- Fakat orada saatlerce oturdum ve aklıma hiçbir şey gelmedi.
- You've teleported all your life, and nothing's happened.
- Hayatın boyunca ışınlanıyordun ve hiçbir şey olmadı.
- No, nothing in her could make her do that.
- Hayır, içindeki hiçbir şey ona bunu yaptıramaz.
- My older boy wants nothing to do with his younger brothers.
- Büyük oğlum küçük kardeşleriyle hiçbir şey yapmak istemiyor.
- The boy was embarrassed, and confessed that he observed nothing.
- Çocuk utandı ve hiçbir şey gözlemlemediğini itiraf etti.
- You will see that this is nothing and that everything is resolved at a completely different level.
- Bunun hiçbir şey olmadığını ve her şeyin tamamen farklı bir düzeyde çözüldüğünü göreceksiniz.
- I am nothing if not a product of my upbringing.
- Yetiştirilme tarzımın bir ürünü değilsem hiçbir şey değilim.
- We've invented nothing, and we don't intend to.
- Hiçbir şey icat etmedik ve etmeye de niyetimiz yok.
- The business of this congress has been to achieve nothing.
- Bu kongrenin işi hiçbir şey elde etmemek oldu.
- There is a fine line between everything and nothing.
- Her şey ile hiçbir şey arasında incecik bir çizgi var.
- We come here every week, and nothing.
- Her hafta buraya geliyoruz ve hiçbir şey yok.
- Nicola was so welcoming and nothing was too much trouble.
- Nicola çok misafirperverdi ve hiçbir şey çok fazla sorun olmuyordu.
- You want to destroy everything and put nothing in its place.
- Her şeyi yok etmek ve yerine hiçbir şey koymamak istiyorsun.
- Because it means nothing to you and a lot to me.
- Çünkü senin için hiçbir şey ifade etmiyor, benim için ise çok şey ifade ediyor.
- Trust me, nothing I've done today has been fun.
- Bugün yaptığım hiçbir şey eğlenceli değildi, inan bana.
- Nothing can cause emotional turbulence like another human being.
- Hiçbir şey, başka bir insan kadar duygusal sarsıntıya sebebiyet vermez.
- Mom, listen, nothing can touch me.
- Anne, dinle, hiçbir şey bana dokunamaz.
- Our problems are nothing compared to hers.
- Onunki ile karşılaştırıldığında bizim sorunlarımız hiçbir şey.
- I have no idea how to find her, so, nothing.
- Onu nasıl bulacağıma dair hiçbir fikrim yok, yani hiçbir şey.
- When he was with her, nothing seemed to matter anymore.
- Onunla birlikteyken hiçbir şey artık önemli değildi.
- After what happened today, I feel like nothing's real.
- Bugün olanlardan sonra, hiçbir şey gerçek değilmiş gibi hissediyorum.
- When he was with her, nothing seemed to matter anymore.
- Onunla birlikteyken artık hiçbir şeyin önemi yoktu.
- Bring the money here in an hour and nothing will happen.
- Bana bir saat içinde parayı getirirsen hiçbir şey olmayacak.
- My older boy wants nothing to do with his younger brothers.
- Benim büyük oğlum küçük kardeşi ile hiçbir şey yapmak istemiyor.
- Well, according to the scoreboard, it's Alvin one, Bonnie nothing.
- Skor tablosuna göre Alvin bir, Bonnie hiçbir şey.
- Everybody goes about their morning routine as if nothing had happened.
- Herkes hiçbir şey olmamış gibi sabah rutinlerine devam ediyor.
- If I had nothing, I would have peace.
- Hiçbir şeyim olmasaydı huzura kavuşurdum.
- This one has no power anywhere, therefore means nothing.
- Bunun hiçbir yerde etkisi yok, bu yüzden hiçbir şey ifade etmiyor.
- When he was with her, nothing seemed to matter anymore.
- Onunla birlikteyken artık hiçbir şeyin önemi yok gibiydi.
- We judge a work of art by its effect on our sincere and vital emotion, and nothing else.
- Bir sanat eserini, onun samimi ve hayati duygularımız üzerindeki etkisine göre yargılarız, başka hiçbir şeye göre değil.
- Michelle, nothing that happened in that hurricane shelter was your fault, or had anything to do with you.
- Michelle, o kasırga sığınağında olan hiçbir şey senin hatan değildi ya da seninle bir ilgisi yoktu.
- Pam, if everybody felt that way, nothing would get done.
- Pam, eğer herkes böyle hissetseydi hiçbir şey yapılmazdı.
- So many days have passed and nothing has been done.
- Günler geçti ve hiçbir şey yapılmadı.
- After centuries as a delivery boy, nothing surprises me.
- Yüzyıllarca kuryelik yaptıktan sonra, hiçbir şey beni şaşırtmıyor.
- Every time we get together it's like nothing has changed.
- Ne zaman bir araya gelsek sanki hiçbir şey değişmemiş gibi.
- Everything was nice, clean and nothing was missing.
- Her şey güzeldi, temizdi ve hiçbir şey eksik değildi.
- Vampires, demons, they're nothing compared to what's coming.
- Vampirler, iblisler, gelecek olanla kıyaslandığında hiçbir şey değiller.
- We entertain so many people, it really was less than nothing.
- O kadar çok insanı ağırlıyoruz ki gerçekten de bu hiçbir şey sayılmazdı.
- I wanted to win this so much because I never won nothing.
- Bunu kazanmayı çok istedim çünkü hiçbir şey kazanamadım.
- So if the question is, what connects these two guys, the answer is, nothing.
- Yani bu iki adamı birbirine bağlayan nedir diye soracak olursanız, cevap hiçbir şey.
- Pivotal point in space and perspective meant nothing.
- Uzayda ve perspektifte önemli bir nokta hiçbir şey ifade etmiyordu.
- Bring the money here in an hour and nothing will happen.
- Paraları bir saat içinde buraya getirirsen hiçbir şey olmaz.
- And now nothing will be restrained from them.
- Ve artık onlardan hiçbir şey esirgenemeyecek.
- I look at that boy dying, I don't feel nothing.
- Ölen o çocuğa bakıyorum, hiçbir şey hissetmiyorum.
- But nothing is more comfortable than speaking one's own language.
- Fakat hiçbir şey insanın kendi dilini konuşmasından daha rahat değil.
- You've teleported all your life, and nothing's happened.
- Hayatın boyunca ışınlandın ama hiçbir şey olmadı.
- Trust me, nothing I've done today has been fun.
- İnanın bana, bugün yaptığım hiçbir şey eğlenceli değildi.
- I wanted to win this so much because I never won nothing.
- Bunu kazanmayı çok istedim çünkü daha önce hiçbir şey kazanmadım.
- At that time nothing was more important than this.
- O zamanlar hiçbir şey bundan daha mühim değildi.
- But I sat there for hours, and nothing came to mind.
- Ama orada saatlerce oturdum ve aklıma hiçbir şey gelmedi.
- I mean, after all that, we get nothing!
- Yani, tüm bunlardan sonra, hiçbir şey elde edemiyoruz!
- Beyond it, the map shows a great deal of nothing.
- Bunun ötesinde, harita büyük ölçüde hiçbir şey göstermiyor.
- I hope that we'll continue so, nothing change.
- Umarım böyle devam ederiz, hiçbir şey değişmeden.
- I feel like nothing in this world is given to you.
- Bu dünyada hiçbir şey sana verilmemiş gibi hissediyorum.
- At that time nothing was more important than this.
- O zamanlar hiçbir şey bundan daha önemli değildi.
- Every time we get together it's like nothing has changed.
- Ne zaman bir araya gelsek sanki hiçbir şey değişmemiş gibi oluyor.
- Be grateful for every day when you have nothing hurts.
- Hiçbir şeyin canını yakmadığı her gün için minnettar ol.
- These three men did worse than nothing.
- Bu üç adam hiçbir şey yapmamaktan da kötüsünü yaptı.
- This is a world you know nothing about.
- Bu, hakkında hiçbir şey bilmediğin bir dünya.
- No, man, this was formerly nothing.
- Hayır dostum, bu önceden hiçbir şeydi.
- There is a fine line between everything and nothing.
- Her şey ile hiçbir şey arasında ince bir çizgi vardır.
- It did end up raining all day and I regret nothing.
- Bütün gün yağmur yağdı ve hiçbir şeyden pişman değilim.
- You know, you had that one album out and then nothing.
- Biliyorsun, bir albüm çıkardın ve sonra hiçbir şey yapmadın.
- There are just the three of us and he sees nothing.
- Sadece üçümüz varız ve o hiçbir şey görmüyor.
- There is a fine line between everything and nothing.
- Her şey ve hiçbir şey arasında ince bir çizgi vardır.
- When earth discovered the ancient civilizations, they found mostly nothing but remains.
- Dünya antik medeniyetleri keşfettiğinde onlar çoğunlukla kalıntılar dışında hiçbir şey bulamamıştı.
- Therefore, nothing is more satisfying than being forgiven after a mistake.
- Bu nedenle, hiçbir şey bir hatadan sonra affedilmek kadar tatmin edici olamaz.
- One takes away from one, and you're left with nothing.
- Biri diğerini götürür ve size de hiçbir şey kalmaz.
- Be grateful for every day when you have nothing hurts.
- Hiçbir şeyin canını acıtmadığı her güne şükret.
- It seems that nothing can be found at this location.
- Görünüşe göre bu yerde hiçbir şey bulunamıyor.
- After centuries as a delivery boy, nothing surprises me.
- Yüzyıllar boyunca teslimatçı olarak çalıştıktan sonra hiçbir şey beni şaşırtmıyor.
- An hour ago, nothing that happened felt real to me.
- Bir saat öncesinde, olan hiçbir şey bana gerçek gibi gelmiyordu.
- Nothing can substitute peace in any godly family.
- Hiçbir şey dindar bir ailede huzurun yerini tutamaz.
- Vampires, demons, they're nothing compared to what's coming.
- Vampirler, iblisler, gelecek olanın yanında hiçbir şey.
- You live down by the beach, you have a beautiful wife, and nothing's ever good enough.
- Sahilde yaşıyorsun, güzel bir karın var ve hiçbir şey yeterli gelmiyor.
- So if the question is, what connects these two guys, the answer is, nothing.
- Yani eğer soru bu iki adamı birbirine bağlayan şeyin ne olduğuysa, cevap hiçbir şeydir.
- There is nothing left for an honest man in this country.
- Bu ülkede namuslu bir adam için hiçbir şey kalmadı.
- There's nothing to stop us from being together.
- Birlikte olmamıza engel olacak hiçbir şey yok.
- Guesses, but nothing's confirmed.
- Tahminler bunlar, ama hiçbir şey doğrulanmadı.
- And skimming the cases he worked, nothing stands out.
- Ve çalıştığı vakalara göz atıldığında göze çarpan hiçbir şey yok.
- I have been involved in lots of digs all over Italy but nothing has excited me as much as this.
- İtalya'nın her yerinde birçok kazıya katıldım fakat hiçbir şey beni bu kadar heyecanlandırmamıştır.
- And nothing could cure this little girl.
- Ve hiçbir şey bu küçük kızı iyileştiremedi.
- You want to destroy everything and put nothing in its place.
- Her şeyi yok etmek ve yerine hiçbir şey koymamak istiyorsunuz.
- And, when you looked across to see nothing but darkness, you were told that there was another side.
- Ve karşıya bakıp da karanlıktan başka hiçbir şey göremediğinizde size öbür tarafın olduğu söylendi.
- Well, according to the scoreboard, it's Alvin one, Bonnie nothing.
- Skor tabelasına göre, Alvin bir, Bonnie hiçbir şey.
- After centuries as a delivery boy, nothing surprises me.
- Yüzyıllarca kuryelik yaptıktan sonra hiçbir şey beni şaşırtmıyor.
- See, Mom, she always bullied me and nothing's changed.
- Bak anne, bana hep zorbalık yaptı ama hiçbir şey değişmedi.
- Guesses, but nothing's confirmed.
- Tahminler işte, ama hiçbir şey doğrulanmadı.
- And now nothing will be restrained from them.
- Artık onlardan hiçbir şey alıkonulmayacak.
- There's a whole world you know nothing about.
- Hakkında hiçbir şey bilmediğin koca bir dünya var.
- After what happened today, I feel like nothing's real.
- Bugün olanlardan sonra hiçbir şeyin gerçek olmadığını hissediyorum.
- You are standing on an abyss; nothing can be done.
- Bir uçurumun üzerinde duruyorsunuz; yapılacak hiçbir şey yok.
- Because to be everything, simultaneously means to be nothing.
- Çünkü her şey olmak, aynı zamanda hiçbir şey olmak demektir.
- The consequence is that there appears to be nothing green to be found in this sea of sand.
- Sonuç olarak, bu kum denizinde bulunabilecek yeşil hiçbir şey yok gibi görünüyor.
- Mom, listen, nothing can touch me.
- Anne dinle, hiçbir şey bana dokunamaz.
- Everybody goes about their morning routine as if nothing had happened.
- Herkes hiçbir şey olmamış gibi sabah rutinini sürdürmekte.
- The business of this congress has been to achieve nothing.
- Bu kongrenin işi hiçbir şey başarmamak olmuştur.
- Nothing can cause emotional turbulence like another human being.
- Hiçbir şey başka bir insan gibi duygusal türbülansa neden olamaz.
- Because it means nothing to you and a lot to me.
- Çünkü bu senin için hiçbir şey, benim içinse çok şey ifade ediyor.
- He has no proof, nothing.
- Kanıtı yok, hiçbir şeyi yok.
- But nothing is more comfortable than speaking one's own language.
- Ama hiçbir şey insanın kendi dilini konuşmasından daha rahat değildir.
- See, Mom, she always bullied me and nothing's changed.
- Gördün mü anne, bana hep zorbalık etti ve hiçbir şey değişmedi.
- And sometimes nothing can mean a lot.
- Ve bazen hiçbir şey çok şey ifade edebilir.
- As long as I'm by your side, nothing can happen.
- Ben yanınızda olduğum sürece hiçbir şey olamaz.
- Everybody goes about their morning routine as if nothing had happened.
- Herkes hiçbir şey olmamış gibi sabah rutinine devam ediyor.
- Empty space is not nothing, it has its own energy.
- Boş uzay hiçbir şey değildir, kendi enerjisi vardır.
- We judge a work of art by its effect on our sincere and vital emotion, and nothing else.
- Bir sanat eserini samimi ve hayati duygularımız üzerindeki etkisine göre değerlendiririz, başka hiçbir şeye değil.
- Whatever I do, it's nothing for you.
- Ne yaparsam yapayım senin için hiçbir şey değil.
- I look at that boy dying, I don't feel nothing.
- Ölen o çocuğa bakıyorum da, hiçbir şey hissetmiyorum.
- It's not really easy to like something you know nothing about.
- Hakkında hiçbir şey bilmediğin bir şeyi sevmek gerçekten kolay değildir.
- You go after him now, he'll give you nothing.
- Şimdi onun peşinden gidersen, sana hiçbir şey vermez.
- I have no idea how to find her, so, nothing.
- Onu nasıl bulacağımı bilmiyorum, yani hiçbir şey.
- But in those three years, nothing has changed.
- Ama bu üç yıl içinde hiçbir şey değişmedi.
- It seems that nothing can be found at this location.
- Görünen o ki bu konumda hiçbir şey bulunamıyor.
- However, zero represents emptiness or nothing.
- Ancak sıfır boşluğu veya hiçbir şey olmayanı temsil ediyor.
- No, man, this was formerly nothing.
- Hayır, dostum, bu eskiden hiçbir şeydi.
- You live down by the beach, you have a beautiful wife, and nothing's ever good enough.
- Sahilde yaşıyorsun, güzel bir karın var ve hiçbir şey yeterince iyi değil.
- Once two sides want to fight, nothing can stop them.
- İki taraf savaşmak istediğinde, hiçbir şey onları durduramaz.
- Pam, if everybody felt that way, nothing would get done.
- Pam, eğer herkes böyle hissetseydi, hiçbir şey yapılamazdı.
- And nothing could cure this little girl.
- Ve bu küçük kızı hiçbir şey iyileştiremezdi.
- Once two sides want to fight, nothing can stop them.
- İki taraf savaşmak isterse hiçbir şey onları durduramaz.
- Aside from life support and simple functions like turbolifts and doors, nothing seems to work.
- Yaşam desteği ve turbo asansörler ve kapılar gibi basit işlevler dışında hiçbir şey çalışmıyor gibi görünüyor.
- And skimming the cases he worked, nothing stands out.
- Çalıştığı davaları gözden geçirince hiçbir şey göze çarpmıyor.
- Bring the money here in an hour and nothing will happen.
- Parayı bir saat içinde buraya getir, hiçbir şey olmayacak.
- But in those three years, nothing has changed.
- Ama bu üç yılda hiçbir şey değişmedi.
- After what happened today, I feel like nothing's real.
- Bugün olanlardan sonra hiçbir şey gerçek değilmiş gibi geliyor.
- Look, all of this means nothing if you're alone.
- Bak, eğer yalnızsan bunlar hiçbir şey ifade etmez.
- But I sat there for hours, and nothing came to mind.
- Ama saatlerce orada oturdum ve aklıma hiçbir şey gelmedi.
- Nothing can force me to give it up.
- Hiçbir şey ondan vazgeçmem için beni zorlayamaz.
- We really have nothing to lose.
- Bizim gerçekten kaybedecek hiçbir şeyimiz yok.
- She pretended to know nothing about it.
- Bu konuda hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandı.
- Strange that he knows nothing on this subject.
- Bu konuda hiçbir şey bilmemesi garip.
- Let's make sure nothing is wasted.
- Hiçbir şeyin boşa harcanmadığından emin olalım.
- Nothing seems real.
- Hiçbir şey gerçek gibi görünmüyor.
- Tom has nothing to do here.
- Tom'un burada yapacak hiçbir şeyi yok.
- I knew nothing about it.
- Bu konuda hiçbir şey bilmiyordum.
- On a hot day, nothing is better than a cold beer.
- Sıcak bir günde, hiçbir şey soğuk bir biradan daha iyi olamaz.
- Nothing is more valuable than good health.
- Hiçbir şey iyi bir sağlıktan daha değerli değil.
- You've given me nothing I can use.
- Bana kullanabileceğim hiçbir şey vermedin.
- This changes nothing.
- Bu hiçbir şeyi değiştirmez.
- You'll get nothing.
- Hiçbir şey almayacaksın.
- Nothing will change.
- Hiçbir şey değişmeyecek.
- I have nothing better to do.
- Yapacak daha iyi hiçbir şeyim yok.
- We want nothing from you.
- Senden hiçbir şey istemiyoruz.
- There's nothing I can do that Tom can't do.
- Tom'un yapamayacağı hiçbir şeyi ben yapamam.
- Dead men can accomplish nothing.
- Ölü adamlar hiçbir şey başaramaz.
- That changes nothing.
- Bu hiçbir şeyi değiştirmez.
- Nothing is known for sure.
- Hiçbir şey kesin olarak bilinmiyor.
- Nothing is hurting me.
- Hiçbir şey beni incitmiyor.
