Tureng - front - İngilizce Türkçe Cümleler

Geçmiş

	İngilizce	Türkçe
1	front	ön	n., adj.
	Ultimately, it is also about the front of the cars and what goes on around these. Nihayetinde bu aynı zamanda arabaların önü ve bunların etrafında olup bitenlerle de ilgilidir. The vet is in the front line of surveillance for indigenous and exotic diseases. Veteriner hekim, yerli ve egzotik hastalıkların gözetiminde ön saflarda yer almaktadır. This political architecture is back to front. Bu siyasi mimari ön plana çıkıyor. Ultimately, it is also about the front of the cars and what goes on around these. Nihayetinde konu, araçların ön kısmı ve bunların etrafında olup bitenlerle de ilgilidir. That danger is further increased if cars also have decorative fittings at the front or rear. Araçların ön ya da arka kısımlarında dekoratif aksesuarlar bulunması halinde bu tehlike daha da artmaktadır. As far as the Communist Party of Greece is concerned, it will be right on the front line of this fight. Yunanistan Komünist Partisi söz konusu olduğunda, bu mücadelenin ön saflarında yer alacaktır. The resulting adjustments to match the front loading in 2002 need to be made. Sonuç olarak 2002'deki ön yüklemeye uygun ayarlamaların yapılması gerekmektedir. Was it really necessary to change the front wing? Ön kanadı değiştirmek gerçekten gerekli miydi? The left front tire looks low. Sol ön lastik inik görünüyor. The picture is in the front of the book. Resim kitabın ön yüzünde. The monarch's head appears on the front of all British coins. Tüm İngiliz paralarının ön yüzünde hükümdarın başı bulunur. I wasn't sure if I should sit in the front or in the back. Ön mü yoksa arka koltukta mı oturmam gerektiğinden emin değildim. Get in the front seat. Ön koltuğa geç. Tom waited on the front porch for Mary. Tom ön sundurmada Mary'yi bekledi. He is sitting in the front seat. Ön koltukta oturuyor. The front of the bus was not crowded. Otobüsün önü kalabalık değildi. The guide sat at the front right of the raft. Rehber salın ön sağında oturdu. Tom looked out the front window. Tom ön pencereden dışarıya baktı. Children can't ride in the front seat. Çocuklar ön koltuğa binemez. Mary may feel dizzy if she does not sit in the front seat. Mary ön koltuğa oturmazsa başı dönebilir. Tom looked out the front window. Tom ön pencereden dışarı baktı. I'll be waiting for you at the front gate. Seni ön kapıda bekliyor olacağım. One of your front tires looks a bit low. Ön lastiklerinden biri biraz inik görünüyor. The front of the house is painted white. Evin önü beyaza boyanmış. A chauffeur sat in front. Bir sürücü ön koltukta oturdu. Tom unlocked the front gate. Tom ön kapının kilidini açtı. Tom found something on the front seat of his car. Tom arabasının ön koltuğunda bir şey buldu. The front brakes don't work. Ön frenler çalışmıyor. He is sitting in the front seat. O ön koltukta oturuyor. The left front tire looks low. Sol ön lastik düşük görünüyor. Tom is sitting on the front steps. Tom ön basamaklarda oturuyor. Tom kissed Mary on the front porch. Tom ön sundurmada Mary'yi öptü. Get in the front seat. Ön koltuğa binin. Mary's self-conscious about the gap between her front teeth. Mary ön dişlerinin arasındaki boşluktan rahatsız. Get in the front seat. Ön koltuğa otur. My son's front teeth have come in crooked. Oğlumun ön dişleri çarpık çıktı. He was sitting in the front of the bus. Otobüste ön koltukta oturuyordu. Tom hopped in the front seat. Tom ön koltuğa atladı. A student with a crew cut was sitting in the front seat. Ön koltukta alabros tıraşlı bir öğrenci oturuyordu. Tom is mowing his front lawn. Tom ön bahçesini biçiyor. A student with a crew cut was sitting in the front seat. Ön koltukta asker tıraşlı bir öğrenci oturuyordu. Fadil was found dead in the front seat of his minivan. Fadıl minibüsünün ön koltuğunda ölü bulundu. Mary may feel dizzy if she does not sit in the front seat. Eğer ön koltukta oturmazsa Mary'nin