carry - English Turkish Sentences
English Turkish
carry taşımak v.
  • His private jet can carry up to 10 people.
  • Özel jeti en fazla 10 kişi taşıyabiliyor.
  • The smoke of the fire was carried to downtown by high winds.
  • Yangının dumanı şiddetli rüzgârlarla şehir merkezine taşınmıştı.
  • She carries pepper spray with her at all times.
  • Yanında her zaman biber gazı taşıyor.
Show More (541)
carry yanında taşımak v.
  • He gave me all the money he was carrying with him.
  • Yanında taşıdığı tüm parayı bana verdi.
  • Tom always carries his camera with him.
  • Tom daima kamerasını yanında taşır.
  • He carries his umbrella about with him every day.
  • O her gün şemsiyesini yanında taşır.
Show More (12)
carry götürmek v.
  • The army units carried them off without any legal authority.
  • Ordu birlikleri onları herhangi bir yasal yetki olmaksızın götürdü.
  • I carried the gas mask I had purchased on the black market everywhere I went.
  • Karaborsadan satın aldığım gaz maskesini gittiğim her yere götürdüm.
  • I had to carry Tom to bed.
  • Tom'u yatağa götürmek zorunda kaldım.
Show More (11)
carry geçirmek v.
  • I carried my dog across the street.
  • Köpeğimi caddenin karşısına geçirdim.
  • You emphasised the need to carry through practical measures relating to basic sport.
  • You, temel spora ilişkin pratik tedbirlerin hayata geçirilmesi gerektiğini vurguladı.
  • The two-state solution must really be carried through now.
  • İki devletli çözüm artık gerçekten hayata geçirilmelidir.
Show More (4)
carry getirmek v.
  • You should carry it out if Member States do not act responsibly.
  • Üye Devletler sorumlu davranmazlarsa bunu yerine getirmelisiniz.
  • The UN cannot make threats without being prepared to carry them out.
  • BM, yerine getirmeye hazır olmadan tehditlerde bulunamaz.
  • Whatever you do, carry it through.
  • Ne yaparsan yap, sonunu getir.
Show More (3)
carry çekmek v.
  • My mom carries only five kilos more than when she married.
  • Annem evlendiği zamandan sadece beş kilo daha fazla çekiyor.
  • I had no difficulty in carrying the plan out.
  • Planı uygulamada zorluk çekmedim.
  • I had no difficulty in carrying the plan out.
  • Planı uygulamakta hiç zorluk çekmedim.
Show More (0)
carry (sorumluluğu) üstlenmek v.
  • The government should carry responsibility for the murder of the journalist.
  • Hükümet, gazetecinin öldürülmesinin sorumluluğunu üstlenmelidir.
  • E-mail marketing may well be the only form of marketing where the recipient carries most of the cost.
  • E-posta ile pazarlama, maliyetin çoğunu alıcının üstlendiği tek pazarlama şekli olabilir.
  • We are determined to continue to take a leading role in carrying forward this important initiative.
  • Bu önemli girişimin ileriye taşınmasında öncü bir rol üstlenmeye devam etmeye kararlıyız.
Show More (0)
carry satmak v.
  • This store carries household equipment.
  • Bu mağaza ev eşyaları satıyor.
  • This store carries household equipment.
  • Bu dükkân ev aletleri satar.
  • Only one store carries this book.
  • Sadece bir dükkan bu kitabı satmaktadır.
Show More (0)
carry iletmek v.
  • This cable carries a signal to the alarm system.
  • Bu kablo alarm sistemine bir sinyal iletir.
  • I carried the message to him.
  • Mesajı ona ilettim.
Show More (-1)
carry bulundurmak v.
  • Tom carries a gun with him at all times.
  • Tom üzerinde her zaman silah bulundurur.
  • Always carry some cash.
  • Daima yanında nakit bulundur.
Show More (-1)
carry gitmek v.
  • Speed determines how far the ball actually carries.
  • Hız, topun gerçekte ne kadar uzağa gideceğini belirler.
Show More (-2)
carry ilerleme mesafesi n.
  • Spinning the ball will create a longer carry.
  • Topa falso vermek daha uzun bir ilerleme mesafesi yaratacaktır.
Show More (-2)
carry tavır takınmak v.
  • The princess carried herself with elegance.
  • Prenses zarif bir tavır takınmıştı.
Show More (-2)
carry tahammül etmek (olumsuz bir etkiye) v.
  • The firm will no longer carry work-shy employees.
  • Firma artık iş yapmaya isteksiz olan çalışanlara tahammül etmeyecek.
Show More (-2)
carry hamile olmak v.
  • She carried her baby during those tough times.
  • Bu zor dönemler sırasında o hamileydi.
Show More (-2)
carry yayımlamak v.
  • Our magazine frequently carries editorials.
  • Dergimizde sıklıkla başyazılar yayımlanmaktadır.
Show More (-2)
carry stokunda bulundurmak v.
  • Their shop carries a vast array of stationery.
  • Mağazalarının stoklarında çok çeşitli kırtasiye malzemeleri bulunuyor.
Show More (-2)
carry ile sonuçlanmak v.
  • Jaywalking in NYC carries a maximum fine of 250 dollars.
  • NYC'de karşıdan karşıya geçmek maksimum 250 dolar para cezasıyla sonuçlanmaktadır.
Show More (-2)
carry ulaşmak v.
  • Sounds carry farther in chilly weather.
  • Soğuk havalarda sesler daha uzağa ulaşmaktadır.
Show More (-2)
carry sağlamak v.
  • I am trying to carry him to give up smoking.
  • Sigarayı bırakmasını sağlamaya çalışıyorum.
Show More (-2)
carry seçim kazanmak v.
  • Biden carries New Jersey, capturing the state's 14 electoral votes.
  • Biden eyaletin 14 seçmen oyunu alarak New Jersey'de seçimi kazandı.
Show More (-2)
carry (şarkı) söylemek v.
  • Not everyone can carry this tune.
  • Bu şarkıyı öyle herkes söyleyemez.
Show More (-2)
carry kabul edilmek v.
  • I hope we will carry the motion for a resolution and make that point.
  • Umarım karar önergesini kabul eder ve bu noktaya değiniriz.
Show More (-2)
carry taşıma n.
  • That is a message we want you to carry from Strasbourg to your people in Poland.
  • Bu, Strazburg'dan Polonya'daki halkınıza taşımanızı istediğimiz bir mesajdır.
Show More (-2)
carry devretmek v.
  • Enterprises that do not use up their emission rights during one year should be able to carry them over to the next year.
  • Bir yıl içinde emisyon haklarını kullanmayan işletmeler, bu haklarını bir sonraki yıla devredebilmelidir.
Show More (-2)
carry sürüklemek v.
  • He was carried by the waves away from the shore and out to sea.
  • Dalgalar onu kıyıdan uzaklaştırdı ve denize sürükledi.
Show More (-2)
carry içermek v.
  • This shop carries men's clothing.
  • Bu dükkan erkek kıyafetlerini içeriyor.
Show More (-2)
carry satışa arz etmek v.
  • Only one store carries this book.
  • Sadece bir mağaza bu kitabı satışa arz ediyor.
Show More (-2)