- Nothing could be more absurd.
- Hiçbir şey daha saçma olamazdı.
- Nothing's gonna change my world.
- Hiçbir şey hayatımı değiştirmeyecek.
- We should leave nothing to chance.
- Hiçbir şeyi şansa bırakmamalıyız.
- Nothing else makes sense.
- Başka hiçbir şey mantıklı değil.
- Nothing is new under the sun.
- Güneşin altında hiçbir şey yeni değildir.
- Nothing has been overlooked.
- Hiçbir şey gözden kaçırılmadı.
- Nothing belongs to us, we are part of everything.
- Hiçbir şey bize ait değil, biz her şeyin parçasıyız.
- Tom knew there was nothing he could do.
- Tom yapabileceği hiçbir şey olmadığını biliyordu.
- I regret nothing.
- Hiçbir şeyden pişman değilim.
- You shall want for nothing as long as I live.
- Ben yaşadığım sürece hiçbir şeyin eksikliğini hissetmeyeceksin.
- He was smiling as if nothing had happened to him.
- Ona hiçbir şey olmamış gibi gülümsüyordu.
- Nothing's on TV.
- Televizyonda hiçbir şey yok.
- Nothing is more disgraceful.
- Hiçbir şey daha utanç verici değil.
- Nothing could have prepared Tom for what was about to happen.
- Hiçbir şey Tom'u az sonra olacaklara hazırlayamazdı.
- Sami believes in nothing.
- Sami hiçbir şeye inanmıyor.
- Double nothing is still nothing.
- İki kat hiçbir şey yine de hiçbir şeydir.
- They gave you nothing.
- Size hiçbir şey vermediler.
- Tom went back to sleep as if nothing had happened.
- Tom hiçbir şey olmamış gibi uyumaya devam etti.
- Tom and I have nothing to hide.
- Tom ve benim gizleyecek hiçbir şeyimiz yok.
- I suspected nothing.
- Hiçbir şeyden şüphelenmedim.
- Nothing is impossible for a god.
- Bir tanrı için hiçbir şey imkansız değildir.
- Nothing tastes as good as the food that you make.
- Hiçbir şeyin tadı senin yaptığın yemek kadar güzel olamaz.
- Nothing's going to go wrong.
- Hiçbir şey yanlış gitmeyecek.
- Nothing bothers him.
- Hiçbir şey onu rahatsız etmez.
- Tom said he knew nothing about what had happened.
- Tom olanlar hakkında hiçbir şey bilmediğini söyledi.
- Nothing is routine.
- Hiçbir şey rutin değil.
- The French believe that nothing is impossible.
- Fransızlar hiçbir şeyin imkansız olmadığına inanırlar.
- Nothing seems to be missing.
- Hiçbir şey eksik gibi görünmüyor.
- It meant nothing.
- Hiçbir şey ifade etmiyordu.
- You ain't seen nothing yet!
- Daha hiçbir şey görmedin!
- Nothing replaced his love.
- Hiçbir şey onun aşkının yerini doldurmadı.
- Tom knew nothing.
- Tom hiçbir şey bilmiyordu.
- She knows nothing about your family.
- Aileniz hakkında hiçbir şey bilmiyor.
- Nothing's free.
- Hiçbir şey özgür değil.
- Nothing replaced his love.
- Hiçbir şey onun aşkının yerini tutmadı.
- Nothing is more important than health.
- Hiçbir şey sağlıktan daha önemli değildir.
- I thought you said it was nothing.
- Hiçbir şey olmadığını söylediğini sanıyordum.
- You have absolutely nothing to fear.
- Kesinlikle korkacak hiçbir şeyin yok.
- Layla and Sami paid attention to nothing except to themselves.
- Layla ve Sami kendilerinden başka hiçbir şeye dikkat etmediler.
- God needs nothing.
- Tanrı'nın hiçbir şeye ihtiyacı yok.
- Tom told me nothing.
- Tom bana hiçbir şey söylemedi.
- I'm beginning to think that there's nothing we can do to help Tom.
- Tom'a yardım etmek için yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığını düşünmeye başlıyorum.
- You boiled nothing.
- Hiçbir şey kaynatmadın.
- The police found nothing suspicious in Dan's room.
- Polis, Dan'ın odasında şüpheli hiçbir şey bulmadı.
- We can't just act as if nothing has happened.
- Hiçbir şey olmamış gibi davranamayız.
- They accomplished nothing.
- Hiçbir şey başaramadılar.
- Nothing dries more quickly than a tear.
- Hiçbir şey gözyaşından daha çabuk kurumaz.
- I owe you all nothing!
- Size hiçbir şey borçlu değilim!
- Tom gave us nothing.
- Tom bize hiçbir şey vermedi.
- Tom pretends that nothing bothers him.
- Tom hiçbir şey onu rahatsız etmiyormuş gibi davranıyor.
- He went on reading the book as if nothing had happened.
- Hiçbir şey olmamış gibi kitabı okumaya devam etti.
- Nothing's there.
- Hiçbir şey yok.
- He gained nothing by telling me that.
- Bana bunu söyleyerek hiçbir şey kazanmadı.
- Nothing scares us.
- Bizi hiçbir şey korkutamaz.
- I can see nothing at all.
- Hiçbir şey göremiyorum.
- Tom said nothing about Mary's black eye.
- Tom, Mary'nin morarmış gözü hakkında hiçbir şey demedi.
- There's nothing as precious as love.
- Sevgi kadar değerli hiçbir şey yoktur.
- Nothing I try seems to work.
- Denediğim hiçbir şey işe yaramıyor gibi.
- Nothing seems to be missing.
- Hiçbir şey eksik görünmüyor.
- Tom means nothing to me.
- Tom benim için hiçbir şey ifade etmiyor.
- Nothing's happening.
- Hiçbir şey olmuyor.
- Nothing seemed to work.
- Hiçbir şey işe yaramıyor gibiydi.
- We learnt nothing at school.
- Okulda hiçbir şey öğrenmedik.
- Nothing was changed.
- Hiçbir şey değiştirilmedi.
- After a long day at work, nothing is better than a good night's sleep.
- İş yerindeki uzun bir günün ardından, hiçbir şey iyi bir gece uykusundan daha iyi değildir.
- Nothing is certain but death and taxes.
- Ölüm ve vergiler dışında hiçbir şey kesin değildir.
- Was nothing done about that?
- Bu konuda hiçbir şey yapılmadı mı?
- Unfortunately, I know nothing about Go.
- Ne yazık ki Go hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing is forgiven.
- Hiçbir şey affedilmedi.
- There's nothing written on this piece of paper.
- Bu kağıt parçası üzerinde yazılmış hiçbir şey yok.
- I know nothing about her except that she is a pianist.
- Onun hakkında piyanist olması dışında hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing would make me happier than to see you happy.
- Hiçbir şey beni seni mutlu görmekten daha fazla mutlu edemez.
- I have nothing to share.
- Paylaşacak hiçbir şeyim yok.
- Nothing is like it used to be.
- Hiçbir şey eskisi gibi değil.
- He gained nothing by telling me that.
- O, bunu bana söyleyerek hiçbir şey kazanmadı.
- Nothing appears to have happened.
- Hiçbir şey olmamış gibi görünüyor.
- The right blamed the left and the left blamed the right and in the end nothing changed.
- Sağ solu, sol da sağı suçladı ve sonuçta hiçbir şey değişmedi.
- Nothing justifies their existence.
- Hiçbir şey onların varlığını haklı çıkarmaz.
- I hope nothing ruins our last day together.
- Umarım birlikte geçireceğimiz son günü hiçbir şey mahvetmez.
- Nothing is forgiven.
- Hiçbir şey bağışlanmaz.
- Nothing is an accident.
- Hiçbir şey kaza değildir.
- He was smiling as if nothing had happened to him.
- Sanki başına hiçbir şey gelmemiş gibi gülümsüyordu.
- Nothing is as terrible as an earthquake.
- Hiçbir şey deprem kadar korkunç değildir.
- There's nothing you can do to stop me.
- Beni durdurmak için yapabileceğin hiçbir şey yok.
- They found nothing.
- Hiçbir şey bulamadılar.
- There's nothing left in the drawer.
- Çekmecede hiçbir şey kalmamış.
- Tom said nothing had changed.
- Tom hiçbir şeyin değişmediğini söyledi.
- I know nothing about Islam.
- İslam hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing can stop her.
- Hiçbir şey onu durduramaz.
- Nothing is impossible for God.
- Allah için hiçbir şey imkansız değildir.
- Nothing went wrong.
- Hiçbir şey yanlış gitmedi.
- Nothing is perfect.
- Hiçbir şey mükemmel değildir.
- Tom says that he knows nothing about Mary.
- Tom, Mary hakkında hiçbir şey bilmediğini söylüyor.
- It is either Cesar or nothing.
- Bu ya Sezar ya da hiçbir şey.
- Nothing is more important than empathy.
- Hiçbir şey empatiden daha önemli değildir.
- It seems that Tom knows nothing about this matter.
- Görünüşe göre Tom bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyor.
- Tom is sitting all day in his room accomplishing nothing.
- Tom bütün gün odasında hiçbir şey yapmadan oturuyor.
- Nothing is worse than war.
- Hiçbir şey savaştan daha kötü değildir.
- Sami had nothing to do with it.
- Sami'nin onunla ilgili yapacak hiçbir şeyi yoktu.
- I thought nothing would happen.
- Hiçbir şey olmayacağını düşündüm.
- Sami looked around and nothing was there.
- Sami etrafa baktı ve orada hiçbir şey yoktu.
- Nothing's really changed.
- Hiçbir şey gerçekten değişmedi.
- You have nothing whatever to be embarrassed about.
- Utanacak hiçbir şeyiniz yok.
- Nothing has been confirmed yet.
- Henüz hiçbir şey onaylanmadı.
- I told them nothing.
- Onlara hiçbir şey söylemedim.
- There's nothing left to eat.
- Yiyecek hiçbir şey kalmamış.
- Nothing can stop us now.
- Artık hiçbir şey bizi durduramaz.
- Tom could feel nothing at all.
- Tom hiçbir şey hissedemiyordu.
- Strange that he knows nothing on this subject.
- Onun bu konuda hiçbir şey bilmemesi garip.
- Tom paid nothing.
- Tom hiçbir şey ödemedi.
- Nothing lasts forever.
- Hiçbir şey sonsuza dek sürmez.
- Nothing was stolen.
- Hiçbir şey çalınmadı.
- As a matter of fact, I know nothing about him.
- Aslına bakarsanız, onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Some of my classmates are pure noobs; they know nothing about computing sciences.
- Sınıf arkadaşlarımdan bazıları tam bir çaylak; bilgisayar bilimleri hakkında hiçbir şey bilmiyorlar.
- I know nothing about economics.
- Ben ekonomi hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- You ain't seen nothing yet.
- Daha hiçbir şey görmedin.
- Nothing's easy.
- Hiçbir şey kolay değil.
- Tom could hear nothing at all.
- Tom hiçbir şey duyamıyordu.
- We get nothing so cheaply as we want.
- Hiçbir şeyi istediğimiz kadar ucuza almayız.
- They know nothing.
- Onlar hiçbir şey bilmiyorlar.
- You bought nothing.
- Sen hiçbir şey satın almadın.
- Tom has nothing to lose.
- Tom'un kaybedecek hiçbir şeyi yok.
- Nothing bothers Tom.
- Hiçbir şey Tom'u rahatsız etmez.
- We Germans fear God, but nothing else in the world.
- Biz Almanlar Tanrı'dan korkarız ama dünyada başka hiçbir şeyden korkmayız.
- Happy is he who desires nothing anymore!
- Ne mutlu artık hiçbir şey istemeyene!
- It's probably nothing.
- Muhtemelen hiçbir şey değildir.
- Nothing could stop her.
- Hiçbir şey onu durduramazdı.
- He who defends everything defends nothing.
- Her şeyi savunan hiçbir şeyi savunamaz.
- Are you sure there's nothing else to drink?
- İçecek başka hiçbir şey kalmadığına emin misiniz?
- There was nothing left over.
- Hiçbir şey kalmadı.
- Nothing is so valuable as friendship.
- Hiçbir şey dostluk kadar değerli değildir.
- I feel nothing.
- Hiçbir şey hissetmiyorum.
- He said he had eaten nothing, but that wasn't true.
- Hiçbir şey yemediğini söyledi ama bu doğru değildi.
- Nothing's good enough for them.
- Hiçbir şey onlar için yeterince iyi değil.
- I knew there was nothing you could do about it.
- Bu konuda yapabileceğin hiçbir şey olmadığını biliyordum.
- We could end up with nothing.
- Sonunda hiçbir şeyimiz kalmayabilir.
- Nothing is ever secure.
- Hiçbir şey asla güvenli değildir.
- I've got nothing in my fridge.
- Buzdolabımda hiçbir şey yok.
- You don't get something for nothing.
- Hiçbir şey vermeden bir şey alamazsın.
- Nothing gave her greater pleasure than to watch her son growing up.
- Hiçbir şey ona oğlunun büyümesini izlemekten daha büyük bir zevk veremez.
- I know nothing about you.
- Senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- The little girl put her arm around his neck, and looked into his eye, but she could see nothing.
- Küçük kız kolunu onun boynuna doladı ve gözlerinin içine baktı ama hiçbir şey göremedi.
- Your problems are nothing compared to mine.
- Sizin sorunlarınız benimkilerle karşılaştırıldığında hiçbir şey.
- Nothing ever makes him angry.
- Onu, hiçbir şey kızdıramaz.
- Tom says he saw nothing.
- Tom hiçbir şey görmediğini söylüyor.
- Nothing is more unhealthy than being sick.
- Hiçbir şey hasta olmaktan daha sağlıksız değildir.
- Nothing I said mattered.
- Söylediğim hiçbir şey önemli değildi.
- Nothing will be gained by getting angry.
- Kızarak hiçbir şey kazanamazsın.
- They got nothing.
- Onların hiçbir şeyi yok.
- Nothing blew up!
- Hiçbir şey havaya uçmadı!
- A sharp knife is nothing without a sharp eye.
- Keskin bir bıçak, keskin bir göz olmadan hiçbir şeydir.
- You bought nothing.
- Hiçbir şey satın almadınız.
- They have nothing left.
- Hiçbir şeyleri kalmadı.
- Sami ate in front of Layla and gave her nothing.
- Sami, Layla'nın önünde yemek yedi ve ona hiçbir şey vermedi.
- The boy claims he knows nothing about it.
- Çocuk bu konuda hiçbir şey bilmediğini iddia ediyor.
- That will change nothing.
- O hiçbir şeyi değiştirmeyecek.
- Nothing in nature is useless.
- Doğadaki hiçbir şey işe yaramaz değildir.
- Nothing seems to grow in this soil.
- Bu toprakta hiçbir şey yetişmiyor gibi görünüyor.
- Tom is acting as if nothing has happened.
- Tom hiçbir şey olmamış gibi davranıyor.
- A man can know the price of everything and the value of nothing.
- Bir adam her şeyin fiyatını ve hiçbir şeyin değerini bilebilir.
- She knows nothing about the birds and the bees.
- Cinsel konular hakkında hiçbir şey bilmiyor.
- Tom acted as if he knew nothing about it.
- Tom bu konuda hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandı.
- They are worrying about nothing.
- Hiçbir şey için endişelenmiyorlar.
- I have nothing on.
- Üstümde hiçbir şey yok.
- I know nothing about it.
- Bu konuda hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing is forever.
- Hiçbir şey ebedi değildir.
- Nothing can go wrong now.
- Artık hiçbir şey ters gidemez.
- Nothing's certain when it comes to him.
- Konu o olunca hiçbir şey kesin değil.
- Nothing is more sad than stupidity and apathy.
- Hiçbir şey aptallık ve kayıtsızlıktan daha üzücü değildir.
- There's nothing we can do about it.
- Bizim o konuda yapabileceğimiz hiçbir şey yok.
- Nothing was funny.
- Hiçbir şey komik değildi.
- Nothing can go wrong.
- Hiçbir şey ters gidemez.
- Nothing was working.
- Hiçbir şey işe yaramıyordu.
- Tom knew nothing about it.
- Tom bu konuda hiçbir şey bilmiyordu.
- There's nothing I can do to help him.
- Ona yardım etmek için yapabileceğim hiçbir şey yok.
- I have nothing left.
- Hiçbir şeyim kalmadı.
- She acted as if she knew nothing about it.
- Bu konuda hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandı.
- Nothing will save this watch now, it's better to throw it away.
- Bu saati artık hiçbir şey kurtaramaz, en iyisi çöpe atmak.
- We did everything that was possible, but nothing helped.
- Mümkün olan her şeyi yaptık, ancak hiçbir şey yardımcı olmadı.
- Nothing in this world is so indispensable as love.
- Bu dünyada hiçbir şey sevgi kadar vazgeçilmez değildir.
- Since the beginning of mankind, nothing has changed and nothing will change.
- İnsanlığın başlangıcından beri hiçbir şey değişmedi ve değişmeyecek.
- Nothing in nature is useless.
- Doğada hiçbir şey kullanışsız değildir.
- Tom said he had nothing to talk about.
- Tom konuşacak hiçbir şeyi olmadığını söyledi.
- I have nothing to say to Tom.
- Tom'a söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- There's nothing that can't be done if we work together.
- Birlikte çalışırsak yapamayacağımız hiçbir şey yok.
- He saw nothing.
- Hiçbir şey görmedi.
- I spent the whole day in bed doing absolutely nothing.
- Bütün günü yatakta hiç ama hiçbir şey yapmadan geçirdim.
- There's nothing I can about that.
- Bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yok.
- Nothing in life is as important as friendship.
- Hayatta hiçbir şey dostluk kadar önemli değildir.
- Nothing has been proven.
- Hiçbir şey kanıtlanmadı.
- Tom could think of nothing else.
- Tom başka hiçbir şey hakkında düşünemezdi.
- There was absolutely nothing you could do about it.
- Bu konuda yapabileceğin hiçbir şey yoktu.
- There's nothing back there.
- Arkada hiçbir şey yok.
- Tom acted as if nothing had happened.
- Tom hiçbir şey olmamış gibi davrandı.
- Nothing is useful to anything.
- Hiçbir şeyin hiçbir şeye faydası yok.
- I have nothing to add to the conversation.
- Konuşmaya ekleyecek hiçbir şeyim yok.
- Nothing can prevent her from marrying him.
- Onunla evlenmesini hiçbir şey engelleyemez.
- Nothing can be taken for granted.
- Hiçbir şey hafife alınamaz.
- As regards the matter, I know nothing.
- Konuyla ilgili olarak hiçbir şey bilmiyorum.
- You carried nothing.
- Hiçbir şey taşımadınız.
- Since the beginning of humanity, nothing has changed and nothing will change.
- İnsanlığın başlangıcından beri hiçbir şey değişmedi ve değişmeyecek.
- Nothing is really easy.
- Hiçbir şey gerçekten kolay değil.
- Nothing happens unless you make it happen.
- Gerçekleştirmediğin sürece hiçbir şey olmaz.
- Nothing happens overnight.
- Hiçbir şey bir gecede olmaz.
- You boiled nothing.
