run - English Turkish Sentences
English Turkish
run koşmak v.
  • She ran up the stairs to get her toys.
  • Oyuncaklarını almak için merdivenlerden yukarı koştu.
  • The European Union persuaded them by teaching the Kyoto baby to walk, but now it needs to learn to run.
  • Avrupa Birliği, Kyoto bebeğine yürümeyi öğreterek onları ikna etti ancak şimdi koşmayı öğrenmesi gerekiyor.
  • We wish you good speed in the marathon that you are running on our behalf.
  • Bizim adımıza koştuğunuz maratonda size başarılar diliyoruz.
Show More (1172)
run kaçmak v.
  • The true warrior runs today and lives to fight another day.
  • Gerçek savaşçı bugün kaçar ve başka bir gün savaşmak için hayatta kalır.
  • The true warrior runs today and lives to fight another day.
  • Savaşçı dediğin bugün kaçıp gider ve başka bir gün savaşmak için hayatta kalır.
  • He ran for his life at the sight of the border guard.
  • O, sınır muhafızını görünce can havliyle kaçtı.
Show More (140)
run çalışmak v.
  • The two must run in parallel, but must not block each other.
  • İkisi paralel olarak çalışmalı ancak birbirlerini engellememelidir.
  • The project will not be fully operational before the programme management unit is up and running.
  • Proje, program yönetim birimi hazır ve çalışır hale gelmeden tam olarak faaliyete geçmeyecektir.
  • In fact, all European passenger lines are running at a loss today, and liberalisation will not change that.
  • Aslında bugün tüm Avrupa yolcu hatları zararına çalışmaktadır ve serbestleşme bu durumu değiştirmeyecektir.
Show More (89)
run işletmek v.
  • She runs a bed and breakfast upstate.
  • Şehir dışında bir pansiyon işletiyor.
  • It costs 200 pounds a month to run an average car.
  • Ortalama bir arabayı işletmek ayda 200 sterline mal oluyor.
  • Those farms are well run, they provide churches, schools and hospital treatment in those areas.
  • Bu çiftlikler iyi işletiliyor, o bölgelerde kilise, okul ve hastane tedavisi sağlıyorlar.
Show More (69)
run aday olmak v.
  • I'm running because I know I'd make a good president.
  • İyi bir başkan olacağımı bildiğim için aday oluyorum.
  • I'm running because I know I'd make a good president.
  • İyi bir başkan olacağımı bildiğimden aday oluyorum.
  • Who ran for president that year?
  • O yıl başkanlığa kim aday oldu?
Show More (56)
run çalıştırmak v.
  • I was unable to run both programs at the same time.
  • İki programı aynı anda çalıştıramadım.
  • My understanding was that there was an intention to run one.
  • Anladığım kadarıyla bir tane çalıştırma niyeti vardı.
  • So, make sure your system is running the updated version of Chrome web browser.
  • Bu nedenle, sisteminizin Chrome web tarayıcısının güncellenmiş sürümünü çalıştırdığından emin olun.
Show More (44)
run yürütmek v.
  • This is not the right way to run a chamber that is supposed to be having a serious debate on these subjects.
  • Bu konular üzerinde ciddi bir tartışma yürütmesi gereken bir meclisin bu şekilde yönetilmesi doğru değildir.
  • This is not the right way to run a chamber that is supposed to be having a serious debate on these subjects.
  • Bu konularda ciddi bir tartışma yürütmesi gereken bir meclisi yönetmenin doğru yolu bu değildir.
  • Is everything to be run on market principles, on private-sector principles?
  • Her şey piyasa ilkelerine, özel sektör ilkelerine göre mi yürütülecek?
Show More (36)
run geçmek v.
  • Steam trains once ran through here.
  • Bir zamanlar buradan buharlı trenler geçerdi.
  • A shiver ran down my spine.
  • Omurgamdan aşağı bir ürperti geçti.
  • Tom ran a red light.
  • Tom kırmızı ışıkta geçti.
