1 |
run |
koşmak |
v. |
|
- She ran up the stairs to get her toys.
- Oyuncaklarını almak için merdivenlerden yukarı koştu.
- The European Union persuaded them by teaching the Kyoto baby to walk, but now it needs to learn to run.
- Avrupa Birliği, Kyoto bebeğine yürümeyi öğreterek onları ikna etti ancak şimdi koşmayı öğrenmesi gerekiyor.
- We wish you good speed in the marathon that you are running on our behalf.
- Bizim adımıza koştuğunuz maratonda size başarılar diliyoruz.
- They wanted to take off their headscarves and the clothing which impeded them while running.
- Başörtülerini ve koşarken kendilerini engelleyen kıyafetlerini çıkarmak istediler.
- These are the next steps we must take, but it would be disastrous if we now tried to run before we could walk.
- Bunlar atmamız gereken sonraki adımlardır, ancak şimdi yürümeden koşmaya çalışırsak felaket olur.
- We wish you good speed in the marathon that you are running on our behalf.
- Bizim adımıza koştuğunuz maratonda size iyi hızlar diliyoruz.
- You made a comparison, saying that the race you have run is a long-distance race.
- Koştuğunuz yarışın uzun mesafeli bir yarış olduğunu söyleyerek bir karşılaştırma yaptınız.
- Let us not run before we can walk!
- Yürümeden koşmayalım!
- We ran fast to catch the train.
- Trene yetişebilmek için hızla koştuk.
- We ran wild, played games, enjoyed one another.
- Çılgınca koştuk, oyunlar oynadık, birbirimizden keyif aldık.
- The fearful victims run to a witch doctor, who administers yogurt and herbs and tells them they are no longer pregnant.
- Korku içindeki kurbanlar, yoğurt ve şifalı otlar veren ve artık hamile olmadıklarını söyleyen bir büyücü hekime koşuyor.
- We ran fast to catch the train.
- Treni yakalamak için aceleyle koştuk.
- Running, jumping, and getting over the deadly traps is in your hands.
- Koşmak, zıplamak ve ölümcül tuzakların üstesinden gelmek sizin elinizde.
- Get over the bridge, and don't stop running until you find Sister Bernadette.
- Köprüyü geçin ve Rahibe Bernadette'i bulana kadar koşmaya devam edin.
- Run as fast as you can and show your nice driving stunts.
- Olabildiğince hızlı koşun ve güzel sürüş becerilerinizi gösterin.
- Rather than running to a witch doctor to cure a disease we made up, let us run to reality, the ultimate healer.
- Uydurduğumuz bir hastalığı iyileştirmek için büyücü hekime koşmak yerine, nihai şifacı olan gerçeğe koşalım.
- Run as fast as you can and show your nice driving stunts.
- Olabildiğince hızlı koşun ve güzel sürüş hareketlerinizi gösterin.
- Running unthinkingly through the city will only waste time and allow them to escape.
- Şehirde düşünmeden koşmak sadece zaman kaybettirir ve ve onların kaçmasını sağlar.
- She glimpsed him running through the crowd.
- Onu kalabalığın arasından koşarken gördü.
- Do you run every day?
- Her gün koşuyor musunuz?
- I am running every day.
- Her gün koşuyorum.
- If you run just a little faster, you'll be able to catch up with them.
- Birazcık daha hızlı koşarsan onlara yetişebilirsin.
- I run five miles a day.
- Günde beş mil koşuyorum.
- I could run much faster when I was young.
- Gençken daha hızlı koşabilirdim.
- Among the three of them, Ken runs the fastest.
- Onların üçünün arasında, Ken en hızlı koşar.
- All children love to run and skip.
- Bütün çocuklar koşmayı ve zıplamayı seviyorlar.
- We were running to and fro.
- Biz ileri geri koşuyorduk.
- I ran as fast as possible.
- Ben mümkün olduğunca hızlı koştum.
- You can run on ahead and I'll catch you up later.
- Siz önden koşabilirsiniz, ben daha sonra size yetişirim.
- The soldier ran.
- Asker koştu.
- She ran very fast to catch up with the other members.
- Diğer üyelere yetişmek için çok hızlı koştu.
- I saw my neighbor's dog running in my garden.
- Benim komşunun köpeğinin bahçemde koştuğunu gördüm.
- Don't run so fast.
- Bu kadar hızlı koşma.
- The bus broke down on the way, so I ran to school.
- Otobüs yolda bozuldu, bu yüzden okula koştum.
- The dog came running to me.
- Köpek, koşarak bana doğru geldi.
- Tom got dressed in a hurry and ran out the door.
- Tom aceleyle giyindi ve kapıdan koşarak çıktı.
- Tom ran down the street naked.
- Tom sokakta çıplak koştu.
- He ran toward me as fast as he could.
- Elinden geldiğince hızlı bir şekilde bana doğru koştu.
- We ran for 10 kilometers.
- On kilometre koştuk.
- The children ran down the hill.
- Çocuklar tepeden aşağı koştular.
- Jim runs as fast as Ron.
- Jim, Ron kadar hızlı koşar.
- Since he ran so fast, they couldn't catch up with him.
- Çok hızlı koştuğu için ona yetişemediler.
- When the phone rang, he ran to answer it.
- Telefon çaldığında, cevap vermek için koştu.
- We have to run now.
- Şimdi koşmak zorundayız.
- Look at the boy and the dog that are running over there.
- Orada koşan çocuğa ve köpeğe bak.
- We ran for seven miles.
- Biz yedi mil koştuk.
- Can't you run any faster?
- Daha hızlı koşamaz mısınız?
- Tom is running because he doesn't want to miss his train.
- Tom koşuyor çünkü trenini kaçırmak istemiyor.
- We were afraid that we might be hit by a bullet, so we ran downstairs.
- Bir kurşunla vurulmaktan korktuğumuz için aşağıya koştuk.
- I run every morning.
- Her sabah koşarım.
- Jane sometimes runs to school.
- Jane bazen okula kadar koşar.
- Mary runs the mile in 7 minutes.
- Mary 7 dakikada bir mil koşar.
- When he saw me, he started running.
- Beni görünce koşmaya başladı.
- I ran around the field.
- Sahanın etrafında koştum.
- Tom stayed in the car while Mary ran into the supermarket for a loaf of bread.
- Mary bir somun ekmek almak için süpermarkete koşarken Tom arabada kaldı.
- We run together.
- Birlikte koşuyoruz.
- I ran as fast as possible, but I wasn't in time for the last train.
- Koşabildiğim kadar hızlı koştum, ama son trene zamanında yetişemedim.
- He is running now.
- Şu anda koşuyor.
- Some runners drink water as they are running.
- Bazı koşucular koşarken su içerler.
- I ran in order to be on time.
- Zamanında yetişmek için koştum.
- Alice is running to catch her bus.
- Alice otobüsünü yakalamak için koşuyor.
- Nobody ran.
- Kimse koşmadı.
- Run as fast as you can.
- Koşabildiğin kadar hızlı koş.
- Where is he running now?
- O, şimdi nereye koşuyor?
- The cat ran right in front of the bus and was run over.
- Kedi otobüsün önüne koştu ve ezildi.
- Mary runs the mile in 7 minutes.
- Mary bir kilometreyi 7 dakikada koşar.
- I wish I could run as fast as you.
- Keşke ben de senin kadar hızlı koşabilseydim.
- I feel happiest when I'm running.
- Koşuyorken en mutlu hissederim.
- Tom wondered how many times Mary was going to run around the track.
- Tom Mary'nin parkurun etrafında kaç kez koşacağını merak ediyordu.
- When I run, I get sweaty.
- Koştuğum zaman terlerim.
- Tom can run the fastest in our class.
- Sınıfımızda en hızlı Tom koşabilir.
- Tom couldn't run very fast.
- Tom çok hızlı koşamadı.
- He ran up to her.
- Ona doğru koştu.
- Tom quit running.
- Tom koşmayı bıraktı.
- When I run, I feel the wind in my hair.
- Koşarken rüzgarı saçlarımda hissediyorum.
- We ran for miles.
- Kilometrelerce koştuk.
- It's not healthy to eat and run.
- Hem yiyip hem koşmak sağlıklı değil.
- You should've seen them run.
- Onların koşmasını görmeliydin.
- I wish I could run as fast as Tom.
- Keşke Tom kadar hızlı koşabilsem.
- You should've seen me run.
- Benim koşmamı görmeliydin.
- When I run, I feel the wind in my hair.
- Koştuğum zaman rüzgarı saçımda hissediyorum.
- I had to run to the station.
- İstasyona kadar koşmak zorunda kaldım.
- She likes running.
- O koşmayı sever.
- You should've seen Tom run.
- Tom'un koştuğunu görmeliydin.
- He ran into the house.
- Eve koştu.
- I got hurt while running.
- Koşarken yaralandım.
- Maybe you can get Tom to run the marathon with you.
- Belki Tom'u maratonda seninle koşması için ikna edebilirsin.
- I can't run because I'm very tired.
- Koşamıyorum çünkü çok yorgunum.
- He ran, so as to arrive on time.
- O, zamanında varmak için koştu.
- The man running over there is my uncle.
- Orada koşan adam, benim amcam.
- Tom hates running.
- Tom koşmaktan nefret eder.
- Why are you running?
- Niçin koşuyorsun?
- Tom ran so fast that I couldn't catch him.
- Tom o kadar hızlı koştu ki ona yetişemedim.
- A boy came running towards me.
- Bir çocuk koşarak bana doğru geldi.
- Tom ran to get a fire extinguisher.
- Tom yangın tüpü almak için koştu.
- Tom ran as fast as he could.
- Tom koşabildiği kadar hızlı koştu.
- He ran into the classroom.
- O, sınıfa koştu.
- I hate running.
- Koşmaktan nefret ediyorum.
- Tom had to run to catch the bus.
- Tom otobüsü yakalamak için koşmak zorunda kaldı.
- Miss Kanda runs very fast.
- Bayan Kanda çok hızlı koşar.
- I wish you could've seen Tom run.
- Keşke Tom'un koştuğunu görebilseydin.
- Tom ran as fast as he could to escape from the angry bear.
- Tom kızgın ayıdan kaçmak için elinden geldiği kadar hızlı koştu.
- If you'd run all the way, you'd have arrived there in time.
- Bütün yolu koşsaydın, oraya zamanında varırdın.
- He likes running without shoes.
- Ayakkabı olmadan koşmaktan hoşlanır.
- Tom ran into the classroom.
- Tom sınıfın içine koştu.
- Everyone just started running.
- Herkes az önce koşmaya başladı.
- We ran around the fountain in the park.
- Parktaki fıskiyenin etrafında koştuk.
- Tom and I run together.
- Tom ve ben birlikte koşuyoruz.
- He was gasping for breath as he ran.
- Koşarken nefes nefese kalıyordu.
- Tom ran up the hill.
- Tom tepeye kadar koştu.
- Tom covered himself with a wet blanket and ran into the burning building to save his dog.
- Tom kendini ıslak bir battaniyeyle örttü ve köpeğini kurtarmak için yanan binaya koştu.
- A cheetah runs as fast as any animal.
- Bir çita herhangi bir hayvan kadar hızlı koşar.
- First, I'd turn off the fire and then I'd run to a safe place.
- Önce ateşi söndürür, sonra da güvenli bir yere koşardım.
- Today I'm going to run fifteen kilometers!
- Bugün on beş kilometre koşacağım!
- His daughter ran to the store and bought some candies.
- Kızı dükkana koştu ve biraz şeker aldı.
- I run a lot.
- Çok koşarım.
- I ran as fast as I could.
- Elimden geldiğince hızlı koştum.
- Does Tony run every day?
- Tony, her gün koşar mı?
- I saw a little boy running.
- Koşan küçük bir çocuk gördüm.
- Tom ran to the parking lot.
- Tom park yerine koştu.
- Don't run, walk slowly.
- Koşma, yavaşça yürü.
- He ran as fast as he could.
- Olabildiğince hızlı koştu.
- They began to run all at once.
- Hepsi birden koşmaya başladı.
- Tom ran so fast that I couldn't catch him.
- Tom o kadar hızlı koştu ki onu yakalayamadım.
- The cat ran right in front of the bus and was run over.
- Kedi otobüsün önüne doğru koştu ve ezildi.
- I'm going to run fifteen kilometers today!
- Bugün on beş kilometre koşacağım.
- Tom ran the fastest of all.
- Tom en hızlı koştu.
- We ran down the hill.
- Tepeden aşağı koştuk.
- I had to run to catch up with him.
- Ona yetişmek için koşmak zorunda kaldım.
- The excited audience ran into the concert hall.
- Heyecanlı izleyici konser salonuna koştu.
- I have to run.
- Koşmak zorundayım.
- I ran up the steps.
- Merdivenleri koşarak çıktım.
- It is dangerous to run here.
- Burada koşmak tehlikelidir.
- Tom ran back into his apartment.
- Tom dairesine geri koştu.
- My little brother ran through the living room stark naked.
- Küçük erkek kardeşim oturma odasında çırılçıplak koştu.
- When the phone rang, he ran to answer it.
- Telefon çaldığında cevap vermek için ona koştu.
- I can run really fast.
- Gerçekten hızlı koşabilirim.
- He was out of breath because he had been running.
- Koştuğu için nefes nefese kalmıştı.
- The deer was running by itself.
- Geyik tek başına koşuyordu.
- He ran as fast as he could.
- O elinden geldiğince hızlı koştu.
- Tom saw Mary running.
- Tom Mary'nin koştuğunu gördü.
- Tom ran all the way to school.
- Tom okula kadar bütün yolu koştu.
- Kate ran to my father's restaurant.
- Kate, babamın restoranına koştu.
- Tom ran to school.
- Tom okula koştu.
- I run ten kilometers a day.
- Günde on kilometre koşarım.
- Take the money and run.
- Parayı al ve koş.
- His mother chased him as he ran naked around the house.
- Evin içinde çıplak koşarken annesi onu kovaladı.
- A mouse is running around the room.
- Bir fare odanın etrafında koşuyor.
- He stopped smoking and started running.
- O, sigara içmeyi bıraktı ve koşmaya başladı.
- Tom didn't want to run.
- Tom koşmak istemedi.
- Does he need to run so fast?
- Bu kadar hızlı koşması mı gerekiyor?
- He ran across the street, leaving her alone.
- Onu yalnız bırakarak caddenin karşısına koştu.
- Among the three of them, Ken runs the fastest.
- Üçü arasında en hızlı koşan Ken'dir.
- Boston Dynamics created a robot that can even run.
- Boston Dynamics koşabilen bir robot yarattı.
- I started running.
- Koşmaya başladım.
- The runner is running on the track.
- Koşucu pistte koşuyor.
- Tom ran too fast for us to catch up with him.
- Tom ona yetişemeyeceğimiz kadar hızlı koştu.
- This Joseph will run.
- Bu Yusuf koşacak.
- A horse can run very fast.
- Bir at çok hızlı koşabilir.
- I ran into the room.
- Ben odaya koştum.
- I was exhausted after running the race.
- Yarışta koştuktan sonra, bitkindim.
- That Joseph will run.
- Şu Yusuf koşacak.
- He runs to the station every morning.
- Her sabah istasyona koşuyor.
- Tom runs the fastest.
- En hızlı koşan Tom.
- No one ran ahead of him.
- Kimse onun önünde koşmadı.
- Tom ran barefoot on the beach.
- Tom sahilde çıplak ayakla koştu.
- Ken was running beside me.
- Ken, yanımda koşuyordu.
- He began to run.
- Koşmaya başladı.
- While I run, I stumble.
- Koşarken tökezliyorum.
- We run together.
- Birlikte koştuk.
- A dog was running.
- Bir köpek koşuyordu.
- I tried running.
- Koşmayı denedim.
- She ran to her room, crying.
- Ağlayarak odasına koştu.
- As soon as the dog heard his master's voice, off he ran like a shot.
- Köpek, sahibinin sesini duyar duymaz fırlayıp koşmaya başladı.
- I ran up the hill.
- Tepeye koştum.
- He ran for mayor.
- Belediye başkanlığı için koştu.
- I ran as quickly as I could.
- Koşabildiğim kadar hızlı koştum.
- He runs as fast as you.
- O senin kadar hızlı koşar.
- Sometimes he runs, sometimes he walks.
- Bazen koşuyor, bazen yürüyor.
- Tom can run much faster than I can.
- Tom benim koşabildiğimden çok daha hızlı koşabilir.
- Tom runs three or four miles a day.
- Tom günde üç ya da dört mil koşuyor.
- Don't run in the hallways.
- Koridorda koşma.
- Feeling the house shake, I ran out into the street.
- Evin sallandığını hissedince sokağa koştum.
- Two boys came running out of the room.
- İki çocuk koşarak odadan çıktı.
- They began to run all at once.
- Hep birden koşmaya başladılar.
- I didn't know you could run so fast.
- Senin bu kadar hızlı koşabildiğini bilmiyordum.
- I've never ran before.
- Daha önce hiç koşmamıştım.
- He ran to the station and caught the train.
- İstasyona koştu ve trene yetişti.
- He has given up running in order to focus on the long jump.
- Uzun atlamaya odaklanmak için koşmayı bıraktı.
- No sooner had she caught sight of me than she started running in my direction.
- Beni görür görmez bana doğru koşmaya başladı.
- The group is running on the beach.
- Grup sahilde koşuyor.
- He runs very fast.
- Çok hızlı koşar.
- Tom ran barefoot in the snow.
- Tom karda yalınayak koştu.
- Curdken ran up to her and wanted to grasp some of the hair from her head.
- Curdken ona doğru koştu ve onun başından bir tutam saç tutmak istedi.
- It's illegal to walk on the grass, but what about running?
- Çimlerde yürümek yasak, peki ya koşmak?
- He ran toward me as fast as he could.
- Bana doğru olabildiğince hızlı koştu.
- Tom can't run as fast as I can.
- Tom benim koşabildiğim kadar hızlı koşamaz.
- They started running.
- Koşmaya başladılar.
- Tom ran downstairs.
- Tom aşağıya koştu.
- Tom ran back into his apartment.
- Tom apartman dairesine geri koştu.
- He was running and calling for help.
- Koşuyor ve yardım çağırıyordu.
- I was running.
- Koşuyordum.
- I ran down the hill.
- Tepeden aşağıya doğru koştum.
- I'm running as fast as I can to run him down.
- Onu yakalamak için elimden geldiğince hızlı koşuyorum.
- I like running.
- Koşmayı severim.
- Tom ran all the way home.
- Tom eve kadar koştu.
- I ran in order to be on time.
- Yetişebilmek için koştum.
- You must run.
- Koşmalısın.
- I run every morning.
- Ben her sabah koşarım.
- Tony can run the fastest in our class.
- Tony sınıfımızın en hızlı koşanı.
- I ran as quickly as I could.
- Elimden geldiğince hızlı koştum.
- The horse ran through the fields.
- At tarlalarda koşuyordu.
- A lot of boys are running in the park.
- Bir sürü oğlan çocuğu parkta koşuyor.
- We ran in the park.
- Parkta koştuk.
- Tom can run very fast.
- Tom çok hızlı koşabilir.
- Tom ran all the way to the station so he wouldn't miss his train.
- Tom treni kaçırmamak için istasyona kadar koştu.
- Do not run in this room.
- Bu odada koşmayın.
- I ran up the hill.
- Tepeye kadar koştum.
- I don't like running.
- Koşmayı sevmem.
- He ran so fast that we couldn't catch up with him.
- O kadar hızlı koştu ki ona yetişemedik.
- I immediately ran downstairs to see what was happening.
- Neler olduğunu görmek için hemen aşağıya koştum.
- Can you run as fast as Tom can?
- Tom kadar hızlı koşabilir misin?
- They are running in the park.
- Parkta koşuyorlar.
- Tom ran to the bus stop, but he still missed the bus.
- Tom otobüs durağına koştu ama yine de otobüsü kaçırdı.
- Do you go running daily?
- Her gün koşuyor musun?
- If you don't run, you'll be late.
- Eğer koşmazsan, geç kalacaksın.
- I ran to the station not to miss the train.
- Treni kaçırmamak için istasyona koştum.
- His horse ran in the Derby.
- Onun atı Derbi'de koştu.
- Listen, I've got to run.
- Dinle, koşmam lazım.
- He began running.
- Koşmaya başladı.
- I had to run.
- Koşmam lazımdı.
- The dog came running to us.
- Köpek, koşarak bize doğru geldi.
- Tony can run the fastest in our class.
- Sınıfımızda en hızlı Tom koşabiliyor.
- She loves to run.
- O koşmayı sever.
- If you hear the alarm, walk, don't run.
- Eğer alarm duyarsan, yürü, koşma.
- Sami ran at least six times a week.
- Sami haftada en az altı kez koşuyordu.
- Tom ran to get a fire extinguisher.
- Tom yangın söndürücü almak için koştu.
- You and your companion will run.
- Sen ve arkadaşın koşacaksınız.
- We ran to the fire.
- Ateşe doğru koştuk.
- Joan is running in the city.
- Joan şehirde koşuyor.
- Tom ran to his bedroom and slammed the door.
- Tom yatak odasına koştu ve kapıyı çarptı.
- The Hikari runs between Tokyo and Shin-Osaka in three hours and ten minutes.
- Hikari, Tokyo ve Shin-Osaka arasında üç saat on dakikada koşuyor.
- Tom ran as fast as his legs would take him.
- Tom bacaklarının onu götüreceği kadar hızlı koştu.
- I'm running as fast as I can to run him down.
- Onu yakalamak için olabildiğince hızlı koşuyorum.
- You run very fast.
- Çok hızlı koşuyorsun.
- I can't run as fast as you.
- Senin kadar hızlı koşamam.
- You should've seen her run.
- Onun koşmasını görmeliydin.