- Sen hiçbir şey kaynatmadın.
- Nothing will be the same.
- Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
- I have nothing to add here.
- Burada ekleyecek hiçbir şeyim yok.
- Tom knows nothing about this matter.
- Tom bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyor.
- Nothing ever happens in this old village.
- Bu eski köyde hiçbir şey olmaz.
- Nothing is forever.
- Hiçbir şey sonsuz değildir.
- She had nothing else in the world.
- Dünyada başka hiçbir şeyi yoktu.
- There's nothing unusual to report.
- Bildirilecek sıradışı hiçbir şey yok.
- You've accomplished nothing.
- Hiçbir şey başaramadın.
- Nothing is more precious to her than the brooch.
- Ona hiçbir şey broşundan daha değerli değildir.
- Nothing is more boring than traveling long distances by car.
- Hiçbir şey uzun mesafeleri arabayla gitmek kadar sıkıcı olamaz.
- I admit nothing.
- Hiçbir şeyi kabul etmiyorum.
- Nothing seems to work.
- Hiçbir şey işe yaramıyor gibi.
- Right now there's nothing you can do to help.
- Şu an yardım etmek için yapabileceğiniz hiçbir şey yok.
- Tom is acting as if nothing's happened.
- Tom hiçbir şey olmamış gibi davranıyor.
- He pretended he knew nothing about it.
- Hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandı.
- Nothing in nature is useless.
- Doğada hiçbir şey lüzumsuz değildir.
- Nothing is going to stop me from doing that.
- Hiçbir şey beni bunu yapmaktan alıkoyamaz.
- Tom is acting as though nothing had happened.
- Tom sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyor.
- It is strange that you should know nothing about the matter.
- Bu konu hakkında hiçbir şey bilmemen çok garip.
- Nothing we do seems to matter.
- Yaptığımız hiçbir şeyin önemi yok gibi görünüyor.
- Nothing will happen to them.
- Onlara hiçbir şey olmayacak.
- I owe you all nothing!
- Sana hiçbir şeyi borçlu değilim!
- There's nothing to eat in the kitchen.
- Mutfakta yiyecek hiçbir şey yok.
- Nothing has to happen until you're ready.
- Sen hazır olana kadar hiçbir şey olmak zorunda değil.
- It has resulted in nothing.
- Sonunda hiçbir şey olmadı.
- Nothing is more important in life than health.
- Hayatta hiçbir şey sağlıktan daha önemli değildir.
- There's nothing that Tom can do about that.
- O konuda Tom'un yapabileceği hiçbir şey yok.
- You mean nothing to me.
- Benim için hiçbir şey ifade etmiyorsun.
- I'm sick right now, and nothing is really making me feel better.
- Şu anda hastayım ve hiçbir şey beni gerçekten iyi hissettirmiyor.
- Nothing was found.
- Hiçbir şey bulunamadı.
- Nothing should prevent divorce.
- Hiçbir şey boşanmayı önlememeli.
- There are people who will stop at nothing to get what they want in this life.
- Bu hayatta, istedikleri şeyi elde etmek için hiçbir şeyden çekinmeyecek insanlar var.
- Nothing stays the same.
- Hiçbir şey aynı kalmaz.
- The two premiers had nothing in common.
- İki başbakanın ortak hiçbir şeyi yoktu.
- Nothing's gonna change my world.
- Hiçbir şey dünyamı değiştirmeyecek.
- Nothing we do matters.
- Yaptığımız hiçbir şeyin önemi yoktur.
- Nothing can be produced out of nothing.
- Hiçbir şey hiçbir şeyden üretilemez.
- We have nothing to lose and everything to gain.
- Kaybedecek hiçbir şeyimiz ve kazanacak her şeyimiz var.
- Nothing ever seems to change around here.
- Buralarda hiçbir şey değişmeyecek gibi görünüyor.
- There's nothing else left to be done.
- Yapılacak başka hiçbir şey kalmadı.
- I have nothing to give Tom.
- Tom'a verecek hiçbir şeyim yok.
- She spoke as though nothing had happened.
- Hiçbir şey olmamış gibi konuştu.
- Nothing will come easy.
- Hiçbir şey kolay olmayacak.
- Nothing worked for very long.
- Hiçbir şey çok uzun süre işlemedi.
- Nothing's out of order.
- Hiçbir şey yolunda gitmeyecek.
- Nothing is more valuable than love.
- Hiçbir şey aşktan daha değerli değil.
- He caught nothing.
- O hiçbir şey yakalamadı.
- I know nothing about Tom's family.
- Tom'un ailesi hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Is there nothing they can do?
- Onların yapabileceği hiçbir şey yok mu?
- Nothing is planned yet.
- Henüz hiçbir şey planlanmadı.
- They say nothing is impossible.
- Hiçbir şeyin imkansız olmadığını söylüyorlar.
- Nothing's keeping me here anymore.
- Beni artık hiçbir şey burada tutamıyor.
- Nothing can stop us now.
- Artık bizi hiçbir şey durduramaz.
- You ate nothing.
- Hiçbir şey yemedin.
- He went on reading the book as if nothing had happened.
- O sanki hiçbir şey olmamış gibi kitabı okumaya devam etti.
- You buried nothing.
- Sen hiçbir şey gömmedin.
- Without effort, nothing is possible.
- Çaba olmadan, hiçbir şey mümkün değildir.
- There's nothing to be worried about.
- Hakkında kaygılanacak hiçbir şey yok.
- Tom has nothing left.
- Tom'un hiçbir şeyi kalmadı.
- Nothing's happening down there.
- Orada hiçbir şey olmuyor.
- We have nothing.
- Hiçbir şeyimiz yok.
- Nothing ever seems to happen around here.
- Buralarda hiçbir şey olmuyor gibi.
- Let's make sure nothing is wasted.
- Hiçbir şeyin boşa gitmediğinden emin olalım.
- There's nothing else to worried about.
- Hakkında endişelenecek başka hiçbir şey yok.
- Nothing is so difficult that it cannot be studied.
- Hiçbir şey üzerinde çalışılamayacak kadar zor değildir.
- There's nothing in the fridge.
- Buzdolabında hiçbir şey yok.
- I know nothing.
- Hiçbir şey bilmiyorum.
- You baked nothing.
- Hiçbir şey pişirmedin.
- Nothing seems real.
- Hiçbir şey gerçek görünmüyor.
- Without air, nothing could live.
- Havasız hiçbir şey yaşayamazdı.
- Nothing is more valuable than love.
- Hiçbir şey sevgiden daha değerli değildir.
- I know nothing about Linux.
- Linux'la ilgili hiçbir şey bilmem.
- Nothing will stop him.
- Onu hiçbir şey durdurmayacak.
- Nothing's going on.
- Hiçbir şey olmuyor.
- As long as you live nothing is final.
- Yaşadığın sürece hiçbir şey nihai değildir.
- We get nothing so cheaply as we want.
- Hiçbir şeyi istediğimiz kadar ucuza alamıyoruz.
- Nothing scares her.
- Hiçbir şey onu korkutmaz.
- Nothing will happen to her.
- Ona hiçbir şey olmayacak.
- Nothing is permanent in this wicked world - not even our troubles.
- Bu kötü dünyada hiçbir şey kalıcı değildir - dertlerimiz bile.
- Tom knew nothing about Mary.
- Tom, Mary hakkında hiçbir şey bilmiyordu.
- Tom had nothing to lose.
- Tom'un kaybedecek hiçbir şeyi yoktu.
- We looked, but saw nothing.
- Baktık ama hiçbir şey görmedik.
- I'm afraid of nothing.
- Hiçbir şeyden korkmuyorum.
- Nothing is final yet.
- Henüz hiçbir şey kesin değil.
- Nothing lasts forever.
- Hiçbir şey ebediyen sürmez.
- With the exception of virtue, nothing is more excellent than friendship.
- Erdem dışında hiçbir şey dostluktan daha mükemmel değildir.
- From nothing comes nothing.
- Hiçlikten hiçbir şey çıkmaz.
- It seems that nothing has happened.
- Görünüşe göre hiçbir şey olmamış.
- Nothing's going to change my love for you.
- Hiçbir şey sana olan aşkımı değiştiremez.
- I'm afraid there's nothing we can do.
- Korkarım yapabileceğimiz hiçbir şey yok.
- It's like nothing I've ever seen before.
- O daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor.
- I know nothing about music.
- Ben müzik hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing is as precious as love.
- Hiçbir şey sevgi kadar değerli değildir.
- You and I will have nothing between us.
- Senin ve benim aramda hiçbir şey olmayacak.
- Nothing in nature is useless.
- Doğada hiçbir şey işe yaramaz değildir.
- Nothing's good enough for her.
- Hiçbir şey onun için yeterince iyi değil.
- Men know nothing about women.
- Erkekler, kadınlar hakkında hiçbir şey bilmezler.
- Nothing comes easy for us.
- Bizim için hiçbir şey kolay değil.
- Nothing will ever change that.
- Hiçbir şey bunu değiştiremez.
- That's a subject I know nothing about.
- Bu, hakkında hiçbir şey bilmediğim bir konu.
- His acting left nothing to be desired.
- Oyunculuğunda arzu edilen hiçbir şey yoktu.
- Nothing else should matter.
- Başka hiçbir şeyin önemi yok.
- Nothing is being thrown away.
- Hiçbir şey çöpe atılmıyor.
- Nothing can be gained without effort.
- Çaba olmadan hiçbir şey kazanılamaz.
- Nothing is as it seems.
- Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
- There's nothing here for us.
- Burada bizim için hiçbir şey yok.
- Nothing is being thrown away.
- Hiçbir şey atılmıyor.
- Just try to act as if nothing has happened.
- Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalış.
- Tom pretended to know nothing about it.
- Tom hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandı.
- We looked out the window but saw nothing.
- Biz pencereden dışarı baktık ama hiçbir şey görmedik.
- Tom realized there was nothing he could do to help Mary.
- Tom, Mary'ye yardım etmek için yapabileceği hiçbir şey olmadığını fark etti.
- Nothing is strange.
- Hiçbir şey garip değildir.
- Nothing's broken.
- Hiçbir şey bozuk değil.
- Nothing can change that.
- Bunu hiçbir şey değiştiremez.
- Nothing else will fit in the trunk.
- Bagaja başka hiçbir şey sığmayacak.
- Nothing is faster than time.
- Hiçbir şey zamandan daha hızlı değildir.
- They have nothing.
- Onların hiçbir şeyi yok.
- Tom had nothing.
- Tom'un hiçbir şeyi yoktu.
- I had to make sure nothing went wrong.
- Hiçbir şeyin ters gitmediğinden emin olmalıydım.
- You buried nothing.
- Hiçbir şey gömmediniz.
- I deny nothing, but I doubt everything.
- Hiçbir şeyi inkar etmiyorum ama her şeyden şüphe ediyorum.
- Nothing made sense.
- Hiçbir şey mantıklı değildi.
- Nothing is more valuable than health.
- Hiçbir şey sağlıktan daha değerli değildir.
- Tom will stop at nothing to achieve his goal.
- Tom amacına ulaşmak için hiçbir şeyden vazgeçmeyecektir.
- I have nothing against Tom.
- Tom'a karşı hiçbir şeyim yok.
- Nothing can be taken for granted.
- Hiçbir şey sorgusuz sualsiz kabul edilemez.
- Drink everything up, so that nothing remains inside.
- Her şeyi iç, böylece içinde hiçbir şey kalmaz.
- Beyond that, I told Tom nothing.
- Bunun ötesinde, Tom'a hiçbir şey söylemedim.
- Nothing is wrong.
- Hiçbir şey yanlış değil.
- Her family, as a matter of fact, knew nothing about her friends.
- Aslına bakarsanız ailesi de arkadaşları hakkında hiçbir şey bilmiyordu.
- That was nothing.
- Bu hiçbir şeydi.
- We take nothing for granted.
- Hiçbir şeyi hafife almıyoruz.
- Tom had nothing to drink.
- Tom'un içecek hiçbir şeyi yoktu.
- There's nothing we can't do.
- Yapamayacağımız hiçbir şey yok.
- I have nothing to say with regard to that problem.
- Benim, o sorunla ilgili söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- He who makes no mistakes makes nothing.
- Hiç hata yapmayan biri hiçbir şey yapmayan biridir.
- Nothing is as difficult as explaining something difficult in a simple manner.
- Hiçbir şey zor bir şeyi basit şekilde açıklamak kadar zor değildir.
- It is often said that nothing is more precious than time.
- Sıklıkla hiçbir şeyin zamandan daha değerli olmadığı söylenir.
- I deny nothing, but I doubt everything.
- Hiçbir şeyi inkar etmiyorum, ama her şeyden şüphe ediyorum.
- Nothing's as important as peace.
- Hiçbir şey barış kadar önemli değildir.
- Nothing is final yet.
- Henüz hiçbir şey bitmiş değil.
- Tom had nothing more to lose.
- Tom'un kaybedecek başka hiçbir şeyi yoktu.
- There's nothing else I can do.
- Yapabileceğim başka hiçbir şey yok.
- There's nothing I want from you.
- Senden istediğim hiçbir şey yok.
- Nothing ever happens in this old village.
- Bu eski köyde hiçbir şey olmuyor.
- There's nothing that you can do about it.
- O konuda yapabileceğin hiçbir şey yok.
- Nothing is more contemptible than respect based on fear.
- Hiçbir şey korkuya dayalı saygıdan daha aşağılık değildir.
- Tom's suicide changes nothing.
- Tom'un intiharı hiçbir şeyi değiştirmez.
- Nothing disturbs her.
- Hiçbir şey onu rahatsız etmez.
- She has nothing.
- Hiçbir şeyi yok.
- I have nothing to complain about.
- Şikayet edecek hiçbir şeyim yok.
- You carried nothing.
- Sen hiçbir şey taşımadın.
- Nature does nothing uselessly.
- Doğa hiçbir şeyi boşuna yapmaz.
- We've got nothing to hide.
- Saklayacak hiçbir şeyimiz yok.
- There was absolutely nothing I could do to save Tom.
- Tom'u kurtarmak için yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
- Fadil told me nothing.
- Fadıl bana hiçbir şeyi söylemezdi.
- There was nothing left.
- Hiçbir şey kalmamıştı.
- Nothing scares us.
- Hiçbir şey bizi korkutmaz.
- They could see nothing.
- Hiçbir şey göremiyorlardı.
- You brought nothing back.
- Hiçbir şeyi geri getirmediniz.
- There was nothing left in the refrigerator.
- Buzdolabında hiçbir şey kalmamıştı.
- There's nothing inside.
- İçeride hiçbir şey yok.
- Nothing is more valuable than friendship.
- Hiçbir şey dostluktan daha değerli değildir.
- Nothing can stop me from doing that.
- Hiçbir şey bunu yapmamı engelleyemez.
- Tom is getting nothing.
- Tom hiçbir şey alamıyor.
- Nothing else is important to Tom.
- Tom için başka hiçbir şey önemli değil.
- Nothing came up.
- Hiçbir şey ortaya çıkmadı.
- I keep nothing from you.
- Senden hiçbir şey saklamıyorum.
- The right blamed the left and the left blamed the right and in the end nothing changed.
- Sağ solu suçladı, sol sağı suçladı ve sonunda hiçbir şey değişmedi.
- I got nothing to ask.
- Soracak hiçbir şeyim yok.
- Nothing else should matter.
- Başka hiçbir şey önemli olmamalı.
- They knew nothing.
- Hiçbir şey bilmiyorlardı.
- Nothing blew up!
- Hiçbir şey patlamadı!
- I know nothing about this project.
- Bu proje hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing really stands out.
- Hiçbir şey göze çarpmıyor.
- Nothing looks familiar.
- Hiçbir şey tanıdık gelmiyor.
- Nothing should be moved.
- Hiçbir şey taşınmamalı.
- I understood absolutely nothing.
- Hiçbir şey anlamadım.
- You've got nothing.
- Hiçbir şeyin yok.
- I paid nothing.
- Hiçbir şey ödemedim.
- I said nothing, and that made him angry.
- Hiçbir şey demedim ve bu onu kızdırdı.
- He tried hard, but achieved nothing.
- Çok çalıştı ama hiçbir şey başaramadı.
- I hope nothing has happened to Tom.
- Ben Tom'a hiçbir şey olmadığını umuyorum.
- I have nothing else in the world.
- Benim dünyada başka hiçbir şeyim yok.
- They had nothing.
- Hiçbir şeyleri yoktu.
- Since the beginning of humanity, nothing has changed and nothing will change.
- İnsanlığın başlangıcından beri hiçbir şey değişmedi ve hiçbir şey değişmeyecek.
- But we know nothing really; for truth lies deep down.
- Ama gerçekte hiçbir şey bilmiyoruz; çünkü gerçek derinlerde yatıyor.
- Nothing bothers him.
- Hiçbir şey onu rahatsız etmiyor.
- Nothing has been overlooked.
- Hiçbir şey gözden kaçmadı.
- We did everything that was possible, but nothing helped.
- Mümkün olan her şeyi yaptık ama hiçbir şey yardımcı olmadı.
- I want nothing to do with Tom.
- Tom'la hiçbir şey yapmak istemiyorum.
- Nothing really worked.
- Gerçekten hiçbir şey işe yaramadı.
- As regards the matter, I know nothing.
- Konuya ilişkin hiçbir şey bilmiyorum.
- He could make nothing of it.
- Hiçbir şey yapamadı.
- Nothing gave her greater pleasure than to watch her son growing up.
- Hiçbir şey ona oğlunun büyüdüğünü görmekten daha büyük bir zevk vermedi.
- Walt gives nothing to his family after his death.
- Walt ölümünden sonra ailesine hiçbir şey vermez.
- Nothing else really matters.
- Başka hiçbir şeyin önemi yok.
- Nothing would've made me happier.
- Hiçbir şey beni daha mutlu edemezdi.
- We've got nothing.
- Hiçbir şeyimiz yok.
- Without water, nothing could live.
- Su olmadan hiçbir şey yaşayamadı.
- I want to make sure nothing's broken.
- Hiçbir şeyin kırık olmadığından emin olmak istiyorum.
- Nothing is more sad than stupidity and apathy.
- Hiçbir şey aptallık ve ilgisizlik kadar üzücü olamaz.
- Tom gave Mary nothing.
- Tom Mary'e hiçbir şey vermedi.
- There's nothing on the table.
- Masada hiçbir şey yok.
- Nothing is more certain than death.
- Hiçbir şey ölümden daha kesin değildir.
- Nothing can stop it.
- Hiçbir şey onu durduramaz.
- Nothing can save them now.
- Artık hiçbir şey onları kurtaramaz.
- Nothing was wrong.
- Hiçbir şey yanlış değildi.
- She knew that she had nothing to lose.
- Kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını biliyordu.
- Nothing was very specific.
- Hiçbir şey çok belirgin değildi.
- Nothing prevents, when one has a wife, to have a mistress at the same time.
- İnsanın bir karısı olduğunda, aynı zamanda bir de metresi olmasını hiçbir şey engelleyemez.
- Have you learned nothing?
- Hiçbir şey öğrenmedin mi?
- I can hear nothing.
