1 |
hard |
zor |
adv., adj. |
|
- Driving is one of the hardest and most pressurised jobs there is.
- Araba kullanmak, var olan en zor ve en stresli işlerden biridir.
- I can only emphasise that these are the really hard nuts that finally need to be cracked.
- Sadece bunların nihayet kırılması gereken gerçekten zor cevizler olduğunu vurgulayabilirim.
- Times are hard for Europe and even harder for the wider world.
- Avrupa için zor, dünya için ise daha da zor bir dönemden geçiyoruz.
- Without this opportunity to launder money, national and international terrorism will find it hard to survive.
- Bu kara para aklama fırsatı olmadan, ulusal ve uluslararası terörizmin hayatta kalması zor olacaktır.
- It is hard to believe that a whole year has gone by.
- Koca bir yılın geçtiğine inanmak çok zor.
- It is hard to find anyone who believes that the existing drugs policies are a success.
- Mevcut uyuşturucu politikalarının başarılı olduğuna inanan birini bulmak zordur.
- For reasons that are sometimes hard to admit, Europe is helpless in the face of terrorism.
- Bazen kabul edilmesi zor olan nedenlerden ötürü Avrupa terörizm karşısında çaresizdir.
- Such models are very costly and hard to control.
- Bu tür modeller çok maliyetlidir ve kontrol edilmeleri zordur.
- It is hard to see how it will lead to a reform of the Palestinian Authority.
- Bunun Filistin Yönetimi'nde nasıl bir reforma yol açacağını görmek zor.
- It is hard to see how it will lead to a reform of the Palestinian Authority.
- Filistin Yönetimi'nde nasıl bir reforma yol açacağını görmek zor.
- With regard to software, it is still extremely hard to tell.
- Yazılıma gelince, bunu söylemek hala son derece zor.
- Why does the Council find it so hard to work with us in creating an area of freedom, security and justice?
- Konsey, bir özgürlük, güvenlik ve adalet alanı yaratma konusunda bizimle birlikte çalışmayı neden bu kadar zor buluyor?
- The solution to this problem may not be as hard as some EU airlines may envisage.
- Bu sorunun çözümü bazı AB havayolu şirketlerinin öngördüğü kadar zor olmayabilir.
- It is not hard to guess what the position of these Governments would be if they were the ones taking the decision.
- Kararı alan onlar olsaydı bu Hükümetlerin tutumunun ne olacağını tahmin etmek zor değil.
- We should not call into question the 3% limit for deficits as we hit hard economic times.
- Zor ekonomik dönemlerden geçerken açıklar için %3'lük sınırı sorgulamamalıyız.
- That is why, moreover, it is hard to organise any sort of viable programme of protection.
- Bu nedenle de herhangi bir uygulanabilir koruma programı düzenlemek oldukça zor.
- They will have a hard time of it in any case, because things are about to get worse.
- Her halükarda işleri zor olacak, çünkü işler daha da kötüye gitmek üzere.
- A solution will have to be sought, but a good one will be hard to find.
- Bir çözüm aranması gerekecek ancak iyi bir çözüm bulmak zor olacaktır.
- I do not think this is too hard to understand.
- Bunu anlamanın çok zor olduğunu düşünmüyorum.
- It is hard for the President of a sitting to help in these situations.
- Oturum başkanının bu gibi durumlarda yardımcı olması zordur.
- The language issue is one of the hardest matters to deal with.
- Dil meselesi başa çıkılması en zor konulardan biridir.
- It is hard to overstate the importance of urgent action at Johannesburg.
- Johannesburg'da acilen harekete geçilmesinin önemini abartmak zordur.
- Social dialogue must prove its worth, all the more so when times are hard.
- Sosyal diyalog, zor zamanlarda daha da değerli olduğunu kanıtlamalıdır.
- It is hard to overstate the importance of urgent action in Johannesburg.
- Johannesburg'da acilen harekete geçilmesinin önemini abartmak zordur.
- It is hard to string sentences together at this late hour.
- Bu geç saatte cümleleri bir araya getirmek zor.
- That is especially hard on parties from smaller states with few MEPs.
- Bu durum özellikle az sayıda milletvekili olan küçük devletlerin partileri için zor bir durumdur.
- This is a hard balance to strike.
- Bu tutturulması zor bir dengedir.
- The language issue is one of the hardest matters to deal with.
- Dil meselesi ele alınması en zor konulardan biridir.
- We also receive complaints that Community institutions are hard to understand.
- Topluluk kurumlarının anlaşılmasının zor olduğuna dair şikayetler de alıyoruz.
- We are going to be increasingly faced with hard decisions on this.
- Bu konuda giderek daha zor kararlarla karşı karşıya kalacağız.
- Driving is one of the hardest and most pressurised jobs there is.
- Şoförlük en zor ve en baskılı işlerden biridir.
- Reliable figures on the impact of armed conflict on children are hard to come by.
- Silahlı çatışmaların çocuklar üzerindeki etkisine ilişkin güvenilir rakamlara ulaşmak zordur.
- Ultimately, however, it is hard to move things forward in this area.
- Ancak nihayetinde bu alanda bir şeyleri ileriye taşımak zordur.
- The products have become more expensive and also hard to obtain.
- Ürünler daha pahalı ve elde edilmesi daha zor hale gelmiştir.
- The emission sources causing acidification that are the hardest to deal with are emissions from aircraft and ships.
- Asitlenmeye neden olan ve başa çıkılması en zor olan emisyon kaynakları uçak ve gemilerden kaynaklanan emisyonlardır.
- That is especially hard on parties from smaller states with few MEPs.
- Bu özellikle az sayıda AP üyesi olan küçük devletlerin partileri için zordur.
- It is hard to sell dull facts to the public.
- Halka donuk gerçekleri satmak zordur.
- The non-remuneration principle was resisted with the argument that it was hard to obtain rare blood products.
- Nadir bulunan kan ürünlerinin elde edilmesinin zor olduğu savıyla karşılıksızlık ilkesine karşı çıkılmıştır.
- This was very hard to control and it is not surprising that there were breakdowns in the way that was done.
- Bunu kontrol etmek çok zordu ve bunun yapılış biçiminde aksaklıklar olması şaşırtıcı değil.
- Ultimately, however, it is hard to move things forward in this area.
- Ancak sonuçta bu alanda ilerleme kaydetmek zor.
- We would welcome them as champions of peace through the hardest of times.
- Onları en zor zamanlarda barışın savunucuları olarak memnuniyetle karşılarız.
- One of the hardest problems was to define what co-incineration meant.
- En zor sorunlardan biri, birlikte yakmanın ne anlama geldiğini tanımlamaktı.
- It was hard to say which of them was responsible for what.
- Hangisinin neyden sorumlu olduğunu söylemek zordu.
- It is hard work but an agreement must be reached.
- Bu zor bir iş ama bir anlaşmaya varılması gerekiyor.
- It is not hard to guess what the position of these Governments would be if they were the ones taking the decision.
- Kararı verenler kendileri olsaydı bu Hükümetlerin tutumunun ne olacağını tahmin etmek zor değil.
- We have to make hard choices.
- Zor seçimler yapmak zorundayız.
- A more tragic example of the failure of the market is hard to imagine.
- Piyasanın başarısızlığının daha trajik bir örneğini hayal etmek zor.
- The non-remuneration principle was resisted with the argument that it was hard to obtain rare blood products.
- Nadir bulunan kan ürünlerinin elde edilmesinin zor olduğu gerekçesiyle karşılıksızlık ilkesine karşı çıkıldı.
- This is hard to understand, since, after all, Galileo is important to maritime safety.
- Bunu anlamak zor, zira ne de olsa Galileo deniz güvenliği için çok önemli.
- This is true, but it will require us to make some hard choices.
- Bu doğru, ancak bazı zor seçimler yapmamızı gerektirecek.
- It is hard to do all this.
- Tüm bunları yapmak zordur.
- Consequently, the state aid path is a hard path to tread as things currently stand in Europe.
- Sonuç olarak devlet yardımı yolu, Avrupa'da şu anda olduğu gibi yürünmesi zor bir yoldur.
- It will be hard work to get everything ready for implementation at the end of 2006.
- Her şeyi 2006 sonunda uygulamaya hazır hale getirmek zor bir iş olacak.
- It is hard to do all this.
- Bütün bunları yapmak zordur.
- It would be very hard to tell people that they must change engines when they reach the sea.
- İnsanlara denize ulaştıklarında motor değiştirmeleri gerektiğini söylemek çok zor olacaktır.
- As a growth industry it can also create jobs in regions where it would be very hard to do so otherwise.
- Büyüyen bir endüstri olarak, aksi takdirde bunu yapmanın çok zor olacağı bölgelerde de istihdam yaratabilir.
- Because violence is such a massive phenomenon, it has been hard to narrow the Daphne programme down.
- Şiddet çok büyük bir olgu olduğu için Daphne programını daraltmak zor oldu.
- A great many people find it very hard to provide such proof.
- Pek çok kişi bu tür bir kanıt sunmayı çok zor bulmaktadır.
- They are now building a missile shield against a threat that is actually hard to see.
- Şimdi de aslında görülmesi zor bir tehdide karşı füze kalkanı inşa ediyorlar.
- It is hard to understand how these people are endangering Iranian democracy.
- Bu insanların İran demokrasisini nasıl tehlikeye attığını anlamak zor.
- It's times like this, it's hard not to lose faith.
- Böyle zamanlarda inancını kaybetmemek zordur.
- It's hard always to know what a teenager's up to.
- Bir gencin neyin peşinde olduğunu bilmek her zaman zordur.
- Things like that are really hard to talk about.
- Böyle şeyler hakkında konuşmak gerçekten zordur.
- No, but they're hard to come by.
- Hayır, ama bunları bulmak zor.
- It is always so hard to say see you later.
- Sonra görüşürüz demek her zaman öyle zor geliyor ki.
- At first it's very hard for the kid.
- İlk başta çocuk için çok zor olur.
- No, just years of hard living finally caught up with me.
- Hayır, yıllarca süren zor yaşam sonunda beni yakaladı işte.
- It's really hard because I'm a nice person.
- Gerçekten zor oluyor çünkü ben iyi bir insanım.
- You know, losing my leg wasn't the hard part.
- Yani şey, bacağımı kaybetmek işin zor kısmı değildi.
- Sometimes you go through the hard things to appreciate the good ones.
- Bazen iyi şeylerin kıymetini bilmek için zor dönemlerden geçersiniz.
- Only, you've never done a hard day's work.
- Şu var ki, sen hiç bütün gün zor bir iş yapmadın.
- Being respectable and courteous is never hard to do.
- Saygın ve nazik olmak hiçbir zaman zor değildir.
- This is just too hard for a lot of couples.
- Bunu yapmak birçok çift için öyle zor ki.
- They rescued her from a hard life and raised her.
- Onu zor bir hayattan kurtardılar ve yetiştirdiler.
- I'd call it a hard day in the office.
- Ofiste geçen zor bir gün diye işte buna derim ben.
- For the record, I too have had a hard day.
- Bilgin olsun, ben de zor bir gün geçirdim.
- You knew how hard it was for me all these years.
- Bunca yıldır bunun benim için ne kadar zor olduğunu biliyordun.
- Being respectable and courteous is never hard to do.
- Saygıdeğer ve kibar olmak asla zor bir şey değildir.
- And really hard to get your mind around to start with.
- Ve başlangıçta aklınızı toparlamak gerçekten zor.
- Products like these are not hard to find, but choosing them is.
- Bu gibi ürünleri bulmak zor değildir, ancak onları seçmek zordur.
- No, but they're hard to come by.
- Hayır, fakat onları elde etmesi zor.
- Products like these are not hard to find, but choosing them is.
- Bu gibi ürünleri bulması değil, seçmesi zordur.
- Sorry, I've had a very hard morning.
- Kusura bakma, çok zor bir sabah geçirdim.
- It's hard enough seeing pools and paths in daylight.
- Gün ışığında havuzları ve patikaları görmek yeterince zor.
- So it is hard to arrange finance for the new cars.
- Bu yüzden yeni araçlar için finansman ayarlamak zor.
- It's hard for us to think of a planet as a neighbour.
- Bir gezegeni komşumuz olarak görmemiz zor.
- What is happiness is a question too hard to answer.
- Mutluluğun ne olduğu sorusunu cevaplamak zordur.
- Look, I'm sorry this is hard for you.
- Bak, bunun sana zor gelmesine üzüldüm.
- To get over you is the hardest thing in the world.
- Seni unutmak dünyadaki en zor şey.
- I know it's hard to understand, even for grown-ups.
- Yetişkinler için bile anlamanın zor olduğunu biliyorum.
- It's hard to make a talking bear funny.
- Konuşan bir ayıyı komik hale getirmek zordur.
- How many would choose to do so is hard to predict.
- Kaç kişinin bunu yapmayı tercih edeceğini tahmin etmek zor.
- This is just too hard for a lot of couples.
- Bu birçok çift için öyle zor ki.
- Eating healthy is very hard, but you can always start somewhere.
- Sağlıklı beslenmek çok zordur ama her zaman bir yerden başlayabilirsiniz.
- Easy to pick up and play, hard to master.
- Alması ve çalması kolay, ustalaşması zor.
- It's hard for anyone, including the residents.
- Mahalle sakinleri dahil herkes için zor.
- It's hard to live alone abroad for so many years.
- O kadar sene yurt dışında yalnız yaşamak zor iş.
- Why they built the bike is not a hard question to answer.
- Bisikleti neden yaptıkları, cevaplanması zor bir soru değil.
- It may be hard to feel confident and qualified, too.
- Kendine güvenmek ve vasıflı hissetmek de zor olabilir.
- It wasn't hard just because I had a new baby.
- Yeni bir bebeğim olduğu için zor olmadı.
- Things like that are really hard to talk about.
- Böyle şeyleri konuşmak gerçekten zor.
- This is not hard, it's just a choice.
- Bu zor değil, bir seçim sadece.
- This is a hard, uneven, haphazard process.
- Bu zor, düzensiz ve gelişigüzel bir süreçtir.
- Let's all admit that it is hard to manage a family.
- Bir aileyi yönetmenin zor olduğunu hepimiz kabul edelim.
- Why they built the bike is not a hard question to answer.
- Bisikleti neden yaptıkları sorusunu cevaplamak zor değil.
- It's been hard enough for me to help him overcome your accusations without seeing your face.
- Suratını görmeden suçlamalarınızın üstesinden gelmesine yardım etmek benim için yeterince zor oldu.
- In your case, I find that very hard to believe.
- Senin durumunda buna inanmanın çok zor olduğunu düşünüyorum.
- What is happiness is a question too hard to answer.
- Mutluluğun ne olduğu yanıtlanması çok zor bir soru.
- It's hard to see a good solution at this point.
- Bu noktada iyi bir çözüm görmek zor.
- Nobody ever tells you a deal's hard, kid.
- Kimse sana anlaşmanın zor olduğunu söylemiyor, evlat.
- So, I'm really sorry that you're having a hard time.
- Bu yüzden zor dönemler geçirdiğin için gerçekten üzgünüm.
- It's hard for us to think of a planet as a neighbour.
- Bir gezegeni komşumuz olarak düşünmek bizim için zor.
- It's hard to keep these aliens straight without a scorecard.
- Bu uzaylıları bir puan kartı olmadan kontrol etmek zor.
- It's hard for anyone, including the residents.
- Sakinler de dahil olmak üzere herkes için zor.
- Such a painful, hard season.
- Ne de acı verici, zor bir dönem.
- It doesn't seem so hard and scary anymore.
- Artık o kadar zor ve korkutucu görünmüyor.
- So it is hard to arrange finance for the new cars.
- Bu nedenle yeni arabalar için finansman ayarlamak zor.
- Don't give up, especially during the hard days.
- Pes etmeyin, özellikle de zor günlerde.
- At first it's very hard for the kid.
- İlk başta çocuk için çok zor.
- Such a painful, hard season.
- Çok acı verici, zor bir sezon.
- It's hard to like a man who doesn't even drink a little.
- Azıcık dahi içmeyen bir adamı sevmek zordur.
- This industry moves so fast, it's really hard to tell.
- Bu sektör öyle hızlı gelişiyor ki bunu söylemek gerçekten zor.
- No, but they're hard to come by.
- Hayır, ama onları bulması zor.
- I have a niche position in in today's hard employment climate.
- Günümüzün zor istihdam koşullarında niş bir pozisyonum var.
- Because of this, finding friends is quite hard for him.
- Böyle olunca onun için arkadaş bulmak oldukça zor bir iştir.
- It was hard to get the chains underneath her last night.
- Dün gece zincirleri alttan dolamak zor oldu.
- It's hard to imagine five sentient species evolving on the same planet.
- Aynı gezegende beş duyarlı türün evrimleştiğini hayal etmek zor.
- Sometimes it's hard for people to tell you the truth.
- Bazen insanların size gerçeği söylemesi zor olur.
- Nobody ever tells you a deal's hard, kid.
- Sana anlaşma yapmak zordur diyen yok, evladım.
- It's hard to even define what a private moment is.
- Mahrem bir anın ne olduğunu tanımlamak bile zordur.
- Eating healthy is very hard, but you can always start somewhere.
- Sağlıklı beslenmek çok zor ama her zaman bir yerden başlayabilirsiniz.
- Because it's hard to want to be around someone who does that.
- Çünkü bunu yapan birinin etrafında olmayı istemek zordur.
- If you do this you will find that it is not hard.
- Bunu yaparsanız hiç de zor olmadığını göreceksiniz.
- Life is hard enough without not having people to help you.
- Hayat, sana yardım edecek insanlar olmadan da yeterince zor.
- It's hard to muster up an argument against green power these days.
- Bugünlerde yeşil enerjiye karşı bir argüman oluşturmak zor.
- Look, I'm sorry this is hard for you.
- Bak, bu sana zor geldiği için üzgünüm.
- Very hard for me to get up every day.
- Her gün yataktan kalkmak benim için çok zor.
- It was hard to understand what the animal wanted.
- Hayvanın ne istediğini kestirmek zordu.
- Government red tape has made the process very cumbersome and hard to understand.
- Devlet bürokrasisi süreci çok hantal ve anlaşılması zor hale getirdi.
- Don't give up, especially during the hard days.
- Özellikle zor günlerde sakın ola pes etmeyin.
- It can be hard to express that kind of thing in words.
- Bu tür şeyleri kelimelerle ifade etmek zor olabilir.
- That must've been hard to make a case against him.
- Ona dava açmak zor olmuştur herhalde.
- You knew how hard it was for me all these years.
- Bunca yıl benim için ne kadar zor olduğunu biliyordun.
- Very hard for me to get up every day.
- Her gün uyanmak benim için çok zor.
- Because of this, finding friends is quite hard for him.
- Bu nedenle arkadaş bulmak onun için oldukça zor.
- Everyone listens to music, but it's hard to make.
- Herkes müzik dinler ama müziği yapması zordur.
- And I know there will be hard times again.
- Ve biliyorum ki yine zor dönemler olacak.
- I think it's going to be hard for other folks.
- Diğer insanlar için de zor olacağını düşünüyorum.
- And really hard to get your mind around to start with.
- Ve başlarken aklınızı toplamanız gerçekten zor.
- Now I have a job, then the job is to be hard.
- Şimdi bir işim var, o zaman işim zor olacak.
- It was hard to get the chains underneath her last night.
- Dün gece, zincirleri alttan dolaması zor oldu.
- Composing a industrial script may be a hard and thrilling experience.
- Endüstriyel bir senaryo yazmak zor ve heyecan verici bir tecrübe olabilir.
- If you do this you will find that it is not hard.
- Bunu yaparsanız işin zor olmadığını göreceksiniz.
- That must've been hard to make a case against him.
- Ona karşı dava açmak zor olmuş olmalı.
- It's hard to live alone abroad for so many years.
- Bu kadar sene yurt dışında tek başına yaşamak zor iş.
- It's hard times for small farmers like you and myself.
- Senin ve benim gibi küçük çiftçiler için zor dönemler bunlar.
- Because it's hard to want to be around someone who does that.
- Çünkü bunu yapan birinin yanında olmayı istemek zor.
- And that's why I chose the hard teacher.
- İşte bu yüzden zor olan öğretmeni seçtim.
- I have tried so hard not to write this post.
- Bu yazıyı yazmamak için kendimi zor tuttum.
- It's really hard because I'm a nice person.
- Bu gerçekten zor çünkü ben kibar bir insanım.
- It'd be hard for him to change his stance overnight.
- Tutumunu bir gecede değiştirmesi onun için zor olurdu.
- He is also very hard to count on for the second half.
- Ayrıca ikinci yarıda ona güvenmek de çok zor.
- Because of this, finding friends is quite hard for him.
- Bu nedenle arkadaş bulmak onun için oldukça zordur.
- But, it's just so hard to get rid of a classic.
- Ancak bir klasiği elden çıkarmak öyle zor ki.
- So, the killing power of giants like these is hard to estimate.
- Dolayısıyla, bunun gibi devlerin öldürme güçlerini hesaplamak zordur.
- We wish you all a healthy and successful term during this hard period.
- Bu zor dönemde hepinize sağlıklı ve başarılı bir dönem diliyoruz.
- It's hard always to know what a teenager's up to.
- Bir gencin neler yaptığını bilmek her zaman zordur.
- How many would choose to do so is hard to predict.
- Kaç kişinin bunu yapmayı seçeceğini tahmin etmek zor.
- It was hard to give it back after everything that had happened.
- Olanlardan sonra onu geri vermek zor oldu.
- It was hard to give it back after everything that had happened.
- Yaşanan onca şeyden sonra onu geri vermek zordu.
- I think those sounds are still too hard for him.
- Bence bu sesler onun için hala çok zor.
- It's hard to muster up an argument against green power these days.
- Bugünlerde yeşil enerjiye karşı bir sav ileri sürmek oldukça zor.
- Let's all admit that it is hard to manage a family.
- Hepimiz bir aileyi idare etmenin zor olduğunu kabul edelim.
- Sorry, I've had a very hard morning.
- Üzgünüm, çok zor bir sabah geçirdim.
- It was not so hard to think of nothing.
- Hiçbir şey düşünmemek o kadar da zor değildi.
- This industry moves so fast, it's really hard to tell.
- Bu sektör o kadar hızlı ilerliyor ki bunu bilmek çok zor.
- Such a painful, hard season.
- Ne kadar acı verici, zor bir dönem.
- Everyone listens to music, but it's hard to make.
- Herkes müzik dinler ama müzik yapmak zordur.
- I think it's going to be hard for other folks.
- Bence bu, diğer insanlar için zor olacak.
- It's hard to live alone abroad for so many years.
- O kadar sene yurt dışında yalnız yaşamak zordur.
- For the record, I too have had a hard day.
- Haberin olsun, ben de zor bir gün geçirdim.
- It's very hard to keep your anger in.
- Öfkeni içinde tutmak çok zordur.
- This is not hard, it's just a choice.
- Bu zor değil ki, bir seçim işte.
- That can be hard for parents with more than one child.
- Birden fazla çocuğu olan anne babalar için zor olabilir.
- I wasn't hard to find, wearing that red raincoat.
- O kırmızı yağmurluğu giyerken beni bulmaları zor olmadı.
- Sometimes it's hard for people to tell you the truth.
- Bazen insanlara size gerçeği söylemek zor gelir.
- You know, losing my leg wasn't the hard part.
- Biliyorsun, bacağımı kaybetmek işin zor kısmı değildi.
- It has been hard for me to like you.
- Senden hoşlanmak benim için zor oldu.
- It's hard for anyone, including the residents.
- Burada yaşayanlar dahil, herkes için zor oluyor.
- It wasn't hard just because I had a new baby.
- Yeni bir bebek sahibi olduğum için zor olmamıştı.
- You know, you're pretty hard to stay mad at.
- Biliyor musun, sana kızmak oldukça zor.
- Easy to pick up and play, hard to master.
- Alınması ve çalınması kolay, ustalaşmak ise zor.
- That can be hard for parents with more than one child.
- Birden fazla çocuğu olan ebeveynler için bu durum zor olabilir.
- It's hard times for small farmers like you and myself.
- Senin ve benim gibi küçük çiftçiler için zor dönemler.