- Tom ran as fast as a leopard.
- Tom bir leopar kadar hızlı koştu.
- She closed her umbrella and started running.
- Şemsiyesini kapattı ve koşmaya başladı.
- Tom heard the sound of running footsteps.
- Tom koşan ayak seslerini duydu.
- Tom ran as fast as he could to escape from the angry bear.
- Tom kızgın ayıdan kaçmak için olabildiğince hızlı koştu.
- Alice is running to catch her bus.
- Alice otobüse yetişmek için koşuyor.
- The girl running over there is my sister.
- Orada koşan kız benim kardeşim.
- He runs the fastest.
- En hızlı o koşuyor.
- The children ran down the hill.
- Çocuklar tepeden aşağıya koştular.
- Squirrels can run really quickly.
- Sincaplar çok hızlı koşabilir.
- You can't run, Tom.
- Sen koşamazsın, Tom.
- Do you go running every day?
- Her gün koşmaya gider misin?
- His dog ran around in the yard.
- Onun köpeği bahçenin etrafında koştu.
- Can you run as fast as Tom?
- Tom kadar hızlı koşabilir misin?
- Cowards run at the first sign of danger.
- Korkaklar tehlikenin ilk işaretinde koşarlar.
- Tom ran to catch up to Mary.
- Tom, Mary'yi yakalamak için koştu.
- He likes running without shoes.
- Ayakkabısız koşmayı seviyor.
- Tom runs 10 kilometers every day.
- Tom her gün 10 kilometre koşar.
- They are running now.
- Şimdi koşuyorlar.
- Tom can't run as fast as Mary.
- Tom Mary kadar hızlı koşamaz.
- She was strong enough to run a 10-mile race.
- On millik bir yarışı koşacak kadar güçlüydü.
- Tom isn't running.
- Tom koşmuyor.
- Tom got out of the car and ran into the hospital.
- Tom arabadan indi ve hastaneye koştu.
- I'm running and running.
- Koşuyorum da koşuyorum.
- I began running.
- Koşmaya başladım.
- I can't run as fast.
- O kadar hızlı koşamıyorum.
- We ran around the park.
- Parkın etrafında koştuk.
- I ran as fast as possible, but I was not in time for the last train.
- Mümkün olduğunca hızlı koştum, ama son trene yetişemedim.
- Run as fast as you can and don't let go of my hand.
- Mümkün olduğunca hızlı koş ve elimi bırakma.
- A boy ran up to me.
- Bir çocuk bana doğru koştu.
- She ran to the neighbor's house to call for assistance.
- O yardım çağırmak için komşunun evine koştu.
- Tom had to run to catch the bus.
- Tom otobüse yetişmek için koşmak zorunda kaldı.
- Tom runs three or four miles a day.
- Tom bir günde üç ya da dört mil koşar.
- My younger brother can run about as fast as I can.
- Benim küçük erkek kardeşim neredeyse benim kadar hızlı koşabilir.
- Do you like to run?
- Koşmayı sever misin?
- Do you always run?
- Her zaman koşar mısın?
- I really had to run for it to catch the train.
- Trene yetişmek için gerçekten koşmam gerekti.
- That Joseph and companion will run.
- Şu Yusuf ve arkadaşı koşacak.
- Does Tom run every day?
- Tom her gün koşuyor mu?
- Tom wants to run.
- Tom koşmak istiyor.
- We really have to start running.
- Gerçekten koşmaya başlamalıyız.
- They ran upstairs.
- Üst kata koştular.
- Tom told Mary that he thought a hippopotamus could run at a speed of about 30 kilometers per hour.
- Tom Mary'ye su aygırlarının saatte yaklaşık 30 kilometrelik bir hızla koşabileceğini düşündüğünü söyledi.
- They didn't run.
- Koşmadılar.
- Tom didn't run.
- Tom koşmadı.
- They are running now.
- Onlar şimdi koşuyor.
- Tom and Mary ran into the air-raid shelter.
- Tom ve Mary hava saldırısı sığınağına koştular.
- Why didn't you run?
- Neden koşmadın?
- Tom ran down the stairs.
- Tom merdivenlerden aşağıya koştu.
- Tom ran through the woods.
- Tom ormanda koştu.
- He ran down the stairs.
- Merdivenlerden koşarak indi.
- Don't run in the hallways.
- Koridorlarda koşmayın.
- Tom ran into the house.
- Tom eve koştu.
- He ran too fast for us to catch up with.
- Yetişemeyeceğimiz kadar hızlı koştu.
- Before I had eaten breakfast, I had run five miles.
- Ben kahvaltı etmeden önce beş mil koşmuştum.
- Tom ran to his car and got in.
- Tom arabasına koştu ve bindi.
- I ran to school, but the bell had already rung.
- Okula koştum, ama zil çoktan çalmıştı.
- They are running in the park.
- Onlar parkta koşuyorlar.
- He ran down the stairs.
- Merdivenlerden aşağı koştu.
- Tom had to run.
- Tom koşmak zorundaydı.
- I can run as fast as Tom can.
- Tom kadar hızlı koşabilirim.
- There's no place to run.
- Koşulacak yer yok.
- Tom ran back to the village.
- Tom köye geri koştu.
- Stop running.
- Koşmayı bırak.
- They began to run when they saw the police.
- Polisi görünce koşmaya başladılar.
- We have to keep on running.
- Koşmaya devam etmek zorundayım.
- The bus broke down on the way, so I ran to school.
- Otobüs yolda bozuldu, ben de koşarak okula gittim.
- Tony runs every day.
- Tony her gün koşuyor.
- I can run very fast.
- Çok hızlı koşabilirim.
- I ran because I was late for school.
- Okula geç kaldığım için koştum.
- Please don't run down the stairs.
- Lütfen merdivenlerden aşağı koşma.
- We ran a hundred-meter dash.
- Yüz metre koştuk.
- Run and hide.
- Koş ve saklan.
- A dog runs.
- Bir köpek koşuyor.
- I saw the dog running quickly in the park.
- Parkta hızla koşan bir köpek gördüm.
- The hare is running in the garden.
- Bahçede tavşan koşuyor.
- Tom ran to the bathroom and locked himself in.
- Tom banyoya koştu ve kendini içeri kilitledi.
- Run as fast as you can and don't let go of my hand.
- Koşabildiğin kadar hızlı koş ve elimi bırakma.
- Maybe he's running in the park right now.
- Belki şu anda parkta koşuyordur.
- Before I had eaten breakfast, I had run five miles.
- Kahvaltı yapmadan önce, 5 mil koşmuştum.
- The dog came running to us.
- Köpek koşarak bize geldi.
- Tom was ready to run.
- Tom koşmaya hazırdı.
- Tom started running up the hill.
- Tom tepeye doğru koşmaya başladı.
- My brother can run as fast as I.
- Erkek kardeşim benim kadar hızlı koşabilir.
- Tom told me to run.
- Tom bana koşmamı söyledi.
- I ran as fast as possible to catch up with him.
- Ona yetişmek için olabildiğince hızlı koştum.
- I've run three miles.
- Üç mil koştum.
- Do you want to go run around the track with me?
- Benimle pistte koşmak ister misin?
- She ran as fast as she could to catch up with the others.
- O diğerlerine yetişmek için elinden geldiği kadar hızlı koştu.
- They ran back upstairs.
- Üst kata koştular.
- Tom jumped out of the car and started to run.
- Tom arabadan atladı ve koşmaya başladı.
- Maybe he's running in the park right now.
- Belki de şimdi parkta koşuyordur.
- Tom and I ran.
- Tom ve ben koştum.
- He ran as fast as he could to escape from the angry dog.
- Kızgın köpekten kaçmak için olabildiğince hızlı koştu.
- Why are we running?
- Niçin koşuyoruz?
- When he finished running, he was happy.
- Koşmayı bitirdiğinde mutluydu.
- Tom can run really fast.
- Tom gerçekten hızlı koşabilir.
- Tom ran as fast as he could hoping that he wouldn't miss the train.
- Tom treni kaçırmamak için koşabildiği kadar hızlı koştu.
- Tom runs every day.
- Tom her gün koşuyor.
- Tom ran back into the woods.
- Tom koşarak ormana geri geldi.
- We ran around the fountain in the park.
- Parktaki çeşmenin etrafında koştuk.
- He is too fat to run quickly.
- O, hızlı koşamayacak kadar şişman.
- He runs as fast as any other classmate.
- Diğer sınıf arkadaşları kadar hızlı koşar.
- My little brother ran through the living room stark naked.
- Küçük kardeşim çırılçıplak oturma odasına koştu.
- I managed to catch the 8 o'clock train by running all the way to the station.
- İstasyona kadar koşarak saat 8 trenini yakalamayı başardım.
- The man running over there is my uncle.
- Orada koşan adam, amcam.
- Tom ran to the door and tried to open it.
- Tom kapıya koştu ve onu açmaya çalıştı.
- Tom should run.
- Tom koşmalı.
- A rat ran across the road.
- Bir fare yolun karşısına koştu.
- Run and hide in the mountains.
- Koş ve dağlarda saklan.
- Tom ran back inside.
- Tom içeri koştu.
- I didn't think Tom could run that fast.
- Tom'un o kadar hızlı koşabileceğini düşünmüyordum.
- He ran straight home after school.
- O, okuldan sonra doğruca eve koştu.
- Father ran to the bus stop.
- Babam otobüs durağına koştu.
- They stopped running.
- Koşmayı bıraktılar.
- Tom ran down the stairs.
- Tom merdivenlerden aşağı koştu.
- Running is a good sport.
- Koşmak iyi bir spordur.
- Tom and I ran.
- Tom ve ben koştuk.
- Tom jumped up and ran for the door.
- Tom ayağa fırladı ve kapıya doğru koştu.
- There is so much pollution in New York that joggers often wear masks when running.
- New York'ta o kadar çok kirlilik var ki koşucular koşarken genellikle maske takıyor.
- Tom ran like crazy to catch up with Mary.
- Tom, Mary'ye yetişmek için deli gibi koştu.
- We ran for 10 kilometers.
- 10 kilometre boyunca koştuk.
- His horse ran in the Derby.
- Atı Derby'de koştu.
- I regularly run in the park.
- Parkta düzenli olarak koşarım.
- Tom can't run as fast as Mary.
- Tom, Mary kadar hızlı koşamaz.
- I want to start running.
- Koşmaya başlamak istiyorum.
- He ran outside naked.
- Dışarı çıplak koştu.
- The reporter is running to the car.
- Muhabir arabaya doğru koşuyor.
- No sooner had she caught sight of me than she started running in my direction.
- O beni görür görmez bana doğru koşmaya başladı.
- I get exhausted after running for less than a minute.
- Bir dakikadan daha az süre koştuktan sonra bitap düşerim.
- These shoes are not suitable for running.
- Bu ayakkabılar koşmak için uygun değil.
- No sooner had the dog seen me than it ran up to me.
- Köpek beni görür görmez bana doğru koşmaya başladı.
- I ran downstairs.
- Ben aşağıya koştum.
- If you don't run, you'll be late.
- Eğer koşmazsan geç kalacaksın.
- He can run 100 meters within twelve seconds.
- On iki saniye içinde 100 metre koşabilir.
- Tom can't run as fast as he used to.
- Tom eskisi kadar hızlı koşamıyor.
- Come run with me.
- Gel benimle koş.
- You better run.
- Koşsan iyi olur.
- A fire can spread faster than you can run.
- Bir yangın sizin koşabileceğinizden daha hızlı yayılabilir.
- You can't run forever, Tom.
- Sonsuza dek koşamazsın, Tom.
- Tom began to run.
- Tom koşmaya başladı.
- I can run as fast.
- Ben de senin kadar hızlı koşabilirim.
- Tom can run as fast as Mary.
- Tom, Mary kadar hızlı koşabilir.
- He ran five miles.
- Beş mil koştu.
- He ran straight home after school.
- Okuldan sonra doğruca eve koştu.
- I ran as fast as possible to catch up with him.
- Ona yetişmek için mümkün olduğu kadar hızlı koştum.
- I run every day.
- Her gün koşarım.
- I am running in order to catch the train.
- Trene yetişmek için koşuyorum.
- Tom ran back into the cave.
- Tom mağaraya geri koştu.
- Kate is running in the field now.
- Kate şu anda tarlada koşuyor.
- I can run as fast as Tom.
- Tom kadar hızlı koşabilirim.
- Tom told Mary that he thought a hippopotamus could run at a speed of about 30 kilometers per hour.
- Tom, Mary'ye bir su aygırının saatte yaklaşık 30 kilometre hızla koşabileceğini düşündüğünü söyledi.
- He ran to his mother in the library.
- O, kütüphanede annesine doğru koştu.
- I ran so I would be on time.
- Zamanında yetişeyim diye koştum.
- I'm going to run.
- Koşacağım.
- I ran all the way here and I'm out of breath.
- Buraya kadar koştum ve nefes nefese kaldım.
- You must walk before you can run.
- Koşmadan önce yürümelisin.
- Ben ran a 100-meter race with Carl.
- Ben, Carl ile, bir 100 metre yarışı koştu.
- I can't run as fast as he can.
- Ben onun kadar hızlı koşamıyorum.
- He can run the fastest in his class.
- Sınıfta en hızlı koşan o.
- I used to go running every day after work.
- Her gün işten sonra koşmaya giderdim.
- I wanted to run home.
- Eve koşmak istedim.
- He can't run very fast.
- O çok hızlı koşamaz.
- He ran for his life.
- O, can havliyle koştu.
- Why is Tom running?
- Tom neden koşuyor?
- Tom ran three miles today.
- Tom bugün üç mil koştu.
- Tom started running towards the house.
- Tom eve doğru koşmaya başladı.
- Can you run as fast as Tom can?
- Tom’un koşabildiği kadar hızlı koşabilir misiniz?
- He hates running.
- Koşmaktan nefret eder.
- Tom runs as fast as you.
- Tom da senin kadar hızlı koşuyor.
- Tom can't run as fast as he used to.
- Tom eskisi kadar hızlı koşamaz.
- I saw my neighbor's dog running in my yard.
- Komşumun köpeğini bahçemde koşarken gördüm.
- Tom ran towards the bushes.
- Tom çalılara doğru koştu.
- The young woman, after running up the stairs, opened the door of the house.
- Genç kadın merdivenleri koşarak çıktıktan sonra evin kapısını açtı.
- He can run the fastest in the class.
- Sınıfta en hızlı o koşabiliyor.
- Tom ran quickly down the stairs.
- Tom hızla merdivenlerden aşağı koştu.
- They couldn't catch up with him because he ran so fast.
- Çok hızlı koştuğu için ona yetişemediler.
- He can run a hundred meters in twelve seconds.
- O on iki saniyede yüz metre koşabilir.
- You should've seen me run.
- Beni koşarken görmeliydin.
- Tom and his dog ran across a wheat field.
- Tom ve köpeği bir buğday tarlasında koştular.
- How fast can you run?
- Ne kadar hızlı koşabilirsin?
- He is too fat to run quickly.
- Hızlı koşamayacak kadar şişman.
- I saw a black cat run into the house.
- Eve doğru koşan siyah bir kedi gördüm.
- We ran a hundred-meter dash.
- Biz yüz metre koştuk.
- Jane sometimes runs to school.
- Jane bazen okula koşarak gidiyor.
- I can run much faster than you.
- Senden çok daha hızlı koşabilirim.
- She likes to run.
- O koşmayı sever.
- If you hear the alarm, walk, don't run.
- Alarmı duyarsanız, yürüyün, koşmayın.
- Tom ran back into the woods.
- Tom ormana geri koştu.
- He ran as fast as his legs could carry him.
- Bacakları onu taşıyabildiği kadar hızlı koştu.
- He can run as fast as you.
- O senin kadar hızlı koşabilir.
- He runs to the station every morning.
- O her sabah istasyona koşar.
- You should've seen him run.
- Onun koştuğunu görmeliydin.
- Running is good for your health.
- Koşmak sağlığınız için iyidir.
- He was running and calling for help.
- Koşuyordu ve yardım istiyordu.
- I ran downstairs.
- Aşağıya koştum.
- Tom can't run very fast.
- Tom çok hızlı koşamaz.
- Tom ran as fast as possible.
- Tom mümkün olduğu kadar hızlı koştu.
- Running as fast as I could, I was able to catch up with my friend.
- Koşabildiğim kadar hızlı koşarak, arkadaşımla arayı kapatabildim.
- Keep running.
- Koşmaya devam edin.
- We'll run in the park.
- Parkta koşacağız.
- Tom ran to Mary's office.
- Tom Mary'nin ofisine koştu.
- Tom can run as fast as Mary.
- Tom Mary kadar hızlı koşabilir.
- I can't run as fast as Tom.
- Tom kadar hızlı koşamam.
- Tom ran toward the door.
- Tom kapıya doğru koştu.
- He can run 100 meters within twelve seconds.
- 100 metreyi on iki saniyede koşabilir.
- I'd better run.
- Koşsam iyi olur.
- If you'd run all the way, you would've gotten there in time.
- Eğer sen tüm yolu koşsaydın sen oraya zamanında giderdin.
- Tom can run almost as fast as you.
- Tom neredeyse senin kadar hızlı koşabiliyor.
- He said he would run 200 kilometers in a day and he did.
- Bir günde 200 kilometre koşacağını söyledi ve koştu.
- The dog was running toward him.
- Köpek ona doğru koşuyordu.
- She likes to run.
- Koşmayı seviyor.
- Tom ran to catch the bus.
- Tom otobüsü yakalamak için koştu.
- He ran to his mother in the library.
- Kütüphanedeki annesine koştu.
- Don't let him run.
- Onun koşmasına izin verme.
- I didn't know you could run so fast.
- Bu kadar hızlı koşabildiğini bilmiyordum.
- You ran in the garden.
- Sen bahçede koştun.
- I can't run as fast as he can.
- Ben onun kadar hızlı koşamam.
- He run on for half an hour.
- Yarım saat koştu.
- Can't you run any faster?
- Daha hızlı koşamaz mısın?
- Tom ran as fast as possible.
- Tom olabildiğince hızlı koştu.
- Tom ran on the treadmill.
- Tom koşu bandı üzerinde koştu.
- Feeling the house shake, I ran out into the backyard.
- Evin sallandığını hissedince arka bahçeye koştum.
- I grabbed my little sister's hand and started running.
- Küçük kız kardeşimin elini tuttum ve koşmaya başladım.
- We really have to start running.
- Gerçekten koşmaya başlamak zorundayız.
- He ran at full speed.
- Son sürat koştu.
- Tom ran and hugged his mom and dad.
- Tom koşup anne ve babasına sarıldı.
- We will have to run to catch the train.
- Trene yetişmek için koşmamız gerekecek.
- The children ran toward the classroom.
- Çocuklar, sınıfa doğru koştu.
- May I run with you?
- Seninle koşabilir miyim?
- It's illegal to walk on the grass, but what about running?
- Çimlerde yürümek yasak ama ya koşmak?
- That dog runs so fast!
- Bu köpek çok hızlı koşuyor!
- She heard him scream, so she ran into his bedroom.
- Çığlık attığını duydu ve yatak odasına koştu.
- Someday I'll run like the wind.
- Bir gün rüzgar gibi koşacağım.
- Who can run fastest in your class?
- Senin sınıfında en hızlı kim koşabilir?
- Run for your life!
- Yaşamak için koş!
- Look at that boy running.
- Şu koşan çocuğa bak.
- Tom ran down the street, half naked.
- Tom yarı çıplak sokakta koştu.
- I ran inside.
- İçeri koştum.
- I can only run for less than a minute before getting exhausted.
- Yorulmadan önce sadece bir dakikadan az koşabiliyorum.
- Pochi came running toward us.
- Pochi koşarak bize doğru geldi.
- I cannot run as fast as Jim.
- Jim kadar hızlı koşamam.
- I ran in order to make it on time.
- Zamanında yetişmek için koştum.
- Tom ran to catch the bus.
- Tom otobüse yetişmek için koştu.
- Tom ran three miles today.
- Tom bugün 3 mil koştu.
- The boy ran toward his house.
- Çocuk, evine doğru koştu.
- He ran to school, arriving in time.
- Okula koştu, zamanında vardı.
- I ran into the house because it started to rain.
- Yağmur yağmaya başladığı için eve doğru koştum.
- How fast did he run?
- O ne kadar hızlı koştu?
- Tom likes to run.
- Tom koşmayı sever.
- Tom ran up the hill.
- Tom tepeye koştu.
- Tom stopped running.
- Tom koşmayı bıraktı.
- These particular persons will run.
- Şu kişiler koşacak.
- She hates running.
- O koşmaktan nefret ediyor.
- I ran as fast as possible, but I was not in time for the last train.
- Koşabildiğim kadar hızlı koştum, ama son trene zamanında yetişemedim.
- Tom ran as fast as he was able to.
- Tom koşabildiği kadar hızlı koştu.
- He can run 100 meters within twelve seconds.
- On iki saniyede 100 metre koşabilir.
- Tom ran across the field.
- Tom koşarak tarlayı geçti.
- Tom ran for his life.
- Tom hayatını kurtarmak için koştu.
- Tom ran back to his room.
- Tom odasına geri koştu.
- You could've won the race if you'd run just a little bit faster.
- Biraz daha hızlı koşsaydın yarışı kazanabilirdin.
- I run twice a week.
- Haftada iki kez koşuyorum.
- Ken was running at that time.
- Ken o sırada koşuyordu.
- He ran so fast that he was out of breath.
- O kadar hızlı koştu ki nefes nefese kaldı.
- I ran in order to make it on time.
- Vaktinde yetişmek için koştum.
- I can't even walk, let alone run.
- Koşmayı bırak, yürüyemiyorum bile.
- You've got to walk before you can run.
- Koşmadan önce yürümelisin.