- Hiçbir şey duyamıyorum.
- Tom had nothing to eat.
- Tom'un yiyecek hiçbir şeyi yoktu.
- Nothing ever happens in that old village.
- O eski köyde asla hiçbir şey olmaz.
- Without you, I am nothing.
- Sen olmadan ben hiçbir şeyim.
- Nothing is beautiful but the truth.
- Gerçekten başka hiçbir şey güzel değildir.
- Nothing is so pleasant as traveling by air.
- Hiçbir şey uçakla seyahat etmek kadar hoş değildir.
- Tom could hear nothing at all.
- Tom hiçbir şey işitemedi.
- Nothing has changed for generations.
- Nesiller için hiçbir şey değişmedi.
- I understand absolutely nothing.
- Hiçbir şey anlamıyorum.
- Nothing can stop us from doing that.
- Hiçbir şey onu yapmamızı engelleyemez.
- There's nothing Tom can do that I can't do better.
- Tom'un yapıp da benim daha iyi yapamayacağım hiçbir şey yok.
- I have nothing to do with the accident, and I know nothing.
- Kazayla hiçbir ilgim yok ve hiçbir şey bilmiyorum.
- He explained that he knew nothing about the matter.
- Konu hakkında hiçbir şey bilmediğini açıkladı.
- I learnt nothing from the teacher.
- Öğretmenden hiçbir şey öğrenmedim.
- Tom knew there was nothing he could do to help Mary.
- Tom, Mary'ye yardım etmek için yapabileceği hiçbir şey olmadığını biliyordu.
- Dead men can accomplish nothing.
- Ölü insanlar hiçbir şey yapamazlar.
- That'll change nothing.
- Bu hiçbir şeyi değiştirmez.
- I ate absolutely nothing the whole day.
- Bütün gün hiçbir şey yemedim.
- There's nothing down here.
- Aşağıda hiçbir şey yok.
- He's promising us nothing.
- Bize hiçbir şey için söz vermiyor.
- Nothing has been sold yet.
- Henüz hiçbir şey satılmadı.
- Tom's problems are nothing compared to Mary's.
- Tom'un sorunları Mary'ninkilerle karşılaştırıldığında hiçbir şey.
- Nothing makes any difference.
- Hiçbir şey fark yaratmıyor.
- He who defends everything defends nothing.
- Her şeyi savunan hiçbir şeyi savunmaz.
- You caught nothing.
- Hiçbir şey yakalamadın.
- Nothing is permanent.
- Hiçbir şey kalıcı değildir.
- Nothing else matters.
- Başka hiçbir şey önemli değil.
- That means nothing to me.
- Bu benim için hiçbir şey ifade etmiyor.
- There's nothing that can stop us now.
- Artık bizi durdurabilecek hiçbir şey yok.
- In this world nothing can be said to be certain, except death and taxes.
- Bu dünyada ölüm ve vergiler dışında hiçbir şeyin kesin olduğu söylenemez.
- Nothing has no meaning.
- Hiçbir şeyin anlamı yok.
- Nothing in nature is useless.
- Doğada hiçbir şey yararsız değildir.
- Tom suspects nothing.
- Tom hiçbir şeyden şüphelenmiyor.
- Tom seemed to expect nothing.
- Tom hiçbir şey beklemiyor gibiydi.
- At present, nothing goes smoothly; the Females of the Family are united against me.
- Şu anda hiçbir şey yolunda gitmiyor; Ailenin Kadınları bana karşı birleşmiş durumda.
- Fear nothing.
- Hiçbir şeyden korkma.
- Nothing seems to make sense anymore.
- Artık hiçbir şey mantıklı gelmiyor.
- Thanks for nothing!
- Hiçbir şey yapmadığın için teşekkürler!
- There's nothing for you here.
- Burada senin için hiçbir şey yok.
- Nothing is as hard as a diamond.
- Hiçbir şey elmas kadar sert değildir.
- Layla paid attention to nothing.
- Leyla hiçbir şeye dikkat etmedi.
- Tom could feel nothing at all.
- Tom hiçbir şey hissetmiyordu.
- Sami said nothing.
- Sami hiçbir şey demedi.
- Nothing is as difficult as becoming a person.
- Hiçbir şey insan olmak kadar zor değildir.
- Nothing is going on.
- Hiçbir şey devam etmiyor.
- Nothing else has worked.
- Başka hiçbir şey çalışmadı.
- The pollster had nothing to eat.
- Anketörün yiyecek hiçbir şeyi yoktu.
- Nothing's broken.
- Hiçbir şey kırık değil.
- That'll change nothing.
- O hiçbir şeyi değiştirmeyecek.
- There's nothing interesting on the moon.
- Ay üzerinde ilginç hiçbir şey yok.
- Nothing's ever going to change.
- Hiçbir şey değişmeyecek.
- Nothing makes me happier than eating good food.
- Hiçbir şey beni iyi yemek yemek kadar mutlu edemez.
- It is very boring to have nothing to do.
- Yapacak hiçbir şeyin olmaması çok sıkıcı.
- You captured nothing.
- Sen hiçbir şey ele geçirmedin.
- There's nothing else to discuss.
- Tartışacak başka hiçbir şey yok.
- He is good for nothing.
- O hiçbir şeyde iyi değil.
- You'll get nothing.
- Hiçbir şey elde edemezsin.
- It changed nothing.
- Bu hiçbir şey değiştirmedi.
- I hope for nothing, I fear for nothing, I am free.
- Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.
- She had nothing to do yesterday.
- Dün yapacak hiçbir şeyi yoktu.
- I had nothing to say to her.
- Ona söyleyecek hiçbir şeyim yoktu.
- Nothing felt right.
- Hiçbir şey doğru gelmiyor.
- Tom heard nothing.
- Tom hiçbir şey duymadı.
- Nothing could be more frightening.
- Hiçbir şey daha korkutucu olamaz.
- There's nothing in my cup.
- Bardağımda hiçbir şey yok.
- Tom said he saw nothing.
- Tom hiçbir şey görmediğini söyledi.
- I will promise you nothing.
- Sana hiçbir şey için söz vermeyeceğim.
- Nothing will save this watch now, it's better to throw it away.
- Şimdi bu saati kurtaracak hiçbir şey yok, onu atmak daha iyi.
- Nothing is more important than time.
- Hiçbir şey zamandan daha önemli değildir.
- The camera recorded nothing.
- Kamera hiçbir şey kaydetmemiş.
- Are you sure there's nothing left?
- Hiçbir şey kalmadığına emin misin?
- As usual he brought me nothing.
- Her zamanki gibi bana hiçbir şey getirmedi.
- Nothing justifies their existence.
- Hiçbir şey onların varlığını haklı gösteremez.
- Tom knows nothing about Mary's family.
- Tom, Mary'nin ailesi hakkında hiçbir şey bilmiyor.
- Nothing will come of his plans.
- Planlarından hiçbir şey çıkmayacak.
- It's said that nothing is more precious than time.
- Hiçbir şeyin zamandan daha değerli olmadığı söylenir.
- This was a lame attempt to conceal the fact that the author of this sentence has nothing to say.
- Bu cümlenin yazarının söyleyecek hiçbir şeyi olmadığı gerçeğini gizlemek için ezikçe bir girişimdi bu.
- Nothing will stop his going.
- Hiçbir şey gitmesini engelleyemez.
- There's nothing illegal about that.
- O konuda yasadışı hiçbir şey yok.
- He activated nothing.
- O hiçbir şeyi harekete geçirmedi.
- There was absolutely nothing you could do about it.
- O konuda kesinlikle yapabileceğin hiçbir şey yoktu.
- That proves nothing.
- O hiçbir şeyi kanıtlamaz.
- Nothing else really matters.
- Başka hiçbir şey gerçekten önemli değil.
- I'm saying nothing.
- Hiçbir şey demiyorum.
- Nothing ever happens here.
- Burada asla hiçbir şey meydana gelmez.
- Nothing should prevent divorce.
- Hiçbir şey boşanmayı engellememeli.
- He has nothing.
- Onun hiçbir şeyi yok.
- You mean nothing at all to us.
- Bizim için hiçbir şey ifade etmiyorsun.
- You saw nothing.
- Hiçbir şey görmedin.
- Nothing is as important as peace.
- Hiçbir şey barış kadar önemli değildir.
- Nothing is as simple as it seems.
- Hiçbir şey göründüğü kadar basit değildir.
- Nothing bothers her.
- Hiçbir şey onu rahatsız etmiyor.
- There's nothing we can do now.
- Şu anda yapabileceğimiz hiçbir şey yok.
- Nothing is as important as compassion.
- Hiçbir şey merhamet kadar önemli değil.
- We got nothing done this morning.
- Bu sabah hiçbir şey yapmadık.
- To tell the truth, I know nothing about the matter.
- Doğruyu söylemek gerekirse, bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- I have nothing to do today.
- Bugün yapacak hiçbir şeyim yok.
- I have nothing in common with Tom.
- Tom'la ortak hiçbir şeyim yok.
- I've got nothing to do today.
- Bugün yapacak hiçbir şeyim yok.
- Do you have nothing to say?
- Söyleyecek hiçbir şeyin yok mu?
- Nothing else mattered to me.
- Başka hiçbir şey benim için önemli değildi.
- We must prepare so that we will regret nothing.
- Hiçbir şeyden pişman olmamak için hazırlanmalıyız.
- Nothing is as difficult as explaining something difficult in a simple manner.
- Hiçbir şey zor bir şeyi basit bir şekilde açıklamak kadar zor değildir.
- I only know that I know nothing.
- Sadece hiçbir şey bilmediğimi biliyorum.
- She looks as if nothing had happened to her.
- Sanki başına hiçbir şey gelmemiş gibi görünüyor.
- There's nothing I can do.
- Yapabileceğim hiçbir şey yok.
- If it were not for air and water, nothing could live.
- Hava ve su olmasaydı, hiçbir şey yaşayamazdı.
- Nothing can bring me down.
- Hiçbir şey beni yıkamaz.
- He activated nothing.
- O hiçbir şeyi etkinleştirmedi.
- Nothing worked for very long.
- Hiçbir şey uzun süre işe yaramadı.
- I'm beginning to think there's nothing we can do to help Tom.
- Tom'a yardım etmek için yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığını düşünmeye başlıyorum.
- I've got nothing you could use.
- Kullanabileceğin hiçbir şeyim yok.
- Tom said he felt nothing.
- Tom hiçbir şey hissetmediğini söyledi.
- Nothing can be better than that.
- Hiçbir şey bundan daha iyi olamaz.
- We know nothing.
- Biz hiçbir şey bilmiyoruz.
- Nothing comes easy.
- Hiçbir şey kolay olmuyor.
- Mary knows nothing.
- Mary hiçbir şey bilmiyor.
- You brought nothing back.
- Sen hiçbir şeyi geri getirmedin.
- I know absolutely nothing about that.
- Bu konuda hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing costs as much as what one gets for free.
- Hiçbir şey bedavaya elde edilen kadar pahalı değildir.
- Nothing I did helped.
- Yaptığım hiçbir şey işe yaramadı.
- Tom and Mary have nothing to do.
- Tom ve Mary'nin yapacak hiçbir şeyleri yok.
- It is no use your pretending that you know nothing.
- Hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmanın bir faydası yok.
- It goes without saying that nothing is more important than health.
- Hiçbir şeyin sağlıktan daha önemli olmadığını söylemeye gerek yoktur.
- Nothing is darker than a black hole.
- Hiçbir şey bir kara delikten daha karanlık değildir.
- Nothing could induce him to change his mind.
- Hiçbir şey onun fikrini değiştirmek için onu ikna edemez.
- Nothing can contribute more to peace of soul than the lack of any opinion whatsoever.
- Hiçbir şey ruhun huzuruna fikirsizlikten daha fazla katkıda bulunamaz.
- Nothing can survive in there.
- Orada hiçbir şey hayatta kalamaz.
- He's promising us nothing.
- O bize hiçbir şey için söz vermiyor.
- Have you learned nothing from your mistakes?
- Hatalarından hiçbir şey öğrenmedin mi?
- Tom had heard nothing about the accident.
- Tom kaza hakkında hiçbir şey duymamıştı.
- Nothing can stop it.
- Hiçbir şey bunu durduramaz.
- Nothing is as precious as friendship.
- Hiçbir şey arkadaşlık kadar değerli değildir.
- Believing everything is weakness, and believing nothing is foolishness.
- Her şeye inanmak zayıflık, hiçbir şeye inanmamak ise aptallıktır.
- He knows nothing about politics.
- Politika hakkında hiçbir şey bilmiyor.
- I will promise you nothing.
- Sana hiçbir şeyin sözünü vermeyeceğim.
- I know nothing about the occasion.
- Bu olay hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- They gave you nothing.
- Onlar sana hiçbir şey vermediler.
- Nothing changes.
- Hiçbir şey değişmez.
- There's nothing going on between us.
- Aramızda olan hiçbir şey yok.
- Nothing that Tom said was true.
- Tom'un söylediği hiçbir şey doğru değildi.
- There's nothing I could ever say that would make Tom change his mind.
- Söyleyebileceğim hiçbir şey Tom'un fikrini değiştiremez.
- Nothing can be better than that.
- Hiçbir şey ondan daha iyi olamaz.
- Have you nothing to say to me?
- Bana söyleyecek hiçbir şeyiniz yok mu?
- Nothing has been burned yet.
- Henüz hiçbir şey yanmadı.
- Tom has nothing on.
- Tom'un üzerinde hiçbir şey yok.
- He seems to know nothing about the matter.
- Konu hakkında hiçbir şey bilmiyor gibi.
- So far, they've found nothing.
- Şimdiye kadar hiçbir şey bulamadılar.
- Have I taught you nothing?
- Sana hiçbir şey öğretmedim mi?
- There's nothing any of us can do for Tom now except let him die with dignity.
- Onuruyla ölmesine izin vermek dışında, Tom için artık yapabileceğimiz hiçbir şey yok.
- Nothing is going to keep me from doing that.
- Hiçbir şey beni bunu yapmaktan alıkoyamaz.
- I'm sorry, but there's nothing I can do about it.
- Üzgünüm ama o konuda yapabileceğim hiçbir şey yok.
- Nothing's happened yet.
- Henüz hiçbir şey olmadı.
- You'll want for nothing while I am alive.
- Ben sağken hiçbir şeye muhtaç olmayacaksın.
- Walt gives nothing to his family after his death.
- Walt ölümünden sonra ailesine hiçbir şey vermedi.
- I saw nothing at all.
- Hiçbir şey görmedim.
- Nothing is more difficult than having something and then losing it.
- Hiçbir şey bir şeye sahip olmak ve sonra onu kaybetmekten daha zor değildir.
- Mary has nothing.
- Mary'nin hiçbir şeyi yok.
- This is a question about which I know nothing.
- Bu hakkında hiçbir şey bilmediğim bir soru.
- Nothing makes any sense.
- Hiçbir şey mantıklı değil.
- There's nothing in this box.
- Bu kutuda hiçbir şey yok.
- Without motivation, nothing can be achieved.
- Motivasyon olmadan hiçbir şey başarılamaz.
- It's been a while since I've been here, but nothing has changed.
- Buraya geldiğimden beri bir süre geçti ama hiçbir şey değişmedi.
- There's nothing on television.
- Televizyonda hiçbir şey yok.
- Tom suspects nothing.
- Tom hiçbir şeyden şüphelenmez.
- I knew nothing about your plan.
- Planın hakkında hiçbir şey bilmiyordum.
- I know nothing about economics.
- Ekonomi hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Men know nothing about women.
- Erkekler kadınlar hakkında hiçbir şey bilmiyor.
- There's nothing I can do to help you now.
- Şimdi sana yardım etmek için yapabileceğim hiçbir şey yok.
- Are you sure nothing's going to happen?
- Hiçbir şey olmayacağından emin misin?
- Nothing has gone right all day.
- Bütün gün hiçbir şey yolunda gitmedi.
- Tom had nothing to hide.
- Tom'un saklayacak hiçbir şeyi yoktu.
- Have you ever tried to think about nothing?
- Hiç hiçbir şey düşünmemeyi denedin mi?
- I learned nothing from the teacher.
- Öğretmenden hiçbir şey öğrenmedim.
- I looked but saw nothing.
- Baktım ama hiçbir şey görmedim.
- Nothing ever changes.
- Hiçbir şey değişmez.
- Nothing is going to keep me from doing that.
- Hiçbir şey bunu yapmamı engellemeyecek.
- You didn't see nothing.
- Hiçbir şey görmedin.
- Nothing in the room matches with anything else.
- Odadaki hiçbir şey başka bir şeyle eşleşmiyor.
- He had done everything to satisfy his beloved's desires, but nothing worked.
- Sevgilisinin arzularını tatmin etmek için her şeyi yapmıştı ama hiçbir şey işe yaramamıştı.
- With the exception of virtue, nothing is more excellent than friendship.
- Erdem haricinde hiçbir şey arkadaşlıktan daha mükemmel değildir.
- She looked around, but saw nothing.
- O etrafına baktı, ama hiçbir şey görmedi.
- Titles and honors mean nothing to me.
- Unvanlar ve onurlar benim için hiçbir şey ifade etmiyor.
- Nothing is decided yet.
- Henüz hiçbir şeye karar verilmedi.
- For three weeks, he ate nothing at all.
- Üç haftadır, o hiçbir şey yemedi.
- Nothing scares me.
- Beni hiçbir şey korkutamaz.
- They are worrying about nothing.
- Onlar hiçbir şey hakkında endişelenmiyorlar.
- Nothing's the matter.
- Hiçbir şey önemli değil.
- It's like nothing I've ever seen before.
- Bu daha önce şimdiye kadar gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor.
- Forgive everyone, forget nothing.
- Herkesi affet, hiçbir şeyi unutma.
- Nothing is what it seems.
- Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
- It's probably nothing.
- O muhtemelen hiçbir şey değil.
- Sami knew nothing about the Quran.
- Sami Kuran hakkında hiçbir şey bilmiyordu.
- They saw nothing.
- Hiçbir şey görmediler.
- Nothing's going to happen to Tom.
- Tom'a hiçbir şey olmayacak.
- Life is either a daring adventure or nothing.
- Hayat ya cesur bir macera ya da hiçbir şeydir.
- You captured nothing.
- Hiçbir şey yakalamadınız.
- Without air and water, nothing could live.
- Hava ve su olmasa, hiçbir şey yaşayamazdı.
- You broke nothing.
- Hiçbir şey kırmadınız.
- There's nothing you can do to help Tom.
- Tom'a yardım etmek için yapabileceğiniz hiçbir şey yok.
- Nothing scares Tom.
- Hiçbir şey Tom'u korkutmuyor.
- There remains nothing to be desired.
- Arzu edilecek hiçbir şey kalmadı.
- Nothing'll happen.
- Hiçbir şey olmayacak.
- Nothing can go wrong now.
- Artık hiçbir şey yanlış gidemez.
- Nothing is lost, nothing is created, everything is transformed.
- Hiçbir şey kaybolmaz, hiçbir şey yaratılmaz, her şey dönüşür.
- Tom seemed interested in nothing else.
- Tom başka hiçbir şeyle ilgilenmiyor gibiydi.
