|
- It will therefore be very difficult to sell this.
- Bu nedenle bunu satmak çok zor olacaktır.
- Let us go out and sell good-quality European beef to the consumer.
- Dışarı çıkalım ve tüketiciye kaliteli Avrupa sığır eti satalım.
- This requires a minimum of two things; supermarkets to sell the products and consumers to buy them.
- Bunun için de en az iki şeye ihtiyaç var; ürünleri satacak süpermarketler ve bunları satın alacak tüketiciler.
- It would amount to a violation of trading regulations to sell them as pensions.
- Bunları emeklilik maaşı olarak satmak ticaret düzenlemelerinin ihlali anlamına gelecektir.
- This is not the same as selling a coffee machine; this is about a medical intervention.
- Bu bir kahve makinesi satmakla aynı şey değil; bu tıbbi bir müdahale ile ilgili.
- Their revolution has been to sell computers and software to everyone.
- Onların devrimi herkese bilgisayar ve yazılım satmak olmuştur.
- It is as if social control were a guarantee of quality when a local shopkeeper buys meet from a hunter to sell.
- Sanki yerel bir esnafın satmak üzere bir avcıdan av satın alması sosyal kontrolün bir kalite garantisi olması gibi.
- On one side of the planet, we have to sell livestock due to a lack of water and fodder.
- Gezegenin bir tarafında su ve yem eksikliği nedeniyle hayvanları satmak zorunda kalıyoruz.
- We must not sell this agricultural sector short.
- Bu tarım sektörünü kısa yoldan satmamalıyız.
- These are countries which have to sell their rights due to poverty.
- Bunlar yoksulluk nedeniyle haklarını satmak zorunda kalan ülkelerdir.
- Instead of this, they confine themselves to primitive coastal fishing and sell their fishing rights to others.
- Bunun yerine, kendilerini ilkel kıyı balıkçılığı ile sınırlıyorlar ve balıkçılık haklarını başkalarına satıyorlar.
- And that of course precludes catching and selling juvenile fish.
- Ve tabii ki bu yavru balıkların yakalanmasını ve satılmasını engeller.
- So small farmers from Haiti to Mexico and Mozambique to Tanzania are simply selling up and selling out.
- Haiti'den Meksika'ya, Mozambik'ten Tanzanya'ya kadar küçük çiftçiler basitçe elden çıkarıyor ve satıyor.
- Nevertheless, as I have just said, the investigation did not prove that there had been a coordinated refusal to sell.
- Bununla birlikte, az önce de söylediğim gibi, soruşturma koordineli bir satış reddi olduğunu kanıtlamamıştır.
- The wrong arguments are being used in order to sell a project.
- Bir projeyi satmak için yanlış argümanlar kullanılıyor.
- Yes we must persuade supermarkets to sell the meat of vaccinated animals as a matter of course.
- Evet, süpermarketleri aşılanmış hayvanların etlerini satmaları konusunda ikna etmeliyiz.
- There is also a proposal to force supermarkets to sell vaccinated meat in future.
- Ayrıca süpermarketlerin gelecekte aşılanmış et satmaya zorlanmasına yönelik bir öneri de bulunmaktadır.
- In future, dealers will be able to sell several makes.
- Gelecekte bayiler çeşitli markaları satabilecekler.
- It is as if social control were a guarantee of quality when a local shopkeeper buys meet from a hunter to sell.
- Sanki yerel bir dükkan sahibi satmak için bir avcıdan buluş satın aldığında sosyal kontrol kalitenin garantisiymiş gibi.
- Somebody has been selling false currency in this Parliament.
- Birileri bu Parlamento'da sahte para satıyor.
- Five countries in southern Africa want to sell their stocks of ivory.
- Güney Afrika'daki beş ülke fildişi rezervlerini satmak istiyor.
- We still have to sell enlargement to the people, both in the EU and in the candidate countries.
- Hem AB'deki hem de aday ülkelerdeki insanlara hala genişlemeyi satmak zorundayız.
- Firstly, producers are now to be made responsible for the complete life cycles of the equipment they sell.
- İlk olarak, üreticiler artık sattıkları ekipmanların tüm yaşam döngülerinden sorumlu tutulacaklardır.
- Nevertheless, as I have just said, the investigation did not prove that there had been a coordinated refusal to sell.