- It's hard to be a land baron on minimum wage.
- Asgari ücretle toprak ağası olmak zordur.
- This was hard, coming here, saying these things.
- Buraya gelip bunları söylemek çok zordu.
- It's hard to always stay on the proper side.
- Her zaman doğru yerde durmak zordur.
- You know, you're pretty hard to stay mad at.
- Biliyor musun, sana kızgın kalmak oldukça zor.
- If you do this you will find that it is not hard.
- Eğer böyle yaparsan anlayacaksın ki bu iş zor değil.
- It's hard to even define what a private moment is.
- Özel bir anın ne olduğunu tanımlamak bile zor.
- It'd be hard for him to change his stance overnight.
- Bir gecede tutumunu değiştirmek onun için zor olurdu.
- It's so, so hard to conduct a conspiracy without privacy.
- Mahremiyet olmadan bir komplo kurmak çok ama çok zor.
- It's not hard to meet people, even in a new country.
- Yeni bir ülkede bile insanlarla tanışmak zor değil.
- It may be hard to feel confident and qualified, too.
- Kendinizi güvende ve nitelikli hissetmek de zor olabilir.
- Composing a industrial script may be a hard and thrilling experience.
- Endüstriyel bir senaryo yazmak zor ve heyecan verici bir deneyim olabilir.
- This isn't a time to make hard and fast decisions.
- Bu, zor ve hızlı kararlar almanın sırası değil.
- It's hard returning to normal life after such an event.
- Böyle bir olaydan sonra normal hayata dönmek zor.
- But, it's just so hard to get rid of a classic.
- Ama bir klasikten kurtulmak çok zor.
- It's hard to always stay on the proper side.
- Her zaman doğru tarafta kalmak zordur.
- I wasn't hard to find, wearing that red raincoat.
- O kırmızı yağmurluğu giydiğim için beni bulmak zor olmadı.
- It's hard returning to normal life after such an event.
- Böylesine bir olay sonrası normal hayata dönmek zor oluyor.
- It is always so hard to say see you later.
- Sonra görüşürüz demek hep çok zordur.
- It was hard to understand what the animal wanted.
- Hayvanın ne istediğini anlamak zordu.
- It's very hard to keep your anger in.
- Öfkenizi içinizde tutmak çok zordur.
- It's not hard to guess what these words are describing.
- Bu kelimelerin neyi tarif ettiğini tahmin etmek zor değil.
- He is also very hard to count on for the second half.
- İkinci yarı için güvenmek de çok zor.
- Her question is very hard to answer.
- Sorusuna cevap vermek çok zor.
- Your question is very hard to answer.
- Sorunu cevaplamak çok zor.
- That's hard to say.
- Bunu söylemek zor.
- My uncle's handwriting is hard to read.
- Amcamın el yazısını okumak zordur.
- It's really hard.
- Gerçekten zor.
- It's hard to make predictions, especially about the future.
- Tahmin yapmak zordur, özellikle de gelecek hakkında.
- I know it's hard for you to understand.
- Senin için anlamanın zor olduğunu biliyorum.
- Being a teacher is very hard work.
- Bir öğretmen olmak çok zor bir iştir.
- Reality and fantasy are hard to distinguish.
- Gerçeklik ve fanteziyi ayırt etmek zordur.
- It was hard for them to get to the island.
- Adaya ulaşmak onlar için çok zordu.
- He is hard to get along with.
- Onunla iyi geçinmek zordur.
- It must be hard.
- Bu zor olmalı.
- How hard can it really be to do that?
- Bunu yapmak gerçekten ne kadar zor olabilir ki?
- The first steps are always the hardest.
- İlk adımlar daima en zor olanlarıdır.
- It'll be pretty hard to raise that much money.
- O kadar para toplamak oldukça zor olacak.
- It's hard to find a dance partner.
- Bir dans partneri bulmak zordur.
- It's kind of hard.
- Biraz zor.
- It's not as hard as you think.
- Düşündüğün kadar zor değil.
- He is rather hard to get along with.
- Kendisiyle geçinmek çok zordur.
- It's hard to find someone who writes Chinese as beautifully as he.
- Onun kadar güzel Çince yazan birini bulmak zor.
- It will be hard to convince the owner to sell his house.
- Ev sahibini evini satmaya ikna etmek zor olacak.
- It's hard to steal from a thief.
- Bir hırsızdan çalmak zordur.
- I've lived a hard life.
- Ben zor bir hayat yaşadım.
- It must be hard for you.
- Senin için zor olmalı.
- It's hard to get along with Tom.
- Tom'la iyi geçinmek zor.
- It's been a hard night for Tom.
- Tom için zor bir geceydi.
- Is French harder than English?
- Fransızca İngilizceden daha mı zor?
- It was hard at first.
- Başlarda zordu.
- It's hard to blame her.
- Onu suçlamak zor.
- The longer you wait to tell Tom, the harder it's going to be.
- Tom'a söylemek için ne kadar beklersen, o kadar zor olacak.
- It was very hard to say that.
- Bunu söylemek çok zordu.
- It's hard to explain.
- Açıklaması zor.
- Sellers and buyers are anonymous and very hard to recognize.
- Satıcılar ve alıcılar anonimdir ve tanınmaları çok zordur.
- It wasn't hard for me to do that.
- Onu yapmak benim için zor değildi.
- It's hard for me to talk to Tom.
- Tom'la konuşmak benim için zor.
- This shouldn't be hard for us to figure out.
- Bunu çözmek bizim için zor olmamalı.
- It'll be hard to convince them.
- Onları ikna etmek zor olacak.
- French isn't that hard.
- Fransızca o kadar da zor değil.
- This work is hard for us.
- Bu iş bizim için zor.
- Life is still hard.
- Hayat hala zor.
- Come on, it's not that hard.
- Hadi ama, bu o kadar da zor değil.
- Jobs are hard to come by with so many people out of work.
- Bu kadar insan işsizken iş bulmak çok zor.
- It's hard being a parent.
- Ebeveyn olmak zor.
- I doubt it'll be very hard for you to get your driver's license.
- Ehliyet almanın senin için çok zor olacağını sanmıyorum.
- I know it may be hard, but I think we need to do that.
- Bunun zor olabileceğini biliyorum, ama sanırım bunu yapmamız gerek.
- It was hard for you to say no, wasn't it?
- Hayır demek senin için zordu, değil mi?
- I had a hard time.
- Zor bir zaman geçirdim.
- That shouldn't be hard.
- Bu zor olmamalı.
- Our boss is hard to please.
- Patronumuzu memnun etmek zordur.
- I never thought it'd be this hard to build a picnic table.
- Bir piknik masası yapmanın bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştim.
- It was hard for Tom to say no.
- Tom için hayır demek zordu.
- It'll be very hard to do that.
- Onu yapmak çok zor olacak.
- That's not hard to envision.
- Hayal etmek zor değildir.
- Your handwriting is very hard to read.
- El yazınızı okumak çok zor.
- It's hard to find a bench that you can sleep on in this city.
- Bu şehirde üzerinde uyuyabileceğiniz bir bank bulmak zor.
- I gather it's not that hard.
- İşittiğime göre o o kadar zor değil.
- The hardest part is already over.
- En zor kısmı çoktan bitti.
- It's hard to know where to begin.
- Nereden başlanacağını bilmek zor.
- That was the hard part.
- Bu zor kısmıydı.
- How hard was the test?
- Sınav ne kadar zordu?
- It was hard for you to say no, wasn't it?
- Hayır demen zordu, değil mi?
- How hard is it to get a fake passport?
- Sahte pasaport almak ne kadar zor?
- Her name is long and hard to pronounce.
- Onun adı uzun ve telaffuz edilmesi zor.
- I know it's hard to accept.
- Bunu kabullenmenin zor olduğunu biliyorum.
- I know it's hard to find the time, but could you proofread this for me before next Monday?
- Zaman bulmanın zor olduğunu biliyorum ama önümüzdeki pazartesiden önce bunu benim için düzeltebilir misin?
- It's hard for me to know who you are anymore.
- Artık senin kim olduğunu bilmek benim için çok zor.
- It is hard for me to chew.
- Çiğnemek benim için zordur.
- It's hard to argue with Tom.
- Tom'la tartışmak zordur.
- That would be hard.
- Bu zor olurdu.
- It's hard to be modest when you are the best.
- En iyi olduğunuzda alçakgönüllü olmak zordur.
- The past three days have been hard.
- Son üç gün zordu.
- That's not hard to envision.
- Bunu hayal etmek zor değil.
- It's not hard for everybody.
- Herkes için zor değil.
- I know how hard it is to do that.
- Bunu yapmanın ne kadar zor olduğunu biliyorum.
- It's hard to sell a fixer-upper nowadays.
- Bugünlerde bir tamirci satmak zor.
- It was hard for Tom to say no.
- Tom'un hayır demesi zordu.
- What is the hard part of learning Japanese?
- Japonca öğrenmenin zor yanı nedir?
- It's been a hard year.
- Zor bir yıl oldu.
- Tom may be hard to reach for the next few hours.
- Tom'a önümüzdeki birkaç saat boyunca ulaşmak zor olabilir.
- Learning foreign languages is hard.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
- It's very hard to see yourself as others see you.
- Kendinizi başkalarının sizi gördüğü gibi görmek çok zordur.
- Tom is hard to live with.
- Tom ile birlikte yaşamak zor.
- Old habits die hard.
- Eski alışkanlıklar zor ölür.
- He went through a very hard time.
- Çok zor bir zaman geçirdi.
- It's been a hard night for her.
- Onun için zor bir gece oldu.
- This isn't as hard as it looks.
- Göründüğü kadar zor değil.
- I think it's not gonna be that hard.
- O kadar zor olacağını sanmıyorum.
- It was really hard.
- Gerçekten zordu.
- How hard can it really be to do that?
- Bunu yapmak gerçekten ne kadar zor olabilir?
- It's really hard to understand you.
- Seni anlamak gerçekten zor.
- It's hard to stop smoking.
- Sigarayı bırakmak zordur.
- It's hard for me to put my thoughts into words.
- Düşüncelerimi kelimelere dökmem zordur.
- It's not too hard to learn French.
- Fransızca öğrenmek o kadar da zor değil.
- It's hard to believe that something like that could happen around here.
- Buralarda böyle bir şeyin olabileceğine inanmak çok zor.
- That wasn't as hard to do as I thought it would be.
- Bunu yapmak düşündüğüm kadar zor değilmiş.
- It's been a hard night for him.
- Onun için zor bir geceydi.
- This must be hard for Tom.
- Bu Tom için zor olmalı.
- He lived a hard life.
- Zor bir hayat yaşadı.
- It's hard to figure out what's going on.
- Neler olduğunu anlamak zor.
- It is hard for me to chew.
- Çiğnemek benim için zor.
- He is a hard man to approach.
- Yaklaşılması zor bir adam.
- It may not be as hard as you think to do that.
- Onu yapmak senin düşündüğün kadar zor olmayabilir.
- Is it hard to learn German?
- Almanca öğrenmek zor mudur?
- This necktie is hard to tie.
- Bu kravatı bağlamak zor.
- It's very hard to get rid of the cockroaches in our house.
- Evimizdeki hamamböceklerinden kurtulmak çok zor.
- It's hard to get a taxi outside the station.
- İstasyonun dışında taksi bulmak zor.
- Is it hard to learn Esperanto?
- Esperanto öğrenmek zor mu?
- It's hard to tell him anything.
- Ona bir şey söylemek zor.
- What's so hard?
- Bu kadar zor olan ne?
- Actually, it's hard to explain.
- Aslında, bunu açıklamak zor.
- That was the hardest thing I've ever done.
- O şimdiye kadar yaptığım en zor şeydi.
- How hard would that be?
- Ne kadar zor olabilir ki?
- It's hard to let go.
- Bırakmak zor.
- It's hard to see the stage from here.
- Buradan sahneyi görmek zor.
- Some habits are hard to kill.
- Bazı huyları bırakmak zordur.
- It's hard to blame him.
- Onu suçlamak zor.
- Spacious apartments in Tokyo are hard to come by.
- Tokyo'da geniş daireler bulmak zor.
- It's a little hard to take.
- Kabullenmesi biraz zor.
- It really was hard.
- Gerçekten zordu.
- It'll be hard for Tom to win.
- Tom'un kazanması zor olacak.
- White carpets are very hard to clean.
- Beyaz halıları temizlemek çok zordur.
- Tom has had a hard life.
- Tom zor bir hayat yaşadı.
- Don't forget that good jobs are very hard to come by these days.
- Unutmayın ki bugünlerde iyi iş bulmak çok zor.
- It's hard to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
- Tom is very hard to get along with.
- Tom'la iyi geçinmek çok zor.
- It's hard to talk to Tom.
- Tom ile konuşmak zor.
- It's hard to keep up with you.
- Sana ayak uydurmak zor.
- You're hard to please, aren't you?
- Seni memnun etmek zor, değil mi?
- Is Greek hard to learn?
- Yunanca öğrenmek zor mu?
- It's hard to find a job in this country.
- Bu ülkede iş bulmak zor.
- Isn't it hard?
- Zor değil mi?
- It's hard to speak French well.
- İyi Fransızca konuşmak zor.
- It's hard to keep up with them.
- Onlara yetişmek zor.
- Tom is hard to deal with.
- Tom'la uğraşmak zordur.
- It was very hard to swim across the river.
- Nehri yüzerek geçmek çok zordu.
- That word is very hard to translate.
- O kelimeyi çevirmek çok zor.
- French is pretty hard, isn't it?
- Fransızca oldukça zor, değil mi?
- It's really hard to comprehend.
- Bunu anlamak gerçekten zor.
- I know how hard it must've been for you to tell Tom about what happened.
- Tom'a olanları anlatmanın senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum.
- It's hard to justify.
- Onu aklamak zordur.
- It's hard to endure the boastings of the French.
- Fransızların böbürlenmelerine katlanmak çok zor.
- Sometimes it's hard to persuade children to eat.
- Bazen çocukları yemek yemek için ikna etmek zordur.
- Good medicine tastes bitter, good advice is hard to listen to.
- İyi ilacın tadı acıdır, iyi tavsiyeyi dinlemek zordur.
- I've already done the hard part.
- Ben zor kısmı zaten yaptım.
- It wouldn't be too hard to design a new website for you.
- Sizin için yeni bir web sitesi tasarlamak pek de çok zor olmaz.
- I know this must be hard for you.
- Bunun senin için zor olduğunu biliyorum.
- Jobs are hard come by these days.
- Bugünlerde iş bulmak çok zor.
- Tom says it's hard to explain.
- Tom açıklaması zor diyor.
- All languages are hard in translating from them to Lojban.
- Tüm dilleri onlardan Lojbana çevirmek zordur.
- That's a hard question to answer.
- Bu cevaplaması zor bir soru.
- Is that hard to do?
- Onu yapmak zor mu?
- It's hard not to like him.
- Onu sevmemek zor.
- Minute particles are hard to see with the naked eye.
- Küçük parçacıkları çıplak gözle görmek zordur.
- French isn't all that hard.
- Fransızca o kadar da zor değil.
- It's not hard to see why you aren't a success.
- Neden başarılı olmadığınızı görmek zor değildir.
- Is French hard to learn?
- Fransızca öğrenmesi zor mu?
- It's hard to sell a fixer-upper nowadays.
- Günümüzde tadilat gerektiren evleri satmak zor.
- He is rather hard to please.
- Onu memnun etmek oldukça zor.
- He led a hard life after that.
- Ondan sonra zor bir hayat yaşadı.
- It's hard to tell you anything.
- Sana bir şey söylemek zor.
- That won't be hard to do.
- Bunu yapmak zor olmayacak.
- It was a very hard training.
- Çok zor bir eğitimdi.
- Tom is hard to get along with.
- Tom ile geçinmek zordur.
- That's very hard to do.
- Bunu yapmak çok zor.
- The first time is always the hardest.
- İlk sefer her zaman en zorudur.
- That would be hard.
- Bu zor olur.
- It's easy to find friends; it's harder to keep them.
- Arkadaş bulmak kolaydır; onları elde tutmak zordur.
- It's hard to argue with Tom.
- Tom'la tartışmak zor.
- I know how hard that is.
- Bunun ne kadar zor olduğunu biliyorum.
- French is too hard, so I don't think I want to learn it.
- Fransızca çok zor, bu yüzden öğrenmek istediğimi sanmıyorum.
- My grandfather is very hard to please.
- Büyükbabamı memnun etmek çok zordur.
- I don't think it'll be hard for Tom to do that.
- Tom'un bunu yapmasının zor olacağını sanmıyorum.
- Tom is hard to talk to, isn't he?
- Tom ile konuşmak zor, değil mi?
- This word is hard to translate.
- Bu kelimeyi tercüme etmek zor.
- Tom is hard to please, isn't he?
- Tom'u memnun etmek zor, değil mi?
- It's hard to talk about your feelings.
- Duyguların hakkında konuşmak zor.
- It's hard, isn't it?
- Zor, değil mi?
- Learning foreign languages is hard.
- Yabancı dilleri öğrenmek zordur.
- I think it wouldn't be hard to do that.
- Bence bunu yapmak zor olmaz.
- Sometimes it's hard to persuade children to eat.
- Bazen çocukları yemek yemeye ikna etmek zordur.
- You have a hard day ahead of you.
- Önünde zor bir gün var.
- French isn't hard to learn.
- Fransızca öğrenmek zor değildir.
- It's not going to be as hard to do as you think it'll be.
- Düşündüğün kadar zor olmayacak.
- It is true that yours is a good idea, but I am afraid it will be hard to put into practice.
- Seninkinin iyi bir fikir olduğu doğru ama korkarım ki, onu uygulamaya koymak zor olacak.
- How hard is it to get a fake ID?
- Sahte kimlik almak ne kadar zor?
- Living on a small income is hard.
- Küçük bir gelirle yaşamak zordur.
- My love for you is hard to explain.
- Sana olan sevgimi anlatmak çok zor.
- It's hard not to smile when Tom does that.
- Tom bunu yaptığında gülümsememek zor.
- It may not have been as hard as Tom said it was.
- Tom'un söylediği kadar zor olmayabilir.
- Tom is hard to deal with.
- Tom ile uğraşmak zordur.
- Easy to plan, hard to realize.
- Planlaması kolay, gerçekleştirmesi zor.
- I find it hard to get up early on cold mornings.
- Soğuk sabahlarda erken kalkmayı zor bulurum.
- Is it hard for you to do this?
- Bunu yapmak senin için zor mu?
- It's hard to catch fish without bait.
- Yem olmadan balık yakalamak zor.
- It's hard to find a suitable translation.
- Uygun bir çeviri bulmak zor.
- It's hard to take you seriously.
- Seni ciddiye almak zor.
- Life is hard, death is cheap.
- Hayat zor, ölüm ucuzdur.
- Here comes the hard part.
- İşte zor kısmı geliyor.
- I knew it wouldn't be hard to do that.
- Bunu yapmanın zor olmayacağını biliyordum.
- You're very hard to get along with.
- Seninle iyi geçinmek çok zor.
- It's often hard to do the right thing.
- Doğru olanı yapmak çoğu zaman zordur.
- Foreign languages can be hard to learn.
- Yabancı dilleri öğrenmek zor olabilir.
- It is hard to win four successive games.
- Üst üste dört oyun kazanmak zordur.
- Tom's handwriting is very hard to read.
- Tom'un el yazısını okumak çok zor.
- This is hard on Tom.
- Bu Tom için çok zor.
- It seems like Tom is having a hard time doing that.
- Tom bunu yaparken zor anlar yaşıyor gibi görünüyor.
- That probably wouldn't be too hard to do.
- Muhtemelen onu yapmak çok zor olmazdı.
- They're hard to find.
- Onları bulmak zor.
- Her question is hard to answer.
- Onun sorusunu cevaplamak zordur.
- French isn't as hard to learn as a lot of people think it is.
- Fransızca öğrenmek bir sürü insanın olduğunu düşündüğü kadar zor değildir.
- It's going to be very hard get there on time.
- Oraya zamanında varmak çok zor olacak.
- That wasn't hard.
- O zor değildi.
- It'll be a hard game, that's for certain.
- Zor bir maç olacağı kesin.
- Is life here hard?
- Burada hayat zor mu?
- I'm sure it wouldn't be too hard to find another place to live.
- Yaşamak için başka bir yer bulmanın çok zor olmayacağından eminim.
- That's pretty hard to believe.
- Buna inanmak oldukça zor.
- It's not going to be hard to do that.
- Onu yapmak zor olmayacak.
- Learning a foreign language is hard.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
- His down-and-out beginning in Paris was really hard.
- Paris'teki kötü başlangıcı gerçekten zordu.
- Tom gave Mary a hard time.
- Tom, Mary'ye zor anlar yaşattı.
- It'll be hard to convince Tom to do that.
- Tom'u bunu yapmaya ikna etmek zor olacak.
- This is the hard part.
- Bu zor kısmı.
- This is extremely hard for us.
- Bu bizim için çok zor.
- Why is that sometimes hard?
- Neden bu bazen zor oluyor?
- It was too hard.
- Çok zordu.
- It'll be hard to persuade them.
- Onları ikna etmek zor olacak.
- Sometimes it's hard to be tactful and honest at the same time.
- Bazen aynı anda hem nazik hem de dürüst olmak zordur.
- Meeting new people and making new friends is hard.
- Yeni insanlarla tanışmak ve yeni arkadaşlar edinmek zordur.
- Tom has had a hard day.
- Tom zor bir gün geçirdi.
- I never realized how hard it must be to be a woman.
- Kadın olmanın ne kadar zor olduğunu hiç fark etmemiştim.
- How hard could that be?
- Ne kadar zor olabilir ki?
- I know this has been a hard time for you.
- Bunun sizin için zor bir zaman olduğunu biliyorum.
- It won't be hard.
- Zor olmayacak.
- This is extremely hard for Tom.
- Bu, Tom için son derece zor.
- It's hard to do.
- Bunu yapmak zor.
- A penumbral lunar eclipse can be hard to see.
- Halkalı bir ay tutulması görmek zor olabilir.
- Once you skip a lesson, it's hard to catch up with your classmates.
- Bir dersi atladığınızda, sınıf arkadaşlarınıza yetişmek zordur.
- He gave me a hard time.
- Bana zor anlar yaşattı.
- Good medicine tastes bitter, good advice is hard to listen to.
- İyi ilacın tadı acıdır, iyi bir tavsiyeyi dinlemek zordur.
- It's hard for nurses to be objective about their patients.
- Hemşirelerin, hastaları hakkında objektif olmaları zordur.
- Is it hard to learn French?
- Fransızca öğrenmek zor mu?
- It'll be hard to persuade her.
- Onu ikna etmek zor olacak.
- I never thought it'd be this hard to create an iPad app.
- Bir iPad uygulaması oluşturmanın bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştim.
- It's hard to say no to you.
- Sana hayır demek zor.
- It's so hard to choose.
- Seçim yapmak çok zor.
- Arabic isn't hard.
- Arapça zor değil.
- It's hard to figure out what's going on.
- Ne olduğunu anlamak zor.
- That shouldn't be too hard to do.
- Bunu yapmak çok zor olmamalı.
- It is hard for me to believe this.
- Buna inanmam zor.
- It was hard to persuade him to cancel the trip.
- Geziyi iptal etmesi için onu ikna etmek zor oldu.
- You're a hard man to please, aren't you?
- Sen memnun etmesi zor bir adamsın, değil mi?
- Tom is hard to impress.
- Tom'u etkilemek zordur.
- This is extremely hard for us.
- Bu bizim için son derece zordur.
- This is so hard.
- Çok zormuş bu.
- Gravitational waves are very hard to detect.
- Yerçekimi dalgalarını algılamak çok zordur.
- It's not that hard.
- O kadar da zor değil.
- The first step is the hardest.
- İlk adım en zorudur.
- I think it wouldn't be too hard to come up with a better system.
- Daha iyi bir sistem bulmanın çok zor olmayacağını düşünüyorum.
- It is hard to understand.
- Bunu anlamak zor.
- It was a hard decision.
- Zor bir karardı.
- I know how hard it's been.
- Bunun ne kadar zor olduğunu biliyorum.
- It's hard to be modest when you're the best.