- I want you to run to the store for me.
- Benim için mağazaya koşmanı istiyorum.
- I'm out of breath after running up the stairs.
- Merdivenlerden yukarıya koştuktan sonra nefes nefese kaldım.
- He's running very quickly.
- O çok hızlı koşuyor.
- Tom is running.
- Tom koşuyor.
- I run twice a week.
- Haftada iki defa koşarım.
- He ran too fast for me to keep up with him.
- Ona yetişemeyeceğim kadar hızlı koştu.
- You must be a good athlete to have run a mile in such a short time.
- Bu kadar kısa sürede bir mil koştuğuna göre iyi bir atlet olmalısın.
- The fastest runner can't run 100 meters in 9 seconds.
- En hızlı koşucu 100 metreyi 9 saniyede koşamaz.
- Tom couldn't run very fast.
- Tom çok hızlı koşamıyordu.
- He ran like a scared rabbit.
- O, korkmuş bir tavşan gibi koştu.
- Tom loved running.
- Tom koşmayı severdi.
- Run and get some bread from the baker's!
- Koş ve fırından biraz ekmek al!
- Tom told us to run.
- Tom koşmamızı söyledi.
- I saw the dog running quickly in the park.
- Ben köpeği parkta hızla koşarken gördüm.
- The baby can't walk, much less run.
- Koşmak şöyle dursun, bebek yürüyemez.
- An ash-colored rabbit appeared and as soon as I drew near, it hopped and ran into the woods again.
- Kül rengi bir tavşan ortaya çıktı ve ben yaklaşır yaklaşmaz zıplayıp tekrar ormana doğru koştu.
- Please don't run in the classroom.
- Lütfen sınıfta koşmayın.
- It may not be a good idea to eat while you are running.
- Koşarken yemek yemek iyi bir fikir olmayabilir.
- Tom ran a half-marathon.
- Tom bir yarı maraton koştu.
- Layla immediately ran downstairs.
- Leyla hemen alt kata koştu.
- Please don't run in the classroom.
- Lütfen sınıfta koşma.
- Tom heard the sound of running footsteps.
- Tom koşan ayak sesleri duydu.
- The cat is running in the garden.
- Kedi bahçede koşuyor.
- I really had to run for it to catch the train.
- Ben treni yakalamak için gerçekten koşmak zorunda kaldım.
- She ran up to him.
- Ona doğru koştu.
- Tom runs extremely well.
- Tom son derece iyi koşuyor.
- They started running.
- Onlar koşmaya başladılar.
- I ran as fast as I could, but I missed the train.
- Koşabildiğim kadar hızlı koştum ama treni kaçırdım.
- Tom ran back into the house.
- Tom eve geri koştu.
- The dog came running up to me.
- Köpek koşarak bana doğru geldi.
- That boy runs very fast.
- Bu çocuk çok hızlı koşuyor.
- His dog ran in the yard.
- Köpeği bahçede koştu.
- We've got to make a run for it.
- Ona doğru koşmalıyız.
- I kicked in the door and ran into the room.
- Kapıyı tekmeledim ve odaya koştum.
- I've been running.
- Koşuyordum.
- I can run really fast.
- Çok hızlı koşabilirim.
- Tom ran back down the stairs.
- Tom merdivenlerden aşağıya geri koştu.
- She ran as fast as she could.
- O, elinden geldiği kadar hızlı koştu.
- I’m too tired to run.
- Koşamayacak kadar yorgunum.
- Can a two-year-old boy run that fast?
- İki yaşında bir çocuk bu kadar hızlı koşabilir mi?
- The dog ran around a tree.
- Köpek bir ağacın etrafında koştu.
- Joan runs in the city.
- Joan şehirde koşuyor.
- Does Tony run every day?
- Tony her gün koşuyor mu?
- Tom ran down the street.
- Tom sokaktan aşağı koştu.
- Tom ran to his room, crying.
- Tom ağlayarak odasına koştu.
- He ran to the station and caught the train.
- İstasyona koştu ve treni yakaladı.
- I think we should run.
- Bence koşmalıyız.
- They ran into the garden to save themselves from those blood-thirsty hounds.
- Kendilerini o kana susamış köpeklerden kurtarmak için bahçeye koştular.
- He runs in the park every day.
- O, her gün parkta koşar.
- I saw him running.
- Onu koşarken gördüm.
- First, I'd turn off the fire and then I'd run to a safe place.
- Önce ateşi söndüreceğim sonra güvenli bir yere koşacağım.
- He ran back inside.
- İçeri koştu.
- They ran naked in the park.
- Parkta çıplak koştular.
- Tom doesn't want to run.
- Tom koşmak istemiyor.
- I run as fast as Jim.
- Jim kadar hızlı koşarım.
- Tom ran to catch up with Mary.
- Tom Mary'ye yetişmek için koştu.
- The children are running.
- Çocuklar koşuyor.
- Tom started to run.
- Tom koşmaya başladı.
- They ran naked in the park.
- Onlar parkta çıplak koştu.
- I was exhausted after running the race.
- Yarışı koştuktan sonra, çok yorulmuştum.
- I'm out of breath after running up the stairs.
- Merdivenleri koşarak çıktıktan sonra nefes nefese kaldım.
- He ran into the room.
- O, odasına koştu.
- Tom ran so fast I couldn't catch him.
- Tom o kadar hızlı koştu ki onu yakalayamadım.
- No one in the class runs as fast as he does.
- Sınıftaki hiç kimse onun kadar hızlı koşamaz.
- The girls run and play.
- Kızlar koşup oynuyor.
- He runs very fast.
- Çok hızlı koşuyor.
- Are you going to run every day?
- Her gün koşacak mısın?
- He runs the fastest.
- En hızlı koşan o.
- The Hikari runs between Tokyo and Shin-Osaka in three hours and ten minutes.
- Tokyo ve Shin-Osaka arasını Hikari üç saat ve on dakika içinde koşar.
- That boy is running.
- O çocuk koşuyor.
- Kumiko runs as fast as Tom.
- Kumiko Tom kadar hızlı koşar.
- She ran very fast to catch up with the other members.
- O, diğer üyelere yetişmek için çok hızlı koştu.
- She tried to run as fast as she could.
- Koşabildiği kadar hızlı koşmaya çalıştı.
- Tom might run.
- Tom koşabilir.
- Tom ran to his car because he didn't have an umbrella.
- Tom şemsiyesi olmadığı için koşarak arabasına gitti.
- He goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
- I ran as fast as possible, but I was not in time for the last train.
- Olabildiğince hızlı koştum ama son trene yetişemedim.
- Since it began raining, I ran into the house.
- Yağmur yağmaya başladığı için, eve doğru koştum.
- Tom runs because he does not want to miss his train.
- Tom koşuyor çünkü trenini kaçırmak istemiyor.
- Whatever you do, don't run.
- Ne yaparsan yap, koşma.
- Who can run fastest in your class?
- Sınıfınızda en hızlı kim koşabilir?
- How about running?
- Koşalım mı?
- Tom runs because he does not want to miss his train.
- Tom koşuyor çünkü treni kaçırmak istemiyor.
- How fast did he run?
- Ne kadar hızlı koştu?
- Tom ran back to his car.
- Tom arabasına geri koştu.
- No matter how fast you run, you won't catch up with him.
- Ne kadar hızlı koşarsan koş onu yakalayamayacaksın.
- My brother can run as fast as I.
- Kardeşim benim kadar hızlı koşabilir.
- Please don't run down the stairs.
- Lütfen merdivenlerden aşağıya koşmayın.
- When he saw me, he started running.
- O beni görünce koşmaya başladı.
- He began to run.
- O koşmaya başladı.
- They're running without shoes.
- Onlar ayakkabısız koşuyorlar.
- Do you go running daily?
- Her gün koşmaya gider misin?
- That dog runs very fast.
- Bu köpek çok hızlı koşar.
- Tom has been running around the office like a chicken with its head cut off.
- Tom ofisin etrafında kafası kesilmiş bir tavuk gibi koşuyordu.
- I ran to school.
- Okula koştum.
- That dog runs so fast!
- O köpek çok hızlı koşar!
- Kumiko runs as fast as Tom.
- Kumiko Tom kadar hızlı koşuyor.
- You should've seen him run.
- Onun koşmasını görmeliydin.
- All the young dogs run quickly.
- Tüm genç köpekler hızla koşar.
- Everyone just started running.
- Herkes koşmaya başladı.
- He ran into the train.
- Trene koştu.
- How fast does he run?
- Ne kadar hızlı koşuyor?
- Tom ran down to the lake.
- Tom göle doğru koştu.
- She ran to her room, crying.
- O ağlayarak odasına koştu.
- Tom ran on the treadmill.
- Tom koşu bandında koştu.
- Sometimes I can run as fast as the wind.
- Bazen rüzgar kadar hızlı koşabiliyorum.
- Tom ran over to help Mary.
- Tom, Mary'ye yardım etmek için koştu.
- He ran so fast that I couldn't catch up with him.
- O kadar hızlı koştu ki ona yetişemedim.
- You'd better run.
- Koşsan iyi olur.
- I ran like lightning.
- Şimşek gibi koştum.
- Tom saw a large rat run across the street.
- Tom cadde boyunca koşan büyük bir sıçan gördü.
- Tom ran back to Mary and hugged her.
- Tom koşarak Mary'nin yanına gitti ve ona sarıldı.
- I am running every day.
- Ben her gün koşuyorum.
- Tom ran across the road.
- Tom yolun karşısına koştu.
- Tom ran too fast for me to catch him.
- Tom onu yakalayamayacağım kadar hızlı koşuyordu.
- Tom can run as fast as you.
- Tom senin kadar hızlı koşabilir.
- I ran ahead to warn everybody.
- Herkesi uyarmak için önden koştum.
- Tom was running.
- Tom koşuyordu.
- I had to run to catch the bus.
- Otobüse yetişmek için koşmak zorundaydım.
- I don't feel like running all the way to the station.
- İstasyona kadar koşmak istemiyorum.
- I ran as fast as possible, but I wasn't in time for the last train.
- Olabildiğince hızlı koştum ama son trene yetişemedim.
- He can run as fast as any other boy.
- Diğer çocuklar kadar hızlı koşabiliyor.
- We ran three kilometers.
- Üç kilometre koştuk.
- He ran as fast as his legs could carry him.
- O, bacakları onu taşıyabildiği kadar hızlı koştu.
- I can run very fast.
- Ben çok hızlı koşabilirim.
- John ran into the bedroom.
- John yatak odasına koştu.
- Tom ran over to help Mary.
- Tom, Mary'ye yardıma koştu.
- Tom ran for the door.
- Tom kapıya doğru koştu.
- I ran as fast as possible, but I wasn't in time for the last train.
- Mümkün olduğunca hızlı koştum ama son trene yetişemedim.
- He ran into the train.
- O, trene koştu.
- When I run, I get sweaty.
- Koştuğumda terliyorum.
- He can run 100 meters in less than twelve seconds.
- 100 metreyi 12 saniyeden daha kısa sürede koşabiliyor.
- Running is good for the health.
- Koşmak sağlığa iyi gelir.
- He ran outside naked.
- O dışarıya çıplak koştu.
- Don't run across the street.
- Karşıdan karşıya koşmayın.
- He ran to school, arriving in time.
- Okula koştu, tam zamanında geldi.
- He's running very quickly.
- Çok hızlı koşuyor.
- Joseph and companion would run.
- Yusuf ve arkadaşı koşacak.
- He ran on and on.
- Durmadan koştu.
- You could've won the race if you'd run just a little bit faster.
- Sadece biraz daha hızlı koşabilseydin yarışı kazanabilirdin.
- If you'd run all the way, you would've gotten there in time.
- Bütün yolu koşsaydın, oraya zamanında varırdın.
- Run like a crazy cockroach.
- Çılgın bir hamam böceği gibi koş.
- Running is good exercise.
- Koşmak iyi bir egzersizdir.
- I won't run.
- Koşmayacağım.
- Tom allowed his dog to run free.
- Tom köpeğinin serbestçe koşmasına izin verdi.
- Capitalism can’t run backwards.
- Kapitalizm geriye koşamaz.
- I can't run as fast as Tom.
- Tom kadar hızlı koşamıyorum.
- Bill can run the fastest in his class.
- Bill sınıfında en hızlı koşabilir.
- I can't run very fast.
- Çok hızlı koşamıyorum.
- Ken ran up the slope.
- Ken tepeye kadar koştu.
- I run 10 kilometers every day.
- Ben her gün 10 kilometre koşarım.
- This Joseph and companion will run.
- Bu Yusuf ve arkadaşı koşacak.
- I know that boy who is running.
- O koşan çocuğu tanıyorum.
- Tom went running.
- Tom koşmaya gitti.
- No one is able to run as fast as Tom.
- Hiç kimse Tom kadar hızlı koşamaz.
- He ran rings around the other players.
- Diğer oyuncuların etrafında halkalar koştu.
- I ran upstairs.
- Yukarı koştum.
- Tom saw Mary's dog running in the park.
- Tom, Mary'nin köpeğini parkta koşarken görmüş.
- That particular person would run.
- Şu kişi koşacak.
- She loves to run.
- Koşmaya bayılır.
- I neither walk nor run.
- Ben ne yürürüm ne de koşarım.
- He ran so fast that they couldn't catch up with him.
- O kadar hızlı koştu ki, ona yetişemediler.
- He has given up running in order to focus on the long jump.
- Uzun atlamaya odaklanmak için koşmaktan vazgeçti.
- The kids jumped out of the car and started running.
- Çocuklar arabadan atladı ve koşmaya başladı.
- Tom ran into the bedroom and slammed the door.
- Tom yatak odasına koştu ve kapıyı çarptı.
- He let his dog run free in the field.
- Köpeğinin alanda özgürce koşmasına izin verdi.
- You must not run in the school buildings.
- Okul binalarında koşmamalısınız.
- The child ran to his mother.
- Çocuk annesine koştu.
- Today, I want to run on the beach.
- Bugün plajda koşmak istiyorum.
- The girls run and play.
- Kızlar koşup oynuyorlar.
- I am too tired to run.
- Koşmak için çok yorgunum.
- The cat ran up the tree.
- Kedi ağaca koştu.
- Sami ran at least six times a week.
- Sami haftada en az altı kez koşardı.
- He can run 100 metres in 12 seconds.
- 100 metreyi 12 saniyede koşabilir.
- He ran 100 meters in 11 seconds flat.
- 11 saniyede 100 metre koştu.
- I ran like lightning.
- Ben yıldırım gibi koştum.
- I ran all the way home.
- Eve kadar koştum.
- After running up the hill, I was completely out of breath.
- Tepeye kadar koştuktan sonra, ben tamamen nefes nefese kaldım.
- Why don't we all run?
- Neden hepimiz koşmuyoruz?
- Running so fast is impossible for me.
- Benim için bu kadar hızlı koşmak imkânsız.
- Tom ran a hundred meters in twelve seconds.
- Tom yüz metreyi on iki saniyede koştu.
- We all can run.
- Hepimiz koşabiliriz.
- Tom ran down the stairs into the basement.
- Tom merdivenlerden bodruma koştu.
- The boy runs quickly.
- Çocuk hızlı koşar.
- Why did you run?
- Niçin koştun?
- He ran, so as to arrive on time.
- Zamanında varabilmek için koştu.
- She ran for the door.
- O, kapıya doğru koştu.
- Had you run all the way, you'd have got there in time.
- Tüm yolu koşmuş olsaydın, oraya zamanında varmış olurdun.
- Do not run in this room.
- Bu odada koşma.
- I ran a race with Tom.
- Tom'la bir yarış koştum.
- The baby can't walk, much less run.
- Bebek bırakın koşmayı, yürüyemiyor bile.
- They didn't run.
- Onlar koşmadılar.
- He likes to run.
- Koşmayı seviyor.
- I saw a girl tumble and ran to her in spite of myself.
- Bir kızın yuvarlandığını görünce ona koşmaktan kendimi alamadım.
- Tom ran as fast as he could hoping that he wouldn't miss the train.
- Tom treni kaçırmayacağını umarak elinden geldiği kadar hızlı koştu.
- This dog runs very fast!
- Bu köpek çok hızlı koşuyor!
- Start running.
- Koşmaya başlayın.
- They ran.
- Onlar koştular.
- Don't run, walk slowly.
- Koşma, yavaş yürü.
- She ran to the neighbor's house to call for assistance.
- Yardım çağırmak için komşunun evine koştu.
- I cannot run as fast as Jim.
- Jim kadar hızlı koşamıyorum.
- You should've seen her run.
- Onun koştuğunu görmeliydin.
- You could run.
- Koşabilirsin.
- Can you run as fast as Tom?
- Tom kadar hızlı koşabilir misiniz?
- Tom runs as fast as you.
- Tom senin kadar hızlı koşar.
- When do you run?
- Ne zaman koşuyorsun?
- I used to go running every day after work.
- Ben işten sonra her gün koşmaya giderdim.
- I used to run at high school.
- Ben lisedeyken koşardım.
- She tried to run as fast as she could.
- Elinden geldiğince hızlı koşmaya çalıştı.
- I had to run to catch up with Tom.
- Tom'a yetişmek için koşmak zorunda kaldım.
- I ran to school, but the bell had already rung.
- Okula koştum ama zil çoktan çalmıştı.
- While I run, I stumble.
- Ben koşarken tökezlerim.
- Why don't we all run?
- Niçin hepimiz koşmuyoruz?
- I ran down the hill.
- Tepeden aşağı koştum.
- Tom ran to help Mary.
- Tom Mary'ye yardım etmek için koştu.
- The dog came running to me.
- Köpek koşarak yanıma geldi.
- He can run 100 meters in less than twelve seconds.
- On iki saniyeden kısa sürede yüz metre koşabilir.
- He can run 100 meters within twelve seconds.
- 100 metreyi 12 saniyede koşabilir.
- I have to run next door.
- Yandaki kapıya koşmalıyım.
- What's wrong with running around your house naked?
- Evinin etrafında çıplak koşmanın nesi var?
- He likes to run.
- O koşmayı sever.
- An ash-colored rabbit appeared and as soon as I drew near, it hopped and ran into the woods again.
- Kül rengi bir tavşan belirdi ve ben yaklaşır yaklaşmaz zıplayıp tekrar ormana doğru koşmaya başladı.
- They ran back upstairs.
- Yukarı koştular.
- Tom can run the fastest in our class.
- Tom sınıfımızdaki en hızlı koşan çocuktur.
- Tom runs three miles a day.
- Tom günde üç mil koşar.
- He stopped smoking and started running.
- Sigarayı bıraktı ve koşmaya başladı.
- People started to run all at once.
- İnsanlar aynı anda koşmaya başladılar.
- How about running?
- Koşmaya ne dersin?
- See how they run!
- Nasıl koştuklarına bakın!
- The black dog ran.
- Siyah köpek koştu.
- Feeling the house shake, I ran out into the backyard.
- Evin sallandığını hissettiğim için arka bahçeye koştum.
- I want you to run to the store for me.
- Benim için markete koşmanı istiyorum.
- Tom ran to catch the train.
- Tom trene yetişmek için koştu.
- It is hard for Tom to run.
- Tom'un koşması zor.
- I've got to run.
- Koşmalıyım.
- Tom kicked the door in and ran inside.
- Tom kapıyı tekmeledi ve içeri koştu.
- You run every day.
- Her gün koşuyorsun.
- Tom ran out into the street.
- Tom sokağa koştu.
- Tom ran to his car because he didn't have an umbrella.
- Tom arabasına koştu çünkü şemsiyesi yoktu.
- Tom ran into the woods.
- Tom ormana doğru koştu.
- I managed to catch the 8 o'clock train by running all the way to the station.
- İstasyona giden bütün yolu koşarak 8 trenini yakalayabildim.
- The policeman captured the man who was running.
- Polis, koşan adamı yakaladı.
- A dog runs.
- Bir köpek koşar.
- Sami ran into the bathroom.
- Sami banyoya koştu.
- Tom told us to run.
- Tom bize koşmamızı söyledi.
- I run ten kilometers daily.
- Her gün 10 kilometre koşuyorum.
- You should've seen Tom running.
- Tom'u koşarken görmeliydin.
- The boy runs quickly.
- Çocuk hızla koşuyor.
- I ran into the house because it started to rain.
- Yağmur yağmaya başladığı için eve koştum.
- Tom ran into the room.
- Tom odaya koştu.
- See how they run!
- Nasıl koştuklarını gör!
- Tom ran to his bedroom and slammed the door.
- Tom yatak odasına koştu ve kapıyı çarparak kapattı.
- Tom sometimes runs to school.
- Tom bazen okula koşarak gider.
- She ran into the room.
- Odaya koştu.
- Don't run around the house.
- Evin etrafında koşma.
- He isn't running.
- Koşmuyor.
- He ran back inside.
- İçeri geri koştu.
- She got off the bus and ran towards him.
- Otobüsten indi ve ona doğru koştu.
- Tom ran like crazy to catch up with Mary.
- Tom Mary'ye yetişmek için deli gibi koştu.
- You won't be in time unless you run.
- Koşmazsan zamanında yetişemezsin.
- I'm not running.
- Ben koşmuyorum.
- Tom ran too fast for me to catch up with him.
- Tom ona yetişemeyeceğim kadar hızlı koştu.
- The horse ran through the fields.
- At tarlalarda koştu.
- Tom started running up the hill.
- Tom tepeye koşmaya başladı.
- Jane ran after the deer as fast as possible.
- Jane geyiğin peşinden olabildiğince hızlı koştu.
- That boy runs too fast.
- O oğlan çok hızlı koşuyor.
- Do you like running?
- Koşmayı sever misin?
- I can run as fast as Tom can.
- Tom'un koşabildiği kadar hızlı koşabilirim.