Show More (20)
run yarışmak v.
  • Like he's running for president and going through the primaries.
  • Sanki başkanlık için yarışıyor ve ön seçimlerden geçiyormuş gibi.
  • Mom, the groom is running for president.
  • Anne, damat başkanlık için yarışıyor.
  • So now we know he's running for president.
  • Şimdi başkanlık için yarışacağını biliyoruz artık.
Show More (17)
run akmak v.
  • By the end of the training, sweat was running down my neck.
  • Antrenmanın sonunda boynumdan aşağı terler akıyordu.
  • Despite all my efforts, some of the paint ran on the floor.
  • Tüm çabalarıma rağmen boyanın bir kısmı yere aktı.
  • Still waters run deep.
  • Durgun sular derin akar.
Show More (15)
run gitmek v.
  • The road to a European Union common foreign policy runs via New York, via the United Nations.
  • Avrupa Birliği'nin ortak dış politikasına giden yol New York'tan, Birleşmiş Milletler'den geçer.
  • I will run through the four points, although the honourable Members know them very well.
  • Sayın Üyeler çok iyi bilseler de ben dört madde üzerinden gideceğim.
  • Rather like the Irish population when they run a referendum, you can never rely on it to behave.
  • Referanduma gittiklerinde İrlanda halkının nasıl davranacağına asla güvenemezsiniz.
Show More (15)
run koşturmak v.
  • We were running to and fro.
  • Oradan oraya koşturuyorduk.
  • Recess is a good chance for kids to run around and relax.
  • Teneffüs çocukların koşturup rahatlaması açısından güzel oluyor.
  • Tom has been running around the office like a chicken with its head cut off.
  • Tom ofiste ne yapacağını bilmeden deli gibi koşturuyor.
Show More (15)
run yapmak v.
  • If I may, I've been running a forensic analysis.
  • İzin verirseniz, bir adli inceleme yapıyorum.
  • We ran a check and traced the device back to you.
  • Bir araştırma yaptık ve izlediğimiz cihaz bizi sana getirdi.
  • If I may, I've been running a forensic analysis.
  • İzin verirseniz, adli tıp incelemesi yapıyorum.
Show More (12)
run yönetmek v.
  • You run a hospital that treats thousands of patients every day.
  • Her gün binlerce hasta tedavi eden bir hastaneyi yönetiyorsun.
  • Layla was running a construction company.
  • Leyla bir inşaat şirketini yönetiyordu.
  • Tom doesn't run this company.
  • Bu şirketi Tom yönetmiyor.
Show More (9)
run koşu n.
  • If I'm feeling stressed, I go for a run.
  • Kendimi stresli hissediyorsam koşuya çıkarım.
  • It is very important that the White Paper is discussed because there is still one run to go.
  • Beyaz Kitap'ın tartışılması çok önemli çünkü önümüzde hala bir koşu var.
  • A good run is better than a bad stand.
  • İyi bir koşu, kötü bir duruştan daha iyidir.
Show More (8)
run gezdirmek v.
  • She ran her fingers through her hair.
  • Parmaklarını saçlarında gezdirdi.
  • Tom ran his fingers through his hair.
  • Tom parmaklarını saçında gezdirdi.
  • Tom ran his fingers through Mary's hair.
  • Tom parmaklarını Mary'nin saçlarında gezdirdi.
Show More (7)
run dolaşmak v.
  • What's wrong with running around your house naked?
  • Evinde çıplak dolaşmanın nesi yanlış?
  • One mouse is running around in the room.
  • Odanın içinde bir fare dolaşıyor.
  • The cat was strutting around the yard, when it suddenly ran into the house.
  • Kedi bahçede kasıla kasıla dolaşırken aniden evin içine koştu.
Show More (7)
run devam etmek v.
  • My phone contract only has a couple of months to run.
  • Telefon sözleşmem yalnızca birkaç ay daha devam edecek.
  • This is the seventh year running.