- En iyisiyken mütevazı olmak zordur.
- It is easy to say and hard to accomplish.
- Söylemesi kolay ama başarması zor.
- Once a bad habit is formed, it's hard to get rid of it.
- Kötü bir alışkanlık bir kez oluştuğunda, ondan kurtulmak zordur.
- Finding Tom wasn't hard.
- Tom'u bulmak zor olmadı.
- It's often very hard to acknowledge that you may have outgrown your friendship.
- Arkadaşlığınızı aşmış olabileceğinizi kabul etmek genellikle çok zordur.
- That wasn't hard.
- Zor değildi.
- Dan didn't expect the training to be so hard.
- Dan eğitimin bu kadar zor olmasını beklemiyordu.
- How hard can that be?
- O ne kadar zor olabilir?
- Sometimes it's hard to resist the impulse to burst out laughing.
- Bazen kahkahayla gülme dürtüsüne karşı koymak zordur.
- That wasn't hard to do.
- Yapması zor değildi.
- You must've had a very hard day.
- Çok zor bir gün geçirmiş olmalısın.
- Chemistry is hard.
- Kimya zordur.
- French is hard to learn.
- Fransızca öğrenilmesi zordur.
- That's a pretty hard question to answer.
- Bu cevaplamak için oldukça zor bir soru.
- This shouldn't be so hard to do.
- Bunu yapmak o kadar da zor olmasa gerek.
- I know this must be hard on you.
- Bunun senin için zor olduğunu biliyorum.
- Tom is rather hard to please.
- Tom memnun etmek oldukça zordur.
- Which is hardest in your opinion?
- Sizce hangisi daha zor?
- I think it wouldn't be hard to do that.
- Bence bunu yapmak zor olmazdı.
- All languages are hard to translate into.
- Bütün dillere çeviri yapmak zordur.
- How hard is it?
- Bu ne kadar zor?
- Is it hard being a goalie?
- Bir kaleci olmak zor mu?
- It's not hard to understand.
- Anlaması zor değil.
- It's too hard.
- Bu çok zor.
- These pills are hard to swallow.
- Bu hapları yutmak zor.
- It's hard to resist.
- Direnmek zordur.
- It's too hard to explain.
- Bunu açıklamak çok zor.
- It's hard for me to guarantee your success.
- Başarınızı garanti etmek benim için zor.
- It's hard to tell whether it's going to rain or not.
- Yağmur yağıp yağmayacağını söylemek zor.
- He is hard to deal with.
- Onunla uğraşmak zordur.
- Tom has had such a hard life.
- Tom'un çok zor bir hayatı oldu.
- That doesn't sound too hard.
- Kulağa çok zor gelmiyor.
- It's very hard to find that today.
- Onu bugün bulmak çok zor.
- That's a hard question to answer.
- O cevaplaması zor bir soru.
- It's hard to tell who's more desperate.
- Kimin daha umutsuz olduğunu söylemek zor.
- He went through a very hard time.
- Çok zor bir dönemden geçti.
- Do you think it'll be hard for you to do that?
- Bunu yapmanın senin için zor olacağını mı düşünüyorsun?
- Love, smoke and cough are hard to hide.
- Aşk, duman ve öksürüğü saklamak zordur.
- You're very hard to please.
- Seni memnun etmek çok zor.
- It is hard to wake up without a strong cup of coffee.
- Bir fincan koyu kahve olmadan uyanmak zordur.
- It's very hard to play Vivaldi's bassoon concerto on the saxophone.
- Saksafonda Vivaldi'nin fagot konçertosunu çalmak çok zor.
- I know Tom is hard to get along with.
- Tom'la geçinmenin zor olduğunu biliyorum.
- Was it hard for you to get in touch with Tom?
- Tom'a ulaşmak senin için zor oldu mu?
- We found it very hard going back to our base camp in the blizzard.
- Kar fırtınasında ana kampımıza geri dönmek çok zor geldi.
- It's hard to be honest.
- Dürüst olmak zor.
- That must've been hard.
- Zor olmalı.
- Tom wondered whether it would be hard to find a job in Boston.
- Tom, Boston'da iş bulmanın zor olup olmayacağını merak ediyordu.
- Layla was living a very hard life.
- Leyla çok zor bir yaşam sürüyordu.
- Her boss is hard to deal with.
- Patronuyla uğraşmak zor.
- It was hard to figure out what Tom was trying to say.
- Tom'un ne söylemeye çalıştığını anlamak zordu.
- Tom is a pretty hard guy to impress.
- Tom etkilemek için oldukça zor bir adam.
- It's hard to get by on minimum wage.
- Asgari ücretle geçinmek zordur.
- It's not very hard.
- Bu çok zor değil.
- The work is too hard for me.
- Bu iş benim için çok zor.
- That's hard to picture.
- Resim çizmek zor.
- It's very hard to see yourself as others see you.
- Başkalarının seni gördüğü gibi senin kendini görmen çok zor.
- You've already done the hard part.
- Sen zaten zor kısmı hallettin.
- What's the hardest language you know?
- Bildiğiniz en zor dil nedir?
- These items are rather hard to obtain.
- Bu eşyaları elde etmek oldukça zor.
- I've had a really hard day.
- Gerçekten zor bir gün geçirdim.
- It isn't hard to see why you don't like Tom.
- Tom'dan neden hoşlanmadığını anlamak zor değil.
- It'll be hard to persuade him.
- Onu ikna etmek zor olacak.
- This choice wasn't too hard.
- Bu seçim fazla zor değildi.
- This city is hard to live in.
- Bu şehirde yaşamak zor.
- It's hard to describe.
- Tarif etmesi zor.
- How hard can this possibly be?
- Bu ne kadar zor olabilir ki?
- Sometimes to correct is harder than to write.
- Bazen düzeltmek yazmaktan zordur.
- It was one of the hardest decisions I've had to make.
- Vermek zorunda kaldığım en zor kararlardan biriydi.
- It's hard not to smile when Tom does that.
- Tom bunu yaptığında gülümsememek çok zor.
- Gravitational waves are very hard to detect.
- Yerçekimi dalgalarını tespit etmek çok zordur.
- This shouldn't be so hard to do.
- Yapması bu kadar zor olmamalı.
- Do you think it'll be hard for you to do that?
- Sence bunu yapmak senin için zor olacak mı?
- He is rather hard to get along with.
- Onunla geçinmek oldukça zordur.
- Old practices died hard in the country.
- Taşrada eski alışkanlıklar çok zor ölür.
- It must be hard work.
- Zor bir iş olmalı.
- He's hard to please.
- Onu memnun etmek zor.
- How hard could that be?
- Bu ne kadar zor olabilir?
- What makes it so hard to do that?
- Bunu yapmak neden bu kadar zor?
- Is the work hard?
- İş zor mu?
- Your question is hard to answer.
- Sorunu cevaplamak zordur.
- It may not be as hard as you think to do that.
- Bunu yapmak düşündüğün kadar zor olmayabilir.
- It's hard to throw things out.
- Bir şeyleri atmak zordur.
- You’re hard to clean up after!
- Arkandan temizlik yapmak çok zor!
- These pills are hard to swallow.
- Bu hapları yutmak çok zordur.
- It's still not hard.
- Hala zor değil.
- It's very hard to tell.
- Bunu söylemek çok zor.
- It's hard not to like you.
- Senden hoşlanmamak çok zor.
- It really is very hard to do that.
- Bunu yapmak gerçekten çok zor.
- It won't be hard to find someone to do that for you.
- Bunu sizin için yapacak birini bulmak zor olmayacak.
- Quitting smoking is easy, quitting you is too hard.
- Sigarayı bırakmak kolay, seni bırakmak çok zor.
- Tom is hard to talk to.
- Tom'la konuşmak zor.
- That was the hard part.
- Zor kısmı buydu.
- This shouldn't be very hard to do.
- Bunu yapmak çok zor olmamalı.
- Tom is hard to please.
- Tom'u memnun etmek zordur.
- It's hard to figure out who's telling the truth.
- Kimin doğruyu söylediğini anlamak zor.
- It's hard to relax when you have a headache.
- Başın ağrırken rahatlamak zordur.
- Sometimes the hardest thing and the right thing are the same thing.
- Bazen en zor şey ile en doğru şey aynı şeydir.
- It's hard to find a good place to live.
- Yaşamak için iyi bir yer bulmak zor.
- This decision was hard.
- Bu karar zordu.
- We're well aware that it's a hard time now.
- Şu an zor bir dönemden geçtiğimizin farkındayız.
- You call this hard?
- Buna zor mu diyorsun?
- The reason which he gave is hard to understand.
- Söylediği gerekçeyi anlamak zor.
- Convincing Tom to do the right thing was hard.
- Tom'u doğru şeyi yapması için ikna etmek zordu.
- Getting rid of bad habits is hard.
- Kötü alışkanlıklardan kurtulmak zordur.
- She seems to have had a very hard time.
- Çok zor bir zaman geçirmiş gibi görünüyor.
- It's hard to keep up with Tom.
- Tom'a ayak uydurmak zor.
- His poems are hard to understand.
- Onun şiirlerini anlamak zordur.
- That's a hard one.
- Bu çok zor.
- It is hard to distinguish you from your brother.
- Seni erkek kardeşinden ayırt etmek zor.
- Understanding you is really very hard.
- Seni anlamak gerçekten çok zor.
- It's not so hard.
- O kadar zor değil.
- That was really hard.
- Bu gerçekten zordu.
- It would be hard for me to say no to Tom.
- Tom'a hayır demem zor olurdu.
- It's hard for me to keep up with Tom.
- Tom'a ayak uydurmam zor.
- It won't be hard for us to do that.
- Onu yapmamız zor olmayacak.
- How do you know how hard it is?
- Bunun ne kadar zor olduğunu nasıl biliyorsun?
- Why is love so hard?
- Neden aşk bu kadar zor?
- It's hard to get good help these days.
- Bugünlerde iyi bir yardımcı bulmak zor.
- You'll have a hard time.
- Zor bir dönem geçireceksin.
- Tom is very hard to please.
- Tom'u memnun etmek çok zor.
- I found doing that hard.
- Bunu yapmayı zor buldum.
- Nancy is a hard girl for me to deal with.
- Nancy, benim için uğraşması zor bir kız.
- Her boss is hard to deal with.
- Onun patronu ile uğraşmak zordur.
- She's had a hard life.
- Zor bir hayatı vardı.
- Life is hard, death is cheap.
- Yaşam zor, ölüm ucuzdur.
- The hardest part of language learning is remembering vocabulary.
- Dil öğrenmenin en zor kısmı kelimeleri hatırlamaktır.
- It's hard for him to solve the problem.
- Onun için sorunu çözmek zor.
- I realized that putting this thing into practice was hard.
- Bu şeyi uygulamaya koymanın zor olduğunu fark ettim.
- Most people think that quitting smoking is hard to do.
- Çoğu insan sigarayı bırakmanın yapılması zor bir şey olduğunu düşünür.
- That shouldn't be too hard to get.
- Elde edilmesi o kadar da zor olmasa gerek.
- Tom is a pretty hard guy to impress.
- Tom etkilemesi oldukça zor bir adam.
- It's hard for him to solve this problem.
- Bu sorunu çözmek onun için zor.
- It's hard to find the time to do that.
- Bunu yapmak için zaman bulmak zor.
- That was the hardest thing I ever did in my life.
- Bu hayatımda yaptığım en zor şeydi.
- It was pretty hard.
- O oldukça zordu.
- The hardest part of the way is in front of us.
- Yolun en zor kısmı önümüzde.
- Tom's handwriting is hard to read.
- Tom'un el yazısını okumak zordur.
- I think it wouldn't be too hard to come up with a better system.
- Bence daha iyi bir sistem bulmak çok zor olmazdı.
- Why is change so hard?
- Değişim neden bu kadar zor?
- The most important things are often the ones that are hardest to talk about.
- En önemli şeyler genellikle hakkında konuşulması en zor olanlardır.
- Meeting girls is hard.
- Kızlarla tanışmak zordur.
- I found it hard to lie to Tom.
- Tom'a yalan söylemek zor geldi.
- Shakespeare is too hard to read.
- Shakespeare'i okumak çok zor.
- Doing that wasn't hard.
- Bunu yapmak zor olmadı.
- It's very hard to play Vivaldi's bassoon concerto on the saxophone.
- Vivaldi'nin fagot konçertosunu saksafonla çalmak çok zor.
- It's hard to talk about your feelings.
- Duyguların hakkında konuşmak zordur.
- He's hard to please.
- Onu memnun etmek zordur.
- It was hard for me to turn down his demand.
- Talebini geri çevirmek benim için zor oldu.
- Tom's sentences are really hard to translate.
- Tom'un cümlelerini çevirmek gerçekten zor.
- Are you that hard up?
- O kadar mı zor durumdasın?
- I know it's hard.
- Zor olduğunu biliyorum.
- It's hard to relax when you have a headache.
- Başın ağrıyorsa dinlenmek zordur.
- Tom is very hard to please.
- Tom'u memnun etmek çok zordur.
- Meeting boys is hard.
- Erkek çocuklarla tanışmak zordur.
- This is real hard.
- Bu gerçekten zor.
- Come on, it's not that hard.
- Hadi, o kadar da zor değil.
- I know this is hard for you.
- Bunun senin için zor olduğunu biliyorum.
- It's hard not to like Tom.
- Tom'u sevmemek çok zor.
- How hard could it possibly be?
- Ne kadar zor olabilir ki?
- It's hard to handle crying babies.
- Ağlayan bebeklerle başa çıkmak zordur.
- Do you think it'll be hard to do that?
- Bunu yapmanın zor olacağını mı düşünüyorsun?
- It was hard for you to say goodbye, wasn't it?
- Veda etmek senin için zor oldu, değil mi?
- The first step is always the hardest.
- İlk adım her zaman en zorudur.
- What's so hard to believe?
- İnanması bu kadar zor olan ne?
- Tom's house shouldn't be too hard to find.
- Tom'un evini bulmak çok zor olmamalı.
- It is hard for foreigners to learn Japanese.
- Yabancılar için Japonca öğrenmek zordur.
- He is hard to get along with.
- Onunla geçinmek zordur.
- It's hard to understand his ideas.
- Onun fikirlerini anlamak zor.
- It is hard to carry out this plan.
- Bu planı gerçekleştirmek zordur.
- Some words are hard to define.
- Bazı kelimeleri tanımlamak zordur.
- It's not hard to make new friends.
- Yeni arkadaşlar edinmek zor değil.
- It really was hard.
- Bu gerçekten zordu.
- It wasn't hard to convince Tom not to do that.
- Tom'u bunu yapmamaya ikna etmek zor olmadı.
- Why is this so hard?
- Bu niye bu kadar zor?
- You're a hard person to find.
- Bulunması zor bir insansın.
- It's been a hard night for him.
- Onun için zor bir gece oldu.
- It was hard for me to turn down his demand.
- Onun talebini geri çevirmek benim için zordu.
- You drive a hard bargain.
- Zor bir pazarlık yapıyorsun.
- It was extremely hard.
- Bu son derece zordu.
- It wasn't hard to do.
- Yapması zor değildi.
- Is it that hard?
- O kadar da zor mu?
- How hard can this be?
- Bu ne kadar zor olabilir?
- Do you find the work too hard?
- İşi çok mu zor buluyorsunuz?
- That's very hard to do.
- Onu yapmak çok zor.
- Life is very hard.
- Hayat çok zordur.
- It's hard for me to express ideas through words.
- Fikirlerimi kelimelerle ifade etmek benim için zor.
- Chess is hard.
- Satranç zordur.
- Tom had a really hard time doing that.
- Tom bunu yaparken gerçekten zor bir zaman geçirdi.
- Tom will be hard to replace.
- Tom'un yerini doldurmak zor olacak.
- Don't you think it's really hard?
- Bunun gerçekten zor olduğunu düşünmüyor musun?
- Marco's test was so hard he couldn't do it.
- Marco'nun testi o kadar zordu ki onu yapamadı.
- It's hard to know where to start.
- Nereden başlayacağını bilmek zor.
- I think it's really hard.
- Sanırım bu gerçekten zor.
- I know it must be hard.
- Zor olduğunu biliyorum.
- I know it's hard.
- Bunun zor olduğunu biliyorum.
- Why is life so hard?
- Hayat neden bu kadar zor?
- I made up my mind to do the work no matter how hard it might be.
- Ne kadar zor olursa olsun bu işi yapmaya karar verdim.
- It's hard for Tom to make both ends meet.
- Tom için iki yakasını bir araya getirmek zor.
- Tom is hard to handle.
- Tom'u idare etmek zor.
- Doing that isn't hard.
- Onu yapmak zor değil.
- It was hard for me to convince Tom to do that.
- Tom'u buna ikna etmek benim için zor oldu.
- It's hard to work with Tom.
- Tom'la çalışmak zor.
- It's kind of hard.
- O biraz zor.
- That was pretty hard.
- O oldukça zordu.
- It won't be hard.
- O zor olmayacak.
- It's hard to get by on minimum wage.
- Asgari ücretle geçinmek zor.
- I think Tom is having a hard time doing that.
- Bence Tom bunu yaparken zor anlar yaşıyor.
- It's hard to tell who's more desperate.
- Kimin daha çaresiz olduğunu söylemek zor.
- What's the hardest language you know?
- Bildiğin en zor dil hangisi?
- Tom is hard to satisfy.
- Tom'u tatmin etmek zor.
- That shouldn't be hard for you.
- Bunun senin için zor olmaması gerekir.
- Getting out of bed this morning was hard.
- Bu sabah yataktan kalkmak zor oldu.
- I doubt if doing that will be hard.
- Bunu yapmanın zor olup olmayacağından şüpheliyim.
- It's kind of hard to explain.
- Açıklaması biraz zor.
- It's going to be hard to do that that way.
- Bunu böyle yapmak zor olacak.
- It was hard to make this decision.
- Bu kararı vermek zordu.
- It wasn't hard to understand.
- Anlamak zor değildi.
- It's hard to speak English well.
- İyi İngilizce konuşmak zordur.
- It's a little hard to take.
- Dayanması biraz zor.
- He lamented his hard fate.
- Zor kaderine ağıt yaktı.
- It's been very hard.
- Bu çok zordu.
- That's really hard work.
- Bu gerçekten zor bir iş.
- How hard was the exam?
- Sınav ne kadar zordu?
- Stop playing hard to get.
- Zoru oynamayı bırak.
- Was it hard for you to find my house?
- Evimi bulmak senin için zor oldu mu?
- Was that too hard?
- Bu çok mu zordu?
- That's the hard part.
- İşin zor kısmı da bu.
- I never thought it'd be this hard to build a picnic table.
- Piknik masası yapmanın bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştim.
- Change is hard.
- Değişim zordur.
- It's hard to speak French well.
- Fransızcayı iyi konuşmak zor.
- Times were hard.
- Zor zamanlar geçirdik.
- It'll be hard to convince Tom not to do that.
- Tom'u bunu yapmamaya ikna etmek zor olacak.
- Vietnamese language is really hard to learn.
- Vietnamca dili, öğrenmek için gerçekten zordur.
- Is speaking in English hard?
- İngilizce konuşmak zor mu?
- It's the hardest thing I've ever done.
- Bu şimdiye kadar yaptığım en zor şey.
- English is hard, isn't it?
- İngilizce zordur, değil mi?
- Tom is hard to reach.
- Tom ulaşılması zor biri.
- I found it pretty hard to adjust to my new surroundings.
- Yeni çevreme uyum sağlamayı oldukça zor buldum.
- Quitting smoking is hard.
- Sigarayı bırakmak zor.
- Tom is hard to live with.
- Tom ile yaşamak zor.
- It's not hard to guess what's going to happen.
- Ne olacağını tahmin etmek zor değil.
- It is hard to speak in public.
- Herkesin içinde konuşmak zordur.
- This is hard on Tom.
- Bu Tom için zor.
- It's hard to see the stage from here.
- Sahneyi buradan görmek zor.
- It's always hard to say goodbye.
- Elveda demek hep zordur.
- It was very hard for me to find your apartment.
- Daireni bulmam çok zordu.
- Fate taught me a hard lesson.
- Kader bana zor bir ders verdi.
- How hard can it be?
- Ne kadar zor olabilir?
- It doesn't sound too hard.
- Kulağa çok zor gelmiyor.
- It wasn't hard.
- Zor değildi.
- It'll be hard to do that now.
- Bunu şimdi yapmak zor olacak.
- I know it may be hard, but we wanna find who killed Fadil.
- Biliyorum zor olabilir ama Fadıl'ı kimin öldürdüğünü bulmak istiyoruz.
- It's not too hard.
- Bu çok zor değil.
- Was that so hard?
- Çok mu zordu?
- Tom is a hard man to deal with.
- Tom başa çıkılması zor bir adamdır.
- Tom is a hard person to please.
- Tom memnun edilmesi zor bir insan.
- Your question is hard for me to answer.
- Sorunuza cevap vermek benim için zor.
- The reason which he gave is hard to understand.
- Gösterdiği nedeni anlamak zor.
- It is hard to make a sentence in a language that you know very little about.
- Hakkında çok az şey bildiğiniz bir dilde cümle kurmak zordur.
- I know this is hard.
- Bunun zor olduğunu biliyorum.
- I know Tom is hard to get along with.
- Tom ile geçinmenin zor olduğunu biliyorum.
- It's hard, you know.
- Zor, biliyorsun.
- Tom is hard to beat.
- Tom'u yenmek zor.
- How hard can it be to do that?
- Bunu yapmak ne kadar zor olabilir ki?
- This is all hard to believe.
- Buna inanmak tamamen zor.
- Is it hard to be a vegetarian?
- Vejetaryen olmak zor mu?
- Anger is hard to control.
- Öfkeyi kontrol etmek zordur.
- Tom told me it was too hard for him to do that.
- Tom bana bunu yapmanın onun için çok zor olduğunu söyledi.
- Doing that would be hard.
- Bunu yapmak zor olacaktır.
- Such a problem is hard to deal with.
- Böyle bir sorun ile uğraşmak zordur.
- The hardest thing in life is knowing which bridges to cross and which bridges to burn.
- Hayattaki en zor şey hangi köprüleri geçeceğini ve hangi köprüleri yakacağını bilmektir.
- This is an insanely hard language.
- Bu delicesine zor bir dildir.
- Is that so hard to do?
- Onu yapmak çok zor mu?
- The first step is the hardest.
- İlk adım en zor olanıdır.
- It wasn't that hard to convince Tom to help.
- Tom'u yardım etmeye ikna etmek o kadar zor değildi.
- Once a bad habit is formed, it is hard to get rid of it.
- Kötü bir alışkanlık bir kez oluştuğunda, ondan kurtulmak zordur.
- The first steps are always the hardest.
- İlk adımlar her zaman en zorudur.
- Latin is not hard.
- Latince zor değil.
- Russian is hard to learn, easy to lose, and impossible to forget.
- Rusçayı öğrenmek zor, kaybetmek kolay ve unutmak imkansızdır.
- Is it hard to speak French?
- Fransızca konuşmak zor mu?
- It's hard to get rid of bad habits.
- Kötü alışkanlıklardan kurtulmak zordur.
- It's too hard to explain.
- Açıklaması çok zor.
- It was very hard.
- Çok zor oldu.
- His dog is hard of hearing.
- Köpeği zor duyuyor.
- It's too hard for me.
- Bu benim için çok zordu.
- How hard can it really be?
- Gerçekten ne kadar zor olabilir ki?
- It's hard to keep up with him.
- Ona ayak uydurmak zor.
- How hard could it be?
- Ne kadar zor olabilir?
- This decision was hard to make.
- Bu kararı vermek zordu.
- It'll be hard for Tom to do that.
- Tom'un bunu yapması zor olacak.
- It'll be hard to convince Tom to go with us.
- Tom'u bizimle gitmesi için ikna etmek zor olacak.
- Doing that doesn't look too hard.
- Bunu yapmak çok zor görünmüyor.
- It's hard to please him.
- Onu memnun etmek zor.
- It was hard for me to refuse his request.
- Onun ricasını reddetmem zordu.
- It must be so hard for you.
- Bu senin için çok zor olmalı.
- It's hard to know exactly what to believe in.