- I have nothing to boast about.
- Övünecek hiçbir şeyim yok.
- I think it's possible that there's nothing we can do.
- Bence yapabileceğimiz hiçbir şey olmaması mümkün.
- Nothing could be further from the truth.
- Hiçbir şey gerçeklerden daha uzak olamaz.
- There's nothing to fear.
- Korkacak hiçbir şey yok.
- There's nothing interesting on the Internet today.
- İnternette bugün ilginç hiçbir şey yok.
- Nothing's been changed.
- Hiçbir şey değişmemiş.
- After all, nothing remains forever.
- Sonuçta, hiçbir şey sonsuza kadar kalmaz.
- Nothing interests me anymore.
- Artık hiçbir şey beni ilgilendirmiyor.
- Nothing has been decided yet.
- Henüz hiçbir şeye karar verilmedi.
- Nothing is as important as compassion.
- Hiçbir şey merhamet kadar önemli değildir.
- Just try to act as if nothing has happened.
- Sadece hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalış.
- Tom has nothing you want.
- Tom'da senin istediğin hiçbir şey yok.
- Nothing had moved.
- Hiçbir şey hareket etmedi.
- He seems interested in nothing else.
- Başka hiçbir şeyle ilgilenmiyor.
- Nothing is going to stop me from doing that.
- Hiçbir şey bunu yapmamı engellemeyecek.
- Nothing is as beloved as what one does in vain.
- Hiçbir şey boşuna yapılanlar kadar sevilmez.
- Fadil told me nothing.
- Fadıl bana hiçbir şey anlatmadı.
- Tom claims that he knows nothing about that.
- Tom bu konuda hiçbir şey bilmediğini iddia ediyor.
- So far nothing has happened.
- Şu ana kadar hiçbir şey olmadı.
- Nothing is beyond your power.
- Hiçbir şey senin gücünün ötesinde değildir.
- Nothing's good enough for me.
- Hiçbir şey benim için yeterince iyi değil.
- We've got nothing in common.
- Ortak hiçbir şeyimiz yok.
- There's nothing I can do to help her.
- Ona yardım etmek için yapabileceğim hiçbir şey yok.
- Nothing interesting happens in this small town.
- Bu küçük kasabada ilginç hiçbir şey olmuyor.
- There's nothing you can do to help her.
- Ona yardım etmek için yapabileceğin hiçbir şey yok.
- My brother has nothing.
- Kardeşimin hiçbir şeyi yok.
- Nothing is more valuable than friendship.
- Hiçbir şey arkadaşlıktan daha değerli değildir.
- Nothing disturbs her.
- Hiçbir şey onu rahatsız etmiyor.
- Tom turned on the water faucet, but nothing came out.
- Tom su musluğunu açtı ama hiçbir şey çıkmadı.
- Nothing will make up for his past mistakes.
- Onun geçmişteki hatalarını hiçbir şey telafi etmeyecektir.
- I know nothing about Linux.
- Linux hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing scares her.
- Hiçbir şey onu korkutamaz.
- I said nothing about the matter.
- Konu hakkında hiçbir şey demedim.
- She had nothing to say about it.
- Bu konuda söyleyecek hiçbir şeyi yoktu.
- Tom will stop at nothing to achieve his goal.
- Tom amacına ulaşmak için hiçbir şeyden vazgeçmeyecek.
- Nothing is likely to be more effective than this.
- Hiçbir şeyin bundan daha etkili olması mümkün değil.
- Nothing will happen to him.
- Ona hiçbir şey olmayacak.
- She acted as if she knew nothing.
- Hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandı.
- Nothing would please him but I must do it myself.
- Hiçbir şey onu memnun edemez ama bunu kendim yapmalıyım.
- I have nothing to talk about.
- Hakkında konuşacak hiçbir şeyim yok.
- There's nothing we can do here.
- Burada yapabileceğimiz hiçbir şey yok.
- I've got nothing to lose.
- Kaybedecek hiçbir şeyim yok.
- It's probably nothing.
- Muhtemelen hiçbir şey.
- There's nothing to explain.
- Açıklanacak hiçbir şey yok.
- Nothing could have prepared Tom for what was about to happen.
- Hiçbir şey Tom'u olacaklara hazırlayamazdı.
- She means nothing to him.
- Onun için hiçbir şey ifade etmiyor.
- Nothing can be gained without effort.
- Çaba göstermeden hiçbir şey kazanılamaz.
- She paid nothing.
- O hiçbir şey ödemedi.
- Without effort, nothing is possible.
- Çaba sarf etmeden hiçbir şey mümkün değildir.
- Tom was walking in the park with nothing on his mind.
- Tom aklında hiçbir şey olmadan parkta yürüyordu.
- So far, they've found nothing.
- Şimdiye kadar, onlar hiçbir şey bulmadı.
- Nothing can stop Tom from doing that.
- Hiçbir şey Tom'u bunu yapmaktan alıkoyamaz.
- You borrowed nothing.
- Sen hiçbir şey ödünç almadın.
- I know nothing about him beyond what you told me.
- Bana anlattıklarının dışında onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Tom acts like nothing else matters.
- Tom başka hiçbir şey önemli değilmiş gibi davranıyor.
- Nothing but a miracle can save her now.
- Bir mucizeden başka hiçbir şey onu kurtaramaz.
- I thought nothing of it.
- Hiçbir şey düşünmedim.
- I keep nothing from you.
- Senden hiçbir şey gizlemiyorum.
- Nothing else matters.
- Başka hiçbir şeyin önemi yok.
- Nothing's perfect.
- Hiçbir şey mükemmel değildir.
- Nothing is more valuable than good health.
- Hiçbir şey iyi bir sağlıktan daha değerli değildir.
- Nothing can stop us.
- Hiçbir şey bizi durduramaz.
- We saw nothing.
- Hiçbir şey görmedik.
- Nothing is hurting me.
- Hiçbir şey canımı yakmıyor.
- There's nothing in there.
- Orada hiçbir şey yok.
- You people know nothing.
- Siz hiçbir şey bilmiyorsunuz.
- There's nothing you could've done to prevent that from happening.
- Bunun olmasını engellemek için yapabileceğin hiçbir şey yoktu.
- Pretend nothing's going on.
- Hiçbir şey olmamış gibi davran.
- Nothing will ever change here.
- Burada hiçbir şey değişmeyecek.
- There's nothing going on.
- Hiçbir şey olmuyor.
- Tom took nothing of value from Mary's room.
- Tom, Mary'nin odasından değerli hiçbir şey almadı.
- Nothing was given to me.
- Hiçbir şey bana verilmedi.
- Nothing is really guaranteed.
- Hiçbir şey gerçekten garanti edilmez.
- Nothing is as beloved as what one gets for free.
- Hiçbir şey bedavaya elde edilenler kadar sevilmez.
- Nothing came from that.
- Hiçbir şey bundan kaynaklanmadı.
- Nothing's really changed.
- Gerçekten hiçbir şey değişmedi.
- Tom claims he knows nothing about Mary.
- Tom Mary hakkında hiçbir şey bilmediğini iddia ediyor.
- Tom has nothing.
- Tom'un hiçbir şeyi yok.
- We want nothing from you.
- Sizden hiçbir şey istemiyoruz.
- Tom knows nothing about it.
- Tom bu konuda hiçbir şey bilmiyor.
- I have eaten nothing for the past three days.
- Son üç gündür hiçbir şey yemedim.
- Tom felt nothing.
- Tom hiçbir şey hissetmedi.
- He who is not satisfied with a little, is satisfied with nothing.
- Azla yetinmeyen, hiçbir şeyle yetinmez.
- Nothing seek, nothing find.
- Hiçbir şey aramazsan hiçbir şey bulmazsın.
- Nothing seemed to be working.
- Hiçbir şey işe yaramıyor gibi görünüyordu.
- I'm just an ordinary guy with nothing to lose.
- Ben sadece kaybedecek hiçbir şeyi olmayan sıradan bir adamım.
- They suspected nothing.
- Hiçbir şeyden şüphelenmediler.
- This means nothing to me.
- Bu benim için hiçbir şey ifade etmiyor.
- There's nothing here for you.
- Burada senin için hiçbir şey yok.
- Nothing else is important to Tom.
- Başka hiçbir şey Tom için önemli değil.
- Nothing has changed.
- Hiçbir şey değişmedi.
- They know nothing.
- Hiçbir şey bilmiyorlar.
- He knows nothing.
- Hiçbir şey bilmiyor.
- Nothing will help.
- Hiçbir şeyin faydası olmayacak.
- Tom has got nothing.
- Tom'un hiçbir şeyi yok.
- Nothing comes to mind.
- Akla hiçbir şey gelmiyor.
- There's nothing I want to say to you.
- Sana söylemek istediğim hiçbir şey yok.
- Nothing's good enough for us.
- Hiçbir şey bizim için yeterince iyi değil.
- I know nothing about him.
- Ben onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- She pretended that she knew nothing about it.
- Bu konuda hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandı.
- Tom pretended that he knew nothing about it.
- Tom hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandı.
- It is no use pretending you know nothing about it.
- Bu konuda hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmanın faydası yok.
- Nothing I said mattered.
- Söylediğim hiçbir şeyin önemi yoktu.
- Nothing is written on the helicopter.
- Helikopterin üzerinde hiçbir şey yazmıyor.
- Tom felt nothing except anger.
- Tom öfke dışında hiçbir şey hissetmedi.
- It is strange that he knows nothing about the matter.
- Bu konu hakkında hiçbir şey bilmemesi garip.
- He can see nothing without his glasses.
- Gözlükleri olmadan hiçbir şey göremiyor.
- Nothing's missing.
- Hiçbir şey eksik değil.
- I have nothing to say to him.
- Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- I've learnt nothing from the teacher.
- Öğretmenden hiçbir şey öğrenmedim.
- Without motivation, nothing can be achieved.
- Motivasyon olmadan, hiçbir şeye ulaşılamaz.
- Nothing is impossible for the gods.
- Tanrılar için hiçbir şey imkansız değildir.
- Nothing's good enough for Tom.
- Hiçbir şey Tom için yeterince iyi değil.
- Nothing makes Tom happy.
- Tom'u hiçbir şey mutlu etmez.
- There's nothing we can't accomplish.
- Başaramayacağımız hiçbir şey yok.
- Nothing is pleasant in life.
- Hayatta hiçbir şey hoş değildir.
- There's nothing to lose.
- Kaybedecek hiçbir şey yok.
- Nothing should be touched.
- Hiçbir şeye dokunulmamalı.
- We have nothing you want.
- İstediğiniz hiçbir şeyimiz yok.
- Nothing can surpass this.
- Hiçbir şey bunu geçemez.
- Nothing will ever change.
- Hiçbir şey asla değişmeyecek.
- Nothing's been touched.
- Hiçbir şeye dokunulmamış.
- Did Pakistani intelligence really know nothing about the terrorist's whereabouts?
- Pakistan istihbaratı teröristin nerede olduğu hakkında hiçbir şey bilmiyor muydu?
- Everything flows and nothing stays still.
- Her şey akıyor ve hiçbir şey sabit kalmıyor.
- I have nothing for you.
- Ben senin için hiçbir şeye sahip değilim.
- Lots of people are interested in cars, but they're really nothing to me.
- Birçok insan arabalara meraklıdır ama benim için hiçbir şey ifade etmiyorlar.
- She knows nothing about the birds and the bees.
- Kuşlar ve arılar hakkında hiçbir şey bilmiyor.
- I know nothing yet.
- Henüz hiçbir şey bilmiyorum.
- This tool is good for nothing.
- Bu alet hiçbir şeye yaramaz.
- Nothing is so pleasant as traveling by air.
- Hiçbir şey hava yoluyla seyahat etmek kadar keyifli değildir.
- Tom had nothing to drink yesterday.
- Tom'un dün içecek hiçbir şeyi yoktu.
- Nothing could be more fundamental.
- Hiçbir şey daha temel olamazdı.
- Don't pretend like nothing's wrong.
- Hiçbir şey yanlış değilmiş gibi davranma.
- I have nothing you want.
- İstediğin hiçbir şey yok bende.
- Nothing had really changed.
- Hiçbir şey gerçekten değişmedi.
- He was walking in the park with nothing on his mind.
- Aklında hiçbir şey olmadan parkta yürüyordu.
- Nothing is more important than friendship.
- Hiçbir şey dostluktan daha önemli değildir.
- I've heard nothing but good things about Tom.
- Tom hakkında iyi şeylerden başka hiçbir şey duymadım.
- Fadil found nothing.
- Fadıl hiçbir şey bulamadı.
- Nothing but a miracle can save her now.
- Artık onu bir mucizeden başka hiçbir şey kurtaramaz.
- Nothing can be hidden from me.
- Benden hiçbir şey saklanamaz.
- Nothing will ever separate us again.
- Bizi bir daha hiçbir şey ayıramayacak.
- I know nothing about music.
- Müzik hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- As you can see for yourselves, nothing has changed in this town after all these years.
- Sizin de görebileceğiniz gibi, yıllardan beri bu kasabada hiçbir şey değişmedi.
- We owe you nothing.
- Size hiçbir şey borçlu değiliz.
- Nothing was to be seen but water.
- Su dışında hiçbir şey görünmüyordu.
- There's really nothing to comment about.
- Gerçekten hakkında yorum yapılacak hiçbir şey yok.
- The happy young wife suspected nothing of it.
- Mutlu genç eş hiçbir şeyden şüphelenmedi.
- I know nothing about women.
- Ben kadınlar hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing scares him.
- Hiçbir şey onu korkutmaz.
- Nothing would make me happier than to see you happy.
- Hiçbir şey beni seni mutlu görmekten daha mutlu etmezdi.
- As long as you live nothing is final.
- Yaşadığın sürece hiçbir şey son değildir.
- There's nothing on TV.
- Televizyonda hiçbir şey yok.
- Nothing was happening between us.
- Aramızda hiçbir şey olmuyordu.
- Nothing is as pleasant as a walk in the morning.
- Hiçbir şey sabah yapılan bir yürüyüş kadar hoş değil.
- The highest form of ignorance is to reject something you know nothing about.
- Cahilliğin en yüksek formu, hakkında hiçbir şey bilmediği bir şeyi reddetmektir.
- Nothing is foolproof to a talented fool.
- Yetenekli bir aptal için hiçbir şey sağlam değildir.
- You've accomplished nothing.
- Sen hiçbir şeyi başarmadın.
- Nothing really matters.
- Hiçbir şey gerçekten önemli değil.
- I've got nothing to say to you.
- Sana söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- I have nothing to add.
- Benim ekleyecek hiçbir şeyim yok.
- He tried hard, but achieved nothing.
- O sıkı çalıştı ama hiçbir şey elde etmedi.
- I think it's possible that there's nothing we can do.
- Sanırım yapabileceğimiz hiçbir şey olmaması mümkün.
- We both pretended nothing had happened.
- İkimiz de hiçbir şey olmamış gibi davrandık.
- He has nothing.
- Hiçbir şeyi yok.
- Nothing will ever change.
- Hiçbir şey değişmeyecek.
- Nothing will happen to Tom.
- Tom'a hiçbir şey olmayacak.
- My brother has nothing.
- Erkek kardeşimin hiçbir şeyi yok.
- Nothing but peace can save the world.
- Barıştan başka hiçbir şey dünyayı kurtaramaz.
Show More (1171)
|
|
- There is virtually nothing moving on that front.
- Bu konuda neredeyse hiçbir gelişme yok.
- I have nothing further to say to the Council.
- Konseye söyleyecek başka bir şeyim yok.
- This amendment has nothing to do with stem cell research.
- Bu değişikliğin kök hücre araştırmaları ile hiçbir ilgisi yoktur.
- To say nothing of the totally failing defence effort on the European side.
- Avrupa tarafındaki savunma çabalarının tamamen başarısız olduğunu söylemeye bile gerek yok.
- Nothing but the Charter, in other words, the articles as they are and not as one might like them to be.
- Tüzükten başka bir şey yok, başka bir deyişle, maddeler olduğu gibi, birinin olmasını isteyebileceği gibi değil.
- It has nothing to do with contraception.
- Bunların doğum kontrolü ile bir ilgisi yok.
- This matter therefore has nothing to do with the draft directive at issue.
- Dolayısıyla bu konunun söz konusu taslak direktifle hiçbir ilgisi yoktur.
- This has nothing to do with making inland waters off limits; it is a move towards reducing costs.
- Bunun iç suları yasak hale getirmekle bir ilgisi yoktur; bu, maliyetleri azaltmaya yönelik bir hamledir.
- But that has nothing to do with the fact that southern African elephants should not be moved back into Appendix I.
- Ancak bunun Güney Afrika fillerinin Ek I'e geri alınmaması gerektiği gerçeğiyle hiçbir ilgisi yoktur.
- That is pandering to the lobby and has nothing to do with the cultural discrepancies that exist between our peoples.
- Bu lobiye yaranmaktır ve halklarımız arasında var olan kültürel farklılıklarla hiçbir ilgisi yoktur.
- That has nothing to do with this House.
- Bunun bu Meclis ile hiçbir ilgisi yok.
- Have nothing to do with this, Prime Minister!
- Bununla hiçbir ilginiz yok Sayın Başbakan!
- I have nothing further to add.
- Ekleyeceğim başka bir şey yok.
- This has nothing to do with reality.
- Bunun gerçeklikle hiçbir ilgisi yok.
- As others have already said, these death sentences have absolutely nothing to do with the war on terrorism.
- Diğerlerinin de daha önce söylediği gibi, bu idam cezalarının terörizmle savaşla hiçbir ilgisi yoktur.
- Stating this fact has nothing to do with a sense of moral superiority or anti-American sentiment.
- Bu gerçeği ifade etmenin ahlaki bir üstünlük duygusu ya da Amerikan karşıtlığı ile hiçbir ilgisi yoktur.
- Agreeing to take on these burdens is simple and costs nothing.
- Bu yükleri üstlenmeyi kabul etmek basittir ve hiçbir maliyeti yoktur.
- That is what can be said, and I think that everyone understands what is meant, and I have nothing to add.
- Söylenebilecek olan budur ve herkesin ne demek istendiğini anladığını düşünüyorum ve ekleyecek bir şeyim yok.
- The above comments are nothing to do with health and safety, issues which all of us recognise as important.
- Yukarıdaki yorumların, hepimizin önemli olduğunu kabul ettiği sağlık ve güvenlik konularıyla hiçbir ilgisi yoktur.
- There is, in principle, nothing new about what we are discussing today.
- Prensipte, bugün tartıştığımız konuda yeni bir şey yok.
- That has nothing to do with rights.
- Bunun haklarla hiçbir ilgisi yoktur.
- This responsibility belongs to the sovereign States and Community procedures have nothing to do with this area.
- Bu sorumluluk egemen Devletlere aittir ve Topluluk prosedürlerinin bu alanla hiçbir ilgisi yoktur.
- This is nothing to do with the precautionary principle.
- Bunun ihtiyatlılık ilkesi ile hiçbir ilgisi yoktur.
- The school books are nothing to write home about.
- Okul kitapları hakkında yazılacak bir şey yok.
- There is really nothing I can add to that.