- Bununla birlikte, az önce de söylediğim gibi, soruşturma, satışın koordineli bir şekilde reddedildiğini kanıtlamamıştır.
- The absolute impoverishment which people know forces them to sell their organs to shrewd intermediaries.
- İnsanların yaşadığı mutlak yoksulluk, onları organlarını kurnaz aracılara satmaya zorlamaktadır.
- Instead of this, they confine themselves to primitive coastal fishing and sell their fishing rights to others.
- Bunun yerine, kendilerini ilkel kıyı balıkçılığıyla sınırlıyor ve balıkçılık haklarını başkalarına satıyorlar.
- In future, dealers will be able to sell several makes.
- Gelecekte, bayiler çeşitli markaları satabilecekler.
- We are not here to sell those rights for 30 pieces of silver.
- Biz bu hakları 30 gümüşe satmak için burada değiliz.
- I am not particularly in favour of this world system of selling 'pollution rights'.
- Ben özellikle 'kirlilik hakları'nı satan bu dünya sisteminden yana değilim.
- From an ethical point of view, we cannot defend the idea of selling blood or, indeed, any other component of the body.
- Etik bir bakış açısıyla, kan ya da vücudun başka herhangi bir bileşeninin satılması fikrini savunamayız.
- Firstly, from an ethical point of view, we cannot advocate the idea of selling blood or any body part.
- İlk olarak, etik açıdan bakıldığında, kan veya herhangi bir vücut parçasının satılması fikrini savunamayız.
- These are countries which have to sell their rights due to poverty.
- Bunlar yoksulluk nedeniyle haklarını satmak zorunda kalan ülkeler.
- So small farmers from Haiti to Mexico and Mozambique to Tanzania are simply selling up and selling out.
- Yani Haiti'den Meksika'ya, Mozambik'ten Tanzanya'ya kadar küçük çiftçiler sadece satıyor ve elden çıkarıyor.
- Five countries in southern Africa want to sell their stocks of ivory.
- Güney Afrika'daki beş ülke ellerindeki fildişi stoklarını satmak istiyor.
- The government has announced its intention to sell the state-owned banks in the near future.
- Hükümet, devlet bankalarını yakın gelecekte satma niyetini açıklamıştır.
- It is hard to sell dull facts to the public.
- Halka donuk gerçekleri satmak zordur.
- So he used to dig up earth from fallow land and sell it.
- Bu yüzden nadasa bırakılan topraklardan toprağı kazıp satıyordu.
- Perhaps they compete with one another to sell the resources that they have.
- Belki de sahip oldukları kaynakları satmak için birbirleriyle rekabet ediyorlardır.
- Actually, I'd rather know who sold you the secrets.
- Aslında sırları sana kimin sattığını bilmeyi tercih ederim.
- So he used to dig up earth from fallow land and sell it.
- Bu yüzden nadasa bırakılmış arazilerden toprak kazar ve satardı.
- This creates the perfect climate for companies to sell products.
- Bu da şirketlerin ürün satması için mükemmel bir iklim yaratır.
- My mother sold all our possessions to bribe the French officials.
- Annem Fransız yetkililere rüşvet vermek için tüm eşyalarımızı sattı.
- So he used to dig up earth from fallow land and sell it.
- Bu yüzden nadas araziden toprak kazıyor ve satıyordu.
- My mother sold all our possessions to bribe the French officials.
- Annem Fransız yetkililere rüşvet vermek için elimizde ne varsa sattı.
- Countries all over the world buy and sell goods from each other.
- Dünyanın her yerindeki ülkeler birbirlerinden mal alıp satıyorlar.
- Actually, I'd rather know who sold you the secrets.
- Aslında, bilmek istediğim sırları sana kimin sattığı.
- Many goods no longer reach high street shelves as retailers sell merchandise directly to the black market.
- Perakendeciler malları doğrudan karaborsaya sattığı için birçok mal artık ana cadde mağaza raflarına ulaşmıyor.
- This creates the perfect climate for companies to sell products.
- Bu, şirketlerin ürün satması için mükemmel bir ortam yaratır.
- Most criminals steal to sell their loot for cash on the black market.
- Suçluların çoğu ganimetlerini karaborsada nakit para karşılığında satmak için çalıyor.
- They took these things and sold them on the black market.