  • Bu, yedi yıldır devam ediyor.
  • The current programming periods are still running.
  • Mevcut programlama dönemleri hala devam ediyor.
Show More (6)
run işlemek v.
  • Hybrid cars run on gas and electricity.
  • Hibrit arabalar gaz ve elektrikle işlemektedir.
  • Parliament should let the legal process run its course and allow the Court to reach a proper decision.
  • Parlamento yasal sürecin işlemesine ve Mahkemenin doğru bir karara varmasına izin vermelidir.
  • Mr Maaten's proposals attempt to make that process run faster and more efficiently.
  • Bay Maaten'in önerileri bu sürecin daha hızlı ve verimli işlemesini sağlamayı amaçlamaktadır.
Show More (5)
run kalkmak v.
  • Every household needs electricity and no one can run the risk of its non-availability.
  • Her hanenin elektriğe ihtiyacı vardır ve hiç kimse elektriksiz kalma riskini göze alamaz.
  • Buses run every ten minutes.
  • Otobüsler her on dakikada bir kalkıyor.
  • If George doesn't stop smoking, he will run the risk of developing lung cancer.
  • George sigarayı bırakmazsa, akciğer kanserine yakalanma riskiyle karşı karşıya kalacaktır.
Show More (4)
run uzanmak v.
  • The electricity cables run along the exterior walls.
  • Elektrik kabloları dış duvarlar boyunca uzanmaktadır.
  • There are important financial channels that run from authorities to port companies.
  • Yetkili makamlardan liman şirketlerine uzanan önemli mali kanallar bulunmaktadır.
  • Petition 318/2000 runs to seven lever-arch A4 files.
  • Petition 318/2000, yedi kollu A4 dosyasına kadar uzanmaktadır.
Show More (3)
run sayı n.
  • Jeremy was appointed to record all runs scored in the game.
  • Jeremy oyunda atılan tüm sayıları kaydetmekle görevlendirilmişti.
  • The book is available now in a limited run of 500 copies
  • Kitap 500 adet olmak üzere sınırlı sayıda basılmıştır.
  • Who hit the home run?
  • Sayı vuruşunu kim yaptı?
Show More (2)
run burnu akmak v.
  • My nose is running.
  • Burnum akıyor.
  • Take a tissue, your nose is running.
  • Bir mendil al, burnun akıyor.
  • Your nose is running.
  • Burnunuz akıyor.
Show More (2)
run ezmek v.
  • Your freaking grandfather nearly ran me over!
  • Lanet olası büyükbaban neredeyse beni eziyordu!
  • I didn't run Tom over.
  • Tom'u ezmedim.
  • The truck nearly ran me over.
  • Kamyon neredeyse beni eziyordu.
Show More (2)
run adaylığını koymak v.
  • She is determined to run for a second term.
  • İkinci dönem için adaylığını koymaya kararlı.
  • I'm running because I know I'd make a good president.
  • Adaylığımı koyuyorum çünkü iyi bir cumhurbaşkanı olacağımı biliyorum.
  • Tom plays an active role in local politics and intends to run for the position of mayor next year.
  • Tom yerel politikada aktif bir rol oynuyor ve gelecek yıl belediye başkanlığına adaylık koymayı planlıyor.
Show More (1)
run taşımak v.
  • Instead, they run the risk of becoming his hostages and getting in the way of the work of the inspectors.
  • Bunun yerine, onun rehineleri olma ve müfettişlerin çalışmalarına engel olma riskini taşıyorlar.
  • In fact I would go further and say that the EU Convention runs the risk of blurring the enlargement process.
  • Aslında daha da ileri giderek AB Sözleşmesinin genişleme sürecini bulanıklaştırma riski taşıdığını söyleyebilirim.
  • It is a prospect that runs the risk of discouraging and deterring people from using the net and e-commerce.
  • İnsanları internet ve e-ticaret kullanımından caydırma ve vazgeçirme riski taşıyan bir ihtimaldir.