- Tom ran to a neighbor for help.
- Tom yardım etmek için komşuya koştu.
- If you see a raccoon taller than this fence post, start running.
- Bu çit direğinden daha uzun bir rakun görürseniz, koşmaya başlayın.
- A horse runs quickly.
- Bir at hızlı koşar.
- I run ten kilometers a day.
- Günde on kilometre koşuyorum.
- He can run as fast as you.
- O da senin kadar hızlı koşabilir.
- I had to run to the station.
- Ben istasyona kadar koşmak zorunda kaldım.
- Tom began running.
- Tom koşmaya başladı.
- I enjoy running.
- Koşmayı severim.
- Tom ran like crazy to catch the last train.
- Tom son treni yakalamak için deli gibi koştu.
- He ran the fastest of all.
- O en hızlı koştu.
- The dog came running up to me.
- Köpek koşarak yanıma geldi.
- I started to run.
- Koşmaya başladım.
- How fast he can run!
- Ne kadar da hızlı koşabiliyor!
- I wish I could run as fast as you.
- Keşke senin kadar hızlı koşabilseydim.
- Tom was running around the streets drunk and naked.
- Tom sarhoş ve çıplak şekilde sokaklarda koşuyordu.
- I hate running.
- Koşmaktan nefret ederim.
- The teacher ran up the stairs.
- Öğretmen merdivenlerden yukarı koştu.
- Tom ran to get his camera.
- Tom fotoğraf makinesini almak için koştu.
- You need great endurance to run ten thousand meters.
- On bin metre koşmak için büyük bir dayanıklılık gerekir.
- He can run a hundred meters in less than ten seconds.
- Yüz metreyi on saniyeden kısa sürede koşabiliyor.
- Tom ran down the stairs and hugged Mary.
- Tom merdivenlerden koşarak indi ve Mary'ye sarıldı.
- Tom ran back to the hut.
- Tom kulübeye geri koştu.
- I cannot run because I am very tired.
- Koşamıyorum çünkü çok yorgunum.
- I ran all the way, otherwise I could not have caught the train.
- Bütün yolu koştum, yoksa treni yakalayamazdım.
- I run 10 kilometers every day.
- Her gün 10 kilometre koşuyorum.
- This group will run.
- Bu grup koşacak.
- No one in the class runs as fast as he does.
- Sınıftaki hiç kimse onun kadar hızlı koşmaz.
- I ran for a mile.
- Bir mil koştum.
- He ran down to the lake.
- O, göle doğru koştu.
- I ran like the wind.
- Çok hızlı koştum.
- He couldn't run very fast.
- O, çok hızlı koşamadı.
- I can run as fast.
- Ben de aynı kızda koşabilirim.
- My brother can run very fast.
- Kardeşim çok hızlı koşabilir.
- Running as fast as I could, I was able to catch up with my friend.
- Olabildiğince hızlı koşarak, arkadaşıma yetişebildim.
- Tom jumped out of bed and ran to the window.
- Tom yataktan dışarıya fırladı ve pencereye doğru koştu.
- Tom ran to catch up to Mary.
- Tom, Mary'ye yetişmek için koştu.
- Running so fast is impossible for me.
- Bu kadar hızlı koşmak, benim için imkansız.
- Look at the boy and the dog that are running over there.
- Şurada koşan çocuğa ve köpeğe bak.
- That boy is running.
- Şu çocuk koşuyor.
- Tom ran and hugged his mom and dad.
- Tom koştu ve annesine ve babasına sarıldı.
- Tom ran barefoot on the beach.
- Tom sahilde yalın ayak koştu.
- I ran all the way here and I'm out of breath.
- Buraya kadar bütün yolu koştum ve nefes nefese kaldım.
- Tom ran to the parking lot.
- Tom otoparka koştu.
- The kids jumped out of the car and started running.
- Çocuklar arabadan atladılar ve koşmaya başladılar.
- We must learn to walk before we can run.
- Koşmadan önce yürümeyi öğrenmeliyiz.
- I grabbed my little sister's hand, and the two of us started running.
- Küçük kız kardeşimin elini tuttum ve ikimiz koşmaya başladık.
- Look at that boy running.
- Koşan şu çocuğa bak.
- I began to run.
- Koşmaya başladım.
- Tom ran without thinking, without knowing where.
- Tom, nerede olduğunu bilmeden düşünmeden koştu.
- Tom is running in order to catch the bus.
- Tom otobüse yetişmek için koşuyor.
- How long does Tony run every day?
- Tony her gün ne kadar koşuyor?
- The deer was running by itself.
- Geyik kendi başına koşuyordu.
- I ran up the steps.
- Basamakları koşarak çıktım.
- Tom runs very fast.
- Tom çok hızlı koşar.
- She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
- You shouldn't have run.
- Koşmamalıydın.
- He couldn't run very fast.
- Çok hızlı koşamıyordu.
- Tom runs 10 kilometers every day.
- Tom her gün 10 kilometre koşuyor.
- Tom runs three miles a day.
- Tom günde üç mil koşuyor.
- The boy often runs errands.
- Çocuk sık sık ayak işlerine koşar.
- He is running.
- O, koşuyor.
- I get exhausted after running for less than a minute.
- Bir dakikadan az koştuktan sonra bitkin düşüyorum.
- The hare is running in the garden.
- Tavşan bahçede koşuyor.
- I ran as fast as I could to catch the train.
- Treni yakalamak için olabildiğince hızlı koştum.
- I think I can run as fast as Tom.
- Sanırım Tom kadar hızlı koşabilirim.
- I had to run.
- Koşmak zorundaydım.
- She isn't running.
- Koşmuyor.
- He ran into the room with his hat and overcoat on.
- Şapkası ve paltosuyla odaya koştu.
- Kate ran to my father's restaurant.
- Kate, babamın restoranına doğru koştu.
- If you'd run all the way, you'd have arrived there in time.
- Eğer bütün yolu koşsaydın oraya zamanında varırdın.
- I don't feel up to running to the station.
- İstasyona kadar koşacak durumda değilim.
- You should've seen us run.
- Koşmamızı görmeliydin.
- She came running to him.
- Koşarak ona geldi.
- No matter how fast you run, you won't catch up with him.
- Ne kadar hızlı koşarsan koş, ona yetişemezsin.
- How fast that dog runs!
- O köpek ne kadar hızlı koşuyor!
- He ran too fast for me to keep up with him.
- O benim yetişebileceğimden çok hızlı koşuyordu.
- Tom ran to the door and tried to get out.
- Tom kapıya koştu ve dışarı çıkmaya çalıştı.
- Running is good exercise.
- Koşmak iyi egzersizdir.
- Tom ran down the hall.
- Tom koridorda koştu.
- Run, or else you'll be late.
- Koş, yoksa geç kalacaksın.
- Tom ran to the door and tried to open it.
- Tom kapıya koştu ve açmaya çalıştı.
- He ran to catch up to his brother.
- Erkek kardeşine yetişmek için koştu.
- If the alarm rings, walk, don't run.
- Alarm çalarsa yürü, koşma.
- He ran as fast as he could to escape from the angry dog.
- Kızgın köpekten kaçabilmek için var gücüyle koştu.
- Tom ran for the door.
- Tom kapıya koştu.
- She can hardly walk, let alone run.
- Koşmak şöyle dursun, neredeyse yürüyemiyor.
- I can't run because I'm very tired.
- Koşamam çünkü çok yorgunum.
- Tom ran up the stairs.
- Tom merdivenlerden yukarı koştu.
- All the young dogs run quickly.
- Bütün genç köpekler hızlı koşar.
- Tom left Mary in the car while he ran into the store to buy a dozen eggs.
- Tom, bir düzine yumurta almak için dükkana koşarken Mary'yi arabada bıraktı.
- He runs very fast.
- O çok hızlı koşar.
- He hates running.
- Koşmaktan nefret ediyor.
- Where is he running now?
- Şimdi nereye koşuyor?
- I don't like running.
- Koşmayı sevmiyorum.
- Ken wasn't running.
- Ken, koşmuyordu.
- She ran as fast as possible.
- O, mümkün olabildiğince hızlı koştu.
- She ran to Shinjuku.
- Shinjuku'ya koştu.
- She braked hard when she saw a child run out into the road.
- Bir çocuğun yola doğru koştuğunu gördüğünde sert bir fren yaptı.
- I am running to the station.
- İstasyona koşuyorum.
- Ken ran up the hill.
- Ken tepeye kadar koştu.
- A dog is running in the park.
- Bir köpek parkta koşuyor.
- We ran for seven miles.
- Yedi mil koştuk.
- The busy mother told the children to run along.
- Meşgul anne çocuklara koşmalarını söyledi.
- Now run along.
- Şimdi koş.
- I ran as fast as possible.
- Olabildiğince hızlı koştum.
- I ran as fast as I could to catch up with her.
- Ona yetişmek için koşabildiğim kadar hızlı koştum.
- Let's run to the bus stop.
- Hadi otobüs durağına koşalım.
- I run before breakfast every morning.
- Her sabah kahvaltıdan önce koşarım.
- Layla immediately ran downstairs.
- Layla hemen aşağı koştu.
- I run five miles a day.
- Günde beş mil koşarım.
- Tom ran to his car.
- Tom arabasına koştu.
- The thief ran quickly.
- Hırsız hızla koştu.
- She hates running.
- Koşmaktan nefret eder.
- Does he have to run so fast?
- Bu kadar hızlı koşmak zorunda mı?
- She likes running.
- Koşmayı seviyor.
- Tom ran so fast I couldn't catch him.
- Tom o kadar hızlı koştu ki ona yetişemedim.
- Can we run now?
- Şimdi koşabilir miyiz?
- Having run the race, Jane had two glasses of barley tea.
- Yarışı koştuktan sonra, Jane iki bardak arpa çayı içti.
- I know that boy who is running.
- Şu koşan çocuğu tanıyorum.
- That boy runs too fast.
- O çocuk çok hızlı koşuyor.
- We ran around the park.
- Biz parkın etrafında koştuk.
- Tom's dog runs behind me.
- Tom'un köpeği arkamda koşuyor.
- That dog runs very fast.
- O köpek çok hızlı koşuyor.
- Tom ran to the door.
- Tom kapıya koştu.
- He isn't running.
- O koşmuyor.
- Tom ran and ran, until at last he saw the telephone booth.
- Tom, sonunda telefon kulübesini görünceye kadar koşmaya devam etti.
- He can't run very fast.
- Çok hızlı koşamaz.
- He can run a thousand metres in four minutes.
- Dört dakikada bin metre koşabiliyor.
- I can only run for less than a minute before getting exhausted.
- Bitap düşmeden önce sadece bir dakikadan daha az süreyle koşabilirim.
- He runs as fast as you.
- Senin kadar hızlı koşar.
- It is dangerous to run here.
- Burada koşmak tehlikeli.
- He can run a thousand metres in four minutes.
- O, dört dakikada bin metre koşabilir.
- Tom jumped out of bed and ran to the window.
- Tom yataktan fırladı ve pencereye koştu.
- Tom ran upstairs.
- Tom üst kata koştu.
- Tom ran as fast as his legs would take him.
- Tom bacaklarının onu götürebildiği kadar hızlı koştu.
- Let's run to the bus stop.
- Otobüs durağına kadar koşalım.
- They are running.
- Onlar koşuyor.
- Tom saw Mary running.
- Tom, Mary'nin koştuğunu gördü.
- They're running without shoes.
- Ayakkabısız koşuyorlar.
- Tom turned around and started to run.
- Tom arkasını döndü ve koşmaya başladı.
- We run together.
- Birlikte koşarız.
- Tom wondered how many times Mary was going to run around the track.
- Tom, Mary'nin pistin etrafında kaç kez koşacağını merak etti.
- The dog began to run.
- Köpek koşmaya başladı.
- He ran up the stairs.
- Merdivenleri koşarak çıktı.
- Tom wouldn't run.
- Tom koşmadı.
- I wish you could've seen Tom run.
- Keşke Tom'un koştuğunu görebilseydiniz.
- He runs in the park every day.
- Her gün parkta koşuyor.
- Where are you running, little hare?
- Nereye koşuyorsun, küçük tavşan?
- Tom ran toward the house.
- Tom eve doğru koştu.
- Tom ran upstairs.
- Tom yukarı koştu.
- They ran upstairs.
- Onlar yukarıya koştular.
- Listen, I've got to run.
- Dinle, koşmak zorundayım.
- Why don't you run along?
- Neden koşmuyorsun?
- I ran like the wind.
- Rüzgar gibi koştum.
- Tom ran the marathon in under five hours.
- Tom maratonu beş saatin altında koştu.
- The dog came running to her.
- Köpek koşarak ona geldi.
- The dog is running across the street.
- Köpek caddenin karşısında koşuyor.
- How fast was the horse running?
- At ne kadar hızlı koşuyordu?
- I want to run.
- Ben koşmak istiyorum.
- Tom ran like crazy to catch the last train.
- Tom son trene yetişmek için deli gibi koştu.
- She ran as fast as she could to catch up with the others.
- Diğerlerine yetişmek için olabildiğince hızlı koştu.
- You do run.
- Sen koşuyorsun.
- He ran so fast that he was out of breath.
- O kadar hızlı koşuyordu ki nefessiz kalıyordu.
- His dog was running in the yard.
- Köpeği bahçede koşuyordu.
- Animals run.
- Hayvanlar koşar.
- He ran down to the lake.
- Göle doğru koştu.
- Tom ran to his room, crying.
- Tom odasına koştu, ağlıyordu.
- Tom ran to a neighbor for help.
- Tom yardım etmek için bir komşusuna koştu.
- Should we run?
- Koşmalı mıyız?
- Layla forgot her phone in the restaurant, but Sami ran out and gave it to her.
- Leyla telefonunu restoranda unuttu ama Sami koştu ve ona verdi.
- He ran five miles.
- O beş mil koştu.
- A rabbit is running in the garden.
- Bahçede bir tavşan koşuyor.
- Tom ran for his life.
- Tom hayatı için koştu.
- We ran on as far as the station.
- İstasyona kadar aralıksız koştuk.
- We ran down the hill.
- Biz tepeden aşağı koştuk.
- Tom can't run as fast as I can.
- Tom benim kadar hızlı koşamaz.
- He can run the fastest in the class.
- Sınıfta en hızlı koşan o.
- In the end I ran to the station, and somehow got there on time.
- Sonunda istasyona koştum ve bir şekilde zamanında orada oldum.
- I ran upstairs.
- Ben üst kata koştum.
- Tom likes running.
- Tom koşmayı sever.
- I panicked and ran.
- Ben panikledim ve koştum.
- Ken ran up the slope.
- Ken yokuş yukarı koştu.
- They are running.
- Koşuyorlar.
- Sami ran for help.
- Sami yardıma koştu.
- She ran as fast as she could.
- Koşabildiği kadar hızlı koştu.
- You ran in the garden.
- Bahçede koştun.
- I ran up the steps.
- Merdivenleri koşar adım çıktım.
- I saw my neighbor's dog running around in the yard.
- Bahçede komşumun köpeğinin koştuğunu gördüm.
- Tom can still make it on time if he runs.
- Tom koşarsa yine de zamanında yetişebilir.
- Curdken ran up to her and wanted to grasp some of the hair from her head.
- Curdken ona doğru koştu ve başındaki saçlardan bir kısmını almak istedi.
- Tom ran like a scared rabbit.
- Tom korkmuş bir tavşan gibi koştu.
- Jim runs as fast as Ron.
- Jim, Ron kadar hızlı koşuyor.
- I run 10 kilometers every day.
- Her gün on kilometre koşarım.
- Today, I want to run on the beach.
- Bugün sahilde koşmak istiyorum.
- He runs with the hare and hunts with the hounds.
- Tavşana koş, tazıya tut der.
- I run like a hamster in a wheel.
- Çarkın içindeki bir hamster gibi koşuyorum.
- Tom ran three miles.
- Tom üç mil koştu.
- He ran at full speed.
- O tam hızda koştu.
- Tom started running.
- Tom koşmaya başladı.
- Tom can run almost as fast as you.
- Tom neredeyse senin kadar hızlı koşabilir.
- She can hardly walk, let alone run.
- Bırakın koşmayı, zor yürüyor.
- Do you really think you can run as fast as me?
- Gerçekten benim kadar hızlı koşabileceğini düşünüyor musun?
- Tom was running down the street drunk and naked.
- Tom sokakta sarhoş ve çıplak koşuyordu.
- I had to run to catch the bus.
- Otobüsü yakalamak için koşmak zorunda kaldım.
- Tom ran back across the street.
- Tom caddenin karşısına koştu.
- I ran as fast as possible, but I wasn't in time for the last train.
- Mümkün olduğunca hızlı koştum, ama son trene yetişemedim.
- John ran to the station to catch the last train.
- John son treni yakalamak için istasyona koştu.
- He ran as fast as he could hoping that he wouldn't miss the train.
- Treni kaçırmama umuduyla var gücüyle koştu.
- Tom ran the fastest of all.
- Tom en hızlı koşanımızdı.
- Tom is running because he doesn't want to miss his train.
- Tom koşuyor çünkü treni kaçırmak istemiyor.
- Tom ran a half-marathon.
- Tom yarı maraton koştu.
- Can leopards run as fast as cheetahs?
- Leoparlar çitalar kadar hızlı koşabilir mi?
- That boy runs very fast.
- O çocuk çok hızlı koşar.
- Learn to walk before you run.
- Koşmadan önce yürümeyi öğren.
- He ran as fast as he could hoping that he wouldn't miss the train.
- Treni kaçırmamak için koşabildiği kadar hızlı koştu.
- He can run a hundred meters in twelve seconds.
- Yüz metreyi on iki saniyede koşabiliyor.
- Tom ran to the bathroom.
- Tom banyoya koştu.
- I like to do a few exercises to loosen up before I run.
- Koşmadan önce gevşemek için birkaç egzersiz yapmayı severim.
- She closed her umbrella and started running.
- O, şemsiyesini kapattı ve koşmaya başladı.
- Her dogs were running around the house.
- Onun köpekleri evin etrafında koşuyorlardı.
- We ran to the fire.
- Ateşe koştuk.
- Tom loves to run.
- Tom koşmayı sever.
- I ran in the direction of the sun.
- Güneşe doğru koştum.
- Layla forgot her phone in the restaurant, but Sami ran out and gave it to her.
- Layla telefonunu restoranda unutmuş ama Sami koşup ona vermiş.
- I am running in order to catch the train.
- Ben trene yetişmek için koşuyorum.
- A dog is running in the park.
- Parkta bir köpek koşuyor.
- How fast he runs!
- Ne kadar hızlı koşuyor!
- Sometimes, I feel like a hamster running on a wheel.
- Bazen kendimi tekerlek üzerinde koşan bir hamster gibi hissediyorum.
- When he finished running, he was happy.
- Koşmayı bitirdikten sonra, o mutluydu.
- Tom wondered how many minutes it would take him to run to the bus stop.
- Tom, otobüs durağına koşmasının kaç dakika süreceğini merak etti.
- He ran the fastest of all.
- Herkesten hızlı koştu.
- I could run much faster when I was young.
- Gençken çok daha hızlı koşabiliyordum.
- Tom turned around and started to run.
- Tom döndü ve koşmaya başladı.
- Mike ran very fast yesterday.
- Mike dün çok hızlı koştu.
- I saw Tom running down the street.
- Tom'u sokakta koşarken gördüm.
- He ran so he would get there on time.
- Oraya zamanında varmak için koştu.
- I can't run as fast as you.
- Ben senin kadar hızlı koşamam.
- Tom ran all the way to school.
- Tom okula kadar koştu.
- How fast did Tom run?
- Tom ne kadar hızlı koştu?
- I ran as fast as I could to catch the train.
- Treni yakalamak için koşabildiğim kadar hızlı koştum.
- Are you going to run?
- Koşacak mısın?
- I ran as fast as lightning.
- Şimşek gibi hızlı koştum.
- The dog ran towards me.
- Köpek bana doğru koştu.
- I want you to run to the store for me.
- Benim için dükkana koşmanı istiyorum.
- Can you run as fast as Tom can?
- Tom’un koşabildiği kadar hızlı koşabilir misin?
- He ran 100 meters in 11 seconds flat.
- 100 metreyi 11 saniyede koştu.
- She ran as fast as possible.
- Mümkün olduğunca hızlı koştu.
- Squirrels can run really quickly.
- Sincaplar gerçekten hızlı koşabilirler.
- Tom grabbed the money and ran.
- Tom parayı kaptı ve koştu.
- I just ran three miles.
- Üç mil koştum.
- Tom can run a lot faster than I can.
- Tom benden çok daha hızlı koşabilir.
- She was strong enough to run a 10-mile race.
- 10 millik bir yarışı koşmak için yeterince güçlüydü.
- I'm going running.
- Koşmaya gidiyorum.
- He ran to catch up to his brother.
- Kardeşine yetişmek için koştu.
- You must be a good athlete to have run a mile in such a short time.
- Böyle kısa bir zamanda bir mili koşmak için, iyi bir atlet olmalısın.
- You won't be in time unless you run.
- Koşmazsan zamanında varamazsın.
- When he heard the noise, Tom ran to the kitchen.
- Sesi duyunca Tom mutfağa koştu.
- We ran for miles.
- Biz millerce koştuk.
- Ken was running beside me.
- Ken yanımda koşuyordu.
- Tom ran quickly down the stairs.
- Tom hızla merdivenlerden aşağıya koştu.
- Tom's mother chased Tom as he ran naked around the lobby.
- Tom lobide çıplak koşarken annesi onu kovaladı.
- John ran to the station in order to catch the last train.
- John son trene yetişmek için istasyona koştu.
- Tom ran home.
- Tom eve koştu.
- Tom runs 10 kilometers a day.
- Tom günde 10 kilometre koşuyor.