- Tam olarak neye inanacağını bilmek zor.
- It's hard to learn.
- Öğrenmesi zor.
- It's hard to think of life as easy, but it's easy to think of life as hard.
- Hayatın kolay olduğunu düşünmek zordur, ama zor olduğunu düşünmek kolaydır.
- It'll be hard for Tom to do that.
- Tom için bunu yapmak zor olacak.
- Bringing up a baby is hard work.
- Bir bebek yetiştirmek zordur.
- Persian is not hard.
- Farsça zor değil.
- These items are rather hard to obtain.
- Bu parçaları elde etmesi oldukça zordur.
- It's hard for Tom to talk about that.
- Tom'un bu konuda konuşması zor.
- Tom is hard to satisfy.
- Tom'u memnun etmek zordur.
- Tom wondered whether it would be hard to find a job in Boston.
- Tom Boston'da bir iş bulmanın zor olup olmayacağını merak ediyordu.
- It was one of the hardest decisions I've had to make.
- Almak zorunda olduğum en zor kararlardan biriydi.
- Is the work too hard for you?
- İş senin için çok mu zor?
- Is it hard to be vegan?
- Vegan olmak zor mu?
- Is that hard to do?
- Bunu yapmak zor mu?
- Finding Fadil isn't hard.
- Fadıl'ı bulmak zor değil.
- I knew it would be hard.
- Bunun zor olacağını biliyordum.
- The first days are always hard.
- İlk günler hep zordur.
- It was hard for me to act pleasantly to others.
- Başkalarına hoş davranmak benim için zordu.
- It is hard to speak in public.
- Toplum içinde konuşmak zordur.
- This is hard for me to believe.
- Buna inanmak benim için çok zor.
- I know it's a hard thing to do.
- Bunun yapması zor bir şey olduğunu biliyorum.
- It won't be as hard to do as you think.
- Bunu yapmak düşündüğün kadar zor olmayacak.
- Living conditions were hard.
- Yaşam koşulları zordu.
- I'm sorry I gave you a hard time.
- Sana zor anlar yaşattığım için özür dilerim.
- It is sometimes hard to choose between dreams and reality.
- Rüyalar ve gerçeklik arasında seçim yapmak bazen zordur.
- Once you get the taste for gambling, it's hard to give it up.
- Kumarın tadını bir kez aldın mı, bırakması zordur.
- It's hard not to come to this conclusion.
- Bu sonuca varmamak çok zor.
- Did Tom tell you it would be hard to do that?
- Tom sana bunu yapmanın zor olacağını mı söyledi?
- I know it's a hard thing to do.
- Bunun zor bir şey olduğunu biliyorum.
- This is extremely hard for them.
- Bu onlar için çok zor.
- It's very hard to understand.
- Bunu anlamak çok zor.
- To master English is hard.
- İngilizce'de ustalaşmak zordur.
- It'll be hard to find someone to do that.
- Bunu yapacak birini bulmak zor olacak.
- It is sometimes hard to tell right from wrong.
- Bazen doğruyu yanlıştan ayırt etmek zordur.
- Life is really hard.
- Hayat gerçekten zor.
- Once a bad habit is formed, it is hard to get rid of it.
- Kötü alışkanlık bir kez oluştu mu, ondan kurtulmak zordur.
- Life can be hard.
- Hayat zor olabilir.
- This problem is hard to solve.
- Bu sorunu çözmek çok zor.
- It's hard not to like Tom.
- Tom'dan hoşlanmamak zor.
- It's often very hard to acknowledge that you may have outgrown your friendship.
- Arkadaşlığınızı aşmış olabileceğinizi kabul etmek genelde çok zordur.
- He is a man hard to get on with.
- Anlaşılması zor bir adam.
- I had a hard day.
- Zor bir gün geçirdim.
- I gather it's not that hard.
- Anladığım kadarıyla o kadar da zor değil.
- That's a little hard to believe.
- Ona inanmak biraz zor.
- The door was hard to open.
- Kapıyı açmak zordu.
- All languages are hard to translate into.
- Bütün dilleri çevirmek zordur.
- Tom is hard of hearing.
- Tom zor işitir.
- That's a hard one.
- Bu zor biri.
- It'll be hard for me to wake you up.
- Seni uyandırmak benim için zor olacak.
- It's hard to say no.
- Hayır demek zordur.
- Old habits are hard to break.
- Eski alışkanlıklardan kurtulmak zordur.
- It's hard to tell whether Tom is laughing or crying.
- Tom'un güldüğünü mü yoksa ağladığını mı söylemek zor.
- Life is hard.
- Hayat zordur.
- How hard is it?
- Ne kadar zor?
- True love is hard to find.
- Gerçek aşkı bulmak zordur.
- I never thought it'd be this hard to build a picnic table.
- Bir piknik masası yapmanın bu kadar zor olacağını asla düşünmemiştim.
- My boss assigned the hard job to me.
- Patronum zor bir işi bana verdi.
- The most important things are often the ones that are hardest to talk about.
- En önemli şeyler çoğunlukla hakkında konuşması en zor olan şeylerdir.
- Studying another language is hard, but worthwhile.
- Başka bir dil öğrenmek zordur ama buna değer.
- He cannot put up with hard training.
- Zor eğitime katlanamaz.
- Monday is a hard day.
- Pazartesi zor bir gün.
- It's hard to imagine.
- Hayal etmesi zor.
- I think it's not gonna be that hard.
- Bence o kadar zor olmayacak.
- It's not too hard to do that.
- Bunu yapmak çok zor değil.
- These kind of roofs are very hard to build.
- Bu tür çatıları inşa etmek çok zordur.
- It's hard to tell whether Tom dyes his hair or not.
- Tom'un saçını boyayıp boyamadığını söylemek zor.
- I know it's been really hard for you.
- Bunun senin için gerçekten zor olduğunu biliyorum.
- French is too hard, I don't want to learn it.
- Fransızca çok zor, öğrenmek istemiyorum.
- Washing laundry by hand is hard and time-consuming.
- Elde çamaşır yıkamak zor ve zaman alıcıdır.
- Some people think French is really hard to learn.
- Bazı insanlar Fransızca öğrenmenin gerçekten zor olduğunu düşünüyor.
- Doing that will be very hard.
- Bunu yapmak çok zor olacak.
- Tom shouldn't be too hard to find.
- Tom'u bulmak çok zor olmamalı.
- It's long and hard.
- Uzun ve zor.
- Persian's not hard.
- Farsça zor değil.
- It was hard for Tom to ask Mary for a loan.
- Tom için Mary'den borç istemek zordu.
- That's really hard to do.
- Bunu yapmak gerçekten zor.
- It's hard to swat a fly with your bare hand.
- Bir sineği çıplak elle kovalamak zordur.
- I don't like girls who play hard to get.
- Zoru oynayan kızlardan hoşlanmam.
- This one's hard to read.
- Bunu okumak zor.
- I know it's not hard to do that.
- Bunu yapmanın zor olmadığını biliyorum.
- It's hard for him to live on his small pension.
- Az emekli maaşıyla yaşamak onun için zor.
- It's hard for me to decide where to go tonight.
- Bu gece gideceğim yere karar vermek benim için zor.
- It was hard to argue with Tom.
- Tom'la tartışmak zordu.
- It's hard to please Tom.
- Tom'u memnun etmek zor.
- It'll be hard to convince Tom to help.
- Tom'u yardım etmeye ikna etmek zor olacak.
- Was it hard for you to find my house?
- Evimi bulmak senin için zor muydu?
- That was really hard.
- O gerçekten zordu.
- It's hard for him to solve this problem.
- Onun bu problemi çözmesi zor.
- It's hard to throw things out.
- Eşyaları dışarı atmak zordur.
- The hardest part of learning a language is knowing the vocabulary by heart.
- Dil öğrenmenin en zor kısmı kelimeleri ezbere bilmektir.
- Being a teacher is very hard work.
- Öğretmen olmak çok zor bir iş.
- It's hard to say no.
- Hayır demek zor.
- It looks like you've had a hard day.
- Zor bir gün geçirmişsin gibi görünüyor.
- It's hard to shake the smoking habit.
- Sigara içme alışkanlığından vazgeçmek zor.
- It's hard to get people to change.
- İnsanların değişmesini sağlamak zordur.
- It'll be hard to find someone to do that for you.
- Bunu senin için yapacak birini bulmak zor olacak.
- That's really hard to do.
- Onu yapmak gerçekten zor.
- It really isn't hard to guess the answer.
- Cevabı tahmin etmek gerçekten zor değil.
- The distance is hard to estimate.
- Mesafeyi tahmin etmek zor.
- Is the zither a hard instrument to learn?
- Kanun öğrenmesi zor bir enstrüman mı?
- It's hard to learn.
- Bunu öğrenmek zor.
- It was very hard for me to find your apartment.
- Evinizi bulmak benim için çok zor oldu.
- It wasn't as hard to do as I thought it was going to be.
- Düşündüğüm kadar zor olmadı.
- It's hard to blame Tom.
- Tom'u suçlamak zor.
- I doubt if doing that will be hard.
- Bunu yapmanın zor olacağından şüpheliyim.
- You're a hard man to please, aren't you?
- Memnun edilmesi zor bir adamsın, değil mi?
- It's hard not to like you.
- Seni sevmemek zor.
- It's hard to tell what Tom will do.
- Tom'un ne yapacağını söylemek zor.
- It's hard to figure out what Tom wants.
- Tom'un ne istediğini anlamak zor.
- That wasn't so hard, was it?
- Bu çok zor değildi, değil mi?
- It's hard to complain against such good people.
- Böyle iyi insanlara karşı şikayet etmek zor.
- That's really hard.
- Bu gerçekten zor.
- It's going to be hard to find somebody to replace Tom.
- Tom'un yerine koyacak birini bulmak zor olacak.
- Doing that will be hard.
- Bunu yapmak zor olacak.
- He says that learning a foreign language is hard.
- Yabancı dil öğrenmenin zor olduğunu söylüyor.
- I found this book hard to read.
- Bu kitabı okumayı zor buldum.
- It's hard to achieve happiness.
- Mutluluğa ulaşmak zordur.
- How hard could it be?
- Bu ne kadar zor olabilir?
- That's pretty hard to forget.
- Unutmak oldukça zor.
- The door was hard to open.
- Kapıyı açmak zor oldu.
- The outcome of the upcoming election will be the hardest ever to predict.
- Yaklaşan seçimin sonucu, şimdiye kadar tahmin edilmesi en zoru olacak.
- That was the hardest thing I ever did in my life.
- Hayatımda şimdiye kadar yaptığım en zor şey buydu.
- I think it's really hard.
- Bence gerçekten zor.
- It's not hard.
- Zor değil.
- Those are hard to find.
- Onları bulmak zordur.
- It's hard for my father to give up drinking.
- Babamın içki içmekten vazgeçmesi zordur.
- Is the school work hard?
- Okul işleri zor mu?
- You're a hard person to refuse.
- Reddedilmesi zor birisin.
- How hard would it be to do that?
- Bunu yapmak ne kadar zor olabilir ki?
- I know it's been really hard for you.
- Senin için çok zor olduğunu biliyorum.
- It really wasn't that hard.
- O kadar da zor değildi.
- That word is very hard to translate.
- Bu kelimeyi tercüme etmek çok zor.
- That's hard to imagine.
- Hayal etmek zor.
- It's not as hard as you think.
- Bu düşündüğünüz kadar zor değil.
- The hardest part is over now.
- En zor kısmı şimdi bitti.
- It was hard for me to say goodbye.
- Veda etmek benim için zordu..
- It was hard for them to get to the island.
- Adaya ulaşmak onlar için zordu.
- It's hard for me to understand French when it's spoken quickly.
- Hızlı konuşulduğunda Fransızcayı anlamak benim için zor oluyor.
- Tom was hard to find.
- Tom'u bulmak zordu.
- It was hard for you to get out of bed this morning, wasn't it?
- Bu sabah yataktan çıkman zordu, değil mi?
- Your job isn't hard.
- Senin işin zor değil.
- It's hard to find someone like him these days.
- Onun gibisini bu zamanda bulması çok zor.
- It's hard to blame them.
- Onları suçlamak zor.
- We know this is hard for you.
- Bunun senin için zor olduğunu biliyoruz.
- I know it's hard to talk about it.
- Bu konuda konuşmanın zor olduğunu biliyorum.
- Now that wasn't too hard, was it?
- Artık çok zor değildi, değil mi?
- It may be hard.
- Bu zor olabilir.
- This is so hard.
- Bu çok zor.
- It's hard to lose weight.
- Kilo vermek zor.
- He is a man hard to get on with.
- O zor geçinen bir adam.
- It's hard for nurses to be objective about their patients.
- Hemşireler için hastaları hakkında objektif olmak zordur.
- You'll have a really hard time doing that.
- Bunu yaparken gerçekten zor bir zaman geçireceksin.
- The old man is hard to please.
- Yaşlı adamı memnun etmek zordur.
- Tom found it hard to do that.
- Tom bunu yapmayı zor buldu.
- It isn't hard.
- Zor değil.
- It's so hard to choose.
- Seçmek çok zor.
- It was very hard for her to suppress her emotions.
- Duygularını bastırmak onun için çok zordu.
- It's hard to tell at this range.
- Bu mesafeden söylemek zor.
- Tom isn't hard to find.
- Tom'u bulmak zor değil.
- It's hard to stay calm.
- Sakin kalmak zor.
- This rare stamp is hard to come by.
- Bu nadir pulu bulmak zordur.
- It's hard to achieve happiness.
- Mutluluğa ulaşmak zor.
- It's very hard to tell what might happen.
- Ne olabileceğini söylemek çok zor.
- Life is hard for everybody.
- Hayat herkes için zor.
- It's hard for me to guarantee your success.
- Başarını garanti etmem zor.
- It's really hard to choose.
- Seçmek gerçekten zor.
- Tom was surprised how hard it was to do that.
- Tom bunu yapmanın ne kadar zor olduğuna şaşırdı.
- Accepting negative feedback is hard.
- Olumsuz geri bildirimi kabul etmek zordur.
- This problem is too hard for me to solve.
- Bu sorun benim çözemeyeceğim kadar zor.
- It's hard for me to talk to Tom.
- Tom'la konuşmam zor.
- Those are hard to find.
- Onları bulmak zor.
- It was hard for her to say no.
- Hayır demek onun için zordu.
- That's so hard.
- Bu çok zor.
- Is it really that hard to speak French?
- Fransızca konuşmak gerçekten o kadar zor mu?
- How hard is that to understand?
- Bunu anlamak ne kadar zor?
- It's hard to justify.
- Bunu haklı çıkarmak zor.
- It was hard for Tom to do that.
- Tom için bunu yapması zordu.
- It'll be hard for you to do that.
- Bunu yapman zor olacak.
- It's a hard problem.
- Bu zor bir problem.
- Sometimes it's hard to resist the impulse to burst out laughing.
- Bazen kahkaha atma dürtüsüne direnmek zor oluyor.
- It's hard to live without a house.
- Evsiz yaşamak çok zor.
- It's hard for me to decide where to go tonight.
- Bu gece nereye gideceğime karar vermek benim için çok zor.
- It was a hard day.
- Zor bir gündü.
- Is this too hard to understand?
- Bunu anlamak çok mu zor?
- You're not hard to find.
- Seni bulmak zor değil.
- That probably wouldn't be too hard to do.
- Muhtemelen bunu yapmak çok zor olmayacaktır.
- Tom found it hard to make a living as a street musician.
- Tom bir sokak müzisyeni olarak hayatını kazanmayı zor buldu.
- It's hard being a politician.
- Bir politikacı olmak zor.
- This packaging is hard to remove.
- Bu ambalajı çıkarmak çok zor.
- Tom is very hard to get along with.
- Tom'la anlaşmak çok zor.
- You know how hard it can be to convince Tom to do anything.
- Tom'u herhangi bir şey yapmaya ikna etmenin ne kadar zor olabileceğini biliyorsun.
- Tom is hard to talk to, isn't he?
- Tom'la konuşmak zor, değil mi?
- How hard is that to understand?
- Onu anlamak ne kadar zor?
- How hard would it be to help?
- Yardım etmek ne kadar zor olabilir ki?
- Now that wasn't too hard, was it?
- Çok zor olmadı, değil mi?
- It's very, very hard work.
- Bu çok ama çok zor bir iş.
- Because of the thick fog, the street was hard to see.
- Yoğun sis nedeniyle, sokağı görmek zordu.
- This rare stamp is hard to come by.
- Bu nadir pulu bulmak çok zor.
- How hard can it be to do that?
- Onu yapmak ne kadar zor olabilir?
- It'll be hard to convince Tom to sell his house.
- Tom'u evini satmak için ikna etmek zor olacak.
- It'll be hard to forget you.
- Seni unutmak zor olacak.
- It was real hard work.
- O gerçekten zor bir işti.
- Was that too hard?
- Çok mu zordu?
- It's hard to let go.
- Bırakmak zordur.
- It's hard to say what the weather will be like tomorrow.
- Yarın havanın nasıl olacağını söylemek zor.
- How hard was that?
- O ne kadar zordu?
- It'll be hard to persuade Tom.
- Tom'u ikna etmek zor olacak.
- It was pretty hard.
- Oldukça zordu.
- It's hard to find a good job these days.
- Bugünlerde iyi bir iş bulmak zor.
- It was very hard.
- Çok zordu.
- It's hard to believe that something that terrible could happen around here.
- Buralarda böyle korkunç bir şeyin yaşanabileceğine inanmak çok zor.
- It's hard not to like her.
- Ondan hoşlanmamak zor.
- It is hard to live up to your convictions.
- İnançlarınıza göre yaşamak zordur.
- This book is hard for me to read.
- Bu kitap benim okumam için zor.
- Love is hard to define.
- Aşkı tanımlamak zordur.
- It'll be hard to convince her.
- Onu ikna etmek zor olacak.
- Tom didn't give you a hard time, did he?
- Tom sana zor anlar yaşatmadı, değil mi?
- That's a pretty hard question to answer.
- Bu cevaplaması oldukça zor bir soru.
- Doing that wasn't as hard as I thought it would be.
- Bunu yapmak düşündüğüm kadar zor değildi.
- This text is hard to read.
- Bu metni okuması zor.
- It'll be hard to convince Tom.
- Tom'u ikna etmek zor olacak.
- Is that too hard?
- Bu çok mu zor?
- Is that too hard?
- O çok zor mu?
- It's hard to do homework on the bus.
- Otobüste ödev yapmak çok zor.
- Marco's test was so hard he couldn't do it.
- Marco'nun testi o kadar zordu ki o bunu başaramadı.
- It's hard to choose.
- Bunu seçmek zor.
- Happiness is sometimes hard to find.
- Mutluluğu bulmak bazen zordur.
- Is it really so hard to believe?
- İnanmak gerçekten bu kadar zor mu?
- Tom never complains, no matter how hard the work is.
- İş ne kadar zor olursa olsun Tom asla şikayet etmez.
- I think it would be hard to do that.
- Bence bunu yapmak zor olurdu.
- Tom is a hard person to say no to.
- Tom hayır demesi zor bir insan.
- Lesson Three is hard.
- Üçüncü Ders zordur.
Show More (1008)
|
2 |
hard |
çok |
adj. |
|
- Sweden will be hardest hit as Finland and Denmark also have fishing grounds in the Atlantic.
- Finlandiya ve Danimarka'nın da Atlantik'te balıkçılık alanları bulunduğundan en çok İsveç etkilenecektir.
- Economic decline hits poor countries hardest.
- Ekonomik gerileme en çok yoksul ülkeleri vurur.
- The presidency has worked hard on enlargement.
- Başkanlık genişleme konusunda çok çalıştı.
- You will certainly have to work hard, but something tells me that you are not afraid of hard work.
- Kesinlikle çok çalışmanız gerekecek ama içimden bir ses sizin çok çalışmaktan korkmadığınızı söylüyor.
- I have worked hard to find compensation for the damage caused by the oil tanker Prestige.
- Prestige adlı petrol tankerinin neden olduğu zararın tazmin edilmesi için çok çalıştım.
- Which sections of the population will be hit hardest as a result?
- Sonuç olarak nüfusun hangi kesimleri en çok etkilenecek?
- I can assure Parliament that the Commission will work hard in order to ensure adherence of the entire sector.
- Parlamentoyu Komisyonun tüm sektörün uyumunu sağlamak için çok çalışacağı konusunda temin edebilirim.
- It is precisely those countries with more unemployment problems that must work harder to implement these reforms.
- Bu reformları uygulamak için daha çok çalışması gerekenler, tam da daha fazla işsizlik sorunu yaşayan ülkelerdir.
- But in reality we have to work harder to exert pressure on the authorities to make these changes.
- Ancak gerçekte bu değişiklikleri yapmaları için yetkililere baskı uygulamak üzere daha çok çalışmalıyız.
- The candidate countries are working hard in order to be ready for accession.
- Aday ülkeler üyeliğe hazır olmak için çok çalışıyorlar.
- We need to be working hard to combat racism and xenophobia.
- Irkçılık ve yabancı düşmanlığıyla mücadele etmek için çok çalışmalıyız.
- The candidate countries are working hard in order to be ready for accession.
- Aday ülkeler katılıma hazır olmak için çok çalışmaktadır.
- The candidate countries have worked hard to take over the acquis.
- Aday ülkeler müktesebatı devralmak için çok çalıştılar.
- We will work hard with the Member States to ensure an active and ambitious follow-up.
- Aktif ve iddialı bir takibin sağlanması için Üye Devletlerle birlikte çok çalışacağız.
- Nonetheless, the outlined reform will hit the small Member States hardest.
- Bununla birlikte, ana hatları çizilen reform en çok küçük ölçekli Üye Devletleri etkileyecektir.
- We in the Commission have been working hard with the Spanish government and others to make this Summit a success.
- Biz Komisyon olarak bu Zirvenin başarılı olması için İspanyol hükümeti ve diğerleriyle birlikte çok çalışıyoruz.
- It is here that we have to work harder, and for that we need more funding.
- Burada daha çok çalışmamız gerekiyor ve bunun için de daha fazla finansmana ihtiyacımız var.
- This aid initiative is being targeted at those countries hardest hit - namely Zimbabwe, Malawi and Zambia.
- Bu yardım girişimi en çok etkilenen ülkeleri, yani Zimbabwe, Malawi ve Zambiya'yı hedeflemektedir.
- This is a good report and the rapporteurs have worked really hard on it.
- Bu iyi bir rapor ve raportörler üzerinde gerçekten çok çalışmışlar.
- Vulnerable people find themselves hardest hit.
- Savunmasız insanlar bu durumdan en çok etkilenen kesimdir.
- We have worked hard together for the last 18 months.
- Son 18 ay boyunca birlikte çok çalıştık.
- The candidate countries have worked hard to take over the acquis.
- Aday ülkeler mevzuatı devralmak için çok çalışmışlardır.
- I mean, he works really hard and then he comes home.
- Yani çok fazla çalışıyor ve sonra eve geliyor.
- She's in a difficult position, so push hard.
- Zor bir durumda, o yüzden çok ısrar edin.
- You have to keep trying hard to find the right person.
- Doğru kişiyi bulmak için çok çabalamaya devam etmelisiniz.
- Both teams have worked really hard to get here.
- Her iki takım da bu noktaya gelmek için çok çaba gösterdi.
- I'm trying really hard not to break down in front of you.
- Senin önünde kapıp koyuvermemek için gerçekten çok uğraşıyorum.
- I'm trying really hard not to break down in front of you.
- Senin önünde kendimi kaybetmeyeyim diye gerçekten çok çabalıyorum.
- Israel had been slaves in Egypt, living a pointless life, working hard in their slavery and serving the idols of Egypt.
- İsrail Mısır'da köleydi, anlamsız bir yaşam sürüyor, kölelik içinde çok çalışıyor ve Mısır'ın putlarına hizmet ediyordu.
- Child as he was, he worked hard to help his mother.
- Çocuk olmasına rağmen annesine yardım etmek için çok çalıştı.
- I mean, he works really hard and then he comes home.
- Yani gerçekten çok çalışıyor ve ardından eve geliyor.
- It's hard to even define what a private moment is.
- Özel bir anın ne olduğunu tanımlamak bile çok güç.