- Benim buna ekleyebileceğim bir şey yok.
- The registration requirements in Directive 2001/18 have nothing to do with the marketing of conventional seed.
- 2001/18 sayılı Direktifte yer alan tescil gerekliliklerinin konvansiyonel tohumun pazarlanmasıyla hiçbir ilgisi yoktur.
- Mr Bowis has already described the situation in Uzbekistan, and I have nothing to add.
- Sayın Bowis Özbekistan'daki durumu zaten anlattı, benim ekleyeceğim bir şey yok.
- They therefore have nothing to do with this directive.
- Dolayısıyla bunların bu yönerge ile hiçbir ilgisi yoktur.
- The positions we advocate have nothing to do with subversion.
- Savunduğumuz pozisyonların yıkıcılıkla hiçbir ilgisi yoktur.
- There is of course nothing wrong with the Internet.
- Elbette internetle ilgili yanlış bir şey yok.
- But that has nothing to do with adjustments to the amounts.
- Ancak bunun miktarlardaki ayarlamalarla hiçbir ilgisi yoktur.
- This has absolutely nothing to do with anti-Semitism.
- Bunun antisemitizmle kesinlikle hiçbir ilgisi yoktur.
- That has nothing to do with this House.
- Bunun, bu Meclis ile hiçbir ilgisi yok.
- This need have nothing whatever to do with the current English High Court proceedings.
- Bunun mevcut İngiliz Yüksek Mahkemesi yargılamaları ile hiçbir ilgisi yoktur.
- It has nothing to do with enhancing the security of our citizens.
- Bunun vatandaşlarımızın güvenliğini arttırmakla hiçbir ilgisi yoktur.
- It has nothing to do with Islam or the Koran.
- Bunun İslam ya da Kuran ile hiçbir ilgisi yoktur.
- These issues have nothing to do with the transposition of the Cartagena Protocol into Community law.
- Bu konuların Cartagena Protokolü'nün Topluluk hukukuna aktarılmasıyla hiçbir ilgisi yoktur.
- Kosovo has got nothing at all to do with Macedonia and Iraq.
- Kosova'nın Makedonya ve Irak ile hiçbir ilgisi yoktur.
- There is essentially nothing surprising about the situation today.
- Bugünkü durumda aslında şaşırtıcı bir şey yok.
- I have nothing different to say about it in private than I have said in public.
- Bu konuda özel olarak söyleyeceğim, kamuoyu önünde söylediklerimden farklı bir şey yok.
- It has nothing to do with Islam or the Koran.
- İslam'la ya da Kuran'la hiçbir ilgisi yok.
- It has nothing to do with contraception.
- Doğum kontrolü ile hiçbir ilgisi yoktur.
- This is extraordinary and wage rises had nothing whatsoever to do with it.
- Bu olağanüstü bir durum ve ücret artışlarının bununla hiçbir ilgisi yok.
- As far as the position of one Member State is concerned, the Commission has nothing further to add.
- Bir Üye Devletin tutumu söz konusu olduğunda Komisyonun ekleyeceği başka bir şey yoktur.
- As everyone is in agreement, I have nothing more to add.
- Herkes hemfikir olduğuna göre, ekleyecek başka bir şeyim yok.
- It has nothing to do with enhancing the security of our citizens.
- Vatandaşlarımızın güvenliğini arttırmakla hiçbir ilgisi yoktur.
- I know nothing about this, though, and he has not even been invited.
- Gerçi bu konuda hiçbir bilgim yok ve kendisi davet bile edilmedi.
- This has nothing to do with the effectiveness of a Council Presidency, but exclusively with the structures.
- Bunun Konsey Başkanlığının etkinliğiyle bir ilgisi yoktur, sadece yapılarla ilgilidir.
- GDP growth has nothing to do with sustainability.
- GSYİH büyümesinin sürdürülebilirlikle hiçbir ilgisi yoktur.
- So the workers have nothing to expect from the much-publicised insurance card.
- Dolayısıyla, işçilerin çok tartışılan sigorta kartından bir beklentisi yok.
- The present debate has nothing at all to do with that.
- Mevcut tartışmanın bununla hiçbir ilgisi yoktur.
- There is therefore nothing to abrogate.
- Dolayısıyla yürürlükten kaldırılacak bir şey yok.
- This has nothing to do with international negotiations on services.
- Bunun hizmetlere ilişkin uluslararası müzakerelerle hiçbir ilgisi yoktur.
- There is really nothing more to be said about that matter at present.
- Şu anda bu konu hakkında söylenecek başka bir şey yok.
- It is therefore nothing to do with national thinking only.
- Dolayısıyla bunun sadece ulusal düşünceyle bir ilgisi yoktur.
- So the workers have nothing to expect from the much-publicised insurance card.
- Dolayısıyla işçilerin çok tartışılan sigorta kartından bir beklentisi yok.
- This has nothing to do with the humiliation of Balkan citizens to which the rapporteur refers.
- Bunun, raportörün atıfta bulunduğu Balkan vatandaşlarının aşağılanmasıyla hiçbir ilgisi yoktur.
- That goes back six years and nothing has changed.
- Bu altı yıl öncesine dayanıyor ve değişen bir şey yok.
- As regards Turkey, I have nothing to add, apart from a consideration which I feel I must point out to the House.
- Türkiye ile ilgili olarak, Meclise belirtmem gerektiğini düşündüğüm bir husus dışında ekleyeceğim bir şey yok.
- There is absolutely nothing new here.
- Burada kesinlikle yeni bir şey yok.
- Surely this has nothing to do with the ideas we are trying to put across.
- Elbette bunun anlatmaya çalıştığımız fikirlerle hiçbir ilgisi yok.
- The registration requirements in Directive 2001/18 have nothing to do with the marketing of conventional seed.
- 2001/18 sayılı Direktifte yer alan kayıt gerekliliklerinin geleneksel tohumun pazarlanmasıyla hiçbir ilgisi yoktur.
- There are numerous proposals here and there, but nothing more.
- Burada ve orada çok sayıda teklif var, ancak daha fazlası yok.
- Malta, for which I am the Socialist Group's shadow rapporteur, has nothing to fear.
- Sosyalist Grubun gölge raportörü olduğum Malta'nın korkacak bir şeyi yok.
- This has nothing to do with science.
- Bunun bilimle hiçbir ilgisi yok.
- I have nothing further to add, because that covers a great many issues.
- Ekleyecek başka bir şeyim yok, çünkü bu pek çok konuyu kapsıyor.
- The President-in-Office had nothing of substance to say.
- Dönem Başkanı'nın söyleyecek önemli bir şeyi yoktu.
- Much has been made of women's rights in Afghanistan, but as I said , nothing has changed.
- Afganistan'da kadın hakları konusunda çok şey yapıldı ama dediğim gibi değişen bir şey yok.
- Politics in China have nothing in common with the spirit of the Olympic Games.
- Çin'deki siyasetin Olimpiyat Oyunları ruhuyla hiçbir ortak yanı yoktur.
- The people of the candidate countries therefore have nothing positive to expect as regards their vital interests.
- Dolayısıyla aday ülkelerin halklarının yaşamsal çıkarları açısından olumlu hiçbir beklentileri yoktur.
- This is a tragedy, it has nothing to do with security.
- Bu bir trajedi, bunun güvenlikle hiçbir ilgisi yok.
- This has nothing to do with deregulation, liberalisation or privatisation.
- Bunun deregülasyon, liberalizasyon ya da özelleştirme ile hiçbir ilgisi yoktur.
- That has nothing to do with offering slots.
- Bunun slot teklif etmekle hiçbir ilgisi yok.
- I have nothing further to add.
- Ekleyecek başka bir şeyim yok.
- This is a tragedy, it has nothing to do with security.
- Bu bir trajedidir ve güvenlikle hiçbir ilgisi yoktur.
- It is a European pilot project, and has nothing in common with the US model.
- Bu bir Avrupa pilot projesidir ve ABD modeliyle hiçbir ortak yanı yoktur.
- Like I said, it's nothing serious as of yet.
- Dediğim gibi henüz ciddi bir durum yok.
- I told you, nothing in particular.
- Sana söyledim, özel bir şey yok.
- What happened today was nothing short of a coup.
- Bugün olanların darbeden farkı yoktu.
- Like I said, it's nothing serious as of yet.
- Dediğim gibi, henüz önemli bir durum yok.
- What happened today was nothing short of a coup.
- Bugün olanların darbeden hiçbir farkı yoktu.
- A few girlfriends, nothing serious.
- Birkaç kız arkadaş falan, ciddi bir şey yok.
- What happened in that room means nothing in the real world.
- O odada olanların gerçek dünyada hiçbir anlamı yok.
- The cycle repeats, nothing new here.
- Bu süreç devam ediyor, burada yeni bir durum yok.
- No, we're out for a lovely walk, nothing suspicious about that.
- Hayır, güzel bir yürüyüşe çıktık, bunda şüpheli bir şey yok.
- The cycle repeats, nothing new here.
- Döngü tekrarlanıyor, burada yeni bir şey yok.
- There's nothing inside of you that knows what that meant.
- Bunun ne anlama geldiğinden şu kadarcık haberiniz yok.
- What happened in that room means nothing in the real world.
- O odada yaşananların gerçek dünyada hiçbir anlamı yok.
- Well, since I have nothing to tell you.
- E madem size söyleyecek bir şeyim yok.
- No, we're out for a lovely walk, nothing suspicious about that.
- Hayır, hoş bir yürüyüşe çıktık, bunda şüpheli bir durum yok.
- When signing the protocols nothing of the kind was seen at all.
- Protokoller imzalandığı zaman da bu tarz bir durum yoktu.
- The cycle repeats, nothing new here.
- Döngü tekrar ediyor, burada yeni bir şey yok.
- It's a chronic condition and probably nothing serious.
- Bu kronikleşmiş bir durum ve muhtemelen ciddi bir mesele yoktur.
- You are standing on an abyss; nothing can be done.
- Bir uçurumun üzerinde duruyorsun; yapılacak bir şey yok.
- Nothing ticked off my mom more than having people come into the house with dirty shoes.
- İnsanların eve kirli ayakkabılarla girmesi kadar annemi kızdıran başka bir şey yoktur.
- Pivotal point in space and perspective meant nothing.
- Uzaydaki ve perspektifteki dönüm noktasının hiçbir anlamı yoktu.
- Therefore, nothing is more satisfying than being forgiven after a mistake.
- Bu nedenle, bir hata sonrası affedilmek kadar tatmin edici bir durum yoktur.
- Look, all of this means nothing if you're alone.
- Bak, eğer yalnızsan bütün bunların hiçbir anlamı yok.
- There's nothing to stop us from being together.
- Beraber olmamızı engelleyecek bir durum yok ortada.
- There's nothing inside of you that knows what that meant.
- Bunun ne anlama geldiğini zerre kadar bildiğiniz yok.
- This one has no power anywhere, therefore means nothing.
- Bunun hiçbir yerde tesiri yok, dolayısıyla hiçbir anlamı da yok.
- Well, since I have nothing to tell you.
- Madem sana söyleyecek bir şeyim yok.
- Like I said, it's nothing serious as of yet.
- Dediğim gibi, henüz ciddi bir şey yok.
- I hope it's nothing too dangerous.
- Umarım fazla tehlikeli bir durum yoktur.
- Look, all of this means nothing if you're alone.
- Bakın, eğer yalnızsanız tüm bunların hiçbir anlamı yok.
- Whatever I do, it's nothing for you.
- Ne yaparsam yapayım, senin için bir anlamı yok.
- On the other hand, there's nothing unusual about a retainer.
- Öte yandan, bir hizmetçide olağandışı bir yön yok.
- Take them to school, check their homework, nothing.
- Onları okula götürün, ödevlerini kontrol edin, başka şey yok.
- No, we're out for a lovely walk, nothing suspicious about that.
- Hayır, güzel bir yürüyüşe çıktık, bunda şüphelenilecek bir şey yok.
- This does nothing to help economic growth.
- Bunun ekonomik büyümeye hiçbir faydası yoktur.
- I told you, nothing in particular.
- Size söyledim, özel bir durum yok.
- There's nothing I wouldn't say I like more than the black market.
- Karaborsadan daha çok sevdiğim bir şey yok.
- On the other hand, there's nothing unusual about a retainer.
- Diğer taraftan, uşak konusunda olağandışı bir durum yok.
- I told you, nothing in particular.
- Söyledim sana, özel bir durum yok.
- On the other hand, there's nothing unusual about a retainer.
- Öte yandan, hizmetlide olağandışı bir şey yok.
- There's nothing I like more than spaghetti.
- Spagettiden daha çok sevdiğim bir şey yok.
- That's nothing, don't worry.
- Bir şey yok, merak etme.
- There's nothing to do.
- Yapacak bir şey yok.
- It meant nothing.
- Hiçbir anlamı yok.
- You and I have nothing to talk about.
- Senin ve benim hakkında konuşacak bir şeyimiz yok.
- I've got nothing more to say.
- Söyleyecek başka bir şeyim yok.
- There's nothing else in the box.
- Kutuda başka bir şey yok.
- I have nothing to say to them.
- Onlara söyleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing wrong with the way you look.
- Görünüşünde yanlış bir şey yok.
- Tom and I have nothing to hide.
- Tom ve benim saklayacak bir şeyimiz yok.
- Dreaming costs nothing.
- Hayal kurmanın hiçbir maliyeti yok.
- There's nothing to understand.
- Anlaşılacak bir şey yok.
- Beauty without goodness is worth nothing.
- İyilik olmadan güzelliğin hiçbir değeri yoktur.
- There's nothing more we can do.
- Yapabileceğimiz daha fazla bir şey yok.
- If what Tom told me is true, then we have nothing to worry about.
- Tom'un bana söylediği doğruysa, endişelenecek bir şey yok.
- There's nothing more expensive than love.
- Aşktan daha pahalı bir şey yoktur.
- I have nothing else to say.
- Söyleyecek başka bir şeyim yok.
- There's nothing out there.
- Orada bir şey yok.
- There's nothing to do, so I may as well watch television.
- Yapacak bir şey yok, o yüzden televizyon izleyeyim bari.
- There's nothing to worry about.
- Endişelenecek bir şey yok.
- There's nothing more you can do here.
- Burada yapabileceğin daha fazla bir şey yok.
- I have nothing to write.
- Yazacak bir şeyim yok.
- Nothing is as precious as friendship.
- Arkadaşlık kadar değerli bir şey yoktur.
- I have nothing to say about that.
- Bu konuda söyleyecek bir şeyim yok.
- I have nothing to worry about.
- Hakkında endişelenecek bir şeyim yok.
- Tom had nothing better to do.
- Tom'un yapacak daha iyi bir şeyi yoktu.
- Without fingerprints, the police had nothing to go on.
- Parmak izleri olmadan polisin elinde devam edecek bir şey yoktu.
- I have nothing to do with it.
- Benim bununla bir ilgim yok.
- There's nothing fun about that.
- Bunda eğlenceli bir şey yok.
- There's nothing I fear more.
- Daha fazla korktuğum bir şey yok.
- That has nothing to do with it.
- Bunun onunla bir ilgisi yok.
- I'm glad to see you, but there's nothing you can do here.
- Seni gördüğüme sevindim ama burada yapabileceğin bir şey yok.
- That means nothing.
- Bunun hiçbir anlamı yok.
- I have nothing to tell you for the moment.
- Şu an için söyleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing we need to do.
- Yapmamız gereken bir şey yok.
- I have nothing to do with the affair.
- Bu olayla hiçbir ilgim yok.
- Tom and Mary have almost nothing in common.
- Tom ve Mary'nin neredeyse hiçbir ortak noktası yok.
- There's nothing wrong with this law.
- Bu yasada yanlış bir şey yok.
- Tom had nothing to eat yesterday.
- Tom'un dün yiyecek bir şeyi yoktu.
- We have absolutely nothing to gain.
- Kesinlikle kazanacak bir şeyimiz yok.
- Nothing was to be seen but water.
- Sudan başka görülecek bir şey yoktu.
- I've got nothing to give you.
- Sana verecek bir şeyim yok.
- I have nothing to confess.
- İtiraf edecek bir şeyim yok.
- I have nothing more to say.
- Söyleyecek başka bir şeyim yok.
- There's nothing worse than loneliness.
- Yalnızlıktan daha kötü bir şey yok.
- I had nothing to do with the matter.
- Konuyla hiçbir ilgim yoktu.
- He has nothing in common with her.
- Onun onunla hiçbir ortak yanı yok.
- I had nothing to say to them.
- Onlara söyleyecek bir şeyim yoktu.
- We had nothing to talk about.
- Konuşacak bir şeyimiz yoktu.
- Tom has nothing to do.
- Tom'un yapacak bir şeyi yok.
- The pollster had nothing to eat.
- Anketörün yiyecek bir şeyi yoktu.
- Tom has nothing better to do right now.
- Tom'un şu anda yapacak daha iyi bir şeyi yok.
- There's nothing wrong with you.
- Senin hiçbir sorunun yok.
- There's nothing more fun for me to do than to talk with him.
- Benim için onunla konuşmaktan daha eğlenceli bir şey yok.
- I have nothing else to add to that.
- Buna ekleyecek başka bir şeyim yok.
- I have nothing to report so far.
- Şu ana kadar rapor edecek bir şeyim yok.
- I have nothing to do with the matter.
- Bu konuyla hiçbir ilgim yok.
- There's nothing out of the ordinary.
- Olağan dışı bir şey yok.
- He had nothing to do with it.
- Onun onunla bir ilgisi yoktu.
- You've got nothing to be ashamed of.
- Utanacak bir şeyin yok.
- What you're saying now has nothing to do with the question.
- Şu anda söylediğinin soru ile bir ilgisi yok.
- There's nothing more Tom can say.
- Tom'un söyleyebileceği başka bir şey yok.
- There's nothing over there.
- Orada da bir şey yok.
- There's nothing going on between us.
- Aramızda devam eden bir şey yok.
- I had nothing to do with that problem.
- Bu sorunla hiçbir ilgim yoktu.
- It's nothing, don't be afraid!
- Bir şey yok, korkma!
- You have nothing to apologize for.
- Özür dileyecek bir şeyin yok.
- I've got nothing against you.
- Sana karşı bir şeyim yok.
- He had nothing to do with it.
- Onun hiçbir ilgisi yok.
- They had nothing.
- Onların bir şeyi yoktu.
- Tom has nothing else to do.
- Tom'un yapacak başka bir şeyi yok.
- That has nothing to do with what you just said.
- Bunun söylediklerinle hiçbir alakası yok.
- When he opened the door he had nothing on but the TV.
- Kapıyı açtığında televizyondan başka bir şey yoktu.
- Do you think she has nothing to do with the affair?
- Sizce ilişkiyle hiçbir ilgisi yok mu?
- There's nothing wrong with it.
- Bunda yanlış bir şey yok.
- It had nothing to do with us.
- Bizimle hiçbir ilgisi yoktu.
- Layla had nothing to do with it.
- Layla'nın bununla hiçbir ilgisi yoktu.
- I have nothing to do with that.
- Onunla bir ilgim yok.
- I have nothing to say against it.