- Jane ran after the deer as fast as possible.
- Jane, geyiğin arkasından elinden geldiği kadar hızlı koştu.
- He ran as fast as any boy in the team.
- Takımdaki herhangi bir çocuk kadar hızlı koştu.
- Tom can run much faster than I can.
- Tom benden çok daha hızlı koşabilir.
- He began running.
- O koşmaya başladı.
- I enjoy running.
- Ben koşmaktan hoşlanıyorum.
- Tom ran inside.
- Tom içeri koştu.
- You and I will run.
- Sen ve ben koşacağız.
- Tom ran down the road as naked as a jaybird.
- Tom yolda bir alakarga kuşu kadar çıplak koştu.
- Miss Kanda runs very fast.
- Miss Kanda çok hızlı koşar.
- I am running to the station.
- Ben istasyonuna koşuyorum.
- I feel happiest when I'm running.
- En çok koşarken mutlu oluyorum.
- I saw a girl tumble and ran to her in spite of myself.
- Bir kızın yuvarlandığını gördüm ve elimde olmadan ona doğru koştum.
- Tom doesn't run as fast as Bill.
- Tom Bill kadar hızlı koşmuyor.
- I don't feel up to running to the station.
- İstasyona koşacak halim yok.
- I run two times per week.
- Haftada iki kez koşarım.
- Recess is a good chance for kids to run around and relax.
- Teneffüs, çocukların koşup dinlenmeleri için iyi bir fırsattır.
- No sooner had the dog seen me than it ran up to me.
- Köpek beni görür görmez bana doğru koştu.
- The fastest runner can't run 100 meters in 9 seconds.
- En hızlı koşucu bile 9 saniyede 100 metre koşamaz.
- I had to run to catch up with him.
- Ona yetişebilmek için koşmak zorunda kaldım.
- How fast Taro can run!
- Taro ne kadar hızlı koşabiliyor!
- Tony runs every day.
- Tony, her gün koşar.
- Do you run every day?
- Her gün koşar mısın?
- No running around.
- Etrafta koşmak yok.
- We will have to run to catch the train.
- Treni yakalamak için koşmak zorunda kalacağız.
- They ran past Tom.
- Onlar koşarak Tom'u geçti.
- He can run 100 metres in 12 seconds.
- 100 metreyi 12 saniyede koşabiliyor.
- Don't run about wildly in the room.
- Odada çılgınca koşma.
- The kids are running wild.
- Çocuklar çılgınca koşuyorlar.
- You must not run in the school buildings.
- Okul binalarında koşmamalısın.
- He doesn't run.
- O koşmuyor.
- I saw my neighbor's dog running in my garden.
- Komşumun köpeğini bahçemde koşarken gördüm.
- Tom ran at full speed.
- Tom son sürat koştu.
- John ran to the station in order to catch the last train.
- John son treni yakalamak için istasyona koştu.
- Tom runs extremely well.
- Tom çok iyi koşuyor.
- Can a two-year-old boy run that fast?
- İki yaşındaki bir çocuk bu kadar hızlı koşabilir mi?
- Run as fast as possible.
- Mümkün olduğunca hızlı koş.
- A cat ran onto the field during the baseball game.
- Beyzbol maçı sırasında bir kedi sahaya koştu.
- Tom ran across the street.
- Tom caddenin karşısına koştu.
- Tom ran for help.
- Tom yardıma koştu.
- Don't let him run.
- Koşmasına izin verme.
- He's an advocate of barefoot running.
- Çıplak ayakla koşmayı savunuyor.
- Why is everybody running?
- Neden herkes koşuyor?
- Tom ran up the steps.
- Tom merdivenlerden yukarı koştu.
- Everybody started running.
- Herkes koşmaya başladı.
- Do you really think you can run as fast as me?
- Gerçekten benim kadar hızlı koşabileceğini mi düşünüyorsun?
- The squirrels ran and chased each other.
- Sincaplar koşup birbirlerini kovaladılar.
- Why didn't you run?
- Sen neden koşmadın?
- He said he would run 200 kilometers in a day and he did.
- O günde 200 kilometre koşabilirim dedi ve yaptı.
- Tom ran quickly down the stairs.
- Tom koşarak hızlıca merdivenlerden indi.
- I ran to the bathroom to look at myself in the mirror.
- Aynada kendime bakmak için banyoya koştum.
- Tom ran to catch the last train.
- Tom son trene yetişmek için koştu.
- A cat ran across the street.
- Bir kedi caddenin karşısına koştu.
- That particular person will run.
- Şu kişi koşacak.
- Tom ran down the hill.
- Tom tepeden aşağı koştu.
- I've never ran before.
- Daha önce hiç koşmadım.
- I allowed my dog to run freely.
- Köpeğimin özgürce koşmasına izin verdim.
- I can't run very fast.
- Çok hızlı koşamam.
- All children love to run and skip.
- Bütün çocuklar koşmayı ve zıplamayı sever.
- Tom and Mary ran into the air-raid shelter.
- Tom ve Mary hava saldırısı sığınağına koştu.
- Tom ran back down the stairs.
- Tom merdivenlerden aşağı koştu.
- Running is good for the health.
- Koşmak sağlık için iyidir.
- I ran a race with Tom.
- Tom ile bir yarış koştum.
- My younger brother can run about as fast as I can.
- Küçük kardeşim de benim kadar hızlı koşabiliyor.
- Sometimes, I feel like a hamster running on a wheel.
- Bazen kendimi tekerlekte koşan bir hamster gibi hissediyorum.
- He ran into the classroom.
- Sınıfa koştu.
- I ran into the house.
- Eve doğru koştum.
- You should've seen Tom run.
- Tom'u koşarken görmeliydin.
- I didn't think Tom could run that fast.
- Tom'un bu kadar hızlı koşabileceğini düşünmemiştim.
- The squirrels ran up the tree.
- Sincaplar koşarak ağaca tırmandı.
- Tom ran to catch the train.
- Tom treni yakalamak için koştu.
- He ran and ran, until at last he saw the telephone booth.
- Koştu, koştu, sonunda telefon kulübesini görene kadar.
- She ran as fast as she was able to.
- Koşabildiği kadar hızlı koştu.
- Tom ran off in the direction that Mary pointed.
- Tom, Mary'nin işaret ettiği yöne doğru koştu.
- Tom can run really fast.
- Tom gerçekten hızlı koşabiliyor.
- I'm going to run fifteen kilometers today!
- Bugün on beş kilometre koşacağım!
- I ran into the room.
- Odaya koştum.
- After slapping Tom, Mary ran out of the room.
- Tom'u tokatladıktan sonra, Mary odadan dışarıya doğru koştu.
- He's running wild.
- Çılgınca koşuyor.
- I cannot run because I am very tired.
- Koşamam çünkü çok yorgunum.
- Not five minutes after he started running, he tripped on a rock.
- Koşmaya başladıktan beş dakika sonra ayağı bir kayaya takıldı.
- Tom could run a lot faster when he was young.
- Tom gençken çok daha hızlı koşabiliyordu.
- She ran for the door.
- Kapıya doğru koştu.
- I grabbed my little sister's hand, and the two of us started to run.
- Küçük kız kardeşimin elini tuttum ve ikimiz koşmaya başladık.
- Tom ran up the steps.
- Tom merdivenleri koşarak çıktı.
- Tom ran the marathon in under five hours.
- Tom, maratonu beş saatin altında koştu.
- Tom ran to Mary's office.
- Tom, Mary'nin ofisine koştu.
- I regularly run in the park.
- Düzenli olarak parkta koşarım.
- No one is able to run as fast as Tom.
- Kimse Tom kadar hızlı koşamaz.
- Run and get some bread from the baker's!
- Koş ve fırından bir ekmek al.
- He likes running barefoot.
- Yalınayak koşmayı seviyor.
- I wish I could run as fast as Tom.
- Keşke Tom kadar hızlı koşabilseydim.
- He was gasping for breath as he ran.
- Koşarken nefes nefese kaldı.
- I saw my neighbor's dog running in my yard.
- Komşumun benim bahçemde koşan köpeğini gördüm.
- Sometimes he runs, sometimes he walks.
- O bazen koşar, bazen yürür.
- Tom ran toward the gate.
- Tom kapıya doğru koştu.
- Bill can run the fastest in his class.
- Bill sınıfının en hızlı koşanı.
- I go for a run every day.
- Her gün koşmaya giderim.
- Don't run here.
- Burada koşmayın.
- He was out of breath because he had been running.
- O koştuğu için nefes nefese kalmıştı.
- A boy came running toward me.
- Bir çocuk koşarak bana doğru geldi.
- The mouse ran and the cat ran after him.
- Fare koştu ve kedi onu kovaladı.
Show More (1172)
|
2 |
run |
kaçmak |
v. |
|
- The true warrior runs today and lives to fight another day.
- Gerçek savaşçı bugün kaçar ve başka bir gün savaşmak için hayatta kalır.
- The true warrior runs today and lives to fight another day.
- Savaşçı dediğin bugün kaçıp gider ve başka bir gün savaşmak için hayatta kalır.
- He ran for his life at the sight of the border guard.
- O, sınır muhafızını görünce can havliyle kaçtı.
- The policeman captured the man who was running.
- Polis kaçan adamı yakaladı.
- No sooner had she opened the door than a cat ran out.
- O, kapıyı açar açmaz bir kedi dışarı kaçtı.
- I'm not running.
- Ben kaçmıyorum.
- I should run.
- Kaçmalıyım.
- He ran at the sight of the policeman.
- Polisi görünce kaçtı.
- The mouse ran under the bed.
- Fare yatağın altına kaçtı.
- I want to run.
- Kaçmak istiyorum.
- There's nowhere to run.
- Kaçacak bir yer yok.
- You can't run, Tom.
- Kaçamazsın, Tom.
- She isn't running.
- Kaçmıyor.
- Those particular persons will run.
- Bu belirli kişiler kaçacak.
- The black dog ran.
- Siyah köpek kaçtı.
- Why are you running?
- Neden kaçıyorsun?
- Running was my only defense.
- Kaçmak tek savunmamdı.
- She told me that I'll have to run from him.
- Bana ondan kaçmam gerektiğini söyledi.
- I dropped everything and ran.
- Her şeyi bırakıp kaçtım.
- You should've seen us run.
- Kaçtığımızı görmeliydin.
- When he saw the policeman, the thief dropped the purse and ran.
- Hırsız, polisi gördüğünde, cüzdanı bıraktı ve kaçtı.
- You can run, but you can't hide.
- Sen kaçabilirsin ama gizlenemezsin.
- You better run.
- Kaçsanız iyi olur.
- Tom wants to run.
- Tom kaçmak istiyor.
- People ran for their lives.
- İnsanların hayatlarını kurtarmak için kaçtılar.
- Tom tried to run and was shot.
- Tom kaçmaya çalışıp vuruldu.
- Why are we running?
- Neden kaçıyoruz?
- He ran at the sight of the policeman.
- Polisi görür görmez kaçtı.
- I ran inside.
- İçeri kaçtım.
- When the police stopped him for questioning, Tom tried to make a run for it.
- Polis onu sorgulamak için durdurduğunda Tom kaçmaya çalıştı.
- Tom has nowhere to run to.
- Tom'un kaçacak yeri yok.
- Can we make a run for it?
- Kaçabilir miyiz?
- I didn't run.
- Ben kaçmadım.
- The slave ran for his life.
- Köle canını kurtarmak için kaçtı.
- I actually have to run.
- Gerçekten kaçmak zorundayım.
- I made a run for it.
- Ben kaçtım.
- She told me that I'll have to run from him.
- Bana ondan kaçmam gerekeceğini söyledi.
- He ran for his life when the bear appeared.
- Ayı göründüğünde canını kurtarmak için kaçtı.
- You'd better run.
- Kaçsan iyi olur.
- Shepherd tried to run and was shot.
- Çoban kaçmaya çalıştı ve vuruldu.
- He ran out of the room.
- Odadan kaçtı.
- The enemy ran after our first attack.
- Düşman ilk saldırımızdan sonra kaçtı.
- When he saw the policeman, the thief dropped the purse and ran.
- Hırsız polisi görünce çantayı bırakıp kaçtı.
- Shepherd tried to run and was shot.
- Shepherd kaçmaya çalıştı ve vuruldu.
- As soon as he saw the cop he ran out.
- Polisi görür görmez kaçtı.
- He ran for his life.
- Hayatı için kaçtı.
- He ran like a scared rabbit.
- Korkmuş bir tavşan gibi kaçtı.
- He ran for his life when the bear appeared.
- Ayı göründüğünde o, hayatını kurtarmak için kaçtı.
- What are you running from?
- Neden kaçıyorsun?
- Everybody ran outside.
- Herkes dışarı kaçtı.
- You can't run from the past.
- Geçmişten kaçamazsın.
- They didn't run.
- Kaçmadılar.
- You should've seen them run.
- Onların kaçtığını görmeliydin.
- Tom attempted to run out of the courtroom.
- Tom mahkeme salonundan kaçmaya çalıştı.
- They began to run when they saw the police.
- Polisi gördüklerinde kaçmaya başladılar.
- We had to run for our lives.
- Canımızı kurtarmak için kaçmak zorundaydık.
- Tom ran out of the kitchen.
- Tom mutfaktan kaçtı.
- Tom is on the run.
- Tom kaçıyor.
- The deer ran for its life.
- Geyik can havliyle kaçtı.
- Did Tom run?
- Tom kaçtı mı?
- Tom ran out of the room.
- Tom odadan kaçtı.
- Tom isn't running.
- Tom kaçmıyor.
- Can't we make a run for it?
- Kaçamaz mıyız?
- Can't we make a run for it?
- Kaçamıyor muyuz?
- Tom ran for cover.
- Tom saklanmak için kaçtı.
- A coward runs at the first sign of danger.
- Bir korkak, ilk tehlike belirtisinde kaçar.
- As soon as he saw the policeman, he ran for it.
- Polisi görür görmez kaçmaya başladı.
- The mouse ran and the cat ran after him.
- Fare kaçtı ve kedi de peşinden koştu.
- I made a run for it.
- Kaçtım.
- Why is Tom running?
- Tom niye kaçıyor?
- Tom didn't want to run.
- Tom kaçmak istemedi.
- Tom made a run for it.
- Tom kaçtı.
- I don't know if I should stay or run.
- Kalmalı mıyım yoksa kaçmalı mıyım bilmiyorum.
- We had to run for our lives.
- Canımızı kurtarmak için kaçmak zorunda kaldık.
- Tom tried to run and was shot.
- Tom kaçmaya çalıştı ve vuruldu.
- The graphic description of the victim's murder was too much for his mother, who ran out of the court in tears.
- Kurbanın cinayetinin grafik tasviri annesi için çok fazlaydı ve gözyaşları içinde mahkemeden kaçtı.
- You can run, but you can't hide.
- Kaçabilirsin ama saklanamazsın.
- Tom didn't run.
- Tom kaçmadı.
- Tom might run.
- Tom kaçabilir.
- When the police stopped him for questioning, Tom tried to make a run for it.
- Polis onu sorgulamak için durdurduğunda, Tom kaçmaya çalıştı.
- He made a run for it.
- O kaçtı.
- Tom should run.
- Tom kaçmalı.
- I had to run.
- Kaçmak zorundaydım.
- There's no place to run.
- Kaçacak bir yer yok.
- I have to run.
- Kaçmak zorundayım.
- You could've run.
- Kaçabilirdin.
- Sami ran for his life.
- Sami hayatı için kaçtı.
- If you see a man approaching you with the obvious intention of doing you good, you should run for your life.
- Size iyilik yapma niyetiyle yaklaşan bir adam görürseniz, canınızı kurtarmak için kaçmalısınız.
- Tom told me to run.
- Tom bana kaçmamı söyledi.
- Fadil is on the run.
- Fadıl kaçıyor.
- As soon as he saw the policeman, he ran for it.
- Polisi görür görmez kaçtı.
- If you see a man approaching you with the obvious intention of doing you good, you should run for your life.
- Size açıkça iyilik yapma niyetiyle yaklaşan bir adam görürseniz, canınızı kurtarmak için kaçmalısınız.
- Sami went on the run.
- Sami kaçmaya başladı.
- Tom was running from the police.
- Tom polisten kaçıyordu.
- Tom ran out of the burning house.
- Tom yanan evden kaçtı.
- If you want to run, then run.
- Kaçmak istiyorsan, kaç.
- She ran for dear life.
- Can havliyle kaçtı.
- Tom and Mary had to run.
- Tom ve Mary kaçmak zorunda kaldı.
- Cowards run at the first sign of danger.
- Korkaklar ilk tehlike işaretinde kaçarlar.
- Why did you run?
- Neden kaçtın?
- He ran for his life at the sight of the border guard.
- Sınır muhafızını görünce canını kurtarmak için kaçtı.
- The mouse ran into the hole.
- Fare deliğe kaçtı.
- Tom wouldn't run.
- Tom kaçmazdı.
- I'd better run.
- Kaçsam iyi olacak.
- I'd better run.
- Kaçsam iyi olur.
- I thought I was about to be captured so I ran as fast as I could.
- Yakalanmak üzere olduğumu düşündüm ve olabildiğince hızlı kaçtım.
- Tom was on the run.
- Tom kaçıyordu.
- We have to run now.
- Hemen kaçmalıyız.
- I should run.
- Kaçmam gerekir.
- Tom grabbed the money and ran.
- Tom parayı aldı ve kaçtı.
- I have to run.
- Kaçmam lazım.
- As soon as she opened the door, a cat ran out.
- O kapıyı açar açmaz bir kedi dışarı kaçtı.
- The mouse ran underneath the bed.
- Fare yatağın altına kaçtı.
- He made a run for it.
- Kaçmaya başladı.
- Tom was ready to run.
- Tom kaçmaya hazırdı.
- It is hard for Tom to run.
- Tom için kaçmak çok zor.
- I ran out of the house.
- Evden kaçtım.
- Run and hide in the mountains.
- Kaçın ve dağlarda saklanın.
- What's Tom running from?
- Tom neden kaçıyor?
- Whatever you do, don't run.
- Ne yaparsan yap, kaçma.
- People ran for their lives.
- İnsanlar hayatları için kaçtı.
- You shouldn't have run.
- Kaçmamalıydın.
- Can we run now?
- Artık kaçabilir miyiz?
- Who are you running from?
- Kimden kaçıyorsun?
- Everyone ran for cover.
- Herkes saklanmak için kaçtı.
- Tom tried to run.
- Tom kaçmaya çalıştı.
- Should we run?
- Kaçalım mı?
- I'm going to have to run.
- Kaçmak zorundayım.
- I panicked and ran.
- Panikledim ve kaçtım.
- Tom had to run.
- Tom kaçmak zorundaydı.
- I had to run.
- Kaçmam gerekiyordu.
- Tom wouldn't run out on us.
- Tom bizi bırakıp kaçmazdı.
- Are you going to run?
- Kaçacak mısın?
- You can't run forever, Tom.
- Sonsuza kadar kaçamazsın, Tom.
- Sami ran for his life.
- Sami canını kurtarmak için kaçtı.
- A coward runs at the first sign of danger.
- Bir korkak ilk tehlike işaretinde kaçar.
- The thief ran quickly.
- Hırsız hızla kaçtı.
Show More (140)
|
3 |
run |
çalışmak |
v. |
|
- The two must run in parallel, but must not block each other.
- İkisi paralel olarak çalışmalı ancak birbirlerini engellememelidir.
- The project will not be fully operational before the programme management unit is up and running.
- Proje, program yönetim birimi hazır ve çalışır hale gelmeden tam olarak faaliyete geçmeyecektir.
- In fact, all European passenger lines are running at a loss today, and liberalisation will not change that.
- Aslında bugün tüm Avrupa yolcu hatları zararına çalışmaktadır ve serbestleşme bu durumu değiştirmeyecektir.
- The Convention is up and running, the debate is lively and there are plenty of ideas and proposals.
- Sözleşme hazır ve çalışıyor, tartışmalar canlı ve çok sayıda fikir ve öneri var.
- They must run in parallel.
- Paralel olarak çalışmalıdırlar.
- This measure is up and running.
- Bu önlem hazır ve çalışıyor.
- I think that the major leap forward will take place when the public health programme is up and running.
- Bence ileriye doğru büyük sıçrama, halk sağlığı programı hazır ve çalışır hale geldiğinde gerçekleşecektir.
- This measure is also up and running.
- Bu tedbir de hazır ve çalışıyor.
- This measure is up and running.
- Bu tedbir hazır ve çalışıyor.
- In practice, these apps are running on mobile devices with built-in web browsers.
- Uygulamada, bu uygulamalar yerleşik web tarayıcılarına sahip mobil cihazlarda çalışmaktadır.
- In some cases planetary gears are used whose planet wheels run in specially developed spherical roller bearings.
- Bazı durumlarda planet çarkları özel olarak geliştirilmiş oynak makaralı rulmanlarda çalışan planet dişliler kullanılır.
- Tradingview can run on a web browser or as an application.
- Tradingview bir web tarayıcısı üzerinde veya bir uygulama olarak çalışabilir.
- The portable edition is designed to run from a USB flash drive.
- Taşınabilir sürüm, bir USB flash sürücüden çalışacak şekilde tasarlanmıştır.
- Whenever the garbage collector runs it freezes all the operations running in the background.
- Çöp toplayıcı her çalıştığında arka planda çalışan tüm işlemleri dondurur.
- I'll keep the motor running.
- Motoru çalışır halde tutacağım.
- Layla's car was still running.
- Leyla'nın arabası hâlâ çalışıyordu.
- The engine was running.
- Makine çalışıyordu.
- The train runs between Tokyo and Hakata.
- Tren, Tokyo ve Hakata arasında çalışıyor.
- How often do trains run?