Show More (1)
run sürmek v.
  • That therefore means that contracts for contract personnel will run correspondingly longer.
  • Bu da sözleşmeli personelin sözleşmelerinin daha uzun süreceği anlamına gelmektedir.
  • We ran a check and traced the device back to you.
  • Bir kontrol yaptık ve cihazın izini size kadar sürdük.
  • The play ran for six months.
  • Oyun altı ay sürdü.
Show More (1)
run geçirmek v.
  • Tom ran his hand back through his hair.
  • Tom elini saçlarının arasından geçirdi.
  • The oil ran through a thick pipe.
  • Petrol kalın bir borudan geçirildi.
  • Run pipes under the floor.
  • Zeminin altından borular geçirin.
Show More (1)
run çekmek v.
  • He's always running short of cash.
  • Her zaman nakit sıkıntısı çekiyor.
  • He gave up running for mayor after pleading guilty to drunken driving.
  • Alkollü araç kullanma suçunu kabul ettikten sonra belediye başkanlığı adaylığında çekildi.
  • He is running short of funds.
  • Para sıkıntısı çekiyor.
Show More (1)
run artmak v.
  • Currently, fears about GM foods run high.
  • Şu anda GDO'lu gıdalarla ilgili korkular artmaktadır.
  • The gunfire was getting worse, so we ran down to our cellar.
  • Silah sesleri gittikçe artıyordu, biz de bodruma koştuk.
  • Tension is running high between Algeria and Morocco.
  • Cezayir ve Fas arasında gerginlik artıyor.
Show More (0)
run sefer yapmak v.
  • How many times does the bus run each day?
  • Otobüs günde kaç sefer yapıyor?
  • The Orient Express was a luxury passenger train that ran between Paris, France and Istanbul, Turkey.
  • Orient Express, Paris, Fransa ve İstanbul, Türkiye arasında sefer yapan lüks bir yolcu treniydi.
  • How many times does the bus run each day?
  • Otobüs her gün kaç sefer yapıyor?
Show More (0)
run yayınlamak v.
  • All the local newspapers ran the story of the lost boy.
  • Tüm yerel gazeteler kayıp çocuğun hikayesini yayınladı.
  • He ran an ad in the paper.
  • Gazetede bir ilan yayınladı.
Show More (-1)
run ulaşmak v.
  • Their themes are fraud, irregularities, and mistakes running to DM 8 billion.
  • Konuları 8 milyar DM'ye ulaşan dolandırıcılık, usulsüzlük ve hatalardır.
  • These subsidies account for 8% of the agricultural budget, which runs to EUR 40 billion.
  • Bu sübvansiyonlar, 40 milyar Euro'ya ulaşan tarım bütçesinin %8'ini oluşturmaktadır.
Show More (-1)
run bitmek v.
  • Tourism must not run dry, which is exactly what will happen if there is a civil war.
  • Turizm bitmemeli, ki iç savaş çıkarsa tam da bu olacak.
  • You've run through all the butter?
  • Bütün tereyağını bitirdin mi?
Show More (-1)
run çarpmak v.
  • He ran the car into a lamppost.
  • Arabayı elektrik direğine çarptı.
  • He ran the car into a lamppost.
  • O, arabayı lamba direğine çarptı.
Show More (-1)
run gezinmek v.
  • His fingers ran swiftly over the keys.
  • Parmakları tuşların üzerinde hızla gezindi.
  • Her eyes ran over the list to see if her name was on it.
  • Gözleri listede adının olup olmadığını görmek için listenin üzerinde gezindi.
Show More (-1)
run pist n.
  • The resort has several ski runs for beginners.
  • Tesiste yeni başlayanlara yönelik çeşitli kayak pistleri bulunmaktadır.
Show More (-2)
run (miktar) seyretmek v.
  • Unemployment is running at 18%.
  • İşsizlik oranı %18'lerde seyrediyor.
Show More (-2)
run almaya gitme n.
  • I bumped into her on my morning coffee run.