- Onun aleyhinde söyleyecek bir şeyim yok.
- That has nothing to do with him.
- Bunun onunla ilgisi yok.
- They have nothing in common with the older generation.
- Eski nesil ile hiçbir ortak noktaları yok.
- I'd like nothing better than to do that.
- Bunu yapmaktan daha çok istediğim bir şey yok.
- Tom and Mary have nothing to eat.
- Tom ve Mary'nin yiyecek bir şeyleri yok.
- This has nothing to do with what we were talking about.
- Bunun konuştuğumuz şeyle hiçbir ilgisi yok.
- There's nothing to be worried about.
- Endişelenecek bir şey yok.
- I've got nothing more to say.
- Söyleyecek daha fazla bir şeyim yok.
- There's nothing I can tell you.
- Size söyleyebileceğim bir şey yok.
- I had nothing to do with this.
- Bununla bir ilgim yoktu.
- You know nothing.
- Bir şey bildiğin yok.
- There's nothing else we can do here.
- Burada yapabileceğimiz başka bir şey yok.
- He had nothing to do with the case.
- Onun olayla bir ilgisi yoktu.
- There's nothing to be done about it.
- Onunla ilgili yapılacak bir şey yok.
- There's nothing better than a few bottles of good red wine drunk with good friends.
- İyi arkadaşlarla içilen birkaç şişe iyi kırmızı şaraptan iyisi yoktur.
- Tom had nothing to do with the robbery.
- Tom'un soygun ile ilgisi yoktu.
- There's nothing in this box.
- Bu kutuda bir şey yok.
- It has nothing to do with that.
- Onunla hiçbir ilgisi yok.
- I have nothing particular to do now.
- Şu anda yapacak özel bir şeyim yok.
- It is nothing to me.
- Onunla bir ilgim yok.
- We really had nothing to lose.
- Bizim gerçekten kaybedecek bir şeyimiz yoktu.
- We have nothing to eat.
- Yiyecek bir şeyimiz yok.
- I have nothing to do at the moment.
- Şu anda yapacak işim yok.
- I'm glad to see you, but there's nothing you can do here.
- Sizi gördüğüme sevindim ama burada yapabileceğiniz bir şey yok.
- There's nothing else to eat.
- Yiyecek başka bir şey yok.
- I've nothing to do today.
- Bugün yapacak bir şeyim yok.
- I understand your concerns but I have nothing to do about it.
- Ben senin endişelerini anlıyorum ama bu konuda yapacak bir şeyim yok.
- It has nothing to do with Tom.
- Tom'la bir ilgisi yok.
- There's nothing worse than hunger.
- Açlıktan daha kötü bir şey yoktur.
- Nothing new on the Western Front.
- Batı Cephesi'nde yeni bir şey yok.
- It's probably nothing, but, again, you better talk to your doctor.
- Muhtemelen önemli bir şey yoktur ama yine de doktorunla konuşsan iyi edersin.
- There's nothing I wouldn't do for Tom.
- Tom için yapmadığım bir şey yok.
- We've got nothing to prove.
- Kanıtlayacak bir şeyimiz yok.
- He looks nothing like a doctor.
- Doktora benzer bir tarafı yoktu.
- I have nothing to say to him.
- Ona söyleyecek bir şeyim yok.
- It had nothing to do with this.
- Bununla hiçbir ilgisi yok.
- There's nothing they can do.
- Onların yapabileceği bir şey yok.
- Tom had nothing to do with what happened here.
- Tom'un burada olanlarla hiçbir ilgisi yoktu.
- There's nothing wrong with renting.
- Kira ile ilgili yanlış bir şey yok.
- There's nothing much to tell.
- Anlatacak fazla bir şey yok.
- Tom had nothing to do with the scandal.
- Tom'un skandalla hiçbir ilgisi yoktu.
- We've got nothing to hide.
- Saklayacak bir şeyimiz yok.
- There's nothing for us to do here.
- Burada yapacağımız bir şey yok.
- There's nothing to stop us now.
- Artık bizi durduracak bir şey yok.
- I had nothing to do with that situation.
- Bu durumla hiçbir ilgim yoktu.
- There's nothing better than that.
- Ondan daha iyi bir şey yok.
- He has nothing to complain about.
- Yakınmak için hiçbir nedeni yok.
- There's nothing to be scared of.
- Korkacak bir şey yok.
- This has nothing to do with what happened here last week.
- Bunun geçen hafta burada olanlarla bir ilgisi yok.
- You've nothing to worry about.
- Endişelenecek bir şey yok.
- I had nothing else to do.
- Yapacak başka bir şeyim yoktu.
- We really have nothing to lose.
- Gerçekten kaybedecek bir şeyimiz yok.
- This has nothing to do with that.
- Bunun onunla bir ilgisi yok.
- I've got nothing to report.
- Rapor edecek bir şeyim yok.
- I had nothing to do with that incident.
- O olayla hiçbir alakam yoktu.
- We have nothing in common.
- Hiçbir ortak noktamız yok.
- You have nothing to hide, do you?
- Saklayacak bir şeyin yok, değil mi?
- I have nothing particular to do.
- Yapacak belirli bir şeyim yok.
- There's nothing romantic between us.
- Aramızda romantik bir şey yok.
- There's nothing else I can do for you.
- Senin için yapabileceğim başka bir şey yok.
- She had nothing to do yesterday.
- Onun dün yapacak bir şeyi yoktu.
- You have nothing to fear but fear itself.
- Korkacak bir şeyin yok, korkunun kendisi hariç.
- We have nothing to talk about.
- Konuşacak bir şeyimiz yok.
- I thought I had nothing to lose.
- Kaybedecek bir şeyim yok sanmıştım.
- Good words are worth a lot, but cost almost nothing.
- İyi sözler çok değerlidir , ama neredeyse hiçbir maliyeti yoktur.
- You've got nothing to be scared of.
- Korkacak bir şey yok.
- There's nothing suspicious about that.
- Bunda şüpheli bir şey yok.
- You have nothing to be ashamed of.
- Utanacak bir şey yok.
- It has nothing to do with luck.
- Şansla hiçbir ilgisi yok.
- Tom has nothing to lose.
- Tom'un kaybedecek bir şeyi yok.
- Tom has nothing better to do right now.
- Tom'un şu anda yapacak daha iyi bir işi yok.
- There's nothing I wouldn't do for Tom.
- Tom için yapamayacağım şey yok.
- I've got nothing to say to Tom.
- Tom'a söyleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing more I can do for Tom.
- Tom için yapabileceğim daha fazla bir şey yok.
- Tom has got nothing.
- Tom'un bir şeyi yok.
- This has nothing to do with your question.
- Bunun sorunla bir ilgisi yok.
- There's nothing wrong with me.
- Benim hiçbir sorunum yok.
- I have nothing to do with the accident, and I know nothing.
- Benim kaza ile bir ilgim yok ve bir şey bilmiyorum.
- As for me, I have nothing to say.
- Bana gelince, söyleyecek bir şeyim yok.
- I have nothing to do with their troubles.
- Onların sorunlarıyla hiçbir ilgim yok.
- We've got nothing to do with this.
- Bununla hiçbir ilgimiz yok.
- There's nothing to be bothered by.
- Rahatsız olacak bir şey yok.
- There's nothing more I can do.
- Yapabileceğim daha fazla bir şey yok.
- There's nothing wrong with being gay.
- Eşcinsel olmakta yanlış bir şey yok.
- This has nothing to do with you.
- Bunun sizinle bir ilgisi yok.
- Tom and Mary have nothing in common.
- Tom ve Mary'nin hiçbir ortak noktası yok.
- I'm sorry, but there's nothing I can do about it.
- Üzgünüm ama bu konuda yapabileceğim bir şey yok.
- There's nothing wrong with the plan.
- Planda hiçbir yanlış yok.
- I have nothing else to do.
- Yapacak başka bir şeyim yok.
- I have nothing to talk about.
- Konuşacak bir şeyim yok.
- Nothing much really frightens me.
- Beni korkutan pek bir şey yok.
- There's nothing worse for children than litigated custody.
- Çocuklar için velayet davasından daha kötü bir şey yoktur.
- We have nothing to hide here.
- Burada saklayacak bir şeyimiz yok.
- There's nothing better than a good cup of coffee to start off the day.
- Güne başlamak için güzel bir fincan kahveden daha iyi bir şey yoktur.
- There's nothing to eat.
- Yiyecek bir şey yok.
- There's nothing more to say.
- Söyleyecek başka bir şey yok.
- I have nothing else to lose.
- Kaybedecek başka bir şeyim yok.
- I have nothing against them.
- Onlara karşı bir şeyim yok.
- I have nothing to do with this accident.
- Bu kazayla hiçbir ilgim yok.
- You have nothing to be afraid of.
- Senin korkacak bir şeyin yok.
- There's nothing I can tell you.
- Sana söyleyebileceğim bir şey yok.
- Nothing to add!
- Ekleyecek bir şey yok!
- I had nothing to do with it.
- Benim onunla bir ilgim yoktu.
- We have nothing to worry about.
- Hakkında endişelenecek bir şeyimiz yok.
- Good words are worth a lot, but cost almost nothing.
- İyi sözler çok değerlidir, ama neredeyse hiçbir maliyeti yoktur.
- It meant nothing to me.
- Benim için hiçbir anlamı yoktu.
- This has nothing to do with Tom.
- Bunun Tom'la bir ilgisi yok.
- There's nothing more annoying than a group of young girls all trying to talk at the same time.
- Aynı anda konuşmaya çalışan bir grup genç kızdan daha sinir bozucu bir şey yoktur.
- There's nothing Tom can do to help me.
- Bana yardım etmek için Tom'un yapabileceği bir şey yok.
- There's nothing to see here.
- Burada görecek bir şey yok.
- Tom can't believe Mary's pretending nothing's wrong.
- Tom, Mary'nin hiçbir sorun yokmuş gibi davrandığına inanamıyor.
- They have nothing in common with us.
- Bizimle hiçbir ortak noktaları yok.
- I have nothing to eat.
- Yiyecek bir şeyim yok.
- It had nothing to do with you.
- Seninle bir ilgisi yok.
- You have nothing to be sorry for.
- Üzgün olmanı gerektirecek bir şey yok.
- You have nothing to fear.
- Korkacak bir şey yok.
- That has nothing to do with this problem.
- Onun bu sorunla bir ilgisi yok.
- You've got nothing to complain of.
- Şikayet edecek bir şeyiniz yok.
- There's nothing else to worried about.
- Endişelenecek başka bir şey yok.
- There's nothing worse than that.
- Ondan daha kötü bir şey yoktur.
- There's nothing that can keep us apart.
- Bizi ayrı tutacak bir şey yok.
- There's nothing good on television.
- Televizyonda iyi bir şey yok.
- Tom has nothing to complain about.
- Tom'un şikayet edecek bir şeyi yok.
- You've got nothing to worry about.
- Endişelenecek bir şey yok.
- There's nothing new under the sun.
- Güneşin altında yeni bir şey yok.
- That has nothing to do with this problem.
- Bunun bu sorunla bir ilgisi yok.
- There's nothing to do here.
- Burada yapacak bir şey yok.
- As far as I know, she has nothing to do with that scandal.
- Bildiğim kadarıyla, onun skandalla bir ilgisi yok.
- This has nothing to do with me.
- Bunun benimle bir ilgisi yok.
- There's nothing to make such a fuss about.
- Bu kadar yaygara koparacak bir şey yok.
- Tom has nothing to worry about.
- Tom'un endişelenecek bir şeyi yok.
- There's nothing that Tom can do about that.
- Tom'un bu konuda yapabileceği bir şey yok.
- I had nothing to do with the accident.
- Kazayla hiçbir alakam yoktu.
- I'm afraid there's nothing we can do.
- Korkarım yapabileceğimiz bir şey yok.
- Sami has nothing to do with that person.
- Sami'nin o kişiyle hiçbir ilgisi yok.
- Tom has nothing to complain about.
- Tom'un şikâyet edecek bir şeyi yok.
- There's nothing to do in this village.
- Bu köyde yapacak bir şey yok.
- Nothing's wrong with him.
- Onun hiçbir sorunu yok.
- I have nothing to say to you.
- Sana söyleyecek bir şeyim yok.
- I know little or nothing about it.
- Bu konuda yok denecek kadar az şey biliyorum.
- Tom had nothing else to say to Mary.
- Tom'un Mary'ye söyleyecek başka bir şeyi yoktu.
- There's nothing important in the paper.
- Gazetede önemli bir şey yok.
- There seemed to be nothing we could do.
- Yapabileceğimiz bir şey yok gibiydi.
- I have nothing to report so far.
- Şimdiye kadar bildirecek bir şeyim yok.
- There's nothing happening.
- Olan bir şey yok.
- There's nothing we can do.
- Yapabileceğimiz bir şey yok.
- It has nothing to do with them.
- Onlarla hiçbir ilgisi yok.
- They have nothing to complain about.
- Şikayet edecek bir şeyleri yok.
- Tom had nothing to do with the robbery.
- Tom'un soygunla hiçbir ilgisi yoktu.
- There's nothing physically wrong with her.
- Fiziksel olarak bir sorunu yok.
- This issue has nothing to do with you.
- Bu sorunun seninle bir ilgisi yok.
- She had nothing to do with the case.
- Davayla hiçbir ilgisi yoktu.
- As for living in Japan, I have nothing to complain about.
- Japonya'da yaşamaya gelince, şikâyet edecek bir şeyim yok.
- I have nothing to say about it.
- Bu konuda söyleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing to complain about.
- Şikayet edecek bir şey yok.
- I have nothing to say about that.
- O konuda söyleyecek bir şeyim yok.
- Tom and Mary have absolutely nothing in common.
- Tom ve Mary'nin hiçbir ortak noktası yok.
- Nothing more is needed.
- Başka bir şeye gerek yok.
- There's absolutely nothing wrong with what you did.
- Yaptığında kesinlikle yanlış bir şey yok.
- We really have nothing to lose.
- Bizim gerçekten kaybedecek bir şeyimiz yok.
- Many families had lost their savings during the war and had nothing to fall back on.
- Birçok aile savaş sırasında birikimlerini kaybetmişti ve başvuracakları hiçbir yer yoktu.
- I have nothing to do with that case.
- O davayla hiçbir ilgim yok.
- I have nothing particular to do now.
- Şimdi yapacak belirli bir şeyim yok.
- It has nothing to do with the subject we are discussing.
- Tartıştığımız konuyla hiçbir alakası yok.
- Billy and his father have had nothing to do with each other for nearly twenty years.
- Billy ve babasının neredeyse yirmi yıldır birbirleriyle hiçbir ilgisi yok.
- You have nothing whatever to worry about.
- Hakkında endişe edeceğin herhangi bir şey yok.
- There's nothing more I can do.
- Yapabileceğim başka bir şey yok.
- There's nothing we can do to help.
- Yardım etmek için yapabileceğimiz bir şey yok.
- I've got nothing else to say.
- Söyleyecek başka bir şeyim yok.
- Tom and I have nothing in common.
- Tom ve benim ortak yanımız yok.
- There's nothing we can do about that problem.
- O sorun hakkında yapabileceğimiz bir şey yok.
- There's nothing more you can do here.
- Burada yapabileceğin başka bir şey yok.
- There's nothing more we can do for Tom.
- Tom için yapabileceğimiz başka bir şey yok.
- Nothing's wrong with them.
- Onlarda bir sorun yok.
- Tom has had nothing to eat all day.
- Tom'un bütün gün yiyecek bir şeyi yoktu.
- Tom had nothing in common with Mary.
- Tom'un Mary ile hiçbir ortak noktası yoktu.
- There's nothing more annoying than a group of young girls all trying to talk at the same time.
- Aynı anda konuşmaya çalışan bir grup genç kızdan daha can sıkıcı bir şey yok.
- There's nothing you can do.
- Senin yapabileceğin bir şey yok.
- There's nothing interesting on the Internet today.
- Bugün internette enteresan bir şey yok.
- There's nothing new to report.
- Rapor edecek yeni bir şey yok.
- As far as I am concerned, I have nothing to say.
- Bana kalırsa, söyleyecek bir şeyim yok.
- I've had nothing to eat all day.
- Bütün gün yiyecek bir şeyim yoktu.
- There's nothing that you can do about it.
- Bu konuda yapabileceğin bir şey yok.
- Nothing new on the Western Front.
- Batı cephesinde yeni bir şey yok.
- She and I have nothing in common.
- O ve benim hiçbir ortak noktamız yok.
- There's nothing under the chair.
- Sandalyenin altında bir şey yok.
- Tom and Mary don't get along because they have nothing in common.
- Tom ve Mary anlaşamıyor çünkü hiçbir ortak noktaları yok.
- Nothing's wrong with the engine, but my car won't move.
- Motorda sorun yok fakat arabam hareket etmiyor.
- There's nothing else to talk about.
- Hakkında konuşacak başka bir şey yok.
- It has nothing to do with him.
- Bunun onunla bir ilgisi yok.
- There's nothing to complain about.
- Şikâyet edecek bir şey yok.
- Tom had nothing to do with that mess.
- Tom'un bu karmaşa ile bir ilgisi yoktu.
- I have nothing to be worried about.
- Endişelenecek bir şeyim yok.
- On a hot day, nothing is better than a cold beer.
- Sıcak bir günde, soğuk bir biradan daha güzel bir şey yoktur.
- I'm only doing this because I have nothing better to do.
- Bunu yapıyorum çünkü yapacak daha iyi bir şeyim yok.
- It has nothing to do with luck.
- Bunun şansla ilgisi yok.
- He was wearing nothing but his underwear.
- Üzerinde iç çamaşırından başka bir şey yoktu.
- There's nothing more you can do for me.
- Benim için yapabileceğin başka bir şey yok.
- There's nothing more expensive than love.
- Sevgiden daha pahalı bir şey yoktur.
- There's nothing else we can do.
- Yapabileceğimiz başka bir şey yok.
- Tom has nothing better to do.
- Tom'un yapacak daha iyi bir işi yok.
- It's nothing you need to worry about.
- Endişelenmene gerek yok.
- There's nothing in this drawer.
- Bu çekmecede bir şey yok.
- There's nothing more to be done here.
- Burada yapılacak başka bir şey yok.
- There's nothing uncommon about this.
- Onunla ilgili nadir bir şey yok.
- There's nothing you can do about it now.
- Şu anda o konuda yapabileceğin bir şey yok.
- I have nothing else scheduled for today.
- Bugün için planlanmış başka bir şeyim yok.
- We can do nothing but wait for a while until the seats are available.
- Koltuklar boşalana kadar bir süre beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok.
- There's nothing to lose.
- Kaybedecek bir şey yok.
- She had nothing else to do.
- Onun yapacak başka bir şeyi yoktu.
- There's nothing to fear.
- Korkacak bir şey yok.
- There's nothing to forgive.
- Affedecek bir şey yok.
- There's nothing more to drink.
- İçecek daha fazla bir şey yok.
- We have nothing to complain about.
- Şikayet edecek bir şeyimiz yok.
- He has nothing in common with her.
- Onunla hiçbir ortak noktası yok.
- There's nothing to negotiate.
- Pazarlık edecek bir şey yok.