- It was times like these when young Jane wished especially hard for a father.
- Genç Jane'in bir babaya sahip olmayı çok arzuladığı zamanlar bilhassa işte böyle zamanlardı.
- You said all I needed to do was to study hard.
- Tek yapmam gerekenin çok çalışmak olduğunu söylemiştin.
- Perhaps you are trying so hard to make others like you.
- Belki de başkalarının sizin gibi olmasını sağlamak için çok çabalıyorsunuz.
- She works hard in the office for a small salary.
- Az bir maaş karşılığında ofiste çok çalışıyor.
- Both teams have worked really hard to get here.
- Her iki takım da buraya gelmek için gerçekten çok çalıştı.
- I mean, he works really hard and then he comes home.
- Yani, gerçekten çok çalışıyor ve sonra eve geliyor.
- Afraid of losing everything that we have worked hard for.
- Uğruna çok çabaladığımız her şeyi kaybetmekten korkarak.
- He's studying hard so he can pass the entrance exam.
- Giriş sınavını geçebilmek için çok çalışıyor.
- Both teams have worked really hard to get here.
- İki takım da buraya gelmek için çok çaba sarf etti.
- We have to work extra hard to retain positive memories.
- Olumlu anıları aklımızda tutmak için çok çabalamalıyız.
- Child as he was, he worked hard to help his mother.
- Çocuk olmasına rağmen annesine yardım etmek için çok çalışıyordu.
- Tom is still working hard.
- Tom hala çok çalışıyor.
- He works hard so that he can study abroad.
- Yurtdışında okuyabilmek için çok çalışıyor.
- She prodded him to work harder.
- Onu daha çok çalışmaya teşvik etti.
- Tom studies harder than anyone else I know.
- Tom tanıdığım herkesten daha çok çalışıyor.
- He worked hard in order to pass the examination.
- Sınavı geçmek için çok çalıştı.
- John works hard.
- John çok çalışıyor.
- Tom has never had to work hard in his entire life.
- Tom hayatı boyunca hiç çok çalışmak zorunda kalmadı.
- We've worked really hard on this.
- Bunun üzerinde gerçekten çok çalıştık.
- He has ambition, so he works hard.
- Hırsı var, bu yüzden çok çalışıyor.
- I encouraged Tom to study harder.
- Tom'u daha çok çalışması için teşvik ettim.
- You must study harder.
- Daha çok çalışmalısın.
- Work hard, and you will succeed.
- Çok çalışırsanız başarılı olursunuz.
- He is in danger of losing his position unless he works harder.
- Daha çok çalışmazsa pozisyonunu kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
- Tell her to try harder.
- Ona daha çok denemesini söyle.
- He works hard so that he can study abroad.
- O, yurtdışında eğitim yapabilmek için çok çalışıyor.
- Yesterday it rained hard.
- Dün çok yağmur yağdı.
- He works hard to earn his living.
- Hayatını kazanmak için çok çalışıyor.
- She was hard at work writing letters.
- Mektup yazmak için çok çalışıyordu.
- We tried really hard.
- Gerçekten çok denedik.
- I have to study hard each day.
- Her gün çok çalışmalıyım.
- Tom has been working hard all day.
- Tom bütün gün çok çalıştı.
- I'm still working hard.
- Ben hâlâ çok çalışıyorum.
- Those students work hard, don't they?
- Bu öğrenciler çok çalışıyor, değil mi?
- You have to study French harder.
- Daha çok Fransızca çalışmak zorundasın.
- Although we worked hard, we do not get good results.
- Çok çalışmamıza rağmen iyi sonuçlar alamıyoruz.
- George encouraged Ellie to study hard again.
- George, Ellie'yi tekrar çok çalışması için cesaretlendirdi.
- Tom should've studied harder.
- Tom daha çok çalışmalıydı.
- I have to study hard.
- Çok çalışmalıyım.
- Tom would've succeeded if he'd worked harder.
- Tom daha çok çalışsaydı başarabilirdi.
- To improve the situation, we must work harder.
- Durumu iyileştirmek için daha çok çalışmalıyız.
- He worked as hard as anybody else.
- Herkes kadar çok çalıştı.
- I know how hard Tom has studied.
- Tom'un ne kadar çok çalıştığını biliyorum.
- They will be working hard on the field tomorrow.
- Yarın sahada çok çalışacaklar.
- Tom studied hard for the test.
- Tom sınav için çok çalıştı.
- I encouraged Tom to study harder.
- Tom'u daha çok çalışması için cesaretlendirdim.
- Tom ought to have studied harder.
- Tom daha çok çalışmalıydı.
- He worked hard to provide for his family.
- Ailesini geçindirmek için çok çalıştı.
- Tom worked hard this winter.
- Tom bu kış çok çalıştı.
- I promise to work hard.
- Çok çalışmak için söz veriyorum.
- If I were a rich man, I wouldn't have to work hard.
- Zengin bir adam olsaydım, çok çalışmak zorunda kalmazdım.
- I know you work hard.
- Ben senin çok çalıştığını biliyorum.
- Fadil came from Egypt and he worked hard.
- Fadıl, Mısır'dan geldi ve çok çalıştı.
- I wish I had studied harder.
- Keşke daha çok çalışsaymışım.
- Tom is used to working hard.
- Tom çok çalışmaya alışkın.
- You'll be able to speak English better if you practice hard.
- Çok pratik yaparsan İngilizceyi daha iyi konuşabileceksin.
- You should have studied harder.
- Daha çok çalışmalıydın.
- She studied French as hard as possible.
- Mümkün olduğunca çok Fransızca eğitimi aldı.
- He doesn't study as hard as he used to.
- Eskisi kadar çok çalışmıyor.
- You are bound to fail unless you study harder.
- Daha çok çalışmazsan, kesinlikle başarısız olursun.
- He always works hard.
- O her zaman çok çalışıyor.
- Tom really should've studied harder.
- Tom gerçekten daha çok çalışmalıydı.
- The British troops fought hard, but could not stop the Germans.
- İngiliz birlikleri çok savaştı ama Almanları durduramadı.
- Tom is trying real hard.
- Tom gerçekten çok çabalıyor.
- Why's Tom working so hard?
- Tom neden bu kadar çok çalışıyor?
- Being poor, they had to work hard.
- Fakir oldukları için çok çalışmak zorundaydılar.
- I need to study harder.
- Daha çok çalışmam gerekiyor.
- I think Tom should study harder.
- Bence Tom daha çok çalışmalı.
- I should've studied harder for my French test.
- Fransızca sınavım için daha çok çalışmalıydım.
- They work hard.
- Onlar çok çalışırlar.
- What the teacher said encouraged Mary to study harder.
- Öğretmenin söylediği Mary'yi daha çok çalışmaya teşvik etti.
- If you only knew how hard we worked to give you this food, you wouldn't say that.
- Sana bu yemeği vermek için ne kadar çok çalıştığımızı bilseydin, böyle söylemezdin.
- Tom worked hard all afternoon.
- Tom bütün öğleden sonra çok çalıştı.
- If you are to succeed in the exam, you must study hard.
- Sınavda başarılı olmak istiyorsan, çok çalışmalısın.
- He worked hard to achieve the goal.
- Hedefe ulaşmak için çok çalıştı.
- If only I had studied harder for the exam.
- Keşke sınava daha çok çalışsaydım.
- I always work hard.
- Her zaman çok çalışırım.
- I studied hard.
- Çok çalıştım.
- Praise stimulates students to work hard.
- Övgü, öğrencileri çok çalışmaya teşvik eder.
- She worked hard in order to save money.
- Para biriktirmek için çok çalıştı.
- I wish I had studied French harder when I was younger.
- Keşke gençken daha çok Fransızca çalışsaydım.
- He works harder than I did at his age.
- Onun yaşındayken benden daha çok çalışıyordu.
- Tom works really hard.
- Tom gerçekten çok çalışır.
- I work hard at what I do.
- Yaptığım işte çok çalışıyorum.
- I think I should've studied harder.
- Bence daha çok çalışmalıydım.
- I'll study harder in the future.
- İleride daha çok çalışacağım.
- Both boys studied hard.
- İki çocuk da çok çalışıyor.
- We were late for school because it was raining hard.
- Okula geç kalmıştık çünkü çok yağmur yağıyordu.
- I think I should've studied harder.
- Sanırım daha çok çalışmalıydım.
- He worked hard.
- O çok çalıştı.
- You really ought to study harder.
- Gerçekten daha çok çalışmalısın.
- Tom isn't afraid to work hard.
- Tom çok çalışmaktan korkmaz.
- Google harder!
- Google'da daha çok ara!
- They worked hard for the sake of their children.
- Çocuklarının iyiliği için çok çalıştılar.
- I suggest that you study harder.
- Daha çok çalışmanı öneriyorum.
- Tom didn't work as hard as Mary did.
- Tom Mary kadar çok çalışmadı.
- I know how hard Tom studied.
- Tom'un ne kadar çok çalıştığını biliyorum.
- He worked hard in order to succeed.
- Başarmak için çok çalıştı.
- Tom is working hard to get the project finished by October.
- Tom projeyi Ekim ayına kadar bitirmek için çok çalışıyor.
- I've never worked this hard before.
- Daha önce hiç bu kadar çok çalışmamıştım.
- Although we worked hard, we do not get good results.
- Çok çalışmamıza rağmen iyi sonuçlar almıyoruz.
- He worked hard; otherwise he would have failed in the examination.
- Çok çalıştı; yoksa sınavda başarısız olacaktı.
- It rained so hard that we decided to visit him on another day.
- O kadar çok yağmur yağdı ki onu başka bir gün ziyaret etmeye karar verdik.
- Tom works hard all the time.
- Tom her zaman çok çalışır.
- Tom worked hard.
- Tom çok çalıştı.
- Our teacher urged us to study harder.
- Öğretmenimiz daha çok çalışmamız için baskı yaptı.
- She's thinking really hard.
- O gerçekten çok düşünüyor.
- I wish I had studied harder.
- Keşke ben de daha çok çalışsaydım.
- He worked hard lest he should fail.
- Başarısız olmamak için çok çalıştı.
- We worked hard at it.
- Çok çalıştık.
- We're working hard to get the project finished by October.
- Projeyi Ekim'e kadar bitirmek için çok çalışıyoruz.
- I expect you to work harder.
- Daha çok çalışmanı bekliyorum.
- I want to make you work harder.
- Seni daha çok çalıştırmak istiyorum.
- You have worked hard to succeed.
- Başarılı olmak için çok çalıştın.
- Why are you studying French so hard?
- Neden bu kadar çok Fransızca çalışıyorsun?
- Tom has worked hard for his success.
- Tom başarısı için çok çalıştı.
- He worked hard yesterday.
- Dün çok çalıştı.
- Tom worked really hard at it.
- Tom gerçekten çok çalıştı.
- You have to study hard.
- Çok çalışmalısın.
- You must work hard if you want to succeed.
- Başarılı olmak istiyorsanız çok çalışmalısınız.
- It's raining hard tonight.
- Bu gece çok yağmur yağıyor.
- Jim attributes his success to hard work.
- Jim, başarısını çok çalışmasına bağlıyor.
- He has to work hard in order to support his family.
- O, ailesine bakmak için çok çalışmak zorunda.
- I want to go to school and study hard.
- Okula gitmek ve çok çalışmak istiyorum.
- He works hard to support his large family.
- Geniş ailesini geçindirmek için çok çalışıyor.
- I am training hard so that I may win the race.
- Yarışı kazanabileyim diye çok antrenman yapıyorum.
- John studied hard at school, while at home he helped his mother with her work.
- John okulda çok çalıştı, evde ise annesine işlerinde yardım etti.
- All you have to do is study harder.
- Yapmanız gereken tek şey daha çok çalışmaktır.
- I really should've studied harder for the test.
- Sınav için gerçekten daha çok çalışmalıydım.
- I expect everyone to work hard.
- Herkesin çok çalışmasını bekliyorum.
- Tom will have to study harder.
- Tom'un daha çok çalışması gerekecek.
- You will fail unless you work harder.
- Daha çok çalışmazsan, başarısız olursun.
- You're not working hard enough.
- Yeterince çok çalışmıyorsun.
- Didn't I tell you that you needed to study harder?
- Daha çok çalışman gerektiğini söylemedim mi?
- We urged Tom to study harder.
- Tom'u daha çok çalışmaya teşvik ettik.
- Tom wanted Mary to study harder.
- Tom Mary'nin daha çok çalışmasını istedi.
- All the boys in class worked hard.
- Sınıftaki bütün erkek çocukları çok çalıştı.
- Roosevelt worked hard to improve the United States relations with Japan.
- Roosevelt, Amerika Birleşik Devletleri'nin Japonya ile ilişkilerini geliştirmek için çok çalıştı.
- He is studying hard so that he can pass the examinations.
- Sınavları geçebilmek için çok çalışıyor.
- We ascribe his success to hard work.
- Başarısını çok çalışmasına bağlıyoruz.
- She studied hard lest she should fail her exam.
- Sınavda başarısız olmamak için çok çalıştı.
- She works as hard as her siblings.
- Kardeşleri kadar çok çalışıyor.
- I wish that I'd studied harder.
- Keşke daha çok çalışsaymışım.
- I tried really hard to convince Tom do to that.
- Tom'u bunu yapmaya ikna etmek için çok uğraştım.
- Just work hard.
- Sadece çok çalış.
- Tom certainly tries hard.
- Tom kesinlikle çok çabalıyor.
- You said I should work harder at school.
- Okulda daha çok çalışmam gerektiğini söylemiştin.
- You chastise people for working hard.
- İnsanları çok çalıştıkları için azarlıyorsun.
- John must work hard to catch up with his classmates.
- John sınıf arkadaşlarına yetişmek için çok çalışmalı.
- You've worked hard for months and have certainly earned a holiday.
- Aylarca çok çalıştın ve kesinlikle bir tatili hak ettin.
- If you are to succeed, you must work hard.
- Başarılı olmak için çok çalışmalısın.
- We're trying as hard as we can.
- Elimizden geldiği kadar çok çalışıyoruz.
- They work hard.
- Çok çalışıyorlar.
- Tom worked really hard at it.
- Tom ona gerçekten çok çalıştı.
- You must work hard if you want to succeed.
- Başarılı olmak istiyorsan, çok çalışmalısın.
- His brother is a hard worker.
- Kardeşi çok çalışır.
- Tom is going to have to study harder.
- Tom'un daha çok çalışması gerekecek.
- I think you might need to study a little harder.
- Sanırım biraz daha çok çalışman gerekebilir.
- I'll study harder in the future.
- Gelecekte daha çok çalışacağım.
- Tom had to work hard all day.
- Tom bütün gün çok çalışmak zorundaydı.
- You'll be able to speak French better if you practice hard.
- Çok çalışırsan Fransızcayı daha iyi konuşabilirsin.
- I wish I had studied French harder while I was young.
- Keşke gençken daha çok Fransızca çalışsaydım.
- Tom and Mary made money through hard work.
- Tom ve Mary çok çalışarak para kazandılar.
- I'm working harder.
- Daha çok çalışıyorum.
- He has to study hard.
- O çok çalışmak zorunda.
- He studies harder than any other student does in his class.
- O, sınıfında başka bir öğrencinin çalıştığından daha çok çalışır.
- We are on the right road, but let's continue to work hard!
- Doğru yoldayız ama çok çalışmaya devam edelim!
- Tom has worked hard this summer.
- Tom bu yaz çok çalıştı.
- We worked hard.
- Biz çok çalıştık.
- We're working hard.
- Çok çalışıyoruz.
- She doesn't study as hard as her sister.
- Kız kardeşi kadar çok çalışmaz.
- Even though he was a child, he worked hard to help his mother.
- Bir çocuk olmasına rağmen, annesine yardım etmek için çok çalıştı.
- You'll never achieve anything if you don't study harder.
- Daha çok çalışmazsan hiçbir şey başaramazsın.
- I suggest that you study harder.
- Sana daha çok çalışmanı öneririm.
- She doesn't study as hard as her sister.
- Ablası kadar çok çalışmıyor.
- Those who work hard will succeed.
- Çok çalışanlar başarıya ulaşacaktır.
- Tom will have to try harder.
- Tom daha çok çabalamak zorunda kalacak.
- I study hard.
- Çok çalışırım.
- He studied hard and passed the test.
- Çok çalıştı ve sınavı geçti.
- Work hard, or you will fail the examination.
- Çok çalış, yoksa sınavda başarısız olacaksın.
- It's been raining hard.
- Çok yağmur yağıyor.
- Success in school calls for hard study.
- Okuldaki başarı çok çalışma gerektirir.
- Even though I'm tired, I'll study hard.
- Yorgun olsam da çok çalışacağım.
- Tom and Mary have been working hard.
- Tom ve Mary çok çalışıyorlardı.
- He worked hard to make his child happy.
- Çocuğunu mutlu etmek için çok çalıştı.
- Tom is studying hard for his finals.
- Tom finalleri için çok çalışıyor.
- Tom worked hard to get the work done on time.
- Tom işi zamanında bitirmek için çok çalıştı.
- We're working hard on it.
- Üzerinde çok çalışıyoruz.
- She works hard and never complains.
- Çok çalışır ve asla şikayet etmez.
- Does she work hard?
- Çok çalışıyor mu?
- If you don't study harder, you'll fail for sure.
- Daha çok çalışmazsan, kesinlikle başarısız olursun.
- He worked hard for the purpose of buying a foreign car.
- Yabancı bir araba almak için çok çalıştı.
- Now that you're a college student, you should study harder.
- Artık bir üniversite öğrencisi olduğuna göre, daha çok çalışmalısın.
- Tom and Mary are working hard.
- Tom ve Mary çok çalışıyorlar.
- He encouraged his son to study harder.
- O, daha çok çalışması için oğlunu teşvik etti.
- He works hard because he is anxious to succeed.
- Çok çalışıyor çünkü başarılı olmak istiyor.
- I'm ready to work hard.
- Çok çalışmaya hazırım.
- We urged Tom to study harder.
- Tom'u daha çok çalışması için zorladık.
- It snows hard.
- Çok kar yağıyor.
- Tom practiced hard every day.
- Tom her gün çok pratik yaptı.
- Tom works harder than he used to.
- Tom eskisinden daha çok çalışıyor.
- Tom always studies hard.
- Tom her zaman çok çalışır.
- Tom is working hard to support his family.
- Tom ailesine destek olmak için çok çalışıyor.
- We're working hard on it.
- Onun üzerinde çok çalışıyoruz.
- You work harder than anyone here.
- Buradaki herkesten daha çok çalışıyorsun.
- He worked hard to make his child happy.
- Çocuğunu mutlu etmek için çok çalışırdı.
- He had to work as hard as he could to finish it in time.
- Zamanında bitirmek için elinden geldiğince çok çalışmak zorundaydı.
- You have no idea how hard I've had to work to do this.
- Bunu yapmak için ne kadar çok çalışmak zorunda olduğum konusunda hiçbir fikrin yok.
- You'll wish you had studied harder.
- Keşke daha çok çalışsaydım diyeceksin.
- He had worked hard on the speech.
- Konuşmayla ilgili çok çalışmıştı.
- I thought Tom should study harder.
- Tom'un daha çok çalışması gerektiğini düşündüm.
- We definitely worked hard.
- Kesinlikle çok çalıştık.
- He worked hard to catch up with the rest of the class.
- Sınıfın geri kalanına yetişmek için çok çalıştı.
- We have to try harder.
- Daha çok denemeliyiz.
- I'm going to work hard.
- Çok çalışacağım.
- It will be to your advantage to study hard now.
- Şimdi çok çalışmak sizin yararınıza olacaktır.
- Tom is a parasite who lives at the expense of others who earn money through hard work.
- Tom, çok çalışarak para kazanan başkalarının sırtından geçinen bir asalak.
- I think you should try a little harder.
- Biraz daha çok denemen gerektiğini düşünüyorum.
- I know you work hard.
- Çok çalıştığını biliyorum.
- With your mother in the hospital, you'll have to work harder.
- Annen hastanedeyken daha çok çalışman gerekecek.
- We worked hard to make ends meet.
- İki yakamızı bir araya getirmek için çok çalıştık.
- He has made a fortune through hard work.
- O çok çalışma sayesinde bir servet yaptı.
- We must work hard to complete the project.
- Projeyi tamamlamak için çok çalışmalıyız.
- You have to work harder to make up for lost time.
- Kaybettiğin zamanı telafi etmek için daha çok çalışmalısın.
- You really should've studied harder.
- Gerçekten daha çok çalışmalıydın.
- I've been practicing hard.
- Çok çalışıyorum.
- My mother worked hard in order to rear us.
- Annem bizi yetiştirmek için çok çalıştı.
- He must work hard.
- Çok çalışmalı.
- He used to work hard as a lumberjack.
- Bir oduncu olarak çok çalışırdı.
- Generally speaking, high school students study harder than college students.
- Genelde lise öğrencileri üniversite öğrencilerinden daha çok çalışırlar.
- The hard work has run him down.
- Çok çalışmak onu yıprattı.
- I told Tom to work harder.
- Tom'a daha çok çalışmasını söyledim.
- He worked hard to save up some money.
- Biraz para biriktirmek için çok çalıştı.
- He worked as hard as any man in the village.
- Köydeki herkes kadar çok çalıştı.
- Tom wished he had studied harder.
- Tom keşke daha çok çalışsaydım diyordu.
- He worked hard to provide for his family.
- Ailesine bakmak için çok çalıştı.
- Everyone worked hard.
- Herkes çok çalıştı.
- It was raining so hard that we decided to stay home.
- O kadar çok yağmur yağıyordu ki evde kalmaya karar verdik.
- He worked hard, year in, year out.
- Yıllarca çok çalıştı.
- You can make your dream come true by working hard.
- Çok çalışarak hayallerinizi gerçekleştirebilirsiniz.
- We worked hard.
- Çok çalıştık.
- Tom has to study hard.
- Tom çok çalışmak zorunda.
- Roosevelt worked hard to improve America's relations with Japan.
- Roosevelt, Amerika'nın Japonya ile ilişkilerini geliştirmek için çok çalıştı.
- Tom should've studied harder for the test.
- Tom sınav için daha çok çalışmalıydı.
- You have only to study hard.
- Tek yapmanız gereken çok çalışmak.
- Since he has ambitions, he works hard.
- Hırsları olduğu için çok çalışıyor.
- We were forced to work hard.
- Çok çalışmak zorunda kaldık.
- We should've worked harder.
- Daha çok çalışmalıydık.
- I think you should study harder.
- Bence daha çok çalışmalısın.
- No matter how hard he tried, my opinion didn't change.
- Ne kadar çok çalışırsa çalışsın düşüncem değişmedi.
- Work as hard as you can.
- Elinden geldiği kadar çok çalış.
- Both boys studied hard.
- Her iki çocuk çok çalıştı.
- He is accustomed to working hard.
- O, çok çalışmaya alışkındır.
- You only have to work hard.
- Sadece çok çalışmak zorundasın.
- I've worked really hard.
- Gerçekten çok çalıştım.
- He succeeded because he worked hard.
- O çok çalıştığından dolayı başardı.
- You haven't tried hard enough.
- Yeterince çok denemedin.
- She advised him to work harder.
- Ona daha çok çalışmasını tavsiye etti.
- You won't succeed unless you work hard.
- Çok çalışmazsan, başarılı olmazsın.
- You must work hard in order not to fail.
- Başarısız olmamak için çok çalışmalısın.
- I have to study really hard.
- Çok çalışmam lazım.
- He tries hard.
- Çok çabalar.
- No matter how hard he may work, he will not be able to pass the exams.
- Ne kadar çok çalışırsa çalışsın, sınavları geçemeyecektir.
- We've been working hard on this.
- Bu konuda çok çalışıyoruz.
- You seem to be trying really hard.
- Gerçekten çok çabalıyor gibisin.
- He accumulated his fortune by hard work.
- Servetini çok çalışarak biriktirdi.
- Tom certainly works hard, doesn't he?
- Tom kesinlikle çok çalışıyor değil mi?
- He's thinking really hard.
- O gerçekten çok düşünüyor.
- Tom has worked really hard.
- Tom gerçekten çok çalıştı.