  • Sabah kahvemi almaya giderken ona rastladım.
Show More (-2)
run musluk v.
  • I left the tap running, and now the bathroom has flooded.
  • Musluğu açık unutmuşum, şimdi de banyoyu su bastı.
Show More (-2)
run sahnelenmek v.
  • Cats the Musical ran for 18 years.
  • Cats Müzikali 18 yıl boyunca sahnelenmiştir.
Show More (-2)
run (çorap) kaçmak v.
  • The hole in the stocking ran all the way down to my ankles.
  • Çoraptaki kaçık ayak bileklerime kadar uzanıyordu.
Show More (-2)
run (motor) çalışmak v.
  • She left the engine running and went to open the gate.
  • Motoru çalışır halde bırakarak kapıyı açmaya gitti.
Show More (-2)
run tur atma n.
  • He took his new bike out for a run.
  • Yeni bisikletini bir tur atmaya çıkarmış.
Show More (-2)
run (sümük) akmak v.
  • My nose is running, but I don't have a fever.
  • Burnum akıyor ama ateşim yok.
Show More (-2)
run hizmetini vermek v.
  • They run shuttle service to and from all the main airports.
  • Tüm büyük havaalanlarına gidiş ve dönüş servis hizmeti vermektedirler.
Show More (-2)
run dolanıp durmak v.
  • There were all kinds of thoughts running through her mind.
  • Aklında türlü türlü düşünceler dolanıp duruyordu.
Show More (-2)
run (kaset) sarmak v.
  • Could you run the tape forward a couple of frames?
  • Kaseti birkaç kare ileri sarabilir misiniz?
Show More (-2)
run (işler) yürümek v.
  • Will you please keep everything running smoothly while we are away?
  • Lütfen biz yokken işlerin sorunsuz yürümesini sağlar mısınız?
Show More (-2)
run (araç) uçmak v.
  • The truck ran off the bridge and into the river.
  • Kamyon köprüden çıkarak nehre uçtu.
Show More (-2)
run anlatmak v.
  • The story runs that she killed her husband with an ax.
  • Rivayette anlatılana göre kocasını baltayla öldürmüş.
Show More (-2)
run (kumaş) boya vermek v.
  • My new pants ran and ruined all my other clothes.
  • Yeni pantolonum boya vererek diğer tüm kıyafetlerimi mahvetmiş.
Show More (-2)
run kümes n.
  • They built a chicken run next to the stables.
  • Ahırların yanına bir tavuk kümesi inşa ettiler.
Show More (-2)
run arabayla bırakmak v.
  • I asked Tom to run me to the airport.
  • Tom'dan beni havaalanına arabayla bırakmasını istedim.
Show More (-2)
run ezgi n.
  • I've learned this cool Blues run; shall I play it for you?
  • Bu harika Blues ezgisini öğrendim; sizin için çalayım mı?
Show More (-2)
run (kamera) çekmek v.
  • She forgot her lines when the camera started running.
  • Kamera çekmeye başladığında repliklerini unuttu.
Show More (-2)
run mesafe koşmak v.
  • Jimmy ran 10 km just this morning.
  • Jimmy daha bu sabah 10 km mesafe koştu.
Show More (-2)
run kaçık (çorapta) n.
  • I noticed there were several runs in the stockings.
  • Çoraplarda birkaç tane kaçık olduğunu fark ettim.
Show More (-2)
run koşuvermek v.
  • She ran to the store to buy shampoo.
  • Şampuan almak için bir koşu dükkana gitti.
Show More (-2)
run adaylık n.
  • This is his third run for office.
  • Bu onun üçüncü aday oluşu.
Show More (-2)
run silsile n.
  • He thought that his run of good luck would last forever.
  • Yaşadığı talihli olaylar silsilesinin sonsuza dek süreceğini sanıyordu.
Show More (-2)
run (yarış vb.) gerçekleştirmek v.
  • The bicycle race will be run in spite of the bad weather.