başı dönebilir. My front tooth fell out. Benim ön dişim düştü. They approach the front desk. Onlar ön çalışma masasına yaklaşıyorlar. Tom is sitting on the front steps. Tom ön merdivenlerde oturuyor. I have a large shrub in my front lawn that needs to be trimmed. Ön bahçemde kesilmesi gereken büyük bir çalı var. You have to fill out an application for admission to the hospital at the front desk. Ön masada hastaneye giriş için bir başvuru formu doldurmak zorundasın. I was in the front seat. Ön koltuktaydım. Tom was found dead in the front seat of his car. Tom arabasının ön koltuğunda ölü bulundu. Tom asked the man at the front desk where he could get his suit pressed. Tom ön masadaki adama takım elbisesini nerede ütületebileceğini sordu. Tom is coming up the front walk. Tom ön kapıdan çıkıyor. Children can't ride in the front seat. Çocuklar ön koltuğa binemezler. The front of Tom's shirt was stained with blood from a gunshot wound. Tom'un gömleğinin ön kısmı kurşun yarasından kaynaklanan kanla lekelenmişti. Tom and Mary often had their morning coffee on the front porch. Tom ve Mary genellikle ön sundurmada sabah kahvesini içtiler. My front tooth fell out. Ön dişim düştü. When Tom was a teenager, he would often sit on the front porch and write songs in the evening after dinner. Tom bir genç iken, o sık sık ön sundurmada otururdu ve akşam yemeğinden sonra akşamleyin şarkı yazardı. I'll ask the super to see about the leak in the front hallway. Kapıcıdan ön koridordaki sızıntıya bakmasını isteyeceğim. Get in the front seat. Ön koltukta oturun. Tom was found dead in the front seat of his car. Tom, arabasının ön koltuğunda ölü bulundu. Show More (57)
2	front	cephe	n.
	We need to push ahead on two fronts at European level. Avrupa düzeyinde iki cephede ilerlememiz gerekiyor. In order to make further progress on these fronts, however, Côte d'Ivoire needs peace. Ancak bu cephelerde daha fazla ilerleme kaydedebilmek için Fildişi Sahili'nin barışa ihtiyacı var. It is important for me to again emphasise, in conclusion, that the agriculture budget faces attack on two fronts. Sonuç olarak, tarım bütçesinin iki cepheden gelen saldırılarla karşı karşıya olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim. We must also, remember that the war against terrorism is being fought on many different fronts. Ayrıca, terörizme karşı savaşın birçok farklı cephede yürütüldüğünü de unutmamalıyız. The contribution that Europe can make, that we can make, is only minor on the political front, I am sorry to say. Avrupa'nın yapabileceği, bizim yapabileceğimiz katkı, üzülerek söylemeliyim ki, sadece siyasi cephede küçüktür. We have ratified the Kyoto Protocol and are now in fact working, within the EU, on three different fronts. Kyoto Protokolünü onayladık ve şu anda AB içinde üç farklı cephede çalışıyoruz. Demographic development must be tackled on a broad political front right now. Demografik gelişim şu anda geniş bir siyasi cephede ele alınmalıdır. That kind of stirring, pioneering front provides the impetus to move further on. Bu tür heyecan verici, öncü bir cephe, daha ileriye gitmek için itici güç sağlar. The second front consists of sporting bodies. İkinci cephe spor kuruluşlarından oluşuyor. Today there is cause for hope on both these fronts. Bugün bu iki cephede de umutlanmak için nedenler var. Racism and xenophobia must be tackled on a broad front, as happens in this report. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı, bu raporda olduğu gibi geniş bir cephede ele alınmalıdır. But things on that front, too, ultimately took a different turn. Ancak bu cephede de işler nihayetinde farklı bir hal aldı. We have ratified the Kyoto Protocol and are now in fact working, within the EU, on three different fronts. Kyoto Protokolünü onayladık ve şu anda AB içerisinde üç farklı cephede çalışıyoruz. We must present a united front against violence, fascism and communism. Şiddet, faşizm ve komünizme karşı birleşik bir cephe oluşturmalıyız. How many fronts will open up after Afghanistan? Afganistan'dan sonra kaç cephe açılacak? I feel that given this scenario, we democrats must present a united front. Bu senaryo göz önüne alındığında biz demokratların birleşik bir cephe oluşturmamız gerektiğini düşünüyorum. Parliament can solve most problems by swiftly moving on two fronts. Parlamento çoğu sorunu iki cephede hızla hareket ederek çözebilir. The Commission is playing an active role on both these fronts. Komisyon bu iki cephede de aktif bir rol oynamaktadır. The contribution that Europe can make, that we can make, is only minor on the political front, I am sorry to say. Avrupa'nın yapabileceği, yani bizim yapabileceğimiz katkı, üzülerek söylüyorum ki, siyasi cephede çok küçüktür. The position of the Council of Ministers is deeply disappointing on all fronts. Bakanlar Kurulu'nun tutumu tüm cephelerde derin bir hayal kırıklığı yaratmıştır. We all know what ideas movements such as the National Front harbour. Ulusal Cephe gibi hareketlerin hangi fikirleri barındırdığını hepimiz biliyoruz. On the contrary, it is important for Europe to present a united front. Aksine Avrupa'nın birleşik bir cephe oluşturması önemlidir. But things on that front too ultimately took a different turn. Ancak bu cephede de işler nihayetinde farklı bir hal aldı. The presidency faces similar challenges on the economic front. Başkanlık ekonomi cephesinde de benzer zorluklarla karşı karşıyadır. I should like to say that this directive seems to me to mark progress on two extremely important fronts. Bu direktifin bana son derece önemli iki cephede ilerleme kaydedildiğini gösterdiğini belirtmek isterim. There has also been very important progress on the legislative front. Yasama cephesinde de çok önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. We all know what ideas movements such as the National Front harbour. Hepimiz Ulusal Cephe gibi hareketlerin hangi fikirleri barındırdığını biliyoruz. Much has been said about the importance of the EU having a common front and a common voice and I agree with that. AB'nin ortak bir cepheye ve ortak bir sese sahip olmasının önemi hakkında çok şey söylendi ve ben de buna katılıyorum. So let us say that I am allowed to speak because I have to leave for the front. Diyelim ki konuşmama izin verildi çünkü cepheye gitmem gerekiyor. For us, the Members of the National Front, it is different. Bizim için, yani Ulusal Cephe üyeleri için durum farklı. I sincerely hope that they will make a common trans-Atlantic front against Russia and Iran! Rusya ve İran'a karşı ortak bir trans-Atlantik cephe oluşturacaklarını umuyorum! So let us say that I am allowed to speak because I have to leave for the front. Diyelim ki konuşmama izin verildi çünkü cepheye gitmek zorundayım. We have made substantial progress on all fronts. Tüm cephelerde önemli ilerlemeler kaydettik. We have to act quickly on various fronts. Çeşitli cephelerde hızlı hareket etmeliyiz. Fourteen days after the gathering in Rome, what really new developments can one expect on the constitutional front? Roma'daki toplantıdan on dört gün sonra, anayasal cephede gerçekten ne gibi yeni gelişmeler beklenebilir? This is exactly what happened on the French front. Fransa cephesinde de aynen böyle oldu. This is exactly what happened on the French front. İşte Fransa cephesinde tam olarak bu yaşandı. This is exactly what happened on the French front. Fransa cephesinde de aynı böyle oldu işte. Germany no longer had to fight an enemy on two fronts. Almanya artık iki cephede birden düşmanla savaşmak zorunda değildi. Nature is under attack on all fronts. Doğa bütün cephelerde saldırı altında. War compelled soldiers to go to the front. Savaş askerleri cepheye gitmeye zorladı. Germany no longer had to fight an enemy on two fronts. Almanya artık bir düşmanla iki cephede savaşmak zorunda kaldı. Show More (39)
3	front	ön taraf	n.