- I'm certain that if you work hard you will succeed.
- Çok çalışırsan başarılı olacağına eminim.
- I'm certain that if you work hard you will succeed.
- Çok çalışırsan başaracağından eminim.
- I'd study harder if I were you.
- Yerinde olsam daha çok çalışırdım.
- Tom studies hard.
- Tom çok çalışır.
- I've been trying as hard as I can.
- Çalışabildiğim kadar çok çalışıyorum.
- He works as hard as any boy in the class.
- Sınıftaki her çocuk kadar çok çalışıyor.
- She always works hard.
- Daima çok çalışır.
- Nothing is more pleasant than taking a rest after hard work.
- Çok çalıştıktan sonra dinlenmekten daha keyifli bir şey yoktur.
- It is necessary for you to study harder.
- Daha çok çalışmanız gerekli.
- They worked hard in order to develop a new machine.
- Yeni bir makine geliştirmek için çok çalıştılar.
- He doesn't work as hard as he used to.
- Eskisi kadar çok çalışmıyor.
- He has to work hard so as to support his family.
- O, ailesini desteklemek için çok çalışmak zorunda.
- He expects to succeed in winning a scholarship by studying hard.
- Çok çalışarak bir burs kazanmayı başaracağını umuyor.
- We'll have to work hard on that.
- Onun üzerinde çok çalışmak zorunda kalacağız.
- Tom wanted Mary to work harder.
- Tom Mary'den daha çok çalışmasını istedi.
- We've been practicing hard.
- Çok pratik yapıyoruz.
- I knew we should've tried harder.
- Daha çok çabalamamız gerektiğini biliyordum.
- The teacher told me to study harder.
- Öğretmenim daha çok çalışmamı söyledi.
- We were forced to work hard.
- Biz çok çalışmak için zorlandık.
- You have to study hard.
- Çok çalışmak zorundasın.
- He's thinking really hard.
- Çok iyi düşünüyor.
- Tom is studying hard, isn't he?
- Tom çok çalışıyor, değil mi?
- He is a hard worker.
- O çok çalışan biri.
- I'll study harder from now on.
- Bundan sonra daha çok çalışacağım.
- We should've played harder.
- Daha çok oynamalıydık.
- He is in danger of losing his position unless he works harder.
- Daha çok çalışmazsa pozisyonunu kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya.
- You don't have to work so hard if you're tired.
- Yorgunsanız o kadar çok çalışmanıza gerek yok.
- Most students study hard.
- Çoğu öğrenci çok çalışıyor.
- He worked so hard that he ruined his health.
- O kadar çok çalıştı ki sağlığını mahvetti.
- I worked hard in order to pass the math test.
- Matematik testini geçmek için çok çalıştım.
- Tom advised Mary to study harder.
- Tom, Mary'ye daha çok çalışmasını tavsiye etti.
- We've worked hard.
- Biz çok çalıştık.
- He worked hard to save up some money.
- O biraz para biriktirmek için çok çalıştı.
- I have hardly studied this term, so I'm going to study hard next term.
- Bu dönem çok az çalıştım, bu yüzden gelecek dönem çok çalışacağım.
- Tom pretended to be working hard, but in fact he was just contributing sentences to Tatoeba.
- Tom çok çalışıyormuş gibi yapıyordu ama aslında sadece Tatoeba'ya cümleler ekliyordu.
- Even though he was a child, he worked hard to help his mother.
- Çocuk olmasına rağmen annesine yardım etmek için çok çalıştı.
- If he wants to succeed at all, he must work harder.
- Eğer başarılı olmak istiyorsa, daha çok çalışmalı.
- Tom wants Mary to study harder.
- Tom, Mary'nin daha çok çalışmasını istiyor.
- She studied English as hard as she could.
- Elinden geldiğince çok İngilizce çalıştı.
- Tom studied hard so he could get into college.
- Tom üniversiteye girebilmek için çok çalıştı.
- Tom wants Mary to study harder.
- Tom Mary'nin daha çok çalışmasını istiyor.
- You should study hard in order to enter university.
- Üniversiteye girmek için çok çalışmalısın.
- They studied hard.
- Çok çalıştılar.
- Tom will work hard.
- Tom çok çalışacak.
- What the teacher said encouraged Mary to study harder.
- Öğretmenin söyledikleri Mary'yi daha çok çalışmaya teşvik etti.
- Tom told Mary she should study harder.
- Tom Mary'ye daha çok çalışması gerektiğini söyledi.
- If you want to succeed, you should work hard.
- Başarılı olmak istiyorsan, çok çalışmalısın.
- He worked hard to obtain his objective.
- Hedefine ulaşmak için çok çalıştı.
- I have to try a little harder next time.
- Gelecek sefer biraz daha çok çalışmalıyım.
- I've never worked this hard before.
- Daha önce hiç bu kadar çok çalışmadım.
- If you don't study hard, you'll continue to get poor scores.
- Çok çalışmazsanız, düşük puanlar almaya devam edersiniz.
- It must've rained hard during the night.
- Gece çok yağmur yağmış olmalı.
- I think you need to study a little harder.
- Sanırım biraz daha çok çalışmalısın.
- I've worked hard my entire life.
- Hayatım boyunca çok çalıştım.
- Success in school calls for hard study.
- Okulda başarılı olmak için çok çalışmak gerekir.
- Why don't you work harder?
- Neden daha çok çalışmıyorsun?
- He decided to study harder.
- Daha çok çalışmaya karar verdi.
- If she studied hard, she could pass the exam.
- Eğer çok çalışırsa, sınavı geçebilir.
- He should have worked harder.
- Daha çok çalışmalıydı.
- You've worked hard this morning.
- Bu sabah çok çalıştın.
- He studied hard so he wouldn't fail.
- Başarısız olmamak için çok çalıştı.
- If you work hard, you'll pass your exam.
- Çok çalışırsan sınavı geçersin.
- We have to try harder.
- Daha çok denemek zorundayız.
- No matter how hard you try, you won't be able to finish that in one day.
- Ne kadar çok çalışırsan çalış, onu bir günde bitiremezsin.
- He does not work so hard as he used to.
- Eskisi kadar çok çalışmaz.
- I worked as hard as I could so I didn't fail.
- Başarısız olmamak için elimden geldiğince çok çalıştım.
- He is accustomed to working hard.
- Çok çalışmaya alışkındır.
- Thanks for the hard work.
- Çok çalıştığın için teşekkürler.
- To improve the situation, we must work harder.
- Durumu düzeltmek için daha çok çalışmalıyız.
- He is working hard to pass the examination.
- Sınavı geçmek için çok çalışıyor.
- I wanted to work hard.
- Çok çalışmak istedim.
- You must be working hard.
- Çok çalışıyor olmalısın.
- I tried hard, but I had to give up.
- Çok denedim ama vazgeçmek zorunda kaldım.
- You've got to work really hard.
- Gerçekten çok çalışmak zorundasın.
- I still have to work hard.
- Hâlâ çok çalışmam gerekiyor.
- He works hard and he is honest.
- Çok çalışır ve dürüsttür.
- He studies hardest of all the students.
- Tüm öğrenciler arasında en çok o çalışıyor.
- Sami is working really hard.
- Sami gerçekten çok çalışıyor.
- She had to study hard to catch up with her classmates.
- Sınıf arkadaşlarına yetişmek için çok çalışması gerekiyordu.
- What's the sense of working so hard?
- Bu kadar çok çalışmanın ne anlamı var?
- He was working hard.
- Çok çalışıyordu.
- I'm working hard.
- Çok çalışıyorum.
- Tom is accustomed to working hard.
- Tom çok çalışmaya alışkındır.
- Tom just wanted Mary to study harder.
- Tom sadece Mary'nin daha çok çalışmasını istedi.
- We must work hard.
- Biz çok çalışmalıyız.
- We've worked really hard on this.
- Bu konuda gerçekten çok çalıştık.
- You work hard!
- Çok çalışıyorsun!
- I'm trying as hard as I can to help Tom.
- Tom'a yardım etmek için elimden geldiği kadar çok çalışıyorum.
- You can't succeed without hard work.
- Çok çalışmadan başarılı olamazsın.
- He works harder than I did at his age.
- Onun yaşında çalıştığımdan daha çok çalışmaktadır.
- I should've tried harder to get the report finished on time.
- Raporu zamanında bitirmek için daha çok çabalamalıydım.
- I think Tom should study harder.
- Tom'un daha çok çalışması gerektiğini düşünüyorum.
- My mother worked hard in order to raise us.
- Annem bizi büyütmek için çok çalıştı.
- We are studying hard in preparation for the exams.
- Sınavlara hazırlık için çok çalışıyoruz.
- I had a hard time doing that.
- Bunu yaparken çok zorlandım.
- Tom is working hard this semester.
- Tom bu dönem çok çalışıyor.
- Didn't I tell you that you needed to study harder?
- Daha çok çalışman gerektiğini sana söylemedim mi?
- He worked hard in order to get the prize.
- Ödülü almak için çok çalıştı.
- Tom doesn't study hard enough.
- Tom yeterince çok çalışmıyor.
- I'm really hard on myself.
- Kendime çok yükleniyorum.
- He works hard and he is honest.
- O, çok çalışır ve dürüsttür.
- Tom said he thought that I should study harder.
- Tom daha çok çalışmam gerektiğini düşündüğünü söyledi.
- I've been practicing hard.
- Ben çok pratik yapıyorum.
- College students should study hard, but equally they should also make time for an active social life.
- Üniversite öğrencileri çok çalışmalı, ancak aynı zamanda aktif bir sosyal yaşam için de zaman ayırmalıdırlar.
- She tried hard, but she failed.
- Çok denedi ama başarısız oldu.
- It rained so hard that we decided to visit him some other time.
- O kadar çok yağmur yağdı ki onu başka bir zaman ziyaret etmeye karar verdik.
- John must work hard to catch up with his classmates.
- John, sınıf arkadaşlarına yetişmek için çok çalışmalıdır.
- I want you to work harder.
- Daha çok çalışmanı istiyorum.
- She works hard in the office for a small salary.
- Küçük bir maaş için ofiste çok çalışıyor.
- You should work hard while you are young.
- Sen gençken çok çalışmalısın.
- She worked hard.
- Çok çalıştı.
- She tried hard to clear her mind of doubts.
- Zihnini şüphelerden arındırmak için çok çabaladı.
- I would've succeeded if I'd tried harder.
- Daha çok çabalasaydım başarabilirdim.
- I studied hard when I was in school.
- Ben okuldayken çok çalıştım.
- She tried hard to clear her mind of doubts.
- Aklını şüphelerden temizlemek için çok çabaladı.
- All the boys in class worked hard.
- Sınıftaki tüm oğlanlar çok çalıştı.
- She's worked hard to save up money.
- Para biriktirmek için çok çalıştı.
- Tom studies hard.
- Tom çok çalışıyor.
- Generally speaking, the Japanese are hard workers.
- Genel olarak konuşursak, Japonlar çok çalışırlar.
- Students are supposed to study hard.
- Öğrenciler çok çalışmalılar.
- I suggest you try harder.
- Daha çok çabalamanı öneririm.
- We're working as hard as possible.
- Mümkün olduğunca çok çalışıyoruz.
- You should work hard while you are young.
- Gençken çok çalışmalısınız.
- They're trying really hard.
- Gerçekten çok uğraşıyorlar.
- We are studying hard in preparation for the exams.
- Sınavlara hazırlanmak için çok çalışıyoruz.
- Tom practiced hard to make the team.
- Tom takıma katılmak için çok pratik yaptı.
- Tom worked hard only to fail the exam.
- Tom, çok çalıştı ama sınavda başarısız oldu.
- He studies hardest of all the students.
- Tüm öğrencilerin içinde en çok çalışır.
- I will make up for the lost time by studying as hard as I can.
- Mümkün olduğunca çok çalışarak kayıp zamanı telafi edeceğim.
- We've worked hard for this.
- Bunun için çok çalıştık.
- If he had worked harder, he could have succeeded.
- Eğer daha çok çalışsaydı, başarılı olabilirdi.
- I had a hard time trying to get this report finished on time.
- Bu raporu zamanında bitirmeye çalışırken çok zorlandım.
- I must work hard to pass the test.
- Testi geçmek için çok çalışmalıyım.
- I worked hard to succeed.
- Başarılı olmak için çok çalıştım.
- If he had worked harder, he could have succeeded.
- Eğer daha çok çalışsaydı, başarabilirdi.
- I'm always going to work hard.
- Her zaman çok çalışacağım.
- He doesn't work as hard as he used to.
- O, eskisi kadar çok çalışmıyor.
- I expect everyone to work hard.
- Herkesin çok çalışmasını beklerim.
- He worked harder than ever.
- Daimakinden daha çok çalıştı.
- Tom is studying hard.
- Tom çok çalışıyor.
- However hard you may study, you can't master English in a year or so.
- Ne kadar çok çalışırsanız çalışın, İngilizceyi bir yıl gibi bir sürede öğrenemezsiniz.
- Tom is working hard to improve his English.
- Tom İngilizcesini geliştirmek için çok çalışıyor.
- We worked really hard, I thought.
- Biz gerçekten çok çalıştık diye düşündüm.
- He works as hard as ever, but he remains poor.
- O her zamanki kadar çok çalışıyor fakat fakir kalıyor.
- I have to study hard to keep up with the other students.
- Diğer öğrencilere yetişmek için çok çalışmalıyım.
- He worked hard.
- Çok çalıştı.
- He is hard up for money.
- Paraya çok ihtiyacı var.
- I worked hard all day yesterday.
- Dün bütün gün çok çalıştım.
- Tom pretended to be thinking hard.
- Tom çok düşünüyormuş gibi yaptı.
- We've worked hard for what we have.
- Elimizdekiler için çok çalıştık.
- Tom asked me why I worked so hard.
- Tom bana neden bu kadar çok çalıştığımı sordu.
- Had he worked harder, he could have succeeded.
- Daha çok çalışsaydı, başarılı olabilirdi.
- Tom doesn't study as hard as he should.
- Tom gerektiği kadar çok çalışmıyor.
- Tom has been studying hard, hasn't he?
- Tom çok çalışıyor, değil mi?
- Tom told Mary that she should study harder.
- Tom, Mary'ye daha çok çalışması gerektiğini söyledi.
- You need to study harder.
- Daha çok çalışmalısın.
- All you have to do is to work harder.
- Tek yapmanız gereken daha çok çalışmaktır.
- I still have to work hard.
- Ben hâlâ çok çalışmak zorundayım.
- Tom should've worked harder.
- Tom daha çok çalışmalıydı.
- I guess I need to study harder.
- Sanırım daha çok çalışmalıyım.
- What's making you laugh so hard?
- Seni bu kadar çok güldüren nedir?
- My father said that I must work hard.
- Babam çok çalışmam gerektiğini söyledi.
- Tom and Mary work hard.
- Tom ve Mary çok çalışıyorlar.
- He became rich through hard work.
- Çok çalışarak zengin oldu.
- I should've tried harder.
- Daha çok çabalamalıydım.
- Tom told Mary to try harder.
- Tom Mary'ye daha çok çabalamasını söyledi.
- She attained her success through hard work.
- Başarısına çok çalışarak ulaştı.
- If you study hard, you'll pass the exam.
- Çok çalışırsan sınavı geçersin.
- I wish I had studied harder.
- Daha çok çalışmış olmayı isterdim.
- I worked hard all day long yesterday.
- Dün bütün gün çok çalıştım.
- Ants work hard all summer.
- Karıncalar bütün yaz çok çalışır.
- They worked hard day and night.
- Onlar gece gündüz çok çalıştılar.
- Students are supposed to study hard.
- Öğrencilerin çok çalışması gerekiyor.
- You don't have to work so hard.
- Bu kadar çok çalışmak zorunda değilsiniz.
- Their teacher is making them study hard.
- Öğretmenleri onları çok çalışmaya zorluyor.
- You are bound to fail unless you study harder.
- Daha çok çalışmazsanü, başarısız olacaksın.
- We should've tried harder.
- Daha çok denemeliydik.
- Tom is working hard today.
- Tom bugün çok çalışıyor.
- We should've worked harder.
- Biz daha çok çalışmalıydık.
- I know you can try harder.
- Daha çok deneyebileceğini biliyorum.
- Nobody encouraged Tom to work any harder.
- Kimse Tom'u daha çok çalışmaya teşvik etmedi.
- I just have to keep working hard.
- Çok çalışmaya devam etmem lazım işte.
- I wish I had studied harder for the test.
- Keşke sınav için daha çok çalışsaydım.
- I worked just as hard as Tom did.
- Ben de en az Tom kadar çok çalıştım.
- Tom worked as hard as the rest of us.
- Tom geri kalanımız kadar çok çalıştı.
- Maybe you just need to study harder.
- Belki de daha çok çalışmalısın.
- We fought hard for victory.
- Zafer için çok mücadele verdik.
- You'll be able to speak English better if you practice hard.
- Çok çalışırsan İngilizceyi daha iyi konuşabilirsin.
- Tom told Mary not to study so hard.
- Tom Mary'ye o kadar çok çalışmamasını söyledi.
- I'm working just as hard as you are.
- Ben de senin kadar çok çalışıyorum.
- You should study French harder.
- Daha çok Fransızca çalışmalısın.
- I had a hard time leaving.
- Ayrılırken çok zorlandım.
- His success resulted from hard work.
- Onun başarısı çok çalışmanın sonucuydu.
- He has to study hard.
- Çok çalışması gerekiyor.
- I suggest we try a little harder next time.
- Gelecek sefer biraz daha çok denememizi öneriyorum.
- He has to work hard in order to support his family.
- Ailesini geçindirmek için çok çalışmak zorunda.
- No matter how hard you try, you won't be able to do it.
- Ne kadar çok çalışırsan çalış, onu yapamayacaksın.
- Tom works as hard as anybody else does.
- Tom da herkes gibi çok çalışıyor.
- Everyone around the area works hard.
- Bölgedeki herkes çok çalışıyor.
- Tom studied hard for the test, but he failed it anyway.
- Tom sınav için çok çalıştı ama yine de başarısız oldu.
- We have been working hard on this project.
- Bu proje üzerinde çok çalışıyoruz.
- Study as hard as you can.
- Elinden geldiğince çok çalış.
- Tom is trying real hard.
- Tom gerçekten çok çalışıyor.
- I had to work hard to keep up with the other students.
- Diğer öğrencilere yetişmem için çok çalışmam gerekiyordu.
- She has to study hard and catch up with everybody in her class.
- Çok çalışmak ve sınıftaki herkese yetişmek zorunda.
- Students are supposed to study hard.
- Öğrenciler çok çalışmakla yükümlüdür.
- Tom was working as hard as possible.
- Tom mümkün olduğunca çok çalışıyordu.
- I think you should study harder.
- Sanırım daha çok çalışmalısın.
- She is always hard at work.
- Daima çok çalışır.
- He encouraged his son to study harder.
- Oğlunu daha çok çalışması için teşvik etti.
- We must work hard to complete the project.
- Biz projeyi tamamlamak için çok çalışmalıyız.
- She likes working hard.
- O çok çalışmaktan hoşlanır.
- We have to work harder from now on.
- Bundan sonra daha çok çalışmalıyız.
- I should've studied harder for the test.
- Sınava daha çok çalışmalıydım.
- Tom has been working hard.
- Tom çok çalışıyor.
- I tried really hard to convince Tom to stop doing that.
- Tom'u bunu yapmayı bırakması için ikna etmeye çok uğraştım.
- Tom advised Mary to work harder.
- Tom, Mary'ye daha çok çalışmasını tavsiye etti.
- Tom knew that he should study harder.
- Tom daha çok çalışması gerektiğini biliyordu.
- Don't you think most Japanese students work hard?
- Çoğu Japon öğrencinin çok çalıştığını düşünmüyor musunuz?
- You won't succeed unless you work hard.
- Çok çalışmazsanız başarılı olamazsınız.
- Tom tried really hard to do that.
- Tom bunu yapmak için çok uğraştı.
- Tom regrets not having studied harder.
- Tom daha çok çalışmadığı için pişman.
- I think you ought to try a little harder.
- Biraz daha çok denemen gerektiğini düşünüyorum.
- We can try harder.
- Daha çok deneyebiliriz.
- But for my family, I would not work so hard.
- Ailem olmasaydı bu kadar çok çalışmazdım.
- I had to work hard to keep up with the other students.
- Diğer öğrencilere yetişmek için çok çalışmam gerekti.
- If Tom had tried harder, he would've been able to do it.
- Tom daha çok çabalasaydı, bunu yapabilirdi.
- The teacher told me to study harder.
- Öğretmen daha çok çalışmamı söyledi.
- Making good grades requires studying hard.
- İyi notlar almak, çok çalışmayı gerektirir.
- Does she work hard?
- O çok çalışır mı?
- I tried really hard to convince Tom do to that.
- Tom'u buna ikna etmek için çok uğraştım.
- We have been working hard on this project.
- Bu proje üzerinde çok çalışıyorduk.
- We fought hard for victory.
- Biz zafer için çok savaştık.
- Are you working hard?
- Çok çalışıyor musun?
- To all appearance, they don't study hard.
- Görünüşe göre çok çalışmıyorlar.
- She studied hard lest she should fail her exam.
- O, sınavda başarısız olmasın diye çok çalıştı.
- He works hard and never complains.
- O çok çalışır ve asla şikayet etmez.
- The teacher reminded us to study hard for the test.
- Öğretmen bize sınav için çok çalışmamız gerektiğini hatırlattı.
- My hope for the new year is to study harder.
- Yeni yıl için umudum daha çok çalışmak.
- I had a hard time putting the kid to bed.
- Çocuğu yatırırken çok zorlandım.
- You work hard.
- Çok çalışıyorsun.
- We're still working hard.
- Hala çok çalışıyoruz.
- We've been working hard to make some changes.
- Bazı değişiklikler yapmak için çok çalışıyoruz.
- If I were you, I'd study harder.
- Yerinde olsam, daha çok çalışırım.
- Tom urged Mary to study harder.
- Tom Mary'yi daha çok çalışması için teşvik etti.
- He studied hard in order to get into college.
- Üniversiteye girmek için çok çalıştı.
- Tom is used to hard work.
- Tom çok çalışmaya alışkındır.
- He works as hard as ever, but he remains poor.
- Her zamanki gibi çok çalışıyor ama fakir kalıyor.
- Tom decided to study harder.
- Tom daha çok çalışmaya karar verdi.
- He works hard all the year round.
- Tüm yıl boyunca çok çalışır.
- They worked hard for the sake of their children.
- Çocuklarının hatırına çok çalıştılar.
- We must work hard to finish this task before Friday.
- Bu görevi Cuma gününden önce tamamlamak için çok çalışmalıyız.
- I know that you work hard.
- Çok çalıştığını biliyorum.
- She studied hard.
- O çok çalıştı.
- You don't have to work so hard.
- Bu kadar çok çalışmak zorunda değilsin.
- My mother worked hard in order to rear us.
- Annem bizi büyütmek için çok çalıştı.
- Tom works harder than anyone else.
- Tom herkesten daha çok çalışır.
- I've been trying as hard as I can.
- Elimden geldiğince çok çalışıyorum.
- Mary worked so hard that she got sick.
- Mary o kadar çok çalıştı ki hastalandı.
- You sure worked hard today.
- Bugün epeyce çok çalıştın.
- She attained her success through hard work.
- Başarısını çok çalışarak elde etti.
- Tom's parents wanted him to study harder.
- Tom'un ebeveynleri onun daha çok çalışmasını istedi.
- Tom doesn't study as hard as Mary does.
- Tom Mary kadar çok çalışmıyor.
- It rained hard yesterday.
- Dün çok yağmur yağdı.
- I wish I'd studied harder.
- Keşke daha çok çalışsaydım.
- I suggest you try harder.
- Ben daha çok denemenizi öneririm.
- We must work hard to make up for lost time.
- Kaybettiğimiz zamanı telafi etmek için çok çalışmalıyız.
Show More (565)
|
3 |
hard |
sıkı |
adj. |
|
- We Greens have campaigned hard for this.
- Biz Yeşiller bunun için sıkı bir kampanya yürüttük.
- He worked very hard to ensure that we reached this compromise.