  • Bisiklet yarışı olumsuz hava koşullarına rağmen gerçekleştirilecektir.
Show More (-2)
run usulca gezdirmek v.
  • Mary ran her fingers lightly through the sleeping child's hair.
  • Mary, parmaklarını uyuyan çocuğun saçlarında usulca gezdirdi.
Show More (-2)
run (kod, program) çalışmak v.
  • This software only runs on iOS.
  • Bu yazılım yalnızca iOS üzerinde çalışmaktadır.
Show More (-2)
run (müsabakada) koşmak v.
  • Linda has been training to run a marathon.
  • Linda maraton koşmak için antrenman yapıyor.
Show More (-2)
run gösterim n.
  • During its two-month run, the play didn't attract much attention.
  • İki aylık gösterim süresince oyun fazla ilgi görmedi.
Show More (-2)
run gösterilmek v.
  • The famous TV series 'Friends' ran for ten seasons.
  • Ünlü TV dizisi 'Friends' on sezon boyunca gösterilmiştir.
Show More (-2)
run (iskambil) dizi n.
  • In his hand was a run of ace through four.
  • Elinde astan dörde kadar bir dizi vardı.
Show More (-2)
run (taşıt vb.) çalışmak v.
  • Trains don’t run after midnight.
  • Gece yarısından sonra trenler çalışmıyor.
Show More (-2)
run yürürlükte kalmak v.
  • The Treaty establishing the European Coal and Steel Community was signed in 1952, and was to run for fifty years.
  • Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nu kuran Antlaşma 1952 yılında imzalandı ve elli yıl boyunca yürürlükte kalacaktı.
Show More (-2)
run üzerinden geçmek v.
  • I shall just run through a few of the problems that I still see with the legislation.
  • Mevzuatla ilgili hala gördüğüm birkaç sorunun üzerinden geçeceğim.
Show More (-2)
run ilerlemek v.
  • There are at present two developments running in parallel that are very important for this field.
  • Şu anda bu alan için çok önemli olan iki gelişme paralel olarak ilerlemektedir.
Show More (-2)
run düzenlemek v.
  • Two years ago, we ran a conference on this subject in Brussels.
  • İki yıl önce Brüksel'de bu konuda bir konferans düzenledik.
Show More (-2)
run acele etmek v.
  • We ran fast to catch the train.
  • Treni yakalamak için acele ettik.
Show More (-2)
run çekip çevirmek v.
  • Lots of women both run a home and go out to work.
  • Pek çok kadın hem evi çekip çeviriyor hem de işe gidiyor.
Show More (-2)
run açmak v.
  • It's only a matter of time before Tom runs into the same trouble we did.
  • Tom'un da bizim başımıza aynı belayı açması an meselesi.
Show More (-2)
run çorap kaçmak v.
  • You have a run in your stocking.
  • Çorabın kaçmış.
Show More (-2)
run hücum n.
  • There was a run on the banks.
  • Bankalara hücum oldu.
Show More (-2)
run idare etmek n.
  • It must be terribly difficult, running her household on her own after divorcing.
  • Boşandıktan sonra evini tek başına idare etmek çok zor olmalı.
Show More (-2)
run akıp gitmek v.
  • Time runs on.
  • Zaman akıp gidiyor.
Show More (-2)
run motorun çalışması n.
  • I felt the engine running.
  • Motorun çalıştığını hissettim.
Show More (-2)
run kaçak n.
  • Run pipes under the floor.
  • Döşemenin altındaki kaçak borular.
Show More (-2)
run idare etmek v.
  • He can't run his own family, let alone a nation!
  • Bırak bir ulusu, o kendi ailesini idare edemez.
Show More (-2)
run tükenmek v.
  • Don't run yourself down, Tom.
  • Kendini tüketme, Tom.
Show More (-2)
run dökülmek v.
  • This river runs into Lake Ontario.
  • Bu nehir Ontario Gölü'ne dökülür.
Show More (-2)