- Trenler ne sıklıkla çalışıyor?
- My laptop has been running so slow lately.
- Dizüstü bilgisayarım son zamanlarda çok yavaş çalışıyor.
- How often do the buses run?
- Otobüsler ne sıklıkla çalışırlar?
- Sami's car didn't run.
- Sami'nin arabası çalışmadı.
- We have to keep on running.
- Çalışmaya devam etmeliyiz.
- It may be a fascist dictatorship, but at least the trains run on time.
- Faşist bir diktatörlük olabilir, ama en azından trenler zamanında çalışıyor.
- The trains are running on schedule.
- Trenler zamanında çalışıyor.
- My laptop has been running so slow lately.
- Benim dizüstü bilgisayar son zamanlarda çok yavaş çalışıyor.
- My watch is running all right.
- Saatim iyi çalışıyor.
- He left the motor running.
- O motoru çalışırken bıraktı.
- Because of the snow, the train didn't run.
- Kar yüzünden tren çalışmadı.
- The buses run every ten minutes.
- Otobüsler, her on dakikada bir çalışır.
- The snow prevented the train from running.
- Kar trenin çalışmasını engelledi.
- Trains run on rails.
- Trenler raylar üzerinde çalışır.
- Tom stopped running and tried to catch his breath.
- Tom koşmayı bıraktı ve nefes almaya çalıştı.
- Although my car is very old, it still runs very well.
- Arabam çok yaşlı olsa da, hala çok iyi çalışıyor.
- Layla's car was still running.
- Layla'nın arabası hâlâ çalışıyordu.
- The trains are running in this snow.
- Trenler bu karda çalışıyor.
- The elevator isn't running.
- Asansör çalışmıyor.
- Nearly all siheyuans had their main buildings and gates facing south for better lighting, so a majority of hutongs run from east to west.
- Neredeyse bütün siheuyanların ana binaları ve daha iyi aydınlatma için güneye bakan kapıları vardı.Bu yüzden hutongların bir çoğunluğu doğudan batıya doğru çalışırlar.
- I ran all over town trying to borrow some money.
- Biraz ödünç para almaya çalışarak tüm kasabayı koştum.
- How many times a day does that bus run?
- O otobüs günde kaç kez çalışır?
- Buses are running at 20 minute intervals.
- Otobüsler, 20 dakika aralıklarla çalışıyor.
- The number of cars running in the city has increased.
- Şehirde çalışan arabaların sayısı arttı.
- This train runs between New York and Boston.
- Bu tren New York ve Boston arasında çalışıyor.
- The car doesn't run fast.
- Araba hızlı çalışmıyor.
- My watch is running all right.
- Benim saatim doğru çalışıyor.
- The train runs between Tokyo and Kagoshima.
- Tren, Tokyo ve Kagoshima arasında çalışıyor.
- Although my car is very old, it still runs very well.
- Arabam çok eski olmasına rağmen hala çok iyi çalışıyor.
- The trains weren't running due to the snowfall.
- Kar yağışı nedeniyle trenler çalışmıyordu.
- The bus runs between the school and the station.
- Otobüs, okul ile istasyon arasında çalışıyor.
- The trains are running according to schedule.
- Trenler programa göre çalışıyor.
- How often do the buses run?
- Otobüsler ne sıklıkla çalışıyor?
- The buses run every ten minutes here.
- Burada otobüsler her on dakikada bir çalışır.
- My watch isn't running right.
- Saatim doğru çalışmıyor.
- This train runs between Tokyo and Hakata.
- Bu tren Tokyo ve Hakata arasında çalışıyor.
- The new boss runs a really tight ship.
- Yeni patron çok sıkı çalışıyor.
- How often do the buses run in an hour?
- Otobüsler bir saat içinde ne kadar sıklıkla çalışır?
- Everything's running like clockwork.
- Her şey saat gibi çalışıyor.
- Why's the engine still running?
- Motor neden hâlâ çalışıyor?
- How many times a day does that bus run?
- Bu otobüs günde kaç kez çalışıyor?
- The number of cars running in the city has increased.
- Şehirde çalışan araba sayısı arttı.
- Buses run between the station and the airport.
- İstasyon ve havaalanı arasında otobüsler çalışır.
- None of the computers can continue to run with a burnt card.
- Bilgisayarların hiçbiri yanmış bir kartla çalışmaya devam edemez.
- Running a farm is difficult.
- Bir çiftlikte çalışmak zordur.
- The motor is running.
- Motor çalışıyor.
- The trains are running behind time.
- Trenler zamanın gerisinde çalışıyor.
- The trains weren't running due to the snowfall.
- Trenler kar yağışı nedeniyle çalışmıyordu.
- This car runs great.
- Bu araba harika çalışıyor.
- Call and tell Tom we're running late.
- Tom'u ara ve geç saatlere kadar çalıştığımızı söyle.
- The factory is running at full capacity.
- Fabrika tam kapasite çalışıyor.
- None of the computers can continue to run with a burnt card.
- Hiçbir bilgisayar yanmış bir kartla çalışmaya devam edemez.
- Cars are running one after another before our eyes.
- Arabalar gözlerimizin önünde birbiri ardına çalışıyor.
- The engine runs as smooth as butter.
- Motor tereyağı kadar yumuşak çalışıyor.
- The buses run every ten minutes.
- Otobüsler, her on dakikada bir çalışıyor.
- The engine was running.
- Motor çalışıyordu.
- He was running for re-election.
- O, yeniden seçilmek için çalışıyordu.
- Leave the engine running.
- Motoru çalışır halde bırak.
- Buses run between the station and the airport.
- İstasyon ve havaalanı arasında otobüsler çalışıyor.
- Buses are running at 20 minute intervals.
- Otobüsler, 20 dakikalık aralıklarla çalışıyor.
- It may not be a good idea to eat while you are running.
- Çalışırken yemek yemek iyi bir fikir olmayabilir.
- My computer is running slow.
- Bilgisayarım yavaş çalışıyor.
- Joan is running in the city.
- Joan şehirde çalışıyor.
- How often do the buses run in an hour?
- Otobüsler bir saat içinde ne sıklıkta çalışırlar?
- This train runs between Tokyo and Osaka.
- Bu tren Tokyo ve Osaka arasında çalışıyor.
- He is running now.
- O şimdi çalışıyor.
- The engine runs as smooth as butter.
- Motor tereyağı gibi akıcı çalışıyor.
- I should sell it while it still runs.
- Hala çalışıyorken bunu satmam gerek.
- The two streets run parallel to one another.
- İki cadde birbirine paralel çalışır.
- The superexpress Nozomi runs faster than the Hikari.
- Süper ekspres Nozomi, Hikari'den daha hızlı çalışıyor.
- I've already wasted a couple of afternoons trying to get this car running.
- Bu arabayı çalıştırmaya çalışırken zaten birkaç öğleden sonrayı boşa harcadım.
- Does your new computer run well?
- Yeni bilgisayarın iyi çalışıyor mu?
- Tom loves to run.
- Tom çalışmayı seviyor.
- During the war, factories ran around the clock.
- Savaş sırasında fabrikalar 24 saat çalışıyordu.
Show More (89)
|
4 |
run |
işletmek |
v. |
|
- She runs a bed and breakfast upstate.
- Şehir dışında bir pansiyon işletiyor.
- It costs 200 pounds a month to run an average car.
- Ortalama bir arabayı işletmek ayda 200 sterline mal oluyor.
- Those farms are well run, they provide churches, schools and hospital treatment in those areas.
- Bu çiftlikler iyi işletiliyor, o bölgelerde kilise, okul ve hastane tedavisi sağlıyorlar.
- There are no special areas of focus, only running costs are funded from the budget.
- Odaklanılan özel bir alan yok, sadece işletme maliyetleri bütçeden finanse ediliyor.
- Many other aspects of the building design will keep the running costs to a minimum.
- Bina tasarımının diğer birçok yönü işletme maliyetlerini minimumda tutacaktır.
- My understanding was that there was an intention to run one.
- Anladığım kadarıyla bir tanesini işletme niyeti vardı.
- You run a hospital that treats thousands of patients every day.
- Her gün binlerce hastayı tedavi eden bir hastane işletiyorsunuz.
- We run the store jointly.
- Dükkânı ortaklaşa işletiyoruz.
- I want you to run to the store for me.
- Mağazayı benim için işletmeni istiyorum.
- I've always wanted to run a small hotel in the mountains.
- Her zaman dağlarda küçük bir otel işletmek istemişimdir.
- She runs a dance studio.
- Bir dans stüdyosu işletiyor.
- I run this place.
- Burayı ben işletiyorum.
- He runs a supermarket in the town.
- Kasabada bir süpermarket işletiyor.
- Tom Jackson doesn't run this company.
- Tom Jackson bu şirketi işletmiyor.
- Tom runs a lot of hotels.
- Tom bir sürü otel işletiyor.
- He runs a shoe shop.
- Ayakkabı dükkanı işletiyor.
- Tom also runs a well-known website.
- Tom aynı zamanda tanınmış bir web sitesi işletiyor.
- Sami runs a website.
- Sami bir web sitesi işletiyor.
- She runs a charity.
- O bir hayır kurumu işletir.
- I want you to run the store for me.
- Dükkanı benim için işletmeni istiyorum.
- If it were not for your help, I could not run this store.
- Yardımınız olmasaydı, bu dükkânı işletemezdim.
- Fadil was running a busy hotel.
- Fadıl yoğun bir otel işletiyordu.
- He runs a shoe shop.
- Bir ayakkabı dükkanı işletiyor.
- They are running now.
- Onlar şimdi işletiyorlar.
- She runs a charity.
- Bir hayır kurumu işletiyor.
- I run a small business.
- Küçük bir işletme işletiyorum.
- Sami ran an escort service.
- Sami eskort servisi işletti.
- I run a tight ship.
- Sıkı bir gemi işletiyorum.
- Tom runs a cake shop.
- Tom bir pasta dükkanı işletiyor.
- He runs a company in Meguro.
- Meguro'da bir şirket işletiyor.
- I used to run a small bookstore in a shopping centre.
- Bir alışveriş merkezinde küçük bir kitapçı işletirdim.
- Tom runs a cake shop.
- Tom bir pastane işletir.
- Tom runs a charity.
- Tom bir hayır kurumu işletiyor.
- My father runs a small shop in Fukuoka.
- Babam Fukuoka'da küçük bir dükkan işletiyor.
- This air corridor is largely run by military aircraft.
- Bu hava koridoru büyük ölçüde askeri uçaklar tarafından işletiliyor.
- She runs a beauty shop.
- Bir güzellik dükkanı işletiyor.
- He hopes to run a company in the future.
- Gelecekte bir şirket işletmeyi umuyor.
- Do you run this place by yourself?
- Burayı tek başına mı işletiyorsun?
- The Students' Union runs a bar on campus.
- Öğrenci Birliği kampüste bir bar işletiyor.
- I run this place.
- Bu yeri işletiyorum.
- Sami ran an escort service.
- Sami bir eskort servisi işletiyordu.
- Who's running this place?
- Burayı kim işletiyor?
- He runs a company in Meguro.
- O, Meguro'da bir şirket işletir.
- Layla was running a construction company.
- Layla bir inşaat şirketi işletiyordu.
- Salmonella outbreaks blemished spinach importers' reputation for running clean factories.
- Salmonella salgınları, ıspanak ithalatçılarının temiz fabrikalar işletmek konusundaki itibarını lekeledi.
- Mr Sato ran a supermarket in his hometown before he came to Tokyo.
- Bay Sato Tokyo'ya gelmeden önce memleketinde bir süpermarket işletiyordu.
- Tom runs a shoe shop.
- Tom bir ayakkabı dükkanı işletiyor.
- I've always wanted to run a small hotel in the mountains.
- Ben her zaman dağlarda küçük bir otel işletmeyi düşündüm.
- Tom runs a security firm in Boston.
- Tom Boston'da bir güvenlik şirketi işletiyor.
- Where is he running now?
- O şimdi nereyi işletiyor?
- He runs a lot of hotels.
- Bir sürü otel işletiyor.
- Sami ran a brothel.
- Sami bir genelev işletiyordu.
- They have run this small hotel since it was established.
- Bu küçük oteli kurulduğundan beri işletiyorlar.
- I run a motel.
- Bir motel işletiyorum.
- Layla ran a private practise in her home.
- Layla evinde özel bir muayenehane işletiyordu.
- My parents were running a silk farm.
- Benim annem ve babam bir ipek çiftliği işletiyordu.
- Sami runs a website.
- Sami bir internet sitesi işletiyor.
- His mother has been running a drugstore for fifteen years.
- Annesi on beş yıldır bir eczane işletiyor.
- Sami ran the local hardware store.
- Sami yerel hırdavat dükkanını işletiyordu.
- Tom doesn't run this company.
- Tom bu şirketi işletmiyor.
- Tom knows how to run a club.
- Tom bir kulübün nasıl işletileceğini bilir.
- John runs the family business very efficiently.
- John aile şirketini çok verimli bir şekilde işletiyor.
- Sami ran the local hardware store.
- Sami yerel donanım mağazasını işletiyordu.
- Tom had a company to run.
- Tom'un işletilecek bir şirketi vardı.
- This air corridor is largely run by military aircraft.
- Bu hava koridoru büyük ölçüde askeri uçak tarafından işletilir.
- The Students' Union runs a bar on campus.
- Öğrenci Birliği, kampüste bir bar işletiyor.
- I used to run a small bookstore in a shopping centre.
- Eskiden bir alışveriş merkezinde küçük bir kitapçı işletiyordum.
- To begin with, the funds are not sufficient for running a grocery store.
- Başlangıç olarak, fonlar bir bakkal işletmek için yeterli değil.
- One thing I've always wanted to do is run my own restaurant.
- Her zaman yapmak istediğim bir şey kendi restoranımı işletmek.
- My parents were running a silk farm.
- Ebeveynlerim bir ipek çiftliği işletiyordu.
- He runs a lot of hotels.
- O, bir sürü otel işletir.
- He runs a shoe shop.
- O bir ayakkabı dükkânı işletir.
Show More (69)
|
5 |
run |
aday olmak |
v. |
|
- I'm running because I know I'd make a good president.
- İyi bir başkan olacağımı bildiğim için aday oluyorum.
- I'm running because I know I'd make a good president.
- İyi bir başkan olacağımı bildiğimden aday oluyorum.
- Who ran for president that year?
- O yıl başkanlığa kim aday oldu?
- So now we know he's running for president.
- Artık onun başkanlığa aday olduğunu biliyoruz.
- There are two women at this debate running for president.
- Bu tartışmada başkanlığa aday olan iki kadın var.
- I guess that could come in handy for someone running for president.
- Sanırım bu başkanlığa aday olan biri için işe yarayabilir.
- I am one of six candidates running for president.
- Ben cumhurbaşkanlığı için aday olan altı kişiden biriyim.
- Trump has run for president before.
- Trump daha önce de başkanlığa aday olmuştu.
- Who ran for president that year?
- O yıl cumhurbaşkanlığı için kim aday oldu?
- Trump has run for president before.
- Trump daha önce başkan adayı olmuştu.
- So now we know he's running for president.
- Artık başkanlığa aday olduğunu biliyoruz.
- I guess that could come in handy for someone running for president.
- Sanırım bu, başkan adayı olan biri için kullanışlı olabilir.
- You should run for mayor.
- Belediye başkanlığına aday olmalısın.
- I want to run for president.
- Başkanlığa aday olmak istiyorum.
- Tom plays an active role in local politics and intends to run for the position of mayor next year.
- Tom yerel politikada aktif bir rol oynuyor ve gelecek yıl belediye başkanlığı için aday olmayı planlıyor.
- I ran for mayor.
- Belediye başkanlığına aday oldum.
- Mary wanted to run for class president.
- Mary sınıf başkanlığına aday olmak istiyordu.
- Tom gave up running for class president.
- Tom sınıf başkanlığına aday olmaktan vazgeçti.
- Mary wanted to run for class president.
- Mary sınıf başkanlığı için aday olmak istedi.
- In 1864, Lincoln decided to run for re-election.
- 1864 yılında Lincoln yeniden seçim için aday olmaya karar verdi.
- If Tom ran for president, I'd vote for him.
- Tom başkanlığa aday olursa oyumu veririm.
- I'm not going to run for mayor.
- Belediye başkanlığına aday olmayacağım.
- The president said he would not run for the second term.
- Başkan ikinci dönem için aday olmayacağını söyledi.
- You should consider running for office.
- Aday olmayı düşünmelisin.
- Tom ran for mayor.
- Tom belediye başkanlığına aday oldu.
- Tom and Mary both ran for class president.
- Tom ve Mary sınıf başkanlığına aday oldular.
- I want to run for governor.
- Valiliğe aday olmak istiyorum.
- I'm not going to run for mayor.
- Belediye başkanlığı için aday olmayacağım.
- Tom hasn't run for office for years.
- Tom yıllardır aday olmamıştı.
- He's running for Congress.
- Kongre için aday oluyor.
- Tom wanted to run for class president.
- Tom sınıf başkanlığına aday olmak istiyordu.
- I won't be running for mayor.
- Belediye başkanlığına aday olmayacağım.
- He will run for mayor.
- O, belediye başkanlığı için aday olacak.
- You should run for class president.
- Sınıf başkanlığına aday olmalısın.
- Tom can't run for re-election.
- Tom tekrar seçilmek için aday olmayacak.
- Nixon had run for president in 1960.
- Nixon 1960 yılında cumhurbaşkanlığı için aday oldu.
- Tom has never run for office.
- Tom hiç aday olmadı.
- Tom announced his intention to run for class president.
- Tom sınıf başkanlığına aday olacağını açıkladı.
- Tom will run for mayor.
- Tom belediye başkanlığına aday olacak.
- Why don't you run for student council?
- Neden öğrenci konseyi için aday olmuyorsun?
- I'm not running for re-election.
- Yeniden aday olmuyorum.
- Both Tom and I ran for class president.
- Hem Tom hem de ben sınıf başkanlığı için aday olduk.
- You should run for governor.
- Valilik için aday olmalısın.
- He ran for mayor.
- Belediye başkanlığına aday oldu.
- Tom wants to run for class president.
- Tom sınıf başkanlığına aday olmak istiyor.
- He wants to run for President.
- Başkanlık için aday olmak istiyor.
- Why don't you run for student council?
- Neden öğrenci konseyine aday olmuyorsun?
- Run for president.
- Başkanlık için aday olun.
- Tom Jackson didn't run for reelection in 2013.
- Tom Jackson 2013'te yeniden aday olmadı.
- In 1864, Lincoln decided to run for re-election.
- 1864'te Lincoln yeniden seçilmek için aday olmaya karar verdi.
- He is going to run for mayor.
- O, belediye başkanlığına aday olacak.
- Tom ran for reelection, but he lost.
- Tom yeniden seçilmek için aday oldu ama kaybetti.
- Tom wanted to run for class president.
- Tom sınıf başkanlığı için aday olmak istiyordu.
- Tom is going to run for mayor.
- Tom belediye başkanlığına aday olacak.
- He is not running in the coming election.
- Önümüzdeki seçimlerde aday olmayacak.
- Tom decided to run for class president.
- Tom sınıf başkanlığına aday olmaya karar verdi.
- Both Tom and I ran for class president.
- Tom ve ben sınıf başkanlığına aday olduk.
- They say that he will run for mayor.
- Belediye başkanlığına aday olacağını söylüyorlar.
- Will you run for governor?
- Valiliğe aday olacak mısın?
Show More (56)
|
6 |
run |
çalıştırmak |
v. |
|
- I was unable to run both programs at the same time.
- İki programı aynı anda çalıştıramadım.
- My understanding was that there was an intention to run one.
- Anladığım kadarıyla bir tane çalıştırma niyeti vardı.
- So, make sure your system is running the updated version of Chrome web browser.
- Bu nedenle, sisteminizin Chrome web tarayıcısının güncellenmiş sürümünü çalıştırdığından emin olun.
- Maybe the issue is specifically on your PC, and that's why you are having trouble running the USB flash drive.
- Belki de sorun özellikle bilgisayarınızdadır ve bu yüzden USB flash sürücüyü çalıştırırken sorun yaşıyorsunuz.
- Maybe the issue is specifically on your PC, and that's why you are having trouble running the USB flash drive.
- Belki de sorun özellikle bilgisayarınızdadır ve bu yüzden USB flash sürücüyü çalıştırmakta sorun yaşıyorsunuzdur.
- Run the entire program from a flash drive, external hard disk, or via DAV; no installation is required.
- Tüm programı bir flash sürücüden, harici sabit diskten veya DAV üzerinden çalıştırın; kurulum gerekmez.
- Google Chrome Portable is a web browser that runs web pages and applications quickly.
- Google Chrome Portable, web sayfalarını ve uygulamaları hızlı bir şekilde çalıştıran bir web tarayıcısıdır.
- It's a lot less likely for a Macintosh computer to have a virus than a computer running Windows.
- Bir Macintosh bilgisayarın virüs kapma olasılığı Windows çalıştıran bir bilgisayardan çok daha düşüktür.
- Do you think you can get my car running?
- Arabamı çalıştırabileceğini mi sanıyorsun?
- His mother has been running a drugstore for fifteen years.
- Onun annesi on beş yıldır bir eczane çalıştırıyor.
- Do you want me to run the dishwasher?
- Bulaşık makinesini çalıştırmamı ister misin?
- I will get the machine running.
- Makineyi çalıştıracağım.
- If it were not for your help, I could not run this store.
- Yardımın olmasaydı, ben bu mağazayı çalıştıramazdım.
- She runs a beauty shop.
- O bir güzellik salonu çalıştırıyor.
- His parents ran a hotel.
- Anne ve babası bir otel çalıştırıyor.
- He runs a shoe shop.