- Bu uzlaşmaya varabilmemiz için çok sıkı çalıştı.
- Industry has been lobbying hard, with arguments which are understandable but which I believe cannot be honoured.
- Endüstri, anlaşılabilir ancak onurlandırılamayacağına inandığım argümanlarla sıkı bir lobi faaliyeti yürütüyor.
- I hope that he will also work hard on following up what we recommend today.
- Umarım kendisi de bugün önerdiğimiz hususların takibi konusunda sıkı bir şekilde çalışır.
- You had to campaign hard for it.
- Bunun için sıkı bir kampanya yürütmeniz gerekti.
- I would like to emphasise that hard work will be required over the coming weeks.
- Önümüzdeki haftalarda sıkı bir çalışma gerekeceğini vurgulamak isterim.
- Mr Fischler is negotiating hard, but unfortunately, without success so far.
- Bay Fischler sıkı pazarlıklar yürütüyor, ancak ne yazık ki şu ana kadar başarılı olamadı.
- The fourth idea is that we have to fight hard against illegal immigration.
- Dördüncü fikir ise yasadışı göçe karşı sıkı bir şekilde mücadele etmemiz gerektiğidir.
- In Italy, the Courts are already hard at work, as is the parliamentary committee of inquiry.
- İtalya'da mahkemeler ve parlamento araştırma komisyonu halihazırda sıkı bir şekilde çalışmaktadır.
- I am extremely grateful to the Spanish Presidency, for we have worked both well and hard.
- Hem iyi hem de sıkı çalıştığımız için İspanya Dönem Başkanlığına son derece müteşekkirim.
- People have a right to expect us to fight hard against unemployment.
- İnsanların bizden işsizliğe karşı sıkı mücadele etmemizi beklemeye hakları var.
- We in the Committee on Industry, External Trade, Research and Energy have fought hard with the Council.
- Biz Sanayi, Dış Ticaret, Araştırma ve Enerji Komitesi olarak Konsey ile sıkı bir mücadele verdik.
- They have worked very hard on this.
- Bu konuda çok sıkı çalıştılar.
- I would like to emphasise that hard work will be required over the coming weeks.
- Önümüzdeki haftalarda sıkı bir çalışmanın gerekeceğini vurgulamak isterim.
- He really has worked not only very hard, but also in a very open, intelligent and approachable way.
- Sadece çok sıkı çalışmakla kalmadı, aynı zamanda çok açık, zeki ve cana yakın bir şekilde çalıştı.
- I also wish to thank the secretariat of the Committee on Petitions for its hard and successful work.
- Dilekçe Komitesi sekretaryasına da sıkı ve başarılı çalışmaları için teşekkür etmek isterim.
- Mr Kinnock is working very hard to that end, but it is a different issue, quite separate from good governance.
- Sayın Kinnock bu amaçla çok sıkı çalışıyor ancak bu farklı bir konu, iyi yönetişimden tamamen ayrı.
- Hard training makes for easy battles.
- Sıkı eğitim kolay savaşlar getirir.
- We will have to work very hard during the weeks and months until then.
- O zamana kadar geçecek haftalar ve aylar boyunca çok sıkı çalışmamız gerekecek.
- I consider it necessary to press very hard for a solution for the traffic sector in particular.
- Özellikle trafik sektörüne yönelik bir çözüm için çok sıkı bir baskı yapılması gerektiğini düşünüyorum.
- We worked extremely hard to try to get FYROM back on the rails.
- FYROM'u yeniden rayına oturtmak için son derece sıkı çalıştık.
- We must work just as hard as in the past and face future challenges together.
- Geçmişte olduğu gibi sıkı çalışmalı ve gelecekteki zorluklarla birlikte yüzleşmeliyiz.
- We are all working very hard on this.
- Hepimiz bu konuda çok sıkı çalışıyoruz.
- In my opinion we as a Parliament must fight hard for the rights of the citizens.
- Bana göre Parlamento olarak vatandaşların hakları için sıkı bir şekilde mücadele etmeliyiz.
- I am extremely grateful to the Spanish Presidency, for we have worked both well and hard.
- Hem iyi hem de sıkı çalıştığımız için İspanya Dönem Başkanlığına da son derece müteşekkirim.
- We've worked so long and so hard for this.
- Bunun için çok sıkı ve çok uzun süre çalıştık.
- You son is a genius, and he studies extremely hard.
- Oğlunuz bir dahi ve son derece sıkı çalışıyor.
- You don't have to work too hard to capture their attention.
- Onların dikkatini çekmek için çok sıkı çalışmak zorunda değil.
- Everyone I know who has a sense of purpose works very hard.
- Bir amaç duygusuna sahip olan tanıdığım herkes çok sıkı çalışıyor.
- In order to beat them, we practice very hard.
- Onları yenmek için çok sıkı antrenman yapıyoruz.
- We will be studying very hard this time next year.
- Gelecek sene bu zamanlar çok sıkı çalışıyor olacağız.
- You will have to work really very hard to earn money.
- Para kazanmak için gerçekten çok sıkı çalışmanız gerekecek.
- My father worked so hard to bring peace to the whole country.
- Babam tüm ülkeye barış getirmek için sıkı çalıştı.
- If it works too hard, then it burns more fuel.
- Eğer çok sıkı çalışıyorsa, daha fazla yakıt yanar.
- In order to beat them, we practice very hard.
- Onları yenmek için, çok sıkı antrenman yaparız.
- Mistress has been working very hard these last few days.
- Hanımefendi son birkaç gündür çok sıkı çalışıyor.
- In order to beat them, we practice very hard.
- Onları yenmek için çok sıkı alıştırma yapıyoruz.
- He's studying hard so he can pass the entrance exam.
- Giriş sınavını geçebilmek için sıkı çalışıyor.
- He was always on our side and worked very hard for us.
- Her zaman yanımızdaydı ve bizim için çok sıkı çalıştı.
- My father worked so hard to bring peace to the whole country.
- Babam tüm ülkede barışı sağlamak için öyle sıkı çalıştı ki.
- You son is a genius, and he studies extremely hard.
- Oğlunuz bir dahi ve çok sıkı çalışıyor.
- Everyone I know who has a sense of purpose works very hard.
- Bir amacı olan tanıdığım herkes çok sıkı çalışır.
- We will be studying very hard this time next year.
- Önümüzdeki yıl bu zamanda çok sıkı çalışıyor olacağız.
- My father worked so hard to bring peace to the whole country.
- Babam tüm ülkeye huzur getirmek için çok sıkı çalıştı.
- We've worked so long and so hard for this.
- Bunun için öyle uzun ve sıkı çalıştık ki.
- Tom worked very hard and earned a lot of money.
- Tom çok sıkı çalıştı ve çok para kazandı.
- Up to now they have worked very hard.
- Şimdiye kadar çok sıkı çalıştılar.
- Try harder.
- Daha sıkı çalış.
- You've worked very hard today.
- Bugün çok sıkı çalıştın.
- She is a student who studies very hard.
- Çok sıkı çalışan bir öğrencidir.
- He worked very hard.
- Çok sıkı çalıştı.
- You've worked very hard.
- Sıkı çalıştın.
- I suggest we try a little harder next time.
- Bir dahaki sefere biraz daha sıkı çalışmamızı öneririm.
- Tired from the hard work, he went to bed earlier than usual.
- Sıkı işten yorulduğu için, o her zamankinden daha erken yatmaya gitti.
- I studied hard to enter the school.
- Okula girmek için sıkı çalıştım.
- Tom is working very hard these days.
- Tom bu günlerde çok sıkı çalışıyor.
- Taro is studying hard.
- Taro, sıkı çalışıyor.
- Elite soldiers are trained even harder than most special forces.
- Elit askerler çoğu özel kuvvetten bile daha sıkı eğitilirler.
- I've worked very hard.
- Çok sıkı çalıştım.
- Grab harder.
- Daha sıkı tut.
- I am studying very hard.
- Çok sıkı çalışıyorum.
- The British troops fought hard, but could not stop the Germans.
- İngiliz birlikleri sıkı savaştılar ama Almanları durduramadılar.
- He works as hard as any other student.
- Diğer öğrenciler kadar sıkı çalışıyor.
- He trained very hard.
- Çok sıkı çalıştı.
- Tom says I work too hard.
- Tom çok sıkı çalıştığımı söylüyor.
- I work very hard.
- Çok sıkı çalışıyorum.
- You must study hard.
- Sıkı çalışmalısınız.
- I work very hard at my job.
- İşimde çok sıkı çalışıyorum.
- Tom has been working very hard.
- Tom çok sıkı çalışıyor.
- I will study English hard from now on.
- Bundan sonra çok sıkı İngilizce çalışacağım.
- I'm not used to working this hard.
- Bu kadar sıkı çalışmaya alışık değilim.
- If he had trained himself harder at that time, he would be healthier now.
- O zamanlar kendini daha sıkı çalıştırmış olsaydı şimdiye daha sağlıklı olurdu.
- I have to try a little harder next time.
- Bir dahaki sefere biraz daha sıkı çalışmalıyım.
- She must have studied very hard.
- O, çok sıkı çalışmış olmalı.
- Tom was working as hard as possible.
- Tom mümkün olduğunca sıkı çalışıyordu.
- I tried really hard.
- Gerçekten sıkı çalıştım.
- He studied hard and passed the test.
- Sıkı çalıştı ve testi geçti.
- You might want to study a little harder before the next test.
- Bir sonraki sınavdan önce biraz daha sıkı çalışmak isteyebilirsin.
- Anne worked hard and steadily.
- Anne sıkı ve istikrarlı bir şekilde çalıştı.
- If you study hard, you will become a good student.
- Sıkı çalışırsan iyi bir öğrenci olursun.
- He is studying hard for fear he should fail.
- Kalma korkusuyla sıkı çalışıyor.
- If I'd studied French harder when I was in school, I'd probably not be so bad at it now.
- Okuldayken daha sıkı Fransızca çalışsaydım, muhtemelen şimdi bu kadar kötü olmazdım.
- The examination compelled me to study hard.
- Sınav beni sıkı çalışmaya zorladı.
- I will study English hard from now on.
- Şu andan itibaren sıkı İngilizce çalışacağım.
- He works very hard.
- Çok sıkı çalışır.
- Paul studies very hard these days.
- Paul, bu günlerde çok sıkı çalışıyor.
- In most sports the team that practice hardest usually brings home the bacon.
- Çoğu sporlarda en sıkı çalışan takım genellikle başarılı olur.
- Tom studied very hard.
- Tom çok sıkı ders çalıştı.
- The coach told me I needed to practice harder.
- Koç bana daha sıkı çalışmam gerektiğini söyledi.
- Tom has a lot of hard work ahead of him.
- Tom'un önünde çok sıkı bir çalışma var.
- Tom kept working hard.
- Tom sıkı çalışmaya devam etti.
- Sami is working really hard.
- Sami gerçekten sıkı çalışıyor.
- Tom must've studied very hard.
- Tom çok sıkı çalışmış olmalıydı.
- He tried hard, but achieved nothing.
- O sıkı çalıştı ama hiçbir şey elde etmedi.
- She works very hard.
- O çok sıkı çalışıyor.
- You should study English harder.
- İngilizceye daha sıkı çalışmalısınız.
- They work very hard every day.
- Her gün çok sıkı çalışıyorlar.
- I just have to keep working hard.
- Sıkı çalışmaya devam etmem gerek işte.
- The team played hard because the championship of the state was at stake.
- Takım sıkı oynadı çünkü eyaletin şampiyonluğu söz konusuydu.
- I think you should work a little harder.
- Bence biraz daha sıkı çalışmalısın.
- Tom hasn't been studying very hard.
- Tom çok sıkı çalışmıyor.
- We've been training a lot harder.
- Çok daha sıkı çalışıyoruz.
- Tom is trying really hard.
- Tom gerçekten sıkı çalışıyor.
- Sami works very hard.
- Sami çok sıkı çalışıyor.
- Tom practiced hard every day.
- Tom her gün sıkı çalışırdı.
- The athletes trained hard every day to be at their best for the Summer Olympics.
- Atletler Yaz Olimpiyatlarında en iyi durumda olmak için her gün sıkı antrenman yaptılar.
- Don't work too hard.
- Çok sıkı çalışma.
- I'll turn over a new leaf and study English very hard.
- Yeni bir sayfa açacağım ve çok sıkı İngilizce çalışacağım.
- You've worked very hard today.
- Sen bugün çok sıkı çalıştın.
- I trained really hard.
- Çok sıkı çalıştım.
- I realized I needed to study French a little harder.
- Fransızcayı biraz daha sıkı çalışmam gerektiğini fark ettim.
- We have to work very hard.
- Çok sıkı çalışmalıyız.
- Despite her meagre salary, she works very hard.
- Yetersiz maaşına rağmen, çok sıkı çalışıyor.
- Sami and Layla worked very hard.
- Sami ve Layla çok sıkı çalışırlardı.
- She must have studied very hard.
- Çok sıkı çalışmış olmalı.
- Once I get through this horrible exam period, we’ll party hard.
- Bu korkunç sınav dönemini atlattıktan sonra, sıkı parti yapacağız.
- Tom doesn't study as hard as he used to.
- Tom eskisi kadar sıkı çalışmıyor.
- She works as hard as any other student.
- Diğer öğrenciler kadar sıkı çalışır.
- I know how hard you all work.
- Hepinizin ne kadar sıkı çalıştığını biliyorum.
- His men fought hard and well.
- Adamları sıkı ve iyi savaştı.
- They're trying really hard.
- Gerçekten sıkı çalışıyorlar.
- The British fought hard and stopped the attack.
- İngilizler sıkı savaştı ve saldırıyı durdurdu.
- He says that he will study English harder.
- İngilizceyi daha sıkı çalışacağını söylüyor.
- Tom practiced very hard every day.
- Tom her gün çok sıkı çalışıyordu.
- You must study much harder.
- Çok daha sıkı çalışmalısın.
- Layla worked very hard.
- Leyla çok sıkı çalıştı.
- Paul studies very hard these days.
- Paul, bugünlerde çok sıkı çalışıyor.
- We're working very hard on that.
- Onun üzerinde çok sıkı çalışıyoruz..
- Tom will have to try harder.
- Tom daha sıkı çalışmak zorunda kalacak.
- You're working too hard.
- Çok sıkı çalışıyorsun.
- If I had studied English harder when I was at college, I could travel abroad at any time.
- Üniversitedeyken daha sıkı İngilizce çalışsaydım, istediğim zaman yurtdışına gidebilirdim.
- Tom studies hard every day.
- Tom her gün sıkı çalışır.
- If he studied hard, he could pass the exam.
- Sıkı çalışsa, sınavı geçebilir.
- He is trying to study as hard as he can.
- Elinden geldiğince sıkı çalışmaya çalışıyor.
- Tom is working as hard as possible.
- Tom olabildiğince sıkı çalışıyor.
- Tom is working very hard these days.
- Tom bugünlerde çok sıkı çalışıyor.
- I work too hard.
- Ben çok sıkı çalışırım.
- We fought very hard.
- Çok sıkı dövüştük.
- I wish I had studied French harder while I was young.
- Keşke gençken daha sıkı Fransızca çalışsaydım.
- I should've studied French harder.
- Daha sıkı Fransızca çalışmalıydım.
- His brother studies very hard.
- Kardeşi çok sıkı çalışıyor.
- Everyone worked very hard.
- Herkes çok sıkı çalıştı.
- Japanese office workers work very hard.
- Japon ofis çalışanları çok sıkı çalışır.
- Try harder next time.
- Bir dahaki sefere daha sıkı çalış.
- I have to study hard each day.
- Ben her gün sıkı çalışmak zorundayım.
- Tom studied hard to become a doctor.
- Tom doktor olmak için sıkı çalıştı.
- Layla worked very hard.
- Layla çok sıkı çalışırdı.
- We've been practicing hard.
- Sıkı çalışıyoruz.
- He expects to succeed in winning a scholarship by studying hard.
- O sıkı çalışarak bir burs kazanmayı başarmayı umuyor.
Show More (148)
|
4 |
hard |
sert |
adj. |
|
- We also ask you to take a hard economic line against Burma.
- Ayrıca Burma'ya karşı sert bir ekonomik tavır almanızı istiyoruz.
- Moreover, the rhetoric is matched with hard support.
- Ayrıca retorik sert bir destekle eşleştirilmiştir.
- This is in no way an excuse, but it is a real, hard-core explanation.
- Bu hiçbir şekilde bir mazeret değildir ancak gerçek, sert bir açıklamadır.
- Throughout this summer there has been talk of a hard blow.
- Bu yaz boyunca sert bir darbeden bahsedildi.
- Very often, when you are too hard, people will point that out.
- Çoğu zaman, çok sert olduğunuzda, insanlar bunu size gösterecektir.
- Very often, when you are too hard, people will point that out.
- Çoğu zaman, çok sert davrandığınızda, insanlar buna dikkat çekecektir.
- The compromise does not provide for hard powers of intervention by the Commission on spectrum matters.
- Uzlaşı, spektrum konularında Komisyon'un sert müdahale yetkilerini öngörmemektedir.
- In any case, I endorse the hard line taken in your response.
- Her halükarda, yanıtınızdaki sert tavrı destekliyorum.
- From kratos meaning strength for its strong, hard wood.
- Dayanıklı, sert ahşabı olduğu için güçlü anlamına gelen kratos'tan.
- That is a simple perception - hard, fast and factual.
- Bu basit bir algıdır; sert, hızlı ve gerçekçi.
- Those guys kicked your guys hard enough to do lasting damage.
- O adamlar senin adamlara kalıcı hasar verecek kadar sert vurmuşlar.
- Because it represents the hard reflect of people who against the union.
- Çünkü bu, birleşmeye karşı olanların sert tepkisini simgeliyor.
- Let's find something hard to break the door and wall.
- Kapıyı ve duvarı kıracak sert bir şey bulalım.
- Let's find something hard to break the door and wall.
- Kapı ve duvarı kırmak için, sert bir şeyler bulmalıyız.
- Because it represents the hard reflect of people who against the union.
- Çünkü sendikaya karşı olan insanların sert tepkisini temsil ediyor.
- Sleep on your back, and use a hard and small pillow.
- Sırt üstü uyuyun ve sert, küçük bir yastık kullanın.
- Set the flash drive on a hard surface.
- Flash sürücüyü sert bir yüzeye yerleştirin.
- Like its ancestors, it has a hard external skeleton.
- Ataları gibi sert bir dış iskelete sahip.
- Minior has a heavy, hard shell and an internal core.
- Minior'un ağır, sert bir kabuğu ve iç çekirdeği vardır.
- We borrowed the money from the hard guys for a night.
- Parayı sert adamlardan bir geceliğine borç aldık.
- We borrowed the money from the hard guys for a night.
- Bir gece için sert adamlardan borç para aldık.
- Let's find something hard to break the door and wall.
- Kapıyı ve duvarı kırmak için sert bir şey bulalım.
- Like its ancestors, it has a hard external skeleton.
- O da ataları gibi sert bir dış iskelete sahiptir.
- Those guys kicked your guys hard enough to do lasting damage.
- Bu adamlar sizinkilere kalıcı hasar verecek kadar sert vurdular.
- I'd always wanted to write a hard, aggressive march.
- Her zaman sert ve agresif bir marş yazmak istemiştim.
- Dude, I hit my head so hard, it honestly saved my life.
- Dostum, kafamı o kadar sert çarptım ki, gerçekten hayatımı kurtardı.
- I hit it so hard I brought the whole tribe with me.
- O kadar sert vurdum ki bütün kabile benimle geldi.
- I hit it so hard I brought the whole tribe with me.
- O kadar sert vurdum ki bütün kabileyi yanımda getirdim.
- And that's why I chose the hard teacher.
- Ve ben bu yüzden o sert olan öğretmeni seçtim.
- Minior has a heavy, hard shell and an internal core.
- Minior'un ağır, sert bir kabuğu ve iç çekirdeği bulunur.
- I hit it so hard I brought the whole tribe with me.
- O kadar sert vurdum ki tüm kabileyi yanımda getirdim.
- And that's why I chose the hard teacher.
- İşte bu yüzden sert olan öğretmeni seçtim.
- Paramedics said she hit the steering wheel pretty hard.
- Sağlık görevlileri direksiyona çok sert çarptığını söyledi.
- From kratos meaning strength for its strong, hard wood.
- Dayanıklı, sert ahşabı nedeniyle güçlü anlamına gelen kratos'tan.
- That is a simple perception - hard, fast and factual.
- Bu basit bir algıdır; sert, hızlı ve olgusal.
- Like its ancestors, it has a hard external skeleton.
- Tıpkı ataları gibi o da sert bir dış gövdeye sahip.
- Set the flash drive on a hard surface.
- Flash belleği sert bir yüzeye yerleştir.
- That is a simple perception - hard, fast and factual.
- Bu basit bir algıdır; sert, hızlı ve gerçeklere dayalı.
- We borrowed the money from the hard guys for a night.
- Parayı, bazı sert adamlardan bir geceliğine ödünç aldık.
- Dude, I hit my head so hard, it honestly saved my life.
- Dostum, kafamı o kadar sert vurdum ki hakikaten hayatımı kurtardı.
- Sleep on your back, and use a hard and small pillow.
- Sırt üstü uyuyun ve sert ve ufak bir yastık kullanın.
- A beautiful, uncompromising, hard and nice nurse of men.
- Yakışıklı, inatçı, sert ve iyi kalpli bir erkek hemşire.
- I already smacked the mailman's chin pretty hard.
- Zaten postacının çenesine epey sert vurdum.
- Sleep on your back, and use a hard and small pillow.
- Sırt üstü uyuyun ve sert ve küçük bir yastık kullanın.
- I'd always wanted to write a hard, aggressive march.
- Her zaman sert, saldırganca bir marş yazmak istemişimdir.
- I looked at my options very hard.
- Seçeneklerimi çok sert görüyordum.
- Don't be too hard on me.
- Bana karşı bu kadar sert olma.
- Tom hit the ball so hard he split the bat.
- Tom topa o kadar sert vurdu ki sopası kırıldı.
- The bed was too hard.
- Yatak çok sertti.
- She is hard on them.
- Onlara karşı çok sertti.
- My father doesn't drink hard liquor.
- Babam sert likör içmez.
- We played extremely hard.
- Biz son derece sert oynadık.
- Kick as hard as you can.
- Yapabildiğin kadar sert vur.
- My heart is pounding so hard it feels like it's going to explode.
- Kalbim o kadar çok sert vuruyor ki patlayacakmış gibi geliyor.
- Don't be so hard on me.
- Bana karşı bu kadar sert olma.
- Whether we win or lose, I won't have any hard feelings.
- Kazansak da kaybetsek de herhangi sert duygularım olmayacak.
- Don't eat hard foods.
- Sert yiyecekler yeme.
- I hate hard candy.
- Sert şekerlemelerden nefret ederim.
- He is very hard on lazy people.
- O tembel insanlara karşı çok serttir.
- When I arrived at the airport, the wind was blowing hard.
- Ben havaalanına vardığımda, rüzgar sert esiyordu.
- This old bread is as hard as a rock.
- Bu eski ekmek bir kaya kadar sert.
- Kick as hard as you can.
- Elinden geldiği kadar sert tekme vur.
- Stocks fell hard.
- Hisse senetleri sert düştü.
- Maybe I've been too hard on Tom.
- Belki de Tom'a çok sert davrandım.
- A pick is a long handled tool used for breaking up hard ground surfaces.
- Bir kazma, sert zemin yüzeyleri parçalamak için kullanılan uzun saplı bir araçtır.
- Alice felt something hard melt in her heart.
- Alice kalbinde sert bir şeyin eridiğini hissetti.
- Tom is very hard on himself.
- Tom kendisine karşı çok serttir.
- It was blowing hard all night.
- Rüzgar bütün gece sert esti.
- Between a rock and a hard place.
- Bir kaya ve sert bir yer arasında.
- The wind is blowing hard now.
- Rüzgar şimdi sert esiyor.
- The wind is blowing very hard.
- Rüzgar çok sert esiyor.
- A pick is a long handled tool used for breaking up hard ground surfaces.
- Kazma, sert zeminleri kırmak için kullanılan uzun saplı bir alettir.