- I have nothing particular to do.
- Yapacak özel bir şeyim yok.
- There's nothing to say.
- Söyleyecek bir şey yok.
- There's nothing to be afraid of.
- Korkacak bir şey yok.
- I have nothing to give Tom.
- Tom'a verecek bir şeyim yok.
- We had nothing to lose.
- Kaybedecek bir şeyimiz yoktu.
- We've got nothing to lose.
- Kaybedecek bir şeyimiz yok.
- So far nothing planned, but who knows.
- Şimdilik planlanmış bir şey yok ama, kimbilir.
- Nothing's wrong with him.
- Onun bir sorunu yok.
- I hope nothing's wrong.
- Umarım yanlış bir şey yoktur.
- There's nothing wrong with my memory.
- Hafızamda yanlış bir şey yok.
- I have nothing to fear.
- Korkacak bir şeyim yok.
- There's nothing to stop us.
- Bizi durduracak bir şey yok.
- There's nothing to be afraid of anymore.
- Artık korkacak bir şey yok.
- We have nothing to discuss.
- Tartışacak bir şeyimiz yok.
- There's nothing Tom can do.
- Tom'un yapabileceği bir şey yok.
- There's nothing Tom hates more than lying.
- Tom'un yalan söylemekten daha çok nefret ettiği bir şey yok.
- They have nothing in common.
- Hiçbir ortak noktaları yok.
- There seemed to be nothing to do.
- Yapacak bir şey yok gibi görünüyordu.
- I had nothing else to say.
- Söyleyecek başka bir şeyim yoktu.
- I have nothing to add.
- Ekleyecek bir şeyim yok.
- They had nothing to eat.
- Onların yiyecek bir şeyi yoktu.
- That's nothing to worry about.
- Endişelenecek bir şey yok.
- I have nothing to add to that.
- Ona ekleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing more to drink.
- İçecek başka bir şey yok.
- She had nothing to do with it.
- Onun hiçbir ilgisi yok.
- There's nothing I can do to help Tom.
- Tom'a yardım etmek için yapabileceğim bir şey yok.
- Tom has nothing to hide.
- Tom'un saklayacak bir şeyi yok.
- I have nothing in common with her.
- Onunla hiçbir ortak noktam yok.
- I have nothing to do at the moment.
- Şu anda yapacak bir şeyim yok.
- There's nothing funny going on.
- Komik bir şey olduğu yok.
- Tom and Mary have nothing in common.
- Tom ve Mary'nin ortak bir şeyi yok.
- He who doesn't work has nothing to eat.
- Çalışmayanın yiyecek bir şeyi yoktur.
- He has nothing to complain about.
- Şikayet edecek bir şeyi yok.
- That's nothing to be sorry for.
- Bunun için üzülecek bir şey yok.
- Tom had nothing more to say.
- Tom'un söyleyecek daha fazla şeyi yoktu.
- There's nothing else I can do.
- Yapabileceğim başka bir şey yok.
- I really have nothing else to say.
- Gerçekten söyleyecek başka bir şeyim yok.
- I had nothing to do with that.
- Benim bununla bir ilgim yok.
- I had nothing in particular to say.
- Özellikle söyleyecek bir şeyim yoktu.
- Tom has nothing in common with Mary.
- Tom'un Mary ile hiçbir ortak noktası yok.
- There's nothing uncommon about this.
- Bunda alışılmadık bir şey yok.
- It has nothing to do with them.
- Bunun onlarla bir ilgisi yok.
- I had nothing to do with this.
- Bununla hiçbir ilgim yoktu.
- I've got nothing else to eat.
- Yiyecek başka bir şeyim yok.
- Tom had nothing to give.
- Tom'un verecek bir şeyi yoktu.
- Tom had nothing to do yesterday.
- Tom'un dün yapacak bir şeyi yoktu.
- There's nothing to prevent me from going.
- Gitmemi engelleyecek bir şey yok.
- She had nothing else to say.
- Söyleyecek başka bir şeyi yoktu.
- Tom has nothing to be afraid of.
- Tom'un korkacak bir şeyi yok.
- There's nothing up here.
- Burada bir şey yok.
- There's nothing physically wrong with him.
- Fiziksel olarak hiçbir sorunu yok.
- Luck has nothing to do with it.
- Şansın bununla bir ilgisi yok.
- There's nothing wrong with this law.
- Bu yasa ile ilgili yanlış bir şey yok.
- That has nothing to do with me.
- Bunun benimle bir ilgisi yok.
- There's nothing better than that.
- Bundan daha iyi bir şey yok.
- His failure has nothing to do with me.
- Başarısızlığının benimle hiçbir ilgisi yok.
- There's nothing going on between Tom and Mary.
- Tom ile Mary arasında bir şey yok.
- This piece of land is worth nothing.
- Bu toprak parçasının hiçbir değeri yok.
- I have nothing to write with.
- Yazmak için kullanacak bir şeyim yok.
- I have nothing else.
- Başka bir şeyim yok.
- There's nothing more to eat.
- Yiyecek daha fazla bir şey yok.
- Nothing's wrong with them.
- Onların bir sorunu yok.
- There's nothing I like more than spaghetti.
- Spagettiden daha fazla hoşlandığım bir şey yok.
- It has nothing to do with the subject we are discussing.
- Bunun bizim tartıştığımız konu ile ilgisi yok.
- Tom and Mary had nothing to talk about.
- Tom ve Mary'nin konuşacak bir şeyleri yoktu.
- Tom had nothing to add.
- Tom'un ilave edeceği bir şey yoktu.
- There's nothing physically wrong with Tom.
- Tom'un fiziksel olarak hiçbir sorunu yok.
- For the moment there's nothing in particular I need to be doing.
- Şu an için yapmam gereken özel bir şey yok.
- There's nothing more to eat.
- Yiyecek başka bir şey yok.
- It's nothing, don't worry!
- Bir şey yok, endişelenme!
- I had nothing to say to her.
- Ona söyleyecek bir şeyim yoktu.
- Luck has nothing to do with it.
- Şansın bununla hiçbir ilgisi yok.
- There's nothing wrong with my memory.
- Hafızamda hiçbir sorun yok.
- There's nothing else for us here.
- Burada bizim için başka bir şey yok.
- It's nothing to get upset about.
- Üzülecek bir şey yok.
- When you feel tired, there's nothing better than a bath.
- Yorgun hissettiğiniz zaman banyodan daha iyi bir şey yoktur.
- I have nothing to say to Tom.
- Tom'a söyleyecek bir şeyim yok.
- I have nothing to say about it.
- O konuda söyleyecek lafım yok.
- Without a wife, a man is worth nothing.
- Karısı olmayan bir adamın hiçbir değeri yoktur.
- She had nothing to do with the case.
- Durumla bir ilgisi yoktu.
- There's nothing over there.
- Orada bir şey yok.
- This has nothing to do with you.
- Bunun seninle hiçbir ilgisi yok.
- Nothing's wrong with my French.
- Fransızcamda bir sorun yok.
- You have nothing to fear anymore.
- Artık korkacak bir şeyin yok.
- I have nothing much in common with him.
- Onunla pek ortak noktam yok.
- I have nothing in common with him.
- Onunla hiçbir ortak noktam yok.
- There's nothing we can do about that.
- Bu konuda yapabileceğimiz bir şey yok.
- There's nothing to explain.
- Açıklanacak bir şey yok.
- There's nothing physically wrong with her.
- Onun da fiziksel bir sorunu yok.
- He had nothing to say, so he went away.
- Söyleyecek bir şeyi yoktu, bu yüzden gitti.
- There's nothing we can do here.
- Burada yapabileceğimiz bir şey yok.
- There's nothing much to see here.
- Burada görülecek fazla bir şey yok.
- I have nothing much in common with him.
- Onunla çok ortak noktam yok.
- It had nothing to do with you.
- Bunun seninle bir ilgisi yoktu.
- There's nothing that would please me more.
- Beni daha çok memnun edecek bir şey yok.
- I owe you nothing.
- Sana hiçbir borcum yok.
- Tom had nothing to do with that mess.
- Tom'un bu karmaşayla hiçbir ilgisi yok.
- There's nothing to drink.
- İçecek bir şey yok.
- There's nothing else to discuss.
- Tartışacak başka bir şey yok.
- Nothing's wrong.
- Hiçbir sorun yok.
- I have nothing to add here.
- Ekleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing we can do now.
- Artık yapabileceğimiz bir şey yok.
- We have nothing but some moldy bread.
- Küflü ekmekten başka bir şeyimiz yok.
- I'm sorry, there's nothing I can do.
- Üzgünüm, yapabileceğim bir şey yok.
- I have nothing to do with that.
- Bununla hiçbir ilgim yok.
- Tom had nothing better to do.
- Tom'un yapacak daha iyi bir işi yoktu.
- I have nothing else to add to that.
- Ona ilave edecek başka bir şeyim yok.
- I have nothing else to give you.
- Sana verecek başka bir şeyim yok.
- There's nothing more I can tell you.
- Sana söyleyebileceğim başka bir şey yok.
- I have nothing to do with the case.
- Dava ile hiçbir ilgim yok.
- There's nothing better than reading in the long autumn nights.
- Uzun sonbahar gecelerinde okumaktan daha iyi bir şey yoktur.
- There's nothing to do, so I may as well watch television.
- Yapacak bir şey yok, bu yüzden televizyon izleyebilirim.
- There's nothing wrong with her.
- Onda yanlış olan bir şey yok.
- Education has nothing to do with age.
- Eğitimin yaşla bir ilgisi yok.
- I had nothing in common with them.
- Onlarla hiçbir ortak noktam yoktu.
- There's nothing more we can do here.
- Burada yapabileceğimiz başka bir şey yok.
- There's nothing wrong with the way Tom did that.
- Tom'un bunu yapmasında yanlış bir şey yok.
- Tom and Mary have nothing to eat.
- Tom ve Mary'nin yiyecek bir şeyi yok.
- I had nothing to do with that incident.
- Benim o olayla hiçbir ilgim yok.
- There's nothing I can do here.
- Burada yapabileceğim bir şey yok.
- There's nothing I can do to help.
- Yardım etmek için yapabileceğim bir şey yok.
- There's nothing to do in this town.
- Bu kasabada yapacak bir şey yok.
- There's nothing else to say.
- Söyleyecek başka bir şey yok.
- I have nothing particular to say.
- Söyleyeceğim önemli bir şey yok.
- There's nothing we can do but wait.
- Beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok.
- I have nothing further to say.
- Söyleyecek daha fazla şeyim yok.
- There's nothing to be worried about.
- Endişelenilecek bir şey yok.
- We have nothing to be ashamed of.
- Utanacak bir şeyimiz yok.
- That has nothing to do with Tom.
- Bunun Tom'la bir alakası yok.
- Tom had nothing to lose.
- Tom'un kaybedecek bir şeyi yoktu.
- It has nothing to do with her.
- Bunun onunla bir ilgisi yok.
- There seemed to be nothing we could do.
- Yapabileceğimiz bir şey yok gibi görünüyordu.
- The working class and the employing class have nothing in common.
- İşçi sınıfı ile işveren sınıfının hiçbir ortak noktası yoktur.
- It has nothing to do with us.
- Bunun bizimle bir ilgisi yok.
- Nothing's wrong with us.
- Bizim bir sorunumuz yok.
- He has nothing to do.
- Onun yapacak bir şeyi yok.
- Tom had nothing to do with getting Mary fired.
- Tom'un Mary'nin kovulmasıyla hiçbir ilgisi yoktu.
- We have nothing to be afraid of.
- Korkacak bir şey yok.
- I have nothing to worry about.
- Endişelenecek bir şey yok.
- Tom had nothing to say about it.
- Tom'un bu konuda söyleyecek bir şeyi yoktu.
- There's nothing more you can do.
- Yapabileceğin daha fazla bir şey yok.
- I have nothing to tell you about it.
- Bu konuda size söyleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing I can do to help you now.
- Şu anda sana yardım etmek için yapabileceğim bir şey yok.
- I've got nothing to regret.
- Pişman olacak bir şeyim yok.
- That has nothing to do with you.
- Onun sizinle bir ilgisi yok.
- Tom had nothing more to do.
- Tom'un yapacak başka bir şeyi yoktu.
- There's nothing more Tom can do here.
- Tom'un burada yapabileceği başka bir şey yok.
- It has nothing to do with you.
- Sizinle bir ilgisi yok.
- I have nothing to add to that.
- Buna ekleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing for you to worry about.
- Endişelenmeni gerektirecek bir şey yok.
- Nothing's wrong with Tom.
- Tom'un bir sorunu yok.
- Tom had nothing more to lose.
- Tom'un kaybedecek daha fazla şeyi yoktu.
- There's nothing out there.
- Dışarıda da bir şey yok.
- It's nothing, don't worry!
- Bir şey yok, merak etme!
- Tom had nothing to read.
- Tom'un okuyacak bir şeyi yoktu.
- I have nothing to do now.
- Şu an yapacak bir şeyim yok.
- He has nothing to do here.
- Onun burada yapacak bir şeyi yok.
- I'd like nothing better than to fire Tom, but I can't do that.
- Tom'u kovmaktan daha çok istediğim bir şey yok ama bunu yapamam.
- This costs nothing.
- Bunun hiçbir maliyeti yok.
- We have nothing to complain about.
- Şikâyet edecek bir şeyimiz yok.
- Tom and Mary had nothing to talk about.
- Tom ve Mary'nin hakkında konuşacak bir şeyi yoktu.
- We have nothing at all in common.
- Hiç ortak noktamız yok.
- There's nothing left in the drawer.
- Çekmecede kalan bir şey yok.
- You've got nothing to worry about.
- Senin endişelenecek bir şeyin yok.
- Nothing has to be done.
- Yapılacak bir şey yok.
- He has nothing to do here.
- Burada yapacak bir şeyi yok.
- I have nothing to do with the affair.
- Bu konu ile bir ilgim yok.
- Tom was wearing nothing but his underwear.
- Tom'un üzerinde iç çamaşırından başka bir şey yoktu.
- Tom's got nothing to hide.
- Tom'un saklayacak bir şeyi yok.
- I have nothing in common with Tom so I don't know what to talk about.
- Tom'la hiçbir ortak noktam yok, o yüzden ne konuşacağımı bilmiyorum.
- There's nothing to talk about.
- Konuşacak bir şey yok.
- The suitcase contained nothing but dirty clothes.
- Bavulun içinde kirli kıyafetlerden başka bir şey yoktu.
- There's really nothing more to say.
- Gerçekten söyleyecek daha fazla bir şey yok.
- There's nothing here for us.
- Burada bizim için bir şey yok.
- There's nothing better than taking a nice walk.
- Güzel bir yürüyüş yapmaktan daha iyi bir şey yoktur.
- I have nothing to do with it.
- Benim onunla bir ilgim yok.
- Tom had nothing to drink yesterday.
- Tom'un dün içecek bir şeyi yoktu.
- That kind of behavior has nothing to do with me.
- Bu tür davranışların benimle hiçbir ilgisi yok.
- It has nothing to do with me.
- Benimle bir ilgisi yok.
- I have nothing in common with Tom.
- Tom'la hiçbir ortak noktam yok.
- You've got nothing to be afraid of.
- Korkacak bir şey yok.
- Nothing's wrong with her.
- Onun bir sorunu yok.
- There's nothing we can do about Tom.
- Tom hakkında yapabileceğimiz bir şey yok.
- Nothing much.
- Fazla bir şey yok.
- There's nothing better than taking a nice walk.
- Güzel bir yürüyüş yapmaktan daha iyi bir şey yok.
- I have nothing to tell you for the moment.
- Şu an için size söyleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing more to be done here.
- Burada yapılacak daha fazla bir şey yok.
- There's nothing better than reading in the long autumn nights.
- Uzun sonbahar gecelerinde kitap okumaktan daha güzel bir şey yoktur.
- This has nothing to do with what we were talking about.
- Bunun ne hakkında konuştuğumuzla bir ilgisi yok.
- Tom's got nothing to hide.
- Tom'un gizleyecek bir şeyi yok.
- Nothing new under the sun.
- Güneşin altında yeni bir şey yok.
- Tom had nothing to drink.
- Tom'un içecek bir şeyi yok.
- We lack nothing.
- Hiçbir eksiğimiz yok.
- Look, nothing's wrong with her.
- Bak, bir şeyi yok işte.
- There's nothing to celebrate.
- Kutlayacak bir şey yok.
- There's nothing else to talk about.
- Konuşacak başka bir şey yok.
- I hope you have nothing planned for this afternoon.
- Umarım bu öğleden sonrası için bir planın yoktur.
- I have nothing to say in this regard.
- Bu konuda söyleyecek bir şeyim yok.
- Nothing is wrong with Tom.
- Tom'un sorunu yok.
- That has nothing to do with Tom.
- Bunun Tom'la ilgisi yok.
- It's nothing special.
- Özel bir şey yok.
- There's nothing in here but a lot of useless junk.
- Burada işe yaramaz bir sürü ıvır zıvırdan başka bir şey yok.
- I have nothing against him.
- Ona karşı bir şeyim yok.
- I've got nothing to say right now.
- Şimdi söyleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing to be worried about.
- Hakkında endişelenecek bir şey yok.
- There's nothing wrong with my hearing.
- Kulaklarımda bir sorun yok.
- There's really nothing else to say.
- Gerçekten söyleyecek başka bir şey yok.
- There's nothing I want from you.
- Senden istediğim bir şey yok.
- Nothing's wrong with you.
- Senin bir sorunun yok.
- There's really nothing to comment about.
- Gerçekten yorum yapacak bir şey yok.
- I had nothing to say to him.
- Ona söyleyecek bir şeyim yoktu.
- This has nothing to do with me.
- Bunun benimle alâkası yok.
- Tom had nothing more to say.
- Tom'un söyleyecek başka bir şeyi yoktu.
- There's nothing wrong with the way Tom did that.
- Tom'un bunu yapma tarzında hatalı bir şey yok.
- Do you have nothing to say?
- Söyleyecek bir şeyin yok mu?
- We have nothing to apologize for.
- Özür dileyecek bir şeyimiz yok.
- As for living in Japan, I have nothing to complain about.
- Japonya'da yaşamaya gelince, şikayet edeceğim bir şey yok.
- There's nothing we can do about Tom.
- Tom için yapabileceğimiz bir şey yok.
- I have nothing to declare.
- Bildirecek bir şeyim yok.
- It had nothing to do with this.
- Onun bununla bir ilgisi yoktu.
- Right now there's nothing you can do to help.
- Şu anda yardım etmek için yapabileceğin bir şey yok.
- There's nothing wrong with the formula.
- Formülde yanlış bir şey yok.
- There's nothing illegal about that.
- Bunda yasadışı bir şey yok.
- There's nothing else for me here.
- Burada benim için başka bir şey yok.
- I have nothing else to study.
- Çalışacak başka bir şeyim yok.
- Look, there's nothing I can do.
- Bak, yapabileceğim bir şey yok.
- We have nothing to worry about.
- Endişelenecek bir şey yok.
- There remains nothing to be desired.
- İstenilen bir şey yok.
Show More (634)
|