- O bir ayakkabı dükkânı çalıştırıyor.
- Mr Sato ran a supermarket in his hometown before he came to Tokyo.
- Tokyo'ya gelmeden önce, Bay Sato memleketinde bir süpermarket çalıştırdı.
- They are running now.
- Onlar şimdi çalıştırıyorlar.
- Do you know how to run this machine?
- Bu makineyi nasıl çalıştıracağınızı biliyor musunuz?
- Tom might be able to get your car running.
- Tom arabanı çalıştırabilir.
- We run the store jointly.
- Biz mağazayı birlikte çalıştırıyoruz.
- Where is he running now?
- O şimdi nereyi çalıştırıyor?
- Do you think you can get my car running?
- Arabamı çalıştırabileceğini düşünüyor musun?
- Oil is necessary to run various machines.
- Yağ, çeşitli makinelerin çalıştırılabilmesi için gereklidir.
- Tom will run the company.
- Tom şirketi çalıştıracak.
- He runs a supermarket in the town.
- O, kasabada bir süpermarket çalıştırır.
- I got the machine running.
- Makineyi çalıştırdım.
- The hotel is run by his uncle.
- Otel, amcası tarafından çalıştırılmaktadır.
- Run the engine till it gets warm.
- Isınana kadar motoru çalıştır.
- I can't run the bread machine.
- Ekmek makinesini çalıştıramıyorum.
- Who's running this place?
- Bu yeri kim çalıştırıyor?
- Don't run here.
- Burada çalıştırmayın.
- I can run.
- Çalıştırabilirim.
- My uncle runs a hotel.
- Amcam bir otel çalıştırıyor.
- Tom is hardly fit to run a company.
- Tom bir şirket çalıştırmak için neredeyse uygun değil.
- To begin with, the funds are not sufficient for running a grocery store.
- Öncelikle, ödenekler, bir bakkal dükkânı çalıştırmak için yeterli değiller.
- This program cannot be run in DOS mode.
- Bu program DOS modunda çalıştırılamaz.
- Tom's computer is so old that it still runs Windows 98.
- Tom'un bilgisayarı o kadar eski ki hala Windows 98 çalıştırıyor.
- Run the engine till it gets warm.
- Motoru ısınıncaya kadar çalıştır.
- I've already wasted a couple of afternoons trying to get this car running.
- Bu arabayı çalıştırmak için zaten birkaç öğleden sonramı harcadım.
- They have run this small hotel since it was established.
- Onlar kurulduğundan beri bu küçük oteli çalıştırdılar.
- I'd like for you to help me get my car running.
- Arabamı çalıştırmama yardım etmeni istiyorum.
- I want to run a Windows 95 game.
- Bir Windows 95 oyunu çalıştırmak istiyorum.
- I'm running Linux on my laptop.
- Dizüstü bilgisayarımda Linux çalıştırıyorum.
- Salmonella outbreaks blemished spinach importers' reputation for running clean factories.
- Salmonella salgınları ıspanak ithalatçılarının temiz fabrika çalıştırma itibarını lekeledi.
- Do you know how to run this machine?
- Bu makineyi nasıl çalıştıracağını biliyor musun?
- He has a lot of ideas about running foreign workers.
- Yabancı işçilerin çalıştırılması konusunda birçok fikri var.
Show More (44)
|
7 |
run |
yürütmek |
v. |
|
- This is not the right way to run a chamber that is supposed to be having a serious debate on these subjects.
- Bu konular üzerinde ciddi bir tartışma yürütmesi gereken bir meclisin bu şekilde yönetilmesi doğru değildir.
- This is not the right way to run a chamber that is supposed to be having a serious debate on these subjects.
- Bu konularda ciddi bir tartışma yürütmesi gereken bir meclisi yönetmenin doğru yolu bu değildir.
- Is everything to be run on market principles, on private-sector principles?
- Her şey piyasa ilkelerine, özel sektör ilkelerine göre mi yürütülecek?
- It was the first year we ran it and it had serious shortcomings and problems.
- Bu konferansı yürüttüğümüz ilk yıldı ve ciddi eksiklikleri ve sorunları vardı.
- This has been a budget procedure which has so far run with remarkable smoothness.
- Bu, şu ana kadar kayda değer bir pürüzsüzlükle yürütülen bir bütçe prosedürü olmuştur.
- We cannot run reconstruction from the top down as if it were a military campaign.
- Yeniden yapılanmayı askeri bir harekat gibi yukarıdan aşağıya doğru yürütemeyiz.
- The main battle in this war is being fought with GM foods and a race is being run here with the Americans.
- Bu savaşta asıl mücadele GDO'lu gıdalarla veriliyor ve burada Amerikalılarla bir yarış yürütülüyor.
- The Commission has now requested 500 additional positions to guarantee the smooth running of the enlargement.
- Komisyon, genişlemenin sorunsuz bir şekilde yürütülmesini temin etmek üzere 500 ek pozisyon talep etmiştir.
- We are running things as efficiently and competently as we can.
- İşleri elimizden geldiğince verimli ve yetkin bir şekilde yürütüyoruz.
- The financial task force run by the OECD will be broadened to cover the issue of combating money laundering.
- OECD tarafından yürütülen mali görev gücü, kara para aklama ile mücadele konusunu da kapsayacak şekilde genişletilecek.
- The national consumer authorities could likewise run campaigns giving guidance to users of washing detergents.
- Ulusal tüketici otoriteleri de aynı şekilde çamaşır deterjanı kullanıcılarına rehberlik eden kampanyalar yürütebilir.
- In all countries where genital mutilation is practised, local groups are running campaigns to abolish it.
- Sünnetin uygulandığı tüm ülkelerde yerel gruplar sünnetin kaldırılması için kampanyalar yürütmektedir.
- In many countries, temporary employment is becoming a normal way of running a business.
- Birçok ülkede geçici istihdam, bir işi yürütmenin normal bir yolu haline gelmektedir.
- This measure is also up and running.
- Bu tedbir de yürürlüktedir.
- The Commission has now requested 500 additional positions to guarantee the smooth running of the enlargement.
- Komisyon, genişlemenin sorunsuz bir şekilde yürütülebilmesi için 500 ek pozisyon talebinde bulunmuştur.
- We need to make it easier to start and run a business and to keep and invest profits.
- Bir iş kurmayı ve yürütmeyi, karları elde tutmayı ve yatırım yapmayı kolaylaştırmalıyız.
- The Join Multimedia programme run by Siemens is a case in point.
- Siemens tarafından yürütülen Join Multimedia programı bunun bir örneğidir.
- Running a search engine marketing service can be a lucrative home business.
- Bir arama motoru pazarlamacılığı hizmeti yürütmek kazançlı bir ev işi olabilir.
- Running a search engine marketing service can be a lucrative home business.
- Bir arama motoru pazarlama hizmeti yürütmek kazançlı bir ev işi olabilir.
- I don't know a thing about running a business.
- İş yürütmek hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- I have a business to run.
- Yürütmem gereken bir işim var.
- Layla was running a construction company.
- Leyla bir inşaat şirketi yürütüyordu.
- Tom runs a landscaping business.
- Tom peyzaj işi yürütüyor.
- John runs the family business very efficiently.
- John aile işini çok verimli bir şekilde yürütüyor.
- Who runs things here?
- Burada işleri kim yürütüyor?
- What a crazy way to run a business!
- Bir işi yürütmek için ne çılgınca bir yol!
- Fadil ran a successful business.
- Fadıl başarılı bir iş yürütüyordu.
- Tom runs a landscaping business.
- Tom bir peyzaj işi yürütüyor.
- Sami runs his own tech business.
- Sami kendi teknoloji işini yürütüyor.
- He runs the business with his sons.
- İşi oğullarıyla birlikte yürütüyor.
- Sami ran his own tech business.
- Sami kendi teknoloji işini yürütüyordu.
- She runs the business with her daughters.
- İşi kızlarıyla birlikte yürütüyor.
- Tom runs a successful business.
- Tom başarılı bir iş yürütüyor.
- We're running a statewide campaign.
- Eyalet çapında bir kampanya yürütüyoruz.
- She runs the business with her daughters.
- O, işleri kızlarıyla yürütüyor.
- I run my own business.
- Kendi işimi yürütüyorum.
- The ruling party is running a smear campaign against the opposition.
- İktidar partisi muhalefete karşı bir karalama kampanyası yürütüyor.
- He runs the business with his sons.
- O, işi oğullarıyla yürütüyor.
- I run a very serious business.
- Çok ciddi bir iş yürütüyorum.
Show More (36)
|
8 |
run |
geçmek |
v. |
|
- Steam trains once ran through here.
- Bir zamanlar buradan buharlı trenler geçerdi.
- A shiver ran down my spine.
- Omurgamdan aşağı bir ürperti geçti.
- Tom ran a red light.
- Tom kırmızı ışıkta geçti.
- I was going to run over the notes one last time, but there wasn't time.
- Notların üzerinden son bir kez daha geçecektim ama zaman yoktu.
- He was run over and killed.
- Üzerinden arabayla geçildi ve öldürüldü.
- You ran a red light.
- Kırmızı ışıkta geçtin.
- Our teacher ran through the important points again.
- Öğretmenimiz önemli noktaların üzerinden tekrar geçti.
- Steam trains once ran through here.
- Buharlı trenler bir zamanlar buradan geçerdi.
- The oil ran through a thick pipe.
- Petrol kalın bir borudan geçiyor.
- How many rivers run through Texas?
- Teksas'tan kaç nehir geçer?
- This joke has run its course.
- Bu esprinin modası geçti artık.
- Tom ran across the street.
- Tom sokaktan geçti.
- Tom didn't run the red light.
- Tom kırmızı ışıkta geçmedi.
- Did we run over something?
- Bir şeyin üzerinden mi geçtik?
- The main line runs through Boston.
- Ana hat Boston'dan geçiyor.
- I ran a red light.
- Kırmızı ışıkta geçtim.
- A wonderful idea just ran through my mind.
- Aklımdan harika bir fikir geçti.
- Through which states does the longest river in Texas run?
- Teksas'taki en uzun nehir hangi eyaletlerden geçer?
- A wonderful idea just ran through my mind.
- Az önce aklımdan harika bir fikir geçti.
- Around the city ran a river.
- Şehrin etrafından bir nehir geçiyordu.
- The river runs through the town.
- Nehir kasabadan geçiyor.
- What rivers run through Arizona?
- Arizona'dan hangi nehirler geçer?
- I ran a red light.
- Ben kırmızı ışıkta geçtim.
Show More (20)
|
9 |
run |
yarışmak |
v. |
|
- Like he's running for president and going through the primaries.
- Sanki başkanlık için yarışıyor ve ön seçimlerden geçiyormuş gibi.
- Mom, the groom is running for president.
- Anne, damat başkanlık için yarışıyor.
- So now we know he's running for president.
- Şimdi başkanlık için yarışacağını biliyoruz artık.
- I guess that could come in handy for someone running for president.
- Sanırım bu, başkanlık için yarışan birinin çok işine yarayabilir.
- I am one of six candidates running for president.
- Başkanlık için yarışan altı adaydan biriyim.
- I am one of six candidates running for president.
- Ben cumhurbaşkanlığı için yarışan altı adaydan biriyim.
- Like he's running for president and going through the primaries.
- Sanki başkanlık için yarışıyordu ve önseçimlerde gibiydi.
- There are two women at this debate running for president.
- Bu tartışmada başkanlık için yarışan iki kadın var.
- There are two women at this debate running for president.
- Bu münazarada başkanlık için yarışan iki kadın var.
- He's running for Congress.
- Kongre için yarışıyor.
- I'm not running for re-election.
- Yeniden seçilmek için yarışmayacağım.
- I'm running for reelection.
- Yeniden seçilmek için yarışıyorum.
- He was running for re-election.
- Yeniden seçilmek için yarışıyordu.
- Tom is running for class president.
- Tom sınıf başkanlığı için yarışıyor.
- Will you run for governor?
- Valilik için yarışacak mısın?
- Tom isn't running for governor.
- Tom valilik için yarışmıyor.
- He is one of the candidates running for mayor.
- Belediye başkanlığı için yarışan adaylardan biridir.
- The Yankees are running away with the pennant race.
- Bayrak yarışında Yankiler fark atıyorlar.
- Tom is running for governor.
- Tom valilik için yarışıyor.
- He is one of the candidates running for mayor.
- Belediye başkanlığı için yarışan adaylardan biri.
Show More (17)
|
10 |
run |
akmak |
v. |
|
- By the end of the training, sweat was running down my neck.
- Antrenmanın sonunda boynumdan aşağı terler akıyordu.
- Despite all my efforts, some of the paint ran on the floor.
- Tüm çabalarıma rağmen boyanın bir kısmı yere aktı.
- Still waters run deep.
- Durgun sular derin akar.
- The Rhine runs between France and Germany.
- Ren Nehri, Fransa ve Almanya arasında akar.
- The color ran when the dress was washed.
- Elbise yıkandığında, rengi aktı.
- The water from this river runs into the sea.
- Bu nehrin suyu denize akar.
- Blood ran from the wound.
- Yaradan kan akıyordu.
- The water from this river runs into the sea.
- Bu nehrin suyu denize akıyor.
- The river runs parallel to the main street.
- Nehir ana caddeye paralel akıyor.
- The hot water isn't running.
- Sıcak su akmıyor.
- This river runs into Lake Ontario.
- Bu nehir Ontario Gölüne akar.
- The drain is running freely.
- Kanalizasyon kontrolsüzce akıyor.
- The rain-water runs off through this pipe.
- Yağmur suyu bu borudan akıyor.
- Tom heard the water running.
- Tom suyun aktığını duydu.
- Blood ran from the wound.
- Yaradan kan aktı.
- The river runs parallel to the main street.
- Nehir ana caddeye paralel akar.
- The blood ran red.
- Kan, kırmızı aktı.
- The blood ran red.
- Kan kıpkırmızı akıyordu.
Show More (15)
|
11 |
run |
gitmek |
v. |
|
- The road to a European Union common foreign policy runs via New York, via the United Nations.
- Avrupa Birliği'nin ortak dış politikasına giden yol New York'tan, Birleşmiş Milletler'den geçer.
- I will run through the four points, although the honourable Members know them very well.
- Sayın Üyeler çok iyi bilseler de ben dört madde üzerinden gideceğim.
- Rather like the Irish population when they run a referendum, you can never rely on it to behave.
- Referanduma gittiklerinde İrlanda halkının nasıl davranacağına asla güvenemezsiniz.
- Science has since proven that every single finger has veins running to the heart.
- Bilim o zamandan beri her parmakta kalbe giden damarlar olduğunu kanıtladı.
- Science has since proven that every single finger has veins running to the heart.
- Bilim o zamandan beri her parmağın kalbe giden damarları olduğunu kanıtladı.
- Science has since proven that every single finger has veins running to the heart.
- Bilim o zamandan beri her bir parmağın kalbe giden damarları olduğunu kanıtlamıştır.
- The car doesn't run fast.
- Araba hızlı gitmiyor.
- You can run on ahead and I'll catch you up later.
- Sen önden gidebilirsin, ben sana sonra yetişirim.
- The road runs parallel with the river.
- Yol nehre paralel gidiyor.
- No one ran ahead of him.
- Hiç kimse onun önünde gitmedi.
- The road runs parallel to the river.
- Yol nehre paralel gidiyor.
- We saw a patrol car running at full speed.
- Son sürat giden bir devriye arabası gördük.
- How fast does this train run?
- Bu tren ne kadar hızlı gidiyor?
- Now run along.
- Şimdi lütfen git.
- The highway runs parallel to the river.
- Otoyol nehre paralel gidiyor.
- Tom ran without thinking, without knowing where.
- Tom düşünmeden, nereye gittiğini bilmeden koştu.
- Why don't you run along?
- Neden gitmiyorsun?
- I had a run of bad luck.
- Şansım kötü gitti.
Show More (15)
|
12 |
run |
koşturmak |
v. |
|
- We were running to and fro.
- Oradan oraya koşturuyorduk.
- Recess is a good chance for kids to run around and relax.
- Teneffüs çocukların koşturup rahatlaması açısından güzel oluyor.
- Tom has been running around the office like a chicken with its head cut off.
- Tom ofiste ne yapacağını bilmeden deli gibi koşturuyor.
- I saw my neighbor's dog running around in the yard.
- Komşumun köpeğini bahçede koştururken gördüm.
- The dog ran around and around.
- Köpek, etrafta koşturup durdu.
- One mouse is running around in the room.
- Odada bir fare koşturuyordu.
- His mother chased him as he ran naked around the house.
- Annesi onu evde çıplak vaziyette koşturduğu için kovaladı.
- He is running around like a headless chicken.
- O, başsız bir tavuk gibi etrafta koşturuyor.
- The mouse was running around under the bed.
- Fare yatağın altında koşturuyordu.
- His dog ran around in the yard.
- Köpeği bahçede koşturuyordu.
- Maybe you can get Tom to run the marathon with you.
- Belki Tom'a seninle maraton koşturabilirsin.
- He ran and ran, until at last he saw the telephone booth.
- Nihayet telefon kulübesini görene kadar koşturdu da koşturdu.
- Her dogs were running around the house.
- Köpekleri evin içinde koşturuyorlardı.
- Tom has been running around the office like a chicken with its head cut off.
- Tom ofiste deli danalar gibi koşturuyor.
- My cat is running around the room.
- Kedim odanın içinde koşturuyor.
- Tom has been running around the office like a chicken with its head cut off.
- Tom ofiste kafası kesilmiş bir tavuk gibi koşturup duruyor.
- The coach made the players run five miles a day.
- Koç oyunculara günde beş mil koşturuyordu.
- The coach made the players run five miles a day.
- Antrenör oyuncuları günde beş mil koşturdu.
Show More (15)
|
13 |
run |
yapmak |
v. |
|
- If I may, I've been running a forensic analysis.
- İzin verirseniz, bir adli inceleme yapıyorum.
- We ran a check and traced the device back to you.
- Bir araştırma yaptık ve izlediğimiz cihaz bizi sana getirdi.
- If I may, I've been running a forensic analysis.
- İzin verirseniz, adli tıp incelemesi yapıyorum.
- We can't know for sure until I run a full analysis.
- Ben tam bir inceleme yapmadan emin olamayız.
- We want to run a few tests.
- Birkaç test yapmak istiyoruz.
- We should run some tests.
- Bazı testler yapmalıyız.
- He hit a home run in the first inning.
- İlk atışta tur vuruşunu yaptı.
- I'd like to run a few more tests.
- Birkaç test daha yapmak istiyorum.
- His actions run counter to his words.
- Onun yaptıklarıyla söyledikleri birbirini tutmuyor.
- I just ran some tests.
- Bazı testler yaptım.
- Tom hit a home run.
- Tom sayı turu yaptı.
- Who hit the home run?
- Tur vuruşunu kim yaptı?
- We should run some tests.
- Birkaç test yapmalıyız.
- Would you like to run your own business?
- Kendi işinizi yapmak ister misiniz?
- They run a ferry service across the river.
- Nehirde karşıdan karşıya feribot seferleri yapıyorlar.
Show More (12)
|
14 |
run |
yönetmek |
v. |
|
- You run a hospital that treats thousands of patients every day.
- Her gün binlerce hasta tedavi eden bir hastaneyi yönetiyorsun.
- Layla was running a construction company.
- Leyla bir inşaat şirketini yönetiyordu.
- Tom doesn't run this company.
- Bu şirketi Tom yönetmiyor.
- Some board members questioned his ability to run the corporation.
- Bazı yönetim kurulu üyeleri onun şirketi yönetme kabiliyetini sorguladı.
- Tom knows how to run a club.
- Tom bir kulübün nasıl yönetileceğini bilir.
- Tom had a company to run.
- Tom'un yönetmesi gereken bir şirketi vardı.
- The bank was run by private citizens.
- Banka özel vatandaşlar tarafından yönetiliyordu.
- Tom Jackson doesn't run this company.
- Tom Jackson bu şirketi yönetmiyor.
- You can't run my life.
- Benim hayatımı yönetemezsin.
- You can't run my life.
- Sen benim hayatımı yönetemezsin.
- He can't run his own family, let alone a nation!
- Bırakın bir ulusu, kendi ailesini bile yönetemiyor!
- Tom will run the company.
- Tom şirketi yönetecek.
Show More (9)
|
15 |
run |
koşu |
n. |
|
- If I'm feeling stressed, I go for a run.
- Kendimi stresli hissediyorsam koşuya çıkarım.
- It is very important that the White Paper is discussed because there is still one run to go.
- Beyaz Kitap'ın tartışılması çok önemli çünkü önümüzde hala bir koşu var.
- A good run is better than a bad stand.
- İyi bir koşu, kötü bir duruştan daha iyidir.
- Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day.
- Çalışma günü monotonluğunu kırmak için Tom öğle vakti koşusuna can atıyor.
- I go for a run every day.
- Ben her gün koşuya çıkarım.
- I'm too tired to go out for a run.
- Ben koşuya çıkamayacak kadar çok yorgunum.
- Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day.
- Tom, iş gününün monotonluğunu kırmak için öğle yemeği saatindeki koşusunu dört gözle bekliyor.
- His home run excited the crowd.
- Sayı koşusu kalabalığı heyecanlandırdı.
- I'm too tired to go out for a run.
- Koşuya çıkamayacak kadar yorgunum.
- I'm going on a run.
- Koşuya çıkıyorum.
- I go for a run every day.
- Her gün koşuya çıkıyorum.
Show More (8)
|
16 |
run |
gezdirmek |
v. |
|
- She ran her fingers through her hair.
- Parmaklarını saçlarında gezdirdi.
- Tom ran his fingers through his hair.
- Tom parmaklarını saçında gezdirdi.
- Tom ran his fingers through Mary's hair.