- Tom is caught between a rock and a hard place.
- Tom bir kaya ve sert bir yerin arasında sıkıştı.
- He is very hard on lazy people.
- Tembel insanlara karşı çok serttir.
- Winter weather is extremely hard in this area.
- Bu bölgede kış havası çok sert geçer.
- Cranium is the hard bone of head that protects your brain from injury.
- Kafatası beyninizi yaralanmaya karşı koruyan sert kemiktir.
- I'm pretty hard on myself.
- Kendime karşı oldukça sertim.
- This is a very hard mattress.
- Bu çok sert bir yatak.
- I wore a hard hat.
- Sert bir şapka taktım.
- Insects have a hard skin.
- Böceklerin sert bir derisi vardır.
- He stared at her really hard.
- Ona çok sert baktı.
- Nothing is as hard as a diamond.
- Hiçbir şey elmas kadar sert değildir.
- A hard wind is blowing.
- Sert bir rüzgar esiyor.
- It's not that hard.
- O kadar sert değil.
- I think maybe you're being a little hard on Tom.
- Bence Tom'a biraz sert davranıyorsun.
- Tom is caught between a rock and a hard place.
- Tom bir kaya ile sert bir yer arasında sıkışmış durumda.
- How hard can that be?
- Ne kadar sert olabilir ki?
- He's staring at her really hard.
- Ona çok sert bakıyor.
- Tom apologized to Mary for being so hard on her.
- Tom ona karşı çok sert olduğu için Mary'den özür diledi.
- Tom laughed so hard he farted.
- Tom o kadar çok sert güldü ki osurdu.
- Nickel is a hard, silver-white metal.
- Nikel sert, gümüş-beyaz bir metaldir.
- I was pretty hard on Tom.
- Tom'a çok sert davrandım.
- We've had a very hard winter.
- Çok sert bir kış yaşadık.
- That doesn't look too hard.
- Çok sert görünmüyor.
- It's raining hard.
- Sert yağmur yağıyor.
- The bread is old and hard.
- Ekmek eski ve sert.
- Diamond is essentially hard.
- Elmas, aslında serttir.
- Maybe I was too hard on Tom.
- Belki de Tom'a çok sert davrandım.
- Iron is hard.
- Demir serttir.
- Nickel is a hard, silver-white metal.
- Nikel, sert, gümüş beyazı bir metaldır.
- Pull as hard as you can when I tell you.
- Sana söylediğimde olabildiğince sert çek.
- Tom is very hard on himself.
- Tom kendine karşı çok sert.
- Tom took a hard hit.
- Tom sert bir darbe aldı.
- I was so tired that I fell asleep on the hard marble floor.
- O kadar yorgundum ki sert mermer zeminde uyuyakalmışım.
- Tom is caught between a rock and a hard place.
- Tom bir kaya ve sert bir yer arasına sıkıştı.
- It's hard, isn't it?
- Sert, değil mi?
- I don't want to be too hard on Tom.
- Tom'a çok sert davranmak istemiyorum.
- Sami banged on the door so hard.
- Sami kapıya öyle sert vurdu ki.
- We played pretty hard.
- Oldukça sert oynadık.
- Winter weather is extremely hard in this area.
- Kış havası bu alanda son derece serttir.
Show More (107)
|
5 |
hard |
ağır |
adj. |
|
- They are undergoing not forced labour, but hard labour.
- Zorla çalıştırılmıyorlar ama ağır işlerde çalıştırılıyorlar.
- Indeed, in addition to aviation, there are all kinds of related industries, including tourism, that have been hit hard.
- Aslında, havacılığın yanı sıra, turizm de dahil olmak üzere her türlü ilgili sektör de ağır darbe almıştır.
- They often have to do the hard work, give birth to and bring up many children, and are scarcely remunerated for this.
- Çoğu zaman ağır işler yapmak, çok sayıda çocuk doğurmak ve büyütmek zorunda kalırlar ve bunun için çok az ücret alırlar.
- More specifically, Greek shipping is being hard hit, harming the workers in the shipping industry.
- Özellikle de Yunan denizciliği ağır bir darbe almakta ve denizcilik sektöründe çalışanlara zarar vermektedir.
- Tobacco, I am sorry to say, is a hard drug, and we must have the courage to say this.
- Tütün, üzülerek söylüyorum ki, ağır bir uyuşturucudur ve bunu söyleyecek cesarete sahip olmalıyız.
- This attack hit the country's tourism sector hard.
- Bu saldırı ülkenin turizm sektörüne ağır bir darbe vurdu.
- And I sentence you to ten years hard labor.
- Seni on yıl ağır işlerde çalışmaya mahkum ediyorum.
- Now I have a job, then the job is to be hard.
- Artık bir işim var, o zaman işim ağır olacak demektir.
- Even after working so hard they are not given sufficient water & food.
- Bu kadar ağır çalıştıktan sonra bile yeterli su ve yiyecek verilmiyor.
- Men were going to the mines and women were doing hard labour.
- Erkekler madenlere gidiyor, kadınlar ağır işlerde çalışıyordu.
- After that, I demanded to be released from hard labor.
- Ondan sonra ağır işlerden azat edilmeyi talep ettim.
- His sickness struck him very hard and very fast.
- Hastalığı onu çok ağır ve çok hızlı etkiledi.
- To lose your son must be very hard indeed.
- Oğlunuzu kaybetmek gerçekten çok ağır olmalı.
- I kept you from hard labour, and you did well for me.
- Seni ağır işlerden alıkoydum ve sen benim için iyi iş çıkardın.
- Please remove your watch when doing hard labour or extreme sports.
- Lütfen ağır işler ve ekstrem sporlar yaparken saatinizi çıkarın.
- I want someone strong, for the work is hard.
- Güçlü birini istiyorum, iş ağır çünkü.
- This attack hit the country's tourism sector hard.
- Bu durum ülkenin turizm sektörüne ağır darbeler vurdu.
- Men were going to the mines and women were doing hard labour.
- Erkekler maden ocağına gidiyordu, kadınlar ağır işlerde çalışıyordu.
- And I sentence you to ten years hard labor.
- Ve seni on yıl ağır çalışma cezasına çarptırıyorum.
- And I sentence you to ten years hard labor.
- Ve sizi on yıl ağır işçiliğe mahkum ediyorum.
- The women endured hard labor in smoky dwellings and suicide was not uncommon.
- Kadınlar dumanaltı evlerde ağır işlere katlanıyordu ve intihar etmeleri nadir değildi.
- Men were going to the mines and women were doing hard labour.
- Erkekler madene gidiyor, kadınlar ise ağır işlerde çalışıyorlardı.
- To lose your son must be very hard indeed.
- Oğlunuzu kaybetmek gerçekten çok ağır olsa gerek.
- Sometimes it's hard for people to tell you the truth.
- Bazen de insanlara size doğruları söylemek ağır gelir.
- Even after working so hard they are not given sufficient water & food.
- Bu kadar ağır işler yapmalarına rağmen, onlara yeterince yiyecek ve su verilmedi.
- I wish them to endure these hard sufferings.
- Bu ağır eziyetlere katlanmalarını diliyorum.
- His sickness struck him very hard and very fast.
- Hastalığı onu çok ağır ve hızlı bir şekilde vurdu.
- Now I have a job, then the job is to be hard.
- Şimdiyse işim var, o zaman da iş ağır olacaktır.
- I want someone strong, for the work is hard.
- Güçlü birini istiyorum çünkü iş ağır.
- The women endured hard labor in smoky dwellings and suicide was not uncommon.
- Kadınlar dumanaltı evlerde ağır işlere katlanıyorlardı ve intihar nadir bir durum değildi.
- After that, I demanded to be released from hard labor.
- Ondan sonra da ağır işlerden azat edilmeyi talep ettim.
- I've been spilling my guts to you after a hard blow.
- Ağır bir darbeden sonra içimi size döküyordum.
- I've been spilling my guts to you after a hard blow.
- Aldığım ağır bir darbenin ardından sana içimi döktüm.
- Please remove your watch when doing hard labour or extreme sports.
- Ağır işler veya ekstrem sporlar yaparken lütfen kol saatinizi çıkarın.
- I want someone strong, for the work is hard.
- İş ağır olduğu için güçlü birini istiyorum.
- I wish them to endure these hard sufferings.
- Dilerim ki bu ağır eziyetlere katlanırlar.
- He cannot put up with hard training.
- Ağır antrenmanlara tahammül edemiyor.
Show More (34)
|
6 |
hard |
zorlu |
adv. |
|
- The months of negotiation ahead of us will be hard work.
- Önümüzde aylar sürecek müzakereler zorlu geçecek.
- The hard work is, however, only just beginning, especially for the Commission.
- Bununla birlikte, özellikle Komisyon için zorlu çalışmalar daha yeni başlıyor.
- It is still a hard fight to obtain greater transparency and supervision where the EIB is concerned.
- AYB söz konusu olduğunda daha fazla şeffaflık ve denetim elde etmek için hala zorlu bir mücadele veriliyor.
- It represents a delicate and hard-fought compromise, which would not have been achievable only a couple of years ago.
- Bu, sadece birkaç yıl önce başarılması mümkün olmayan hassas ve zorlu bir uzlaşmayı temsil etmektedir.
- It is still a hard fight to obtain greater transparency and supervision where the EIB is concerned.
- AYB söz konusu olduğunda daha fazla şeffaflık ve denetim elde etmek için hala zorlu bir mücadele verilmektedir.
- He has done a long and hard job on this.
- Bu konuda uzun ve zorlu bir çalışma yaptı.
- Then comes the hard bargaining during conciliation as to where the money will come from.
- Daha sonra paranın nereden geleceği konusunda uzlaşma sırasında zorlu pazarlıklar yapılacaktır.
- The months of negotiation ahead of us will be hard work.
- Önümüzde aylar sürecek olan müzakereler zorlu geçecektir.
- It was a hard struggle, but at the end of the day we succeeded.
- Zorlu bir mücadeleydi ama günün sonunda başardık.
- As we all know the process of looking for a job is hard.
- Hepimizin bildiği gibi iş arama süreci zorludur.
- As we all know the process of looking for a job is hard.
- Hepimizin bildiği üzere iş arama süreci zorlu geçer.
- I have a niche position in in today's hard employment climate.
- Günümüzün zorlu istihdam ortamında özel bir mevkideyim.
- No, just years of hard living finally caught up with me.
- Hayır, yıllarca süren zorlu yaşam işte sonunda beni yakaladı.
- I kept you from hard labour, and you did well for me.
- Sizi zorlu işlerden uzak tuttum ve benim için iyi iş çıkardınız.
- A couple of years ago we had a very hard winter.
- Birkaç yıl önce çok zorlu bir kış geçirmiştik.
- Only, you've never done a hard day's work.
- Ancak, hiçbir zaman zorlu bir iş günü geçirmedin.
- This unit needs good, hard targets, or it'll go soft.
- Bu birimin iyi, zorlu hedeflere ihtiyacı var, yoksa savsaklarlar.
- The story shows the hard social detail of such lives.
- Hikaye bu tür yaşamların sosyal açıdan zorlu ayrıntılarını gösteriyor.
- As we all know the process of looking for a job is hard.
- Hepimizin bildiği gibi iş arama süreci zorlu bir süreçtir.
- They rescued her from a hard life and raised her.
- Onu zorlu bir hayattan kurtarıp büyüttüler.
- This is a hard, uneven, haphazard process.
- Bu zorlu, düzensiz, gelişigüzel bir süreç.
- This book was extremely hard for me - all the way through.
- Bu kitap benim için son derece zorluydu; başından sonuna kadar.
- There is a long, hard road you need to take.
- Yürümeniz gereken uzun ve zorlu bir yol var.
- I have a niche position in in today's hard employment climate.
- Günümüzün zorlu çalışma koşullarında, düzgün bir pozisyonum var.
- The story shows the hard social detail of such lives.
- Öykü, böyle hayatların zorlu toplumsal detaylarını aktarır.
- This unit needs good, hard targets, or it'll go soft.
- Bu ekibin iyi, zorlu hedeflere ihtiyacı var, yoksa gevşer gider.
- I think I would find it a very hard place.
- Sanırım, çok zorlu bir yer olduğunu düşünürdüm.
- We wish you all a healthy and successful term during this hard period.
- Bu zorlu süreçte herkese sağlıklı, başarılı bir dönem dileriz.
- We wish you all a healthy and successful term during this hard period.
- Bu zorlu dönemde hepinize sağlıklı ve başarılı bir dönem diliyoruz.
- This book was extremely hard for me - all the way through.
- Bu kitap benim için son derece zorluydu; hem de başından sonuna kadar.
- There is a long, hard road you need to take.
- Gitmeniz gereken uzun ve zorlu bir yol var.
- The story shows the hard social detail of such lives.
- Hikâye bu tür hayatların sosyal yönden zorlu detaylarını gösteriyor.
- Composing a industrial script may be a hard and thrilling experience.
- Ticari bir senaryo yazmak zorlu ve heyecan verici bir deneyim olabilir.
Show More (30)
|
7 |
hard |
güç |
adj. |
|
- Very hard for me to get up every day.
- Her gün kalkmak benim için çok güç.
- At first it's very hard for the kid.
- İlk başlarda çocuk için çok güç bir durum.
- It's hard for us to think of a planet as a neighbour.
- Bizim için bir gezegeni komşu olarak görmek güç.
- What is happiness is a question too hard to answer.
- Mutluluk nedir sorusuna cevap vermek çok güç.
- This is just too hard for a lot of couples.
- Ancak bu durum pek çok çift için oldukça güç.
- It'd be hard for him to change his stance overnight.
- Bir gecede tutumunu değiştirmesi güç olurdu.
- It's hard enough seeing pools and paths in daylight.
- Gün ışığında havuzları ve yolları görmek yeterince güç.
- It can be hard to express that kind of thing in words.
- Bu tür şeyleri kelimelerle ifade etmek güç olabilir.
- I know it's hard to understand, even for grown-ups.
- Yetişkinler için bile bunu anlamanın güç olduğunu biliyorum.
- It's hard to imagine five sentient species evolving on the same planet.
- Beş farklı sezgisel türün aynı gezegende geliştiğine inanmak güç.
- It was hard to give it back after everything that had happened.
- Bunca şeyden sonra, bunu geri vermek güç oldu.
- It's so, so hard to conduct a conspiracy without privacy.
- Mahremiyet olmadan bir komplo düzenlemek son derece güç.
- It's hard returning to normal life after such an event.
- Böyle bir olaydan sonra normal hayata dönmek güç.
- It can be hard to express that kind of thing in words.
- Yani bu tarz şeyleri kelimelerle ifade etmek güç olabiliyor.
- I wasn't hard to find, wearing that red raincoat.
- Üstümde o kırmızı yağmurlukla beni bulmaları güç olmadı.
- In your case, I find that very hard to believe.
- Senin durumuna baktığımda, bence buna inanmak çok güç.
- Government red tape has made the process very cumbersome and hard to understand.
- Hükümetin bürokrasisi süreci çok hantal ve anlaşılması güç hale getirdi.
- I know it's hard to understand, even for grown-ups.
- Bunu anlamak güç, biliyorum, büyükler için bile.
- It's not hard to guess what these words are describing.
- Bu sözlerin neyi tanımladığını tahmin etmek güç değil.
- It's hard to imagine five sentient species evolving on the same planet.
- Beş duyarlı türün aynı gezegende evrimleştiğini hayal etmek güç.
- Government red tape has made the process very cumbersome and hard to understand.
- Devlet bürokrasisi, süreci çok hantal ve anlaşılması güç bir duruma soktu.
- I doubt if doing that will be hard.
- Bunu yapmanın güç olacağını sanmıyorum.
- You'll see, it's hard to please her.
- Göreceksin, onu memnun etmek güç.
- Some habits are hard to kill.
- Bazı alışkanlıklardan vazgeçmek güçtür.
Show More (21)
|
8 |
hard |
kötü |
adj. |
|
- Sorry, I've had a very hard morning.
- Özür dilerim, çok kötü bir sabah geçirdim.
- Dude, I hit my head so hard, it honestly saved my life.
- Dostum, kafamı öyle kötü vurdum ki gerçekten hayatımı kurtardı.
- Paramedics said she hit the steering wheel pretty hard.
- İlkyardım görevlisi direksiyona çok kötü çarptığını söyledi.
- It's not the worst thing to try so hard.
- Bu kadar uğraşmak o kadar da kötü değil.
- One hard word from you at that height kills me.
- O yükseklikte ağzından çıkacak kötü bir söz beni öldürür.
- For the record, I too have had a hard day.
- Söylemeliyim ki ben de kötü bir gün geçirdim.
- I'd call it a hard day in the office.
- Ofiste kötü bir gün diye buna derim işte.
- It's not the worst thing to try so hard.
- Bu kadar çabalamak kötü bir şey değil.
- Don't give up, especially during the hard days.
- Lütfen kendini suçlama, özellikle kötü günlerde.
- It doesn't seem so hard and scary anymore.
- Artık o kadar da kötü ve korkutucu gelmiyor.
- It's not the worst thing to try so hard.
- Böyle çok çaba harcamak o kadar da kötü bir şey değil.
- I already smacked the mailman's chin pretty hard.
- Postacının çenesine yumruğu çok kötü çaktım zaten.
- Sometimes you go through the hard things to appreciate the good ones.
- Bazen kötü şeyler yaşarsınız ki iyi şeylerin kıymetini anlayın.
- Tom wore a hard hat.
- Tom kötü bir şapka giydi.
- I was pretty hard on Tom.
- Tom'a oldukça kötü davrandım.
- I always forget my umbrella when it rains hard.
- Yağmur çok kötü yağınca hep şemsiyemi unuturum.
Show More (13)
|
9 |
hard |
şiddetli |
adj. |
|
- Pull as hard as you can when I tell you.
- Sana söylediğimde elinden geldiğince şiddetli çek.
- It was raining so hard that we had to put off our departure.
- O kadar şiddetli yağmur yağıyordu ki gidişimizi ertelemek zorunda kaldık.
- It snowed hard yesterday.
- Dün şiddetli kar yağdı.
- Because it started raining hard, we played indoors.
- Şiddetli yağmur yağmaya başladığı için içeride oynadık.
- I always forget my umbrella when it rains hard.
- Şiddetli yağmur yağdığında şemsiyemi hep unuturum.
- It began raining hard.
- Şiddetli yağmur yağmaya başladı.
- It's blowing very hard.
- Çok şiddetli esiyor.
- It soon began to rain very hard.
- Çok geçmeden çok şiddetli yağmur yağmaya başladı.
- It was raining so hard that we had to put off our departure.
- O kadar şiddetli yağıyordu ki yola çıkmayı ertelemek zorunda kaldık.
- It was raining good and hard.
- Şiddetli bir yağmur yağıyordu.
- I had no sooner left the house than it began to rain hard.
- Evden çıkar çıkmaz şiddetli bir yağmur başladı.
- It is raining hard.
- Şiddetli yağmur yağıyor.
- The wind is blowing hard.
- Rüzgar şiddetli esiyor.
- It was raining hard, but she insisted on going for a drive.
- Yağmur çok şiddetli yağıyordu ama o, arabayla gezmek için ısrar etti.
- It rained hard all day today.
- Bugün tüm gün şiddetli yağmur yağdı.
Show More (12)
|
10 |
hard |
katı |
adj. |
|
- This will provide you with the opportunity to shape the hard legislation on animal welfare.
- Bu size hayvan refahına ilişkin katı mevzuatı şekillendirme fırsatı sağlayacaktır.
- Don't be too hard on him.
- Ona karşı bu kadar katı olma.
- Don't be too hard on them.
- Onlara karşı bu kadar katı olma.
- Don't be so hard on yourself.
- Kendine karşı bu kadar katı olma.
- Don't be so hard on yourself.
- Kendine bu kadar katı olma.
- The company has hard and fast rules against lateness.
- Şirketin geç kalmaya karşı katı ve hızlı kuralları var.
- Boil my eggs hard, please.
- Yumurtalarımı katı haşlayın lütfen.
Show More (4)
|
11 |
hard |
sert bir şekilde |
adv. |
|
- I thought the Commission was going to come down hard on this whole issue.
- Komisyon'un tüm bu meselenin üzerine sert bir şekilde gideceğini düşünmüştüm.
- This is also in line with the aspiration for a more transparent government that will crack down hard on corruption.
- Bu aynı zamanda yolsuzluğun üzerine sert bir şekilde gidecek daha şeffaf bir hükümet arzusuyla da uyumludur.
- I thought the Commission was going to come down hard on this whole issue.
- Komisyon'un tüm bu meselenin üzerine sert bir şekilde gideceğini sanıyordum.
- Get inside, hit him hard, get out fast.
- İçeri girin, ona sert bir şekilde vurun ve hızla dışarı çıkın.
- Tom swerved hard, losing control of his car.
- Tom arabasının kontrolünü kaybederek sert bir şekilde direksiyonu kırdı.
- It was blowing hard all night.
- Rüzgar, gece boyunca sert bir şekilde esiyordu.
Show More (3)
|
12 |
hard |
acı |
adj. |
|
- Is this hard fact not enough to justify a radical rethink of the policies that are currently being pursued?
- Bu acı gerçek şu anda izlenen politikaların radikal bir şekilde yeniden gözden geçirilmesi için yeterli değil mi?
- I learned a very hard lesson that day.
- O gün çok acı bir ders almıştım.
- I learned a very hard lesson that day.
- O gün çok acı bir ders aldım.
- This is a pretty hard lesson for him.
- Bu ona acı bir ders olmuştur.
- This is a pretty hard lesson for him.
- Bu onun için oldukça acı bir ders.
Show More (2)
|
13 |
hard |
sertçe |
adv. |
|
- Get inside, hit him hard, get out fast.
- İçeri gir, ona sertçe vur ve hemen dışarı çık.
- To do this, open your mouth wide and breathe hard.
- Bunu yapmak için ağzınızı iyice açın ve sertçe nefes alın.
- The boxer struck his opponent hard.
- Boksör rakibine sertçe vurdu.
- He was pumping the pedals of the bicycle hard.
- Bisikletin pedallarına sertçe basıyordu.
Show More (1)
|
14 |
hard |
çalışkan |
adj. |
|
- Tom is a really hard worker.
- Tom gerçekten çalışkan bir işçidir.
- We Chinese are hard workers.
- Biz Çinliler çalışkanızdır.
- My brother learned how hard working I am.
- Erkek kardeşim ne kadar çalışkan olduğumu öğrendi.
Show More (0)
|
15 |
hard |
sağlam |
adj. |
|
- However, what really stands out is the hard core of specific competences.
- Bununla birlikte, asıl öne çıkan şey, belirli yetkinliklerin sağlam temelleridir.
- Do you have hard evidence?
- Elinizde sağlam bir kanıt var mı?
Show More (-1)
|
16 |
hard |
çetin |
adj. |
|
- A couple of years ago we had a very hard winter.
- Birkaç yıl önce çok çetin bir kış geçirdik.
- A couple of years ago we had a very hard winter.
- Birkaç yıl önceydi, çok çetin bir kış yaşamıştık.
Show More (-1)
|
17 |
hard |
güçlükle |
adv. |
|
- She pretended to be hard of hearing.
- İşitme güçlüğü varmış gibi davrandı.
- It's hard for me to know who you are anymore.
- Seni artık tanımakta güçlük çekiyorum.
Show More (-1)
|
18 |
hard |
dikkatli |
adj. |
|
- I also hope we will look very hard at our relationship with the Gulf Cooperation Council in this regard.
- Ayrıca bu bağlamda Körfez İşbirliği Konseyi ile ilişkilerimize de çok dikkatli bir şekilde bakacağımızı umuyorum.
Show More (-2)
|
19 |
hard |
zahmetli |
adj. |
|
- Some people think trying to read music is hard and difficult.
- Bazı insanlar müzik okumaya çalışmayı zor ve zahmetli buluyor.
Show More (-2)
|
20 |
hard |
fena halde |
adv. |
|
- Tom fell hard for Mary.
- Tom, Mary'ye fena halde aşık oldu.
Show More (-2)
|
21 |
hard |
acımasız |
adj. |
|
- I'm really hard on myself.
- Kendime karşı çok acımasızım.
Show More (-2)
|