- Bunları aldılar ve karaborsada sattılar.
- A basic function of a commercial website is the marketing and selling of products.
- Ticari bir internet sitesinin başlıca işlevi, ürünlerin pazarlanması ve satılmasıdır.
- Check out all this cool stuff Brandon sent us to sell.
- Brandon'ın satmamız için gönderdiği şu havalı şeylere bakın.
- They sell fish and meat.
- Onlar balık ve et satarlar.
- Tom sold his house for $300,000.
- Tom evini 300,000 dolara sattı.
- This is the highest selling book of the month.
- Bu, ayın en çok satan kitabı.
- Her novel sold well.
- Romanı iyi sattı.
- Tom has been accused of selling classified information.
- Tom gizli bilgileri satmakla suçlanıyor.
- Are you going to sell him your house?
- Ona evini satacak mısın?
- Tom's partner thought that they should also sell gourmet popcorn seasonings.
- Tom'un ortağı gurme patlamış mısır çeşnileri de satmaları gerektiğini düşündü.
- She sold postcards.
- Kartpostal satıyordu.
- She sells shoes.
- O ayakkabı satıyor.
- I sold my house last Thursday.
- Ben geçen perşembe evimi sattım.
- Tom won't be able to sell his car for that price.
- Tom o fiyata arabasını satamayacak.
- I doubt that Tom would ever consider selling his antique car.
- Tom'un antika arabasını satmayı düşüneceğinden şüpheliyim.
- Without the slightest hesitation, he sold his own car.
- En ufak bir tereddüt etmeden kendi arabasını sattı.
- Tom told me he was going to sell his house.
- Tom bana evini satacağını söyledi.
- If we don't sell it to them, they'll buy it from someone else.
- Onlara biz satmazsak, başkasından alırlar.
- They sell live fish at the fish store.
- Balık dükkanında canlı balık satıyorlar.
- Titing sells vegetables at the market.
- Titing pazarda sebze satar.
- Tom is going to have to sell his house.
- Tom evini satmak zorunda kalacak.
- This newspaper is selling fewer and fewer copies.
- Bu gazete giderek daha az satıyor.
- I've sold thirty tickets so far.
- Şimdiye kadar otuz bilet sattım.
- I don't want to sell you anything.
- Sana bir şey satmak istemiyorum.
- Please sell me that.
- Lütfen onu bana sat.
- Tom sold some of the potatoes he had bought to Mary.
- Tom aldığı patateslerin bir kısmını Mary'ye sattı.
- Whatever you're selling, I'm not interested.
- Ne satarsan sat ilgilenmiyorum.
- It's hard to sell a fixer-upper nowadays.
- Günümüzde tadilat gerektiren evleri satmak zor.
- Tom works for a company that sells charcoal.
- Tom odun kömürü satan bir şirkette çalışıyor.
- Tom sold his house.
- Tom evini sattı.
- It is probable that her first album will sell well.
- İlk albümünün iyi satması muhtemel.
- She sells us dresses.
- O bize elbise satıyor.
- I think it's unlikely that any store would sell this model for that price.
- Bence herhangi bir mağazanın bu modeli bu fiyata satması olası değil.
- Tom didn't have to sell any of his paintings.
- Tom resimlerini satmak zorunda değildi.
- You sold me out.
- Beni sattın.
- I'd like to sell my car for as much as possible.
- Arabamı mümkün olduğu kadar fazla fiyata satmak istiyorum.
- You sell used cars, right?
- Kullanılmış araba satıyorsun, değil mi?
- Umbrellas sell well.
- Şemsiyeler iyi satıyor.
- He's thinking he'll sell his house.
- Evini satmayı düşünüyor.
- Today, we're selling that at twenty-five percent off our usual price.
- Bugün, bunu normal fiyatımızdan yüzde yirmi beş indirimle satıyoruz.
- I sold it and paid my debt.
- Onu sattım ve borcumu ödedim.
- He sells fruit.
- O meyve satıyor.
- I have one to sell.
- Bende satacak bir şey var.
- We could sell that.
- Bunu satabiliriz.
- She sold some apples at the market.
- O, pazarda bazı elmalar sattı.
- I really wish you hadn't sold our car.
- Arabamızı satmamış olmanı dilerdim.
Show More (92)
|