	Eyes front, please. Ön tarafa bakın lütfen. I got there early and was able to get a seat in front. Oraya erken gittim ve ön tarafta bir koltuk bulabildim. Don't cut it too short in the front. Ön tarafı çok kısa kesme. I like to sit in the front of the bus. Otobüsün ön tarafında oturmayı seviyorum. Why don't you meet me out front in a few minutes? Neden birkaç dakika sonra ön tarafta buluşmuyoruz? Tom is out front honking his horn. Tom ön tarafta boynuzunu çalıyordu. Tom said Mary usually sits in the front. Tom, Mary'nin genellikle ön tarafta oturduğunu söyledi. I'd like a room in the front. Ön tarafta bir oda istiyorum. Let's sit in the front. Ön tarafa oturalım. I'll wait out in front for you. Ben seni dışarıda ön tarafta bekleyeceğim. He was sitting in the front of the bus. Otobüsün ön tarafında oturuyordu. The guide sat at the front right of the raft. Rehber salın sağ ön tarafına oturdu. Tom's car's parked out front. Tom'un arabası ön tarafa park edilmiş. Is that Tom's car parked out front? Dışarıda ön tarafta park edilmiş olan Tom'un arabası mı? Tom is out front honking his horn. Tom ön tarafta korna çalıyor. Let's find somewhere to sit at the front. Ön tarafta oturacak bir yer bulalım. We sat at the front. Ön tarafa oturduk. Tom is waiting out front. Tom ön tarafta bekliyor. Let's find somewhere to sit near the front. Ön tarafa yakın oturacak bir yer bulalım. Don't cut it too short in the front. Ön tarafı çok kısa kesmeyin. Tom is waiting for Mary out front. Tom ön tarafta Mary'yi bekliyor. My car's parked out front. Arabam ön tarafa park etti. We sat in the front. Ön tarafa oturduk. She got on a bus and took a seat in the front. Otobüse bindi ve ön tarafta bir koltuğa oturdu. Tom was sitting in the front of the bus. Tom otobüsün ön tarafında oturuyordu. Would you like to sit in the front? Ön tarafta oturmak ister misiniz? He was at the front for three months. Üç ay boyunca ön taraftaydı. I'll wait out in front for you. Senin için ön tarafta beklerim. The dining car's at the front end of the train. Yemek vagonu trenin ön tarafında. Don't you want to sit in the front, Tom? Ön tarafa oturmak istemiyor musun, Tom? She got on a bus and took a seat in the front. Otobüse bindi ve ön tarafta bir yere oturdu. When in a bus, I always sit at the front. Otobüste her zaman ön tarafa otururum. My car is parked out front. Arabam dışarıda ön tarafta park halinde. Let's sit near the front. Ön tarafa yakın oturalım. The front of the bus was not crowded. Otobüsün ön tarafı kalabalık değildi. There's a BMW parked out front. Ön tarafta park etmiş bir BMW var. Don't go out the front. Ön taraftan çıkma. Let's sit up front. Ön tarafa oturalım. Why don't you meet me out front in a few minutes? Neden birkaç dakika içinde benimle ön tarafta buluşmuyorsun? Show More (36)
4	front	cephe (havaya ait)	n.
	Here, in the north of Minneapolis, you can see a cold front. Burada, Minneapolis'in kuzeyinde, soğuk bir cephe görebilirsiniz. Front of Tuscanian Liberty is just an imaginary organization. Toskana Özgürlük Cephesi sadece hayali bir örgüttür. He fought on several fronts during the Great War. Büyük Savaş esnasında birçok cephede savaştı. You are getting paid to paint the northern front of the church! Kilisenin kuzey cephesini boyamak için para alıyorsunuz! Show More (1)
5	front	paravan	n.
	In the show, one can say that the chicken store is just a front for hiding the drug activities. Dizide, tavuk dükkanının uyuşturucu faaliyetlerini gizlemek için sadece bir paravan olduğu söylenebilir. I can tell that her joyfulness is a front, she is truly upset about whatever is going on with her life. Neşeli halinin paravan olduğunu, hayatında olup bitenlerden dolayı gerçekten üzgün olduğunu söyleyebilirim. Show More (-1)
6	front	bakmak	v.
	The new buildings front the White House from quite a distance, naturally. Yeni binalar Beyaz Saray'a doğal olarak epey uzak bir mesafeden bakıyor. The hotel fronts the lake. Otel göle bakıyor. Show More (-1)
7	front	ön	adj.
	Front seats are naturally the most expensive ones. Ön koltuklar doğal olarak en pahalı olanlardır. Show More (-2)
8	front	paravan	adj.
	You need a front organization to launder your money. Paranızı aklamak için paravan bir örgüte ihtiyacınız var. Show More (-2)
9	front	öndeki	adj.
	You shouldn't forget to write the consonants near the front vowel! Sessiz harfleri öndeki sesli harfin yanına yazmayı unutmamalısınız! Show More (-2)
10	front	önderlik etmek	v.
	Duman is a famous Turkish music band fronted by its vocalist, Kaan Tangöze. Duman, vokalisti Kaan Tangöze'nin önderlik ettiği ünlü bir Türk müzik grubudur. Show More (-2)
11	front	ön cephe	n.
	But certainly the absence of the US pushed the European Union into the front line. Ama kesinlikle ABD'nin yokluğu Avrupa Birliği'ni ön cepheye itti. Show More (-2)