- Tom parmaklarını Mary'nin saçlarında gezdirdi.
- She ran her fingers through her hair.
- Parmaklarını saçında gezdirdi.
- Tom ran his fingers through his hair.
- Tom da parmaklarını saçlarında gezdirdi.
- She ran her fingers through his hair.
- Parmaklarını onun saçlarında gezdirdi.
- She started running her fingers through her hair.
- O, parmaklarını saçında gezdirmeye başladı.
- He's running his hand through his wavy, brown hair.
- Elini dalgalı, kahverengi saçlarında gezdiriyor.
- Tom ran his hand through his hair.
- Tom elini saçlarında gezdirdi.
- She started running her fingers through her hair.
- Parmaklarını saçlarında gezdirmeye başladı.
Show More (7)
|
17 |
run |
dolaşmak |
v. |
|
- What's wrong with running around your house naked?
- Evinde çıplak dolaşmanın nesi yanlış?
- One mouse is running around in the room.
- Odanın içinde bir fare dolaşıyor.
- The cat was strutting around the yard, when it suddenly ran into the house.
- Kedi bahçede kasıla kasıla dolaşırken aniden evin içine koştu.
- A samurai's blood runs in Taro's veins.
- Taro'nun damarlarında samuray kanı dolaşıyor.
- I ran all over town trying to borrow some money.
- Borç para almak için bütün şehri dolaştım.
- A mouse is running around the room.
- Odanın içinde bir fare dolaşıyor.
- You shouldn't run around with a toothbrush in your mouth.
- Ağzında diş fırçasıyla dolaşmamalısın.
- He is running around like a headless chicken.
- Başsız tavuk gibi ortalıkta dolaşıyor.
- Tom was running around the streets drunk and naked.
- Tom sokaklarda sarhoş ve çıplak dolaşıyordu.
- He likes running barefoot.
- Çıplak ayakla dolaşmaktan hoşlanır.
Show More (7)
|
18 |
run |
devam etmek |
v. |
|
- My phone contract only has a couple of months to run.
- Telefon sözleşmem yalnızca birkaç ay daha devam edecek.
- This is the seventh year running.
- Bu, yedi yıldır devam ediyor.
- The current programming periods are still running.
- Mevcut programlama dönemleri hala devam ediyor.
- Tom kept running.
- Tom koşmaya devam etti.
- I kept running.
- Koşmaya devam ettim.
- I just kept running.
- Koşmaya devam ettim.
- They kept running.
- Koşmaya devam ettiler.
- Is the play still running?
- Oyun hala devam ediyor mu?
- Tom just kept running.
- Tom koşmaya devam etti.
Show More (6)
|
19 |
run |
işlemek |
v. |
|
- Hybrid cars run on gas and electricity.
- Hibrit arabalar gaz ve elektrikle işlemektedir.
- Parliament should let the legal process run its course and allow the Court to reach a proper decision.
- Parlamento yasal sürecin işlemesine ve Mahkemenin doğru bir karara varmasına izin vermelidir.
- Mr Maaten's proposals attempt to make that process run faster and more efficiently.
- Bay Maaten'in önerileri bu sürecin daha hızlı ve verimli işlemesini sağlamayı amaçlamaktadır.
- The Council’s plan is that the system should be up and running in 2006.
- Konseyin planı, sistemin 2006 yılında işler hale gelmesidir.
- The Council’s plan is that the system should be up and running in 2006.
- Konsey'in planı, sistemin 2006 yılında işler hale gelmesidir.
- A smoothly running European medicines market fits in well with this ambition.
- Sorunsuz işleyen bir Avrupa ilaç pazarı bu hedefe çok uygundur.
- A smoothly running European medicines market fits in well with this ambition.
- Sorunsuz işleyen bir Avrupa ilaç pazarı bu hedefle uyumludur.
- Capitalism can’t run backwards.
- Kapitalizm geriye doğru işleyemez.
Show More (5)
|
20 |
run |
kalkmak |
v. |
|
- Every household needs electricity and no one can run the risk of its non-availability.
- Her hanenin elektriğe ihtiyacı vardır ve hiç kimse elektriksiz kalma riskini göze alamaz.
- Buses run every ten minutes.
- Otobüsler her on dakikada bir kalkıyor.
- If George doesn't stop smoking, he will run the risk of developing lung cancer.
- George sigarayı bırakmazsa, akciğer kanserine yakalanma riskiyle karşı karşıya kalacaktır.
- How late does the train run today?
- Tren bugün kaçta kalkıyor?
- We have run short of food.
- Yiyeceğimiz kalmadı.
- The trains run on time in Japan.
- Japonya'da trenler zamanında kalkar.
- The train runs every thirty minutes.
- Her otuz dakikada bir tren kalkıyor.
Show More (4)
|
21 |
run |
uzanmak |
v. |
|
- The electricity cables run along the exterior walls.
- Elektrik kabloları dış duvarlar boyunca uzanmaktadır.
- There are important financial channels that run from authorities to port companies.
- Yetkili makamlardan liman şirketlerine uzanan önemli mali kanallar bulunmaktadır.
- Petition 318/2000 runs to seven lever-arch A4 files.
- Petition 318/2000, yedi kollu A4 dosyasına kadar uzanmaktadır.
- Nearly all siheyuans had their main buildings and gates facing south for better lighting, so a majority of hutongs run from east to west.
- Neredeyse tüm siheyuanların ana binaları ve kapıları daha iyi aydınlatma için güneye bakıyordu, bu nedenle hutongların çoğu doğudan batıya doğru uzanıyordu.
- The road runs from Tokyo to Osaka.
- Yol, Tokyo'dan Osaka'ya uzanıyor.
- The Rhine runs between France and Germany.
- Ren Nehri Fransa ve Almanya arasında uzanır.
Show More (3)
|
22 |
run |
sayı |
n. |
|
- Jeremy was appointed to record all runs scored in the game.
- Jeremy oyunda atılan tüm sayıları kaydetmekle görevlendirilmişti.
- The book is available now in a limited run of 500 copies
- Kitap 500 adet olmak üzere sınırlı sayıda basılmıştır.
- Who hit the home run?
- Sayı vuruşunu kim yaptı?
- Tom and John both hit home runs.
- Tom da John da sayı vuruşu yaptı.
- How many home runs did Tom hit?
- Tom kaç tane sayı vuruşu yaptı?
Show More (2)
|
23 |
run |
burnu akmak |
v. |
|
- My nose is running.
- Burnum akıyor.
- Take a tissue, your nose is running.
- Bir mendil al, burnun akıyor.
- Your nose is running.
- Burnunuz akıyor.
- Your nose is running!
- Burnun akıyor!
- Your nose is running.
- Burnun akıyor.
Show More (2)
|
24 |
run |
ezmek |
v. |
|
- Your freaking grandfather nearly ran me over!
- Lanet olası büyükbaban neredeyse beni eziyordu!
- I didn't run Tom over.
- Tom'u ezmedim.
- The truck nearly ran me over.
- Kamyon neredeyse beni eziyordu.
- Why does he always run his son down?
- Neden hep oğlunu eziyor?
- The bus nearly ran Tom over.
- Otobüs neredeyse Tom'u eziyordu.
Show More (2)
|
25 |
run |
adaylığını koymak |
v. |
|
- She is determined to run for a second term.
- İkinci dönem için adaylığını koymaya kararlı.
- I'm running because I know I'd make a good president.
- Adaylığımı koyuyorum çünkü iyi bir cumhurbaşkanı olacağımı biliyorum.
- Tom plays an active role in local politics and intends to run for the position of mayor next year.
- Tom yerel politikada aktif bir rol oynuyor ve gelecek yıl belediye başkanlığına adaylık koymayı planlıyor.
- I'm running for city council.
- Belediye meclisine adaylığımı koyuyorum.
Show More (1)
|
26 |
run |
taşımak |
v. |
|
- Instead, they run the risk of becoming his hostages and getting in the way of the work of the inspectors.
- Bunun yerine, onun rehineleri olma ve müfettişlerin çalışmalarına engel olma riskini taşıyorlar.
- In fact I would go further and say that the EU Convention runs the risk of blurring the enlargement process.
- Aslında daha da ileri giderek AB Sözleşmesinin genişleme sürecini bulanıklaştırma riski taşıdığını söyleyebilirim.
- It is a prospect that runs the risk of discouraging and deterring people from using the net and e-commerce.
- İnsanları internet ve e-ticaret kullanımından caydırma ve vazgeçirme riski taşıyan bir ihtimaldir.
- Here too, the preparations for the summit have come up against financial issues and run the risk of failure.
- Burada da zirve hazırlıkları mali sorunlarla karşılaştı ve başarısızlık riski taşıyor.
Show More (1)
|
27 |
run |
sürmek |
v. |
|
- That therefore means that contracts for contract personnel will run correspondingly longer.
- Bu da sözleşmeli personelin sözleşmelerinin daha uzun süreceği anlamına gelmektedir.
- We ran a check and traced the device back to you.
- Bir kontrol yaptık ve cihazın izini size kadar sürdük.
- The play ran for six months.
- Oyun altı ay sürdü.
- The movie ran 85 minutes.
- Film 85 dakika sürdü.
Show More (1)
|
28 |
run |
geçirmek |
v. |
|
- Tom ran his hand back through his hair.
- Tom elini saçlarının arasından geçirdi.
- The oil ran through a thick pipe.
- Petrol kalın bir borudan geçirildi.
- Run pipes under the floor.
- Zeminin altından borular geçirin.
- He's running his hand through his wavy, brown hair.
- Elini dalgalı, kahverengi saçlarının arasından geçiriyor.
Show More (1)
|
29 |
run |
çekmek |
v. |
|
- He's always running short of cash.
- Her zaman nakit sıkıntısı çekiyor.
- He gave up running for mayor after pleading guilty to drunken driving.
- Alkollü araç kullanma suçunu kabul ettikten sonra belediye başkanlığı adaylığında çekildi.
- He is running short of funds.
- Para sıkıntısı çekiyor.
- We're running short of food.
- Yiyecek sıkıntısı çekiyoruz.
Show More (1)
|
30 |
run |
artmak |
v. |
|
- Currently, fears about GM foods run high.
- Şu anda GDO'lu gıdalarla ilgili korkular artmaktadır.
- The gunfire was getting worse, so we ran down to our cellar.
- Silah sesleri gittikçe artıyordu, biz de bodruma koştuk.
- Tension is running high between Algeria and Morocco.
- Cezayir ve Fas arasında gerginlik artıyor.
Show More (0)
|
31 |
run |
sefer yapmak |
v. |
|
- How many times does the bus run each day?
- Otobüs günde kaç sefer yapıyor?
- The Orient Express was a luxury passenger train that ran between Paris, France and Istanbul, Turkey.
- Orient Express, Paris, Fransa ve İstanbul, Türkiye arasında sefer yapan lüks bir yolcu treniydi.
- How many times does the bus run each day?
- Otobüs her gün kaç sefer yapıyor?
Show More (0)
|
32 |
run |
yayınlamak |
v. |
|
- All the local newspapers ran the story of the lost boy.
- Tüm yerel gazeteler kayıp çocuğun hikayesini yayınladı.
- He ran an ad in the paper.
- Gazetede bir ilan yayınladı.
Show More (-1)
|
33 |
run |
ulaşmak |
v. |
|
- Their themes are fraud, irregularities, and mistakes running to DM 8 billion.
- Konuları 8 milyar DM'ye ulaşan dolandırıcılık, usulsüzlük ve hatalardır.
- These subsidies account for 8% of the agricultural budget, which runs to EUR 40 billion.
- Bu sübvansiyonlar, 40 milyar Euro'ya ulaşan tarım bütçesinin %8'ini oluşturmaktadır.
Show More (-1)
|
34 |
run |
bitmek |
v. |
|
- Tourism must not run dry, which is exactly what will happen if there is a civil war.
- Turizm bitmemeli, ki iç savaş çıkarsa tam da bu olacak.
- You've run through all the butter?
- Bütün tereyağını bitirdin mi?
Show More (-1)
|
35 |
run |
çarpmak |
v. |
|
- He ran the car into a lamppost.
- Arabayı elektrik direğine çarptı.
- He ran the car into a lamppost.
- O, arabayı lamba direğine çarptı.
Show More (-1)
|
36 |
run |
gezinmek |
v. |
|
- His fingers ran swiftly over the keys.
- Parmakları tuşların üzerinde hızla gezindi.
- Her eyes ran over the list to see if her name was on it.
- Gözleri listede adının olup olmadığını görmek için listenin üzerinde gezindi.
Show More (-1)
|
37 |
run |
pist |
n. |
|
- The resort has several ski runs for beginners.
- Tesiste yeni başlayanlara yönelik çeşitli kayak pistleri bulunmaktadır.
Show More (-2)
|
38 |
run |
(miktar) seyretmek |
v. |
|
- Unemployment is running at 18%.
- İşsizlik oranı %18'lerde seyrediyor.
Show More (-2)
|
39 |
run |
almaya gitme |
n. |
|
- I bumped into her on my morning coffee run.
- Sabah kahvemi almaya giderken ona rastladım.
Show More (-2)
|
40 |
run |
musluk |
v. |
|
- I left the tap running, and now the bathroom has flooded.
- Musluğu açık unutmuşum, şimdi de banyoyu su bastı.
Show More (-2)
|
41 |
run |
sahnelenmek |
v. |
|
- Cats the Musical ran for 18 years.
- Cats Müzikali 18 yıl boyunca sahnelenmiştir.
Show More (-2)
|
42 |
run |
(çorap) kaçmak |
v. |
|
- The hole in the stocking ran all the way down to my ankles.
- Çoraptaki kaçık ayak bileklerime kadar uzanıyordu.
Show More (-2)
|
43 |
run |
(motor) çalışmak |
v. |
|
- She left the engine running and went to open the gate.
- Motoru çalışır halde bırakarak kapıyı açmaya gitti.
Show More (-2)
|
44 |
run |
tur atma |
n. |
|
- He took his new bike out for a run.
- Yeni bisikletini bir tur atmaya çıkarmış.
Show More (-2)
|
45 |
run |
(sümük) akmak |
v. |
|
- My nose is running, but I don't have a fever.
- Burnum akıyor ama ateşim yok.
Show More (-2)
|
46 |
run |
hizmetini vermek |
v. |
|
- They run shuttle service to and from all the main airports.
- Tüm büyük havaalanlarına gidiş ve dönüş servis hizmeti vermektedirler.
Show More (-2)
|
47 |
run |
dolanıp durmak |
v. |
|
- There were all kinds of thoughts running through her mind.
- Aklında türlü türlü düşünceler dolanıp duruyordu.
Show More (-2)
|
48 |
run |
(kaset) sarmak |
v. |
|
- Could you run the tape forward a couple of frames?
- Kaseti birkaç kare ileri sarabilir misiniz?
Show More (-2)
|
49 |
run |
(işler) yürümek |
v. |
|
- Will you please keep everything running smoothly while we are away?
- Lütfen biz yokken işlerin sorunsuz yürümesini sağlar mısınız?
Show More (-2)
|
50 |
run |
(araç) uçmak |
v. |
|
- The truck ran off the bridge and into the river.
- Kamyon köprüden çıkarak nehre uçtu.
Show More (-2)
|
51 |
run |
anlatmak |
v. |
|
- The story runs that she killed her husband with an ax.
- Rivayette anlatılana göre kocasını baltayla öldürmüş.
Show More (-2)
|
52 |
run |
(kumaş) boya vermek |
v. |
|
- My new pants ran and ruined all my other clothes.
- Yeni pantolonum boya vererek diğer tüm kıyafetlerimi mahvetmiş.
Show More (-2)
|
53 |
run |
kümes |
n. |
|
- They built a chicken run next to the stables.
- Ahırların yanına bir tavuk kümesi inşa ettiler.
Show More (-2)
|
54 |
run |
arabayla bırakmak |
v. |
|
- I asked Tom to run me to the airport.
- Tom'dan beni havaalanına arabayla bırakmasını istedim.
Show More (-2)
|
55 |
run |
ezgi |
n. |
|
- I've learned this cool Blues run; shall I play it for you?
- Bu harika Blues ezgisini öğrendim; sizin için çalayım mı?
Show More (-2)
|
56 |
run |
(kamera) çekmek |
v. |
|
- She forgot her lines when the camera started running.
- Kamera çekmeye başladığında repliklerini unuttu.
Show More (-2)
|
57 |
run |
mesafe koşmak |
v. |
|
- Jimmy ran 10 km just this morning.
- Jimmy daha bu sabah 10 km mesafe koştu.
Show More (-2)
|
58 |
run |
kaçık (çorapta) |
n. |
|
- I noticed there were several runs in the stockings.
- Çoraplarda birkaç tane kaçık olduğunu fark ettim.
Show More (-2)
|
59 |
run |
koşuvermek |
v. |
|
- She ran to the store to buy shampoo.
- Şampuan almak için bir koşu dükkana gitti.
Show More (-2)
|
60 |
run |
adaylık |
n. |
|
- This is his third run for office.
- Bu onun üçüncü aday oluşu.
Show More (-2)
|
61 |
run |
silsile |
n. |
|
- He thought that his run of good luck would last forever.
- Yaşadığı talihli olaylar silsilesinin sonsuza dek süreceğini sanıyordu.
Show More (-2)
|
62 |
run |
(yarış vb.) gerçekleştirmek |
v. |
|
- The bicycle race will be run in spite of the bad weather.
- Bisiklet yarışı olumsuz hava koşullarına rağmen gerçekleştirilecektir.
Show More (-2)
|
63 |
run |
usulca gezdirmek |
v. |
|
- Mary ran her fingers lightly through the sleeping child's hair.
- Mary, parmaklarını uyuyan çocuğun saçlarında usulca gezdirdi.
Show More (-2)
|
64 |
run |
(kod, program) çalışmak |
v. |
|
- This software only runs on iOS.
- Bu yazılım yalnızca iOS üzerinde çalışmaktadır.
Show More (-2)
|
65 |
run |
(müsabakada) koşmak |
v. |
|
- Linda has been training to run a marathon.
- Linda maraton koşmak için antrenman yapıyor.
Show More (-2)
|
66 |
run |
gösterim |
n. |
|
- During its two-month run, the play didn't attract much attention.
- İki aylık gösterim süresince oyun fazla ilgi görmedi.
Show More (-2)
|
67 |
run |
gösterilmek |
v. |
|
- The famous TV series 'Friends' ran for ten seasons.
- Ünlü TV dizisi 'Friends' on sezon boyunca gösterilmiştir.
Show More (-2)
|
68 |
run |
(iskambil) dizi |
n. |
|
- In his hand was a run of ace through four.
- Elinde astan dörde kadar bir dizi vardı.
Show More (-2)
|
69 |
run |
(taşıt vb.) çalışmak |
v. |
|
- Trains don’t run after midnight.
- Gece yarısından sonra trenler çalışmıyor.
Show More (-2)
|
70 |
run |
yürürlükte kalmak |
v. |
|
- The Treaty establishing the European Coal and Steel Community was signed in 1952, and was to run for fifty years.
- Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nu kuran Antlaşma 1952 yılında imzalandı ve elli yıl boyunca yürürlükte kalacaktı.
Show More (-2)
|
71 |
run |
üzerinden geçmek |
v. |
|
- I shall just run through a few of the problems that I still see with the legislation.
- Mevzuatla ilgili hala gördüğüm birkaç sorunun üzerinden geçeceğim.
Show More (-2)
|
72 |
run |
ilerlemek |
v. |
|
- There are at present two developments running in parallel that are very important for this field.
- Şu anda bu alan için çok önemli olan iki gelişme paralel olarak ilerlemektedir.
Show More (-2)
|
73 |
run |
düzenlemek |
v. |
|
- Two years ago, we ran a conference on this subject in Brussels.
- İki yıl önce Brüksel'de bu konuda bir konferans düzenledik.
Show More (-2)
|
74 |
run |
acele etmek |
v. |
|
- We ran fast to catch the train.
- Treni yakalamak için acele ettik.
Show More (-2)
|
75 |
run |
çekip çevirmek |
v. |
|
- Lots of women both run a home and go out to work.
- Pek çok kadın hem evi çekip çeviriyor hem de işe gidiyor.
Show More (-2)
|
76 |
run |
açmak |
v. |
|
- It's only a matter of time before Tom runs into the same trouble we did.
- Tom'un da bizim başımıza aynı belayı açması an meselesi.
Show More (-2)
|
77 |
run |
çorap kaçmak |
v. |
|
- You have a run in your stocking.
- Çorabın kaçmış.
Show More (-2)
|
78 |
run |
hücum |
n. |
|
- There was a run on the banks.
- Bankalara hücum oldu.
Show More (-2)
|
79 |
run |
idare etmek |
n. |
|
- It must be terribly difficult, running her household on her own after divorcing.
- Boşandıktan sonra evini tek başına idare etmek çok zor olmalı.
Show More (-2)
|
80 |
run |
akıp gitmek |
v. |
|
- Time runs on.
- Zaman akıp gidiyor.
Show More (-2)
|
81 |
run |
motorun çalışması |
n. |
|
- I felt the engine running.
- Motorun çalıştığını hissettim.
Show More (-2)
|
82 |
run |
kaçak |
n. |
|
- Run pipes under the floor.
- Döşemenin altındaki kaçak borular.
Show More (-2)
|
83 |
run |
idare etmek |
v. |
|
- He can't run his own family, let alone a nation!
- Bırak bir ulusu, o kendi ailesini idare edemez.
Show More (-2)
|
84 |
run |
tükenmek |
v. |
|
- Don't run yourself down, Tom.
- Kendini tüketme, Tom.
Show More (-2)
|
85 |
run |
dökülmek |
v. |
|
- This river runs into Lake Ontario.
- Bu nehir Ontario Gölü'ne dökülür.
Show More (-2)
|